Seçim kaybettiler, milletvekili oldular…

Seçim kaybettiler, milletvekili oldular…

Bursa siyasetinde aktif görev yapan isimlerin ortak özelliği sivil toplum kuruluşlarında ya da akademik odalarda daha önce aktif görevde bulunmaları.

Bu minvalde bakacak olursak;

İlk aklıma gelen isimlerden olan,

AK Parti Milletvekili Mustafa Yavuz hem BİHMED hem de Dağ-Der yönetiminde geçmişte görev yaptı…

Keza Osman Mesten de İHH’da başkanlık görevinde bulunan bir isim.

Refik Özen de birden fazla STK’da görev yapmış bir vekil.

Keza CHP’de görev yapan Hasan Öztürk’ün de Mestanlılar Dernek Başkanlığı görevinde bulunduğunu hatta Bal-Göç Başkanlığına aday olduğunu biliyoruz.

Yine geçmiş dönem milletvekili olarak görev yapan Mustafa Esgin de BUSAT’ta kurucu başkan olarak görev yapmıştı.

Öte yandan yine bir başka isim geçmiş dönemde görev yapan Erkan Aydın da Dağ-Der’de başkanlık görevinde bulunmuştu.

Fakat Erkan Aydın, Hasan Öztürk ve Mustafa Yavuz’un diğer ortak özelliği ise, geçmişte gerek sivil toplum kuruluşları gerek farklı kuruluşlarda başkanlığa talip olduğu seçimler olması ve o seçimleri kaybetmesi.

Hatırlatmakta fayda var:

Mustafa Yavuz, rahmetli Bayram Yıldız’ın karşısında AK Parti Osmangazi İlçe Başkanı adayı olarak çıkmış, seçimi burun farkı ile kaybetmişti.

Keza Hasan Öztürk de Emin Balkan’ın karşısına Bal-Göç başkan adayı olarak çıkmış, o da seçimi kaybetmişti.

Erkan Aydın da benzer bir seçim kaybetmeyi Dağ-Der seçimlerinde yaşamıştı….

Mustafa Esgin de Nilüfer Belediye başkanı adayı olarak girdiği seçimi kaybetmişti…

Saydığım bu dört ismin ortak özelliği daha sonra milletvekili seçilmesi.

Bu örnekleri çoğaltmak mümkün, belki siz de ‘kaybettim’ dediğiniz anda kader siz daha yukarıya taşıyacak.

Kim bilir…

Belki de;

Kaybederken, kazananlardansınız…

***

AK PARTİ’DE İZİN İSTEYEN İLÇE BAŞKANLARI

Yerel seçimlere hazırlık sürecinde bulunan siyasi partilerde hareketlilik devam ediyor. Bu minvalde en hareketli olan siyasi partilerin başında AK Parti geliyor…

AK Parti’de süreç başladı.

İstifa edecekler yönetimle düşüncelerini paylaştılar.

Bazı isimlere izin verilirken, bazılarına izin verilmedi.

Edindiğimiz bilgilere göre önümüzdeki günlerde Bursa özelinde 9 ilçe başkanı görevden affını isterse şaşırmamak gerekir!

Bu isimlerin kim olduğunu ilerleyen günlerde kaleme alırız…

Ama sürpriz isimler var diyebiliriz.

Osmangazi AK Parti ilçe yönetiminden izin verilenlerden biri de Büyükorhan Belediye Başkan adayı olmak isteyen Önder Sak oldu.

Bunun dışında önümüzdeki günlerde AK Parti Keles İlçe Başkanı Özcan Yeni de istifa edecekler kervanına katılacak.

Bakalım, süreci takip edelim…

Sosyal medyadan medrese reklamı!

Sosyal medyadan medrese reklamı!

Dernek ve vakıf adı altında eğitim sistemine sızan cemaatler ve tarikatlar uzun süredir gündemimizde. En azından ben uzun süredir bu konu ile ilgili yazıyorum ve yazmaktan da bıkmayacak gibi görünüyorum.

Zaten zaman zaman cemaatleri ve tarikatları tüm çıplaklığı ile görebildiğimiz kısa sürelerde, konunun içinde bulunmayan ülke vatandaşları olarak kısa süreli şok da geçirmiyor değiliz.

Misal ben, müritlerini havlayarak karşılayan imamı büyük bir şaşkınlıkla defalarca izlemiştim, yine de yapılana bir anlam veremedim…

İşin aklı başında, yaşının belli bir dönemine gelmiş vatandaşları etkileyen bu bölümünden daha ziyade beni ilgilendiren kısmı çocukların böyle bir sistemin içinde eritilmeye çalışılıyor olması…

Nasıl diye merak ediyorsunuz biliyorum…

Yeni bir modadan, Yeniçağ Gazetesi’nden Gamze Dağ’ın haberini görerek haberdar olduğum ‘Sosyal medyadan medrese eğitimine özendirme’ modasından bahsetmek istiyorum…

Sosyal medyasında tesettüre girmiş kızının Kuran okuyan videolarını sıklıkla paylaşan hesap sahibi kızının okula gitmediğini, medrese eğitimi aldığını ve bunun çok daha başarılı bir eğitim biçimi olduğunu savunuyor takipçilerine seslenerek…

İşin daha da garip tarafı hesabın yorumlarını incelediğinizde görüyorsunuz ki, ülkemizde çocuğuna sadece medrese eğitimi aldırmak isteyen, ancak zorunlu eğitimin getirdiği yaptırımlardan çekindiği için bunu yapamadığını belirten pek çok veli var.

Hatta bu sorunu nasıl aşabileceğini, çocuklarına nasıl sadece medrese eğitimi aldırabileceğini sorup akıl isteyenler de epey kalabalık…

Anayasa’nın 42.maddesini çiğneyerek çocuklarını okula göndermeyen bu ailelerin sayısını tespit etmek aslında çok basit olmalı. Anlaşılan o ki, takip sistemi tam olarak çalışmıyor! Okula gitmesi gerektiği halde kaydı yaptırılmayan çocukların okul müdürleri tarafından Milli Eğitim Bakanlığı’na bildirilmesi gerekiyor.

Bu işlem yapılıyor mu?

Soru işareti!

Gereken bilgi verildiyse aileye gereken yaptırım uygulanıyor mu?

Burası daha da büyük bir soru işareti!

İlköğretim ve Eğitim Kanunu’nun 46’ıncı maddesinde şöyle yazıyor:

‘Her çocuk, mecburi ilköğrenim çağına girdiği öğretim yılı başında 3’üncü madde gereğince ilköğretim okuluna kayıt ve kabul edilir. Her veli yahut vasi veya aile başkanı, çocuğunu zamanında ilköğretim okuluna yazdırmakla yükümlüdür’

Kanuna göre mülki amirler, ilköğretim müfettişleri ve zabıta teşkilatı çocuğun mecburi ilköğretim kurumuna devamını sağlamakla yükümlü. Israrla çocuğunu okula göndermeyen veliye, çocuğun okula gitmediği her gün için 15 TL para cezası veriliyor. Buna rağmen yine göndermeyenlerin 500 TL idari para cezası ödemesi gerekiyor.

Hani sıklıkla kurduğumuz bir cümle var; ‘Cezalarımızın caydırıcılığı yok!’ tam da bu duruma uyuyor. Dolayısıyla yine aynı cümleyi tekrarlıyorum, ‘Cezalarımızın caydırıcılığı yok!’

İşin başka bir boyutu daha var…

Bu köşeden sıklıkla okuduğunuz yazılardan, Milli Eğitim Bakanlığı ile Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın sürekli yenilediği protokolleri sayesinde, okullardan çocuk evlerine kadar bu ülkenin evlatlarının eğitim aldığı her yerde, çeşitli dernek ve vakıf adı altında çalışmalarını sürdüren tarikat ve cemaatlerin, ‘değerler eğitimi’ adı altındaki derslerinden tutun da yaz kamplarına kadar öğrencilere nüfuz etmek için her türlü yolu denediklerini biliyor olmalısınız…

Bu işin tehlikesini de bir kez daha hatırlatmakta fayda var; unutmayınız, çok yakın bir tarihi geçmiş olan 15 Temmuz’da yaşanan darbe girişiminin failleri eğitim hayatlarının önemli bir bölümünü FETÖ’ye ait kurumlarda geçirdi!

Böylesi örgütlenmelerin insan beyninde en etkileyici olduğu süreç, elbette eğitim süreci…

Bir kez daha aynı tecrübeleri yaşamak istemiyorsak, dikkatimizi azamiye çıkarmamız, çocuklarımızı gerçekten milli olan bir eğitimin kanatları altında toplamamız gerekiyor…

****

GÜRSU’DA NELER OLUYOR?

Hazır söz eğitimden açılmışken hemen sormak istiyorum; ‘Ne olacak bu Gürsu’nun hali!!!’

Gürsu’nun en önemli sorunu gerek öğretmenler gerekse okul yöneticileri açısından kalıcılığın sağlanamamış olması.

Bana gelen şikayetler hep bu yönde…

Gelen gidiyor, Gürsu’da ne öğretmen duruyor ne de müdür duruyor!’ diyor veliler ve eğitim camiasından kulağıma fısıldayanlar…

Elime geçen bilgilere göre şu anda Gürsu Atatürk İlkokulu, Hamdi Çalış Ortaokulu, Hacı Huriye Tinç İmam Hatip Lisesi, TOKİ İlkokulu ve Ortaokulu, Fazıl Hüsnü Dağlarca Anadolu Lisesi, BTSO MTAL ile Yüksel Bodur İlkokulu müdürsüz kaldı.

Daha doğrusu yeni bir atama yapılana kadar vekaleten görevlendirilen müdürlerle yürütülüyor işler…

Sorunun nedenlerini çeşitlendirmek mümkün. İlk olarak dersliklerin çok kalabalık olduğunu, tüm okulların ikili öğretim sistemini uygulamasına rağmen en az nüfuslu sınıfın 40 öğrenci ile ders yaptığını söyleyebiliriz.

Yoğun göç alan Gürsu’ya son 10 yıl içinde yeni derslik kazandırılmamış olması da bu sorunun ana nedeni.

Aynı zamanda Gürsu İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü ile ilgili sitem dolu şikayetleri de duyuyorum eğitim camiasında konuşulan. Bu şikayetlerin en başında liyakate önem vermeyen yönetim anlayışı yer alıyor.

Motive edilmeyen, hali ahvali sorulmayan, çalışmalarında takdir görmeyen ve çabalarında önü açılmayan eğitimciler ne hayallerle geldikleri Gürsu’dan ilk fırsatta başka bir il ya da ilçeye tayin istiyorlar haliyle…

Malum İl Milli Eğitim Müdürü de dayanmayan şehrimizin güzel ilçelerinden Gürsu’nun da okullarına eğitimci dayanmıyor anlayacağınız.

Görevine daha yeni başlayan, henüz basınla da bir araya gelmeyen, Dr. Ahmet Alireisoğlu’na konuyla ilgili bilgi vermiş olalım…

BAREM ve bir siyaset okuması…

BAREM ve bir siyaset okuması…

Uzun süredir bu köşeden Cumhuriyet Halk Partisi’nin kurultay sürecini ve yerel seçimlere endeksli örgüt dizayn etme çabalarını yazıp çiziyoruz.

Bu yazıların sıklığından yerel seçimler konusunda parti içinde makamlara adaylık konusunda mücadele eden tek partinin CHP olduğu sonucunu çıkarıyorsanız çok yanılıyorsunuz.

Özellikle yerel seçimlerde Bursa gibi bir ilde son derece iddialı olan AK Parti’nin içinde de ciddi bir kaynama ve hangi makama kimin aday olacağına yönelik yoğun bir lobi faaliyeti var.

Faaliyetler var, ama AK Parti’nin ‘kol kırılır yen içinde kalır’ düsturundan hareketle dışarıya pek yansımıyor bu mücadele…

Yine de son dönemlerde özellikle Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş ve ilçe belediye başkanlarının düzenledikleri toplantıları, ortaya koydukları vizyon projelerinde yakaladıkları ivmeleri anlattıkları açıklamalarını bu minvalde değerlendirmek en doğrusu olacak bana göre…

Bugün bence yine benzeri bir çerçevede değerlendirebileceğimiz Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar’ın eşliğinde yaptığımız BAREM ziyaretinden bahsetmek isterim size.

Öncelikle hayata geçirilen kurumu biraz anlatalım ki, onca emek ve bu kurumlardan yararlanan ailelerin mutluluğu seçim yatırımı saçmalıkları ile gölgelenmesin…

Osmangazi Belediyesi tarafından 15 bin metrekarelik alan üzerinde inşa edilen ve Başkan Mustafa Dündar’ın seçim vaatleri arasındaki 16 vizyon projesinden biri olan Bakım ve Rehabilitasyon Merkezi BAREM, Türkiye’nin önemli sosyal belediyecilik çalışmaları arasında sayılabilir…

15 bin metrekarelik alanda 20 bin metrekarelik kapalı alan inşaatı ile iki gündüzlü bakım evi olan, engelli gençlerin gündüz bakımı ve rehabilitasyonu aldıkları OBAM ve Alzheimer hastası yaşlıların gündüz bakımı ve rehabilitasyonu aldıkları ALBAM bir süredir hizmet veriyor zaten.

Tuttuğum notlarda bir yanlışlık yoksa eğer, OBAM bünyesinde bir günde 15 misafir 20 hizmetli tarafından bakım görüyor. ALBAM tarafında ise yine bir günde 12 hastaya 16 hizmetli yardımcı oluyor.

Binanın ilk iki katı OBAM ve ALBAM için ayrılmış, kalan bölüm ise huzurevi sakinleri için inşa ediliyor. Büyük ölçüde tamamlanan huzurevinin Eylül ayında ilk etap açılışı yapılacak.

Elbette sorularımız oldu, yanıtlar aldık…

Mesela gündüzlü bakım evlerinin misafirleri her gün servisle evlerinden alınıyorlar, en geç saat 09.30’da BAREM’de oluyorlar. Evlerine gitmek için de saat 16.30’da hareket eden servislerle yola çıkıyorlar.

Saat aralığı önemli, çünkü bakım hizmetine ihtiyaç duyan bir ailenin kadın üyesinin çalışma hayatına katılıp katılamayacağı, mesai saatleri içinde halletmesi gereken işleri yapıp yapamayacağı bu zaman aralığına bağlı…

Gelelim huzur evine…

Elbette ücretli bir hizmet verilecek huzurevinde, ancak şimdilik belirlenmiş bir aylık rakam yok. Yine de bir huzurevinde yaşlı bakım hizmetinin aylık maliyetinin 15 bin liranın üzerinde olduğunu hatırlatmakta yarar var…

Hemen bir vurgu yapayım, en düşük emekli maaşı üzerinden 7 bin 500 TL maaş alan yaşlılarımız kendilerinin bakım hizmetini karşılayamayacak durumda anlayacağınız…

İşin bu kısmında nasıl bir düzenleme yapılacağını yakın bir gelecekte göreceğiz zaten, ancak şunu belirtmeliyim ki, yaşlıların konforu için bütün ayrıntılar tek tek düşünülmüş binada…

Şimdi buraya kadar BAREM’e verilen emekleri boşa çıkarmamak adına sunulan hizmetin ayrıntılarını aktardığımıza göre, işin bundan sonraki kısmında kişisel gözlemlerimden ve yapılan konuşmalar ile ilgili çıkarımlarımdan bahsedebilirim diye düşünüyorum…

Bir dönem adı Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adaylığı için sıkça geçen Mustafa Dündar’ın bu ikinci vizyon proje sunumu oldu aslında. Kısacası, ‘Koltuğumda sessizce oturduğumu ve iş yapmadığımı sanıyorsanız yanılıyorsunuz, yaptığım işler de burada, ben de buradayım!’ demenin en kibar yolu bu toplantılar…

Tesisi gezmeden önce bize küçük bir konuşma da yapan Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar, ortaya koyduğu vizyon projelerin hepsinin uzun soluklu ve maliyetli işler olduğunun altını çizdi.

“Bizler aslında 5 yıl için seçiliyoruz. Dolayısıyla bir belediye başkanında hedef bu süre içerisinde hizmeti ortaya koymak, pazarlamak ve yeniden seçilmektir. Ama bizim projelerimiz uzun vadeli çalışmalar. Kamulaştırmalar ile mimarlık çalışmaları ile uzun süren projeler. Mesela Panorama’da bunu yaşadık. Peki, ben aday yapılmasaydım ve seçilmeseydim bu proje devam eder miydi? Etmezdi! Biliyorsunuz kim olursa olsun bizde işler biraz şahısla gider. 2014 seçimlerinden sonra inşaata başladık, 2019 seçimleri öncesinde Cumhurbaşkanı tarafından açılışı gerçekleştirildi. Projenin tamamlanması 2 dönem sürdü. Çünkü Osmangazi’de iş yapmak çok zor. Uzun bir kamulaştırma süreci var. Osmangazi Meydanı çalışması yine aynı şekilde…” sözleri alt notalarında çok şeyler söylüyor aslında…

Diyor ki; ‘Ben şehri düşünen bir belediye başkanı olarak 5 yılda tamamlanacak küçük projelerle göz boyayıp ilerlemek yerine, şehre katkı sunacak, uzun vadeli, kaliteli, dolayısıyla en iyi, en kaliteli projeleri üstlenip aslında kendimi riske atıyorum. Kısacası siyasi bencillikten uzak bir yaklaşım sergiliyorum, kendime, siyasi kariyerime değil şehre yatırım yapıyorum! Benim belediye başkanlık sürecimi bu bakış açısıyla değerlendirin!’

Konuşmayı notalarına ayırınca bence daha etkili oldu…

Bir de gezinin sonunda kendisine sorulan ‘Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığına aday mısınız?’ sorusuna Dündar’ın gülümseyerek, ‘İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı…’ diye yanıt vermesi yarıştan çekilmediğinin en net göstergesi bence…

Yeni kartlar eşliğinde yalnızlaşan Erbil

Yeni kartlar eşliğinde yalnızlaşan Erbil

Geçtiğimiz hafta Bağdat Yönetimi üzerinden Irak demiştik. Bugün de Erbil üzerinden Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ndeki son gelişmeleri-sorunları ve “sümen altı-sümen üstü” denklemleri konuşalım istiyorum. Öncelikle belirteyim son süreçte Bağdat’ta tablo ne kadar istikrardan yanaysa Erbil’de de bir o kadar karmaşık bir hal almaya başlamış ve “Erbil giderek yalnızlaşıyor”!

Erbil’de geçmişten bu yana aşina olduğumuz “Kürt Dokulu” işleyiş yerini; geniş çerçevede kurumsallaşma çabalarına, ciddi mücadelelere, tüm zorluklara rağmen pes etmeyen bir yapıya bırakırken maalesef diyeceğim yansıma ise Erbil’in her kararında “önce ben” diyerek dostluk-komşuluk bağlarını geri plana atmasını gösterebilirim. Bu durum alışkın olmadığımız bir tavır çünkü Kürtler tarihi boyunca mütevazi ve kıymet bilen ev sahibi kimliğiyle tanındı bu sebepten biliyorum ki büyük bir kesim (bilhassa eski dostlar) kırgın IKBY’ye. “Varoluş hikayesine ve kültürel kodlarına sırtını dönen toplumlar büyük sorunlara gebe kalır…”

Yakın tarihe kadar yürüttüğü tüm siyaset-diplomasi-bürokrasi-varoluş mücadelesinde hep tek ses olarak sesini işittiğimiz IKBY(Kürtler) şimdilerde; homojenlikten sıyrılıp heterojen bir yapıya dönüştü. Heterojen yapılar çoğu coğrafyada demokrasinin bir sonucu olarak kabul edilip memnuniyet yaratsa de mevzu bahis Ortadoğu ise durum kaosa, iç çekişmeye, ekonomik darboğaza ve “bölünmeye” delalet ediyor maalesef!

Evet IKBY güneyden, batıdan, doğudan gelen tehlike sinyalleriyle iyice sıkıştırılıyor son süreçte. Bu sıkıştırmaların nereye kadar devam edeceği konusunda ise oldukça endişeliyim zira pek çok gücün nüfus ettiği KYB, Süleymaniye’yi (belki de yanına iki şehri daha alarak) özerkleştirmekte oldukça kararlı. Bu konunun KYB’nin sadece kendi tercihi olmadığını “çok başlı bir destekle” olduğunu da hatırlatayım. KYB de Lahur Talabani’nin gönderilip yönetimin Bafıl Talabani’ye bırakılması, beklenen sonucu vermedi. Lahur Talabani arka planda yeni denklemler kurarken, Bafıl Talabani de yürüttüğü akıllara zarar siyaset ve ittifak denklemleriyle tüm güven duygularını alt üst etmeye devam ediyor. IKBY de önümüzdeki aylarda olması gereken seçim tarihinin KYB tarafından sürekli ötelenmesinin temelinde de bu var. KYB kendi iç çekişmelerinden dolayı her geçen gün sivil gücünü kaybediyor ve bu haliyle yıl sonu gerçekleşmesi gereken seçimden büyük kayıpla ayrılacağını bildiği için bir türlü sandığa gitmiyor. Sivil desteği iyice kaybeden KYB, tüm gücünü Süleymaniye’yi Erbil’ den ayırmaya harcıyor.

*Ovaköy Kalkınma Yolu Projesi, Erbil tarafından da yakından takip ediliyor çünkü Habur’a bir alternatif olarak nitelendirilen Ovaköy Projesi’ne hem ticari açıdan kayıp hem de Türkiye ile ilişkilerinin zayıflaması olarak değerlendiren Erbil’in “Kalkınma Yolu Projesine” dahil olmaya dair yeni alternatifler sunmasını bekliyorum.

*Geçtiğimiz hafta Bağdat’tan aktardığım giderek etki ve yetkisini kaybeden Iraklı Türkmenlere yeni denklemler ve yeni bir Türkmen Koalisyonu gerekiyor” tespitimi IKBY için de tekrar etmek istiyorum zira Türkmen siyasetçilerle birlikte seçmenler de oldukça rahatsız bu güç kaybından.

*Erbil’den bir başlıkta ekonomiden yana aktaralım. Türkiye firmalarının, yatırımlarının oldukça azaldığını ve “hak edişlerimizi alamıyoruz” isyanlarını dile getirmek istiyorum. Evet firmaların “içerideki parasını alamaması” üzerine çok ciddi şikayetler alıyorum. Bu konuda Ankara-Erbil-Bağdat hattında mutlaka bir çözüm bulunması gerekiyor.

*Erbil’de de tıpkı Bağdat’ta olduğu gibi “Türkiye’nin terörle mücadelesi ve su tepkisi” bir hayli azalmış ve bu iki durum özeleştiri boyutuna geçmiş. Özetle komple Iraklılar, Bağdat-Erbil Yönetimlerinden terör unsurlarıyla mücadele etmelerini ve refahı arttıracak “hizmet siyasetini” istiyor. Tıpkı tüm dünyada olduğu gibi Iraklılar da ideoloji değil hizmet istiyor, iş istiyor, eğitim istiyor, refah istiyor….

*KYB’den söz etmişken KDP’yi de inceleyelim. KDP seçmeni, yine tüm dünya siyasetinde olduğu gibi “KDP siyasetinin revizyon” edilmesini istiyor. Yeni Dünya İnsanı siyasetten; yeni yüzleri, yeni söylemleri, hizmeti, kalkınmayı, yeni stratejileri ve samimiyeti istiyor .KDP bu ihtiyaçlara ne kadar cevap verebilecek bekleyip göreceğiz.

*Irak genelinde olduğu gibi IKBY de de Sünniler giderek zayıflıyor, Şiiler giderek güçleniyor. Ve yine genelde olduğu gibi giderek artan Arap nüfusu IKBY’de de oldukça göze çarpıyor. İşine Bağdat’ta devam eden Araplar evini hızla Erbil’e taşıyor. Erbil’de son süreçte yapılan lüks konutların çoğunun sahibi Araplar, özel okulların öğrencileri Araplar, yeni yatırımların sahibi Araplar… Bu göç IKBY de ekonomiye de büyük katkı sağlıyor. Geçen yıl alınan “Arapça tabela yasağının” temelinde de bu vardı. Giderek artan Arap nüfusun kendi işyerine astığı Arapça tabelaların veya Araplara hizmet için mekanlarda Arapça tabelalara yer verilmesinin önüne geçilmesi için “İngilizce, Fransızca” ve daha pek çok Avrupa dilinin de tabelalarda kullanılmaması gerekir elbette.

Velhasılı kelam Erbil Yönetimi’ni; ekonomik, siyasi, diplomatik ve daha birkaç başlıkta zorlu günler bekliyor.

Sağlıkçı soruyor: ‘Daha ne kadar dibe vurabiliriz?’

Sağlıkçı soruyor: ‘Daha ne kadar dibe vurabiliriz?’

İki gün önce sağlık çalışanlarının 1-2 Ağustos tarihlerinde iş bırakma eylemi yapacaklarını ve sağlıkta yanlış giden düzene itirazlarının olduğunu yazmıştım. Hatta demiştim ki, ‘İki gün sonra dövecek doktor bulamayacaksınız!’

Bahsettiğim iş bırakma eyleminden bir gün önce Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’dan bir mektup geldi sağlık emekçilerine…

Müjde, ikinci ‘Beyaz Reform’ dönemini başlatıyoruz tadında bir mektuptu bahsettiğim…

Mektubun ikincisine geçmeden hemen önce pandemi döneminde ciddi bir yıpranmışlık içine giren ve bu süreçte ‘Hakkınız ödenmez’ diyerek ayakta alkışlanıp gerçekten de hakları ödenmeyen, hatta bazen ‘aman mikrop bulaştırır’ diyerek oturduğu apartmanda istenmeyen, ailesini haftalarca göremeyen sağlık çalışanlarının hak arama mücadelesi sonucunda ortaya atılan ilk ‘Beyaz Reform’ girişimine bir göz atalım.

“Bakanlığımızca yapılan düzenlemeler, Merkezi Hekim Randevu Sistemi üzerinden alınan hekim randevularının arasında en az 10 dakika olmasını zorunlu kılıyor. Dolayısıyla sistem 10 dakikadan kısa süreyi kabul etmez. Muayene süreleri hekime ve branşın özelliğine göre değişir. Hekimlerin hastalarla yeterince ilgilenebilmesi, hekimlik kararlarını daha sağlıklı koşullarda vermesi açısından, kısa sürede çok hasta bakılmasını sakıncalı buluyoruz. Bilinen nedenlerle artan hasta talebi için ise mesai sonrası, teşvikle, isteğe bağlı hasta kabulünü mümkün hale getirdik” denilerek lansmanı yapılan ilk reform dikkatinizi çektiyse kısa süreli hasta muayenesini sakıncalı buluyormuş…

Açıklama 11 Ekim 2022 tarihine ait…

O günden bugüne hasta muayenelerinin 5 dakikaya düşürüldüğünü düşündüğümüzde reformun özde değil sözde bir açıklamadan ibaret olduğunu anlıyoruz zaten…

Aynı dönemde;

“Maaş zammı var gibi ciddi bir algı da yaratıldı. Hatta şu an bütün hekimlerin ev sahipleri arayıp kira zammı talep ediyor. ‘Beyaz reform’ adı altında yarattıkları algı, çok büyük gibi ama ortada bir şey yok. Nöbet sayısı önemli bir konuydu, ama onda da bir değişiklik yok. Çünkü daha önce de Sağlık Bakanlığı bir düzenleme yapmıştı ama önemli olan uygulanması. Bu sistemi takip etme, denetleme ve kontrol mekanizmalarında sıkıntı var. Üç gün üst üste nöbet olmayacak tarzında yazı daha önce de vardı ama takip etmiyorlar. Bu yazılar sadece toplumda algı yönetimi yapmak için düzenleniyor…”

Performans sistemi devam ediyor. Ama bu sefer adı performans değil de teşvik ücreti oldu ve yine ayrı bir kalem oluşturuldu. Emekliliğe yansıyan ücretin de tek kalem olmasını ve ileride bunun emekliliğe yansımasını istiyorduk. Yani bu da ileride emekliliğe yansıyacak bir durum değil, yine ayrı bir kalem olarak verilecek. Zam yapıldı ve performans değiştirildi ama adı başka bir şey oldu, içerik değişmedi. İyileştirilmeler yapıldı fakat talebimiz henüz karşılanmış değil ve iyileştirmeler yetersiz…”

Eleştirilerine maruz kaldı sistemin bembeyaz reformu ve doktorlar eleştirilerinin hepsinde haklı da çıktılar.

Şimdi tam da eylemlerin hemen öncesinde gönderilen mektupla başlatılacağı duyurulan İkinci Beyaz Reform’un öncesinde;

Yanlış zeminlerde ifade edilen taleplerin, hastaya hizmeti aksatan tutumların sağlık çalışanlarının itibarını zedeleyeceğinin…” ifadesine yer verilerek aslında bir aba altından sopa gösterme durumu da söz konusu.

Aba altından gösterilen bu sopanın ardından hekimlere sağlıkta şiddetle daha etkin mücadele edileceğinin sözü de verilmiş…

Nöbet ücretlerinin artırılması, enflasyona karşı hakların korunması, sağlık çalışanlarına yapılan sabit ödemenin emekliliğe sayılması gibi konular üzerinde de yoğun bir çalışma sürdürülüyormuş…

Mektup şöyle bitiyor;

Beyaz Reform’un ilk döneminde elde ettiğimiz kazanımlar ortada, sağlık çalışanları kadar hastaların da yararınadır…”

Sayın Bakan bir konuda haklı, elde edilen kazanımlar gerçekten de ortada! Reform başlamadan önce en azından 10 dakika muayene olabilen hasta günümüzde 5 dakika ile yetinmek zorunda

Eylemlerinin ilk gününde bir açıklama yapan sağlık emekçileri ise ‘Ölüyoruz’ ‘Öldürülüyoruz’ ‘Ekonomik olarak açlık sınırındayız’ ve ‘Tükeniyoruz’ ana başlıkları ile özetlenecek açıklamalarında;

Daha ne kadar dibe vurabiliriz?” diye sordular…

Özetle sağlıkta yine tutulmasını gönülden dilediğimiz, ama tutulamayacağından emin olduğumuz sözler verildi ve Türk Tabipler Birliği’nden yapılan açıklamaya göre temmuz ayı içerisinde yurt dışına gitmek için iyi hal kağıdı başvurusu yapan hekim sayısı 288 oldu.

2023 yılının ilk yedi ayında toplam başvuru sayısı 1649’a ulaştı.

Evet Sayın Bakan, elde ettiğimiz kazanımlar gerçekten de ortada!!!

NOT: CHP Hamitler mahallesi delege seçimlerinde yaşananlara dikkat çektiğim dünkü yazımla ilgili bir düzeltmeye yer vermem gerekiyor.

Hem Mudanya’da hem de Hamitler Mahallesinde oy kullanan CHP üyesi ile ilgili durum şudur; bahsi geçen kişi 15-21 Haziran arasında Osmangazi Hamitler hazirununda ismi olmadığı için başvuru yapıyor ikametgahı ile ve buna istinaden genel merkez genel sekreterliğinden her iki ilçeye de yazı geliyor. Mudanya’da hazirunda yer alan kişinin listeden düşürülmesi, Osmangazi’de hazirunda yer almayan ikamet adresini beyan ettiği Hamitler hazirununa eklenmesi hususunda.

Aradaki durum biraz karışık olduğundan hem Mudanya’da hem de Hamitler’de aynı kişinin oy kullandığı düşünülüyor, ancak durum aslında bir ikamet taşıma meselesinden ibaret. Konuyla ilgili belgeler ve yazışmalar da mevcut…

Düzeltme şöyledir; Hamitler delege seçimlerinde iki yerde birden oy kullanan üye bulunmamaktadır!

Anayasa’nın değiştirilmez hükümlerine iki madde daha ilave olmalı…

Anayasa’nın değiştirilmez hükümlerine iki madde daha ilave olmalı…

Son genel seçimlerin ardından AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklamalarından biri de yeni anayasa idi.

Özellikle 1980 anayasası tabiri caiz ise yamalı bohçaya dönüştü. Bu bir gerçek…

Öte yandan diğer bir gerçekte anayasanın ilk dört maddesi…

Bu maddelerin değişmesi veya değiştirilmesi gündeme getirilemez…

Doğru mu doğru…

Önce o dört maddeyi hatırlatalım:

MADDE 1.

– Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.

II. Cumhuriyetin nitelikleri

MADDE 2.

– Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.

III. Devletin bütünlüğü, resmî dili, bayrağı, millî marşı ve başkenti

MADDE 3.

– Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.

Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır.

Millî marşı “İstiklal Marşı”dır.

Başkenti Ankara’dır.

IV. Değiştirilemeyecek hükümler

MADDE 4.

– Anayasanın 1 inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2’nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3.üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.

***

Yine bir diğer gerçek ise bu maddelere ilave olmalı mı sorusuna aranılan yanıt…

Şimdi bu soruya yanıt verelim.

Malum, hatırlatmakta yarar var:

Ülkemizde her seçim döneminde gündeme gelen konulardan biri de imar affı uygulamaları.

Ülke genelinde yerel yönetimlerin bu konu ile mücadele etmesi oldukça güç…

Yerel yöneticiler yıkıyor, birileri tekrar yapıyor.

Sonuçta 6 Şubat’ta yaşanılan deprem ortada…

O zaman ne yapılmalı?,,,

İmar affı uygulamaları daha doğrusu kaçak yapılara hiçbir şekilde af gündeme gelmemeli. Bu konu anayasa ile güvence altına alınmalı.

Hatta teklif edilmesi bile düşünülmemeli…

***

Yine diğer bir konu Sosyal Güvenlik Yasası.

Malum ülkemizde geçmişte 38 yaşında emekli olan birçok yurttaşımız var. Son EYT yasası ile yine 40’lı yaşların başında emekli olanlar mevcut.

Bu konuda anayasal olarak acil bir düzenleme yapılmalı.

O düzenlemenim içeriğinde kadınlar ve erkeklerin belirli bir yaştan aşağı emekli olunması engellenmeli.

Yine devlet memuru olabilme yaşı da arttırılmalı.

Bunun istisnası malulen emeklilik hariç olmalı.

Bu iki önerimizde anayasa tarafından güvence altına alınıp, değiştirilmesi dahi teklif edilemez kuralı getirilirse o zaman bunlarla ilgili vaatler siyasilerin ağzına pelesenk olmaz.

Her seçim döneminde meydanlarda konuşulmaz.

Belki biraz radikal öneri ama…

Uygulanması durumunda Türkiye çok şey kazanır.

Öneri her zamanki gibi bizden değerlendirmek yasama üyelerinden…

Bekleyip, takip edelim.

Dağ yöresi bir an önce kendi pazarlama ağını kurmalı

Dağ yöresi bir an önce kendi pazarlama ağını kurmalı

Dört dağ ilçesi olarak nitelendirdiğimiz Orhaneli, Keles, Büyükorhan ve Harmancık ilçelerinde halk geçimini tarım ve hayvancılıktan kazanıyor.

Gerçi hayvancılık bitti, bitmek üzere….

Ya tarım…

Orası da karar arifesinde.

Özellikle yaşanılan ekonomik sıkıntılar başta olmak üzere bir de ürününün para etmemesi sonucu vatandaş ne yapacağını şaşırdı.

Bu sene çilek para etmedi…

Keza kiraz da ihracata gitmiyor.

Vişne desen yok…

Ama çiftçinin borcu var.

Köylünün geleceği tüccarın iki dudağının arasında….

Geçen sene 30 liraya alınan kiraz en fazla 10 TL, çilek desen tarlada kalmış durumda.

***

 

O zaman ne yapmalı?

Yöre alternatif pazarlama ürünlerini piyasaya sürmeli.

Gerçi bu noktada Keles Belediye Başkanı Mehmet Keskin’in geçmişte önemli gayretleri olmuştu. Ara bölgeye yatırımcı getirdi.

Hem 50 kişiye istihdam sağlanacaktı, hem de yörede üretilen ürünleri gelen yatırımcı alacaktı. Kurutulmuş olarak piyasaya satacaktı.

Bu alternatiflerden biri…

Ama birileri yatırımın önünü kesti…

***

 

Yine diğer bir gerçek….

Bugün kirazı meyve olarak 10 TL’ye satmakta zorlanırken meyveli yoğurt olarak ambalaja koyduğumuzda kat kat daha fazlaya satmak mümkün.

Bölgede bu ekonomik güce sahip insan sayısı yok desek abartmış olmayız.

Amma velakin birileri destek olursa, teşvik sağlanırsa neden olmasın…

O açıdan dağ yöresi yakın bir tarihte kendi pazarlama ağını kurmalı, bir an önce de harekete geçmeli.

Öneri bizden değerlendirmek yetkililerden….

***

BÜYÜKORHAN’DA ADAY ADAYLARI YAVAŞ YAVAŞ ORTAYA ÇIKIYOR

AK Parti’de aday belirleme sürecinin başladığını ifade ettik. Bu minvalde yönetimlerde bulunanların istifa süreci başladı.

Yarın öbür gün istifalar da açıklanmaya başlar.

Hal böyle iken bize düşen takip etmek.

İşte bu noktada bugün ilk olarak Büyükorhan’dan başlayalım.

Büyükorhan’da önümüzdeki yerel seçimlerde kimlerin aday adaylığı için nabız yokladığını araştırdığımızda ilk ortaya çıkan isim önceki dönem ilçe başkanı Üzeyir Tüfekçi.

Tüfekçi 2019 yerel seçimleri öncesi ilçe başkanlığından istifa edip belediye başkan aday adayı olmuştu…

İstediği sonuca ulaşamadı.

Şimdi aday adaylığı için tekrar nabız yoklamaya başladı.

***

Bir başka isim Erol Öztürk…

AK Parti Osmangazi İlçe’de başkan yardımcısı olarak görev yapan Erol Öztürk sevilen sayılan bir isim. Altı yıldır Cömez’le beraber görev yapıyor.

Aday adayı olabileceğini düşündüğünüz isimlerden biri, sevilen sayılan bir isim.

***

Kulislerde adaylık için ismi geçen bir başka isim ise geçen seçimlerde aday adayı olan Önder Sak.

Aynı zamanda AK Parti Osmangazi İlçe yönetiminde bulunan Sak, sevilen bir isim. Çalıştığı kurumda vatandaşın sorunlarını çözmek için özel gayret gösteren Sak da aday adaylığı için yola çıkacak isimlerden biri.

Bunların dışında aday adaylığı için nabız yoklayan birkaç isim daha var, onları da netleştirdikten sonra ilerleyen günlerde kaleme alırız.

CHP’de dananın kuyruğu Osmangazi’de kopuyor…

CHP’de dananın kuyruğu Osmangazi’de kopuyor…

Günün bence en çarpıcı açıklamalarından biri CHP Grup Başkanı Özgür Özel’in yaptığı;

“Partimizin almış olduğu en ağır yenilgilerde dahi, baraj altında kaldığımızda bile yaşanmamış bir öfke söz konusu. Bu durumun yok sayılması kaygılarımızı artırıyor. Birtakım reform ve devrimleri süratle yapmak zorundayız!” açıklaması oldu bence…

Hemen hatırlayalım; Deniz Baykal liderliğindeki CHP, 18 Nisan 1999 seçimlerinde tarihindeki en kötü seçim sonucunu alarak yüzde 10’luk seçim barajını aşamamış ve ilk kez Türkiye Büyük Millet Meclisi dışında kalmıştı.

Neyse ki, bu kez baraj yüzde 7 olarak revize edildi…

Elbette bu söylediklerimden CHP’nin baraj altında kalacağı, tarihi bir hezimet yaşayacağı beklentim olduğunu çıkarmak doğru olmaz. Ancak Özgür Özel’in de dikkat çektiği partililerin partisine olan küskünlüğüne ve her geçen gün artan tepkisine ben de tanıklık ediyorum.

Beklentiyi ne kadar yükseltirseniz, yani ne kadar çoğaltırsanız coşkuyu, düşüş de o kadar sert ve can acıtıcı oluyor. Şimdilerde tüm muhalefet partileri, özellikle de Cumhurbaşkanı adayı genel başkanları olduğu için CHP’liler böyle bir süreçten geçiyorlar. Üstelik bu süreçten geçerken parti içinde her daim büyük sancılara sebep olan kurultay sürecini de yaşıyorlar…

Küskünlükler, kırgınlıklar, kavgalar, hasılı kelam bahsedilen öfke adam boyunu aşmış durumda…

Öyle bir seçim ki, sanki delegelik değil padişahlık unvanının peşinde koşuluyor…

Bursa’da bu konuda en gerilimli ilçenin Nilüfer olacağını düşünmüştüm nedense. Elbette siyasetin içinde yoğrulmamış, dışarıdan bir gözlemci olarak yanıldığımı kabul etmeliyim. Yarış hızını aldıkça, dananın kuyruğunun kopacağı yerin Osmangazi olduğunu net biçimde görüyorum artık…

Partililerin birbirleri arasındaki rekabetinin geldiği noktayı ve bu rekabet sonrasında tarafların birbirine olan kızgınlığını Özgür Özel’in bahsettiği öfke kavramı ile özdeşleştirmek çok da zor değil.

Gelelim neler olduğuna…

Öncelikle tüm hafta sonu boyunca bahsedilen Hamitler delege seçimlerinden açalım sözü…

Hamitler Mahallesi delege seçimlerinde seçim tarihinin parti tüzüğüne aykırı biçimde seçimden bir gün önce açıklandığı, seçimin yapılacağı mekanın ve saatin tam ve doğru olarak üyelere bildirilmediği yönünde iddialar var.

Bu iddiaları sosyal medyasında paylaşan bir parti üyesinin kesin ihraç talebi ile disiplin kuruluna sevki de yapıldı hatta.

Hamitler delege seçimlerinin bir numaralı hareketi ise delege seçimi için oy kullanacak parti üyelerine 100 liralık BİM alışveriş kartının dağıtılması oldu bence…

Sen kalk yıllarca ‘Makarnaya, kömüre, market kartına ülkeyi sattınız!’ diye eleştiride bulun AK Parti seçmenine, sonra BİM kartını cebine koyup oy kullan…

Bir iddia daha var, yine Hamitler delege seçimleri ile ilgili…

Dediğim gibi iddialara göre; Mudanya’da oy kullanan bir üye aynı zamanda Hamitler Mahallesi’nde de oy kullandı. İşin kıyamet kısmı da bundan sonra koptu. Kavga, gürültü, hatta polislik olmak da var bu yol haritasında…

Osmangazi’deki delege seçimlerinin genç ve kadın kotasına uyulmadığı gerekçesi ile iptal edilmesi ile ilgili çalışıldığı iddiaları da geliyor sağdan soldan, ama o kadar da değildir diye düşünüyorum…

Kısacası, yoktur öyle bir şey, mahalle dedikodusudur bu kadarı bence…

Yaşanan tüm bu olayların koltuklarına yeniden geçmek isteyen eski il başkanları tarafından dizayn edildiği bilinen bir gerçek…

Bir diğer yandan da hem yerel yönetimlerdeki iddiasını sürdürmek hem de örgütü kendi arzu ettiği biçimde dizayn etmek için çabalayan belediye başkan adayları var…

Hazır bu başkan adaylarından söz etmişken, geçtiğimiz günlerde CHP Genel Merkezini ziyaret ederek CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile yaklaşık bir saat görüşen CHP Nilüfer İlçe Başkanı Fırat Yılmaz da tam olarak bu konudan dem vurmuş görüşme sürecinde.

Kısacası bir yandan Nilüfer ile ilgili çalışmalar aktarılırken ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde 17 ilçe arasında Nilüfer ilçesinin birinci olduğu hatırlatılırken, diğer yandan yerel yönetimlere talip olanların örgüt iç işlerine karışmasının yanlış olduğunun altı çizilmiş.

Kılıçdaroğlu da İnegöl’ün de Nilüfer gibi olmasını arzu ettiğini dile getirmiş…

Kılıçdaroğlu’nun talebi şimdilerde imkansız görünüyor, fakat örgütün dışarıdan dizayn edilmesi çabası gerginliği giderek daha da tırmandırıyor. Bu noktada bir genel merkez müdahalesi en azından Bursa için hiç de fena olmaz doğrusu…

 

NOT: Görüldüğü üzere delege seçimleri zaten gergin olan CHP’li seçmen duygu durumunu daha da gergin hale getiren bir katalizör olmuş adeta.

Üstelik, günümüzün teknolojik alt yapı ile her yanımızı donattığımız bu sürecinde neden delege seçimlerine ihtiyaç duyulur, neden tüm üyelerin elektronik oy kullanarak katıldığı ön seçimler, kurultaylar düzenlenmez hep merak eder dururum.

Böylelikle hem daha yoğun bir katılımdan söz edilir hem gerginlikler ortadan kaldırılır, hem daha adil olunur hem de partiler kanunumuz değişerek daha güncel hale gelir fena mı???

Gereksiz payelerin ortadan kalkması, bu payelerle gereksiz çıkar ilişkilerinin önüne geçilmesi de cabası…

İki gün dövecek doktor yok…

İki gün dövecek doktor yok…

Benim gibi yakın zamanda yolunuz hastanelere düştüyse, hele bir de acil kapısından girdiyseniz hastaneye ve gerçekten de acil hastasıysanız, şunu çok net görüyorsunuz ki, acil servise giden hastaların büyük bölümü aslında poliklinik hastası…

Hastalar ya randevu bulmakta zorlandıkları ya da randevu alma sistemini kullanamadıkları için acil servislerin kapısını çalıyor…

Acil serviste kendisine verilen ve poliklinik hizmeti alana kadar geçici bir çözüm sunan ilaçlarla idare eden hastanın kısa süre sonra yolu ya yeniden acil servise düşüyor ya da bu kez poliklinik mecburiyeti hasıl oluyor, çünkü tam olarak iyileşme sağlanamıyor.

Aslında polikliniklerde de durum pek farklı değil…

Yetersiz muayene sürelerine bağlı olarak bir garip döngüdür sürüyor…

Neredeyse 5 dakikaya düşen muayene süresinde hastasının sadece en belirgin şikayetlerini hızla dinleyebilen ve ivedilikle bu şikayetlere yönelik tahlilleri mümkün olan en geniş kapsama aralığı ile yazan hekim, hastasını tetkiklerin tamamlanma süresine kadar ötelemiş oluyor.

Tetkiklerin tamamlanmasının ardından bir kez daha 5 dakikalık muayene döngüsüne giren hasta, bu kez hızla değerlendirilen tetkiklerden çıkan en yüksek hastalık ihtimaline göre değerlendirilerek bir tedavi alıyor.

Ve bu döngü böyle sürüp gidiyor…

Çünkü doktor hastasını dinleyecek, fiziki muayene yapacak, hasta öyküsünü alacak, ‘öksürük mü önce başladı, yoksa ateş mi?’ gibi sorular soracak vakti bulamıyor. Bir hastaya en az yarım saat ayıramıyor. Hastasının diğer hastalıkları ile o anki şikayetini eşleştirmeye dahi fırsat bulamıyor…

Tüm bunların karşılığında bir muayene döngüsünün içine girdikten sonra doğru teşhis ve tedaviye ulaşması giderek uzayan hastaların hedef tahtası da yine doktor oluyor…

Sağlıkta şiddet hiç son bulmuyor, hatta her geçen gün dozu daha da artıyor…

Nedense kimse içinde bulunduğu sistemi sorgulamak gibi bir gaflete düşmüyor, üstüne bir de ‘artık doktor dövebiliyoruz’ gibi şuursuzca sözler söyleyebilme hakkını kendinde buluyor önüne gelen…

Şimdiye kadar sıraladıklarım sağlıkta yaşanan sorunların küçük bir bölümü sadece…

Bu sorunları sıralama nedenim ise Sağlık ve Sosyal Hizmet Birlik ve Mücadele Platformu (SABİM), tarafından yapılan açıklamada, mevcut sağlık sisteminin işlevsizliğini görünür hale getirebilmek amacıyla 1-2 Ağustos tarihlerinde aciller hariç 2 gün iş bırakma eylemi yapılacağının bildirilmesi…

Açıklamadan kısa alıntılar şöyle:

“Esas amaç sağlık sisteminin işlevsizliğini gözler önüne serebilmek ve şartları hizmet sunabilecek hale getirerek ilerleyen dönemlerde nitelikli sağlık hizmet sunumunun devamını sağlamaktır…

Hekimlerin ve sağlık çalışanlarının her gün maruz kaldığı; yetersiz muayene sürelerine bağlı kötü çalışma koşulları ve ücret adaletsizliğinin yanı sıra hayat kurtarma gibi kutsal bir mesleğin icrasına rağmen yapılan işe saygı duyulmaması en önemli sorunlar arasında yer alıyor. Bununla birlikte bütün bu olumsuz koşulların hekimlere ve sağlık çalışanlarına şiddet olarak fatura edilmesine dur diyebilmek ve güçlü itiraz sergileyebilmek SABİM’in öncelikli hedefleri arasında yer alıyor…

Fazla mesai ücreti ödemesinde işçiye uzman hekimden iki buçuk kat, hemşire sağlık memurundan 4 kat yüksek ücret ödemesi yapılıyor. Bu bile başlı başına yaşanılan durumun vahametini gözler önüne seriyor. İtiraz ettiğimiz nokta işçi kardeşimize ödenen ücret ile ilgili değildir. İtiraz, bu ücretlendirmede uygulanan gelir adaletsizliğinedir. Dikey hiyerarşiye göre, uzman hekime işçi ücretinin en az iki buçuk katı ödenmelidir…”

SABİM aynı zamanda sistemin bu biçimde devam etmesi halinde hastaların yakın bir gelecekte sağlık hizmetine erişemez hale geleceğine vurgu yapıyor ve yapılan eylemlerin sağlık personelinin çalışma koşullarını iyileştirmenin yanı sıra, hastaların hak ettikleri sağlık hizmetine kavuşmaları için olduğunu da dile getiriyor. Dolayısıyla hastalardan da eylemleri konusunda destek istiyor…

Doktor dövmeyi bir marifet sayan zihniyetin böyle bir inceliği düşünüp anlayabileceğini hiç sanmasam da potansiyel bir hasta olarak, her ay çuvalla prim ödediğim SGK’dan çok daha iyi sağlık hizmeti almak adına yanınızda olduğumu belirtmek istiyorum…

*****

GÖLGE ETMEYİN, AĞAÇLAR YETER…

NOT: Akbelen’de yaşanan ağaç kıyımına karşı direnen köylülerin en yakınında Bursa’dan çok sevdiğim bir isim var, Binnur Hayal… Sosyal medyasında olan biteni dakika dakika paylaşıyor ve ben de bu paylaşımlar sayesinde olanları çıplak gözle görme fırsatını yakalıyorum.

İlk olarak şunu söylemek lazım, ağaçlar için mücadele eden köylüler de köylüleri kendilerine emir verildiğinde tartaklayarak püskürtmekle görevli askerler de kavurucu sıcaklarda bir ağaç gölgesine sığınarak oturuyor dinlenirken…

Bu durum bile yeterince dramatikken akşam vakti aynı askerlerin ve köylülerin bir bardak çayı, belki bir dilim kurabiyeyi paylaştıklarını da söylemeliyim… Sabah yine iki kutup olarak karşı karşıya geliyorlar o ayrı.

Tüm direnişe rağmen bahsedilen alanın dörtte üçünde ağaçla kesilmiş durumda. Muhalefet partilerinin bilindik isimleri bölgeye gidip bir görünüp, üç beş fotoğraf çektirip kayboluyor ortadan. Üstelik vatandaştan da tepki görerek ayrılıyorlar alandan.

Yani demem o ki, iki yıldır buralarda nöbet tutan, ananız babanız yaşındaki o insanlar samimiyetten anlıyor. İnsanları azarlamak, gereksiz gerginlik çıkarmak ya da sadece bir fotoğrafım olsun niyetiyle bölgeye gitmek istiyorsanız hiç gerek yok. Oturun mis gibi koltuklarınızda, bir yerlerinize zeval gelmesin…

Olan olmuş zaten, bundan sonra gölge etmeyin başka ihsan istemez…

AK Parti’de istifa edecekler belli oldu, sıra izinde…

AK Parti’de istifa edecekler belli oldu, sıra izinde…

Geçen hafta içinde AK Parti’nin yerel seçim startını verdiğini kaleme almıştık. Seçim stratejisini bu dönem belirleyecek en önemli unsurların başında yine ittifaklar olacaktır.

Yerel seçim sürecinde ittifaklar nasıl gerçekleşecek onu ilerleyen zamanda hep beraber öğreneceğiz. Ama bizim bugünden bildiğimiz sürecin çetin pazarlıklarla geçeceği…

Bunun ipucunu önceki gün Bursa’ya gelen BBP Genel Başkanı Mustafa Destici verdi.

Bursa özelinde ise AK Parti teşkilatlarına geçen hafta içinde sorulan soruların başında önümüzdeki yerel seçimlerde aday olmak isteyen teşkilat mensuplarının durumu merak ediliyordu.

Bu noktada hafta içinde gerçekleşen il ve ilçe yönetim kurulu toplantılarında bu konu masaya yatırıldı.

Bazı ilçelerde yönetim içinde konuşulurken, bazı ilçelerde de aday olmak isteyenler başkanlarla bire bir konuştu.

İlçe başkanlarından aday olmak isteyenler de geçen hafta çarşamba günü İl Başkanı Davut Gürkan ile birebir görüşmüştü.

İlçe yönetimlerinden aday olmak isteyenler için tekrar düşünmeleri için yarına kadar süre verildi. İlçelerden aday olmak isteyenleri ilçe başkanları çarşamba günü il başkanlığına bildirecekler….

İl başkanlığı bu noktada kimlere vize verecek onu sonradan öğreneceğiz.

Ama kulağımıza gelen bilgilere göre Keles İlçe Başkanı Özcan Yeni istifa kararı alırken, Mustafakemalpaşa, Büyükorhan ilçe başkanları devam kararı vermiş.

Osmangazi ve Yıldırım İlçe yönetimlerinden istifalar olacağını da ifade edelim.

Bunun dışında diğer ilçe yönetimlerinden ve il yönetiminden de başta olmak üzere istifalar olabileceğini de yazmış olalım…

Biz süreci bekleyip, takip edelim.

Kimlere dur denilecek, kimlere izin verilecek…

***

ADAY ADAYLARI 10 FİDAN DİKSİN

Önümüzdeki günlerde yerel seçim süreci oldukça hareketli geçecek. Son yıllarda değişik sebeplerden dolayı birçok ormanımız, milyonlarca ağacımız yok oldu. Atalarımızın bize emanet ettiği ormanları geleceğe taşıyamadık. Ama en azından boş olan bölgeler için farklı çalışmalar yapılabilir.

Onun adı da ağaçlandırma…

İşte bu noktada önümüzdeki yerel seçim sürecinde ülke genelinde siyasi partiler aday olacaklardan ilave olarak fidan dikme kampanyası düzenleyebilirler.

Nasıl mı?

2024 yerel seçimleri için ‘hatıra ormanı’ oluşturmak maksadıyla bir araya gelinir, masada birleşemeyen siyasi partiler bu noktada birleşebilir…

Bursa özelinde bir bölge seçilir.

Siyasi partiler aday adayı meclis üyelerinden bu ormana 10 fidan ilçe başkan adaylarından 100 Büyükşehir Başkan adaylarından 500 fidan bağışlamasını isteyebilir.

Bu sayede kentimiz gelecek nesillere güzel bir orman bırakabilir.

Öneri bizden değerlendirmek tüm siyasi partilerden…

Hasanoğlu’nun gözüyle Özbekistan izlenimleri…

Hasanoğlu’nun gözüyle Özbekistan izlenimleri…

Zaman zaman fırsat buldukça yerel yöneticilerimizi ziyaret ediyorum. Bu minvalde de önceki gün Osmangazi Belediye Başkan Yardımcısı Cem Kürşat Hasanoğlu’nu ziyaret ettim.

Hasanoğlu’nun en önemli özelliği Türk Dünyası ile yakinen ilgilenmesi.

Kentimizde yaşayan ya da başta Doğu Türkistan olmak üzere Türk dünyasında yolu bir vesile ile Bursa’ya düşenlerin ilk uğradığı isim Cem Kürşat Hasanoğlu’dur…

Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar’ın da Türk Dünyasına olan ilgisi de Hasanoğlu’nun elini rahatlatıyor.

Bulunduğu konum itibarı ile de Osmangazi Belediyesi’nde Türk Dünyası ile bağları kuvvetlendirme adına yapmış olduğu etkinlikler gözlerden kaçmıyor…

Bu minval de yapmış olduğu çalışmalardan dolayı Özbekistan Hükümeti’nin özel ödülünü de aldı.

Temmuz ayının başlarında Özbekistan Hükümeti’nin davetlisi olarak ülkede gerçekleşen Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde gözlemci olarak bulundu.

Ben de ziyaretimde Özbekistan gözlemlerini sordum.

Özbekistan, gitmesek de görmesek te bizlerin atalarının geldiği topraklar.

Belki büyük büyük dedelerimin ebedi istirahatgahları Taşkent’te…

Kim bilir…

Hal böyle olunca Orta Asya’da bulunan Türk Cumhuriyetleri daha çok ilgi alama giriyor…

İşte bu noktada Hasanoğlu’na sordum: Özbekistan hikayesi nasıl başladı diye …

O da başladı konuşmaya…

Ben de Hasanoğlu’nun konuşmasını aynen yayınlıyorum.

Özbekistan; Orta Asya’nın merkezinde yer alan, köklerinden Türkiye ile birbirine bağlı dost ve kardeş ülke. İlk defa 2018 yılında ziyaret ettiğimde tekrar cumhurbaşkanlığı görevine seçilen Mirziyoyev cumhurbaşkanlığı görevini henüz üstlenmişti.

Ülkede bir değişimin ve dışa açılımın ilk rüzgarlarını o tarihte hissetmek mümkündü. “Yeni Özbekistan” mottosu her yerde söylenmeye başlamış ve vatandaşların istikbal için ümitlerinin sloganı olmuştu. 

Ama başlangıç için iyi fakat gidilecek yol uzundu, sabır lazımdı…”

Peki 2018 yılının ardından Temmuz ayı başında bu sefer gözlemci olarak Özbekistan’a gittiniz. O zamandan bu zamana neler değişti?

Evet 2018 yılının ardından 5 yıl sonra 09 Temmuz 2023 seçimlerine uluslararası/yabancı gözlemci olarak Özbekistan Dışişleri Bakanlığının önerisi ve yüksek seçim kurulunun onayı ile davet edilmem benim için çok büyük bir onur oldu. Yıllardan sonra Özbekistan’a gidecek olmam ayrı bir sevinç olmasının yanı sıra seçim vesilesiyle ülkenin gelişimini yakından görebilme şansını buldum. Seçim günü arefesinde Taşkent sokaklarını gezerken gözlerime inanamadım. Tertemiz caddeleri, geniş ve yemyeşil ağaçlı bulvarları ile başkent birçok Avrupa kentinden fersah fersah ileride. Lüks mağazalar, Avrupa markası kafeterya ve restoranlar doğru yerde miyim dedirtti bana. Bir de üzerine Özbek halkının Türkiye sevdası eklenince gezi daha da güzelleşti. Her yerde Türk dizilerinin sıkı takipçileri, Türkçeyle sokaktaki vatandaşla gayet güzel anlaşılıyor.  Nereden öğrendin deyince dizilerden cevabı geliyor.  Zaten iki dil aynı dil grubunun ögeleri, aradaki farklar da dizilerle ortadan kalkmış. Türk firmaları her sektörde; Türk mühendisi, ticaret adamı bu geçen 5 yıl içinde “yeni Özbekistan’da” yerini almış. İki kardeş halkın dostluğu Cumhurbaşkanı sayın Mirziyoyev’in Türkiye’nin gerçek dostu olmasıyla inanılmaz üst seviyeye çıkmış.

Seçim günü geldiğinde sabah erkenden mihmandarımızla birlikte oy kullanma merkezlerini, oy kullanılan okulları ziyarete koyulduk. Halkta gayet bir neşe var. Sakin fakat geleceğe ümit dolu bir havada oylarını kullanıyorlar. Gün içinde 20’ye yakın okulu ziyaretimde sohbet ettiğim vatandaşlar “yeni Özbekistan’dan” övgüyle bahsediyorlar. Bunun sürmesi ve Özbekistan’ın uluslararası platformda hak ettiği yeri alması en büyük dilek. Bunları konuşurken mutlaka Türkiye için iyi dilekleri ve cumhurbaşkanımız Erdoğan’a duaları işitiyorum. Seçim merkezlerinde tam bir şeffaflık var,  boynumdaki kartı görünce görevliler istenilen her soruya cevap veriyor ve gözlem için davet ediyor. Hatta bu davetler bazen evlerinde yemek yemeye, çocuklarıyla tanıştırmaya kadar çıkıyor. Kardeş ülke dememiz lafta değil hakikaten hayatın içinde…

Ertesi gün seçim sonuçları %87 sayın Mirziyoyev’e devam olarak çıkması bir sürpriz değil. Halkın cumhurbaşkanından memnuniyeti zaten sokakta gözlemleniyor. Türkiye açısından da bu çok sevindirici.  Özbekistan tarih boyunca Türk halklarının orta Asya’daki medeniyetinin temsilcisi olmuş. Halen de bu görevi üstleniyor. Böyleyken Özbekistan Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev’in cumhurbaşkanımız Erdoğan’la yakın dostluğu ve Türkiye sevgisi Türk halklarının istikbali için bir şans. Zira iki ülke el ele vermesi kardeş halkların refahı, ilerlemesi ve uluslararası arenada güçlü olması demek. Erdoğan seçimlerden hemen sonra külliyede verdiği resepsiyonda bir yanına Mirziyoyev’i diğer yanına Aliyev’i oturtarak bu mesajı zaten vermişti.

Bizim Kızılelma’mız Türk dünyasının birliği yavaş yavaş ama emin adımlarla gerçek oluyor, nedir…

 Özbek halkının seçimi hayırlı olsun, Var olsun Türkiye Özbekistan kardeşliği. “

Evet gerçekten de öyle Türk Dünyası’nın birlik olması ardından İslam coğrafyası ile oluşturacağı büyük bir güç, buna balkan coğrafyasındaki akrabalarımızın da ilave olması dosta güven düşmana korku verecektir.

Bizler de böyle oluşumları destekliyor ve desteklenmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Önemli başlıklar eşliğinde Türkiye-Irak

Önemli başlıklar eşliğinde Türkiye-Irak

Son tahlilde Irak Sahası’nda neler yaşandığını merak ediyorsunuz biliyorum.

O halde bugün Bağdat notlarımı aktarayım, bir sonraki yazımı da Irak Kürt Bölgesel Yönetimi merkezinde şekil bulan denklemlere ayıralım…

Sandığa gitmeye hazırlanan Bağdat’ta aydan aya hız kazanan ve kendini net bir şekilde gösteren iyileşme gözlerden kaçmıyor. Sokaklar daha temiz, yapılar daha düzenli, modern ve lüks yaşam alanları yükseliyor. Modernleşme ve büyüme sadece şehir hayatında değil elbette. Tarımsal ve hayvansal üretimde de istihdamı, ürün artışını ve yatırımları büyütmeyi hedefleyen modernist bir yaklaşımla hareket etmeye çalışıyor Bağdat Yönetimi.

Irak denince Çin’i de unutmamalı bundan böyle… Zira Irak’ın ticaret, inşaat, yatırım, teknoloji pazarları ciddi anlamda Çin firmalarının tekeline geçmiş durumda. Bilhassa inşaat sektöründe çeşitli sebeplerden dolayı (sorunlu, çürük ve düşük kaliteli yapıların teslim edilmesi) Türkiye firmaları büyük güven kaybı yaşıyor şu an ve Çin de bu durumu hızla kendi lehine çeviriyor.

Yeri gelmişken şu notu da hemen düşmek istiyorum; komple Irak sahasında (Bağdat ve Erbil Yönetimleri) Türkiye firmaları hızla pazar ve güç kaybediyor bu sebepten tüm dinamikler bu sorunu acilen masaya yatırmamız gerekiyor.

Seçim tarihi yaklaştıkça Sadr Hareketi de yeniden “ben buradayım” demeye başladı. Geniş katılımlı sokak olayları sonrasında aktif siyasetten çekilen Sadr, şimdilerde ufak çaplı sokak eylemleri, basın açıklamaları ve yeni ittifak denklemleri için görüşmeler yürütüyor. Çok ihtimal vermesem de Sadr Hareketi’nin eski etkisini elde edip edemeyeceğini bekleyip göreceğiz. Sadece Sadr değil elbette Irak’ta komple siyaset/diplomasi yaklaşan seçimler sebebiyle oldukça hareketli. Şiiler, Sünniler, Araplar, Kürtler, Türkmenler ve Azınlıklar yeni ittifak denklemleri ve yeni yol haritaları üzerinde yoğun bir şekilde çalışıyor. Iraklı Türkmenler de, son süreçte ciddi kan kaybı yaşayan Türkmen Partilerinin toparlanma adına neler yapacağını merakla bekliyor.

Karşılıklı yürütülen “su ziyaretleri” sonrasında Iraklılar tıpkı Türkiye’nin terörle mücadelesinde olduğu gibi su konusunda da artık özeleştiri boyutuna geçmiş görünüyorlar. Geçmişte “kuraklığımızın tek sebebi Türkiye” diyen Iraklılar şimdi “gelen suyu tutmadığımız ve doğru kullanmadığımız için biz de hatalıyız” demeye başlamışlar.

Irak’ta son süreçte yükselen “madde bağımlılığı” da sorun olarak önemli bir yer tutuyor. Siyasi ve dini merciilerinde aleni bir şekilde dile getirdiği uyuşturucu madde kullanımı dini etkinin yoğun hissedildiği güneyde de büyük bir sorun bu sebepten mücadele konusunda kanuni düzenlemeler her an gelebilir.

Ve gelelim Bağdat’ta Türkiye’ye dair öne çıkan başlıkların en önemlisi “Ovaköy Kalkınma Yolu Projesi”ne.

Güzergahta ve işleyişte henüz tam şeklini bulmayan Kalkınma Yolu Projesi bölge açısından çok önemli alt başlıkları bünyesinde barındırıyor. İki ülke arasında en büyük gidiş geliş yükünü sırtlanan ve çoğu zaman yoğunluk sebebiyle insani açıdan eziyet tablolarına mesken olan Habur’un yükünü hafifletmeyi hedefleyen Kalkınma Yolu Projesi hayata geçtiği an nüfuz ettiği bölgede; ticareti, istihdamı, alt yapıyı, üst yapıyı, turizmi, siyaseti, diplomasiyi, güvenliği, istikrarı, sosyal-kültürel etkileşimi ve daha pek çok alt başlığı domino etkisiyle harekete geçireceği için insanlar da kavuşacakları huzur ve güvenlik açısından bir an evvel start verilmesini istiyor.

Bu proje önemli olduğu kadar çoğu dengeyi de oldukça tedirgin ediyor. Körfez Ülkelerinden başlayıp önce Irak ve Türkiye’ye oradan da Avrupa’ya ve dünyaya açılan bu önemli ticaret yoluna bazı ülkelerin (misal Mısır ve İran) “off the record” köstek olma girişimleri sonuç vermeyecektir diye düşünüyorum çünkü tüm dünyayı olumlu bir şekilde etkileyecek bu projede başta Körfez Ülkeleri olmak üzere tüm iştirakçi ülkeler oldukça kararlı.

Irak’ta bana keyif veren bir başlığı da paylaşmak istiyorum. “Türkiye” sözünü duyan Arapların yüzünde ve gözünde beliren mutluluk görülmeye değer. Bağdatlı bir görevli “hoş geldiniz” diyerek başladığı Türkçe konuşmasıyla beni fazlasıyla mutlu etti.

”Türkiye’ye çok gidiyorsunuz bu sebepten Türkçe öğrendiniz sanırım” dediğimde aldığım cevap şu oldu; “Türkiye’ye hiç gitmedim fakat çok seviyorum bu sebepten Türkçe öğreniyorum…”

Evet Bağdat tablosu huzurdan ve kalkınmadan yana arz-ı endam ediyor son aylarda. Halk ise bu iyileşmeden mutlu olsa da halâ temkinli bakıyor çünkü Irak, bir gecede her şeyin tepetaklak olabileceği siyasi kayganlıktan kurtulup istikrara kavuşabilmiş değil.

BBP Genel Başkanı Mustafa Destici Bursa’da

BBP Genel Başkanı Mustafa Destici Bursa’da

Gerçek olan şu:

Son genel seçimlere Cumhur İttifakı logosu altında kendi amblemi ve kendi adayları ile giren Büyük Birlik Partisi istediği sonucu alamadı.

Bursa özelinde çok gayret göstermesine rağmen, Ekrem Alfatlı’ya rağbet fazla olmasına rağmen o ilgi sandık sonuçlarına yansımadı…

Onlar her şeye rağmen kararlılıkla mücadelelerine devam ediyor.

İşte bu noktada BBP Genel Başkanı Mustafa Destici, partisinin önceki dönem il başkanı Salih Uçak’ın düğününe katılmak için Cuma öğleden sonra Balıkesir’den kentimize geldi.

Akşam düğüne katılan Destici, Cumartesi sabah da basın mensupları ile kahvaltıda buluşarak genel değerlendirmede bulunacak.

Ardından bir sünnet cemiyetine, sonrasında da Zeyniler’de özel bir programa katılacak.

Akşam saatlerinde Bursa’dan ayrılacak olan Destici hangi mesajları verecek?

Bekleyip, takip edelim…

***

AK PARTİ’DE İSTİFA SÜRECİ BAŞLIYOR

Önümüzdeki yerel seçimlerin startını veren AK Parti’de süreç işlemeye devam ediyor. Bu süreçte gerek belediye başkanlıkları gerekse belediye meclis üyelikleri için yoğun bir talebin olacağını tahmin ediyoruz.

Bir tarafta bu talepler yaşanırken, diğer tarafta da kulağımıza gelen bilgilere göre AK Parti yönetimlerinde görevde bulunan isimlerden aday olmak isteyenlerin istifa süreci başlayacak.

Bu noktada il yönetiminin süreçle ilgili toplantılara başladığını ifade edelim.

Bu sürecin önümüzdeki iki hafta içerisinde biteceğini de kayıtlara düşelim.

Bu süreçte kaç ilçe başkanı, kaç il ve ilçe yöneticisi istifa edecek, hep beraber önümüzdeki günlerde görmüş olacağız.

Bekleyip, takip edelim…

***

DEVA’DA SULAR DURULMUYOR

Ali Babacan’ın Genel Başkanı olduğu DEVA’nın Bursa İl Teşkilatları kurulmaya başlandığı ilk günden itibaren oldukça hareketli.

Kurucular Kurulundan başlayan hareketlilik, ardından kurulan il yönetimi, sonrasında il yönetimi kongresinde çift liste, ardından istifalar, kurulan ilçe teşkilatları, ardından yine istifalar…

Bu istifaların ardından genel seçim süreci, ardından yine istifa, yine atama…

İşte bu noktada Osmangazi İlçe Başkanı Yasin Gök’ün istifasının ardından İnegöl ve Yıldırım ilçe atamaları derken yine istifalar olmuş.

Edindiğimiz bilgilere göre, Mudanya’da yönetim, Yenişehir’de İlçe Başkanı ve yönetim, Orhaneli’de İlçe Başkanı, Gemlik’te İlçe Başkanı ve yönetim, Osmangazi’de Gök’ün ardından yönetim istifa etti.

Bu istifaların ardından partinin Bursalı Genel Başkan Yardımcısı Burak Dalgın’ın önceki gün Bursa’ya geldiği ve olağanüstü bir toplantı gerçekleştirdiği bilgisine ulaştık.

Velhasılı DEVA’nın Bursa teşkilatları bir türlü dikiş tutmadı.

Bakalım süreç bundan sonra nasıl işleyecek?

Hep beraber göreceğiz?

 

Siyasetin üçlü sacayağı

Siyasetin üçlü sacayağı

Genel seçimlerden önce de konuşmuştuk bu konuyu. ‘Türkiye’de küçük fikir ayrılıklarından doğan çok sayıda parti olunca seçmen gücü de dağınık hale geliyor, dolayısıyla muhalefette kalan partilerin etkinliği de zayıflıyor’ fikrinde birleşmiştik bir grup arkadaş olarak.

O günkü konuşmamızdan doğan fikre göre, tüm dünyada yükselen milliyetçilik akımına paralel milliyetçi cepheyi temsil eden partilerin bir çatı altında toplanması güçlü seçmen hareketliliğini, dolayısıyla da muhalefette dahi kalsalar etkin muhalefeti sağlayacaktı bize göre…

İYİ Parti, MHP, Zafer Partisi ve Büyük Birlik Partisi’nin birlikteliğinden bahsediyorum…

Prof. Dr. Ersan Şen, Sözcü TV’deki programında konuyla ilgili bir açıklama yaptı ve iddiasını şu sözlerle ifade etti:

“Günün sonunda Türkiye Cumhuriyeti’nde milliyetçi partiler bir araya gelecek. İYİ Parti, Zafer Partisi… Hepsi MHP’de birleşecek. Bunun şartı milliyetçilerin kavgayı, küslüğü bitirmesi. Devlet Bahçeli’nin liderliğinde olur, başka liderlikte olur…”

Doğrusu önümüzdeki seçim dönemine kadar böyle bir atılımı milliyetçi cepheden görmek beni hiç şaşırtmaz, hatta ülkede güçlü bir milliyetçi partinin varlığı denge açısından istediğim üçlü sacayağının birinin yere bastığını gösterir.

Fakat buna karşılık diğer iki sacayağının da aynı sağlamlıkla yere basması sağlar dengeyi.

Bu da güçlü milliyetçi bir partinin karşılığında güçlü bir merkez partinin ve güçlü bir sosyal demokrat partinin varlığına işaret eder.

AK Parti şimdiki varlığı ile güçlü bir merkez sağ parti ihtiyacını karşılıyor. Elbette içinde bulunan ve dini nüvelerle beslenen sivri uçlarını törpülemek kaydıyla…

Şimdilik bizim elimizdeki en büyük noksanlık sol yapıyı kucaklayacak güçlü bir sosyal demokrat parti…

Bu boşluğu şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da CHP’nin karşılaması beklentisi hakim aslında toplumda. Tüm bu itiş kakış da buradan kaynaklanıyor. Bir de hep söylediğim gibi sol siyasetteki anlayışın sürekli bir tartışma ortamından doğacak doğrularla ilerleyecek olması biraz yıpratıcı…

Malum sağ siyasette bunun karşılığı ‘Lidere itaat’ten geçer…

Bugün gündemin önemli başlıklarından biri de Ekrem İmamoğlu’nun bahsettiğim bu yapının nasıl kurulacağına ilişkin Gazete Oksijen’e yaptığı açıklamalarıydı.

Açıklamanın bütününde genel seçim vaatlerinin en önemlisi olarak sıklıkla dile getirilen güçlendirilmiş parlamenter sisteme yönelik bir atıf ya da doğrudan bir söylem göremedim ne yazık ki.

Daha ziyade güçlü liderlik ve sağladığı avantajları dile getiren ‘İmamoğlu’nun bu bakış açısı gerçekçi midir, yoksa parlamenter sistemin katılımcılığı artıran gücüne inanları bir kenara itmek midir?’ sorusunun tartışılması gereken önemli noktalardan biri olduğunu düşünüyorum…

Güçlendirilmiş parlamenter sistemin karşısına koyulan güçlü liderin demokratik ve hesap veren olması gerektiğinin altı çizilmiş açıklamada. Fakat güçlenen, giderek daha güçlenen, güçlenip yükseldikçe halkla bağı kopan liderin kime ve nasıl hesap vereceği konusu bence çok muallak…

Bir de İmamoğlu tarafından hassasiyetle dile getirilen Kürt ve Alevi sorunu var…

Toplumun açık yaraları olarak tarif edilen bu iki sorunun toplumun genelinin tartışacağı şeffaf bir ortamda çözüme kavuşturulması hedefi var İmamoğlu’nun önünde…

Belki de yeni bir çözüm süreci var kafalarda…

İmamoğlu’nun merkezden yönetim yerine yerel yönetimlerin güçlendirilmesi gibi bir yol izleyeceğinin işaretleri de var yapılan açıklamada.

Hatırlatmakta yarar var; bir dönem Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da merkezden yönetim yerine yerel yönetimlerin güçlendirilmesi diye yola çıkmış, sonrasında yerel yönetimlerin aldıkları, alacakları her önemli kararda Ankara’ya danıştıkları, hatta yerel yönetimleri bay pass etmek isteyenlerin doğrudan Ankara’dan karar çıkarttırdıkları bir yönetim biçimi kucağımızda kalmıştı.

Halen bu yönetim biçimi ile boğuştuğumuzdan, sürekli olarak, ‘Bursa Ankara’dan mı yönetiliyor?’ minvalinde yazılar yazıyoruz sıklıkla…

Son olarak ele alınması gereken ve benim bahsettiğim sacayağının tamamlayıcısı olan konu ‘ideoloji.’

Gerek parti içinde gerekse siyasete uzak duran CHP seçmeni vatandaş arasında en çok konuşulan soru şu;

‘İmamoğlu solcu sosyal demokrat mı, yoksa sağ tandansta bir politik isim mi?’

Bu sorunun yanıtı yukarıda saydığım başlıkların hepsinden daha önemli. Zira İmamoğlu CHP’nin içinde siyasi hayatını sürdürmeyi planlamakta.

Yapılan açıklamanın içinde bu konudaki endişelere yönelik iki önemli mesaj var.

“2008’den beri dünya ekonomisindeki çalkantılar bitmedi. Ama daha önemlisi, sosyal adaleti umursamayan ekonomi politikalarının sonucu artan gelir eşitsizliği Türkiye dahil birçok ülkede yoğun borçlanmaya, derin yoksulluğa, evsizliğe, yetersiz beslenmeye yol açıyor.”

Sosyal adalet ve sosyal demokrat bakış açısını eşleştirmekte çok da zorlanmayacağınızı düşünüyorum.

Sosyal demokrat düşüncenin koruması gereken kavramlardan biri olan ‘emek’ kavramı da unutulmamış…

“CHP’nin, kuruluş ilkeleri ışığında emeği önceleyerek toplumun gerek örgütlü gerek örgütsüz kesimleriyle güçlü bağlar kurduğu yeni bir teşkilat mimarisini oluşturacak tarihsel birikimi, ideolojik donanımı ve insan kaynağı mevcuttur.”

Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik darboğazın yarattığı kötücül iklim, CHP’nin içindeki tartışmaların yoğun gündem oluşturması ile adeta savuşturulurken, gerek partililerin gerekse seçmenin önüne böylesine önemli bir yol haritası koyulmuş olması bence son derece kıymetli…

Beni endişelendiren ‘güçlü lider’  kavramının alt başlıklarını İmamoğlu’ndan istemek ve katılımcı demokratik bir yönetim biçiminin benimsenmesini sağlamak dışında bir çekincem de yok doğrusu…

Ekrem İmamoğlu benim arzu ettiğim sosyal demokrat çatıyı çatıp sol tandanslı farklı bakış açılarını bir noktada toplayan, dolayısıyla yeri ve özü belli olan bir CHP’yi küllerinden doğurabilecek lider midir? Bilmiyorum…

Bildiğim şey, bu ülkeye güçlü bir sosyal demokrat partinin acilen gerektiğidir…

Bu işin sorumlusu yok mudur?

Bu işin sorumlusu yok mudur?

Tüm ülkeyi deliye çeviren yaz sıcaklarını bir yana bırakırsak ‘Allah aklıma fikrime mukayyet olsun’ kabilinden dualar ettiğim bir diğer konuyu kaleme alacağım bugün…

Tahminde bulunarak ‘Yine CHP’yi yazacak’ diyenler yanılıyorlar…

Şimdilik CHP’lileri ‘Allah onların aklına fikrine mukayyet olsun’ diyerek kendi hallerine bıraktım. Zaten CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da son yaptığı açıklamada örgüte yönelik bir talimat verdiğini ve parti içi tartışmaları kamuoyu önünde değil kendi içlerinde yapmalarını talep ettiğini, halkın umutsuzluğunu daha fazla büyütmeyeceklerini söylemiş…

Koskoca partiyi yerin dibine bu kadar sokmak yetti anlaşılan…

İçine girince çıkılması zor bir gayya kuyusunu andıran siyasetin çamurundan ayağımı çıkarıp ZAM’lar diyorum ve asıl konumuza giriş yapıyorum…

Efendim malumunuz bugünün en önemli konusu Merkez Bankası’nın çiçeği burnunda başkanının yaptığı enflasyon tahmini güncellemesine yönelik açıklamalarıydı. Tahminler yüzde 22.3’ten çok daha mantıkla barışan yüzde 58’e çekildi. 2024 sonu enflasyon tahmini ise yüzde 8.8’den yüzde 33’e yükseldi.

Pek güzel pek hoş…

Bu koşullar altında asgari ücrete yapılan zammın enflasyonun altında kaldığı, dolayısıyla hani şu ‘alnının teri kurumadan parasını veriniz’ hadisiyle anılan emekçinin maaşının aslında zamlanmayıp alım gücünün daha da düştüğü tescillenmiş oldu.

Geleceğimiz noktanın bu olacağını hepimiz biliyorduk aslında. Ülkemizin ekonomik sistemi bu şekilde işliyor nedense. Düzenli bir gelir düzeyini yakalamak yerine bir süre şişirilen ekonomik alım gücü ile pompalanan tüketim toplumu haline geliyor ve parası olanı daha da zengin ediyoruz biz çalışanlar, ardından çıkan acı reçetenin bedelini de nedense yine biz ödüyoruz.

Hatta bu noktada çalışmayanlar olarak nitelendirebileceğim emeklilerin durumu daha da vahim. Şöyle anlı şanlı bir restoranda kallavi bir akşam yemeğinin faturası kadar aldıkları aylık emekli maaşı. Dolayısıyla yaşlarının ucunda makarnaya, salça ekmeğe talim ediyor emekliler…

Yapılan açıklamada Merkez Bankası Başkanı Hafize Gaye Erkan’a sorulacak en önemli soru ise Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘faiz sebep enflasyon sonuç’ görüşüyle ilgili düşünceleriydi.

Soru sorulmuş, yanıt ise, ‘Merkez Bankası Başkanı olarak benden hiçbir zaman siyasi bir açıklama almayacaksınız’ şeklinde gelmiş.

Oysa bu soru siyasi bir soru değildi. Cumhurbaşkanının da sürekli belirttiği gibi bir ekonomik tezdi bahsi geçen. Dolayısıyla bu ekonomik tezin işleyip işlemediğine yönelik soru da yine ekonomi ile ilgili bir sorudur.

Konuyu da soruyu da pek güzel savuşturmuş Gaye Erkan. Kendinden beklenen zeka düzeyinde bir yaklaşım…

Toplantının tüm sorularından ve yanıtlarından çıkaracağımız sonuç ise özetle şöyle;

Enflasyon önce biraz yükselecek, yani kemerler sıkılacak, 2024’te gerilemeye başlayacak. 2025’te de düzelecek…”

Tünelin ucundaki ışık da gösterilmiş ki, tamamen umutsuzluğa kapılmasın insanlar yoklukla mücadele ederken…

Tabii bu özet şimdilerde uygulanan ekonomik politikalar değiştirilmez, bu uygulamalara müdahale edilmez, Merkez Bankası Başkanı ya da Hazine ve Maliye Bakanı ‘Bunlar söz dinlemiyorlar!’ gibi bir gerekçe ile görevden alınmazsa gerçekleşmesi muhtemel ihtimalleri anlatıyor.

Fakat malum, bizim ülkemizde işler hiçbir ülkede işlediği biçimde işlemiyor. Hele hele ekonominin düzeninin neye göre ayarlandığını kestirmek gerçekten güç.

Misal 2023 başında açıklanan bütçeyi 6 ayda çatır çatır yediğimiz için, bugün ek bütçe Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. 1 trilyon 72 milyar TL ek bütçe kime hayırlı olacak göreceğiz. Biz emekçiler kemerleri sıkma politikasından nasibimizi aldığımıza göre, bu bütçe bize hayırlı olmayacak orası belli…

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin hemen öncesinde litresi 20 liranın altında olan motorin bu akşam gelecek zamla birlikte 35 lira 32 kuruşa çıkacak. Seçimlerden bu yana yaklaşık 17 lira zamlanan akaryakıt fiyatlarının da mevcut zamlara eklenecek yeni zamlar anlamına geldiğini biliyoruz değil mi?

Tüm bu bileşenleri bir araya getirdiğimize, ‘Nas’ların ve ilginç ekonomik tezlerin havada uçuştuğu 27 ayda yaşananların ekonomik faturasını vatandaşa kesmek kolay, hatta alttan şöyle bir pırıltı verip 2025 yılına kadar dayanmak konusunda insanları heyecanlandırmak da olmayacak iş değil.

Asıl önemli olan; ‘Madem bunlar olacaktı, o zaman biz bu 27 ay boyunca neden yaptık bu işleri?’ sorusunu sormak ve bu sorunun yanıtını alıp yapılan yanlışın failini bulmak bence…

Zira işlenen ciddi bir ekonomik kabahat var ortada…

Kentsel dönüşüm bölgelerine derinden bakalım

Kentsel dönüşüm bölgelerine derinden bakalım

Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin geçtiğimiz günlerde şehrimizin kentsel dönüşüm hamleleri konusunda basını bilgilendiren bir gezisi oldu malumunuz.

Ben o alanları daha önceden gezdiğim, hatta pek çoğunun kentsel dönüşüm ile ilgili görüşmeleri hakkında iyi kötü fikir sahibi olduğum, üzerinde görüşme yapılması nasıl olduysa atlanmış olan Gaziakdemir gibi önemli noktalar hakkında Akademik Odalarla görüşülmesine sürekli araştırıcı yapım sayesinde sebep olduğum için olsa gerek bu geziye davetli değildim.

Olsun…

Dedim ya, ben zaten o bölgelerin hemen hepsi ile ilgili kıymetli detaylara sahibim zaten…

Geziye davet edilmemiş olsam da, konuyla ilgili birkaç satır yazmak görevimin gereği. Zira kentsel dönüşüm konusunda kaş yaparken göz çıkarmamak adına dikkat edilmesi gereken önemli ayrıntılar var.

Her şeyden önce şunu unutmamak lazım, ülkemiz ve şehrimiz deprem kuşağının üzerinde bulunan bir yapıya sahip…

Üzerinde yürüdüğümüz toprakların kilometrelerce altında bulunan fay kuşakları halen aktif…

Bu toprakları tamamen boşaltıp taşınmayı düşünmüyorsak, iki seçeneğimiz var; depremin yıkıcılığına sonuçları acı da olsa katlanmak ya da sağlam binalarla kayıplarını en aza indiren ülkeler arasındaki yerimizi almak…

Şimdiye kadar ilk seçeneğin bize işaret ettiği yolu izlediğimiz için gözümüzdeki yaş kurumadı toplum olarak. Bence artık ikinci seçeneğin yolunu takip ederek hem vatandaşlarda sağlam bir deprem bilinci oluşturmalı hem de sağlam, dayanıklı binalarla kayıplarımızı en aza indirmenin yolunu bulmayı başarmalıyız.

Şimdi gelelim bu konuyla ilgili Bursa’da atılan adımlara ve geçtiğimiz gün düzenlenen gezinin bize anlattıklarına…

Başkan’ın kentsel dönüşüme ilişkin mesajlarını verdiği ve anlaşılan o ki, yerel seçimlerde kampanyasını kentsel dönüşüm üzerine kurgulayacağının belli olduğu ilk durak Sıcaksu bölgesindeki TOKİ inşaatı oldu.

Kısaca hafızalarımızı tazelersek, zaten boş olan alana aslında bir termal köy kurulacak, Bursa termal sağlık cenneti olacaktı…

Yerli ve yabancı pek çok yatırımcıya proje sunduğunu, ancak kimsenin bölgeye talip olmadığını bir Ankara gezisinde anlatan Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş, kısa süre içinde de karşımıza herkesi şaşırtacak biçimde bölgedeki TOKİ projesiyle çıkmıştı.

O günden bu yana Jeoloji Mühendisleri Odası Güney Marmara Şube Başkanı Engin Er, bölgede yapılacak her türlü sondajın çok riskli olduğunu, ciddi zemin etütlerinin yapılması gerektiğini, yanlış bir sondajın şehrin tüm sıcak su kaynaklarını dahi kurutabileceğini söyler durur…

Ben daha kendisini dinleyen kimseyi görmedim…

Hatta daha önceki yazılarımda belirttiğim gibi Akademik Odalar Sıcaksu bölgesindeki zemin etütlerini defalarca talep ettikleri, incelemek istediklerini beyan ettikleri halde kendilerine gereken bilgi ve belgeler aylardır iletilmedi…

Bu belgelerin talep edilme nedenleri de var tabii…

En önemli neden, sıcak su kaynağının bulunduğu bölgelerin aktif fay hatlarının bulunduğu bölgeler olduğu gerçeğinden yola çıkılarak, fay hatları üzerinde bir yerleşim inşa edilmesi durumu ile ilgili değerlendirme yapılmak isteniyor olması…

Bu mümkün olmadığı gibi, kurban bayramından hemen önce askıya çıkan planlarla haberdar olduğumuz, işin garibi hemen her hafta Bursa Büyükşehir Belediyesi ile toplantılar düzenleyen Akademik Odaların da benimle aynı zamanda haberdar olduğu, üzerinde hiçbir toplantı yapılmadan planlanan Gaziakdemir kentsel dönüşüm bölgesi de görücüye çıktı bahsettiğim gezide.

Bu bölgede dönüşüm tamamlandığında 2 bin 300 bağımsız yapı yapılması planlanıyor. Buradaki bina sayısı ile neredeyse aynı bahsettiğim rakam. Fakat burada bir göz aldatmacası var. Bölge şu anda sadece konut bölgesi iken, kentsel dönüşüm tamamlandığında bağımsız yapıların bir kısmı ticarethane ve dükkan olarak kullanılacak, dolayısıyla alanın yoğunluğu ciddi artış gösterecek…

Bu kadar sık görüşülen Akademik Odaların plandan son anda haberdar olması ve planla ilgili fikir paylaşımında bulunulmamış olması da kafa kurcalıyor…

Planın donatı alanlarıyla ilgili hatasını detayları ile anlatmıştım bundan önce yazdığım yazılarda. Dolayısıyla plana itiraz edildiğini de bir kez daha hatırlatmak isterim…

Gezinin bu iki noktasına yönelik doğruları bulma çabası şimdilik yeterli diye düşünüyorum…

Yazıyı kapatmadan önce çok önemli bir not da düşmeliyim; kentsel dönüşüm ülkemizde ve özellikle de şehrimizde olmazsa olmazlardan. Asla böyle bir çabaya karşı değilim. Benim dikkat çekmeye çalıştığım, hızla, seçim yatırımı olsun diye, yeni projeler üretmek adına girişimlerde bulunup, bir yanlıştan diğerine koşuyor olmaya yönelik…

Yanlışlardan kaçınmak için şehir bileşenleri ile hareket etmeye büyük önem vermek ve bunu gerçekten, büyük bir samimiyetle gerçekleştirmek en önemlisi…

Yerel seçimlerin şifresi deprem ve kentsel dönüşüm

Yerel seçimlerin şifresi deprem ve kentsel dönüşüm

Biz gazeteciler için yaz ayları genelde rutin geçerdi.

Hatta, ne yazı kaleme alacağız, diye kara kara düşünürdük.

Bu yıl için sıkıntı yok…

Genel ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından yerel seçim sürecine girilince bir yandan adaylık için nabız yoklayanlar, diğer tarafta ise mevcut belediye başkanlarının icraat toplantıları…

Hal böyle olunca bizler de toplantıdan toplantıya koşma durumunda kaldık.

Bu minvalde gelmiş geçmiş en sıcak günün ilk saatlerinde Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar’ın davetlisi olarak soluğu Hamitler’de 50 dönüm alan üzerine kurulu Macera Bursa’da aldık…

Önce kahvaltı, ardından alanı gezdik, sonrasında basın toplantısı derken, maceraya meraklı arkadaşların adrenalin yüklemelerine şahitlik ettik.

Önce alandan bahsedelim:

Adrenalin park, bahar bahçesi ve masal bahçesinden oluşuyor.

Çocukluğumuzun kahramanlarını masal bahçesinde bulmak mümkün…

Keza bahar bahçesinde bin bir çeşit çiçek desek abartmış olmayız.

Yeni evlenenlerin nikah çekimleri için bulunmaz bir mekân…

Gelelim basın toplantısına…

Her zaman şunu net ifade etmek gerekir:

Bir yerel yönetici için gelişim bölgesinde plan yapmak da uygulamak da kolay…

Bu açıdan bakınca Yunuseli, Hamitler, Demirtaş, Ovaakça, Panayır bölgeleri Osmangazi’nin planlı gelişim bölgeleri.

Her şey dört dörtlük…

Buraya kadar normal…

Normal olmayan ise depreme dayanıksız olan binalar.

İşte bu noktada Başkan Mustafa Dündar kentsel dönüşüm çalışmalarını anlattı.

Zemin artı 5 katı ilk uygulayan belediye olduklarına dikkat çekti.

Sonrasında Soğanlı’da yapılan 100 dönüm üzerine kurulan Millet Bahçesi’nden bahsetti.

Kentsel dönüşümün de elzem bir ihtiyaç olduğunu söyledi.

Yaptıklarını anlattı.

Osmangazi Kent Meydanı için de yılsonunu işaret etti…

Bugüne kadar önce Oktay Yılmaz’ın, ardından Alinur Aktaş’ın, sonrasında Mustafa Dündar’ın toplantılarından çıkardığım sonuç…

Önümüzdeki yerel seçimlerin şifresi, deprem ve kentsel dönüşüm…

Bu noktada Mustafa Dündar’ın epey yol aldığını söyleyebiliriz.

Soğanlı gibi bir bölgede başlayan ve şu an 8. etabı başlayan bir kentsel dönüşüm çalışması var, keza Dündar’ın döneminde 17 binden 90 bine ulaşan bir Demirtaş gerçeği var…

Yine yakın bir tarihte Kükürtlü Caddesi’nde dönüşüm başlayacak…

Bunları görünce bize düşen Dündar ve ekibini tebrik etmek…

Erdem 2024 seçimleri için kararını verdi

Erdem 2024 seçimleri için kararını verdi

Gerçek olan şu:

Cumhurbaşkanlığı ikinci tur seçimlerinin ardından yerel seçim sathına girdiğimiz…

Yerel seçim çalışmaları başladı desek abartmış olmayız.

Önce parti içi, sonra diğer rakip adaylarla yarış.

Şimdi öncelikli olan parti içi yarış…

Şu an görevde bulunan, daha doğrusu 2019-2024 yılları için seçilen isimler önümüzdeki dönem bir daha aday gösterilip, o koltuklarda oturabilecekler mi?

Onu çok yakın bir tarihte öğreneceğiz.

Ama öncesinden gördüğümüz, yerel yöneticilerin bu sıra safları sıklaştırdığı.

Belediye başkanlarının yapmış olduğu icraatların halka daha doğru bir şekilde yansıtılması noktasında görev üstlenen medya da bu süreçte önemli bir misyon üstleniyor.

Bu noktada yerel yöneticilerin medya ile ilişkilerinde bugünlerde biraz daha artış var.

Geçen hafta içinde Bursa özelinde medya mensuplarıyla ilk buluşan isim Yıldırım Belediye Başkanı Oktay Yılmaz oldu.

Önceki gün de kentsel dönüşüm projeleriyle Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş…

***

Bu noktada medya ziyaretimize gelen bir başka yerel yöneticimiz de Nilüfer Belediye Başkanı Turgay Erdem’di.

Mimar kimliği ile Nilüfer’e önce başkan yardımcısı, ardından da başkan olarak hizmet veren Erdem’le Norm Haber’deki sohbetimizde, gelecek seçimler başta olmak üzere CHP’nin mevcut durumu ve yapılan çalışmaları konuştuk.

Malum, özellikle genel seçimlerin ardından değişim isteyen bir grup CHP içinde sürekli açıklama gerçekleştiriyor.

Geçen hafta bu minvalde belediye başkanları toplantısı da gerçekleşti.

Toplantı sonrasında değişim isteyenler ve sessiz kalanlar bir tarafta dururken, diğer tarafta da değişime karşı duran Kemal Kılıçdaroğlu ve etrafında dar bir ekip bulunuyor.

***

Biz bunu bir tarafa bırakıp tekrar Turgay Erdem’in medya ziyaretine gelelim.

Bu konuyu Erdem’e sorduk:

Onun kişisel kanaati, büyük kurultayın yerel seçimlerden sonra gerçekleşeceği.

Erdem, “önümüzdeki yerel seçimler için adayım” dedi, ardından yapılan çalışmalara değindi.

Onun üzerinde durduğu en önemli konu kaçak yapılaşma.

Ben bu konuda kesin kararlıyım, mücadeleye devam” diyor, ardından da saptamada bulunuyor.

Kaçak yapıların, yıkılan binaların hepsinde elektrik ve su var” diyor…

Keşke olmasa…

Daha önce gündeme getirdiği “kaçak yapılar Hazine’ye irad (gelir) kaydedilsin” düşüncesini de yineliyor.

Bize de düşen kendisine görevde başarılar dilemek…

ULAŞIM VE OTOPARKLARA ZAM GELİYOR

Benzin ve motorine son günlerde gelen zamlar sonrası en büyük sıkıntıyı yaşayan kuruluşların başında Bursa özelinde BURULAŞ geliyor.

Bugün maliyetlerinin çok altındaki fiyata, şehir içi ulaşıma zam yapılması kaçınılmaz hale gelmiş durumda…

Bu noktada BURULAŞ da 1 Ağustos 2023 tarihinden geçerli olmak üzere fiyatlara zam yapacak.

Zammın miktarı bu hafta Cuma günü gerçekleşecek UKOME toplantısından sonra belli olacak…

Bekleyip, görelim…

Hz. Safvan Bin Muattal sembolü ve Samsat-2

Hz. Safvan Bin Muattal sembolü ve Samsat-2

Hz.Muhammed’in tüm savaşlarında yanında bulunan ve üzerine sarf edilen tüm iftiralara karşı yine Hz. Muhammed’in saf ve temizliğine kefil olduğu o isim yıllar sonra Sümeysat’a (Samsat) Vali olarak atanmış ve yaklaşık 20 yıl bu görevi sürdürmüş…

7 yılını Hz. Muhammed’in yanında geçiren Safvan Bin Muattal, Dört Halife döneminde de pek çok yerde etkili görevler üstlendi.

Sonrasında Muaviye döneminde bizzat Muaviye tarafından Anadolu’da, yani Samsat’ta görevlendirildi.

Ömrünün son yirmi yılını burada geçiren bu önemli zat; Hz. Muhammed’i bizzat gören, ona yoldaşlık eden, onun güvenine nail olan, başına gelen iftira olayına ayette yer verilip aklanan yegane bir değerdir.

İstanbul’da bulunan Eyüp Sultan ile eşdeğer manevi yere sahip olan Hz. Safvan Bin Muattal Kabri’nin şimdiye kadar ön plana çıkarılmaması bölge için ve topluma aktaracağı mesajlar açısından büyük bir kayıptır.

Samsat ziyaretimde beni en çok etkileyen alandaydım… İnanıyorum ki şaşıran sadece ben değilim, duyunca ve ziyaret edip görünce herkes şaşıracak.

İslamiyet’te önemli bir yere sahip olan Hz. Safvan Bin Muattal’ı “iftiraya uğrayanlar için sabrın, iftira atanlar için ise azabın sembolü” haline getiren İFK HADİSESİ sonrasında inen ayetlerde, Hz. Ayşe’yi ve Hz. Safvan Bin Muattal’ı aklanırken iftiranın da nasıl bir toplumsal zehir olduğu ve mutlak surette kaçınılması gerektiği vurgulanmıştır.

Laf aramızda günümüz dünyasında bu ayetleri ve Safvan Bin Muattal’ı daha fazla anımsamaya ve anımsatmaya ihtiyacımız var.

Bilhassa sosyal medya üzerinden yapılan “iftira saldırıları” her geçen gün daha fazla zihinleri zehirlemeye devam ederken, geleceğe yönelik umutlarımız giderek soluyor.

İller Bankası’nın desteği ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın yürüttüğü Sahabe Hz. Safvan Bin Muattal Cami ve Külliye inşaatı bittikten sonra inanıyorum ki her yıl milyonlarca ziyaretçi akın edecek bu alana. Bu sebepten ziyaretçileri alana ulaştıran yaklaşık 17 km’lik yolun da bu potansiyele uygun şekilde revize edilmesi gerekecek.

Hz. Safvan Bin Muattal Cami ve Külliyesi’ni ziyaretimde bana rehberlik eden Samsat Belediye Başkanı Halil Fırat’ın aktardığı hikayeyi ve bilgileri dinlerken çok şaşırmıştım, çünkü burnumuzun dibinde İslamiyet’e dair böylesi bir değer vardı ve kimseler bilmiyordu!

Ziyaretim sonrasında yaptığım paylaşımlara gelen dönüşlerde bunu bir kez daha teyid etmiş oldum.

“İFK Hadisesini biliyorum fakat Samsat’ta olduğunu bilmiyordum, Samsat’ta bir sahabe kabri mi varmış, tam olarak nerede…” türevinde pek çok dönüş alınca biraz rahatladım, bilmediğim için sorun bende değilmiş, diyerek.

Ya anlatılamadı/anlatılmak istenmedi ya da anlaşılamadı, bilemiyorum fakat diliyorum ki bundan sonra herkes ziyaret rotasına alır, gelir ziyaret eder, dualarını eder, muhteşem manzaraya karşı çayını ve kahvesini yudumlar, karnını doyurur…

Yalanlar, dolanlar ve iftiralarla giderek kirlenen günümüz dünyasına karşı en güçlü panzehir niteliğinde yüreğimize alıp yaşatmamız gereken “iftira atılanlara sabrın iftira atanlara da azabın sembolü” Hz. Safvan Bin Muattal’ın hikayesini daha fazla zikretmekle “kötülüğe karşı iyilik galip gelecek…”