Bursa basını 11 ildeki meslektaşları için harekete geçmeli!

Bursa basını 11 ildeki meslektaşları için harekete geçmeli!

Türkiye’de hepimizi yasa boğan, önce Kahramanmaraş’ın Pazarcık, ardından Elbistan, sonrasında ise Hatay’ın Defne ilçesi merkezli yaşanan ve 11 ili ve Suriye’yi başta olmak üzere birçok ülkeyi etkileyen depremlerin ardından ulus olarak üzüldük.

Üzülmeye de devam ediyoruz.

Yaşadığımız felaket sonrası üzüntümüze dünya coğrafyası da katıldı.

Acımız büyük…

İnsani yardım ve arama kurtarma desteği konusunda, Çin’den ABD’ye kadar birçok ülke can kurtarabilmek için canla başla çalıştılar.

Bu çalışmalara eşlik eden bölgede olup bitenleri halka aktaran ise dördüncü kuvvet medya idi. Onlar da canlarını hiçe sayarak deprem bölgelerinden zaman zaman canlı yayınlarla, zaman zaman da yerel ve ulusal yayın organları vasıtası ile başta ülkemizdeki yurttaşlar olmak üzere tüm dünyayı bilgilendirdiler.

Bu süreçte maalesef 40 binin üzerinde insanımız kaybettik.

Kaybettiğimiz insanlarımız içinde her meslek grubundan olduğu gibi medya camiasından da kayıplarımız oldu.

Ne yazık ki şu an itibari ile tespit edilen rakamlara göre, 23 basın mensubu ve sektör çalışanı ve basın mensuplarının yakını 17 isim olmak üzere en az 40 kaybımız var.

Belki bu sayı biraz daha artabilir…

Temennimiz artmaması yönünde.

Yaşanan depremin ardından, maalesef manevi kayıplar yaşayan meslektaşlarımız; bunun yanı sıra bölgede kurulu olan çalışmalarına geçmişten itibaren devam eden ve bölgeden yayın yapan işitsel, görsel ve internet medyası da oldukça sıkıntılı günler geçiriyor.

Bazıları yayınlarına ara vermiş iken, bazıları kısmen çalışıyor.

Bunun yanı sıra belki bundan sonra tüm sermayesini depremde kaybettikleri için bir daha hiç yayın hayatına devam edemeyecek medyalar olacak.

Buna paralel olarak yaşam mücadelesine devam eden birçok meslektaşımız da işsiz kalacak.

İşte bu noktada yerel, ulusal, işitsel, görsel ve internet medyasının da harekete geçmesi gerekiyor.

Öncelikle bu destek noktasında o bölgedeki meslektaşlarımızın hayatını idame ettirmesi, mesleklerini yapabilmesi adına birkaç çeşit destek sağlanabilir.

Ayni yardımdan, nakdi yardımlara kadar;

Bu desteğin sağlanmasında da Küçük Bab-ı Ali diye adlandırılan Anadolu Basının amiral gemisi Bursa basınının öncülük etmesi gerekiyor.

Gerek istihdam, gerek malzeme, gerekse maddi yardım konusunda Bursa’daki medya şirketleri ve camiası olarak meslektaşlarımızın bu zor günleri rahat atlatabilmesi 11 ildeki yerel basının yaşaması adına harekete geçmemiz şart.

Biz bu önerimizi biz buradan yazmış olalım.

Bakalım önerimize destek gelecek mi?

Bekleyip, görelim…

Zihniyetimiz değişir mi bundan sonra?

Zihniyetimiz değişir mi bundan sonra?

 

İnsan bedenlerinin inşaat enkazına karıştığı deprem bölgesinde, acı ile yaşama tutunma iç içe geçerken, tüm şehirler kendine pay çıkarmaya çalışıyor olanlardan.

Akıllarda utana sıkıla yer alan soru ise şu; ‘Aynı yıkıcılıkta bir deprem batıda gerçekleşseydi ülke iflas mı ederdi?’

Ülke ticaretinin ve çeşitli kurumların en önemli merkezlerinin batıda olduğunu düşünürsek, hatta insan yoğunluğunun büyük bölümünün de olası bir İstanbul depreminden ciddi biçimde etkilenecek noktalarda toplandığını göz önüne alırsak, bu sorunun yanıtı ‘evet!’ olur herhalde.

1999 depreminde hissettiğimiz korkunun ardından kısa süreli dersler çıkardıktan, sonraki dönemde de çıkardığımız derslerden edindiğimiz sonuçların boşluklarından yararlanmak için yollar aradığımızdan, bir arpa boyu yol alamamıştık.

Şimdi hemen her belediyenin kendi imkanları çerçevesinde harekete geçmeye çalıştığını, aksaklıkların nerede olduğunu tespite yöneldiğini görüyorum. Geç kalınmış, ancak yapılması büyük fayda sağlayacak işler bunlar.

Herkesin dilinde popüler bir şarkı sözü gibi ‘kentsel dönüşüm tek çözüm’ cümlesi dolaşıyor.

Ben de diyorum ki; YANLIŞ!

Daha doğrusu çekincelerim var.

Öncelikle işin neresinin yanlış neresinin doğru olduğunu anlatmaktan başlayalım, sonrasında da önerilere ve çekincelere geçelim.

İlk olarak kentsel dönüşüm çok uzun vadeli bir süreç, aynı zamanda çok da maliyetli. Evet ülkemizin toptan bir dönüşüme ihtiyacı var. Bunun adına kentsel dönüşüm mü dersiniz, ülkesel dönüşüm mü dersiniz bilemiyorum, ancak bildiğim bir şey varsa o da şudur ki; bizim deprem konusunda risk taşıyan bütün şehirlerimizde kentsel dönüşüm yapacak kadar zamanımız olmayabilir!

Bu noktada bir önerim olacak; kentsel dönüşüm mutlak çözümdür ve en gerekli yerlerden başlamak suretiyle uygulanmalıdır elbette, fakat bina güçlendirme çalışmalarının da hayat kurtarıcı olduğu gerçeği göz ardı edilmemeli.

Konuyla ilgili pek çok haber sitesinde yer alan bir bilgi var;

“Hatay’da 2009’da ODTÜ İnşaat Mühendisliği’nden Prof. Dr. Güney Özcebe liderliğinde karbonnanofiber kompozit malzemelerle güçlendirme yapılan binanın ikizi çökerken kendisi ayakta kaldı” deniyor.

Bir projenin deneyi olarak seçilen ve güçlendirilen bina hasar almış, ancak içinde yaşayanların sağ salim dışarıya çıkmasına yetecek kadar da ayakta kalabilmiş.

Önerim şudur ki;

Bu ara çözüm bize birkaç bina, birkaç sokak önde ilerlemek için çare olabilir. Öyle Nilüfer’deki gibi bütün binaları kentsel dönüşüm kapsamına sokmak yerine, ihtiyacı olandan başlanıp güçlendirme çalışmaları ile birlikte yürütülebilir mesele.

Bu arada Nilüfer’deki gibi demişken değinmeden geçemeyeceğim bir detay daha var. Malumunuz defalarca yazıp çizdiğimiz projesine uymayan, ancak bina tamamlandıktan sonra ruhsat alan yapılarımız pek çok Bursa’da.

İşte bu yapıların da hızla ve ciddiyetle depreme dayanıklılık konusunda sorgulanması lazım.

Neden mi?

Şöyle düşünün, bir bina için gerekli çalışmaları ve projeleri yapıyorsunuz. Her şey 5 kat üzerinden planlanıyor, ama siz binayı 10 katlı yapıyorsunuz. Binanın ilk beş kattan sonrasının kaçak olduğu bir yana, bir şekilde ruhsat alan bu binaya 5 kata uygun temel malzemesi kullanıp 10 katlık yük yüklüyorsunuz. Dolayısıyla bu binaların depreme dayanıklılığının kontrolü büyük önem arz ediyor.

Önerim, altı dükkan olan binaların envanterlerinin çıkarılması işinin hemen ardına bu binaların detaylı tetkiklerinin eklenmesi yönündedir. Yoksa şimdilerde deprem bölgesinde gördüğümüz lüks ve yüksek katlı binaların akıbetini şehrimizde yaşamamız an meselesi.

Gelelim çekincelerime;

1999 depremini görüp yaşamış biri olarak, depremden sonra uzmanların açıklamalarını da can kulağı ile dinledim, pek çok konuşma şöyle sonlanıyor; ‘Aslında kurallar binaların güvenli inşa edilmesi için gayet ciddiyetle hazırlanmış, koruyucu ve başarılı. Keşke kurallara uyularak binalar inşa edilseydi…’

Yaaa…

Keşke…

Ama öyle olmadı değil mi?

Çünkü yeni bir kural getirildiğinde bizdeki adet bu kuralın neresinden dolanarak işi kendi lehimize çeviririz mantığını işletmektir.

Siz istediğiniz kuralı getirin, istediğiniz denetimi sağlayın, hatta denetimcinin denetimcisini başa getirin işler böyle bir mantıkla ilerlediği sürece bir arpa boyu bile yol alamayız.

Ortada para döner, ortada hatır döner, ortada işinden olma korkusu döner, ortada siyaset döner…

Döner Allah döner…

İşte bu yüzden tüm ülkeyi kentsel dönüşümle inşa etsek dahi bu binaların sağlamlığından emin olabilecek miyiz sorusu kemirecek aklımı…

En büyük çekincem zihniyetimizin değişmemesi kısacası…

Deprem enflasyon canavarını tetikleyecek mi?

Deprem enflasyon canavarını tetikleyecek mi?

Yeni bir miladımız var.

6 Şubat Türkiye tarihinde birçok değişimin de tarihi konumuna geldi.

Ülkeyi acıya boğan yıkıcı depremler kökten değişimi de kaçınılmaz olarak dayatmış durumda!

Depremsellik gerçeğinin bilemem kaçıncı miladı olsa da artık bilimselliği ve yasal zorunlulukları tam olarak uygulamak için bir milat daha oluştu.

Deprem bölgesinden başlamak üzere tüm Türkiye’nin yeni bir afete karşı hızla hazır hale gelmesi şart.

Ancak, tabi ki öncelikli şart depremin yarattığı maddi manevi hasarı gidermek!

Bunun için de yepyeni bir ekonomik stratejinin sahaya sürülmesi lazım.

Yepyeni bir şehirleşme anlayışı ve mimari ile hak sahiplerinin barınma ihtiyaçları acilen giderilmeli. Altyapısıyla üst yapılarıyla yeni yerleşim alanlarının bölgedeki sosyal ve ekonomik hayatı cazip hale getirmesini sağlamak zorundayız!

Yoksa 11 ilimizin sosyal ve ekonomik geleceği kalmaz. Göç etmekte olan milyonları da geri getirme imkanı kalmaz.

Yani depremsellik önceliğimiz olsa da çevreci çözümlerin üretim ve ticari faaliyetleri kapsayacak bir yaklaşımla hayata geçmesi büyük fayda sağlayacaktır. Özellikle de depremde devre dışı kalan ticari işletmelerin tekrar ayağa kalması için özel finansal çözümler gerekiyor.

Keza onarılacak sanayi kuruluşları için de. Ancak kalifiye eleman ihtiyacı da dikkate alınmak zorunda.

Kısacası bir yandan bölge ekonomisinin ihtiyaç duyduğu finansal kaynakları sağlama şartı var. Diğer yandan da işsize iş işverene elemen bulmak zorundayız!

Çünkü gelir düzeyi hayati önemde. Afet bölesindeki 11 ilin tümünde kişi başına düşen milli gelir Türkiye ortalamasının altında kalıyordu deprem felaketi öncesinde.

Ve ne yazık ki felaket canlarla birlikte malları da aldı götürdü.

Yaşanan göçün tersine çevrilmesi ve daha güçlü bir kalkınma hamlesi için özgün finansman yöntemleri ile kaynak yaratmak için kolları da sıvamak gerekiyor.

Büyük ihtimalle hükümetin bir ek bütçeyi çok geçmeden yeni finansman kaynakları ile oluşturması gerekecek! Elbette ki bütçe gelirler içinde bir nevi yeni deprem vergisi de olacaktır. Ancak omuzlarında fazlasıyla yük taşıyan dar gelirlileri daha da sıkıntıya sokacak bir vergi türünün hayata geçmemesi büyük önem taşımakta.

Çünkü…

Zaten sırtında taşıdığı bir enflasyon canavarı var. Alım gücü 2022’de yerle bir oldu vatandaşın!

Tam ücret zamları eline yeni geçmişken yani bir nefeslenme payı doğmuşken bu kez de depremin doğrudan ve dolaylı yükü bindi.

Herkes karınca kararınca depremzedelerin yardımına koşuyor elindeki olanaklar çerçevesinde. Akrabalarına, tanıdıklarına yardım eli uzatanların yükü daha da fazla.

Keza bölgede ve bölgeyle iş yapanların da açıktan ekonomik kayıpları var. Bölgedeki ekonomik faaliyetlerin eski seviyesine ulaşmasına daha çok var aynı zamanda!

Yani milli gelir kaybının geçici etkileri tüm ülkeyi de etkileme potansiyeli taşıyor.

Ancak, zaman yayılarak hepimiz üzerinde olumsuz etki yaratacak olan ciddi bir faktör daha var. Arz kaynaklı enflasyon!

Unutmayalım ki bölge tarım ve hayvancılığın yanı sıra ciddi bir endüstriyel potansiyel de barındırıyor.

Depremle birlikte zarar gören üretim faaliyetleri ülke genelinde fiyat artışlarını tetikleyecektir. Batıya akan nüfus ise bu bölgelerde talep kaynaklı fiyat artışlarına vesile olabilir!

Dolayısıyla bu yıl gerçekleşmesi muhtemel enflasyona 10 puanlık bir yansıma olma ihtimali mevcut. Seçim sonrasında kurun yükselme ihtimali bu senaryoyu daha da sıkıntılı hale getirecektir.

Ekonomi yönetiminin bu risklere karşı tedbir alması şart.

Bozbey ‘milletvekili adayı olacak mısınız?’ sorusuna ne yanıt verdi?

Bozbey ‘milletvekili adayı olacak mısınız?’ sorusuna ne yanıt verdi?

Norm Haber stüdyolarından yayınlanan Yerel Bakış programında son konuğumuz, önceki dönem Nilüfer Belediye Başkanı ve son seçimlerde Millet İttifakı’nın Bursa Büyükşehir Belediye Başkan adayı Mustafa Bozbey idi.

Bozbey ile programımızda deprem bölgesine yapmış olduğu ziyaretleri ve başkanlığı döneminde Nilüfer’de yaptıklarını, olası Bursa depreminde yapılması gerekenleri konuştuk.

Bunlarla ilgili konuştuklarımızı ilerleyen günlerde kaleme alacağız.

Fakat son zamanlarda siyasi kulislerde duyduğumuz bir bilgiyi kendisine sorduk.

Önümüzdeki genel seçimde milletvekili adayı olacak mı diye sorduk.

O da şu yanıtı verdi:

“Bu süreçte siyasetin konuşulması doğru değil. Önümüzde seçim var. Anayasal olarak en geç 18 Haziran’a kadar seçimin yapılması gerekiyor. Herhangi bir farklı durum çıkmaz ise biz her zaman partimizin emrinde olan insanlarız, bize bir görev verildiği zaman o görevi layığı ile yerine getirmeye çalışırız, yaparız.

Neticede 2019 yılında genel başkanımız bize ‘büyükşehir adayı olacaksın’ dedi. Genel başkanım bize ‘aday ol’ dedi, olduk. Eğer hizmet etmekse Nilüfer’e de Bursa’ya da hizmet etmek bizim için onurdur. Onun için Bursa konusunda yola çıktık, aday olduk, başaramadık.

Genel Başkanımız bize nerede sorumluluk verirse orada olduk, olmaya da devam edeceğiz.”

Mustafa Bozbey’in yanıtından benim anladığım, onun gönlü Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı adaylığında. Fakat Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu onu farklı bir yerde değerlendirirse ona da hayır demeyecek.

Biz süreci takip etmeye devam edeceğiz…

ORHANELİ BELEDİYESİ 1999 ÖNCESİ YAPILAN BİNALARIN ENVANTERİNİ ÇIKARACAK

Kahramanmaraş depreminin ardından yazmış olduğumuz tüm yazılarda ve yapmış olduğumuz tüm programlarda bu depremin bir milat olması dileğini ifade ettik.

Gerek yerel yönetimler, gerekse vatandaşların bu konuda daha duyarlı olması gerektiğini her fırsatta söylüyoruz.

Bu bağlamda önceki gün telefonla konuştuğum isimlerden biri de Orhaneli Belediye Başkanı Ali Aykurt idi.

Kendisine depremle ilgili bir çalışma yapıp yapmadığını sorduğumda, “ilçe merkezinde 1999 sonrası ruhsatlı yapılan binaları çıkardıklarını, öncesinde yapılan binaları da tespit edeceklerini” paylaştı. “Çıkacak sonuca göre yol haritası belirleyeceğiz. Bizler çocukların yetim ve öksüz büyümemesi, ebeveynlerin evlat acısı yaşamaması için taşın altına elimizi koyacağız” dedi.

Öte yandan, deprem bölgesinden gelen yurttaşların kullanımına açılacak TKİ’ye ait 400 konutta çalışmaların devam ettiğini, 10 güne kadar misafirleri ağırlamaya başlayacaklarını da bizlerle paylaştı.

Kısaca yaşanan depremin ardından Orhaneli Belediyesi üzerine düşenleri not almış ve uygulamaya başlamış.

Bize de süreci takip etmek düşüyor.

DEPREM KENDİNİ UNUTTURMUYOR!

Kahramanmaraş’ın Elbistan ve Pazarcık merkezli depremlerin yaralarını sarmadan önceki akşam Hatay merkezli yaşanan depremi de yaşayınca oldukça korkar hale geldik.

Herkes birbirine şu soruyu sormaya başladı.

Depremler ne zaman bitecek?

Belki birileri şunu diyecektir.

Allah’tan fazla can kaybımız olmadı.

Olmaz olur mu?

Son açıklamalara göre, 6 insanımızı kaybettik, 294 insanımız ise değişik hastanelerde tedavi görüyor.

Belki arkadan bir deprem daha gelecek, sonra bir tane daha…

Bu deprem bölgesinde üst üste gelince orta ve ağır hasarlı binalar yıkılıyor…

Fakat buradan birkaç eşya kurtarmak isteyen yurttaşlarımız da etkileniyor.

Ya canını kaybediyorlar ya da yaralanıyorlar.

Yetkililerin seslerine kulak tıkayınca, girilmez denilen evlere girilince maalesef bu sıkıntı yaşanıyor.

Bize her zamanki gibi şu düşüyor.

Allah daha beterinden korusun…

1050 Konutlara çözüm, kavşaklara bakım lazım!

1050 Konutlara çözüm, kavşaklara bakım lazım!

Bir önceki yazımda uzun uzun anlattım Akademik Odalar ile Gemlik ve Nilüfer Belediyelerinin yaptığı protokoller gereği nihayet sahaya inilerek altı dükkan olan binalardan başlamak kaydı ile bir tür envanter oluşturulmaya çalışılacağını.

Hatta bir temennide de bulundum, bu çalışmaların tüm Bursa geneline yaygınlaştırılmasının, Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin buna öncülük etmesinin önemine dikkat çektim.

Çünkü envanter çıkarma meselesi binanın yaşının, kaç katlı olduğunun bilinmesiyle yetinilecek bir konu değil. Önemli olan bina yapıldıktan sonra bir tahrifata uğrayıp uğramadığı, üzerine eklentiler yapılıp yapılmadığıdır!

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş uzun süredir depremin en derinden hissedildiği Hatay’da. Dün akşam saatlerinde yaşanan iki büyük sarsıntıyı da deprem bölgesinde geçirdi Aktaş. Böylesi bir felaketin sonuçlarını yakından gören herkes gibi, Başkan Aktaş’ın da Bursa’ya döndüğünde sağlıklı ve güvenli yaşam alanları oluşturma konusuna çok daha büyük önem verecek bir bakış açısı geliştireceğini düşünüyorum. Düşünmek istiyorum…

Bu bakış açısı ile birlikte; protokolleri gösterişli toplantılarla açıklanmış, ancak henüz başlayan bir projesi olmayan, vatandaş ile müteahhit firmanın karşı karşıya kalarak kendi pazarlığını yapıp parsel bazlı dönüşümle ilerlemesi beklenen 1050 Konutlar için yeni bir çözüm de sağlanır umarım.

Bölgenin yeni bir çözüme ihtiyacı var, orası kesin, çünkü binaların durumu belli, proje ise ilerlemiyor!

Sorun çözülemiyor, çünkü elini taşın altına koyması beklenen vatandaşın maddi durumu belli.

Zaten herkesin ağızında da bu ‘taşın altına elini koyma’ lafı sakız gibi uzayıp gidiyor. Burada devletin ya da yerel yönetimlerin hangi taşın altına elini koyduğunu merak eder durumdayım doğrusu.

Biliyoruz ki, 1050 Konutların özellikle cadde boyunda kalan kesiminin dönüşümü mümkün, şimdilik pazarlıklar sürüyor. Bu noktadan sonra pazarlıkların da nasıl noktalanacağı soru işareti, zira vatandaşa sürekli ‘biraz fedakarlık yapacaksınız, binanız yenileniyor, sonuçlarına katlanacaksınız, öyle eski dönüşümler yok artık…’ sözleri söyleniyor.  Bölgenin içi kesimlerine ise talipliler dahi yok.

Aylarca önce büyük sükse ile kamuoyuna takdim edilen ve ‘yılan hikayesine dönen dönüşüm gerçekleşiyor’ denilen dönüşümün hikayesi daha bitmemiş gibi…

Olanlar böyle, gelelim olması gerekenlere;

1050 Konutlar’daki bölgenin yüzde 70 arazisi Hazine’ye ait. Hazine yapılacak dönüşümden pay talep etmek yerine arazisini kamu yararına bağışlasa ve bölgede bütüncül bir kentsel dönüşüm planı yapılsa, dolayısıyla vatandaş kısa sürede güvenli yaşam alanlarına kavuşsa, hatta planlama konusunda Akademik Odalar da destek olsa (ki olurlar, hatta bir proje yarışması fikirleri dahi vardı) harika olmaz mı?

İşte size devletin de taşın altına elini koyduğu bir çözüm…

Yalnız dikkatinizi çekerim ‘lüks’ demiyorum, ‘güvenli’ diyorum ve bu konunun son derece önemli olduğunun da altını çiziyorum. Çünkü güvenli konut yerine lüks konut yapar ve buradan bir rant devşirme derdine düşerseniz, sizin güvenli evlerde yaşamasını istediğiniz vatandaş bölgede barınamaz ve yine güvenli olmayan binalara doğru yola düşer.

Yaptığınız lüks konutları da Katarlılar alır artık! Neredeyse tüm kentsel dönüşüm projelerinde olduğu gibi.

Bundan sonra kentsel dönüşüm planlarına nasıl yaklaşılacağını yakından takip edeceğiz…

Aktaş’ın deprem bölgesinden döndükten sonra hızla başlatması gereken bir diğer çalışma da köprülü kavşakların durum tespiti, gerekirse onarım ve güçlendirmesi olmalı.

İnşaat Mühendisi Cengiz Duman’ın dikkat çektiği, son derece de önemli bir konu bu.

Bursa ulaşımının bir afet anında nelerle karşı karşıya kalacağını düşünmek, buna göre aksiyon almak son derece mühim. 1991 yılı yapımlı Gökdere Köprülü Kavşağı, 1992 yapımlı Bursa Büyükşehir Kavşağı ve 1978 yapımlı Gençosman Köprülü Kavşağı’nda incelemelerde bulunan Duman fotoğraflarla durumu ortaya koymuş.

Depremin nerede ne zaman bizi bulacağının bilinmediğini de ulaşımın aksaması halinde neler olacağını da yaşadığımız felaketle tecrübe ettik.

Artık rahat koltuklarda tatlı uykular yok, harekete geçme ve şehre çekidüzen verme zamanı…

Eleştiri alerjisi!

Eleştiri alerjisi!

Fiziken 11 şehri, ruhen tüm Türkiye’yi etkileyen, resmi rakamlara göre kırk bin vatandaşımızı kaybettiğimiz depremin üçüncü haftasındayız…

Afet bölgesinde kalan insanlarımız ‘hala‘ soğukla ve salgın hastalık tehlikesi ile mücadele veriyor.

Çadır ve konteyner ihtiyacı devam ediyor.

Peş peşe çok büyük sarsıntıların yaşandığı bölgede, çevredeki fay sistemleri de tetiklendiği için tehlike devam ediyor. Artçı ya da bağımsız depremlerin ortalama bir sene devam edeceği uzmanlar tarafından sıkça dile getiriliyordu ki…

Pazartesi günü bunun acı bir örneğini yaşadık.

Hatay merkezli 6,4’lük deprem dolayısıyla bu yazının yazıldığı dakikalarda 6 vatandaşımızı daha yitirdik.

Sarsıntının hemen sonrasında haber kanalları tarafından canlı bağlantıya alınan Defne ve Samandağ belediye başkanlarının ısrarla ‘çadır‘ ihtiyacını dile getirmesi, geride kalan üç haftada afet yönetimi anlamında eksikleri gideremediğimizi gösteriyor.

Elbette belediyelerin ciddi bir desteği var, yardım kuruluşları gerekli yardımları sağlıyor, spor kulüpleri TIR’lar dolusu malzeme taşıyor, her gün sıcak yemek çıkması için onlarca kişi seferber oluyor ancak…

Tüm bunlar devlet koordinasyonu içerisinde olsaydı daha iyi olmaz mıydı?

Evet sarsıntı çok büyüktü, ikinci deprem belki de uzmanlarca sürpriz olarak adlandırıldı ama büyük bir devlet olmak bu tür kötü sürprizlere hazırlıklı olmayı gerektirmez miydi?

İlgili kurumlarımızın stoklarında çadır bulunsaydı da bu kadar insanı soğukta bekletmeseydik ne olurdu?

Sorular uzar gider.

Ki uzamalı da. Mümkün mertebe her şey konuşulmalı ki bir sonraki felakette aynı acılar yaşanmasın.

Ama konuşulması, sorulması yasak.

Zira, zafiyetin her zerresine işlediği bu afet sonrası yine bir takım şahıslar tarafından sorumlu kişiler ‘eleştirilemez‘ zırhına büründürülmüş durumda. Hal böyle olunca ülke yöneticileri de üstlerinde hoş duran bu zırhı mümkün mertebe kullanmak istiyor.

İyi de;

Devlet kademesinde üst makamlarda yer alan kişilerin bu koordinasyon eksikliğinde payı yok mu?

Afet anında acil aksiyon alması gereken kurumların başındaki isimler, liyakat eksikliği sebebiyle oturduğu koltukta potluk yapıyorsa gereğini yapmamalı mı?

Yıkılan binalara ruhsat veren, imar izni çıkaran, denetleyen, oturulabilir raporu veren hangi belediye başkanı, müteahhit, yapı denetim şirketi varsa siyasi görüş ayırt etmeksizin hesap vermemeli mi?

Bu ülkede istifa mekanizmasının harekete geçirilme vakti gelmedi mi?

Geçiyor bile…

Peki, hemen her eleştiri sonrası yuvalarından çıkan ve bunları dile getiren herkesi ‘satılmış, vatan haini, ahlaksız, aşağılık, müfteri, bölücü’ ilan edenleri nereye koymalı?

Devlet büyüklerimiz yaklaşık on beş gündür ellerindeki deftere eleştiride bulunanları not ettiğini dile getiriyor.

Söz konusu deftere alınması gereken dersler yazılsa daha şık olmaz mı?

Afetin ilk gününden itibaren tıraş edilmeyen sakallar şahsi imaj açısından ‘çok çalışıyor’ veya ‘kendini harap etti’ anlamları barındırabilir, belki de sahibine artı puan dahi kazandırabilir, bilemeyiz.

Peki artık devletin imajını düşünme vakti gelmedi mi?

Şaşırtıcı veriler ve faiz kararı

Şaşırtıcı veriler ve faiz kararı

Türkiye’yi acıya boğan deprem felaketinde enkaz kaldırma çalışmaları çok yönlü olarak sürüyor.

Sadece bina enkazı kaldırılmıyor.

Oluşan sosyal, psikolojik ve ekonomik enkaz da kaldırılmak zorunda çünkü.

Türkiye’nin bu travmatik süreci hızla atlatarak daha güçlü bir duruşla yoluna devam etmesi bu alanlardaki başarıya bağlı!

Mesele sadece yeni yapı stokları oluşturmak değil. Depremlerin doğrudan etkilediği milyonları, çoluk çocuk yediden yetmişe, eski sosyoekonomik ve psikolojik sağlığına kavuşturmak hayati önem taşıyor.

Bunun için de acilen sunulan destekleri sürdürmek ve bölge ekonomisini hızla yeniden ayağı kaldırmak şart!

Ve bütün bunları suistimale izin vermeden hak kayıplarını minimize ederek gerçekleştirmek siyasi sorumluluğun ötesinde yadsınamayacak bir ahlakı görev konumunda. Dolayısıyla tüm vatandaşların sürecin takipçisi olması da kaçınılmaz bir sorumluluk.

Türkiye’nin hem bölgesel hem de genel yaralarını sarabilmek için ise gerçek anlamda bir seferberliğe ihtiyacı var.

Özellikle de ekonomi cephesinde.

Coşan enflasyon yüzünden çok sıkıntı bir yılı geride bıraktık. Ve 2023’e de hala yüksek giden enflasyonla giriş yaptık. Bunun üstüne siyasi belirsizlik eklenmişken deprem darbesi geldi.

Haliyle 2023’ün de hayli zor bir yıl olacağı ortaya çıkmış oldu!

Ancak, gelen veriler ilginç işaretler de barındırıyor.

Örneğin otomotive ait yılın ilk rakamları hayli pozitif bir tablo karşımıza çıkardı.

Otomotiv Sanayii Derneği’nin açıkladığı verilere göre ocakta toplam üretim 2022’nin aynı ayına oranla yüzde 24 artarak 111 bin 837 adede çıktı. Otomobil üretimi ise yüzde 48’lik artışla 70 bin 723 adet olarak gerçekleşti.

Otomotiv ihracatı ise 2022’nin aynı ayına göre adet bazında yüzde 17’lik yükselişle 79 bin 381 adedi buldu. Otomobil ihracatı da yüzde 46,1 oranında artarak 51 bin 122 adet oldu.

Ocak ayı verileri elbette ki deprem öncesini gösteriyor!

Ama normalleşme ile birlikte sektörün umut vaat edeceğini de işaret etmekte. Özellikle de seçim nedeniyle reel ekonomiye pompalanmaya başlanan yüz milyarlarca liranın etkisiyle iç pazarın kendini kurtarması mümkün olacaktır.

İhracat da kısmi umut veren bir görüntü içinde.

Diğer yandan anket süresinin deprem felaketinin ilk haftasını da kapsayan tüketici eğilimine ait güven endeksleri de pozitif bir manzara çizerek şaşırttı!

Tüketici güven endeksi şubatta bir önceki aya göre yüzde 4,3 oranında artarak 79,1’den 82,5 seviyesine yükseldi. Yani son iki yılın zirvesine tırmandı.


Deprem etkisini tam olarak yansıtmasa da vatandaşın maaş zamları ve piyasalara sürülen paranın etkisinden memnun kaldığına dair sinyaller var.

Keza güven endeksi ise dolar kuru arasında da bir korelasyon olduğu unutulmamalı!

Diğer yandan deprem sonrası ilk günlerde kötü bir sınav veren Borsa İstanbul da yaralarını alınan tedbirlerin etkisiyle büyük oranda sardı.

Yüzde 2,43 artış kaydeden BIST 100 endeksi bu haftanın ilk işlem gününde 5 bin 149 puandan kapanış yaptı.

Ancak, borsada 15 Şubat’taki açılış sonrasında görülen sert yukarı hareket, takip eden günlerde oluşmadı.

Alımların da dar alanda kalması bir handikap. BES düzenlemesi daha ziyade BIST 30 hisselerine ilgiyi artırmış durumda. BES fonlarının destekleyici adımları hala bir avantaj.

Ama kalıcı bir çıkış ivmesinin oluşması için BİST-100’deki 5 bin 187 puanlık 50 günlük ortalamanın üzerinde kapanışlara ihtiyaç var. Sonrasında ise 5 bin 400 direncinde olacak gözler. Destek seviyesi ise 4 bin 900 civarında bulunuyor kısa vade için.

Bu perşembe Merkez Bankası’nın 100 baz puan civarı bir faiz indirimi yapması kuvvetle muhtemel. Eğer çok sürpriz bir karar çıkarsa piyasalarda da bir reaksiyon oluşabilir!

Deprem bölgesindeki her yapı suç mahallidir!

Deprem bölgesindeki her yapı suç mahallidir!

‘Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!’ demiştik 1999 depreminde, önümüzde öyle mahşer yeri bir tablo var ki; ‘her şey eskisinden de beter olabiliyormuş meğer’ dedik. Bölgeden gelen ve 1999 yılında deprem bölgelerinde bulunan kim varsa benimle aynı fikirleri paylaşıyor sanırım.

Rakamlar yaklaşık da olsa, 11 ilde 263 bin 983 bağımsız birim (daire, dükkan, işletme, depo vb.) yıkık ya da çok ağır hasarlı…

Ortaya çıkan tablo, korkunç.

Aslında, bu tablonun altında kaldık hepimiz…

Depremin ne kadar büyük olduğundan, ne kadar kalabalık ekiplerle sahada olduğumuzdan, iletilen yardımların devasalığından, bilmem kaç gün olmasına rağmen halen enkazdan canlı kurtarılıyor olmasından bahsederek yaptığımız tek şey içimizi soğutmaya çalışmak olur. O da olduğu kadar işte…

İşin aslına bakmak, gerçekleri görmek, gerçeklerin ışığında yol almak lazım…

Depremin olduğu süreç boyunca yapılan en çarpıcı açıklama Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘Yıkılan binaların yüzde 98’i 1999 depreminden önce yapılmış binalardı’ sözü oldu.

Tamamen tahminlere dayalı olarak kurulan bu cümlenin gerçekliği sorgulanmaya muhtaç…

Mesele tahmin yapmaksa hepimiz yapabiliriz bunu, hiçbir sorumluluğumuz da olmaz. Misal, yukarıda verdiğimiz rakama dayanıp biraz da yuvarlayarak, 260 bin birimin yaklaşık yarısı konut olsa ve her konutta 3 kişi yaşıyor olsa, ölen ya da yaralanan ya da hafif yaralı olarak kurtulan sayısı toplamda 390 bin olur. İstatistiklerden yola çıkarak, konut başına bir ölüm, iki yaralanma versek, 130 bin ölümden bahsetmemiz gerekir. Şimdilerde açıklanan rakamlar, ben bu yazıyı yazarken 41 bin 156 idi.

Nerede geriye kalanlar?

Hoş olmadı değil mi böyle tahminlerle yürüyünce…

Depremin ardından yaşanan can kaybı ile birlikte ciddi bir göç dalgası da mevcut, batıya doğru yoğunlaşan. Gelenlerin büyük bölümünün geriye dönmeyeceği de aşikar. Bu da ciddi bir sosyoekonomik yapı değişikliğine götürüyor bizi.

Uzmanlar şimdiden 85-90 milyar dolarlık yıkım ve zarar tahmini yapıyor

24 yıldır uyuduğumuz tatlı uykuya değdi mi bu kadar can ve mal kaybı?

Oysa 15-20 yıl gibi bir süreçte İstanbul da dahil olmak üzere iki büyük fay hattımızın civarı tamamen güçlendirilebilir, risk azaltılabilirdi eğer istenseydi.

Biz ne yaptık peki?

1999 yılında çıkartılan yönetmeliklerin açıklarını kolladık kolayımıza geldiği için. Hatta 2013 yılından itibaren Akademik Odaların denetim yetkisini de ellerinden aldık ki, daha da rahat çalışılsın.

Ancak bugün size bu kötü tablonun belki de ilk müjdesini vermek üzere oturdum bilgisayarın başına. Bilesiniz ki, bu tabloya katkı koyan tüm kişi, kurum ve kuruluşlar tek tek cezalandırılacaklar.

Öyle bir iki müteahhit ismi ortaya atıp sorumluluğu sırtından sıyırmak yok bu kez!

Deprem bölgesinde yürütülen delil tespit çalışmaları ve soruşturmalar için Türkiye Barolar Birliği koordinasyonunda tüm Barolar gibi Bursa Barosu da gönüllülük esasına dayanan ve dönüşümlü bir gayretin içinde.

Yıkılan binalar tek tek geziliyor.

Bugün itibariyle ilk Bursa ekibinin ilk grubu görevini tamamlayarak şehre dönüyor. Bursa Barosu Başkanı Avukat Metin Öztosun, yaptığı açıklamada; “Yüzyılın felaketinin yaşandığı deprem bölgesinde, on binlerce vatandaşın ölümüne yol açan her yapı bir suç mahallidir, sorumluların ve delillerin tespit edilmesi için gönüllü avukatlar enkazlardaki çalışmalar sonlanana kadar bölgede olacaklardır” dedi.

Binanın zemin etüdünü yapanından projesini hazırlayana, bölgede yapılaşma izni vereninden inşaat mühendisine kadar herkes sorumluluğu ölçüsünde yargıda hesap verecek.

Depremin ardından adı yeni bir depremde hasar alacak iller arasında en çok anılan Bursa’da da konuyla ilgili kollar sıvanmaya başlandı. Yaptıkları çalışmalar, hazırladıkları raporlar ve en çok da denetim mekanizması içindeki eski yerlerini almak için sürekli görüşmeler yapan Akademik Odalar önce Gemlik ardından da Nilüfer Belediyesi ile bir protokol imzaladı.

Nilüfer Belediyesi’nde imzalanan protokole göre ilk aşamada Nilüfer’deki 3 bin 400 ticari işletmede eksik ve zedelenmiş taşıyıcı sistem tespiti yapılacak ve sonuçlar vatandaşlarla paylaşılacak. Çünkü binaların yıkılmasına neden olan en önemli sorunlardan biri kesilen kolonlar.

Anlayacağınız, bir tür bina envanteri çıkarılacak ve en tehlike oluşturabilecek yapılardan başlanıyor mantıklı olarak.

Bu arada İnşaat Mühendisleri Odası Bursa Şube Başkanı Ülkü Küçükkayalar’a bina envanterinin nasıl çıkarılacağını sormuş, öğrenmiş biri olarak; binanın yaşı ve kat sayısından ziyade binada yapımından sonra oluşan değişikliklerin önemli olduğunun altını çizebilirim. Bu değişiklikleri tespit etmek için de benim sık sık söylediğim gibi birilerinin memur edilmesi, yani sahaya inmesi, binayı görmesi lazım.

Bir adım bir adımdır.  Önemli olan adımları sıklaştırmak, bu çalışmaları tüm Bursa’ya yayarak kentsel dönüşüm için uygun alanları tespit etmekte.

Bu konu da yarının yazısı olsun…

Bugün biraz dikkat!..

Bugün biraz dikkat!..

Yaklaşık 30 günlük aranın ardından bugün ülke genelinin büyük bir bölümünde okullarda ikinci yarıyıl başlayacak. Bu süreçte yaşadığımız deprem sonrası çok fazla öğrencimiz toprağın altında kalarak hayatlarını kaybettiler.

Keza birçok öğrencimiz de hastanelerde tedavisine devam ediyor.

Yine birçok öğretmenimiz bugün hayatta yok.

Yine birçok öğretmenimiz hastanede tedavi sürecinde.

Deprem bölgesinde görev yapmayıp, fakat anne baba, eş dost ziyaretine gidip de orada depreme yakalanan hem öğretmenlerimiz hem öğrencilerimiz var.

Bunların içinden de hayatını kaybedenler, yaralananlar, yakınlarını kaybedenler mevcut.

Öte yandan deprem bölgesinden uzaklaşarak, kentimize gelen öğrencilerin de olabileceğini unutmamak gerekir.

Hayat her şeye rağmen devam ediyor.

Bir yerden başlamak gerekiyor.

Bugün o başlangıcın ilk aşaması okullar oluyor.

Bugün dünden daha fazla hoşgörüye ihtiyacımız var.

Yaralarımızı sarmak için umarım güzel bir başlangıç olur, ikinci döneme merhaba diyebiliriz.

Bu vesile ile kentimize gelen tüm öğrencilere kucak açarak onlara hoş geldin diyor, inşallah çok mutlu olacağınız bir dönem temenni ediyorum.

O açıdan bunları unutmadan trafikteki insanlarımıza da bugün lütfen dikkat deyip, kornaya basmayın, bir önceki günden daha dikkatli olun diyorum.

Deprem bölgesinden gelen öğrencilerimiz olduğunu unutmayın lütfen.

Bu vesile ile yeni dönemin eğitim camiamıza hayırlı olmasını diliyorum.

ORHANELİ’NDE ANLAMLI KAMPANYA

Kahramanmaraş merkezli gerçekleşen ve 11 ili de etkileyen depremde insanlarımızın can kaybının yanı sıra maddi kayıpları da çok ciddi boyutta.

Özellikle bölgede tarım ve hayvancılıkla uğraşanlar büyük sıkıntı yaşıyor.

Binlerce hayvan telef oldu, milyonlarca dekar alanda zarar var.

İşte bu zararları en aza indirme noktasında Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Vahit Kirişçi önemli açıklamalarda bulundu.

Devletin teşvikleri noktasında bilgilendirmeyi geçen hafta içinde yaptı.

Yeter mi yetmez.

Bunun yanı sıra özellikle Bursa’nın dağ ilçelerinde de canlı hayvan bağışlarına şahitlik etmiştik. O bağışlarla ilgili Orhaneli’nde Belediye, Ziraat Odası Başkanlığı ve İlçe Tarım Müdürlüğü canlı hayvan bağışı kampanyası başlattı.

Orhaneli Belediyesi küçükbaş ve büyükbaş hayvan bağışı kampanyası başlatıldığını duyurdu, ardından ilave etti. “Bağış yapmak isteyenler yapacakları bağış âdetini ve cinsini Ziraat Odası Başkanlığı’na ve İlçe Tarım Müdürlüğü’ne bildirebilirler” dedi.

Bağışlanan hayvanlar hayırseverlerden ilerleyen günlerde kampanya bitiminde toplanacak bölgeye gönderilecek…

Bu köşeden biz de kampanyayı bir kez daha hatırlatmış olalım.

YEREL BAKIŞ’IN KONUĞU MUSTAFA BOZBEY

Kahramanmaraş depreminin ardından iki haftalık bir süre geçti. Bu süre içerisinde bir yandan çalışmalar devam ediyor.

Diğer yandan da bölgeye ziyaretler…

Bu noktada Bursa’dan gerek iktidar, gerekse muhalefet, gerek akademik odalar, gerekse STK’lar hatta bireysel olarak birçok insanımız bölgeye gitti, incelemelerde bulundu, yardım faaliyetlerine ve arama kurtarma çalışmalarına katıldı.

Hala birçok hemşerimiz bölgede…

Giden isimlerden biri de önceki dönem Nilüfer Belediye Başkanı Mustafa Bozbey idi. Son yerel seçimlerde de Millet İttifakı’nın Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı adayı olan Bozbey bugün Yerel Bakış programında konuğumuz olacak.

Bozbey’e hem kentsel dönüşüm hem depremden korunma hem de başkanlığı döneminde olası bir depreme karşı Nilüfer’de alınan önlemleri konuşacağımız program bugün saat 14.00’da Norm Haber ekranlarında.

Vakti olanlar kaçırmasın…

Bu hesabı ahirette veremezsiniz!

Bu hesabı ahirette veremezsiniz!

Yaşanan depremin yaralarını sararken, özellikle hükümet kanadından gelen ve altına imza atılacak kıymette bir uyarı vardı:

Bu işe siyaset karıştırmayalım!’

Uyarı güzel ve yerindeydi, yapılan her şey de insanlık namınaydı, zaten de öyle olmalıydı, ancak durum kontrol altına alınamayınca, organizasyon bozukluğu nedeniyle çalışmalar çuvallayınca, işe siyaseti karıştırmak yine iktidar partisinin aklına gelen ilk hamle oldu.

Haydi bunu da sineye çekelim, meselenin bu kısmında olmayalım, siyasetçi siyasetini yapacak, üstelik seçimler bu kadar yakınken herkes kendini temize çıkarmanın yolunu bulmaya çalışacak… gibi düşünceler içindeydim.

Son yaşananlar bardağın taştığı damlalar oldu benim için.

Size manevi danışmanlardan bahsetmiştim hatırlarsınız, şimdi manevi danışmanların yanına siyasete alet olan imamlar da eklenmiş gördüğüm kadarıyla.

Genel bütçe kapsamındaki idarelerin yılın ilk ayında harcamalarına göre sıralandığı listeye bakıldığında, sadece Ocak ayında 4 milyar TL harcaması olan Diyanet İşleri Başkanlığı görevini deprem bölgesinde bir biçimde insanlara yardımcı olmaya çalışanlara enteresan yakıştırmalar yaparak ifa etmeye çalışıyor herhalde.

Ben başka bir anlam yükleyemedim, yardımlar için el ele vermiş insanlara; ‘500 bin lira nedir ki, ben de çıkarır veririm şimdi 500 bin lira…’ gibi cümleler içeren vaazların camilerde kılınan namazların ardından yükselmesine.

Altını çizerek belirtelim ki, bu yardımlar ile ilgili mücadele eden insanlar devlet değil, devlet olmak gibi bir çabaları olduğunu da sanmıyorum ve yine altını çizelim, yardım edenler yaptıkları işlere mecbur değiller, mecbur olan devlettir.

Yardım yarıştırmak da nedir? Dinimizde böyle bir kavram, bir yaklaşım yoktur, unutulmasın! Yardım gönülden edilir, elden geldiğince yapılır, gerisi tevekküldür…

Burada bütün din görevlilerini aynı kefeye koyuyor değilim. İşini gereği gibi yürekten yapan herkese saygımız sonsuz. Ancak, işler sadece bir iki camideki bu vaazlarla da sınırlı kalmadı ne yazık ki…

Millet canıyla uğraşırken Diyanet İşleri Başkanlığının yetkileri kaşla göz arasında artırıldı.

Şimdi ne mi olacak?

Resmi Gazete’de yayımlanan yeni yönetmelik ile zaten cezaevleri, çocuk eğitim evleri, huzurevleri, hastaneler ve öğrenci yurtlarında vaaz ve irşat faaliyetleri yürütebilen Diyanet, bu faaliyetlerini okullar, gençlik merkezleri ve medya kuruluşlarında da gerçekleştirebilecek. Afet bölgelerinde manevi danışmanlıklar yapabilecek.

Görünen o ki, Başkanlık manevi danışmanlık hizmetlerine hemen başlamış. Üstelik bu işi sadece deprem bölgesinde yapmıyorlar, kendilerine gelen soruları da yanıtlıyorlar.

Sorulardan biri hayli ilginç, yanıtı daha da ilginç…

Birgün’ün haberine göre; hangi aklın eseriyse artık, hem deprem bölgesindeki çocuklara koruyucu aile olmak isteyen hem de koruyucu ailesi olduğu depremzede çocukla evlenip evlenemeyeceğini soran zihniyete bir de yanıt verilmiş! Verilen yanıtta da; evlatlığın mirasçı olma hakkı bulunmadığı belirtilerek, “Dinimizde kimsesiz çocukların bakım ve gözetilmesi tavsiye edilmiş olmakla birlikte, hukuki birtakım sonuçlar doğuran bir evlatlık müessesi kabul edilmiş değildir. Buna göre, evlat edinenle evlatlık arasındaki bu ilişki sebebiyle bir evlenme engeli doğmadığı gibi, evlatlığın kendi öz anne babasının yerine, evlat edinenlerin nesebine kaydedilmesi de caiz değildir” denilmiş.

Şöyle denilememiş mesela; ‘Sen evladın gibi sevip korumak niyetiyle bir çocuğu himayene almıyorsan hiç alma kardeşim! Hatta çocuklardan metre metre uzak dur mümkünse! Bu devlet büyük bir devlet, çocuklarına senin bakacağından çok daha iyi bakar ve çok daha güvenli bir ortam sunar!’

Depremden sonra atılması gereken en kritik adımlar bu sayede hiç vakit kaybedilmeden atılmış.

Artık biliyoruz ki; imamlarımız tık diye 500 bin lirayı çıkarıp bağışlayabilecek güçte ve yine biliyoruz ki, depremzede bir çocuğu evlat ediniyorsak, ileride onunla evlenmemiz konusunda hiçbir engel yok!..

İçim nasıl rahatladı anlatamam!

Organizasyon eksiklikleri konusunda eleştirdiğimiz, liyakatli kadro eksikliğini dile getirdiğimiz, yeterince hazırlığı olmadığı için kızdığımız AFAD’ın bütçesi Diyanet İşleri Başkanlığının bütçesine çıkabilseydi, belki bugün bu saçma sorular ve konuşmalarla uğraşmak zorunda kalmazdık. Binlerce insanımız hayatta olurdu belki, ‘afet bölgesindeki eksiklikler’ diye bir kavram olmazdı bir ihtimal…

Şimdi 2023 yılı bütçesinden 8 milyar 75 milyon 405 bin TL pay alan AFAD’ın çuvalladığı yerde, aynı bütçeden 35 milyar 910 milyon 653 bin TL alan Diyanet İşleri Başkanlığı enteresan çıkışlarla gündem değiştirerek ve vatandaşı ‘kader’ başlığı altında teslimiyete davet ederek görevi devralıyor.

Bu yanlış!

Olmaz, sorunlar böyle çözülmez, yaralar böyle sarılmaz, vatandaş böyle manipüle edilmez…

Bu hesabı ahirette veremezsiniz…

Genel seçimlere girecek siyasi partilere 3 öneri

Genel seçimlere girecek siyasi partilere 3 öneri

Kahramanmaraş merkezli 11 ili etkileyen depremlerin ardından iki hafta geçmiş durumda.

Genel olarak yorumlarsak, bölgede bir yandan arama kurtarma çalışmaları, diğer yandan kentlerin yapılacağı yeni yerlerle ilgili çalışmalar yapılıyor…

Öte yandan, deprem bölgesine toplanan yardımlar da sıcaklığını koruyor.

Bu hafta pazartesi gününden itibaren siyaset de yavaş yavaş ısınmaya başlayacak.

Muhtemelen TBMM de salı gününden itibaren yasama faaliyetlerine kaldığı yerden devam edecek.

TBMM’nin faaliyetlerine başlaması ve siyasetin ısınması ile gündeme gelecek ilk konu muhtemelen 14 Mayıs’ta yapılması planlanan genel seçimler olacak.

Ardından EYT ile ilgili çalışmalara şahitlik edeceğiz.

Belki de TBMM hafta sonları tatile girmeden mesaisine devam edecek.

Seçimlerle ilgili siyasetçilerin konuşacağı öyle veya böyle “zamanında yapılacak seçimler” diye başlayan cümlelere girmeyeceğim.

Benim buradan seçime girmeye hak kazanan tüm siyasi partilere bir önerim olacak.

Seçim takviminin açıklanması ile beraber muhtemelen aday adayları da yavaş yavaş ısınma turlarına başlayacak.

Böyle bir durumda başta AK Parti, CHP, MHP, İYİ Parti, BBP ve diğer siyasi partilere ciddi sayıda aday adayı başvurusu olacak.

O zaman siyasi partiler şunu yapabilir.

Aday adaylarından aldıkları başvuru ücretinin en az yarısını deprem bölgesinde mağdur olan insanlarımıza dağıtılmak üzere şartlı bağış alabilirler.

Siyasi partilerin bu sene başvuru ücretini 20 bin lira civarında alacağını düşünürsek toplamda hatırı sayılır bir meblağ olacaktır.

Tahminlerimize göre, AK Parti’ye 6 bin, CHP’ye 3 bin, İYİ Parti’ye de 3 bin civarında başvuru olacağını hesap edersek, 12 bine yakın başvuru olur.

Buna MHP’yi de ilave edin, bin 500 de oradan başvuru olsa…

Toplamda diğerleri ile beraber en az 15 bin başvuru.

Ortalama 10 bin TL’den hesap etseniz 15 bin ile çarpın ya da ortalama 850 dolar civarı da diyebilirsiniz, 12 milyon 750 bin dolar eder…

Bu da “akmasa damlar” misali bir yaraya merhem olur…

En basit anlamıyla 80 metrekareden 400 konut demek…

Hatta her parti kendi içinden toplanan bağışlarla konutlara veya bloklara kendi ismini de koydurtabilir.

Bu önerinin yanı sıra siyasi partilere iki önerim daha olacak:

İlki deprem bölgesinden aday adayı olacaklardan başvuru ücreti almamaları, diğeri de yine bu bölgeden aday adayı olanların birinci derece yakını vefat edenleri seçilebilecek sıralamaya koymaları…

En azından görev süresince deprem mağdurları milletvekili seçilirse depremle ilgili yapılması gerekenleri gündemde tutabilirler.

Aynı bu dönem AK Parti’den İstanbul Milletvekili seçilen ve uzun bir tedavi süreci sonrası yaşama tutunan engelli milletvekili Serkan Bayram’ın engellilerin haklarını araması ve mücadele etmesi gibi.

Öneri bizden, değerlendirmek onlardan…

Risklere karşı toplumsal değişimi tetikleme zamanı

Risklere karşı toplumsal değişimi tetikleme zamanı

Zor zamanlar.

Yıllardır çeşitli zorluklarla yüzleşiyor Türkiye.

Darbe girişimi, terör, pandemi, ekonomik krizler, yangınlar, seller ve en nihayetinde depremler!

Açıkçası bir travma bitmeden bir yenisi dayanıyor kapıya.

Haliyle huzur, güven ve adalet ihtiyacı had safhada.

Çünkü travmalar sadece doğal nedenlerden kaynaklanmıyor. Toplumsal olarak başa çıkabileceğimiz pek çok konuda güçlü bir duruş sergileme becerimiz ne yazık ki zayıf kalıyor!

Kurallara uymayı ve birlik beraberlik içinde hareket etmeyi ancak başımıza bir felaket gelince becerebiliyoruz.

Neyse ki hiç olmazsa olağanüstü koşullarla yüzleştiğimizde çok yoğun bir reaksiyon verip durumu kısmen de olsa toparlıyoruz.

Ancak, bireyselleşmenin pek çok iletişim aracının planlı kullanımı ile post modern kültürde teşvik edildiği bir dönemden geçiyoruz!

Bizi biz yapan toplumsal ve kültürel değerlerin erozyonu ile karşı karşıyayız. Ve diğer taraftan siyasi kutuplaşmanın ciddi biçimde dayatıldığı yıllara da şahit olduk.

Eğitimdeki yapbozlar da toplumu ilgilendiren konulara kafa yoracak insanlarımızın da etkin biçimde yetişmesini engellemeye devam ediyor.

Yani toplumsal uyumun kanun ve kurallara tam riayet içinde sağlayacağı imkanlardan büyük oranda yoksun bir ülkeye dönüşmüş durumdayız!

Oysa hep birlikte üstenilecek ve yürütülecek çok çeşitli mücadelelerin parçası olmak zorundayız her birimiz.

Mesela…

İlk önceliğimiz deprem travmasının hızlı ve sağlıklı biçimde atlatılması olmalı. Milyonların doğrudan etkilendiği bu felaket tablosunu maddi ve manevi olarak iyileştirmek için kolları sıvamalı.

Ve sadece kurumsal bazda değil bireysel olarak da uzun vadede fedakarlık göstermek zorunda herkes!

Çünkü çok yönlü olarak mücadele etmemiz gereken sorunlar yığını var önümüzde. Mesela depremzedeler ki başta çocuk ve gençler olmak üzere ciddi biçimde psikolojik destek almak zorunda.

Yani psikiyatr, psikolog ve psikolojik danışmanlık hizmeti veren tüm uzmanların katkısına ve mümkün olduğu kadar ücretsiz katkısına ihtiyaç var!

Keza eğitim hizmetlerine mümkün olduğu kadar geniş anlamda kavuşabilmeleri de büyük önem taşıyor depremzedeler adına.

Eğitim sektörüne ciddi bir fedakarlık imkanı sunuyor bu tablo!

Ekonomik yaraların sarılması için iş dünyası temsilcilerinin gayretli ve fedakar çalışmasına da ihtiyacımız var. Göç eden depremzedelerin işe ve aşa ihtiyacı olacak çünkü. Ve aynı zamanda deprem bölgesindeki ekonomik faaliyetlerin ayağa kalkması içinde yoğun bir mesai harcamak şart!

Marmara özelinde ise hızlı bir depreme hazırlık sürecinin başlaması elzem.

Binaların risk tespitinden kentsel dönüşümün son anına kadar atılacak çok adım var. Ama zaman yok.

Dolayısıyla yerel yönetimler, akademik odalar ilgili tüm kurum ve kuruluşlarla meslek uzmanları elini taşın altına koymalı! Ama zaten ekonomik krizle boğuşan vatandaşa olmadık faturaları dayatarak değil…

Kısacası hem yaşanmış hem de yaşanması muhtemel depremleri kapsayan ve herkesin görev aldığı bir seferberlik dönemine giriyoruz.

Bu kaçınılmaz bir süreç. Ancak başarısı toplumsal uyumun bireysel çıkarlardan üstün tutulmasına bağlı.

Ve maalesef bu pek de kolay bir süreç değil.

Çünkü yılların birikimi olan ayrışma tortusu başta siyaset olmak üzere pek çok kuruma sirayet etmiş durumda. Bireysel çıkar kaygısı kanun ve kuralların önüne fazlasıyla geçiyor artık!

Bu tabloyu değiştiremediğimiz sürece işimiz çok zor.

Hele de küresel iklim değişikliği gibi dünyayı kökten değiştirecek riskler büyürken işimiz giderek daha da zorlaşıyor.

Artık uyanma ve silkinme vakti. Geç kalma lüksümüz yok!

Neyse ki gençlerimiz hala bir umut ışığı niteliğinde. Yeter ki o ışığı söndürmeyelim.

Deprem, Hazine yardımları ve siyasetin finansmanı

Deprem, Hazine yardımları ve siyasetin finansmanı

Son iki haftadır yazılarımızın öznesi sürekli deprem.

Depremle yatıyoruz, depremle kalkıyoruz. Ama bu ülkede meydana gelen son depremler sonrası yaklaşık 40 bin insanımız gece uykuya yattı, deprem uyandı ama onlar uyanamadı.

Bu bir gerçek…

Sonrası ise malum…

Enkazdan çıkarılan her insanımızla iki gözümüz iki çeşme ağladık, duygulandık.

Dualar ettik, etmeye de devam ediyoruz…

Belki edilen dualar sayesinde arama kurtarma ekiplerinin gayreti ve Allah’ın izni ile 11. gün sonunda bile enkazdan insanlarımızı canlı bir şekilde çıkarmayı başarabildik.

Binlerce şükretsek az…

Bunlar işin güzel tarafı.

Diğer bir güzel tarafı ise önceki gün ülke genelinde düzenlenen yardım kampanyası idi.

Dile kolay ülkemizde yayın yapan televizyonlardan yayınlanan kampanya sonrası halkımızın tüm kesimlerinin teveccühü ile 115 milyar TL’nin üzerinde bağış oldu…

Buna da şükür.

Ama bu bağışı 120 milyara çıkarmak mümkün.

Bu yıl Hazine tarafından siyasi partilere verilecek yardımı depremzedelere bağışlarsak o zaman çok daha iyi olur.

Verilecek rakam 4 milyar 500 milyon civarı…

O zaman 120 milyara ramak kalmış olur.

Aslolan da siyaset yapanların kendi partilerini finanse etmesi değil mi?

Bu ülkede senelerdir Hazine yardımı almadan kendi gönüldaşları ile seçimlere hazırlanan, seçimlere giren siyasi partiler yok mu?

Var, o zaman…

Hazine yardımı olmadan da bazı siyasi partiler seçime girmeyi öğrenmiş olur.

O zaman, bir de siyasi partilerin Hazine yardımı kaldırılması sonrası kendilerini de kontrol etme şansı olmuş olur.

Kim partisini ne kadar seviyor ya da sevmiyor.

Alın size bir sınav…

O zaman kim menfaat için, kim gerçekten gönül verdiği siyasi partide anlamak mümkün olur.

Sadece bu mu?

Yapılması gereken, aslolan siyasetin finansmanı…

Bu finansmanın Hazine eliyle değil de üye ve gönül verenleri aracılığı ile gerçekleşmesine olanak sağlayan düzenleme bir an önce yasalaşmalı.

Velhasılı böyle bir durum gerçekleşirse siyasi partiler arasında denge sağlanmış olur.

Bu şartlarda seçimlere biri Jaguar ile girerken diğeri de daha düşük model araba ve motor gücü ile girmiş olur.

Önerimiz kabul görürse tüm siyasi partiler seçim yarışına eşit şartlarda girmiş olur.

Seçmen bu sayede tüm siyasi partileri de tanımış olur.

Öneri bizden, değerlendirmek karar vericilerden…

Bursa’nın depreme bakışı; ‘söylemeyebilirsiniz!’

Bursa’nın depreme bakışı; ‘söylemeyebilirsiniz!’

Dün Bursa Büyükşehir Basın Bürosu tarafından aranarak davet edildiğim bir toplantı vardı. Belediyenin aylık olağan meclis toplantısı…

Toplantının önemi deprem bölgesinden yeni gelmiş olan Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’ın izlenimlerini paylaşacak olmasında ve daha da önemlisi deprem sonrasında adı yeni deprem senaryolarında sıkça anılan Bursa’da neler yapılacağının aktarılacak olmasındaydı.

Önemli konulara temas etti Başkan Aktaş. Slogan olarak ‘Dönüşüm ya bizim elimizden ya depremden olacak!’ cümlesini belirlemişti ki, son derece doğru bir seçim olmuş bence.

Sonrasında da şöyle bir cümle kurdu;

Bursa’nın geleceği kentsel dönüşümdür. Bu dönüşüm ya bizlerin elinde kontrollü ve planlı biçimde gerçekleşecek ya da maalesef deprem sebebiyle canların kaybı, milli servetin hebasıyla olacak. Seçim hepimizin!”

Depremin yıkıcılığını, yarattığı acıları bir kıyamet senaryosu içinde yaşayanlar olarak bu söylenenleri doğru bulduğumu söylemesem kendimle çelişirim.

Aktaş’ın yaptığı açıklamaya göre; çevre düzeni planı çalışmasının veri toplama sürecinde bütün ilin zemin durumu, TÜBİTAK ile birlikte yürütülen 3 yıllık çalışma sonucunda etüt edilmiş. 2020 yılından bu yana süren çalışmalarla da yaklaşık 650 bin yapının bina envanterinin yüzde 80’i oluşturulmuş.

Hazırlanan envanter; yapıları kat yüksekliği, yapım yılı gibi kriterlere göre sınıflandırıyor.

Belediyenin bundan sonra atacağı adım ise yapıların risk durumlarını ortaya koymakla ilgili olacak. Amaç hasar riski yüksek alanları belirlemek.

Buraya kadar anlatılanlar belediyenin yaptığını söylediği çalışmalar.

Şimdi de ben iki gün önce yaşadığımız bir olayı aktarmak istiyorum.

Depremin ardından tüm vatandaşlarda oluşan, ‘binam depreme dayanıklı mı?’ korkusu nedeniyle, zaten eski olan binalarının depreme dayanıklı olup olmadığını nasıl anlayacaklarını sormak için annemin komşuları Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin yolunu tutmuş.

Belediyeden aldıkları yanıt; ‘Bu işlerle biz ilgilenmiyoruz, Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü ilgileniyor’ biçiminde.

Müdürlüğe de gidilmiş.

Konu burada daha da trajikomik bir hal alıyor.

Görüştükleri yetkili, Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğüne bağlı şirketlere inceleme yaptırmak isterlerse binanın dayanıksız çıkması durumunda 60 gün, en çok 90 gün içerisinde binayı boşaltmaları gerekeceğini, bu süreçte de bir müteahhit bularak onunla anlaşıp binalarını yenilemeleri gerektiğini belirtmiş.

Bir de akıl vermiş ve bir siteye vatandaşı yönlendirerek, ‘Bu incelemeyi özel şirketlere de yaptırabilirsiniz. Sonucunuz binanızın dayanıksız olduğunu da gösterse bize bildirmediğiniz taktirde binadan çıkmak zorunda değilsiniz bu şekilde’ demiş.

Nasıl?

Ben bayıldım bu akıllı fikirli görüşmelerin bütününe.

Bu arada, Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü’nün performans analizi testlerini yaptığı bir laboratuvarı varmış eskiden. Bahsi geçen incelemeler burada yapılıyormuş, ancak işlevsiz hale geldiği için kapatılmış.

Şimdi Başkan Aktaş’a bazı sorularım olacak;

1-Şehrimizin zemin durumu ile ilgili yaptığınız çalışmaları Jeoloji Mühendisleri Odası ile paylaştınız mı? Onların çalışmalarından yararlandınız mı?

2-Binaların kat sayısı ve yaşının depreme dayanıklılık konusunda bir fikir vermediği aşikar, üstelik performans analizi testlerinin bir bütünlük içinde değerlendirilmesi gerekiyor. O halde biz hala depreme karşı ne kadar tehdit altındayız bunu bilmiyoruz değil mi?

3-Binasının dayanıklılık durumunu öğrenmek isteyen vatandaşın anlattığım hikayedeki gibi yanıtlar alması sizce içinde bulunduğumuz durum da dikkate alındığında doğru mudur?

4-Bursa halen zararlarını çokça yaşadığı parsel bazlı dönüşümün peşinde midir?

5-Uzmanlar, önceliğin bilimsel temelde planlama ve etüt çalışmalarına verilmesini isterken vatandaş yine el yordamına mı ilerleyecektir?

6-Jeoloji Mühendisleri Odası Güney Marmara Şube Başkanı Engin Er’in düzenlediği her toplantıda dile getirdiği ‘İmar planlarına fay hatlarını işleyin!’ talebi ne zaman yerine getirilecektir?

Son sözümüzü de söyleyelim; görünen o ki, 1999 depremini yer yer hasar alan binalarıyla birlikte yakın şahit olarak yaşamış bir şehir olan Bursa yapılan onca uyarıya rağmen depreme hazır olmak için pek de bir şey yapmamış aslında.

Daha önce de söyledim, yine söylüyorum; 24 yılda bir kişiyi bina envanteri çıkarmak, yapı performans analizlerini yapmak için memur etseydiniz çok daha fazla yol almıştık şimdiye kadar!

Yapılması gerekenleri pas geçip, imar barışı gibi projelerle oy kaygılı oynamanın faturasını yine biz sade vatandaşlar ödeyeceğiz ne yazık ki…

‘Normal’ler ve gayrimenkul piyasası

‘Normal’ler ve gayrimenkul piyasası

17 Ağustos 1999’da, yani 24 yıl önce yaşadığımız Marmara Depremi’nden sonra artık hiçbir şey aynı kalmayacak zannetmiştik.

Henüz yaşanan ve acıları yıllarca sarılmaya devam edilecek olan 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş Depremi 10 ili birden etkileyince anladık ki her şey aynı kalmış.

Her yıl 17 Ağustos’ta anmalar, etkinlikler düzenleniyordu.

Artık 6 Şubat’ta da benzer anmalar ve etkinlikler düzenlenecek.

Depremin ölümcül sonuçlarını en aza indirecek önlem ve dönüşümleri hayata geçirmek için bunları yılda bir kez yapmak yetmemiş.

Bakalım iki kez yapmak, ülkemizin depremselliğine uygun dönüşüm ve planları hayata geçirmemize yetecek mi?

Karar vericiler, yasa koyucular “iktidar siyasetlerini” bu planların üstünde tutmuşlardı. 24 yıldır…

Bu 24 yılın, yirmi bir yılında iktidardakiler aynı.

Olağan depremlerin bedelleri olağanüstü şekilde ödenirken, bunu dile getirenlerin “siyaset yapmayın” diye susturulmaya çalışılması ise ayrı bir trajedi!

Şimdi depremden depremlere geçen bu 24 yılda aynı kalanlara bir göz atalım:

– Sıvılaşma özelliği olan zeminlere usulüne aykırı yüksek katlı binalar yapılmaya devam edilmiş.

– Fay hatları üzerinde mevcut binalar başka yerlere taşınacağına imar afları ile aynen korunmuş.

– Benzeri alanların imara açılmasında çılgınlık yaşanmış.

– Deprem sonrası bölge neredeyse 72 saat koordinasyonsuz kalmış.

– İlgili afet kurumları liyakatsiz yöneticilerle adeta bloke edilmiş.

– Açıklanan sayılar spekülasyonlara yol açarken, çok yüksek can kayıpları yaşanmış.

1999 depremi sonrası ülkemizin bütün şehirlerinde ise;

Görece riski yüksek bölgelerin gayrimenkul fiyatları değer kaybetmeye başlamış, konut fiyatlarında yüksek katlar ucuzlayıp, düşük katlı binalar değerlenmişti.

Gayrimenkul piyasasında aynı döngü başlamış durumda. Bursa’da emlakçılardan aldığımız bazı bilgiler var. Bilimsel olarak emin olmadığımız için semtlerin ismini yazmayacağız. Ancak bazı semtler, depremsellik bakımından güvenli bulunduğundan oralarda konut  fiyatlarının yüzde 25-30’u bulan oranlarda arttığı ifade ediliyor.

Öte yandan, yeni ve büyük deprem senaryolarına karşı kırsal alanda tarla, arsa ve evlere talep çoğalmış durumda. Yeni bir eve taşınma imkânları olmayanlar ise binalarının müteahhitleri ve resmi kurumlar ile “ne olacak bizim halimiz” kıvamında toplantıları ve başvuruları artırmışlar.

Gayrimenkul piyasasından konuştuğum yetkili ve ilgili arkadaşlarım bunun geçici olduğunu ifade ettiler.

“‘Deprem unutulunca her şey ‘normal’e döner’ diyorlar.”

Ne dersiniz, yerel yönetimlerde, siyasette, imar anlayışımızda, ‘Yeni Normal‘leri tanımlama zamanı geldi de geçmiyor mu?

Ekonomik enkaz nasıl kalkacak?

Ekonomik enkaz nasıl kalkacak?

Mucize kurtuluşlara hala şahit olabilmek çok özel bir mutluluk.

Ancak, umutların tükenme aşamasına geldik ne yazık ki!

Bundan sonra enkazların kaldırılması ve vefat edenlerin cenazelerinin kaldırılması önemli. Bu önemli görevin bir an önce tamamlanması şart.

Diğer taraftan çok yönlü biçimde deprem travmasının atlatılması için bir seferberliğin başlatılması da şart görünüyor.

İlk andaki arama kurtarma refleksi ve yardım ulaştırma seferberliği yerini artık uzun vadeli bir dönüşümü sağlayacak olan seferberlik hareketine bırakmalı!

Toplumun tüm katmanlarını farklı biçimde etkileyen deprem felaketinde mesele sadece yaraların sarılması değil çünkü.

Çok ama çok geniş bir alanda çok ama çok büyük bir yıkım yaşandı neticede.

Can kayıplarının yarattığı manevi acının büyüklüğünü ölçmek mümkün değil. Ama fiziki kayıpların yarattığı ekonomik enkazı ölçmek mümkün!

Ve ana hatları ile tabloya bakıldığında çok yönlü kayıplar kendini hemen ifade ediyor.

Net rakamların ortaya çıkması elbette ki biraz zaman alacaktır. Ancak erken öngörüleri içeren kısmi araştırmalar ortaya çıkmaya başladı.

Mesela bir araştırmaya göre deprem zararı milli gelir artışını en az bir puan etkileyecek!

Yani ekonomik büyüme hızında kayıp yaşanması kaçınılmaz.

Deprem faturasının büyüklüğüne dair ise 84 milyar dolara işaret eden bir rapor var. TÜRKONFED’in çok genel bir hesaplama ile ortaya koyduğu bu rakam Türkiye’nin bir yılda elde ettiği milli gelirin yüzde 10’u civarına denk gelmekte!

Bu rakamın içinde yıkılan ya da ağır hasar gören yapıların, ulaşım sistemlerinin ağırlıklı bir rolü var. Tahmini ekonomik kayıp bu anlamda 71 milyar dolar olarak ifade ediliyor.

Bölgede kullanılmaz hale gelen on binlerce araç olduğu belirtiliyor. Donanım, eşya ve benzeri araç gereçle evlerde tutulan şahsi birikimler de artık kullanılamaz halde!

Zarar gören fabrikalar, makineler, ticari işletmeler, hizmet sektörü firmaları yani ekonomik aktivitenin temelini oluşturan unsurlar da ayrı bir kayıp tablosunu temsil ediyor.

Duran üretim, ticaret ve ihracat da bir süre boyunca ayrı bir milli gelir kaybı rakamını zamanla karşımıza çıkaracak!

Bölgenin ihracatı yıllık yaklaşık 20 milyar dolar civarında. Çarkların eski formuna dönmesi ve ihracat gelirinin bu seviyeye yeniden gelmesi belki yıl sonunu bulur.

Yani bir yandan bölgeyi hızlı biçimde depreme gerçekten dayanıklı konutlarla donatırken diğer yandan ekonomik canlanma için de harekete geçilmeli.

Atılacak adımların hızı ve kalitesi ekonomik kayıpların boyutunu belirleyecektir çünkü.

Tabii ki başarı bir yandan kaliteli planlama ve uygulamaya bağlı. Bir yandan da finansal kaynakların gücüne!

Bu anlamda ilk etapta 100 milyar TL Hazine ve Maliye Bakanlığı’nca bölge için tahsis edildi. Diğer yandan çarşamba akşamı düzenlenen “Türkiye Tek Yürek” destek kampanyası ağırlıklı olarak kamu bağışları ile 115 milyar TL’ye ulaştı.

Her iki rakamın dolar karşılığı toplam tutarı yaklaşık 11,5 milyar dolara denk geliyor.

Farklı destek kampanyaları da var. Ve özel sektör kaynaklı yardımlar da sürecek. Dünyadan gelen parasal destekler de var.

Bunların da bir süre içeresinde iç ve dış destek olarak 5-6 milyar doları pek geçmeyen bir meblağ ulaşması mümkün görünüyor.

Ancak bütün bu rakamlar ekonomik kayıpları gidermekten uzak!

Haliyle daha uzun vadeli bir destek ve kaynak yaratma sürecinin devreye girmesi lazım.

Vergisel düzenlemelerin bir şekilde sahne alması kaçınılmaz görünüyor.

Diğer taraftan “deprem tahvili” olarak işlev görecek uygun faizli tahvil ihracı da ciddi bir kaynak yaratabilir! Yatırımcıların daha düşük kazanca razı olurken devleti yani deprem bölgesini desteklemeleri mümkün olabilir böylece.

Ancak mesele paradan ibaret değil.

Asıl önemli olan insan sermayesi. Bölgede ekonomik hayatı canlandıracak kalifiye insan olması önemli. Oysa can kayıpları ve göçlerle insani sermayede de büyük kayıplar meydana geldi.

Kısacası bu kritik sorunu aşmak da adeta ekonomik bir beka meselesi haline geldi!

27 Aralık, 24 Kasım, 17 Ağustos, 12 Kasım, 1 Mayıs, 23 Ekim, 24 Ocak, 30 Ekim ve 6 Şubat

27 Aralık, 24 Kasım, 17 Ağustos, 12 Kasım, 1 Mayıs,  23 Ekim, 24 Ocak, 30 Ekim ve 6 Şubat

Yukarıda yazdığım rakamlar da neyin nesi diyenler vardır.

Belki de bu rakamların tarihine baktığımızda herkes için ayrı bir anlam ifade edecek.

Ama her bir rakamın tarihini ayrı ayrı yazacağım…

İlk rakamı unutmasaydık, gereğini yapsaydık, diğer tarihler ve rakamlar sıradan bir gün olacak, üzerine hiçbir anlam yüklemeye gerek kalmayacaktı.

Fakat ilk rakamdan sonra gereği yapılmadığı için diğer rakamların her biri yeni bir hüzün, yeni bir acı, yeni felaket demek…

Sırasıyla başlayalım…

Hep sürekli tekrar ettiğimiz bir ifade var: Türkiye’nin deprem gerçeği.

Cumhuriyet tarihinde ülkemizde can ve mal kaybı yaşadığımız depremlerin oluş tarihleri…


Yıllarını ve yerlerini de şimdi yazalım…

27 Aralık 1939 tarihinde meydana gelen 7,9 büyüklüğündeki depremde yaklaşık 33 bin kişi hayatını kaybetti, 100 bin kişi yaralandı ve 116 bin civarında bina yıkıldı.

Bu deprem aynı zamanda bir milat. Bu depremden sonra ülkemizde ilk defa Kuzey Anadolu Fay Hattı‘nın varlığı anlaşılmaya başlanmış ve deprem gerçeği ile yüzleşmeye başlamışız.

İşte o zaman biraz olsun bilimin ışığından faydalanmaya başlasaydık, yazdığımız diğer tarihlerin hiçbir önemi kalmayacaktı.

Bu deprem sonrası ortaya çıkan diğer bir gerçek ise Anadolu’dan İstanbul’a taşı toprağı altın diye başlayan göç ve kontrolsüz kaçak yapılaşmanın miladı da desek abartmış olmayız…

37 YIL UNUTTUĞUMUZ GERÇEK

Sonrasında arada irili ufaklı çok fazla can kaybı olmayan depremler olsa da deprem kendini yaklaşık 37 yıl unutturmuş.

Ülke olarak bu arada bir şeyler yapmış mıyız?

Yapmışız ama makyajdan öte değil…

Yapsaydık, 24 Kasım 1976 tarihinde saatler 12.22’yi gösterdiğinde büyüklüğü 7,5 olan depremde can ve mal kayıplarımız yüksek olur muydu?

Bu sorunun yanıtı da hayır…

O tarihte Van’ın Muradiye İlçesinin Çaldıran bucağında gerçekleşen deprem sonrası 3 bin 840 insanımız hayatını kaybetmiş.

Toplamda 9 bin 232 bina hasar görmüş.

Yaklaşık 2 bin kilometrekarelik bir alandaki evlerin yüzde 80’i yıkılmış.

Mevsimin kış olması münasebeti ile kurtarılmayı bekleyen birçok yurttaşımız da donarak hayatını kaybetmiş.

İNSAN UYUR DEPREM UYUMAZ

Sonrasında 23 yıl uykuya yatan deprem bir gece ansızısın uyanarak, 17 Ağustos 1999 gecesinde kendini Kocaeli’nin Gölcük İlçesinde hatırlatmış.

Uykunun en tatlı saati gece 03.02’de kâbus görüyoruz diye uyandığımız o gecede oluşan 7.4 büyüklüğündeki deprem birçok ilimizde hissedilmiş, ardından birçok kentimizde binlerce bina yıkılmış ya da hasar görmüş. Sonrasında resmi olarak 19 bine yaklaşan insanımızın öldüğü, 25 bine yakın kişinin de yaralandığı açıklandı.

Bunlar resmi rakam…

Bulunamayan, haber alınamayan ya da ulaşamadığımız binlerce insana ne demeli!

Tam bu depremin yaralarını sarmaya çalışırken bir deprem daha yaşadık.

O deprem ise 12 Kasım 1999 Cuma akşam saatlerinde Düzce’de yaşandı. Allah’tan insanlarımızın çoğu dışarıda idi…

Düzce’de 30 saniye süren 7,2 büyüklüğündeki depremde 894 kişi hayatını kaybetti, 2 bin 679 kişi yaralandı ve binlerce kişi evsiz kaldı.

Özellikle 1999 yılında yaşadığımız o iki deprem bizim neslin tanık olduğu en büyük depremlerdi.

Diğer bir deyiş ile bugün gerek yerelde gerekse genelde devletin ve idarenin yönetim kademelerinde bulunan yöneticilerin de ürktüğü bir depremdi.

İşte bu deprem birçok değişim için milat olabilirdi.

Yepyeni beyaz bir sayfa açılabilirdi…

Ama açıldı mı?

Hiçbir şey yapılmadı, dersek yalan olur.

Ama yapılanlar yeterli değildi.

DEPREM HEM DOĞUNUN HEM BATININ GERÇEĞİ

Yeterli olsaydı, belki sonrasında yaşadığımız diğer depremlerde, örneğin Bingöl’de 1 Mayıs 2003 tarihinde meydana gelen 6,4 büyüklüğündeki depremde 176 insanımızı kaybetmeyebilirdik…

Öğrencilerimizin okuduğu yatılı okula bir şey olmazdı.

Biz unutmaya kalksak da onu yok saysak da deprem kendini unutturmuyor.

Bu sefer de Van Gölü Canavarı diye mizansen yapılan bölgede canavar çıkmadı ama deprem gerçeği çıktı…

Van Merkeze bağlı Tabanlı köyü merkez üssü olmak üzere büyük bir deprem meydana geldi.

23 Ekim 2011 Pazar günü öğle saatlerinde, 13.40 sularında gerçekleşen depremin aletsel büyüklüğü 7,2 olarak ölçüldü.

Bu depremi unutmaya çalışırken bu kez de 9 Kasım 2011 Çarşamba günü 21.20 sularında Van Merkez’e 16 kilometre uzaklıktaki Edremit ilçesinde, aletsel büyüklüğü 5.6 olan yeni bir deprem meydana geldi.

Gerçekleşen her iki deprem sonrası toplam 601 vatandaşımız hayatını kaybetti, bin 966 vatandaşımız yaralandı, 252 vatandaşımız ise arama kurtarama ekiplerince sağ olarak kurtarıldı.

DEPREM ÖLDÜRMÜYOR AMA BİNALAR ÖLDÜRMEYE DEVAM EDİYOR

24 Ocak 2020 tarihinde saat 20.55’te Elazığ‘ın Sivrice ilçesi Çevrimtaş köyü civarında büyüklüğü 6.8, derinliği 8.05 km. olan deprem bölgede hasar ve can kaybına yol açtı.

Deprem sonrası 41 kişiyi hayatını kaybetti, binin üzerinde insan yaralandı.
Türkiye’nin dört bir yanından ekiplerin katıldığı arama kurtarma çalışmalarında 45 kişi enkazdan sağ çıkarıldı.

Ama binlerce bina hasar gördü…

Deprem çok hareketli.

Bazen doğuda, bazen batıda…

Yine bir Cumhuriyet Bayramı ertesinde

30 Ekim 2020‘de İzmir‘in Seferihisar ilçesi açıklarında 6,6 büyüklüğünde deprem meydana geldi.

30 Ekim’de meydana gelen 6,6 büyüklüğündeki depremde 116 kişi hayatını kaybetti, bin 34 kişi ise yaralandı.

ASRIN FELAKETİ KAHRAMANMARAŞ’TA ORTAYA ÇIKTI

Deprem bu sefer Kahramanmaraş’ta asrın felaketi olarak ortaya çıktı…

6 Şubat 2023 tarihinde 10 ilde etkili olan, 40 bine yakın insanımızı kaybettiğimiz, 100 bine yakın insanımızı ise yaralı olarak çıkardığımız depremde 100 bine yakın bina da hasar gördü.

Komşu ülke Suriye’deki kayıpları da unutmamak gerekir.

Yaralarımızı sarmaya devam ediyoruz.

Bir de bu köşede yazmadığım depremler de var onları da hatırlatmış olalım.

Belki biz unutacağız.

Ama yaraları sardıktan sonra deprem, bir kez daha kendini hatırlatacak.

Belki bu sefer 20 yıl da beklemeyecek…

O açıdan bu yukarıda yazdığım tarihleri beynimize kazıyalım.

Sonrasında yapmamız gerekenleri yapalım…

Bir kez daha ezildik!

Bir kez daha ezildik!

Bu toprakların insanlarında, daha doğrusu bu toprakların insanlarının büyük bölümünde yardımseverlik duygusu hakimdir. Aceleci, telaşlı, neşeli, elbirliği ile hareket etmeyi seven, ruhu imeceye yatkın, birlikte kalkınan, birlikte ağlayan bir ülkede yaşıyoruz.

Belirttiğim gibi; istisnaları, çıkarcıları, acımasızları, felaketten menfaat devşirmeye çalışanları bir kenara koyuyorum.

Yaşadığımız deprem felaketinin hemen sonrasında da tüm ülkenin tek vücut olup, hatta başka ülkelerin yardıma koşan insanları ile el ele verip, neler başarmaya çalıştığını, ortaya neler çıkardığını gördük. Gönüllülükte iyi niyet esastır ve bu anlamda katkı koyan tüm vatandaşların çabaları çok kıymetli. Eleştiriyi de hak etmiyorlar. Zira görevleri olmadığı halde büyük özveriyle yaptı herkes ne yaptıysa. Yapmaya devam ediyor.

Ancak imece ve yardımlaşma başka, devletin güçlü elini vatandaşın omzunda hissetmesi bambaşka duygular.

İşin bu kısmına gelince aksaklıkları sıralamak görevimiz…

Çünkü ‘insanı yaşat ki devlet yaşasın’ sözünden hareketle insanın yaşaması için var olan devletin görev ve sorumlulukları halkın imece usulü yardımlaşması ile elbette bir tutulamaz.

Tam da bu noktadan hareketle sormak isterim;

‘Biz dün gece düzenlenen ortak yayınlarda neler gördük, neler yaşadık?’

Açıklaması zor, hatta hassas olan bir noktaya temas ettiğimin farkında olarak ilerlemek istiyorum. Çok büyük bir felaketin ardından, geldiğimiz noktada ‘deprem vergileri’ ile deprem olmadığı gerekçesi ile yol yapıldığını, o yollardan paralı yararlanabildiğimizi, zaten deprem bölgesinde yapılan yolların ciddi hasarlar aldığını ve deprem vergisinin bir süre sonra ‘özel iletişim vergisi’ adıyla toplanır hale geldiğini, yine deprem bölgesinde ödenen onca vergiye rağmen günlerdir halen iletişim sorunları yaşandığını…

Daha sıralayacak çok şey var da burada susuyorum ve yorumu size bırakıyorum. Biz zaten bütün bu gerçeklerin farkındayız hülasa…

Şimdi “bu paralar nereye gitti?” sorusunun net bir yanıtı yokken, dün akşam canlı yayınlarda ciddi bağışların yapıldığına şahit olduk ülke olarak.

Öncelikle ve içtenlikle toplanan paraların sadece ve sadece depremzedelerin yararına kullanılmasını yürekten temenni ediyorum. Hatta ve mümkünse devletimiz faturaları ile kalem kalem açıklasın yapılan harcamaları da içimiz rahat etsin. Biz de ‘Nerede bu vergiler?’ sorusunu sorma saçmalığından kurtulalım.

Açıklama getirilmesi gereken bir diğer hususun da devletin kurumlarının ve bankalarının ciddi bağışlar yapması olduğunu düşünüyorum. Ekonomiden sıradan bir vatandaşın anladığı kadar anlayan bendeniz, bu konuda da sıradan bir vatandaş gibi sormak istiyorum;

Bir felakete uğramış vatandaşına yardım etmek zaten devletin görevi değil midir? Devletin vatandaşına bağış yaptığı nerede görülmüştür?’

Konuyla ilgili Merkez Bankası bir açıklama yapmış, tüm haber sitelerinde yer alan açıklamaya göre;

Merkez Bankası 30 milyar liralık bağışı bankanın 2022 karından karşılanacağını, her yıl Hazine’ye aktarılan temettünün bu yıl 30 milyar lirasının kampanya için tahsis edileceğini açıklamış. Aynı uygulama 1999 depremi sonrasında da yapılmış.

Dediğim noktaya gelmiş oluyoruz; devlet vatandaşına bağışta bulunmuş!

Pek güzel pek şahane…

Bağışta bulunanlar arasında sadece devlet kurumları yoktu elbette. Yaptığı bağışı vergiden düşmek isteyen herkesi gördük dün akşamki yayınlarda…

Misal, büyük bağışçılardan Cengiz Holding’e 3 milyar TL bağış yaptığı gecenin sabahında 3 milyar 10 milyon TL’lik yatırımı için teşvik verilmiş. Bir gecede 10 milyon lira kar hiç de fena değil bence…

Buradan Haluk Levent’in ‘Ben vergiden düşülen bağışı istemiyorum, gönülden bağış yapmalarını istiyorum. Bu nedenle AHBAP kamu yararına dernek statüsünü almadı” sözlerini bir kez daha hatırlatır ve kendisinin bu güzel düşüncesini yıllardır desteklediğim bir sav olduğu için çok da haklı bulurum.

Kazancımızdan verdiğimiz vergiler normal koşullarda toplumun rahat ve huzurlu ortamlarda yaşamaları için gerekli alt ve üst yapı harcamaları adına kullanılır. Dar gelirli vatandaşımız gelirini cebine koymadan verir bu vergiyi. Aldığı ekmeği masasına koymadan ekmek alabiliyor olmanın vergisini de verir. Hatta elini yıkamadan önce öder evindeki sabunun vergisini.

Elbette bütçesi hepimizi şaşkına çeviren, ‘250 milyar lirayı 300 milyar liraya yuvarladım’ gibi cümleler kurabilenler bizimle bir değil. Onlar da vergilerini bizimle aynı düzende ödeseler bu ülke üç Türkiye daha çıkarırdı cebinden.

Bağış ise vergiden çok daha bağımsız bir şey.

Nasıl ki bizler vergimizden değil gelirimizden yapıyorsak yardımımızı, bu ülkenin kalburun hayli üzerinde kalan kesimi de aynı şeyi yapmalıydı. Böylece bir yandan ödenen vergilerle devlet sarardı yaraları, diğer yandan yapılan yardımlarla sarılırdı vatandaşın kolu kanadı…

‘Dün gece ne yaşadık biz?’ sorusuna bir yanıtım daha var;

Dün gece biz, hepimiz, ülkece, bir kez daha ezildik…

Yapılan yardımların büyüklüğünü gördükçe fakirliğimizin altında ezildik…

Fakir olduğumuzu biliyorduk da, zenginin bu zenginliğini tahmin edemezdik, tahmin etmediğimiz yerden ezildik…

Depremzedesiyle, yardıma koşanıyla, evinde oturanıyla hepimiz ülkenin zengin kesimiyle aramızdaki uçurumun içine düştük ve ezildik…

En dramatik olanı da buydu bence…

 

Borsa İstanbul’da yaralar sarılabildi mi?

Borsa İstanbul’da yaralar sarılabildi mi?

Hatadan dönüldü.

İnsanlar can derdindeyken açık tutulan Borsa İstanbul’da canlar yanmıştı!

Haksızlığa yol açan bir süreç yaşanmıştı çünkü.

On binlerin hayatını yitirdiği, yüzbinlerin yaralandığı evsiz kaldığı bir süreçte tüm Türkiye yardıma koşarken borsada 8 Şubat’a kadar işlemlere devam edilmesi çok ciddi ekonomik kayıplara yol açtı!

Sadece depremin etkilediği 10 ilde bulunan 380 bin yatırımcının Borsa İstanbul’da 5,4 milyar TL zarara uğradığı belirtiliyor.

Panik halde yaşanan yoğun satış dalgası, tüm yatırımcıları da zarara uğrattı.

Neticede hem uzmanlar hem de siyasilerin yüksek tondan tepkisi ile karşılaştı BİST  yönetimi ve SPK.

Yoğun tepkiler sonucunda ise işlemler durdurulmuş BİST kapatılmıştı.

İşlemlerin bir bölümü silinse de deprem öncesine dönüş olmadı!

Bu atmosferde gözler haliyle 15 Şubat’taki açılışa çevrildi.

Neyse ki eleştiriler kısmen de olsa dikkate alınmış. Ve bazı tedbirlerin eşliğinde Borsa İstanbul’da açılışa izin verilmişti.

Hangi tedbirler?

Mesela…

Türkiye Varlık Fonu BİST’te oynaklığın ciddi boyutlarda olduğu zamanlarda hisse alımı ile destekleyici fonksiyon üstlenecek.

Yani fon bir nevi kamu sigortası olarak işlev görecek.

Bu önemli bir mekanizma.

Diğer taraftan BES’te devlet katkısı fonlarının tahvil alma yükümlülükleri azaltılırken, hisse senedi alma yükümlülükleri artırıldı!

Ayrıca şirketler genel kurul şartı aranmaksızın geri alım yapabilecek.

BDDK da hisse geri alımlarıyla ilgili bir karar aldı.

Payları BİST’te işlem gören halka açık bankaların bu piyasadan geri alım yoluyla edindikleri kendi hisse senetleri, çekirdek sermayeden indirim kalemi olarak dikkate alınmayacak ve kredi ile piyasa riskine esas tutar hesaplamasına dahil edilmeyecek.

Bu adımlar kurumsal bazda alımları biraz zorlamayla da olsa teşvik edecek özellikler taşıyor.

Tüm yatırımcıları teşvik etmek için de işlemlerde hisse alımında stopaj oranı sıfırlandı.

Bunların dışında ince ayarlı birkaç teknik adım da sahne aldı!

Mesela daha önce tedbir kararı alınan 55 şirketin tüm tedbirleri kaldırıldı.

Pay Piyasasında Emir İptali, Fiyat Kötüleştirme ve Miktar Azaltımı (İAK) ücret kalemleri yüzde 20 oranında artırıldı. Bir de VİOP’ta uygulanan iradi emir iptal ücreti oranı yüzde 20 yükseltildi!

Peki netice ne oldu?

15 Şubat tarihindeki açılışla birlikte endekslerde ciddi bir toparlanma yaşandı.

Güne 4 bin 769 puandan başlayan BİST 100 endeksi, günlük bazda yüzde 9,8 oranında artışla 4 bin 950 puana kadar çıktı. Endeks önceki kapanışa göre 445 puan artarken işlem hacmi 33,2 milyar lira düzeyinde oldu.

Dağılıma baktığımızda en çok kazandıran sektörlerin yüzde 10’la iletişim ve madencilik olduğunu görüyoruz!

Bankacılık endeksi yüzde 9,96 yükselirken holding endeksi de yüzde 9,70 oranında yükseliş kaydetti.

Peki ya bundan sonrası?

Borsa belli bir stabiliteye alınan tedbirler sayesinde kavuştu. Ama ilk günlerde panik satış yapanlar zarara uğradı. Bunun telafisi de olabilmeliydi.

Ancak mevcut ortamda piyasanın oynaklık açısından riskinin azaldığını görüyoruz! Yine de dar bantta oynaklık riski mevcut. Özellikle de kapıya seçimler dayanmışken.

Bu çerçevede kısa vadeli teknik beklentiler BİST 100 endeksinde 4 bin 640 puan düzeyi ile  5 bin 190 puanlık seviye arasında yoğunlaşıyor!