5’li masa seçime tek liste ile mi girecek?

5’li masa seçime tek liste ile mi girecek?

Hafta sonu Türk siyaseti açısından değerlendirdiğimizde altılı masanın bir ayağı koptu, geriye kaldı beş masa.

Tabiri caiz ise bu beraberlik en fazla bir sene sürdü.

Şimdi geriye kaldı beş siyasi parti.

Onlar da muhtemelen adaylarının CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu olduğunu açıklayacaklar. Buraya kadar sorun yok.

Asıl sorun şimdi başlayacak.

Kılıçdaroğlu, altılı masanın kopan ayağının yerine birkaç alternatif arayacak. Hatta bu konuda sol partiler ile görüşmeye başladı bile.

Onlardan bir veya birden fazlası da belki Kılıçdaroğlu’na destek verecek…

Ama bu destek masanın diğer ayakları olarak tabir edeceğimiz Gelecek, DEVA, DP ve SP’lerini mutlu edecek mi?

Dünya ve uhrevi düşüncesi kendileri ile aynı olmayan 180 derece farklı siyasi partilerle aynı ittifakta bulunmak, onları meclisi taşımak tabanlarında nasıl bir karşılık bulacak…

Bu ilk soru işareti.

Diğer bir soru işareti ise Millet İttifakı’nın seçimlere ayrı listeler halinde değil tek liste olarak girmeye çalışacağı.

Bu konuda görüşmelerin hızlanacağı kulis bilgisi de kulağımıza geldi.

Bir tarafta bu gerçek var iken diğer tarafta CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun hatırlaması gereken ise Türk seçmen yapısının yüzde 70’inin sağ, yüzde 30’unun ise sol seçmen olduğu.

Anketlerde İmamoğlu’nun ve Yavaş’ın Kılıçdaroğlu’ndan yüksek oy çıkmasının nedeni de bu.

Birileri bu ayrıntıyı Kılıçdaroğlu’na hatırlatırsa belki de siyaseten en doğru işleri yapmış olacak.

Ama inadım inat diyerek farklı bir strateji ile seçime giren Kılıçdaroğlu bu seçimlerde de sandıktan çıkmaz ise Türk siyasi tarihine en uzun süre ana muhalefet partisi lideri olarak kalacak farklı bir rekorun sahibi olacak.

Kısaca istikrarın sembolü olmuş olacak…

 

Yerel Bakış’ın konuğu Yunus Aydın

Her hafta birbirinden değerli konukları ağırladığımız Norm Haber Stüdyolarından yayınlanan Yerel Bakış programında bu haftaki konuğumuz Uludağ OSB Başkanı Yunus Aydın olacak.

Hatırlatmakta fayda var: İlgili bakanlık tarafından Yunus Aydın ile beraber iki yönetim kurulu üyesi toplamda üç isim 3 ay süre ile görevden uzaklaştırıldılar.

Bugün Aydın’a bizler bu uzaklaştırmanın gerekçelerini bundan sonraki yol haritasını Yerel Bakış programında soracağız.

Programımız saat 12.00’da www.normhaber.com başta olmak üzer tüm sosyal medya platformlarından izleyebilirsiniz.

Vakti olanlar kaçırmasın.

Şimdiden iyi seyirler…

 

Deprem gerçeği konuşulmaya başlandı…

Son yaşanan 6 Şubat Kahramanmaraş depremlerinin üzerinden bugün itibari ile bir ay geçmiş durumda. Bir taraftan yaralarımızı sarmaya çalışırken diğer taraftan da yaşama tutunmaya çalışıyoruz. Bunları yaparken de unutmamamız gereken gerçek ülkemizin deprem kuşağında olduğu…

Bu noktada sivil toplum kuruluşları da yavaş yavaş konu hakkında farkındalık çalışmalarına başladı.

Artvin-Ahıska-Batum Dernekleri Konfederasyonu ve Türk Dünyası Mühendis Mimarlar Bursa Şubesi’nin ortaklaşa düzenlediği “Deprem Gerçeği ve Bursa” konulu konferans 7 Mart 2023 tarihinde saat 19.30’da Merinos Atatürk Kongre Kültür Merkezi’nde gerçekleşecek.

Vakti olanlar kaçırmasın…

İYİ Parti kendi adayını mı çıkaracak, yoksa yeni bir ittifak mı kuracak?

İYİ Parti kendi adayını mı çıkaracak, yoksa yeni bir ittifak mı kuracak?

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, “altılı masa”dan ayrıldıktan sonra aday olarak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ı işaret etti.

Her iki isim bu işaret sonrası yaptıkları açıklamada Kemal Kılıçdaroğlu’nu desteklediklerini ifade ettiler.

Şimdi “beşli masa” hafta başında resmen adayını açıklayacak.

Onlar da muhtemelen ana muhalefet partisi lideri CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu aday ilan edecekler.

O zaman merak edilen soru bundan sonraki süreçte İYİ Parti’nin ne yapacağı…

Kendi adaylarını mı çıkaracaklar?

Yoksa başka bir ittifak mı kuracaklar?

Ya da aday çıkarmayıp seçmenini serbest mi bırakacaklar?

Diğer bir ihtimal – zayıf bir ihtimal, altılı masaya geri dönecekler mi?

Bu soruların yanıtları bugünden itibaren aranmaya başlanacak.

Biz son ihtimalden başlarsak…

Altılı masaya geri dönerse o zaman seçmende güvensizlik oluşur, böyle bir durumda Meral Akşener kendisi ile çelişir, partisi İYİ Parti’yi etkisiz eleman haline getirir.

Ben bu ihtimale pek olasılık vermiyorum.

Yeni bir ittifak noktasında, ittifak kurabilecekleri iki siyasi parti var. Fatih Erbakan’ın liderliğini yaptığı Yeniden Refah Partisi ile Hüseyin Baş’ın lideri olduğu BTP

Bu önemli bir ihtimal olabilir.

Son ihtimal ise aday çıkarmayıp seçmenini serbest bırakması.

Böyle bir durumda İYİ Parti seçmeni TBMM seçimlerinde kendi partisine oy verir, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde boş oy atabilirler.

Yine Bursa özelinde merak ettiğim soru Nilüfer ile ilgili olacak.

Burada İYİ Parti’den bir isim belediye başkan yardımcılığı görevinde.

CHP ile İYİ Parti arasında ipler kopunca burada başkan yardımcılığı görevinde bulunan Mehmet Temirtaş görevden ayrılacak mı?

Bu soruların yanıtlarını hep beraber yaşayarak öğreneceğiz.

Bekleyip, görelim…

BAŞKAN YILMAZ’DAN DEPREMZEDE ÖĞRENCİLERE TAM DESTEK

Öncelikle şu tespiti yapmak gerekiyor:

Hayat her şeye rağmen devam ediyor. Bir tarafta yaşanan deprem diğer tarafta hayata tutunmak isteyen eller.

İşte o eller içindeki her el önemlidir ama okumak isteyen el, kalem tutmak isteyenler daha da önemlidir.

Deprem bölgesinden gelerek kentimize yerleşen depremzede öğrencilerimiz de yaşadıklarını bir kenara bırakarak eğitim hayatına devam ediyorlar.

Bir kısmı üniversiteye bir kısmı da liselere giriş sınavına hazırlık yapmak istiyor.

Bu sayede hayata daha iyi tutunmak için gayret gösteren öğrencilerimize Bursa Büyükşehir Belediyesi ücretsiz kurs desteğinde bulundu.

Ardından da Yıldırım Belediye Başkanı Oktay Yılmaz.

Başkan Yılmaz, hem deprem bölgesinde eğitim ve öğretim hayatına devam eden hem de kentimize gelen öğrencilere kitap desteğinde bulunacak.

Bu minvalde; Yıldırım Belediyesi deprem bölgesindeki 1000 öğrenciye, ilçeye yerleşen 500 depremzede öğrenci başta olmak üzere toplamda 4 bin 215 öğrenciye YTY ve AYT kitap desteği sağladı.

Bu önemli bir destek…

Biz bu desteği sağlayan Başkan Oktay Yılmaz ve ekibini ayrıca tebrik ediyoruz.

Ellerine sağlık…

Altılı masa mı, beşli masa mı?

Altılı masa mı, beşli masa mı?

Aslında şu anda Hatay’da temiz su krizi var! Önemli bir sorun bu, çünkü bölgeye ne kadar su götürürsek götürelim susuzluk meselesi hep devam ediyor. Konunun özü şu; orada, yani deprem bölgesinde taşıma su ile döndürülmeye çalışılıyor değirmenler. Temiz suya ulaşma imkanı ancak böyle mümkün.

Bu nedenle ilk olarak günün en önemli mesajını vereyim; Hatay’ı, deprem bölgesini, bölgede yaşamaya çalışan insanlarımızı unutmayın! Temiz su en çok ihtiyaç duydukları kalem!

***

Şimdi gelelim yönümüzü ülkenin doğusundan ortasına doğru çevirmemize neden olan meşhur altılı masa meselesine.

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in 6’lı masayı kumar masasına benzeten konuşması henüz yapılmadan, ilk gergin kıvılcımların yandığı andan, o meşhur konuşmadan bir gece öncesinden itibaren, parti tabanının nabzını ölçmeye çalıştık basın mensupları olarak.

Benim gözlemim, Akşener’in son toplantısını yaptığı GİK üyelerinin haricinde hiç kimse tarafından böylesine sert çıkışlı, böylesine sert ithamların olduğu bir konuşmanın gerçekleşmesinin beklenmediği yönünde oldu. ‘En fazla aday sayısı artar’ düşüncesi hakimdi.

Çünkü daha birkaç ay öncesine kadar CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu ailesine emanet ettiğini söyleyen Akşener’den böyle bir çıkış beklemek; gerçek bir siyasi uzmanlık, hatta falcılık meziyeti gerektirir…

Elbette mevcutta bazı gizli ajandalar varsa ve onları biliyorsanız o zaman durum başka…

Kabul etmek lazım ki, sükutu hayale uğradık…

Tam farklı siyasi görüşler bir çatı altında birleşti derken, tam ortak bir amaç uğruna demokratik yaklaşım sergilemek mümkün görünüyor derken, tam güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş mümkün derken…

Bir yanda ‘masadan itildik’, bir yanda ‘masadan kalkıldı’ bir yanda da ‘çok şükür’ nidaları yankılanıyor siyaset sahnesinde…

Siyasetin ateşinin sönüp sönmeyeceğini Pazartesi günü göreceğiz, çünkü benim dikkatimi çeken, İYİ Parti Genel Başkanı Akşener’in ‘masadan kalkıyoruz’ cümlesini halen net olarak duymadığımız gerçeği, bugün itibariyle İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Erhan Usta’nın da açıklamasının konusu oldu.

Masada sürekli kullanılan ‘tam mutabakat’ cümlesine vurgu yapan Usta, pazartesi günü yapılacak olan toplantıya katılım konusunda henüz karar verilmediğini, kapının halen açık olduğunu, altılı masanın tam mutabakatla çalışma ilkesinden vazgeçmemesi halinde yeniden bir araya gelinebileceğini söyledi.

Bir de dedi ki, ‘Cumhur İttifakına kapılar tamamen kapalı.

Hadi bu söylemi doğru kabul edelim ve biraz fikir jimnastiği yapalım…

İYİ Parti aday konundaki tavrını sürdürecek bu belli. Kemal Kılıçdaroğlu da adaylığı konusundaki tavrından taviz vermeyecek gibi görünüyor. O halde İYİ Parti için önümüzdeki seçimlerde tek ilerleme yolu kalıyor, kendi adayını çıkarmak

Ben ‘Başbakan olacağım’ diyerek ülkeyi dolaşan Akşener’i Cumhurbaşkanı adayı olarak görmek pekala mümkün…

Senaryo böyle gelişirse, şimdiki anketlere göre, seçimin ikinci tura kalması muhtemel görünüyor. Burada da ikinci turda kimin kimi destekleyeceği önemli. Konuyla ilgili elbette bugünden bir netlik yok, ancak böyle bir durumda İYİ Parti seçmeninin çok zorlanacağı aşikar. Bir yanda desteklemedikleri Cumhur İttifakı diğer yanda ise masasından kalktıkları Millet İttifakı olacak!

Üzerinde en çok düşündüğüm konulardan biri de gençliğimden bu yana siyasetçi olarak takip ettiğim ve devletin içinde pişerek gelişimini izlediğim Meral Akşener’in önümüzdeki süreçte partisi adına yaşanabilecek olumsuz gelişmeleri nasıl göze alıp böyle bir karar verdiği…

Elbette bir yandan, ‘Çok doğru bir adımdı, üzerimizdeki yükleri attık, şimdi siyasi parti olduk, sonunda özgür hareket edebileceğiz…’ söylemleri var. Ancak diğer yanda, hatta tam da bu söylemlerin eşliğinde, gür sesle dillendirilmese de derin bir sessizlikle ifade edilen güven kaybı, kuşku, endişe, aidiyet hissini kaybetme görülüyor.

Bu iki aralıkta İYİ Parti’nin kendisini konumlandırmak istediği merkez sağa yerleşmesi tek bir durumda mümkün, AK Parti’nin ciddi oy kaybıyla. Masanın dağılması, masaya duyulan güvenin zedelenmesi ile beklenen gerçekleşmez ve AK Parti’de oy ve güven kaybı oluşmazsa İYİ Parti gerçekten ayağına sıkmış demektir.

Siyaset bir oyun sahnesi, fakat siyaset oyununu oynamakla vatandaşın halis duyguları ile oymamayı birbiriyle karıştırmamak lazım.

Altına defalarca imza attığınız mutabakat metinleri varken, konuşmanızdan 18 saat önce imzaladığınız ortaklaşma metni arşivlerdeki yerini almışken, bu kadar kısa süre böylesine sert bir konuşma nasıl olur da yapılır bunu vatandaşa anlatmak zor olacak Akşener için. Çünkü konuyu henüz kendi partisinin bileşenleri dahi anlayabilmiş değil.

Ben bu satırları yazarken, Millet İttifakı’nın iki önemli figürü, İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanları Akşener ile görüşmeye gidiyordu.

Çıkacak sonucu merakla bekliyorum…

Okullarımız depreme dayanıklı mı?

Okullarımız depreme dayanıklı mı?

Bursa İl Milli Eğitim Müdürü Serkan Gür’ün Hatay İl Milli Eğitim Müdürü olarak görevlendirildiğini ve Hatay İl Milli Eğitim Müdürü Seyit Ali Büyük’ün de Bursa İl Milli Eğitim Müdürü olarak atandığını daha önce duyurmuştuk.

Ataması yapılan Serkan Gür, her ne kadar kendisinin Bursa’da çok güzel işler yapması nedeniyle böyle bir görev değişikliğine gidildiği yönünde bilgiler yaymaya çalışsa da işin aslının öyle olmadığını biliyoruz.

Hatta kulağıma gelen bir duyum, Gür’ün Hatay’da görevlendirileceğini duyduktan sonra istifa etmek istediği yönünde. Elbette bu sadece bir duyum. Gerçekliğini bilemeyiz…

Önceki yazımda yeni gelecek Milli Eğitim Müdürünün mesleki eğitim konusunda nasıl bir tutum takınacağını çok merak ettiğimi vurgulamıştım. Bugün basına yansıyan, Bursa Muhalif’ten Fadime Nisa Sayar’ın belgeleriyle ortaya koyduğu, Bursa Valiliği’nin başlattığı soruşturma kapsamında İnşaat Emlak Birimi’nin incelemeye alındığı iddiası da diğer iddiaların tuzu biberi oldu.

Gelenin gideni aratmamasına niyet etmiştik, ama pek öyle olmayacak sanırım. Zira yeni müdürümüz de henüz gelmeden, icraatları ile nasıl bir profil çizeceğine dair fikir vermeye başladı.

Konuyu hemen aktaralım;

Malumunuz yaşanan büyük depremin ardından, yıkımların gölgesinde, tüm belediyeler, akademik odalarla birlikte çalışarak bina kontrollerini yaptırmak için protokol imzalamak üzere adeta sıraya girdi.

Duyumlarımız, sıraya giren kurumlar arasında Bursa İl Milli Eğitim Müdürlüğünün de olduğu yönündeydi. Resmi açıklama yapılmadan dile getirmek istemediğim protokole göre; şehrimizdeki okulların depreme dayanıklılığının gözden geçirilmesi, yeni yapılacak okulların teknik iş birliği bağlamında depreme dayanıklılık, enerji performansı ve sürdürülebilirliği gibi konularda denetiminin yapılması amaçlanıyordu.

Mimarlar Odası Bursa Şubesi, İnşaat Mühendisleri Odası Bursa Şubesi, Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası Bursa Şubesi, Şehir Plancıları Odası Bursa Şubesi, Jeoloji Mühendisleri Odası Güney Marmara Şubesi, Jeofizik Mühendisleri Odası Bursa Şubesi, Çevre Mühendisleri Odası Bursa İl Temsilciliği, Peyzaj Mimarları Odası Bursa İl Temsilciliği, Makina Mühendisleri Odası Bursa Şubesi, Elektrik Mühendisleri Odası Bursa Şubesi ile Bursa İl Millî Eğitim Müdürlüğü arasında hazırlanan iş birliği protokolünün imzalanması Bursa Valiliği tarafından da onaylanmıştı.

Ne olduysa oldu, bugün imzalanacak olan protokol askıya alındı

Henüz makam koltuğuna dahi oturmamış olan Milli Eğitim Müdürü Seyit Ali Büyük’ün ilk icraatı da bu oldu.

Müdür Büyük, 7 kişinin görevden uzaklaştırılmasına neden olan soruşturmanın etkisiyle mi böyle bir karar aldı bilinmez. Bildiğim tek bir şey var, o da alınan kararın gerekçesinin bir an önce Bursa kamuoyuna duyurulmasının önemli olduğudur.

Çünkü Bursa depreme dayanıksız okulları ile meşhur şehirlerden biri. Haliyle bu konu hakkında hem öğrencilerin hem de velilerin endişeleri büyük.

Misal, 2015 yılında okullarda yapılan deprem tahkik sonuçlarını Bursa Valiliği ve İl Milli Eğitim Müdürlüğü kamuoyu ile paylaşmadı. Sonuçları paylaşılmayacaksa, sonuçlara göre önlemler alınmayacaksa neden yapıldığı belli olmayan araştırma adeta sümen altı edildi.

Eğitim İş Sendikası Bursa Şube Başkanı Yeliz Toy’un konuyla ilgili açıklamasına göre; tüm çağrı ve uyarılara rağmen, yapılan incelemenin üzerinden tam 8 yıl geçtikten ve büyük deprem faciası yaşandıktan sonra 12 okulun tahliye edilmesi kararı alındı. Tahliye kararının gerekçesi olarak da 2017 yılında tamamlanan raporda bahsedilen okulların depreme dayanıksız çıkması gösteriliyor.

Konu hakkında öğretmen, öğrenci ve velilerin bazılarının haberi dahi yok henüz. Pazartesi gününden itibaren ikili eğitime geçecek ve başka okulda misafir olarak eğitime devam edecek olduklarını bilmiyorlar. Tam 8 yıldır depreme dayanıksız okullarda eğitim gördüklerinden ise hiç haberleri yok…

Söyledikçe, yazdıkça daha da saçma geliyor…

Akıl alır gibi değil…

Rapor 2017 yılında tamamlandıysa ve tam 8 yıldır bu okulların depreme dayanıksız olduğu biliniyorsa, üstelik herkes Marmara depreminin elinin kulağında olduğunu söylüyorken, nasıl olur da bunca öğrenci, öğretmen, veli böylesi bir riske atılır. Hangi vicdan böyle bir yükün altına girer.

Okulların depreme karşı dayanıksız olup olmadığına yönelik çalışmaları iptal ettiren zihniyet ile yapılan çalışmalar sonunda depreme dayanıksız olduğu belirlenen okullarda eğitimi devam ettiren zihniyet nasıl da örtüşüyor birbiriyle…

 

 

 

 

 

Altılı masada beklenen oldu…

Altılı masada beklenen oldu…

Gerçek olan şu: Bir yandan depremin yaralarını sararken diğer yandan da seçim sathına girdiğimiz. Hal böyle olunca bir gözümüz kulağımız deprem bölgesinde diğer gözümüz kulağımız ise Ankara’da oluyor.

Bu noktada merak ettiğimiz konuların başında ise Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayının kim olacağı idi.

Cumhur İttifakı adayı belli. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan. Karşısında en ciddi rakip ise Millet İttifakı’nın adayı olacaktı…

Aday belirlemek üzere önceki güne kadar 11 kez toplanan Millet İttifakı’nın partileri 12. toplantıda adayını belirleyeceğini açıkladılar.

Ardından mutabakat zaptı imzaladılar.

Sonrasında mutabakat zaptına göre aday pazartesi günü açıklanacaktı…

Ama zaptın mürekkebi kurumadan altılı masanın, altından İYİ Parti ayrılınca  (iyilik çıkınca) geriye ne kaldı?

Belki de bir enkaz…

Bu enkaz siyasi enkaz değil.

Bu enkaz yemeklerden, çaydan sonra kalan bulaşık yığını.

Dile kolay 12 toplantıda yenilen ve içilenleri üst üste koyarsan baya bulaşık enkazı olmuştur.

Allah için milletin aklı ile dalga mı geçiyorsun diye sormazlar mı adama?

Sen 11 kere toplan hiçbir şey konuşma,  yemek ye, çay kahve iç ardından adaylıkla ilgili bir şey konuşma…

O zaman güler geçersin…

Gelelim diğer bir soruya; şimdi bu cenaze nasıl kalkar?

Muhtemelen altılı masanın kalan beş siyasi partisi şimdi bunu düşünüyordur.

Ama biz her fırsatta hem yazılarımızda hem katıldığımız programda o masadan en az üç aday çıkar ve sonuna kadar gitmez diye konuştuk, yazdık

Yanıldık mı?

Yanılmadık…

Peki, bundan sonra ne olur?

Efendim kalan beş parti Kemal Kılıçdaroğlu’na destek verecekmiş…

Bu Kılıçdaroğlu’na destek değil, TBMM’de milletvekilliğini garantilemek desek daha doğru olacak…

Şimdi biraz düşünelim.

Bugün Gelecek Partisi, DEVA Partisi, Saadet Partisi ve DP tek başına seçime girse bırakın yüzde 7’ye ulaşmayı yüzde 3’e ulaşmaları bile zor.

Bir de ayrıca şunu sormak gerekir.

Bu partilerin seçmenleri Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde acaba Kemal Kılıçdaroğlu’na oy verirler mi?

Bunun yanıtı da hayır…

O zaman bunun adı ittifak değil, milletvekilliğini kurtarmak birkaç daha fazla milletvekili almaya yönelik çalışma demek daha doğru olacak.

Şimdi 6’l masa iktidarı değiştirmek isterken İYİ Parti’nin ayrılması ile hem masayı dağıttılar hem de  seçimi şimdiden kaybettiler.

Bu seçimde halk iktidarı değiştirmeyecek ama ana muhalefet partisini değiştirecek gibi gözüküyor.

Bununla beraber olarak Kemal Kılıçdaroğlu da değişecek. Millet İttifakı’nda Kemal Kılıçdaroğlu oyun kurma görevi yerine oyuncu olma isteyince böyle oldu.

Görünen o ki, genel seçimler sonrası Kemal Kılıçdaroğlu hem CHP’den hem de siyasetten ayrılmış olacak.

Peki, altılı masada İYİ Parti’nin ayrılması ile kazanan kim oldu?

Sol açısından değerlendirdiğimizde Muharrem İnce…

Kaybedeni belli Kemal Kılıçdaroğlu…

Peki İYİ Parti lideri Meral Akşener’in aday olun çağrısına Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş nasıl yanıt verecek?

O da ayrı bir soru işareti…

Bekleyip, öğreneceğiz.

Ama bugünden öğrendiğimiz altılı masada hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı…

Enflasyon canavarı coşmaya hazırlanıyor

Enflasyon canavarı coşmaya hazırlanıyor

Geliyor. Doludizgin yine geliyor!

Ne mi? Enflasyon…

“Zaten kurtulamadık ki bu beladan!” dediğinizi duyar gibiyim.

Doğru fiyat artışları hız kaybetse de bir miktar, hala hayatımızın ne yazık ki bir parçası olmaya devam ediyor!

Yani 2022’de resmi bazda yüzde 85’e dayanan yıllık TÜFE’yi artık göremesek de yüzde 55 civarı enflasyonla devam ediyoruz yola.

Ve çarşı pazardaki fiyatların TÜİK’e pek de uyumlu olmadığı aşikar.

Umutların aktarıldığı 2023’e de çok iyi bir başlangıç yapamadık.

İlk 2 ayda yüzde 10’u bulan bir TÜFE rakamı söz konusu!

Merkez Bankası’nın yıllık hedefinin neredeyse yarısı da ilk 2 ayda kayda geçti. Üstelik şubat verilerini deprem nedeniyle kısmen eksik verilerle derlenmek durumunda kalındı.

Ve daha önemlisi deprem kaynaklı yeni bir enflasyonist etkinin ne yazık ki hayatımızın bir parçası haline geldiğini görüyoruz!

Tarım ve hayvancılık üretiminde hatırı sayılır bir yere sahip olan 11 ilimiz deprem felaketi ile sarsıldı. Eski potansiyele ulaşmak zaman alacak. Dolayısıyla arz kaynaklı bir enflasyonist baskı gıda üzerinden gelecektir!

Keza sanayi üretiminde de özellikle insan sermayesi anlamındaki eksikliğin yarattığı bir boşluk var. Haliyle yine arzda etkisini görmemiz kısmen mümkün olacak TÜFE rakamlarında.

Ve her ne kadar aksi açıklamalar gelse de inşaat malzemesi ve ev eşyasına dönük yoğun talep artışı bu sektörlerde de fiyat baskısı oluşturacaktır!

Diğer taraftan dövizin az ya da çok yukarıya hareketi de gündeme gelecektir.

Dolayısıyla ithalat maliyeti üzerinden fiyatların artışı daha baskın hale gelebilir.

Piyasalarda 2023 için en iyi ihtimalle yüzde 30 civarı fiyatlanan TÜFE’nin artık yüzde 40’ın altında yılı kapaması imkansız görünüyor!

Çünkü hesapta olmayan ve özellikle de soframızdaki gıdayı tehdit eden bir dizi faktör kapıya dikildi.

Bu yıl ülkemizin büyük bölümünü etkileyen bir kuraklık söz konusu. Tarım uzmanları verim konusunda endişeli.

Yaz günlerinin sebze meyvede umulan ucuzluğu getirmesi kolay olmayacak gibi!

Diğer taraftan beyaz et ve yumurta konusunda da çok ciddi bir risk belirmiş durumda.

Bir buçuk yıldır 60 ülkede etkili olan ve 200 milyondan fazla kanatlı hayvanın itlafına yol açan kuş gribi artık Türkiye’de.

Ülkemizde şimdiye kadar 6,5 milyon kanatlının itlaf edildiğine dair haberler geliyor.

ABD’de son bir yılda yumurta fiyatlarını yüzde 300 artıran bir süreci tetiklediğini düşünürsek Türkiye’de de zaten yüksek seyreden beyaz et ve yumurta fiyatlarının daha da coşma ihtimalini görürüz!

Süt üretimindeki sıkıntılar da malum zaten.

Haliyle süt ürünleri de yüksek seyrini korumaya devam eder.

Gıda için pek de iyimser bir yıl beklemiyor bizleri maalesef.

Öte yandan Çin’de yükselen talep ve üretim hammadde fiyatlarını zorlamaya başladı!

Önümüzdeki aylar riskli. Hem de çok!

İttifaklar hangi isimleri aday gösterirlerse Bursa’da başarılı olur?

İttifaklar hangi isimleri aday gösterirlerse Bursa’da başarılı olur?

Gerçek olan şu?

Bundan sonraki süreçte genel olarak siyasette konuşulacak konuların başında partilerin aday adayları olacak.

Özellikle bu minvalde kulislerde bu noktada hareketlilik olacağı kesin.

Birçok isim  şimdiden deprem konusu gündemden düşünce kulislerde konuşulmaya başlandı.

Ama asıl konu şu olmalı.

Siyasi partiler adaylarını belirlerken Bursa’yı sokak sokak, mahalle mahalle bilen isimlerden seçmeli.

Bugün TBMM’de Bursa’yı temsil eden milletvekillerinden belki de Bursa’yı bilmeyen isimler var…

Onun için diyorum ki, siyasi partiler adaylarını belirlerken Bursalı olması konusunda ortak hareket tarzını benimsemeli…

Hal böyle olunca diğer bir gerçek te kıran kırana bir seçim süreci yaşayacağımız. Muhtemelen sonuç son düzlükte belli olacak.

Cumhur İttifakı iktidarı elinde tutmak isterken Millet İttifakı da iktidarı almak isteyecek. Fakat Millet İttifakı’nda iktidarın ucundan tutmak isteyen parti sayısı 6+1 olacak…

Bu da diğer bir gerçek…

***

Asıl sorulması gereken Bursa özelinde ittifakların listelerinde hangi isimler olursa daha başarılı olur?

Daha önce bu konu ile ilgili birkaç yazı kaleme almıştık.

Malum yaşanılan deprem sebebi ile ara verdik.

Bugün daha önce yazdığımız isimlere bugün yazacağımız ilk isim Cüneyt Karlık ile ilgili olacak. Misal tanınırlık ve bilinirlik noktasında Cüneyt Karlık önemli bir isim.

Kendisi çok genç diyebileceğimiz 35 yaşında Yıldırım gibi bir ilçede belediye başkanlığı yapan milletvekili olmasına ramak kalan Karlık, taban siyasetinin önderlerinden.

Bursa’yı mahalle mahalle biliyor.

***

Her gün halkın içinde aday gösterilmesi durumunda partisine çok önemli katkılarda bulunabilir.

Yine bununla ilgili yazacağımız diğer bir isim ise Erzurumlularla ilgili olacak.

Bursa’yı Ankara’da başarı ile temsil eden aslen Erzurumlu olan Bursa’nın evladı Mücahit Alkan da temsil noktasında önemli bir isim…

Bürokraside Bursa’yı başarı ile temsil eden Alkan siyasette de başarılı olabilir.

Bu noktada geçmişte Yıldırım’da belediye başkan yardımcılığı yapmış bir isim…

***

Yine Emin Balkan ismini de bir köşeye not etmek gerekir. Balkan, hangi partiden aday olursa olsun önemli bir oy potansiyeline sahip…

Bulgaristan göçmeni Türkler Balkan’ı sever hatırını sayar.

O açıdan muhtemelen bazı siyasi partilerin ajandasında Emin Balkan ismi var diye düşünüyorum.

***

 

Benim merak ettiğim diğer bir konu ise seçimlerde tercihli oy sistemi olsa Ankara kontenjanından Bursa listelerine konulan isimler ne kadar oy alırdı?

Bunu bu seçimlerde öğrenemeyeceğiz, ama gelecek seçimlerde öğrenme adına siyasi partiler ajandalarına tercihli oy sistemini yazsa demokrasi adına bir kazanç olur.

Önerisi her zamanki gibi bizden.

Hani bir şarkı vardı; ‘Biraz geç kalmadın mı???’

Hani bir şarkı vardı; ‘Biraz geç kalmadın mı???’

Önümde şöyle bir bilgi var, aslında biraz haber okuyan herkesin gördüğü bir bilgi bu. Cumhurbaşkanlığı Dolmabahçe Ofisi’nde yarın itibariyle Türkiye’nin deprem, sel, kuraklık gibi doğal afetlere karşı hazırlıklı hale gelebilmesi için kurulan, ‘Türkiye Ulusal Risk Kalkanı Modeli’nin ilk toplantısı yapılacak…

Projelerine isim bulmak konusunda yine çok başarılı bir çizgi çizmiş yöneticilerimiz.

Türkiye Ulusal Risk Kalkanı Modeli…

Üç gün sonra içinin boşa düşeceğini düşündüğüm model de neler olacak?

Şehirlerin öncelikle deprem, sonrasında ise sel ve kuraklık gibi afetlere daha hazırlıklı hale getirilmesi, afet anı ve afet sonrası atılacak adımlar olacak menüde.

İlk toplantının konusu ise elbette Kahramanmaraş depreminden etkilenen 11 ilde yürütülen çalışmalar ve Türkiye’nin deprem riski yüksek illerinde yürütülecek çalışmalar olacak.

Hepsi iyi hoş da küçük bir ayrıntı var dikkat çekilmesi gereken; Türkiye üç beş gün önce ya da bundan yaklaşık 25 gün önce yaşadığımız deprem felaketiyle birlikte bir afet ülkesi haline gelmedi ki…

Yıllardır susuz kalmanın kıyısında dolaşan bir şehirden, Bursa’dan sesleniyorum yarışmacı arkadaşlara. Etrafında ve merkezinde olabilecek üç büyük depremi yüreği ağzında bekleyen bir şehirden sesleniyorum.

Bu durum dün, bugün meydana gelmedi. Daha geçen gün binalarımızın hızlı kontrollerinin yapılması için düzenlediği protokol sırasında Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’ın da söylediği gibi 50 yıldır yapılan yanlışların eseri bunlar.

Şimdi eğri oturalım, doğru konuşalım bu 50 yılın hatırı sayılır bir bölümünde acilen böyle toplantılar düzenlemek için kolları sıvayanlar yönetimde değil miydi?

Hani demem o ki, biraz geç kalmadınız mı?

Tabi hemen ardından da, deprem bölgesinde hızla inşa edilmesi için kolların sıvandığı konutlar konusunda şu cümleyi kurmak lazım, beşik gibi sallanmaya devam eden şehirlerde, uzmanların söylediğine göre zemin henüz oturmamışken, gerekli incelemeler tamamlanmamışken bu acele niye?

Hani biliyoruz ve inanıyoruz da Türkiye Cumhuriyeti Devleti büyüktür, güçlüdür de, bu gücü göstermek için alelacele kararlar almanın, şehir değil bina yapmaya gayret göstermenin bunu da akla ve bilime uygun yapmamakta inat etmenin kime ne faydası olacak?

Konuyla ilgili benim gibi itirazları olanlarla da uğraşılmak istenmediğinden, işimize kimse karışmasın mantığı güdüldüğünden çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile yürütülecek bundan sonra her şey.

İşin itirazlar kısmına gelirsek. Hep söylerim, gazetecilik mesleği alkış tutma makamı değildir. Gazetecilik doğası gereği daha iyisini daha doğrusunu arzuladığından, eleştiren, eksikleri ortaya koyan bir mesleki yapıya sahiptir.

Neyse ki, bu konudaki eleştiri ve itirazlarımda yalnız değilmişim. Şehir Plancıları Odası Genel Merkezi yaptığı açıklama ile yaşananlardan duyduğu endişeyi dile getirdi.

Ben her konuda işin uzmanlarına danışılması ve görüşlerinin alınması taraftarıyım. Bu noktada da kendilerine kulak vermek isterim. Yayınlanan metni olduğu gibi sizinle paylaşıyorum;

Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ne anlama geliyor?

-Birçok kentimiz tümden yıkıma uğramışken ve bu kentleri tekrardan ayağa kaldırmak için başvuracağımız en önemli araçlardan biri planlama iken, bu kararname ile plansız kentleşme yasalaştırılacak, tüm yetkiler tek elde toplanacaktır!

-Planlama süreci tamamen devre dışı bırakılarak, vaziyet planları üzerinden ruhsatlandırma yöntemiyle yapılı çevre üretilebilecek. Yürütülen işlemlere itiraz edilemeyecek, sürece halk katılımı hiçbir şekilde sağlanmayacak, halka sorulmadan, itiraz hakkı dahi tanınmadan, halkın yaşayacağı soyut mekanlar inşa edilecektir!

Kurum görüşleri, detaylı analizler gibi planlama çalışmasına altlık olacak veriler olmaksızın yapılan yer seçimleriyle yeni afetlere, felaketlere zemin hazırlanacak, kurum görüşleri alınmadığı için diğer kurumların geçmişte yaptığı çalışmalardan veya gelecekte uygulamayı öngördükleri projelerden habersiz bir süreç yürütülecek, zemini sağlam, ama başka doğal ve beşeri tehlikelere maruz kalabilecek yerlerde konutlar inşa edilecektir!

-Deprem bölgesindeki tüm illerde orman ve mera alanları herhangi bir engelle karşılaşılmadan yapılaşmaya açılabilecek, bu vasıf değişikliği işlemine itiraz dahi edilemeyecek, çoğunlukla tarım faaliyetiyle geçinen yurttaşların geçim kaynağı olan doğal alanlar da betona boğulacaktır!

-Halkın dahil olmadığı, üstten merkezi bir karar alma süreciyle üretilen tip proje bina yığınları üretilip kentsel aidiyet, kent kimliği, toplumsal olarak inşa edilmiş bellek mekanları bir kez daha yıkıma uğrayacak, emeğimizle ürettiğimiz kaynaklar, hayalet mekanlara, yatakhanelere kentlere akıtılacaktır!

Altına imzamı atacağım bir metin…

EYT’deki eksikler ve dikkat edilecek noktalar

EYT’deki eksikler ve dikkat edilecek noktalar

EYT düzenlemesi TBMM’den onay alarak yasalaştı.

Yani emeklilikte yaşa takılma meselesi tarih oluyor artık!

Düzenlemenin Resmi Gazete’de yayınlanmasının ardından milyonlar, gasp edilmiş olan anayasal haklarına kavuşmuş olacak.

Peki mağduriyetler giderilmiş olacak mı?

Detaylara baktığımızda “herkesi aynı derecede memnun eden bir düzenleme oldu” demek zor görünüyor.

Neden mi?

Öncelikle geçmişe dönük kayıplar var.

Yani EYT’li olarak uzun zaman bekleyip de ilgili düzenleme çıkmadan emekli olanların somut hak kayıpları mevcut.

Aynı nedenle EYT düzenlemesinden yararlanıp emekli olacakların bir bölümü de birkaç yıllık geriye dönük kayıpla karşı karşıya!

Zararın neresinden dönsek kardır diyerek bundan sonrasına odaklandığımızda da somut bazı hak kayıpları dikkat çekiyor.

Nasıl mı?

Önce kısaca yasal düzenlemenin sağladığı hak sahipliğinin özelliklerine bakalım.

İlk etapta 2 milyon 250 bin kişinin yararlanacağı ifade edilen düzenlemeye göre 8 Eylül 1999 ve öncesinde sigorta girişi olanların yaş sınırı bulunmaksızın, Emekli Sandığı, SSK ve Bağ-Kur ayrımı gözetilmeden emekli olabilecek.

Yasalaşan teklife göre, EYT’li SSK’lılarda 5 bin – 5 bin 975 prim günü ve kadınlarda 20, erkeklerde 25 yıl sigortalılık süresi aranacak.

BAĞ-KUR’lu ve Emekli Sandığı’na bağlı erkekler 9 bin, kadınlar 7 bin 200 prim gününü tamamlayarak emekliliğe hak kazanacak.

Yani SSK’lı EYT’lilerin bir bölümü için prim günü konusunda bir hak kaybı göze çarpıyor!

Çünkü 8 Eylül 1999 öncesi çalışmaya başlayıp SSK’lı olanların 5 bin prim gününe tabi olması söz konusuydu. Yani emeklilik sistemini söz konusu tarihte değiştiren düzenleme sadece yaş değil prim günü mağduriyeti de yaratmıştı getirilen kademeli düzenleme ile!

Doğal olarak yaşla birlikte prim yükümlülüğünde de 8 Eylül 1999 öncesine dönülmesi gerekiyordu. Ama bu beklenti ne yazık ki hayata geçen bir düzenleme ile buluşamadı.

Deprem nedeniyle yaşanacak prim sorunları özel bir düzenlemeyi hak ediyordu.

Keza TESK Başkanı Bendevi Palandöken’den gelen mesajlar esnafın da prim konusundaki sıkıntılarına dikkat çekiyor.

Bir de 3 bin 600 gün ve 50 – 55 yaş koşullu emeklilik imkanı vardı 8 Eylül öncesinde. O hak da tanınmadı.

Diğer taraftan staj başlangıcının sigorta başlangıcı olarak kabul edilmesine dönük yaratılan beklenti de boşa çıktı!

Yine de elde bir kazanım olduğu açık.

Mücadelenin hele de bir araya gelinerek ve pes etmeyerek yürütülen mücadelenin sonuç verebildiğine dair güzel bir örnek oluşturdu EYT düzenlemesi.

Ama şu an hak sahipliği kesin gözüken EYT’lier için de hemen herşey güllük gülistanlık olmuyor.

Kısaca yapılması gerekenlere bakıp olası sıkıntılara dikkat çekelim.

Kanunun Resmi Gazete’de yayımlandığı günden itibaren, koşulları yerine getirmiş olan EYT’liler emeklilik dilekçesi verebilecek.

Dilekçenin ayın hangi günü verildiğinin önemi ise teorik olarak yok! Çünkü martta dilekçe verenlerin emekli aylıkları, 1 Nisan’dan geçerli olmak üzere bağlanacak.

Ama paraların hesaba yatması en az birkaç aya yayılacak. SKG’nın aylık 40-50 bin civarı dosyayı sonuca bağladığı biliniyor. Bu hız birkaç katına çıksa bile aylarca sürecek birçok hak sahibinin parasına kavuşması.

Unutulmaması gereken konular arasında 4A SSK statüsünde çalışanların önce işyerinden ayrılıp sonra emeklilik dilekçesi vermesi gerektiği öne çıkmakta.  Aynı işyerinde çalışmak isteyen EYT’liler için ise 30 günlük başvuru süresi şartıyla sosyal güvenlik destek primi işveren payında 5 puan indirim yapılacak.

Eksik prim günü olanların varsa borçlanma haklarını kullanmaları da büyük önem taşımakta.

4C Emekli Sandığı kapsamındakilerse çalıştıkları kurumdan emekliye sevk onayı aldıktan sonra emekli olabilecekler. Ve bir daha kamuda çalışamayacaklar!

EYT, seçimler, deprem

EYT, seçimler, deprem

Şubat ayını bitirdiğimiz, mart ayına girdiğimiz günlerde başkent merkezli hareketlilik devam ediyor.

Bu hareketlilik her geçen gün artarak devam edecek.

Ama öncesinde yerin altında yaşadığımız bir hareketlilik var ki hala korkuyoruz, titriyoruz.

Malum, yaşadığımız, acısı her haneye düşen ve ülke olarak hepimizi üzen, 11 ilde etkisi hissedilen, 45 binin üzerinde yurttaşımızı kaybettiğimiz 6 Şubat tarihinde Kahramanmaraş merkezli deprem yaşanmasaydı, bugün konuşacağımız konuların başında yerelde seçim öncesi ortaya çıkan aday adayları olacaktı.

Ortalık kulis bilgilerinden geçilmeyecekti…

Sonrasında gündem de yine EYT olacaktı…

Şimdi konunun ilki olan EYT çözüldü.

Belki de bu yasama döneminin en hızlı yasalaşan teklifi oldu.

İktidarı da muhalefeti de ortak noktada uzaklaştı.

EYT problemi kalmadı.

Hayırlı olsun.

Bundan sonrası emeklilik dilekçeleri ve alınacak ilk maaş da.

Gündemde sıcaklığı bir ara düşen konu seçim tartışmaları idi.

Depremin olduğu zaman kurtarma çalışmaları devam ederken ülke olarak can derdinde olduğumuzda seçim derdine düşmek olmaz.

O zaman zarfında;

İktidarın ağzından seçim tarihi ile erteleme konusu ile ilgili bir konuşma olmamışken, Millet İttifakı’nın kurmaylarından seçimlerin erteleneceği iması bulunuldu.

Ardından da seçimler ertelenmeden seçimler ertelenirse denilerek bunun Anayasa’ya aykırı olacağı ifade edildi.

Anayasa’da seçimlerin hangi zaman erteleneceği malum…

Savaş dışında seçimler ertelenmez…

Ama ertelenecek imasında bulunmak veya bunu yapanlara diyeceğimiz nedir diye sorsalar, buna vereceğimiz cevap algı çalışması…

Güya iktidar seçimden kaçacak Anayasa’yı ihlal edecek…

Bunun üzerinden AK Parti ve Cumhur İttifakı yıpratılacaktı, ama olmadı.

Netice de,

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan seçimlerin 14 Mayıs’ta yapılacağını bir kez daha açıkladı. Bu da birilerine kapak oldu.

Şimdi sırada işin resmi kısmı var…

O da birkaç gün içinde biter…

Ondan sonrası da adayların ortaya çıkması.

Bakalım Millet İttifakı cumhurbaşkanı adayı olarak bugün kimi çıkaracak?

Ya da isim bir başka toplantıya mı kalacak?

Onu da öğrenmeye saatler kaldı…

Ama bitmemesi gereken konu deprem…

Bu konuyu unutmamak ve unutturmamak gerekir.

Belki de bu seçimlerin anahtar konusu, olması gereken konu.

Tüm siyasi partilerin bu konuyu seçim taahhütnamelerine işlemesi ve işlediklerini de iktidara geldiği takdirde uygulaması şart.

Yoksa canımız yanmaya devam eder…

Bizden hatırlatması…

‘27 yıldır vatana ihanet içindeler!’

‘27 yıldır vatana ihanet içindeler!’

Benim mesleğe başladığım 1997 yılından bu yana Bursa’nın en önemli davalarından biri Cargill davası, daha doğrusu Cargill davaları olmuştur. Çünkü bir dava henüz kazanılmışken yeni bir davaya konu olacak gelişmeler yaşanmıştır süreçte.

Biz bunun adına hukukun arka kapısından dolaşmak, süreci yavaşlatmak, durumu lehe çevirmek gibi isimler verebiliriz. Sonuç hep şu noktaya getiriyor bizi; 27 yıldır Cargill istediğini yapmış ve bu durum hiçbir biçimde engellenememiştir.

Hemen neyin ne olduğuna dair kısa bir hatırlatma yapalım;

Orhangazi ilçesinde birinci sınıf tarım arazisine hukuksuz yollarla kurulan ve en azından ilk zamanlarda glukoz şurubu üreten bir firma Cargill. Böyle diyorum, çünkü şimdilerde glukoz şurubu üretimini azalttıklarını, endüstriyel nişasta üretimine ve yağ üretimine ağırlık verdiklerini belirtiyorlar zaman zaman düzenledikleri basın ziyaretlerinde.

Şirket bölgede 27 yıldır varlığını sürdürürken; şehrin birinci sınıf tarım arazilerine fabrikalar kurulabileceğine, İznik Gölü gibi korunması gereken alanların adeta talan edilebileceğine, zeytin yasası gibi yasaların yok sayılabileceğine ve yer altı sularının kontrolsüzce kullanılabileceğine dair ilk bilinci oluşturan firmadır aynı zamanda.

İşte tam da bu nedenle tüm akademik odalar için Cargill davaları çok önemlidir, hep çok önemli olacaktır.

Bugün alınan karara yönelik açıklamayı ise şöyle değerlendirebiliriz;

Bursa 2. İdare Mahkemesi, Cargill tesisinin ruhsatına dayanak oluşturan imar planlarını iptal etti. Yani binaları kaçak ilan etti. Bursa Barosu öncülüğündeki davacılar da verilen karar gereği “kaçak” durumuna düşen tesisin yıkılması için gerekli başvuruları çoktan yaptı.

Konuyla ilgili açıklamayı, Bursa Barosu adına davayı takip eden Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu Üyesi Avukat Erol Çiçek okudu.

“AİHM Cargill kararında, sürecin tamamının hukuka aykırı olduğunu, yargı kararlarının uygulanmadığını, bunun da hukuk devleti ilkesine aykırı olduğu tespitini yapmıştır. Bu karar sonrası Cargill süreci, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından ‘yoğunlaştırılmış izleme’ye alınmıştır. Uzun dönemde Türkiye’nin kararları uygulamamakta ısrarcı olduğu kanaatine varılırsa, meselenin bir ‘ihlal’ prosedürü altında tekrar AİHM önüne getirilmesi mümkün olabilecektir.”

Açıklamadan da anladığınız gibi Cargill davalarında iç hukuk yolları tamamen tükendiğinden, yani yaramıza dermanı kendi hukuk düzenimiz içinde bulamadığımızdan iş AHİM’e kadar uzanmış durumda.

Kararın verildiği süreç, içinde bulunduğumuz susuzluk dönemine rast geldiğinden ayrıca önem arz ediyor benim için.

Artık hepimiz biliyoruz ki, Nilüfer Barajının doluluk oranı yüzde 0, Doğancı Barajının doluluk oranı ise yüzde 25 civarında.

Bu ne demek? 25 günlük suyumuz kaldı demek!

Yüzey sularımızın yüzde 37’sinin temiz su olduğunu düşünürsek ve yaşadığımız susuzluğun tek çaresinin yeraltı suları olduğunu hatırlarsak, yeraltı su kaynaklarımızı kurutan böylesi bir tesisin yarattığı zararı tahmin etmeye başlarız diye düşünüyorum.

DSİ verilerine göre Cargill’in yılda 1 milyon 458 bin m3 su kullandığı, bu suyun 120 ila 155 metre derinlikten, stratejik yeraltı sularından çektiği biliniyor. Bunun yanı sıra, İznik Gölünün halini anlatmaya gerek dahi duymuyorum…

Kararlar önümüzde dururken, Bursa Barosu Başkanı Avukat Metin Öztosun, yargı kararlarını dolanmak suretiyle hareket edildiğini belirterek, “26 yıldan bu yana kamu makamları bu hukuksuzluklara alet oluyorlar. Sürekli iptal davaları açıyoruz. Muhtemelen yine plan değişiklikleri ve yeni ruhsatlandırmayla yargı kararını etkisiz hale getirmeye çalışacaklar” diyerek yeniden yaşanacak süreci kısaca özetlemiş oldu.

Tam bir dejavu…

BURSA’YA YENİ MÜDÜR HATAY’DAN

Şehrimizin yeni İl Milli Eğitim Müdürü deprem bölgesinden geliyor. Bursa İl Milli Eğitim Müdürü Serkan Gür de Hatay Milli Eğitim Müdürü olarak görevlendiriliyor.

Serkan Gür’ün deprem bölgesinde görevlendirilmesine yönelik aldığım duyumlar pek iç açıcı değil ne yazık ki. Eğitim öğretim yılının başında çocuklara dağıtılamayan, yaşanan yoğun yağışta ıslanan kitaplar meselesi bunlardan biri.

Gelelim Gür’ün koltuğuna oturacak olan Seyit Ali Büyük’e.

Eğitimci kariyeri ile göze çarpan bir isim kendisi. 2001-2005 yıllarında İsviçre Eğitim Ataşeliği nezdinde Türkçe ve Türk Kültürü Dersleri öğretmenliği yapması kariyerinde önemli bir basamak.

Benim bu konuda en çok merak ettiğim şey yeni müdürümüzün ilimizdeki Mesleki ve Teknik okul yoğunlaşması konusunda nasıl bir tavır izleyeceği ve hep gönlümden geçen, şehrimize bir türlü nasip olmayan, yabancı dil hazırlıkla Anadolu liselerinin geliştirilip geliştirilmeyeceği.

Zamana bırakıyorum işin bu kısmını…

 

 

 

Köleler ve kilitler

Köleler ve kilitler

“Çünkü kaptan korkar isyandan, fırtınalardan daha fazla…”

Epeydir dinlememişim müzik falan. Kulaklıktan, kulaklıktan çıkan sesten utanır duruma gelmişim. Bırak müziği, ‘üşüdüm‘, ‘acıktım‘ demek bile zul artık. Hayat gailesinde ihtiyaç olarak gördüğümüz çoğu şeyin kısa süre içerisinde ‘lüks‘ haline dönüşmesi ne kadar korkutucu değil mi?

Bir düşünsenize;

Kim bilir kaç can gitti o soğukta, üşüye üşüye… Söylemesi bile ne kadar zor değil mi?

Yazının başlangıcındaki cümle Peyk‘in ‘Köleler ve Kilitler’ şarkısında geçiyordu. İsmi afili, konusu ise kurşun kadar ağır bir şarkı.

Ki şöyle anlatıyor grubun solisti İrfan Alış, 2012 yılında İzmir açıklarında yaşanan ve şarkının ortaya çıkmasına yol açan mevzuyu:

“Bir gün Ahmetbeyli tarafında bir tekne batıyor, küçük bir tekne. İçinde 60 tane kadın – çocuk, kamarasında kapalı olduğu için boğulup ölüyorlar. Ve bu kıyıya çok yakın bir olay, yani normalde görüyorsun tekneyi. Kıyıdan bakıyorsun, suyun içinde, berrak, cam gibi bir suda ölmüş insanların olduğu bir tekne var ve kapı açılamıyor. Çünkü kaptan onların kapısını kilitleyip bırakıp kıyıya kaçıyor. Tekneyi batıran da kaptanın kendisi. 

Benim bundan haberim yok, evin önünde oturuyorum, bir adam geliyor o bölgede çalışan bir bahçıvan. Adam olayın etkisinde, başladı içini dökmeye: ‘Ya böyle şey mi olur Allah’tan korkmaz utanmazlar’ falan. ‘Bu kadar yakın, şuracıkta’ dedi, ‘Uzatsan ayağını değer, o kadar yakın insanları boğmuşlar’ dedi. Ben orada direkt o sözü aldım. ‘Oysa sahiller öyle yakındı / Uzatsan değerdi ayağın.’ Sonra bu şarkıyı yazmaya o kelimeden çıkarak karar verdim. Onu hemen gruptan birilerine gönderdim. Onlar da çok beğendiler, beğenmek demeyelim de etkilendiler yani, çünkü burada bir sevinç yok. Bu şarkının yazılmış olması aslında iyi bir şey değil. Eğer ben bu şarkıyı yazdıysam, bu olay olmuşsa, bu bile başlı başına yas tutulması gereken bir şey.”

Son yıllarda başlı başına yas tutulması gereken ne kadar çok şey yaşadık değil mi?

Sessiz durmayın, yaşadık işte. Hatta yaşıyoruz. Belki de daha fazlasını yaşayacağız, kim bilir?

Neredeyse bir ay olacak. 45 bin insanımızı yitirdik. Sayı artıyor hala. Birer ikişer artıyor, sanki rakam sabitmiş gibi, değişmemiş gibi duruyor ama öyle değil işte. Birer ikişer yitiriyoruz insanlarımızı.

Peki;

Hal böyleyken, memleketi 20 senedir aynı siyasi parti yönetirken, bu denli büyük felakette yaşanan aksaklıkların eleştirilmesinin nesi rahatsız ediyor sizi? Sorumluluk kimde sizce?

İnsanların canının acısını paylaşan, aynı acıyı yüreğinde hisseden, ‘daha fazla can kurtarılabilirdi’ diyenlere saldırmanın, onları hain, şerefsiz, ahlaksız, bilmem ne ilan etmenin amacı ne?

Bir de ‘oturduğu yerden konuşuyorlar’ tayfası var. Benim düz bir vatandaş olarak bölgeye gitmem mi çözecekti sorunu? E siz benim yerime de gitmişsiniz işte. Kucağınıza çocukları alıp Amerikan başkanı gibi poz da vermişsiniz ne güzel. Sorun ne o zaman? Siz neden yetemediniz peki?

Cenazelerin usullere uygun defni ile övünen yetkililerin pişkinliğine mi güvenelim kriz yönetimi için?

Depremin üçüncü gününde vatandaşı barınma sorunu yaşarken çadır ticareti yapan kurumlara mı inanalım?

Susunca mı çözülecek sorun? Biz çenemizi kapattığımızda mı dağılacak bu hüzün bulutu? Tribünler ‘hükümet istifa’ demeyince mi hallolacak her şey? E bak işte Fenerbahçe taraftarı da alınmamış Kayserispor deplasmanına. Belediye ittirmesi ile payanda haline gelen futbol takımlarının küfür kıyamet ile kaleme aldığı mesajlar da yayınlanmış. Bak bunlar da düşünülmüş o arada, bir problem daha bertaraf edilmiş sizin adınıza.

‘Birlik ve beraberlik’ sadece aynı görüşten, aynı düşünceden olunca gerçekleşmiyor işte. Bu tür olağanüstü zamanlarda ‘sizden, bizden’ diye ayırmamak gerek. ‘Siyaset yapmayın’ diye çemkirirken siyasi ikbal peşinde koşmamak gerek.

Ama görünen o ki becerememişiz. Görünen o ki çok çabuk çıktık afetin dehşetengiz atmosferinden.

Allah geride kalanlara sabır versin…

Ha unutmadan, şu sözlerle bitiyor şarkı:

‘İnsanın insana ettiğine bak.’

 

Fakirleştiren büyüme sorunu büyüyor

Fakirleştiren büyüme sorunu büyüyor

Milli gelirde 2022’nin karnesi belli oldu.

TÜİK’e göre Türkiye ekonomisi geçen yıl yüzde 5,6 oranında büyüme kaydetti.

Böylece milli gelir 2022 itibarıyla cari fiyatlarla 15 trilyon TL’lik bir büyüklüğe ulaştı.

Ortalama dolar kuru hesabıyla ise 905,5 milyar dolarlık bir milli gelir oluştu.

Böylece 2017’den bu yana ilk kez 10 bin dolar sınırını aşan kişi başına milli gelir 10 bin 655 dolara yükseldi!

Peki beklentileri aşan bu büyüme performansı bizlere ne getirdi?

Tuhaf bir fakirleşme. Yüksek enflasyonun baskıladığı alım gücü ile tarihe geçen bir yıl 2022.

Enflasyon korkusunun tasarruf yerine tüketim çılgınlığına yol açması gibi bir paradoks yaşıyoruz aslında!

Vatandaş eline geçen her kuruşu yeni zamlar gelmeden harcamaya koşunca tüketim patlaması yaşandı. Ve sonuç ortada.

Türkiye’de geçen yıl iç tüketim yüzde 19,7 artış kaydetti diyor TÜİK’in verileri!

Yani büyümenin motorunu vatandaşın enflasyon endişesi oluşturmuş. Ama tüketime yönelim ithalata destek olurken yatırım ve ihracatta aynı manzara oluşmamış.

Nasıl mı?

2020 ve 2021’de yüzde 7,4 artan yatırımlar 2022’de sadece yüzde 2,8 büyüme kaydetti.

İhracatta da benzer tablo söz konusu. 2021 yılında yüzde 24,9 büyüyen ihracat, 2022’de yüzde 9,1 ile tek haneye artış gösterdi.

Ekonomik büyümenin neredeyse sadece iç piyasa sayesinde beklentileri aştığını görüyoruz!

Sektörel bazda hizmetler sektöründeki çift haneli büyüme de manzaranın üretim ve ihracat odaklı olmadığını teyit ediyor.

Ancak asıl kritik veri fakirleşmeyi bir başka açıdan ortaya koyan işgücünün milli gelirdeki payı ile karşımıza çıkıyor ne yazık ki.

Söz konusu veri işgücü ödemlerinin milli gelirdeki payını ölçüyor.

Buna göre çalışanların büyümeden aldığı pay, 2021’de yüzde 30,1 seviyesindeyken 2022’de yüzde 26,5’ye keskin bir düşüşle gerilemiş görünüyor.

Bu oran, işgücü ödemelerinin kaydedildiği 1998 yılından bu yana kaydedilen en düşük seviye olarak çalan alarm zillerini duymamızı zorunlu kılmakta!

Yani 1998’de ücretlilerin milli gelirden aldıkların pay olan yüzde 28,8’in bile altına düştük.

Vatandaşın çektiği zorluğun çok net bir göstergesi ile karşı karşıyayız.

Büyüyen ekonomi fakirleşen insanları doğuruyor ne yazık ki.


Bir yandan reel olarak eriyen gelirler… Diğer yanda istihdamın yetersiz artışı… Ve artık giderek daha fazla etkili olan otomasyon!

Buna karşı sermayenin artan kazançları.

Neticede insana yatırımın azaldığı kritik bir süreçten geçiyoruz. Uzun vadede çok ağır sosyal sorunlarla yüzleşme riskimiz giderek artıyor.

Ama kısa vadede de açlık ve yoksulluk kıskacı giderek daha fazla sıkıştırıyor vatandaşı.

Türk-İş’in açıkladığı son rakamlar çok çarpıcı!

Çünkü dört kişilik bir ailenin açlık sınırı şubat ayında 9 bin 425 TL’ye, yoksulluk sınırı 30 bin 700 TL’ye yükseldi.

Yani asgari ücret yılın ikinci ayında karın doyurmaktan uzak kaldı.

Yılın en önemli gündeminin yine asgari ücret olacak olması vahim bir durum.

Hızlı bina taraması için ilk adım

Hızlı bina taraması için ilk adım

“Bu deprem 1999 depremi gibi olmayacak! Bu depremde herkes yaşanan felaketin hesabını verecek. Birkaç müteahhit günah keçisi ilan edilerek içinden çıkılacak bir durum değil şimdi yaşadığımız. Şu anda avukatlar bölgede deliller topluyorlar yıkılan binalara yönelik. Dolayısıyla bölgedeki bu binaların yapımına izin veren Belediye Başkanlarından Belediye Meclis üyelerinden tutun da denetimcisine, zemin etüdünü yapan uzmanına kadar herkes sorumludur ve sorumluluğu ölçüsünde hesap verecektir”

Cümlesi benim depremden sonra duyduğum ve en çok etkilenip sonuna da kocaman bir Amin eklediğim cümleydi.

Elbette konusunda uzman bir isimle yaptığım sohbetten kısa bir kesit size aktardığım.

Görüyorum ki, gün geçtikçe sorumlular bir bir yargı önünde hesap vermek üzere gerekli makamlarca gözaltına alınıyor. Umarım bu kez adalet gerçekten terazisinde doğru tartar her şeyi, umarım bu kez tek yanan vatandaş olmaz. Sorumsuzca, sadece çıkar uğruna ya da bazen çıkarını dahi düşünmeden, sırf iş olsun diye alınan yanlış kararların sahipleri de hesap verir…

Yukarıda sıraladığım durumlar, yani işin içinde belediyelerin ve belediyelerde alınan kararlarda imzaları olanların da büyük sorumluluk sahibi olduğunu işaret ettiğinden, konuyla ilgili ilk harekete geçen belediye Nilüfer Belediyesi olmuş, altında dükkan olan binaların kolon, kiriş kontrollerinin bir an önce yapılması için İnşaat Mühendisleri Odası ve Mimarlar Odası ile protokol imzalamıştı.

Şimdi daha geniş çapta bir protokolün, uzun süredir deprem bölgesi Hatay’da görevli olan, Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş öncülüğünde, ilçe belediyeleri, şehrimizin iki üniversitesi ve İnşaat Mühendisleri Odası, Mimarlar Odası, Jeoloji Mühendisleri Odasının katılımıyla gerçekleştirildiğini görüyoruz.

Amaç binaların röntgenini kısa sürede çekmek, yani ‘hızlı bina taraması’ yapmak.

Bir yıl içinde bitirilmesi planlanan çalışmada vatandaşların belediyelere online başvuruları değerlendirilecek. Şüpheli binalardan gerek duyulması halinde karot örneği de alınacak.

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş, vatandaştan ‘hızlı bina taraması’ için ücret talep edilmeyeceğini belirtti. Çalışmanın tüm finansmanını belediyeler üstleniyor.

Aktaş’ın protokol ile ilgili konuşmasında dikkat çeken satır başları vardı.

“Önceliğimiz Bursa ovası. İyice azalan Bursa ovası, verimli tarım toprağı olan Bursa ovasının korunması için radikal kararlar alacağız. Yeni yapılaşmaya tahammülümüz yok!”

Bu cümleyi çok beğendim, zira benim de sıklıkla dile getirdiğim pek çok konu bununla ilgiliydi zaten. Yine de cümleyi eksik bulurum. Halen yapımı devam eden ya da yapılması için izin almış binalar ne olacak?

Kentsel dönüşüm uygulama sahalarının sayısını artıracağını da belirtti Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı. Bildiğim kadarıyla bu durum Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ile ilgili bir mesele. Elbette böyle önemli bir kararda Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin yanında yer alır bakanlık diye düşünüyorum, çünkü başka pek çok konuda da Bursa’nın özel olarak desteklenmesi gerekecek yapı rezervinin güçlendirilmesi açısından.

Ulaşımın sağlıklı işlemesinin ne kadar önemli olduğunun da farkına nihayet varılmış olması sevindirici. Bu noktada İnşaat Mühendisi Cengiz Duman’ın yaklaşık bir hafta öncesinden dikkat çektiği köprülü kavşak ve üst geçitler kontrolden geçirilecekmiş.

İşin buraya kadar olan kısmı son derece mantık çerçevesinde ilerliyor ve yapılması gereken işler kısmında altına imzamı rahatlıkla atacağım konulardan bahsediliyor. Fakat bunun bir de vatandaş tarafı var.

İşte oraya geldiğimizde…

Alsın belediye kentsel dönüşüm yapsın mantığı doğru değil. O bölgede, o adada, o sitede oturanlar kararını verecekler. 3 katlı binaları 13 katlı yaparak değil, üstüne para alarak değil. Devletin verdiği imkanlarla yapacaklar bu işi. Biz de ekstra imkan nasıl veririz diye sorguluyoruz!” diyor Başkan Aktaş.

Burada devreye devletin güçlü elinin girmesi gerekiyor. Vatandaşın binasını yenilerken altından kalkamayacağı yükleri üstlenmesi demek, kentsel dönüşüme giren binaların yabancılara satılması, bizim vatandaşımızın yine güvensiz binaların olduğu bölgelere yönelmesi demek olacaktır.

Hemen ekleyelim, yabancıya konut satışına da bir ara verilsin artık!

Bu sorun nasıl çözülür inanın bilmiyorum, zira konuyla ilgili teknik bilgileri aktaran Genel Sekreter Ulaş Akhan, “Bursa’da 650 bin yapı stoğu var. Bu protokol ile 1 yıllık sürede yüzde 25’ini talebe göre gözden geçirmiş olacağız. Mikro yöntemle zemin etüdü ihalesini yaptık, 3 merkez ilçede başlatıyoruz. Bursa’daki yapı stoğunun yüzde 30’u 2004 yılı öncesine ait. Deprem yönetmeliği 1998’de çıktı. 2001 yılında yapı denetim zorunluluğu getirildi. 2004’te ise hazır beton zorunluluğundan dolayı biz 2004 sonrasını hedefliyoruz” diyor.

Yani 195 bin binadan söz ediyoruz kabaca!

Elbette bu kadar binanın nasıl olup da oluştuğu konusu ayrı bir tartışma konusu. Başkan Aktaş’ın çarpıcı bir örneği oldu meseleye bakarken;

“1971 yılında Darmstad ile kardeş şehir olduk. Bursa’nın merkez nüfusu 180, köylerle 300 bindi. Darmstad 160 bindi. 50 yılda Darmstad 165 bin oldu. Bizim nüfusumuz 3 milyon 200 bin. Darmstad’ın 50 yıldaki artışını biz haftada alıyoruz. 50 yılda yaptığımız hataları 50 günde temizleyemeyiz!”

Doğru.

50 yıl boyunca çeşitli siyasi görüşler, çeşitli kişiler, kurum ve kuruluşlarca yapılan hatalar 50 günde temizlenemez elbette, ama bir yerinden başlamak lazım ve başlanmış olması da sevindirici.

Tüm bu konuştuklarımız. Atılan adım çok kıymetli. Yine de vatandaşın önünü görmesini sağlayacak ayrıntıların hiçbirine rastlayamadım açıklamalarda. Önümüzdeki süreçte ayrıntılar şekillendiğinde, yani binasını analiz ettirip riskli yapısı olduğunu öğrenen vatandaşın ne yapacağını bildiğimizde her şey daha kolay olacak diye düşünüyorum.

Devletten aldığım ilk sarı zarf

Devletten aldığım ilk sarı zarf

Sıralarımızın üzerinde bulurduk sarı zarfları. Zarfın üzerindeki kızıl ay, bizim kuşağın merhamet duyguları ve yardımlaşma bilincini simgelerdi, dersem abartmış olmam.

Kırışmasınlar diye o zarfları, özenle defterimizin arasına koyup evin yolunu tutardık.

Akşam babama ya da anneme uzatırdım sarı zarfı, içine kendilerinin belirlediği bir tutarda parayı koyardı bizimkiler.

Öğretmenimiz sıkı sıkı tembih ederdi, “zarfları mutlaka kapalı getirin okula” diye.

Ben çocuk aklımla parayı kantinde falan harcamayalım diye bizden sakındıklarını sanardım. Fakat şimdi daha iyi anlıyorum ki, kimin ne kadar yardım yapabildiği anlaşılmasın diyeydi.

Kimse kimin ne kadar para koyduğunu bilmezdi gerçekten de. Ve kimse bunu konuşmazdı.

Bu sarı zarflar hiç tanımadığımız insanların da bizim yardımlarımıza ihtiyaç duyabileceği ve bir topluma ait olmanın dayanışma ile gerçek olacağı bilincinin ilk zarfıymış.

Büyüyünce anladık.

Tabii bunu yanlış anlayanlar da varmış!

Yanlış anlayanlar yıllar sonra Kızılay’ın başına geçince, Kızılay’ın o kuşağın sahip olduğu bilinç ile yönetilmediği de gün gibi çıktı ortaya.

Holdingleşmeler, şirketler, şatafatlı binalar, müdürler, akrabalar, finansal aksiyonlar, üstü örtülü ideolojik roller, Newyork’ta gökdelen yapımına destek, vergi “kaçınmalar” almış başını gitmiş.

Depremin tam içinde, acıların en “afad” anında, çadır satacak kadar misyonundan uzaklaşmış bu güzide kurum.

Çadır sattıkları anlaşılınca bu kurumun başkanı çıktı ve dedi ki; “Bizim bu işlemimiz yasaldır ve ahlakidir. Bunu ya anlama kabiliyetinden yoksunuzsunuz ya da kötü niyetlisiniz.”

Üstünden bir gün geçmemişti ki, televizyonlara aynı kişi çıktı ve “Satıldığından haberim yoktu, öğrenince arkadaşları eleştirdim, medyaya düşünce çadır satışlarını durdurdum.” dedi.

Kızılay Başkanı bu!

Bu başkanın hocası da çıktı ve şunu söyledi.

“Ahbap’a depremin en acil ilk günlerinde çadır satan Kızılay’ın başkanı Dr. Kerem Kınık’ın hocası olmaktan utanıyorum. Beni ve diğer hocalarını affedin, belli ki ona Tıp Etiği öğretememişiz.”

Bu ve benzeri birçok olay bu afet günlerinde öfkemizi tetikleyerek yasımızın önüne geçiyor maalesef.

Yasımızı yaşayamadan liyakatsizlik ve günübirlik politikaların acı sonuçları ile yanıyor yüreğimiz.

Resmi rakamlara göre, 50.000’e (elli bin) yakın vatandaşımızı kaybettik.

Ancak gayri resmi olarak ifade edilen rakamlar çok daha korkunç.

2022 yılındaki deprem Elazığ için müthiş bir şans olmuştu. 3 bina yıkılmış ve 37 can kaybımız olmuştu. Çünkü orada TOKİ 25 bin konut yapmış, yapmamış olsaydı fatura daha kötü olabilirdi.

Yüzde 98’i yıkılacağı öngörülen yapılara imar afları çıkararak, bunu meydanlarda seçim malzemesi yapmak hangi kader planında var?

O sarı zarfın masumiyeti adına, gerçekleri dile getirmeye devam edeceğiz.  

Uludağ OSB Başkanı’nın dinlendirilmesi ve yaptıkları

Uludağ OSB Başkanı’nın dinlendirilmesi ve yaptıkları

Ülkemizde görev yapmış birçok bürokrat var. Kimi vali olarak görev yapmış, kimi genel müdür.

İçlerinden valileri say deseniz…

Bursa özelinde ilk akla gelen Haşim İşcan, ülke genelinde ise Recep Yazıcıoğlu’dur.

Her iki valinin de ortak özelliği statükoya bağlı kalmaması, yeri geldiğinde inisiyatif almasıdır.

Bugün Bursa genelinde 20’nin üzerinde OSB var

Sanayicilerin aileleri başta olmak üzere halka anket yapsalar…

OSB başkanlarından kimi tanıyorsunuz dediklerinde ilk akla gelecek isim Uludağ OSB Başkanı Yunus Aydın’dır…

Aydın, klasik sanayici değildir.

Yeri geldiğinde vahşi kapitalizme karşı mücadele eder.

Yeri geldiğinde sanayicinin haklarını korumak için Ankara’da günlerce bakanlık kapılarında bekler.

Yeri geldiğinde bölgenin sanayicisi daha ucuz maliyetlere iş yapsın diye santral kurmak için çabalar.

Ve en önemlisi yeri geldiğinde felaketten etkilenen, selden zarar gören Kastamonu’ya kadar yardım elini uzatır.

Yeri geldiğinde köylünün tarlasında kalmış olan ürünler heba olmasın diye satın alır, ihtiyaç sahiplerine ulaştırır.

Kendi kapısını çalan başka ilçeden okulların, hastanelerin, resmi kurumların dertlerine merhem olmak için tüm gücünü ortaya koyar.

Belki bu yaptıklarının mevzuatta yeri yoktur, ama insani ve vicdani olarak yapılması gereklidir.

O işte insani ve vicdani olarak yaptıklarından dolayı oldukça mutludur.

Ve en önemlisi şu an sıkıntısını çekmeye başladığımız su kaynaklarının daha rantabl kullanılması ve sanayinin kurulu olduğu Gürsu Ovası‘nın daha da kirletilmesine karşı çıkarak, kirletici sanayiye, boyahane kurulmasına hayır diyebilecek kadar da cesurdur.

Kendini düşünse belki evet diyecek.

Ama onu yakından tanıyan birisi olarak, o bu toprakların dededen toruna, nesilden nesile verimli kullanılmasını gerektiğini, daha doğrusu bir emanet olduğu bilincini hiç kaybetmez.

Ve Yunus Aydın’ın en önemli özelliği, çok iyi niyetlidir.

Ama yapılan bir soruşturma sonucu Uludağ OSB Başkanı Yunus Aydın’la beraber üç isim üç aylığına görevden uzaklaştırıldı.

Alınan karar bizleri oldukça şaşırttı!

Aydın, alınan kararın gerekçelerini sosyal medya hesaplarından şu sözlerle açıkladı:

Okullara, camilere, hastanelere, öğrencilere, spor kulüplerine, jandarmaya ve emniyete OSB olarak yardımcı olmak suç sayıldı.

Yeni boyahane ruhsatı alamayan vahşi kapitalist duygulu iki sanayicinin şikâyeti siyasi değerlendirme ile ‘Bakan Kararı’ ile 3 ay süre ile yönetim kurulundan 3 arkadaş dinleneceğiz.

Bu işi hukuka taşıyacağız, mevzuata ters olabilir, Gemlik Emniyet Müdürlüğü bahçesindeki bayrak direğini yapmak suçsa evet bu suçu üstleniyorum.

Gürsu İlçe Jandarma’da askerler rahat etsin, rahat nöbet tutsun diye nöbet yeri ve koğuş düzenlemesi yapmak suç ise bu suçu seve seve kabul ediyorum.

Gürsu İlçe Emniyet Müdürlüğüne araba almak suç ise bu suçu övünerek itiraf ediyorum.

Saymaya kalkarsak onlarca okula yardımcı olduk. Yerel yönetimlerin yapamadıklarını yaptık.

Maalesef bazı icraatlarımıza engel olundu. Kentsel dönüşüm şu an ne kadar önemlilik arz ediyor, maalesef anlatamadık.

Siyasi tavır hizmete engel olmamalı.

Allah’a şükür, vermeyeceğimiz hesabımız yok.

Yeni boyahane ruhsatına engel oldum, olacağım. Gerekirse sivil toplum örgütleri, herkesi bu mücadelemize davet edeceğim, edeceğiz. 3 ay dinlenmek bizim insana, ülkeye, gençlere, vatandaşa hizmet duygumuzu daha da teşvik eder, edecek.

Kamuoyunu bilgilendirme basın toplantısı ve anlatımlarda bulunacağız…”

Aydın’ı tanıyan birisi olarak şunu net ifade etmek gerekiyor:

Vatanını milletini seven birisi.

Şimdi bu gerekçeleri okuyunca ister istemez aklımıza şu soru geliyor:

Önümüzdeki günlerde deprem bölgesine yapılan yardımlardan dolayı bölgesi ya da ili dışında diye soruşturma geçiren resmi veya OSB gibi kurumlar olabilir mi?

Bakalım, biz süreci takip etmeye devam edeceğiz.

Nasıl sonuçlanacak?

 

Reelde kayıp borsada kazanç dönemi

Reelde kayıp borsada kazanç dönemi

Kısa ama acı dolu bir ay geride kaldı.

Şubat ayı tarihi bir felaketle tarih sayfalarındaki yerini aldı.

Yeniden yapılanma dönemi de artık mart ayı ile birlikte start alıyor.

Çünkü…

Hayatta kalan depremzedelerin maddi manevi ihtiyaçlarının karşılanmasına devam edilirken ülke ekonomisi yeni bir milada adım atmış durumda.

Deprem bölgesinin de yaşanan sosyal ve ekonomik kaybın yerine konması tüm Türkiye’nin meselesi. Ve sadece yıkılan binaları yerine koymak üzere yapı stokunu yenilemek değil mesele! Sanayisi ile tarımı ile turizmi ile kayıpları yerine koymak büyük önem taşıyor.

Bunun için ise hem insan hem de finans kaynağına ihtiyaç var.

Ancak göç ve sağlıklı barınma sorunu insani sermayenin erimesine yol açıyor. Bölgesel kalkınmayı teşvik edecek parasal kaynaklar da yetersiz düzeyde!

Çünkü eldeki bütün imkanlar acil ihtiyaçlar ve kalıcı konut yapımına gidecek. Öncelikli harcamalar için bile ek bütçe ve yeni finansman kaynaklarına ihtiyacımız var. Ekonomik çarkları eski hızında döndürmek için de ek önlemler gerekiyor.

Neticede üretim ve ihracat anlamında bu yılın kayıp hanesine yazılması söz konusu bölge ekonomisi adına! Özellikle 3 net etkiyi hissediyor olacağız bu nedenle.

Enflasyon, cari açık ve büyümede hız kaybı.

Aslında ilk ikisi 2022’nin mirası olarak acı bir tat bırakmıştı!

Maalesef başta tarımsal enflasyon olmak üzere birçok sektöre yansıyacak doğrudan ya da dolaylı fiyat artışı baskısını bu yıl da hissediyor olacağız.

Ocak ayında yüzde 6’nın üzerindeki hayli yüksek aylık TÜFE ile giren Türkiye’nin enflasyonla mücadelesi ayrı bir boyut kazanmakta.

Depremselliğin kısmen yansıdığı şubat ayı enflasyonu bu cuma açıklanacak. Aylık yüzde 3’ün üzerindeki bir rakam rahatlıkla gelecektir. Ama mart ve sonrası daha sıkıntılı olmaya aday. Hele de seçimler sonrasında kur artışı hız kazanırsa!

Diğer taraftan deprem bölgesinin ihracatındaki kayıplar da cari açığı doğrudan etkileyecek. Dış ticaret 2023’ün sıkıntılı alanlarından bir olmaya adaydı! Yüksek maliyet düşük kur girdabına kapılan ihracatçının giderek nefesi kesilirken ithalatın artan cazibesi işimizi daha da zorlaştırıyor. Ve şimdi deprem kaynaklı bir baskı daha eklenmiş oldu.

Nitekim ocakta dış ticaret açığı yüzde 38,4’lük artışla 14,24 milyar dolarlık rekor düzeye çıktı!

İhracat ocakta yüzde 10,3 artarak 19,4 milyar dolar, ithalat ise yüzde 20,7 artarak 33,6 milyar dolar olarak gerçekleşti. Ve neticede ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 57,6’ya geriledi.

Yani cari açığı dolayısıyla döviz ihtiyacımızı artıran bir tablo söz konusu. Ve daha da sorunlu bir alan haline gelecek dış ticaret!

Keza geçen yılın son çeyreğinde yavaşlama sinyalleri veren büyüme hızımız da depremin yıkıcı etkisi ile bu yıl beklentilerin altında kalacak.

Ancak, reeldeki bu zorlu ve yepyeni politikaları gerektiren manzaraya karşı piyasalarımız çok formda bir görüntü veriyor!

Nasıl mı?

Haftanın ilk işlem gününde BİST-100 Endeksi yüzde 2,74 yükselişle son bir ayın en yüksek seviyesini gördü. Yani Borsa İstanbul’da alınan tedbirlerin etkisiyle deprem öncesine dönüldü.

Ancak dünkü işlemlerde yaşanan coşku iki temel faktöre dayanmış görünüyor. Öncelikle Türkiye Varlık Fonu’nun BİST’te ETF üzerinden bir milyar dolarlık bir alım süreci için düğmeye bastığı haberi ciddi bir tetikleyici oldu.

Ayrıca Akbank’ın temettü dağıtım haberi de belli bir etki yarattı!..

Dolayısıyla endeksin 5 bin 197 puana kadar çıkması sağlanmış oldu. Bu pozitif atmosferin çok uzun vadeli etki yaratmasa da 5 bin 300 puana kadar endeksi taşıması mümkün.

Ancak ağırlıklı olarak yatay seyir için daha müsait bir hava var.

Ve küçük yatırımcının dar bantta da olsa oynaklığa dikkat etmesinde fayda olduğu unutulmamalı!

Kimden hesap soracağız?

Kimden hesap soracağız?

Ülkenin doğusu beşik gibi sallanıyor. Her saat ayrı bir hüzün, ayrı bir dram yaşanıyor. Acı haberler peş peşe geliyor.

Sonra dönüp kendimize bakıyoruz ve aynı tablonun, hatta daha da karanlık bir tablonun yakın zamanda bizim için de geçerli olabileceği gerçeği ile yüz yüze geliyoruz. Çünkü kapıda olası İstanbul depremi var, olası Bursa depremi var, olası Marmara depremi var

Var oğlu var…

Bazılarımızın deprem bölgesinden akrabaları, eş dostları geldi yaşadığımız şehre, hatta kimimiz misafir ediyoruz depremzedeleri ve bu süreci atlatmalarına yardım için çabalıyoruz.

Diğer yandan korku, endişe yüreğimizde pır pır…

Aldığım bilgilere göre belediyelerde kuyruk olmuş binalarının güvenli olup olmadığını öğrenmek isteyen vatandaşlar. Hatta daha da ilginci, bir kentsel dönüşüm davasında yürütmeyi durdurma kararı ilk kez binanın yıkımının durdurulması için değil, binanın yıkılması için verilmiş güvenlik gerekçesi ile.

Çünkü ne zaman kapımızı çalacak bu afet bilmiyoruz. Bildiğimiz tek bir şey var, yeterince hazır değiliz!

Bu konuda neler yapıldığına ilişkin kendisine yöneltilen soruları toptan yanıtlamak için olsa gerek, Bursa Büyükşehir Belediyesi yakın zamanda sosyal medyasından bir paylaşımda bulundu.

Paylaşımın ‘Neler yaptık’ başlığı altında;

Çevre düzeni planı kapsamında analizler yapıldığı, TÜBİTAK tarafından zemin haritası çıkarıldığı, 650 bin binanın envanterinin oluşturulduğu, 215 binanın yıkıldığı, jeolojik etütlerin yenilenmesi sürecinin başlatıldığı belirtiliyor.

Halen süren çalışmalar da var. ‘Neler yapıyoruz’ başlığında toplanmış.

Binalar kat yüksekliği ve yapım yılına göre sınıflandırılıyor, pilot bölgelerde zemin haritalandırılması yapılıyor, kentsel dönüşüm strateji belgesi hazırlanıyor, kentsel dönüşüm uygulamaları yürütülüyor.

Bir de yapılacaklar var. Başlığın adı, ‘Neler yapacağız…’

İldeki hasar riski yüksek alanlar belirlenecek, deprem zararlarını azaltmak için alınması gereken önlemler belirlenecek, deprem senaryoları üretilerek hasar tespiti yapılmaya çalışılacak, 1968 bina yıkılarak 11 bin 250 konutun inşaatına başlanacak.

Biraz daha dikkatli bakalım paylaşıma.

Jeolojik etütlerin çoktan hazır olması, yenilenmesi gerekiyorsa bunun rutin olarak tekrarlanıp hazır halde tutulması gerekmiyor mu?

Binaların kat yüksekliğine ve yapım yılına göre sınıflanması çok az şey ifade ediyor. Önemli olan binaların yönetmeliklere uygun olarak üretilip üretilmediğinin kontrolü ki, bu sahada çalışmayla olacak bir iş. Anlaşılan şimdiye kadar üzerinde durulmamış bir konu. Oysa en önemli meselelerimizden biri olmalıydı.

Malum bu çalışmaya Nilüfer Belediyesi altı dükkan olan binaların incelenmesi ile başladı. Bence hormonlu binaların incelenmesini de işin içine katmaları gerekiyordu. Belki hemen ardından böyle bir protokol gelir.

Zemin haritalarının çoktan çıkarılmış olması ve imar planlarına işlenmesi gerekiyordu. Böylece neye nereden başlayacağımızı bilirdik ve 24 yıldır fay hatlarının geçtiği yerlere imar izni vermeye devam etmezdik diye düşünüyorum.

Kentsel dönüşüm ağızlarda en çok dolaşan ve yaşadığımız korkuyla, endişeyle birlikte kimsenin itirazının olmayacağı bir konu. Fakat mesele şudur ki; şehrin ihtiyaç duyulan tüm bölgelerinde kentsel dönüşüm uygulaması yapacak kadar zamanımız var mı? Tek çözüm olarak kentsel dönüşümü görmek yerine çözümlerimizi çeşitlendirmek ve ekonomik krizle birlikte beli bükülen vatandaşa bu anlamda destek vermek gerekiyor.

Deprem senaryoları hazırlamanın çoktan yapılmış olması gerektiğini düşünüyorum. İçinde bulunduğum pek çok platformda yüksek sesle dillendirdiğim bir konu bu. Tıpkı Türk Silahlı Kuvvetlerinin savaş senaryoları üzerinde çalışıp hazırlıklı olması gibi. Şimdiye kadar yapılmamış ve düşünülmemiş olması ciddi eksiklik.

Bütün bu çalışmaların çoktan tamamlanmış olması gerekiyordu 24 yılda. Sadece Bursa’da değil tüm ülkede. İçinden fay geçen tüm şehirlerde.

Şimdi soru şu; 24 yılda yapılmayanların hesabını da tek tek verecek merci hangisidir? Biz yapılmayanlar için kimden hesap soracağız?

Çünkü bu ciddi bir görevi ihmal konusudur!

KIZILAY ÇADIR SATAR MI?

Çok kısa birkaç satırla anlatacağım meramımı. Herhangi bir afet durumunda afetzedelerin yanında olmak için bağış toplayan bir kurum olan Kızılay’ın stoğunda bulunan ve internet sitesinden satışa çıkardığı üst kalite çadırları neden başka yardım kuruluşlarına satmayı tercih ettiği açıklanmaya muhtaç bir girişimdir.

Gerçi Kızılay Başkanı Kerem Kınık, konuyu ‘Sonuçta depremzedenin hizmetine sunulmuştur’ gibi basit bir cümle ile geçiştirse de benim gönlüm işin bu kadar basite indirgenmesine razı değil.

Çocukluğumuzdan bu yana öğrendiğimiz şudur ki, bir afet gerçekleştiğinde Kızılay bölgeye ilk ulaşan olur, çadırlarını kurar, afetzedelere sıcak yemek dağıtmaya ve onların barınma ihtiyacını karşılamaya başlar.

Ürünlerini satışa çıkarmaz!

Yani, o çadırların çoktan satıştan çekilip deprem bölgesine doğru yola çıkması gerekiyordu.

Mesele bu kadar net aslında…

Depremzede aileler, EYT ve birkaç öneri

Depremzede aileler, EYT ve birkaç öneri

Gündemimizde değişmeyen tek bir konu deprem, özellikle bu açıdan bakınca depremle yatıp, depremle kalkıyoruz. Bir tarafta bunlar yaşanırken diğer tarafta ise deprem bölgelerinden ayrılıp, diğer illere yerleşmeye çalışan yurttaşlarımız var.

Onlar, kelimenin gerçek anlamıyla araftalar.

Gitmek mi zor?

Gelmek mi zor?

Yoksa kalmak mı?

İşe girse kaç ay çalışacak?

Gitmeyi düşünen bir insana işveren kısa zamanlı çalışma için işe alır mı?

Bunların hepsi soru işareti…

Bu sorular uzadıkça uzuyor.

Ama gerçek olan şu: AFAD’dan gelen yardımlarla bir ailenin ayakta durması oldukça zor…

O zaman bu konuda çok acil çözümler atılmalı.

Ailelerin mali durumlarını rahatlatmaya yönelik tedbirler uygulamaya sokulmalı.

Bunlardan ilki EYT olmalı.

Malum bu hafta TBMM’nin gündemindeki en önemli konu son dakika sürprizi olmaz ise EYT olacak.

Bu gerçeğin dışında diğer bir gerçek ise;

Deprem bölgesinde etkilenen 11 ilde birçok işyerinin yıkıldığı, fabrikaların hasar gördüğü, en önemlisi ise oturulan konutların bir çoğunun enkaz yığını haline geldiği.

İşyerleri yıkılan tüm malları enkaz altında kalan birçok esnaf bulunuyor. Bu esnafların belki de birçoğunun sigorta giriş tarihi 25 yıl oldu.

Gün olarak da 5 binin üzerinde 9 binin altında.

O zaman çözümün ilk yolu şu olmalı:

Sigorta süresi 25 yılı dolduran gün sayısı da en az 7 bin olan esnafın EYT ile emekliliği sağlanabilir. Bu sayede birçok aile hayata tutunmak için bir olanağı olur.

Diğer çözüm ise yine bölgede ikamet eden depremde zarar gören işçilerinde diğer şartları uyması şartı ile emeklilik için prim ödeme sayısının 5 bine çekilmesi gündeme gelir.

Malum bu gün sayısı teklifte 5 bin 325…

Yine bölgede oturan atama bekleyen memur adaylarının ailesinden birinci dereceden kayıpları varsa bunların ataması gerçekleşerek aile bütçelerine de ciddi katkılar sağlanması mümkün.

Unutmamak gerekiyor. Bu bölgede ikamet edip de bir başka yere geçici olarak taşınan yurttaşlarımız geçmişte varlıklı oldukları için o yardımları almak onlara zor gelir.

O açıdan bu tür düzenlemelerle o kardeşlerimizin hayata tutunmasını yaşadıkları travmayı daha rahat atlatmalarına vesile olmak mümkün.

Öneri bizden değerlendirmek yetkililerden…

Yerel Bakış’ın konuğu Sedat Yalçın

Her hafta birbirinden değerli konukları misafir ettiğimiz Norm Haber stüdyolarından yayınlanan Yerel Bakış programının bu haftaki konuğu SÜKAD Sürdürülebilir Kent Araştırmaları Derneği Başkanı Yeminli Mali Müşavir Sedat Yalçın olacak.

Siyasete nokta koyduktan sonra enerjisini kentleşme ve sürdürülebilir modeller üzerine kafa yoran Yalçın’la hem depremi hem de deprem sonrası oluşacak yeni kentlerin sürdürülebilir olmasına yönelik hangi tür çalışmalar yapılmasını konuşacağız.

Programımız saat 16.00’da vakti olanlar kaçırmasın şimdiden iyi seyirler.