Sanayinin ıslahı mı konuşuluyor?

Sanayinin ıslahı mı konuşuluyor?

Uzun süredir Ramazan ayının ilk iftar programını BUSİAD gerçekleştirir Bursa’da. Bu yıl da gelenek bozulmadı. Programı takip etmemdeki en önemli etken TÜSİAD’ın yakın geçmişte ülke ekonomisine yönelik çıkışlarındaki haklılık payı ve ardından yaşananların iş dünyası üzerinde bıraktığı etkinin tepkisini ölçmekti açıkçası.

Zira Bursa, ‘Sustuk, sustukça sıra bize geldi’ diyor mu? konusu en büyük merakımdı.

Hiç giderilmedi bu merak…

Toplantılarını hassasiyetle takip ettiğim BUSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Buğra Küçükkayalar, daha önceki etkinliklerde de dinlediğim, pek çoğuna da hak verdiğim, özetle; ‘İlk planlı organize sanayi bölgesi için pilot il olana Bursa, sanayinin çevreci ve katma değeri yüksek ürünlere yönelerek planlı ilerlemesinin, yani sanayide dönüşümün de pilot şehri olabilir’ dedi.

Bursa’nın böyle bir dönüşüme şiddetle ihtiyacı var, zira bir yanda kirletici sanayinin yoğunluğu, diğer yanda tüketici sanayinin yoğunluğu, en çok da üretimden ziyade toprak yatırımından para kazanmaya yönelmiş sanayinin yoğunluğu şehri öngörülenin çok üzerinde yoğunlaşmış, artık kendini taşıyamaz hale gelmiş bir obezliğe itti.

Gelin görün ki, ülkenin hali de Bursa’dan daha iyi değil, ancak Küçükkayalar’ın gündeminde ulusal mevzulara yer yoktu. TÜSİAD’ın açıklama yaptığı ilk günden itibaren ne söyleyeceğini merakla beklediğim BUSİAD Yönetimi bu konuda sessiz kalmayı tercih etti.

Gecenin konuğu şehrin 2050 vizyonu ile hazırlanan 1%100.000’lik planı hakkında bir sunum gerçekleştirmesi beklenen Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’di.

Bozbey kürsüye çıkmadan hemen önce Osmangazi Belediye Başkanı Erkan Aydın’ın salondan ayrılması gecenin ilk dikkat çeken olayı oldu bence.

Başkan Bozbey’in yaklaşık bir saat kürsüde kalmasına vesile olan uzun sunum, geçtiğimiz günlerde Bursa basını ile bir araya gelerek yaptığı aylık değerlendirme toplantısında bir benzerini izlediğimiz bilgileri içeriyordu.

Sanayiye yönelik aktarılması gereken en önemli bölüm, Bursa’nın yeni bir üretim modeline dönmesi gerektiğinin altını Bozbey’in de çizmiş olmasıydı. Şehrin doğal kaynaklarını hunharca kullanan, aynı zamanda şehri acımasızca kirleten, tüm bunlara karşılık şehre vergi anlamında bir katkısı olmadığı gibi ülkeye de katma değer anlamında bir kazancı olmayan üretimden uzaklaşıp bir tür yeşil sanayi modeline geçişin şart olduğuna vurgu yaptı Bursa’nın Şehremini.

Sonra da dedi ki; ‘Sanayi planlamasını düşünürken, suya talebi yüksek olan işletmeleri yeniden değerlendireceğiz!’

Bu su konusuna ayrıca gireceğiz. İşin bu kısmı cebimizde dursun…

Elbette gazetelerin başlıklarını süsleyen ürpertici rakamları da verdi. ‘Bursa’da 122 bin bina riskli, 28 bin bina 7 büyüklüğündeki bir depremde yıkılacak!’ dedi.

Bu rakamları daha önce de aktarmıştık yazılarımızda, bir kez daha dile getirmenin vatandaşın içinde bulunduğu tehlikenin farkına varması adına faydalı olacağını düşünüyorum. Zira bu tehlike çerçevesinde şekilleniyor kentsel dönüşüm projeleri.

1/100.000’lik Bursa Çevre Düzeni Planı konusunda çeşitli kurumlarla yazışmalar yapılmaya başlanmış, görüş alışverişi noktasına gelinmiş. Planın bitirilip görücüye çıkma hedef tarihi 2026 yılı Ocak ayı sonu.

Şehrin sadece sanayisi konuşulmadı elbette. Hatta sanayinin ıslahı konuşulurken, tarihi ve tarımsal değerlerimiz üzerinde hassasiyetle duruldu diyebilirim.

Mesela bir kez daha söylendi Kapalı Çarşı ve civarında esnafın gece saat 22.00’ye kadar dükkanlarını açık tutmak için hazırlık yaptıkları

Bursa’nın 8 bin 500 yıllık bir tarihi geçmişi olduğu ve bu geçmişle birlikte Göbekli Tepe’den sonra en kıymetli noktalardan biri haline gelmesi gerektiği…

Üzerinde durulan ve beni şaşkına çeviren bir konu da müsilaj sorunuydu. Malum sıklıkla vurgulanıyor bu yıl geçtiğimiz yıllarda yaşanandan daha büyük bir müsilaj tehlikesi yaşayacağımız. Aynı zamanda Marmara Belediyeler Birliği Başkanı olan Mustafa Bozbey, Bursa kıyılarının müsilajdan temizlenmesi için 7 milyar liralık bir yatırıma ihtiyaç olduğunu, İstanbul için bu yatırım rakamının 140 milyar lirayı bulduğunu ve tüm Marmara’ya kıyısı olan illerin benzer yatırımlar yapmasının müsilajdan kurtulmanın tek çaresi olduğunu vurguladı.

Şöyle kafamda kabaca bir hesap yaptım, Marmara Denizinin müsilajdan kurtulması için 160-170 milyar liraya ihtiyaç var. Bunun için kredi ve fon arayışına girilmiş, ancak ‘Onun da önünde engeller var’ diyor Bozbey. Hasılı kelam, olacağı yok pek bu yatırımların gibi duruyor en azından şimdilik.

Çevre Düzeni Planı hızlandıkça bizim için fikri takip de daha çok önem arz ediyor. Merakla bekliyoruz gelişmeleri…

 

Yılda 1897 kişi çalışırken ölüyor! Avrupa’da birinciyiz!

Yılda 1897 kişi çalışırken ölüyor! Avrupa’da birinciyiz!

3 Mart İş Cinayetleri ile Mücadele Günü Avrupa’nın en çok iş cinayeti işlenen ülkesi olan Türkiye için son derece önemli bir gün aslında. Ancak üç beş gün konuşulan sonra da hiçbir yere varmayan gündemlerden başımız öyle kalabalık ki, asıl sorunlarımıza bir türlü gelemiyoruz.

Ekonomiyi konuşamıyoruz mesela, ülkenin düze çıkmasının tüm sorumluluğunun neden sabit gelirlinin sırtına vurulan bir yük olduğunu konuşamıyoruz, bu yükü taşırken günde 5 kişinin iş kazalarında öldüğünü, her 5 günde bir çocuğun da MESEM’ler sayesinde devlet eliyle çalışma hayatına itilerek yine iş kazalarında can verdiğini konuşamıyoruz.

Başımıza gelmeden başımıza geleceğini hiç düşünmediğimiz meseleleri hiçe sayıp, pasifliği baş tacı yapmamızı sağlayan ‘bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ sözünü sonsuza kadar yaşattığımız bir sürecin tam ortasındayız.

Bugün 3 Mart İş Cinayetleri ile Mücadele Günü

Hepi topu ikisi aynı kurumdan üç gazeteci ve bir kameramanın katıldığı basın toplantısında çok önemli konuların altı çizildi.

TMMOB Bursa İl Koordinasyon Kurulu Sekreteri Murat Korkut tarafından okunan açıklamada özetle; ‘İşçiler için ekmek mücadelesi, yaşam mücadelesine döndü!’ denildi.

“Emek sömürüsünün derinleştiği; esnek, güvencesiz istihdamın yaygınlaştığı, emek örgütlerinin etkisizleştirildiği 23 yıllık AK Parti iktidarı dönemi boyunca, toplu işçi ölümleri tarihin en yüksek sayılarına ulaşmış, 23 yılda 32 binin üzerinde emekçi işyerlerinde hayatını kaybetmiştir!” derken çok önemli bir noktaya parmak basılıyordu aslında.

Üzerine parmak basılan ve bir masa etrafındaki yaklaşık 15 kişilik ekibin dinlediği çok önemli başka konular da vardı.

Mesela Bursa Tabipler Odası tarafından dile getirilen bir husus, ülkenin meslek hastalıklarını tespit edecek ve bu konuda bir sosyal güvence sağlayacak ilerlemeye henüz varmadığını gösteriyordu bize. İşverenlerin ve hükümetlerin sessiz kaldığı, meslek hastalıklarının sessiz ölüm olduğunun altı çizildi. Toplantıyı takip eden küçük ekipte derin bir sessizlik hakimdi…

KESK Bursa cephesi 2024 yılının iş kazasında ölenler rakamını açıkladı. Her biri bir aileyi temsil eden, 1897 kişi iş kazalarında hayatını kaybetmişti. Bu rakamın içindeki 71 kişiyse henüz çocuktu

DİSK Bursa, toplumu çok yakından ilgilendiren, her gün içimizden birinin kapısını mutlak aşındıran bu sorunların dile getirildiği açıklamalara insanların ilgisizliğinden ve yaşanan en derin sorunun adalet sorunu olduğundan bahsetti. Odanın içindeki ekibin tamamı bu sıkıntıları gayet derinden hissediyordu…

Mimarlar Odası Bursa Şube Başkanı Şirin Rodoplu Şimşek, inşaat sektörünün kaçak işçilerin özellikle de kaçak çalışan göçmenlerin en fazla istihdam edildiği sektörlerden biri olduğunun altını çizdi. İnşaat alanında ciddi iş kazalarının olduğuna işaret eden Şimşek, ancak çalışanların kayıtsız olmasından dolayı bu kazaların da kayıtlara geçmediğine vurgu yaptı.

Makine Mühendisleri Odası Bursa Şube Başkanı Ahmet İhsan Taşkınsel’in dikkat çektiği konu ise hepten başa bela bir işti…

Taşeron işçi çalıştırmanın özellikle belediyelerde giderek yaygınlaşan ve ciddi adaletsizliklere neden olan bir sistem olduğunun altını çizen Taşkınsel, bir odada aynı işi yapan ancak üç farklı statüde çalıştığı için üç farklı maaş alan insanlarla iş barışını sağlamanın mümkün olmadığını belirtti.

Tüm bu konuşulanların güncel gündemle alakası olmadığını, siyasi hesaplaşmalardan, sözlü sataşmalardan uzak şeylerden bahsettiğimi biliyorum. Yine biliyorum ki, hepimizin asıl meselesi bunlar.

Zaten, hayatla ölüm arasında sıkışan yaşamlarımızda daha huzurlu olmak adına verilmiyor mu tüm kavga?

Karanlık Bağ: Cehalet ve Kin

Karanlık Bağ: Cehalet ve Kin

Cehalet ve kin, birbirini besleyen iki karanlık duygu gibi, insan ruhunu zehirleyen ve toplumları ayrıştıran bir döngü içinde var olurlar. Bilgisizliğin getirdiği korku, zamanla öfkeye, öfke ise kine dönüşür. Çünkü insan bilmediğinden korkar, korktuğuna düşman olur ve düşmanlığını besledikçe kin duyar. Bu bağın etkilerini tarihte, gündelik hayatta ve bireysel ilişkilerde görmek mümkündür.

Orta Çağ Avrupa’sında “cadı avları” adı altında binlerce insan öldürüldü. Bu kıyımların arkasında bilimsel bilginin eksikliği, batıl inançlar ve kilisenin körüklediği korku vardı. Halk, doğa olaylarını ya da hastalıkları açıklayacak bilgiye sahip olmadığından, farklı olanı düşman bellemişti. Bilinmeyen şey, bir tehdit olarak algılanıyordu. Sonuç olarak, toplum cehaletin doğurduğu kinle hareket etti ve suçsuz insanlar yakılarak öldürüldü.

Bugün hâlâ benzer olaylara tanık oluyoruz. Örneğin, sosyal medyada hızla yayılan yalan haberler, insanların önyargılarını körüklüyor. Belli bir grup veya kişi hakkında hiçbir gerçek bilgiye sahip olmayan insanlar, sadece duydukları veya gördükleri manipülatif içeriklerle öfke duyuyorlar. Bilgiye ulaşmak yerine, çarpıtılmış anlatıları kabul eden kişiler, farkında olmadan bir nefret çemberine hapsoluyor.

Bir diğer örnek, ırkçılık ve yabancı düşmanlığıdır. Birçok kişi, farklı kültürlerden insanlarla doğrudan etkileşime girmeden, sadece duyduklarıyla önyargılar oluşturur. Bu önyargılar zamanla nefrete dönüşür ve kinle pekişir. Oysa bilgiye dayalı bir bakış açısı geliştiren insanlar, farklılıkları bir tehdit olarak görmek yerine bir zenginlik olarak değerlendirebilir.

İkili ilişkilerde de cehalet ve kin arasında doğrudan bir bağ vardır. Bir insan, başkasının niyetini anlamadan, onun geçmişini veya içinde bulunduğu durumu bilmeden yargıladığında, öfke doğar. Örneğin, bir arkadaşınızın sizinle ilgilenmediğini düşünüp ona karşı öfke duyabilirsiniz. Oysa onun zor bir dönemden geçtiğini bilmediğiniz için bu öfke yersizdir. Eğer bu bilinmezlik devam ederse, öfkeniz kibre, kibir ise kine dönüşür.

Cehalet, kin için verimli bir toprak gibidir. Korkunun, önyargının ve yanlış anlamaların büyüdüğü bu toprakta, ancak bilgiyle aydınlanma sağlanabilir. Eğitim, merak ve sorgulama, bu döngüyü kırmanın en güçlü yollarıdır. Bir insan ne kadar çok öğrenirse, o kadar az korkar. Ne kadar az korkarsa, o kadar az nefret eder.

Sonuç olarak, kin ve cehalet arasındaki bu güçlü bağ, ancak bilinçli çabalarla koparılabilir. Çünkü insan, bildiğini sevme, anlamaya çalışma ve empati duyma kapasitesine sahiptir. Ve belki de gerçek özgürlük, cehaletin prangalarını kırıp, kin yerine anlayışı koyabilmektir.

Ramazan hoş geldin, ama midemiz boş geldin…

Ramazan hoş geldin, ama midemiz boş geldin…

Ben de isterim ‘Hoş geldin 11 ayın sultanı ya şehr-i Ramazan’ demek de, eski keyifler hiç kalmadı…

Elbet Ramazan Hoş gelmiş, safa getirmiş.

Bizim meselemiz bu mübarek ayla ilgili değil zaten.

Bizimkisi doğal geçinememe hali…

Yakın zamanda bazı restoranların önünde kocaman afişlerle yapılan, ‘Restoranımız iftar saatinde açıktır, iftar menüsü gibi dayatmalarımız yoktur, isteyen istediğini sipariş verebilir’ şeklindeki açıklamalardan anlamak mümkün ki, akşam yemeği için dışarıya çıkabilme lüksünü halen yaşayan küçük azınlık dahi iftar menülerinin fiyatları altında ezilmeye başlamış.

Eeee… Buradan yola çıkarak, şöyle kallavi bir iftar sofrası kurdurup bir aylık maaşını bir gecede rahatlıkla yiyebildiğimiz emeklinin halini düşünmeye başlayabiliriz o halde.

Zira bu Ramazan ayında buram buram kokan mis gibi pide yerine buram buram kokan hüzünlü bir yoksulluk yaşayacağız gibi görünüyor.

Pide fiyatları pek çok yerde olduğu gibi Bursa’da da 20 lira olarak belirlendi, ancak hepimiz biliyoruz ki, bu pidenin ikilisi var, çift yumurtalısı var, bol susamlısı var, var oğlu var…

Yani pidenin asgari fiyatı 20 lira, ağzımın tadı yerine gelsin diyenler bu rakamın üstüne çıkmak zorunda kalacak pide alırken, orası net…

Ramazan ayının en büyük katkısının zenginin yoksulun halinden anlamasını sağlamak olduğu söylenir her daim. Gel gör ki, günümüzde içinde kuş sütü eksik olmayan öyle sahur sofraları, öyle iftar sofraları kuruyor ki zenginler, garibanın halinden anlamaları mümkün değil.

Gariban dediğimiz kesimin içine artık asgari ücretli ve emekli de girdiğinden, bu kesimde oruçlar ekmekle, makarnayla tutulmaya devam ediliyor. Zira fazlasına maaş yetmiyor, hatta buna bile zor zahmet yettiriliyor eldeki avuçtaki.

Eskiden Ramazan gelmeden bir ay önce başlardı hazırlıklar, şöyle bol yumurtalı erişteler, ramazanda börek yapması kolay olsun diye önceden hazırlanan yufkalar, sahurda tüketmek için pişirilen kavurmalar, çarşıya çıkılıp ağzına kadar doldurulan dolaplar hayal değildi…

Sırayla kurulan kalabalık iftar sofralarının neşesini şimdi içecek ve yoğurt reklamlarında izliyoruz.

İftarın ardından çaylı kahveli sohbetler, sahura kadar uzayan misafirlikler reklam sektörünün dahi hatırına gelmiyor artık…

Emeklinin gözü ise Bayram İkramiyesinde.

Hadi Ramazan’a yetişmedi bari bayramda torunlara bir mendil, bir çorap alalım diyorlar, fakat fiyatlar aldı başını gitti. İş mendile çoraba yetişir mi o bile belli değil…

Abarttığımı düşünüyorsanız size rakamlarla da konuşabilirim.

Türk-İş Şubat ayı açlık ve yoksulluk sınırı verilerini açıkladı bugün itibariyle. Türk-İş’in verilerine göre, Ankara’da yaşayan dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapılması gereken aylık gıda harcaması tutarını ifade eden açlık sınırı 23 bin 323,86 TL’ye yükseldi.

Hooppp… Asgari ücret açlık sınırının altında kaldı bile!

Zorunlu aylık harcamaların toplam tutarını ifade eden yoksulluk sınırı da 75 bin 973,49 TL’ye ulaştı. Bekar bir çalışanın ‘yaşama maliyeti’ de aylık 30 bin 206,24 TL’ye yükseldi.

Bu veriler ışığında bir bekarın yalnız yaşamak için asgari ücrete komşu olarak adlandırılan ücretlerin de üzerinde baya baya maaş delinecek düzeyde kazancının olması şart. Aksi halde bekar, ancak ailesiyle yaşayan bir birey olmaya devam edecek…

Yoksulluk sınırına ise asgari ücretle çalışan iki kişinin de ulaşması mümkün olmadığından, gençlere iki asgari ücretli bir açlık sınırına yakışır diyebiliyorum sadece.

Türk-İş’in mutfak enflasyonu, şubatta aylık yüzde 5,39 oranında gerçekleşti. Mutfağın yıllık enflasyonu yüzde 43,47 olurken, yıllık ortalama artış ise yüzde 57,73 olarak gerçekleşti.

Eeee… Hani asgari ücretli enflasyona ezdirilmeyecekti?

Daha ilk aylardan asgari ücretlinin suyu, emeklinin posası çıktı.

Bu ahval ve şerait içinde girdiğimiz Ramazan Ayınız mübarek olsun…

Kurultaylar, alavereler, dalavereler…

Kurultaylar, alavereler, dalavereler…

“Kurultayımıza ilişkin kim tarafından ve hangi amaçla ortaya atıldığı belli olan mesnetsiz iddialara tutunup Cumhuriyet Halk Partisi’ne kayyım atanması için mahkeme kapılarında dolaşanlar umduklarını bulamadı” cümlesiyle başlayalım Kurultay sürecinde neler yaşandı meselesine…

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının, CHP Kurultayında ‘delege satın alındığı’ iddiası üzerine Ocak 2024’te başlattığı soruşturma, Kılıçdaroğlu’nun şaibe kuşkusuyla ilgili demecinin ardından tekrar gündeme gelmiş, soruşturma, CHP Bursa İl Başkanı Nihat Yeşiltaş hakkında iddialar ortaya atan Erkan Çakır ile ilgili suç duyurusunda bulunulmasıyla bir araya getirilerek bir yıldan fazla bekledikten sonra uygun zamanda yeniden canlandırılmıştı.

‘CHP’de neler oluyor?’ konu başlıklı konuşmaları yaparken, kurultay sürecini ve süreçle ilgili mahkemeye taşınmış iddiaları konuşmadan olmazdı elbette…

Kendisi ile ilgili iddialarda bulunan Çakır’ı hiç tanımadığını özellikle vurguluyor Yeşiltaş. “Kendisiyle ilgili çirkin ithamlarda bulunulan herkes itham edilen işleri yapmadığından eminse savcılığa gider ve gereğinin yapılmasını ister. Ben kendimden son derece emin olduğum için suç duyurusunda bulundum. Zaten şahıs verdiği ifadede; ‘Ben görmedim, ama duydum’ diyor. İddiasına göre Ferhat İşçimen’den duymuş. İşçimen’in ifadesinde de; ‘Ben Nihat Yeşiltaş’ı tanımam, böyle bir para alışverişine şahit de olmadım’ ibareleri yer alıyor” diyerek anlatıyor süreci.

İfadeler ortada, ancak CHP Bursa’nın Kılıçdaroğlu kanadı ‘hiçbir şey olmadıysa bile kesin bir şey oldu’ diyor. Konuyla ilgili Turgut Özkan ile görüştüğümü belirtmiştim. Özkan’ın iddiasına göre Bursa delegesi Kılıçdaroğlu’nu desteklemek için çıktığı kurultay yolunun sonunda vardığı salonda nasıl olduysa bir anda Özgür Özel’e destek verdi. Destek ilk turda daha azdı, ancak Özel’in daha güçlü durduğu anlaşılınca desteğin yoğunluğu da güçlüden yana arttı haliyle. Bu ani değişim doğal olarak bir takım çıkar ilişkilerine bağlanıyor ve işin sonunda ‘Rüşvetin belgesi olmaz, ama…’ diye başlayan cümleler kuruluyor.

Doğru rüşvetin belgesi olmaz, tam da bu nedenle ‘aldı’ demek de kolaydır, ‘almadım’ demek de kolaydır…

Konuyu bir de Nihat Yeşiltaş’tan dinlemek lazım, zira delegasyonun başında kendisi bulunuyor. Mahkemeye kadar varan iddialarda delegelere dağıtılmak üzere paralar aldığı iddia edilen, delegeleri ikna etmek üzere paralar aldığı iddia edilen, paralarla sürekli olarak ilişkilendirilen isim kendisi…

“Şimdi size bizim kurultay delege yapımızı anlatarak başlayayım” diyerek giriyor söze Yeşiltaş. Sonra da başlıyor anlatmaya; “Ben ilçe başkanlarının hepsini kurultay delegesi yazdım. Beni desteklemeyen ilçe başkanları da vardı onları da ayırt etmedim. Hepsi kurultay delegesiydi. Geçmiş dönem belediye başkanlarının tamamını yazdım. Daha öne milletvekilliği yapmış isimleri yazdım. Milletvekilleri zaten doğal kurultay delegesi. Sorarım size; siz kurultay delegelerini bu kadar politik kişilerden yazarsanız bunların fikirlerini parayla pulla ya da başka vaatlerle değiştirme şansınız var mı?”

Hayli iddialı bir soru…

Kurultaydan bir hafta on gün öncesinden hemen herkesin tarafının belli olduğunu, Bursa delegasyonunun neredeyse yarı yarıya Özgür Özel ve Kemal Kılıçdaroğlu arasında ikiye bölündüğünü belirtiyor Başkan Yeşiltaş. Ancak delegelerle kurultay öncesinde bir konuşma da olmuş elbet.

Talep de şu; “Bursa’dan parti meclisine, yüksek disiplin kuruluna, yani partinin yönetim kadrosuna kim aday olursa hep birlikte onu destekleyelim

Yönetimde söz sahibi olmak, partinin organlarında Bursa’yı temsil etmek açısından son derece doğru bir yaklaşım bence.

Sonuçta Kılıçdaroğlu’nun seçimi kaybetmesiyle mesele gittikçe dallanıp budaklandı biliyorsunuz. Dallanıp budaklandıranlarla ilgili de pek çok bilgi, belge, şikayet var CHP İl Başkanlığı’nın elinde. İddia sahipleri de kendi ellerinde belgeler olduğunu söylüyorlar. Üstelik konu Bursa’nın kurultay delegelerini de itham altında bırakan suçlamalardan oluştuğundan delegeler toplu bir açıklama yapma ihtiyacı duymuşlar. Ancak Nihat Başkan böyle bir şey istemiyor; ‘Şikayet ettiğim adama karşı kendimi savunmaya geçmeyeceğim’ diyor.

Gelelim sıkça dile getirilen, ‘Senin oğlun İBB’de aynı dönemde işe başlamadı mı?’ iddialarına Yeşiltaş’ın verdiği yanıta…

Bilmeyenler için söyleyelim, Nihat Yeşiltaş’ı oğlu tiyatro sanatçısı. Dolayısıyla işini yapabileceği en doğru yer İstanbul. “Canan Kaftancıoğlu İl Başkanıyken çocuğum İstanbul Şehir Tiyatrosunun daha etkili olduğunu düşündüğü için o dönemde gidip kendi müracaatını yapmış. Aradan birkaç yıl geçti bu sürecin üzerinden, 31 Mart seçimlerinden bir yıl önce oğlumu mülakata çağırdılar. Mülakat iyi geçti, iş kabulü gerçekleşti ve en geç 6 ay içinde tamamlanacak olan bir sicil yoklaması süreci başladı. Bu süreç 4 ay içinde bitti bizim için. Sonra da oğlumu çağırdılar, iş başı yaptı. Bu konunun kurultayla, öncesiyle, sonrasıyla hiçbir ilgisi yok. Daha önce de burada kent tiyatrosunda sanatçıydı oğlum” diyerek tüm detayları aktardı Yeşiltaş. Buradaki tarihler baz alındığında Başkan Yeşiltaş’ın oğlu 2023 yılı yaz aylarında işe başlamış oluyor. Yeşiltaş 17 Eylül 2023 yılında göreve geliyor. CHP’nin 38. Kurultayı ise 2023 yılı Kasım ayında yapılmış. Şimdi ya pazarlık çok erken başlamış ya da konunun gerçekten birbiriyle bağlantısı yok.

Aslında bir siyasi figürün çoluk çocuğunun ne iş yaptığı, nerede yaptığı konusunu sorgulamak hoşuma gitmiyor hiç. Ama işte koltuklar böyle kıymetli olunca, atılan adım, alınan nefes bile sorgulanıyor bazen.

Bu pilav daha çok su kaldırır, biz de yazmaya devam ederiz…

 

CHP’de ihraç süreci tarafları… Yeşiltaş ve Özkan karşı karşıya

CHP’de ihraç süreci tarafları… Yeşiltaş ve Özkan karşı karşıya

Bu aralar en karışık siyasi partinin CHP olduğu konusunda herkes hemfikirdir sanırım. Bir yandan üst üste açılan davalar, bir yandan içeride başlayan imza toplama, olağanüstü kongreye gitme süreçleri bir yandan disipline sevk çıkışları…

Dış ataklardan başlayıp içeriye doğru ilerlemek ve her kesimin görüşlerini yazmak çabasındayım.

“CHP’nin 38’inci Olağan Kurultayı kararının iptali istemiyle açılan üç ayrı davada, Kurultay’da oluşan yönetimin görevden uzaklaştırılmasına yönelik ihtiyati tedbir talepleri reddedildi. CHP Genel Başkan Yardımcısı Gül Çiftci, ‘Her geçen gün yenilgiye bir adım daha yaklaşan iktidarın çırpınışlarından medet umanlara duyurulur. Kurultayımıza ilişkin kim tarafından ve hangi amaçla ortaya atıldığı belli olan mesnetsiz iddialara tutunup Cumhuriyet Halk Partisi’ne kayyım atanması için mahkeme kapılarında dolaşanlar umduklarını bulamadı” haberi ile dış ataklardan birinin bertaraf edildiğini öğrendik dün itibariyle.

Dolayısıyla gözümüzü bir kez daha Bursa’ya çevirebiliriz.

Hemen hatırlatalım, CHP Altınşehir Mahalle Temsilciliği’nin kahvaltısında Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’in konuşması ile bir ihraç sürecine işaret edilmiş ve ilk İl Yönetim Kurulu Toplantısında da konunun gereği yapılarak, önceki dönem il başkanı Turgut Özkan disiplin kuruluna sevk edilmişti.

Turgut Özkan konuyla ilgili yaptığımız görüşmede, “İmamoğlu, hakkındaki soruşturmaların altında Cumhurbaşkanının imzası olduğunu söylüyor, benim disiplin sürecimin altında da Bozbey imzası var” diyor. Bir yandan İl Başkanı Nihat Yeşiltaş’ı Bozbey’in talimatlarını yerine getirmekle ve CHP İl Başkanına yakışmayacak kadar pasif olmakla itham ediyor, diğer yandan ‘Bizi istemeyen Başkan Bozbeydir’ diyor.

Topladıkları imzalarla olağanüstü kongreler sürecini başlatan ekibin aslen Mustafa Bozbey ile uzlaşamadıklarını, Başkan Nihat Yeşiltaş’a da pasif kalarak Bozbey’in güdümünde hareket ettiği, örgütü yok saydığı gerekçesi ile yüklendiklerini söylesem yanlış bir yorumda bulunmam sanırım.

Başkan Yeşiltaş ile de görüştüm elbette. “Son 3-4 haftalık toplantılarımızda bizim il yöneticilerimizin baskısı vardı bu konuda, Bozbey de bunu biliyordu, kahvaltıda bunu dillendirdi aslında. O emretti biz yaptık gibi bir durum yok. Yapılanlar hiç yenilir yutulur şeyler değil. Başarısız olsunlar ki biz kendimize alan açalım gibi bir fırsat kolluyorlar” diyor Yeşiltaş.

Eeee… Parti güçleniyor, iktidara yürüyor, koltuklar değerleniyor, fakat gelin görün ki, partinin sadece adının geçtiği zamanlarda yönetim kademelerine emek vermişlerin hiçbiri şu anda yönetim kademelerinde yer almıyor. Dolayısıyla çatırtının büyüğü buradan kopuyor.

Partinin ana hatları ile ikiye bölündüğü, kılcal damarlara doğru inildiğinde bölünmenin çok daha fazla olduğu ortada. Fakat Cumhuriyet Halk Partisi’nde herkesin konuşma hakkı olmasından, görüşünü açıkça dile getirebilmesinden kaynaklı farklılıkların ortaya çıkmasıyla bölünmelerin olması doğaldır ve bence asıl demokrasi de bu bölünmüşlüklerin dahi ortak paydada, aynı parti çatısı altında bir araya gelebilmesindedir.

Demokrasi güzeldir de, bazen zorlu yollarda yürütür insanı…

Disipline sevk süreçlerinin imzacı eski il ve ilçe başkanları ile devam edeceği yönünde iddialar da gündemdeydi hatırlarsanız.

Disiplin süreçlerinden memnuniyet duymadığını, iktidara yürüyen bir partinin bu süreçlerle yıpranmasını doğru bulmadığını belirten Yeşiltaş, ‘Mümkün mertebe işi bu noktaya götürmemeye çalışıyoruz’ dedi yaptığımız konuşmada.

Zaten farkındaysanız bir süredir ortalık sütliman, herkes olacakları bekliyor ki, ona göre alsın gardını…

Turgut Özkan ile ilgili disiplin süreci ise kesin olarak başlamış görünüyor. Genel Merkez’den nasıl bir karar çıkar elbette bilmek mümkün değil, ancak kendisi bir avukat olan ve 30 yıllık partili olduğunu üstüne basa basa dile getiren Özkan’ı bu süreç tedirgin etmiş gibi görünmüyor. ‘Biz gider bir daha geliriz. Kahraman olarak geliriz. Disiplin süreci bizi yıldıramaz’ diyor.

İhraçtan iki yıl sonra partiye tekrar dönebiliyor Özkan.

Kahraman olur mu?

Bu elbette örgütün kendisi ile ilgili takınacağı tutuma, hatta bence şimdiki yönetimin bundan sonraki tutumuna çok bağlı…

Osmangazi ve Yıldırım’da yönetimlerin taraf değiştirmesini sağlayan ekibin Nilüfer İlçe Başkanlığı ve nihayetinde İl Başkanlığı için de imza sürecini başlatması konusu da gündemde.

Nilüfer’i bu konuda şimdilik pas geçiyorum. Eğer görev süresi Genel Merkez tarafından uzatılmazsa Nilüfer için imza toplama çalışması yapılmayacak gibi görünüyor. Yönetimlerin görev süreleri Genel Merkez tarafından uzatılırsa, o zaman Nilüfer imza süreci başlatılarak olağanüstü kongreye götürülmede hedef!

Gelelim kavganın büyüğünün koptuğu CHP Bursa İl Başkanlığı koltuğuna…

Eğer Turgut Özkan’ın disiplin süreci Osmangazi ve Yıldırım için imza toplayan ekibin geri çekilmesine vesile olmazsa imzacılar İl Başkanlığı için bir kez daha harekete geçecekler, orası kesin. Ancak giderek kan kaybediyorlar burayı da unutmamak lazım.

Nihat Yeşiltaş ise imza toplayarak olağanüstü kongre isteme sürecinin İl Başkanlığı’na sıçramayacağından emin. Durumu şöyle özetliyor;

“İl Yönetimine sıçramayacak bu kaotik durum. O kadar çok telefon alıyorum ki, insanların duygu ve düşüncelerini söylemesi için bir fırsat olmuş oldu. Osmangazi için imza toplayan mahalle sorumluları dahi durum İl’e sıçramayacak diyor. Yıldırım’da da durum aynı, yönetimde olanlar bile ‘Buradan İl’e yürüyecekler, ama biz sizin yanınızdayız’ diyorlar. Benim de öyle bir tereddüdüm yok!”

Zaten Turgut Özkan, Yeşiltaş’a karşı oluşan grubun en güçlü isimlerinden biri. Kendisi ile ilgili ihraç kararı çıkarsa birlikte hareket ettikleri İsmet Karaca ekibinin yeni bir başkan adayı belirlemesi gerekecek. Hatta belki bu başkan adayı İsmet Karaca olacak. İmza toplayan tek ekip elbette Özkan ve Karaca’dan oluşan ekip değil. Bir yanda Ahmet Memişoğulları, diğer yanda Gürhan Akdoğan

Buradaki tüm isimler kendilerini güçlenen CHP’nin İl Başkanlığı koltuğunda görmeyi arzu edebilir ve bu durum şaşırtıcı da olmaz.

Haliyle bana plan daha yola çıkarken çökebilir gibi geliyor, zira tüm hesaplar il başkanlığı için yapılıyor bu gruplar tarafından…

 

NOT: Kurultayda neler oldu ve Nihat Yeşiltaş’ın oğlu İBB’de işe nasıl girdi kısmını da bir sonraki yazımda ele alacağım…

TOKİ o evleri bize verir mi?

TOKİ o evleri bize verir mi?

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey Şubat ayı değerlendirme toplantısının ana konusunu kentsel dönüşüm çalışmaları olarak belirledi.

Efendim, öncelikle şu üzerinde çokça konuşulan mikro bölgeleme çalışmasını JICA ile birlikte yürüttüğümüzü ve Osmangazi ile Yıldırım ilçelerinin mikro bölgeleme çalışmasının bittiğini, Nilüfer’de ise çalışmaların sürdüğünü bir kez daha hatırlatalım. Böylelikle Bursa merkezin kentsel dönüşümüne ışık tutacak zemin etütlerini büyük ölçüde tamamlamış olacağız.

Kısa süre içinde 520 bin binadan 628 bin binaya ulaşan, Bursa’da 122 bin bina deprem riski taşıyor. 26 bin bina da yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya!

Dikkatinizi çekerim, bu rakamlar bina üzerinden konuşuluyor, iş bağımsız bölümlere, yani her birimizin kapısını kapatınca içinde yaşadığımız hayata özel hayat dediğimiz dairelerimize geldiğinde rakamın büyüklüğünü varın siz tahmin edin. Her bağımsız bölümde dört kişilik bir ailenin yaşadığı düşünüldüğünde Bursa nüfusunun önemli bir kesimini ilgilendiriyor depremde yıkılma tehlikesi olan binalar ve kentsel dönüşüm konusu…

Kendisi İnşaat Yüksek Mühendisi olan, haliyle ‘Bina nedir, ne işe yarar, bu iş nasıl yapılır…’ gibi konulardan iyi anlayan Başkan Bozbey’in şehirde daha önce uygulanan kentsel dönüşüm çalışmalarını onaylamadığını, bina yenileme şeklinde ilerlemek yerine bütüncül planlarla şehirdeki tüm tabloyu iyileştirmeyi amaçladığını biliyoruz.

Gel gelelim çoktan başlamış kentsel dönüşüm çalışmaları var işin içinde.

Hepsi bir arada harmanlanacak artık, yapılacak çok fazla bir şey yok bu noktada…

Mesela Demiryolu Altı Bölgesindeki zeminin halini vakti zamanında buranın Bursa Ovasının en güzel yerlerinden olduğunu bildiğimiz için sade vatandaş olarak dahi tahmin edebiliyoruz. Malum, binalar da en azından 30-40 yıllık var. Üstelik pek çok bina zaten gecekondu olarak başladığından hayatına, mühendislik hizmeti alınmış olma ihtimali de düşük…

Kentsel dönüşüm için biçilmiş kaftan bölgenin güvenlik sorunları nedeniyle bir çöküntü bölgesi olarak değerlendirilmesi de ayrı konu başlığı aslında. Sonuç olarak Demiryolu Altı Bölgesine kentsel dönüşüm geliyor

Proje 9 mahalleyi kapsayan bir çalışma olacak. Sonucunda da Beşyol’daki kentsel dönüşüm çalışması ile bütünleşik bir plan halinde ele alınıp büyük bir Kuzey Bulvarı ile taçlandırılacak.

Bursa giderek İstanbul gibi çok merkezli bir hale bürünecek gelecekte. Bunu görmek zor değil.

Tüm bunlar kulağa hoş geliyor da, hayli kalabalık olan bölgenin boşaltılması sırasında oluşacak barınma sorunu nasıl çözülecek?

Gaziakdemir’deki dönüşümde plan iptalinin söz konusu olduğunu da yazmıştık hatırlarsanız geçtiğimiz günlerde. Gaziakdemir’e de yeni bir plan geliyor. Bölgedeki vatandaşların yüzde 73’üyle anlaşıldığını açıkladı Bozbey kürsüden. Bu demek oluyor ki, vatandaş da eski ve depreme dayanıksız binalarda yaşamaktan memnun değil. Doğru projeler ve vatandaşın hak kaybının minimuma indirilmesi ile harika sonuçlar alınabilir Bursa’da.

Vatandaşın hak kaybının minimuma indirilmesi konusu buradaki en kritik mesele!

Tabi bir de Akademik Odaların dört bir koldan çalıştıkları Altıparmak kentsel dönüşüm planı var. Merinos’a kadar olan bölgeyi kapsayan bir projeden bahsediyoruz.

Geçtiğimiz günlerde yapılan bir toplantıda Bursa’nın 10 yıl içinde yepyeni bir şehir olarak inşa edilebileceğinden bahsedildiğini hatırlıyorum. Gelin görün ki, bu inşa edilme sürecinde hep birlikte şehirden taşınmayacağımıza göre aradaki barınma sorununu çözmek için by pass çözümlere ihtiyacımız olacak.

Çünkü pek çok kalabalık alanda kentsel dönüşüme hız verilecek önümüzdeki günlerde.

Bozbey’in çözümü cebinde hazırmış bile…

Başkan diyor ki; ‘Madem biz bizim sıcaksu kaynaklarımızın üzerine bir sağlık turizmi tesisi yapmak yerine TOKİ konutları inşa ettiniz. İnşaatlarda da belli bir yol kat ettiniz. Bu noktadan sonra olandan geri dönülemeyeceğine göre, siz bari bu inşa ettiğiniz binaları Bursa Büyükşehir Belediyesine kentsel dönüşüm sürecinde rezerv alan olarak kullanılmak üzere devredin. Biz de vatandaşa bu evlerden teklif ederek bir domino etkisi yaratalım ve süreci yönetmeyi kolaylaştıralım’

Aslında başkan tam olarak böyle demiyor, kendisi durumu daha kibar bir dille ifade etti. Hakkını yemeyeyim şimdi, fakat işin özeti budur.

Haaa… TOKİ Sıcaksu bölgesine inşa ettiği binaları satmak yerine Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne devreder mi?

Ben pek sanmıyorum. Sordum; Başkan Bozbey de konudan ümitli değil, ama işte ‘isteyenin bir yüzü, vermeyenin iki yüzü karaymış’ misali teklifini de yapıyor.

Ben derim ki, bu teklifin peşini kovalayalım. Şehrin 20 adet milletvekili var. Hangi partiden oldukları fark etmez. Bir Bursa lobisi oluştursunlar, vatandaşın yararına olacak bu hayırlı işin ucundan tutsunlar, gerekirse Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a gidilsin…

Olmaz mı?

Bir kere de garibanın işi çözülsün yahu şu şehirde…

Bursa’dan hunharca alınan ve şehre hizmet olarak dönmeyen her kaynağın yerini tutsun misal bu devir işlemi.

Ama bir şerh de koymak lazım; Bursa Büyükşehir Belediyesi bu binaları sadece kentsel dönüşüm çerçevesinde vatandaşa teklif edebilecek. Satamayacak, kiralayamayacak!

Nasıl fikir?

Bence siz bunu bir düşünün sayın vekiller. Öyle ceylan derisi koltuklarda oturup devasa maaşlar alıp el indirip kaldırmakla olmuyor, şehir için çabalamak lazım. İktidarı ile muhalefeti ile Bursa’nın yüksek yararı ilkesi diye bir ilke etrafında birleşmeyi bilin artık!

 

NOT: Toplantının pek çok önemli konusu olduğunu eski yazılardan biliyorsunuz. Diğer konuları da sonraki yazılarda değerlendirelim derim. Ortada bir kargaşa yaşanmasın…

Cumhur İttifakına BBP ayarı!

Cumhur İttifakına BBP ayarı!

Hayat şartlarının giderek zorlaştığı, üstüne üstük izlenen iç ve dış politikalara tam olarak bir anlam yüklemenin pek de mümkün olmadığı günümüz Türkiye’sinde muhalefet cephesi giderek genişliyor.

Cumhur İttifakının kendisi küçük, özgül ağırlığı büyük ortaklarından Büyük Birlik Partisi Bursa İl Teşkilatı, Partilerinin kuruluşunun 32. yaşını basın mensuplarıyla kutladı. Elbette açıklamalar yapıldı, elbette sorular soruldu, yanıtlar alındı.

Aslında bundan aylar önce düzenlediği basın toplantısında da aynı konulara değinen ve aynı bakış açısını sergileyen BBP Genel Başkan Yardımcısı Ekrem Alfatlı olduğu yerde duruyordu, söylemlerinde bir değişiklik yoktu, fakat köprünün altından öyle sular aktı ki bu süre zarfında, Cumhur İttifakının iki ortağı ile BBP’nin buluştuğu ortak müşterekler azalmış gibi görünüyor.

Efendim iki temel konumuz var ortak müşterekler kesişim kümesinden kopan; ilk başlık ekonomi, ikinci başlık ise elbette terörle mücadele

Gelelim konuyla ilgili Ekrem Alfatlı’nın açıklamalarına…

“Türkiye’de bütün vergiler minimum yüzde 44 seviyesinde arttı. Açlık sınırı 21 bin 230 oldu. Yoksulluk sınırı 72 bin liraya dayandı. Asgari ücret daha yeni 22 bin 104 oldu. Bütün vergiler, kira artışlarına kadar yüzde 56 düzeyinde artarken, asgari ücrete yüzde 30 zam yapıldı. Yeniden değerleme oranını yüzde 44 olarak belirliyorsunuz, Sabit gelirli insanlara yüzde 30 zam yapıyorsunuz. Emekliye 14 bin 500 lira aylık veriyorsunuz. Bu vicdani değildir. Asgari ücretli de aynı vergiyi ödüyor, zengin de aynı vergiyi ödüyor. Bu adaletsizliğin bir an önce ortadan kalkması gerekiyor. Özellikle asgari ücret ve emekliler için Temmuz’da bir iyileştirme talep ediyoruz!”

Baya baya ekonomik muhalefet…

Elbette MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli tarafından Abdullah Öcalan’ın meclise çağrılması ile birlikte başlayan yeni müzakere süreci de BBP’nin masasındaydı.

“Biz yıllardır terörle müzakere edilmeyeceğini, mücadele edileceğini, gerekirse idam getirilmesi gerektiğini söylüyoruz. Askere, polise, öğretmene silah sıkanlara idam gelmesini istiyoruz. Bebek katillerine, cinsel istismar suçuna karışanlara idam gelmesini istiyoruz. Bunları mecliste çok net ifade ediyoruz.

Türkiye’de Kürt sorunu değil siyasi bölücülük, terör sorunu var. Türkiye sınırları içerisinde Kürdistan diye bir bölge mi var? Bu ne hadsizlik! Türkiye devletine bağlı olan herkes Türk’tür. Burada Kürdistan diye bir bölge yoktur. Bunu ifade edenlerin cezalandırılmasını istiyoruz. Herkes anasından öğrendiği dili konuşmakta, bu dilde eserler vermekte, çalışmalar yapmakta özgürdür, ancak Türkiye’nin resmi dili Türkçedir, ötesini de biz tanımıyoruz!”

Bu sözlerin ardından elbette merak ettim, ekonomiye yönelik eleştirileri ile AK Parti’ye muhalif bir hava estiren, müzakere sürecine yönelik söylemleri ile MHP’ye muhalif bir tavır alan BBP Cumhur İttifakı’nın neresinde?

Bir mümin sokulduğu delikten ikinciye sokulmaz!” diye başlıyor sorumun yanıtı.

“Biz ne olacağını biliyoruz aslında ve muhalefetten çok uyarı görevimizi yerine getiriyoruz. Güvenlik bürokrasisi terörle mücadele edenler, şehit ve gazi aileleri çok rahatsız bu müzakere sürecinden. Biz milletimizin sesi ve vicdanıyız şu anda. Bir an önce sorunun çözüme kavuşması lazım. Biz bu sürecin bir an evvel nihayet bulmasını ve teröristlerin silahlarını teslim edip suçlarının cezasını çekmelerini istiyoruz. Tabi Devlet Bahçeli tecrübeli bir siyasetçi, bununla ilgili bir girişimde bulundu, ama bunun cevabı onlarda. Bizim bu konudaki duruşumuz çok net ve değişmedi!” diye devam ediyor.

Bahçeli ile karşı karşıya gelmek istemeyen, muhalefetten çok uyarı bizimkisi diyerek konuyu biraz da yumuşatan, ancak ilkelerinden taviz vermeyeceklerinin altını çizen bir açıklama…

Gelelim ekonomiye…

“Ekonomiyle ilgili bazen sizin doğruları farklı bir yöntemle söylemeniz önemli oluyor. Türkiye’de bazı değerlere bakınca her şey güllük gülistanlık gibi görünüyor. Bizim bahsettiğimiz konu vatandaşın, emeklinin çiftçinin, sabit gelirlinin gerçekleri. Bu kesimlerin çok hızlı bir biçimde refahının artması lazım, bunu yaparken fırsatçılarla mücadele edilmesi lazım. Vergi konusu önemli, burada adaletin sağlanması lazım. Ülkedeki rantın ortadan kaldırılması lazım. Cumhur İttifakının üst çatısı şu aslında; devletimizin varlığı, ülkemizin birliği, tek bayrak, tek millet, tek vatan. Bizi bir arada tutan değerlerimiz bunlar. Bu ortak müşterekte birleşen ayrı siyasi partiler, ayrı görüşler var. Biz bu ilkelerle Cumhur İttifakının içindeyiz. Anayasamızın ilk dört maddesinin değiştirilmemesi de şartlarımız arasında. Anayasa değiştirilmeli, ancak ilk dört maddeye dokunulmaması kırmızı çizgimiz!” sözleri ile yanıt alıyorum Alfatlı’dan.

İşin özüne gelecek olursak, kendi tabirleriyle ‘Askere giderken ve vergi verirken hatırlanan Anadolu insanını temsilen’ kurulan BBP’nin içine pek çok şey sinmiyor! Sürecin bundan sonraki kısmı nasıl ilerleyecek onu da birlikte takip edeceğiz elbette.

Yoksulluk suçlu, suçlu mağdur doğuruyor

Yoksulluk suçlu, suçlu mağdur doğuruyor

Ülkenin günlerdir üzerinde konuştuğu 14 yaşındaki Ahmet Minguzzi’nin İstanbul’da 15 ve 16 yaşındaki iki çocuk tarafından saldırıya uğrayıp öldürülmesi meselesini yoksulluk ve yoksullukla gelen suça teşvik cenderesinde çocukların nasıl eritildiği çerçevesinden ele almayı istiyorum.

2024 yılında hakkında suç dosyası açılan çocuk sayısını Adalet Bakanlığı Adli Destek Mağdur Hizmetleri Dairesi Başkanı Meral Gökkaya TBMM Çocuklara Karşı Şiddet ve İstismarı Araştırma Komisyonu’nda açıkladı.

Rakamlar dehşet verici, on binlerce çocuk çeşitli biçimlerde suça bulaştıkları için mahkum olmuş durumda.

Hemen paylaşalım…

Yoksulluğun etkisinin itici bir güç oluşturduğu suça sürüklenen çocukların sayısı, geçen yıl rekor seviyeye ulaştı. 2024 yılında, suç dosyası nedeniyle hakkında karar verilen çocuk sayısı 211 bin 946’ya çıktı. Çocuklarla ilgili kararların 63 bin 712’sini mahkumiyet kararları oluşturdu. Mahkum olan çocuklardan 4 bin 386’sını kız çocukları oluşturuyor.

2023 yılında ise Cumhuriyet Başsavcılıklarında çocuklarla ilgili 188 bine yakın dosya hazırlanmıştı.

Çocuklarla ilgili 2024 yılında 43 bin 128’i hapis cezası olmak üzere 63 bin 712 ceza kararı alındı. Suça sürüklendiği için hakkında, “Danışmanlık tedbiri” verilen çocuk sayısı da 51 bin 386 çocuk olarak paylaşıldı.

2024 yılında suça karışan çocukların işledikleri belirtilen suçların detayları paylaşılmadı. 2023’te ise çocuklar en çok, “Vücut dokunulmazlığına karşı suç” işledi. Vücut dokunulmazlığına karşı suç işlediği gerekçesiyle hakkında dosya açılan çocuk sayısı kayıtlara, 92 bin 621 olarak geçti. İkinci sırada ise 92 bin 621 çocuk hakkında soruşturma dosyası açılan, “Malvarlığına karşı suçlar” geldi.

2024 yılında suçların içeriğinin açıklanmaması durumun aynen devam ettiğine yönelik tahminlerimizi güçlendiriyor elbette. Bir psikolog değilim, ancak buradan baktığım tabloda dahi çocukların yaşadıkları yoksullukla paralel olarak hem kendi ekonomik durumundaki çocuklara yönelik hem de kendi ekonomik durumundan daha iyi ekonomik koşullar içindekilere yönelik saldırganlık geliştirdiklerini ve başkasının malını almayı kendilerinde hak görmeye başladıklarını söylemek mümkün.

Bu trajik tablonun içine bir de uyuşturucu illeti giriyor ki, o kısmı başka bir yazı konusu olarak ele alacağım…

CHP’nin gölge kabinesi de çocuklara yönelik ve çocukların işledikleri suçlara yönelik çalışmalarını sürdürüyor.

CHP Milli Eğitim Bakanlığından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı İstanbul Milletvekili Suat Özçağdaş, TBMM Çocuğa Karşı Şiddet ve İstismarı Araştırma Komisyonunda yaptığı konuşmada;

“Ben buradan söyleyeyim, Türkiye’nin çok değerli hâkimleri var, çok değerli savcıları var, ama adaletli karar verenleri bulmak çok kolay değil!” derken pek çok kesimin hissiyatını dile getirmekle başladı konuşmasına.

“Bunların içinde elbette beraatı hak eden kişiler vardır, muhtemelen olabilir, ama bu kadar olmaz ve sonuç itibarıyla Türkiye’de çocuklar ihmal edildiğinde, istismar edildiğinde, şiddete maruz kaldığında çocukları koruyamıyoruz ve maalesef, adalet sistemi, örneğin, 14 yaşındaki bir çocuğun düzenli olarak aynı şeyleri söylemesine rağmen, -üstelik bu çocuk engelli mesela- raporlar bu yönde olmasına rağmen ‘Ya, çok önce olmuştu, şimdi bilemeyiz o işleri falan’ deyip konuyu kapatma eğiliminde oluyor. Vekillerimizin danışmanlarıyla beraber olsak 200-300 tane dava çıkar böyle. Demek ki bir yerde sorun var!” diyerek devam etti Özçağdaş.
Sorun var, hem de çok büyük bir sorun var, daimi olarak fiziki, psikolojik ve ekonomik şiddet sarmalının içinde yoğrulan çocukların bir şiddet makinesi haline gelmesi de büyük sorun, bu çocukların verdikleri zarar da sorun, bu çocukların gördükleri zarar en büyük sorun…

Yine Özçağdaş’ın konuşmasıyla devam ediyorum;

“2010’da suça sürüklenen çocuk sayısı 83.393’müş. Bugün 178. 834. On dört yılda 2 katına çıkmış, 2 katından fazla olmuş. Mağdur sayısı 76 binden 242 bine çıkmış. Bunlar devletin rakamları, TÜİK’in rakamları. Eğer on yılda suça sürüklenenler 2 kattan fazla, mağdurlar 3 katına çıkmışsa, 14 yaşında bir çocuk sokak ortasında diğer iki çocuk tarafından öldürülüyorsa ve sistem bunları koruyamıyorsa, 361 tane suça sürüklenmiş çocuk dönüp dönüp aynı şeyleri yapıyorsa her şeyi baştan düşünmeye ihtiyaç var demektir!”

Diğer komisyon üyelerinin konuşmalarını; ‘Çocuklarımız en değerli varlıklarımız… Temennimiz hiç sorun çıkmamasıdır… Çocukları yetişkinlerin yargılandığı mahkemelerden ayrı çocuk mahkemelerinde yargılanmaları için var gücümüzle çalışıyoruz… Şimdilik 46 yerde çocuk mahkememiz bulunuyor…’ kabilinden, eften püften açıklamalar şeklinde ilerliyor.

O kısımları geçiyorum ve aslında hepimizin adaletin gerçek tecellisi için hem cezaların caydırıcı olması hem de tam uygulanması talebinde olduğumuzu yinelemek istiyorum.

Kestel’in nefesi tıkandı, Bursa Çimento’da neler oluyor?

Kestel’in nefesi tıkandı, Bursa Çimento’da neler oluyor?

Bundan yaklaşık 4 yıl kadar önceydi, Bursa Çimento bir tesis yenileme çalışması içine girdiğini duyurmak üzere basın mensupları ile toplantı düzenlemiş, planladıkları yeni tesisler hakkında bilgi vermiş, eski teknolojinin çevresel zararlarından da kurtulmak ve Kestel halkı ile huzur içinde yaşamaya devam etmek adına oldukça büyük maliyetli bir yatırıma giriştiklerinin ‘müjdesini’ vermişti.

Aslına bakarsanız ticari bir işletmenin Türkiye koşullarında sadece çevresel faktörleri düşünerek tesisini yenilemek için krediler çekip dev bütçeler ayırıp, tam 180 milyon avro kaynak kullanarak teknoloji yenilemeye gitmesi oldukça şüphe uyandırıcıydı. Ülkemizdeki gerçeklikle uyuşmuyordu söylenenler!

Tabi toplantıda üzerine basa basa tekrar edilen, tekrar edildikçe kafamdaki soru işaretlerini artıran bir diğer konu da ‘Asla kapasite artışına gitmeyeceğiz, burada tek amacımız teknolojimizi yenilemek, ancak teknolojimizi yenilemek için gereken inşaat çalışmalarını yaparken tesislerimizi o kadar uzun süre durdurmamız mümkün değil. Bu nedenle bir yandan eski teknolojiyle üretimimiz devam edecek, diğer yandan yeni teknolojinin kullanılacağı tesislerimiz yapılacak. Aklınızda bununla ilgili bir soru işareti kalmasın’ cümlelerinin içindeki anlamdı.

Eski tesis kalacak, yeni tesis kurulacak…

Kulağımda kalan ve işin can alıcı kısmını oluşturan esas cümle ise şöyle ifade edildi; “Sonuçta burası Bursa Çimento’ya ait bir alan ve tahmin edersiniz ki, çimento üretmek üzere kullanabileceğimiz kaynaklar tükenmeden Bursa Çimento’nun buradan çıkması mümkün değildir!” İşte bu cümle tam olarak Türkiye’deki ekonomik gerçekliklere uyuyordu.

Şimdi gelelim iddialara…

Denilen odur ki; Bursa Çimento ÇED Raporu almaktan pek hoşlanan bir kurum değil. ÇED Raporu almak şehir içinde kalmış bir çimento fabrikası için kolay da değil hattı zatında. Şimdilerde ‘hamili kart yakinimdir’ yoluyla peynir ekmek gibi dağıtılan ÇED Raporlarının az biraz yoldan beri olduğu 1995 yılında fabrikanın ikinci hattı ‘üretim hattının modernizasyonu ve kapasite artışı’ gerekçesiyle devreye sokulmuş ve bahsi olunan bu ikinci hattın ÇED Raporu yokmuş!

Dediğim gibi bu bir iddia ve haliyle sormak gerekiyor; ‘Bursa Çimento’nun 2 bin ton gün kapasitesi ile üretimini sürdüren 2 nolu hattının ÇED Raporu var mıdır?’

Bu sorunun yanıtı evet ise hemen başka bir soruya geçeceğim;

-Şu anda gerçekleştirilen modernizasyon artırımı sağlıyor mu? Zira iddialar kapasitenin 11 bin ton gün olacağı yönünde!

-Yeni tesisin tamamlanmasıyla birlikte eski tesis kapatılacak mı? Yıkılacak mı? Üretime devam mı edecek? Eski tesisin üretim kapasitesi günlük 4 bin ton!

Konu; Kestel Belediye Başkanlığı’nı, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nı, Sağlık Bakanlığı’nı, Tarım ve Orman Bakanlığı’nı ve Bursa Valiliği’ni yakından ilgilendiriyor.

Temiz Hava Hakkı Platformunun 26 Eylül 2024 tarihinde yayımladığı Türkiye’nin hava kalitesi karnesine göre Kestel hava kalitesi en kötü yerleşim yerlerinden biri. Kestel Belediye Başkanı Ferhat Erol’un göreve geldiği ilk günlerde ilçesinin hava kalitesinin kötü oluşundan şikayet edişini, gece yarısı üşenmeden fabrika denetimlerine katılmasını, ‘Kestel’in daha temiz bir havaya kavuşması için gereken neyse yapacağız’ dediği açıklamaları hatırlıyorsunuzdur herhalde.

Kestel Belediyesi ruhsatsız olarak başlayan inşaatla ilgili cezalı ruhsat işlemi yapıldığını ve 40 milyon liranın üzerinde bir ceza uygulandığını dile getiriyor. Firma cezayı ödemiş görünüyor. Ancak bu durum yaşanan gerçekliği değiştirmiyor. Fabrika inşaatı devam ediyor, işler tıkır tıkır yürüyor, hatta kapasite artışına gidildiği yönünde ihbarlar mevcut.

Tamam şimdi işin bu kısmını cebinize koyun ve şu söylediğime bir kulak verin; Kestel Belediye Başkanı Ferhat Erol Bursa Çimento’da neler olup bittiğini kamu görevi gereği araştırmak istediği için gerekli belgeleri talep eden Mimarlar Odası Bursa Şubesi’ni Aralık ayından bu yana oyalıyor!

Şöyle bir sayalım; Aralık, Ocak, Şubat… Tam üç ay olmuş…

Olumlu ya da olumsuz bir yanıt yok!

Ortada fazla bir yapı var mı? ÇED Raporu gerektirecek bir durum hasıl olmuş mu? Kaçak durumuna düşen bir tesis mevcut mu? Bu konuların Mimarlar Odası Bursa Şubesi tarafından araştırılması bir biçimde yavaşlatılıyor.

Mimarlar Odası, ruhsata aykırı imalat ve ÇED raporu olmadan yapılan yatırım için suç duyurusunda bulunmaya hazırlanıyor şimdilerde. Zira duyumlar, kurulan yeni tesis ile birlikte mevcut fabrikanın da modernize edilerek üretime devam edeceği yönünde!

Mimarlar Odası Bursa Şube Başkanı Şirin Rodoplu Şimşek, Bursa Çimento’nun yatırımıyla ilgili şüpheler oluşması üzerine ruhsatları istediklerini ve yapılan incelemede haksız ve izinsiz bir şekilde fabrikanın genişlediğinin görüldüğünü belirtirken, yine ÇED olmadan böyle bir genişlemenin olamayacağını bu nedenle ÇED raporlarını da talep ettiklerini aktardı. Ruhsata aykırı alan dışına çıkan uzamaların olduğunu tespit ettiklerini de anlatan Rodoplu, ÇED raporlarıyla ilgili de inceleme yapılacağını aktardı. Konuyla ilgili hazırlanan rapor Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na gönderilecek. Sürecin ruhsat iptaline kadar gitmesi söz konusu!

Gelişmeler ışığında İnşaat Mühendisleri Odası Bursa Şubesi de Bursa Çimento’yu gündemine aldı. Ancak bilgi ve belge taleplerine bir karşılık bulamadılar henüz.

Aslında çok da cici başlamıştı bundan yaklaşık 4 yıl önce gittiğimiz toplantı, ‘Biz çok şeffaf yürütmek istiyoruz bu süreci, muhtarlarımızı da tek tek ağırlayarak anlatacağız yapmak istediklerimizi, biz köylümüze de yardımcı olmak istiyoruz, yöre halkıyla huzur içinde yaşamak bizim için çok önemli, Bursa Çimento’nun yeri değişmedi, şehir hızla büyüdüğü için Bursa Çimento şehrin içinde kalmış oldu…’

Bu cümlelerin arasından doğruluk payı olan tek bir cümle var; ‘Bursa Çimento’nun yeri değişmedi, şehrin hızlı büyümesi fabrikanın neredeyse Kestel’in göbeğinde kalmasına neden oldu’ Şehri planlarken gerçekliklerini göz ardı edenlerin boynunda olsun bu cümlenin ağırlığı…

Bir de Kestellinin yaşadığı gerçeklikler var tabi unutulmaması gereken ve acil çözüm bekleyen.

Kestel yıllardır, ‘Nefesimiz tıkandı’ diyor. Tıkanan nefesleriyle kanser illetinin kollarına düşüyorlar, solunum yolu hastalıklarıyla boğuşuyorlar. Geçtiğimiz günlerde düzenlediği bir toplantıda Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey, ‘gerekirse maske takın diyerek havası kirli olan bölgelerdeki vatandaşlarımızı uyaracağız’ demişti.

Vatandaşın değil de, havayı kirletenlerin uyarılmasına, hatta engellenmesine ihtiyaç var Bursa’da!

Rahmetli anneannemin sözüyle bitireyim; ‘Şu parayı köpeğin önüne atsan yemez, ama insanları maymun eder’ derdi. Maymun olmaya gerek yok, insan kalmak kıymetli!

Tüm kurumlar acilen harekete geçerek gereği neyse yapmalı, Kestel halkının ve dolayısıyla Bursa’nın temiz hava soluma hakkı elinden alınmamalı!

Nilüfer Belediyesi Özgür Özel’i dinlemiyor mu?

Nilüfer Belediyesi Özgür Özel’i dinlemiyor mu?

Kartalkaya’da yaşanan yangın faciasının ardından pek çok denetim mekanizmasının doğru işletilmesi adına yaşanan tartışmalar giderek büyüdü. Bu tartışmaların en başında da asansör denetimleri geliyor.

Hepimizin gün içinde pek çok yerde defalarca kullandığı asansörlerin denetiminin doğru biçimde yapılması hayati önem taşıyor.

Araştırdık…

Konuyla ilgili Bursa’nın ne durumda olduğunu ilk merak ettiğimde, bundan yaklaşık iki yıl kadar önce, aradığım isim olan Makine Mühendisleri Odası Bursa Şube Başkanı Ahmet İhsan Taşkınsel’den o dönemde aldığım yanıt beni hayli şaşırtmıştı. 17 ilçesi olan Bursa gibi bir şehirde sadece Mudanya ilçesinin asansör denetimlerini kamu görevi gören Makine Mühendisleri Odası yapıyordu. Bunun dışındaki tüm denetimler özel asansör firmaları tarafından gerçekleştiriliyordu.

Yaşanan yerel seçimler sonrasında devir değişti, hatta öyle bir değişti ki, artık CHP’nin Bursa’da Büyükşehir de dahil olmak üzere tamı tamına 7 belediyesi ve daha çok gücü mevcut. Üstelik Partinin Genel Başkanı da Akademik Oda öğretisinden yetişen bir isim olduğundan bu tür denetim mekanizmalarını Akademik Odaların işletmesini talep ediyor, hatta ilk talimatı bu doğrultuda.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, 31 Mayıs 2024’te TMMOB 48’nci Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, “Ben Genel Başkan olduğumda beni ilk ziyarete gelen odalardan bir tanesi Makina Mühendisleri Odasıydı. Onlar, AK Parti’nin, kendilerinin elinde olması gereken asansör denetim işini, şirketlere açmasının nasıl sorunlar yarattığını anlattılar. CHP’li belediyelerden yakındılar. İlk verdiğim talimat. CHP’li belediyelerin herhangi birinde makine mühendisleri dışında hiçbir yapıyla anlaşma yapılmaması” ifadelerini kullanmıştı.

Bunun üzerine elbette yeni sözleşme döneminde Bursa’daki tüm CHP’li belediyelerin denetim işlerini Makine Mühendisleri Odası Bursa Şubesine vermesini beklersiniz değil mi?

Ben de öyle bir beklenti içindeydim ve geçtiğimiz yıllar nedeniyle bu konuda serzenişleri olduğunu bildiğim MMO Bursa Şube Başkanı Ahmet İhsan Taşkınsel’i arayıp durumu sormayı uygun gördüm.

Durum şu; MMO Bursa Şubesi, Mudanya Belediyesi ile asansör denetimleri konusunda çalışmaya devam ediyor, Gemlik Belediyesi ile de Mart ayı itibariyle sözleşme imzalamak üzereler. Gelin görün ki, Nilüfer Belediyesi asansör denetim işlerini özel bir firmaya vermeyi tercih etmiş.

Bundan tam bir ay önce Gazeteci meslektaşım Yaman Kaya’ya yaptığı bir açıklamada Nilüfer Belediye Başkanı Şadi Özdemir’e;

“Odamızca tüm ülke çapında bağımsız ve tarafsız olarak başarılı bir şekilde gerçekleştirilen asansör denetimleri CHP Genel Başkanı Sayın Özgür Özel tarafından da karşılık bularak, daha önce CHP tarafından kazanılan belediyelere genelge olarak gönderilen belge içeriğini hatırlatarak, TMMOB Genel Kurulunda asansör kontrollerinin MMO tarafından yapılması konusundaki kararı bir kez de TMMOB kürsüsünden söyledi.

Nilüfer Belediye Başkanı Şadi Özdemir’e her görüştüğümüzde hatırlatılan bu konu hakkında KEP üzerinden iletilen asansör Periyodik Kontrolleri Protokolü için bize dönüş bekliyoruz.” diye seslenen Taşkınsel, bugün aradığımda Genel Başkanın talimatı olduğu halde asansör denetimleri için Nilüfer’de özel bir şirketin görevlendirildiğini bildirirken durumun vahametinin altını özellikle çizdi.

Türkiye genelindeki asansörlerin yaklaşık yüzde 30’unun denetimleri Makine Mühendisleri Odası tarafından yapılıyor!

Taşkınsel’in verdiği bilgiye göre, Bursa merkezli Netas Mühendislik firması Aydın’ın Söke ve Efeler Belediyeleri ile İzmir’in Dikili Belediyesi’nin denetimlerini geçmiş yıllarda yapmış.  Son olarak 21 Ocak 2025 tarihinde Kocaeli’nin İzmit Belediyesi ve Bursa’nın Nilüfer Belediyesi bu firmayla beş yıllığına bir protokol imzalamış.

Protokolü imzalayan firmanın sahibinin Başkan Şadi Özdemir ile hemşeri olması da dikkat çeken ayrıntılardan.

Aslında hemşericilik kazanır tarzı yaklaşımlara AK Parti döneminde çok alışığız ülke olarak. Ancak beklerdik ki, CHP yönetimlerinde bazı işler değişsin!

Gelelim Vehbi’nin kerrakesine…

Nilüfer ilçesinde 14 bin adet asansör var ve içedeki bütün asansörlerin bakımını bir şirket yapıyor! Özel şirketlerin, asansör denetleme işinden aldıkları ücret düşünüldüğünde 40-45 milyon lira gelir demek bu!

Az mı?

Asansör bakım ücreti, 5 katlı binalara kadar olan binalarda 2 bin 800 liradan başlayarak 4 bin liraya kadar çıkabiliyor. 10 ve 15 katlı binalarda asansör bakım ücreti buna oranla artıyor. Hatta pek çok asansör doğru denetlenmiyor, asansörlerin kapanmaması adına usulen yapılan işlerden bahsediyoruz!  Hesabı da buradan yapıyoruz…

Seçimlerden önce Akademik Kurul oluşturarak ilçeyi Akademik Odalarla birlikte yöneteceği vaadini veren Nilüfer Belediye Başkanı Şadi Özdemir’in asansör denetimlerini dahi Akademik Odalara vermemesi denklemin bir kez daha kurulması için önemli bir detay.

Bu arada Akademik Kurulun halen oluşturulmadığını, kurul oluşturmak için neler yapılması gerektiğini konuşmak üzere Akademik Odalar ile Nilüfer Belediyesi’nin Pazartesi günü bir araya geleceğini de belirtelim tam olsun…

Gaziakdemir’de dönüşüm iptal olabilir!

Gaziakdemir’de dönüşüm iptal olabilir!

Bursa’nın başına ne geliyorsa kervanı yolda düzme hevesinden geliyor. Bu cümleyi buraya koyayım, siz alın istediğiniz konu için kullanın.

Özellikle bu kervanların yolda düzülmeye çalışılması, biz yaparız olurculuk, plansız programsız, akademik oda desteği almadan yapılan kentsel dönüşüm projeleri hep başa bela…

İşte durumun en güzel, en nadide örneği…

Yaklaşık iki yıl oluyor Gaziakdemir bölgesinde oturan ve mahallelerine apar topar bir kentsel dönüşüm ofisi kurulmaya çalışıldığını bana haber veren arkadaşımın muştusunu alalı…

Elbette konu yakın markajımızdaydı o gün bugündür.

Bölgenin hemen komşusu olan Sıcaksu’daki hakikaten sıcak akan suların üzerine bir TOKİ projesi uygun gören akıllar komşu mahalle olan Gaziakdemir için de bir kentsel dönüşüm projesi planlamıştı.

Kentsel dönüşüm kavramına itirazım yok, hatta mahalle sakinlerinin de konuya büyük bir itirazları oluşmadı. Zira evler eski ve deprem tehlikesi kapıda. Mesele planın olması gereken gibi hazırlanmamış oluşundaydı.

Açıklayalım…

Dönemin Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’ın Gaziakdemir mahallesinde bulunan 15,30 hektar yüzölçümlü alan için uygun gördüğü kentsel dönüşüm çalışmasında; ‘Kişi başına düşen donatı alanı plan revizyonu ile 6.57’den 6.87’ye çıkarılmıştır’ denilerek ilginç bir algı yoluna gidiliyordu. Sanki kişi başına 6.57 metrekare donatı alanı bırakılması gerekiyordu da, belediye bu planla donatı alanını 6.87’ye çıkarmıştı.

Oysa Vehbi’nin kerrakesi hiç de öyle değildi.

Yürürlükteki güncel yönetmeliğe göre Osmangazi ilçesinde kişi başına 22.45 metrekare yeşil alan ve sosyal donatı ayrılması şarttı vardı.

Bizim planda nasıldı rakam?

6.87 metrekare!

Bundan bir buçuk yıl kadar önce yazdığım yazıda;

“Akademik odalar 2-3 aydır yapılacak olan projenin detaylarını incelemek için projeleri ve zemin etüdlerini talep ediyorlar.

Peki, alabiliyorlar mı?

Alıp incelemiş olsalar ya sonuçlar hakkında yazardım ya da bu bölümü hiç yazmazdım, öyle değil mi???

Mimari projeden tutun da statik projesine, yer altı etüdlerine kadar pek çok konuda soru işaretleri var…

Koskoca mimarlara üç tane blok resmi koyduğunuz fotoğrafı gösterip ‘işte bunu yapıyoruz’ derseniz samimiyetinizi sorgulamak da bize düşer elbette” demişim ve eklemişim;

“Akademik odaların Gaziakdemir Mahallesi Kentsel Dönüşüm Planına donatı alanlarının yetersizliği nedeniyle itiraz edeceklerini belirterek noktalayalım!”

Not olarak da şöyle bir parantez açmışım ki, bu parantez şu anda çok kıymetli bir argüman aslında…

“NOT: Planın belediye meclisinde oybirliği ile geçmiş olması da çok manidar. Belediyenin muhalif meclis üyeleri en azından elinize gelen planları akademik odalara danışıp oyunuzu öyle kullanmayı deneseniz daha iyi bir kent savunuculuğu yaparsınız kanaatimce…”

Buraya kadar hem konuyu hatırladık hem de daha detaylı anladık diye düşünüyorum.

Aradan geçen sürede Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Mimarlar Odası Bursa Şubesi donatı alanlarının yetersizliği nedeniyle itirazını yaptı. Sonuçlar bekleniyordu. Bu süreçte belediyenin el değiştirdiğini, artık Bursa Büyükşehir Belediye Başkanının Mustafa Bozbey olduğunu dolayısıyla projenin sorumluluğunun da kendisine geçtiğini hatırlatalım.

Konu elbette birkaç kez daha ele alındı. Mimarlar Odası Bursa Şubesi, Bursa Büyükşehir Belediyesi’nden iyi niyet göstergesi olarak bütüncül bir planla donatı alanlarını uygun metrekareye getirecek bir planlama yapmalarını istedi.

Ancak karşılık görmedi.

Neticede devam eden itiraz sürecinin bilirkişi raporu tamamlandı.

Bilirkişi heyeti raporun sonuç kısmında;

“Sosyal donatı kullanımlarının alan büyüklüğü ile alandaki yapılaşma yoğunluğu arasında kurulan ilişkide Mekansal Planlar Yapım Yönetmeliği’nin tablosundaki standartların dava konusu plan değişikliklerinde karşılanmadığı, alandaki ve dava konusu taşınmazdaki yapı yoğunluklarının olması gerekenden yüksek olduğu, bu çerçevede dava konusu plan değişikliklerinin planlama ilkeleri ve şehircilik esaslarına uygun olmadığı görüşüne ulaşılmıştır” diyor.

Bu sonuç, planın iptal edilmesinin uygun olduğunu gösteriyor bize. Elbette yargının işine karışmak haddimiz değil. Bundan sonrası da yargının işi. Ancak görünen köyün kılavuz istemeyeceği kadar açık bir gerçeklikle karşı karşıya olduğumuz ortada.

Sonuçta; altında ve hemen yan tarafındaki bölgelerde sıcak su kaynakları bulunmasından da kaynaklı olarak sıvılaşma oranı yüksek bir zemin üzerine kurulu olan Gaziakdemir’de toplam 650 adet bina, 1746 civarında bağımsız birim, 1690 hak sahibi bulunuyor. Hali hazırda ortalama 3 kat olan binaların yerine 8-9 katlı yapıların gelmesi planlanıyor.

Gelen Bilirkişi raporu ile birlikte Mimarlar Odası Bursa Şubesi’nin itirazının haklı gerekçeleri olduğu ortada.

Mahkeme kararının ardından elde kocaman, yönetmeliklere uymayan bir kentsel dönüşüm projesi olacak.

Belediyelerin yapılan her kentsel dönüşüm projesinden kendisine daire çıkarmaya çalışarak müteahhit mantığı ile hareket etmesinin sakıncalarını bir kez daha görüyoruz geldiğimiz noktayı incelerken.

Yapılması gereken şimdiye kadar yapılmamış olanı yapmak, yani Akademik Odalarla birlikte bölge için bütüncül bir plan oluştururken, belediyenin konuya ticari bakmadan sadece kamu görevini yerine getirmek amacıyla hareket etmesini netleştirmek olmalı.

Aksi bir çözüm elimizde metrekarelerce çözümsüzlük olarak kalır…

 

Özel Bursa’ya mı seslendi?

Özel Bursa’ya mı seslendi?

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel’in partisinin grup toplantısında yaptığı konuşma Bursa için ayrı bir önem taşıyordu. Herkesin Eski CHP Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Lütfü Savaş’ın geçtiğimiz günlerde CHP’nin 38. Olağan Kurultayı’nın iptali için açtığı davaya göndermede bulunduğunu düşündüğü Özel, bence Bursa örgütüne ince bir mesaj göndermişti aslında.

“Ön seçim yapmayalım diye partimizin yönetimine göz dikenlere teslim olmayız. Varsa onların içeriden işbirlikçileri, Tayyip Erdoğan’ın çukuru sizin de yerinizdir. Biz biriz ve beraberiz. Bu partiyi böldürtmeyiz, muhalefeti böldürtmeyiz. Hep beraber yürüyoruz, iktidarı alacağız. Darbeye karşı ayağa kalkan örgütümün alnından öpüyorum. Hiçbir darbeden medet ummadık. Hiçbir darbeye de teslim olmayacağız!”

Hatırlarsanız şaibeli kurultay iddiaları CHP Bursa İl Başkanı Nihat Yeşiltaş ile ilgili iddialar hakkında Yeşiltaş’ın suç duyurusunda bulunmasına dayandırılmış, hukuki süreç bu biçimde başlatılmıştı.

Seçime hazırlık süreci olan kurultay süreci ve aday belirlemeler esnasında iyice gerilen CHP örgütü seçim zaferinin sarhoşluğu ile bir miktar durulsa da tetikleyiciler hemen harekete geçirilmiş, ipler yeniden gerilmiş ve ‘olağanüstü kongreler süreci’ başlatılarak iki merkez ilçede güç denemeleri yapılmıştı.

Anlayacağınız CHP’yi olağanüstü kurultay sürecine sürükleyecek yolun ayak sesleri Bursa’dan duyulmaya başlanmıştı. İlginçtir Bursa dışında da imza toplayıp ilçe yönetimi düşüren il olmamış, parti içinde bu konu da yakın geçmişte konuşulmuş.

Sonuç olarak gelinen noktada örgütün bir bölümü önce Nilüfer İlçe’de ardından CHP Bursa İl Yönetiminde köklü değişiklikler için imza toplamaya hazırlanırken, diğer bölümü bu hazırlıklar içerisinde olanların disiplin cezası alması gerektiğini dillendirir olmuştu.

Biraz kurt masalı gibi anlattığım bu kısım, aslında tam da bir kurt masalı.

Masalın sonunu bilmiyoruz, ama masalda heyecanlı bir kısma geldiğimiz kesin…

Şimdiye kadar pek çok kez CHP’de parti içi sorunların konuşulduğu ve önemli virajların alındığı toplantılara ev sahipliği yapan Altınşehir Mahalle Temsilciliğinin Pazar kahvaltısı bu kez de görevini yerine getirdi.

Eteklerdeki taşlar döküldü, CHP Altınşehir mahalle örgütünün verdiği kahvaltılı toplantıda kürsüye çıkan Bursa Büyükşehir Belediyesi Başkanı Mustafa Bozbey, İl Başkanı Nihat Yeşiltaş ve kendisine yönelik ağır eleştirilerin sahibi olarak eski il başkanlarını ve parti yöneticilerini işaret ederken;

İl başkanımız toplayacak bazı belgeleri, atacak ya da attıracak bu kadar net. Demokrasi böyle bir şey değil. Biz çocuklarımızın geleceği için mücadele ederken birileri buna engel oluyorsa onlar bu partide duramaz” dedi.

CHP İl Başkanı Nihat Yeşiltaş da konuşmasında hem parti içinde hem de parti dışında ciddi mücadele verdiklerini dile getirerek hakkındaki iddiaların asılsız olduğunu söyledi.

Tarihi kahvaltının ertesi günü gerçekleştirilen CHP Bursa il yönetim toplantısında alınan karar bir önceki gün konuşulanların jet hızıyla hayata geçirildiğini gösteriyordu herkese. CHP Eski İl Başkanı Turgut Özkan disipline sevk edildi, üstelik partiden ihracının söz konusu olduğu konuşulmaya başlandı aynı hızla.

Şimdilik disipline sevk edilen tek bir isimden bahsediliyor. Oysa hatırlarsınız toplanan imzaların dört koldan toplandığını söylemiştik şimdiye kadar yazdığımız tüm yazılarda. Bu işin içinde Ahmet Memişoğulu da var, Gürhan Akdoğan da var, Metin Çelik de var…

Disipline sevk edilen Turgut Özkan bugün ASTV ekranlarında yayınlanan Satırbaşı Programında konuk oldu. Özellikle izledim yayını, Turgut Özkan’ın daha ön yaptığımız konuşmalar dışında söyleyecekleri olacak mı diye merak ediyordum zira.

Bir avukat olan ve uzun yıllar siyaset yapmış isimler arasında yer alan Özkan’ın siz ne sorarsanız sorun kendi söylemek istediğini söylemek gibi bir becerisi var. Yine aynı biçimde konuştu. Kendisine sorulan net sorulara kendi söylemek istediği yanıtları verdi. Mali tablosuyla ilgili gayet açıktı. Tüm kayıtları inceleyebilirsiniz dedi. Doğrusu böyle bir şeffaflığı ülkede siyaset yapmış çok az isimden duyabilirsiniz. Yanıtı şaşırtıcıydı bu açıdan.

Sonuç olarak süreci hukuki olarak da değerlendirebildiği için kendi geleceğinden çok emindi Özkan, ‘Bu disiplin sürecinden de pek bir şey çıkacağını düşünmüyorum’ diyerek bitirdi söyleyeceklerini.

Ancak şunu da atlamayalım, il başkanlığı yaptığı süreçte usulsüz zenginleştiğine yönelik sürekli bir saldırı altında olan CHP Bursa İl Başkanı Nihat Yeşiltaş da en az Özkan kadar açık konuşuyor mal varlığı hakkında.

2014 model bir aracım var. Emekliyim, halen de çalışıyorum. Benim veya yakınlarım üzerinde başka bir mal varlığı çıkarsa kendilerine bağışlayacağım!”

Hasılı kelam, CHP’de kılıçlar uzun süre önce çekilmişti, şimdi herkes gardını almış yeni hamlenin nereden geleceğini bekliyor. İktidar Partisi de CHP’nin içi böylesine karışırken ve saflar yeniden belirlenip CHP safları belirlendiğinde ortaya ne kadar kan döküleceğini bilirken sadece olanları seyrediyor.

Çünkü özgürlüğü her geçen gün biraz daha ellerinden kayan, yoksulluğun pençesinde debelenip duran, gelecekten umudu kalmamış, geçmişle bağları kopmuş, hayatın ortasında anlamsızca sallanan vatandaşın tek umudu olan siyasi görüşün kalbinde şu anda fırtınalar kopuyor.

Kim haklı kim haksız derdinde değilim. Biliyorum ki, ‘siyaseten’ dediği kavramın içine çok şey sığdırma becerisi olan insana siyasetçi deniliyor ve bu siyasetçiler pek çok şeyi hızla yeniden yapılandırmayı da ‘siyaseten’ kelimesinin arkasında gerçekleştirebiliyor. Bir kez daha aynı manevra kabiliyetine, şimdiye kadar olanların ‘siyaseten’ olduğunun söylenmesine, ellerin sıkılmasına, yan yana pozların verilmesine, kısacası barış ortamına hem ülkenin hem de CHP Bursa örgütünün ihtiyacı var!

Doktora şiddete ‘espri’ savunması

Doktora şiddete ‘espri’ savunması

Ülkede saçmalıklar bitmiyor ki, neresinden tutsak elimizde kalıyor. Bir gün eğitimi konu alıyoruz, diğer gün eczane raflarını boş bırakan ilaçları… Bugünün konusu ‘Doktorların gırtlağını sıkmak için halkı kışkırtacağını’ kürsüden haykıran AKP Kırklareli Milletvekili Ahmet Gökhan Sarıçam ve ‘espri yaptım’ diyerek özür dileme çalışmasının işi daha da batırması…

Hemen hatırlayalım meseleyi;

Sağlık Bakanlığı tarafından Pınarhisar ilçesinde düzenlenen Aile Sağlığı Merkezi temel atma töreninde bir konuşma yapan AK Parti Kırklareli Milletvekili Ahmet Gökhan Sarıçam sağlık çalışanlarını hedef alarak; “Memnuniyetsizlik varsa ben şunu da yaparım, vatandaşa, ‘Gidin, sağlık personelinin gırtlağına yapışın. Ben devlet olarak üzerime düşeni yaptım, hizmeti vermeyen onlar’ diye de kışkırtırım” ifadelerini kullandı.

Hadi ‘Bizim memleket çok gelişti artık doktor bile dövebiliyoruz’ diyen saçma vatandaşın cehaletine vermiştik söylediği sözleri. Güya halkı temsil eden, sorunlarını çözmek için TBMM’de koltuk çürüten sayın vekilin sözlerini de bu bağlamda mı değerlendirmek gerekiyor? Yoksa işittiklerimiz AK Parti hükümetinin doktorlar için sıklıkla sarf ettiği ‘giderlerse gitsinler’ sözleri ile mi birleşiyor?

Aslında nereye koysanız cuk oturuyor söylenenler…

Sözlere sağlık çalışanları camiasından büyük tepki gelince geri adım da atılmış, ama öyle kürsülerden bağıra bağıra söylenen ‘gırtlağına yapışın’  sözü gibi iddialı değil de, daha sosyal medyadan, iki satır paylaşım yapılarak sessiz sedasız özür dilemekle dilememek arası birkaç cümle sarf edilen.

Şöyle deniyor özür olduğu iddia edilen mesajda;

“Son günlerde sosyal medyada ve bazı basın organlarında konuşmamın sadece bir bölümü kesilip paylaşılmış ve ortaya büyük bir yanlış anlaşılma çıkmıştır. Her ne kadar konuşma videomda oynama yapılmış ve çarpıtılmış olsa da bundan dolayı kırılmış olan, alınganlık gösteren, üzdüğüm bütün sağlık çalışanlarından özür dilerim onları kırdığım için.

Orada bulunan birçok samimi olduğum sağlık çalışanı arkadaşıma gülerek yapmış olduğum bir espri maksadından saptırılarak bazı gazeteciler tarafından bir tahrik unsuru haline getirilmek istenmiştir. Açıkça görülüyor ki burada bilinçli bir çarpıtma ve siyasi bir hamle söz konusudur. Kamuoyunun, bu tür manipülasyonlara karşı dikkatli olmasını rica ederim.”

Okuduğunuzdan anladığınız gibi aslında sayın vekil özür dilememiş, kendisini bir kumpasın mağduru olarak göstermeyi tercih etmiş.

Konuya Sağlık Bakanlığı da sessiz kalmamış, yapıştırmış açıklamayı. Giriş cümlelerindeki yıkama yağlama kısmını geçiyor ve sadede geliyorum;

“…Bu çerçevede toplumun tüm kesimleri tarafından sağlık çalışanlarımızla ilgili yapılan açıklamalarda hassas olunması gerektiğine inanıyoruz.”

Özür yok, yaptırım yok, hatta meslektaşla empati dahi yok!

Zaten tüm dünyada pandemi süreci ile birlikte el üstünde tutulmaya başlanan sağlık çalışanlarına inat bir kenara itilen doktor ve hemşirelerimize başka bir muamele görsek dişimizi kıracaktık.

Hekim Birliği, Sağlık ve Sosyal Hizmet Çalışanları Sendikası, AK Parti Kırklareli Milletvekili Ahmet Gökhan Sarıçam hakkında; ifadeleri sebebiyle Kırklareli Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunduklarını açıkladı.

Türk Tabipler Birliği de suç duyurusunda bulunmak üzere hazırlık yapıyor. Tabipler Odası Bursa Şubesi de bir suç duyurusu hazırlığında. Bu suç duyurularının arkası daha da yoğun gelecektir kanaatimce.

Tabipler Odası Bursa Şubesi Başkanı Kadir Binbaş’a hem bir oda başkanı olarak hem de bir aile hekimi olarak bu sözler karşısındaki düşüncelerini sordum.

Bence en önemlisi bir aile hekimi olarak ne düşündüğüydü, dolayısıyla işin bu kısmından başlamak istiyorum;

“Bu kadar da olmaz dedim ya…” diyor kırgın bir sesle ve ekliyor;  “Tüm bu olanlara inat doğrusunu yapmak gerekiyor yine de, bu ülkenin insanları için, hastalarımız için…”

Bir kürsüden aleni ve net biçimde şiddete kışkırtan cümleler söyleyip sessizce sosyal medyadan özür olup olmadığı dahi belli olmayan bir metni paylaşmanın anlamsız olduğunu da ekliyor cümleleri arasına.

“Yaptıkları iş bir aile sağlığı merkezini tamamlamak da değil, sadece bir temel atmak. Bugün itibariyle Türkiye genelinde 5 bin tane aile sağlığı merkezine ihtiyaç var. Bursa’daki aile sağlığı merkezlerinin büyük bölümü depreme dayanıksız. Üzerinden merdiven geçen, cami altlarında aile sağlığı merkezlerimiz var, doktorlarımız buralarda hizmet vermeye çalışıyor. Buna karşılık yaratmaya çalıştıkları algı; ‘Devlet yapması gerekeni yapıyor, ancak doktorlar ve hemşireler yeterince çalışmıyor!’ Bu noktada vatandaş dönüp biraz da kendi haline bakacak, telefon başında günlerce bekleyip aylar sonrasına randevu almak için mücadele veriyorlar!” diyor Binbaş.

Hastanelerden randevu almak için çeşitli taktikler geliştiren vatandaşların telefon başında enteresan becerilerle doktora ulaşmaya çalıştıklarını düşününce Başkan Binbaş’a hak vermemek mümkün değil.

Doktorlar da içinde bulundukları durumdan çok şikayetçi emin olun.

Binbaş’ın; “Bizim aile sağlığı merkezlerimiz kötü durumda hastanelerimiz ise ulaşılamaz halde, ama bunun sorumlusu hekimler değil. Beş dakikada bir hasta bakıyoruz. MR ve Tomografilerde yalan yanlış raporlar hazırlayanlara kimsenin sesi çıkmıyor. Yanlış raporlara dayanarak teşhis koyan doktorun yakasına yapışıyor herkes!” sözleri madalyonun iki yüzü için de büyük sorunlar olduğuna işaret ediyor.

2024 yılında Türkiye genelinde bir milyar 50 bin civarı hasta bakılmış sağlık kuruluşlarında. Bu hastaların 421 milyonu birinci basamak yani aile sağlığı merkezlerinde tedavi görmüş. Zaten artık ikinci basamağa ulaşmak pek mümkün olmadığından, ameliyat ve görüntülemeler için randevuya ulaşılamadığından işin o kısmı devreden çıkmak üzere.

Hasta yükünün yarısını sırtlanan aile sağlığı merkezleri hekimleri yetersizlik içinde yetmeye çalışıyor hastalarına. Devletin kendileri ile kaçak güreşerek iki aydır maaş bordrolarını dahi vermemesine rağmen.

Beni Türk hekimlerine emanet ediniz” diyen Mustafa Kemal Atatürk’ün hekimlere gösterdiği saygıyı hatırlayarak başlayabiliriz birlikte mücadeleye.

“Türkiye eski Türkiye değildir!”

“Türkiye eski Türkiye değildir!”

Birkaç yazı öncesinde TÜSİAD’ın tarihi çıkışının ardından benim aslında alışılagelmiş bakış açımla birleştirdiğim yorumumu yazmıştım. İlgili linkten okuyabilirsiniz…

Ardından da aslında bundan sonra olacakları merakla beklediğimi belirtmiştim…

Hızlı bir soruşturma açıldı. Bence TÜSİAD tarafından beklenmesi gereken bir hamleydi. Ancak görünen o ki, beklemedikleri bir tepkiyle karşılaşmışlar. Bugün itibariyle yapılan açıklamalar soruşturmanın açılma hızıyla doğru orantılı bir geri adımın ayak seslerini dinletti bize.

İki gün önce kürsüden ülkenin ve sanayicinin sorunlarını dile getirirken son derece güçlü duran TÜSİAD Başkanı Orhan Turan, “Üyelerimizden, siyasilerin yaptığı ve TÜSİAD’ı eleştiren açıklamalardan üzüntü duyulduğuna ilişkin çok sayıda mesaj aldık. Yanlış anlamaları da gidermek amacıyla bugün ya da yarın kapsamlı bir açıklama daha yapacağız” dedi.

Kısacası 4 bin 500 üye şirketiyle ihracatın yüzde 80’ini yapan, istihdamın yüzde 57’sini karşılayan, kurumlar vergisinin yüzde 80’ini ödeyen TÜSİAD da ülkedeki sorunları dillendirebilecek kadar güçlü değil artık.

O eski Türkiye’den eser kalmadığını öğrenmelerine çeyrek var…

Zaten maksat halkın yaşadığı sıkıntılara değinmek değildi. Asıl maksat çeşitli bahaneler üretmek suretiyle şirketlere kayyum atama yetkisine ilişkin yasanın, içinden ne çıkacağını çoğu kez bilmediğimiz torba yasalardan birinin arasına karıştırılmış olmasıydı.

Bu iyi bir şey mi?

Elbette değil…

Bu durumda yabancı sermayenin ülkeye gelişi artık hayal olduğu gibi yerli sermaye de pılısını pırtısını toplayıp gidecek buralardan demektir.

Adamlar oturup da bir biçimde malımıza çökülsün diye sabırla bekleyecek değiller elbette. Bence yaşanan bu soruşturma hadisesinin duyulduğu ilk andan itibaren banka hesapları filan hızla boşaltılmaya başlanmıştır bile.

Çünkü görünen o ki, herhangi bir şirkete devlet tarafından kayyum atanmamasının tek garantisi hükümete yakın olmaktan geçiyor.

Şimdi yakın olan var, olamayan var, yakın olandan daha yakın olan var, yakın olma çemberinin dışına itilen ya da itilmesine çeyrek kalan var…

Sermaye riski göze almaz!

Haaa… Biz ne yapacağız? Yani sermayesi ayın başında alacağı iki kuruş maaş olanların başına neler gelecek diye sorabilirsiniz elbette.

Çok mantıklı bir soru…

Şimdi şöyle canım kardeşim; ünlü, aynı zamanda kültür düzeyi aşmış gitmiş bir işinsanımızın söylediği gibi; “Sen bir yevmiyenin peşinde koşan adamsın, bir yevmiyenin peşinde koşan adamsın!” şeklinde nitelendirilen bizler için farklı alternatifler mevcut fırsatlar ülkesinde…

Çoluk çocuğu büyüttüyseniz mesela, alıp başınızı bir küçük köyde zaten cüzi olan ve giderek daha da cüzileşecek emekli maaşınızla geçinip kapının önündeki bahçenize ekip biçtiklerinizle idare etmenin yoluna bakabilirsiniz.

Hem hayat keşmekeşinden kurtulur hem de ‘Az insan çok huzur’ biçimli sosyal medya paylaşımları yapabilirsiniz.

Tabi burada hastalanmamaya çok dikkat etmeniz gerekir.

Zira devlet hastanesine tanıdık milletvekili falan olmadan gitmeniz biraz zor artık. Hadi diyelim özele gittiniz biriktirdiğiniz parayla; siz ameliyat olurken, bir anda yüzde yüz steril edilmiş ameliyathane odasına hastanenin muhasebecisi dalıp size stend fiyatları hakkında detaylı bilgiler vererek pazarlığa oturabilir.

Olur yani bunlar, oluyor hali hazırda…

Eee… Sen de kendini hazırla…

“10 bine de var, 25 bine de, 35 bine kadar gidiyor. Hangisini istersiniz?’ can alıcı sorusu ile birlikte artık aklınızdan neler geçer bilemiyorum.

Bu bahsettiğim iyimser bir tablo…

Bir de çoluk çocuğun büyümediği, daha eğitim aşamasında olduğu tablo var ki, “Bize bu zenginliği Allah verdi…” şekilli bir hayatımız olmadığından, işin o kısmında çok daha zorlanacağımız aşikar.

Ben derim ki; ne yapın edin, çocukların yurt dışında bir ülkede kendini kurtarabileceği meslekler ve yabancı dil edinmesine gayret edin. Eğer başarabilirseniz hem siz evladınızı kurtarırsınız hem de yeri geldiğinde evladınız size bir umut kapısı olur.

Gurbetti, hasretti kavramlarını unutun, koyun cebinizin en derin köşesine…

Çünkü zaten kendi ülkemizde yaşıyoruz gurbeti, hasreti…

Ne demiş şair;

“Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya,

Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!”

Biz bu hale nasıl oldu da geldik diye soracak olursan, ona da bir şairle yanıt vermek isterim pek bilindik dizeleri sıralayarak;

“Akrep gibisin kardeşim, korkak bir karanlık içindesin akrep gibi…

…Koyun gibisin kardeşim, gocuklu celep kaldırınca sopasını,

Sürüye katılıverirsin hemen ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.

Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,”

Bir alternatif daha var da, şöyle bir silkelenip ülkenin geleceği için mücadele etmek gibi. Buna kimsenin yeltenmeyeceğini bildiğimden fazla uzatmak istemiyorum yazıyı boş beleş cümlelerle…

Çünkü gerçekten de Adalet Bakanımız Yılmaz Tunç’un da dediği gibi “Türkiye eski Türkiye değildir”

Yaşıyoruz, depremin izin verdiği kadar

Yaşıyoruz, depremin izin verdiği kadar

Bir yanda ülkede sistemsel depremler olurken, diğer yanda gerçekten deprem tehlikesi ile burun buruna yaşayan ve bu farkındalığa yeni erişmiş Bursa’da yapılan çalışmaların sonuçları eşliğinde deprem konuşmaları peş peşe geliyor.

İlk olarak iki gün önce Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin Japonya Uluslararası İş Birliği Ajansı JICA ile sürdürdüğü, Alinur Aktaş döneminde başlamış, ‘Deprem Risk Azaltma Önleme ve Planlama Projesi’nin ilk sonuçlarından bahsetmek isterim size…

Uzun emekler sonucu ortaya çıkmış bir bilimsel çalışmaya ‘pek de öyle bilmediğimiz sonuçlar yok ortada’ diyerek tepeden bakmak istemem, ancak bize sunulan kısmıyla değerlendirdiğimde, şimdiye kadar pek çok akademisyenden ve yetkili oda temsilcisinden duyduklarımızın dışında bir sonuca rastlamadım ben doğrusu.

İlk veri; Bursa’da 40-45 yaş aralığında çok sayıda eski bina mevcut.

İkinci veri; Bursa canlı fayların üzerine kurulmuş bir şehir ve bazı fay hatları şehir merkezine çok yakın.

Üçüncü veri; Bursa’da 7 ve üzeri büyüklükte bir depremin olması halinde şehir büyük hasar alacak! On binlerce binanın çökmesinden 70 binin üzerinde insanın hayatını kaybetmesinden bahsediyorum.

Bursa’da bin 400 yol yapısı mevcut. İl yollarında toplam 16 adet, ana arterlerde 49 adet yol, ‘tehlike bölgesindeki eski yol yapıları’ olarak tanımlanmış. Yapılan incelemeler sonucunda şehirdeki köprülerden 8’i yüksek, 7’si orta riskli. Elbette acilen önlem alınması gerekiyor her biri için.

İşin Bursaray kısmını saymıyorum bile…

Hasılı kelam büyük bir depremde şehir içi ulaşım iptal! Hani öyle ‘şu mahalleye girilemeyecek, bu yoldan geçilemeyecek’ gibi fikirlerin çok dışında bir yerden bir yere de ulaşılamayacak çünkü yolların ve köprülerin çökme ihtimali var!

Bursa’daki okulların durumunu zaten geçtiğimiz günlerde yazmıştık. Şöyle kabaca bir kez daha değinelim;

“İlkokul ve ortaokulların yaklaşık %45’i ve liselerin %33’ü 1990’dan önce inşa edilmişken, ilkokul ve ortaokulların yaklaşık %75’i ve liselerin %62’si 1999’dan önce inşa edilmiş. 1999’dan önce inşa edilen binalarda ilkokul ve ortaokulların %82’si, liselerin %61’i depreme dayanıklılık açısından halen denetlenmemiş!”

Depreme dayanıksız olduğunu bildiğimiz okullar dışında, ‘Depreme dayanıklılığını araştırmayalım, çünkü depreme dayanıksız çıkarsa koca okulu boşaltmamız gerekir, bu kadar öğrenciyi nereye koyacağız?’ sorusuyla kafalar meşgul olduğundan pek çok okul incelenmedi bile. Çocuklarımız okullarında Allah’a emanet…

Dedim ya, biz tablonun böyle olduğunu üç aşağı beş yukarı biliyorduk, zira depremi çok uzun zamandır konuşan, bu konuda yetkilileri çok uzun zamandır uyaran, ancak halen harekete geçilmediğini de yine çok uzun zamandır izleyen hüzünlü bir kesimin temsilcileriyiz.

Dün dündü cancağızım bugün yeni türküler söylemek lazım diyerek Osmangazi Belediyesi’nin deprem gerçeğine dikkat çekmek amacıyla gerçekleştirdiği, Jeolog ve Deprem Bilimci Prof. Dr. Naci Görür’ün katılımıyla renklendirdiği, ‘Bursa’nın depremselliği ve Depreme Dirençli Osmangazi’ adlı sempozyumuna da kulak kabarttık.

Naci Görür’ün Bursa’da söylediği en çarpıcı söz; “Biz bilimin gereğini yapsaydık bu insanlar ölmeyecekti. Bu problemi bizden sonraki nesle ihraç ediyoruz!”  oldu.

İkinci önemli cümle şöyleydi; “Bursa çok kısa zamanda depreme dirençli olabilir. Para var, mühendis, yönetici, eleman var ama ne yazık ki bizde o düşünce tarzı yok!”

Üçüncü çok kritik cümle ‘biz bu işi ne kadar zamanda çözeriz?’ sorusuna yanıt veriyordu; “Siz 10 senede Bursa’yı defalarca depreme dirençli hale getirebilirsiniz. Biz İstanbul’u 25 senedir depreme dirençli hale getiremedik, ama siz 10 senede yapabilirsiniz!”

Dördüncü cümle bu işin nasıl yapılacağına ışık tutuyordu; “Bursa’yı depreme hazırlayanlar devletin birimlerini hayata geçirsin yüzde 70’i tamamlanmış olacak. Stratejik bir güzergah burası. Karayolları Bölge Müdürüne bir yazı yazılacak. Bu güzergahın şu kısmı depremin en şiddetli olduğu yerden geçmekte ve buranın yıkılacağı yönünde endişelimiz var, burası incelenmeli, denecek. Bugün bunları yapmayanların, yarın aleyhinde kullanılacak ve hepsi belge olarak mahkemeye sunulacak. Bursa’daki okulların sayısı bildirilecek ve deprem eğitimleri verilerek koordine edilerek tarafına bilgi verilecek. Bursa İl Milli Eğitim Müdürünün sana vereceği cevap aleyhine veya lehine kullanılacaktır. Bugünden itibaren başlamak kaydıyla bundan sonra sadece müteahhitlerin peşinde koşulmayacak, tüm yetkililer hesabını verecek!”

6 Şubatla birlikte şehri tetikleyen deprem üzerine konuşma seansları bununla sona erdi mi bilmek güç. Devamı gelebilir bu konuşmaların. Zaten Osmangazi Belediye Başkanı Erkan Aydın da konuşmasında; “Depremlerde yaşanan kayıpların her biri bize kısa vadede önemli dersler çıkartıyor. Üzerinden kısa bir süre geçtiğinde maalesef her şey unutuluyor. Deprem geliyor deyip ertesi gün yaşamımıza hiçbir şey yokmuş gibi devam etmememiz gerekiyor” diyor.

Çok iyi çok güzel de 1999 yılından bu yana elle tutulur gözle görülür bir iş yok Bursa’da. Kentsel dönüşüm denildi, başka bir noktaya evrildi. Bazı okulların depreme dayanıksız olduğu tespit edildi, yıkılan okulların yerine yenisi gelmedi. Aynı durum hastaneler için de geçerli oldu. Şimdi insanlar yoğun bakım için bile kuyruk bekliyor Bursa’da.

Halimiz itten beter, keyfimiz paşada yok misali yaşayıp gidiyoruz, depremin izin verdiği kadar…

Ülkeyi bu hale kim getirdi?

Ülkeyi bu hale kim getirdi?

Bugünün en önemli fotoğrafı TÜSİAD Olağan Genel Kurul toplantısının açılışında kullanılan ilk slayta ait!

Uzun süredir üretimden elini ayağını çekmiş, önce yabancı sermayeye teslim olmuş, ardından ülkede yaşananlar sonrasında yabancı sermayeyi kaçırmakla kalmamış, az buçuk varlığını sürdürmeye çalışan yerli sermayeyi dahi başka ülkelere kaptırmış, ekonomik planlarını adeta bir Carpe diem mantığı ile günübirlik, gelişine yaşayan Türkiye için çok geç kalmış bu çıkışın ayak seslerini biz Bursa’da dahi duyuyorduk aslında.

İki yılı aşkın süredir, BUSİAD’ın düzenlediği toplantılarla daha fazla özgürlük, daha fazla adalete güven ihtiyacı olduğuna ilişkin yaptığı vurguların ardında elbette yatırımcının olmazsa olmazı bu iki kavramın giderek eridiği gerçekliği vardı.

Özgürlük alanı olmayan, adaletin hızlı, doğru ve gerçekten adil işlediğine güvenemeyeceğini hisseden yatırımcının zaten tarumar olmuş ekonomik sistemin içinde ne işi olabilir ki…

Üstelik tüm bunların yanında 100 yaşını doldurmuş bir ülkenin elindeki tek ekonomik kozun insanının emeğini ucuza satmak olmasının yarattığı içler acısı durumu bu tablonun içine katmıyorum bile.

Yahu 25 yıldır ekonomimizi sadece inşaat sektörü üzerine şekillendirmekteki hatanın büyüklüğünü bugün inşaat sektörü dışında pek çok sektöre de yatırım yaparak üretim yelpazesini genişletmeye çalışan inşaat sektörü aktörleri dahi görüyorken, koskoca bir devletin ön göremezliği akıl kârı iş midir?

Gelim toplantıdan yansıyanlara…

Toplantının açılış konuşmaları TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Ömer Aras ve TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan tarafından yapıldı.

TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Ömer Aras’ın konuşma başlıklarını Ziraat Bankası Eski Genel Müdürü Şenol Babuşcu’nun sosyal medyasından alıntılayarak aktarmak istiyorum;

“-Moralimiz bozuk, güvensizlik içindeyiz, bunun nedeni çöken sistem hala Kartalkaya yangını ve diğer olayların acısı içimizde.

-Tüm bu olayların arkasında denetim eksikliği ve işletme sahiplerinin yatırım yapmaması var.

-Tutukluluğun istisna değil kural haline gelmesi sorunu çözülemiyor.

-Gelir dağılımındaki eşitsizlik artıyor, yüksek enflasyon aslında bir vergidir.

-Serbest piyasa koşulları işlemeli ihalelerde ve kredilerde eşitlik ilkesi gözetilmelidir.

-Hukukun üstünlüğü ve bağımsız yargının güven ortamında liyakatli insanlarla bu reformları gerçekleştirebiliriz.

-Tutukluluğun istisna değil kural haline gelmesi sorunu çözülemiyor.

-Kamunun da vatandaşlarla eşit düzeyde kemer sıkması şart.

-Vergi gelirlerini arttırmak için kayıt dışılıkla mücadele etmeliyiz.

-Eğitim sistemini tarikatların etki alanının dışına taşımalıyız.”

Enflasyonla mücadelenin hızlanması gerektiği ifade eden Orhan Turan’ın söylediklerini de aynı kaynaktan başlıklar halinde alıntılıyorum;

“-Suç örgütü kurmak artık şirket kurmaktan daha kolay oldu.

-Şimşek’in politikalarına destek versek de her şeyin yolunda olduğunu söyleyemeyiz.

-Hem sanayici hem işveren hem çalışan mutsuz.

-Depremlerde yangınlarda vatandaşlarımızı kaybediyoruz, yani kayırmacılık çok yaygın.

-Tutuklamalara sürekli yenileri ekleniyor, ama infial yaratan olaylarda suçlular kolayca serbest kalıyor.

-Modern devletin temelinde hukukun üstünlüğü vardır, yönetim keyfi değil hukukun üstünlüğüne göre yapılır.

-Biz insanız, bu ülkenin vatandaşıyız, insani değerleri ekonomik değerlerin önüne koyarız.

-Hukukun üstünlüğü tesis edilmeden ne iç ne de dış sorunları çözemeyiz.

-Bu ortamda işimizi nasıl devam ettireceğiz?

-Sanayici kan ağlıyor, ithalatın cazibesi artıyor.

-Her şeyi zamana bıraktık, ama artık zamanımız var mı?”

Valla bizim zamanımız tükendi, ama sıra size gelince ne de güzel yükseliyormuş meğer herkesin sesi…

‘Şuraya kadar söylenen her cümlenin altına ben imzamı atarım, hatta imzamı atmakla kalmam, benzeri şeyleri yıllardır söyleyip yazdığıma dair yemin bile ederim, de siz hayırdır?’ diyesi geliyor insanın.

Tabi şöyle bir durum var ortamı böylesine celallendirecek, “Şirketlere kayyum atanmasına yönelik düzenleme yeniden torba yasaya eklendi. Düzenlemeye göre TMSF, suç geliri tespit edilen veya terörle bağlantılı şirketlere kayyum olarak atanabilecek. Bu şirketlerin tasfiye işlemlerinde azınlık hissedarlarının rızası aranmayacak” başlıklı haberler size bir şeyler çağrıştırmıştır herhalde.

Kısacası beyler, sıra sırça köşklere geldi…

Hukuk bizim için çalışmazken sorun yoktu, ucu size dokununca kötü. Suç örgütleri bizim tepemize binebilirken iyiydi, sizin tepenize binme ihtimalleri olunca korkutucu. Biz işimizi devam ettiremezken sorun yoktu, sizin işler kötüye gitmeye başlayınca sorun oldu. Biz geçinemezken porsiyonları küçültme önerileri verilirken, sağlık hizmeti alamazken, çocuklarımızı okutamazken iyi, aynı şeyler sizin başınıza gelince içiniz kan ağlıyor.

Şimdi konuya dair Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un; “Türkiye eski Türkiye değil!” sözü dışındaki kısımları onaylamamın mümkün olmadığını özellikle belirterek, ‘ülkeyi bu hale siz getirdiniz, bundan sonra hayrını görün diyerek’ yazıyı kapatmak isterim.

Rıfat Ilgaz’ın ‘Çocuklar’ı…

Rıfat Ilgaz’ın ‘Çocuklar’ı…

Bursa’nın sanatsal ve kültürel etkinlikler anlamında en dolu ilçelerinden biridir Nilüfer. Hatta hatırlarsınız, Nilüfer’de yanan sanat ateşini tüm Bursa’ya yaymak ve şehrin ölü damarlarını tek tek canlandırmak için harekete geçen Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey, Nilüfer Belediyesi’nin eski Kültür ve Sosyal İşler Dairesi Başkanı Şafak Pala’yı kendi ekibine katarak tüm şehre yayılan organizasyonlar düzenlemenin peşine düşmüştü.

Kültürel ve sanatsal bakış bir gelenek olduğundan, bu konuda Nilüfer’de bir boşluk oluşmaması herkes için sevindirici. İlçenin sportif faaliyetlerinden sosyal ve kültürel etkinliklerine kadar pek çok alandan sorumlu olan Nilüfer Belediyesi Başkan Yardımcısı Okan Şahin kendisine başarılı bir ekip kurmuş anlaşılan.

Her seneyi ‘Yılın Yazarı’ etkinlikleri kapsamında bir yazara adayan Nilüfer Belediyesi, 2025 yılını usta yazar Rıfat Ilgaz’a adayarak büyük ustayı yılın yazarı ilan etti bugün düzenlediği basın toplantısıyla.

Yerel seçimlerin hemen sonrasında Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin de tüm yılı Nazım Hikmet Yılı olarak ilan ettiğini hatırlıyorum. İki eski dostun bir kez de Bursa’da buluşması ayrı bir anlam taşıyor bana göre…

Toplantıda Rıfat Ilgaz’ın üçüncü kuşaktan torunu Anıl Ilgaz ve usta oyuncu Altan Gördüm de vardı. Anıl Ilgaz dedesinden alıntılarla konuşmayı tercih etti, halasının duygu dolu mektubunu okudu.

Buraya kadar her şey benim için de sanatın yumuşak kucaklayıcı dünyasının içinde pembe bulutlar üstünde gibi geçti.

Gelin görün ki, Rıfat Ilgaz bir öğretmendi ve eserleri çoğunlukla mesleği ile ilgili gözlemlerine dayanıyordu. Üstelik bu eserlerin hepsi ‘Hababam Sınıfı’ gibi trajedinin dahi komediyle harmanlanarak aktarılmış haliyle yansımıyordu sevenlerine.

Altan Gördüm’ün sesinden sanatçının ‘Çocuklarım’ şiiri okunurken, ülkenin geçmişten geleceğe akıp giden tüm sorunları bir bir gözümüzün önünden geçti; çocukların sırtındaki küfeden, ellerindeki ayakkabı boyasından, balık pazarındaki limonlardan, torbadaki jetonlardan…

Dönüp bu güne baktım şöyle bir…

Dört kişilik bir aile için açlık sınırı 22 bin 75 lira, yoksulluk sınırı 76 bin 358 lira olmuş…

Çocuklar ekmeği makarnaya banarak yiyor, onu da bulabilirlerse tabi…

Et, süt, yumurta ancak rüyalarda giriyor çoğu eve…

Türkiye’de 855 bin 174 öğrenci örgün eğitim dışında hali hazırda. Sayı giderek artıyor, üstelik bu çocukların her biri birer yaşam ve en temel hakları olan eğitim hakkından koparılıyorlar küçücük yaşlarında.

Bursa’da yaşanan ekonomik krizin ardından fark ettik ki, Nilüfer İlçesi’nin 6 mahallesinde sadece 6 devlet okulu var.

Hiç devlet okulu olmayan 3 mahalleden birine devlet okulu yaptırmak için yardım toplamak adına dernek kuruldu bu şehirde.

Depreme dayanıksız olduğu tespit edildiği için yıkım kararı alınan okulların öğrencileri başka okullara taşındığı için tam günlü eğitim hayal oldu artık.

Yıkılan okulların ne zaman yapılacağı tam bir muamma, çünkü sürekli iptal edilen devlet ihaleleri, ihale şartlarına uymayan yüklenici firmalar, yarım kalan işlerin tekrar ve tekrar toparlanması için açılan yeni ihaleler derken yıkılıp 5 yılda hala yapılmayan okulumuz var bizim.

Bir de elini hiçbir belgeye sürmeyip, ‘Dokunmayalım, yanmayalım’ diyerek, Bursa’daki günlerini tamamlamaya bakan Bursa İl Milli Eğitim Müdürlüğü yöneticilerimiz…

2024 yılında çıraklarla birlikte toplam çocuk işçi sayısı 1 milyon 312 bin 344’e ulaştı.

2023 yılında yoksul çocuk oranının yüzde 31.3, ciddi maddi yoksunluk içinde olan çocukların oranının yüzde 33.3 olduğunu belirtiliyor. Çocuklar hem eğitim almıyor, hem çalışıyor hem de ciddi maddi yoksulluk çekiyor.

Devlet teşvikiyle kitleselleşen çocuk işçiliği sanayiye kayıyor; 1 yılda 71 çocuk çalışırken öldü, çocuklar ölmeye devam ediyor…

2024’ün ilk 8 ayında 516 çocuğu toprağa verdik. 20 çocuk şüpheli, 40 çocuk intihar, 15 çocuk toplumsal cinsiyet temelli, 40 çocuk ise çocuk işçi ölümü olarak geçti kayıtlara.

3 bin 532 çocuk ‘suça sürüklenen çocuk’ kapsamında cezaevlerinde. Bunların bin 48’i hükümlü, 2 bin 484’ü ise tutuklu.

Hasılı kelam, bugün Rıfat Ilgaz’a kocaman bir seneyi adarken, bu ince ruhu örseleyen çocuk dramlarının artarak devam ettiğini fark ettim içim acıyarak…

Senin gibi çocukları kocaman kalbiyle kucaklayanlara selam olsun Rıfat Ilgaz…

“Meşe, çam, köknar, kayın…”

“Meşe, çam, köknar, kayın…”

Nilüfer Belediyesi, gelenekselleşen yılın yazarı etkinliklerinin bir yenisini gerçekleştirmek üzere yazarını açıkladı.

Bu yılın yazarı RIFAT ILGAZ.

Şair ve yazar Atilla İlhan’ın “Fedailer Mangası” diye seslendiği 1940 kuşağının en acılı yazarlarından biridir Ilgaz. Onun bu acılar serüveni, 12 Eylül darbesinin ilk günlerinde gözaltına alınmasıyla da yıllarca sürdü. Yetmişli yaşlarındaydı üstelik. Karadeniz kıyısındaki Cide’de gözaltına alındığında sokaklarda gözleri bağlı şekilde yürütülmüştü.

O yılların “Fedailer Mangası”nda şairler ön plandadır. Ülkemizin yazarları ve siyaset adamlarına tabutluk diye tabir edilen zindanların reva görüldüğü yılların başlangıcıdır. Türkiye’nin elinin kolunun bağlanıp, Amerikancı yerli çetelere teslim edilişinin ilk yılları…

Sonraki yıllarda da bu çeteler çeşitli kimlikler altında gençlerine, gazetecilerine, aydınlarına bedel ödetmeye devam edecektir ülkemizde. Ancak o kuşağın aydınlattığı o günün çocuk ve gençlerinin bu inatlarını kıramamışlardır. Bugünlere onlardan okudukları öğrendikleri ve yaşadıkları ile aydınlığa, demokrasi inancına taşımaya başarmış asla vazgeçmemişlerdir

İşte Rıfat Ilgaz bu mücadele tarihinin acılarını hatırlatan anıtsal bir isimdir. Öte yandan tüm acıları içinde “Hababam Sınıfı” isimli eseri ile 60 yıldan fazla süredir bizleri gülümsetmeye de başarır bu büyük yazar. Nilüfer’de gerçekleşecek Hababam devam etkinliğinde Hababam sınıfındaki karakterlerin olası geleceğine dair eğlenceli kurgular oluşturularak konuşulup yazılacak.

Nilüfer Belediyesi Yılın yazarı etkinliklerinde Rıfat Ilgaz’ı toplumun çeşitli kesimleri ile buluşturacak; Senaryo yazma atölyesi, Şiir Yaşadıkça atölyesi ile Rıfat Ilgaz’ın lirik üslubunun genç yazarlara ilham olması amaçlanacak. Resimleme / İllüstrasyon Atölyesi, Karikatür Atölyesi, Belgesel Gösterimleri, Liselerarası Kitap Kapağı Ödülü, Yılın Yazarı Öykü Ödülü gibi ödüllerin yanı sıra Sergi ve tanışma etkinlikleri tüm yıl sürecek.

Nilüfer Belediyesi ülkemizde kültür sanat alanında özel bir yer edindi. Bunu başarmasına neden olan kültür merkezlerine, kütüphanelere, festivallere, heykellerle süslenmiş parkları da ekleyebiliriz.

İnsanı, ölmeden önce ölümden koruyan şey olan sanat bir kent için lüks değildir.

Biliyoruz ki bu anlayışın yaygınlaşması, bu belediyecilik anlayışının kazanması belirli çevreleri hep rahatsız etmiştir.

Muhtemeldir ki Rıfat Ilgaz ismi de rahatsız edecektir.

Büyük ozanın buna cevabı ise şudur ;

Mutluyuz birlikte yaşamaktan
Meşe, çam, köknar, kayın…
Sarılın toprağınıza bir çınar gibi
Bize de kendinize de kıymayın.

Ne demiş en büyük ozanımız
Neden kulak vermiyorsunuz sesine
Bir ağaç gibi hür yaşayın dememiş mi,
Ve bir orman gibi kardeşçesine…

(Kulağımız Kirişte adlı şiir kitabından 1983)