Bir şey yapmalı da nasıl?

Bir şey yapmalı da nasıl?

İnşaat Mühendisleri Odası Bursa Şubesinin ‘Kaçak yapılaşma ve kentsel dönüşüm’ ana başlığı altında düzenlediği, konuya ilişkin bir de değerlendirme raporu sunduğu toplantısının çok konuşulacağını söylemiştim.

Öyle de oldu.

Toplantıyla ilgili bir yazı yazmıştım zaten, ancak konular öyle yoğundu ki, benim açımdan ikinci bir yazı mecburi oldu.

Ülkenin en çok hırpalanan, adeta kaçak yapı cennetine dönüşen, sadece konutların değil sanayi bölgelerinin dahi kaçak olarak inşa edildiği, hiçbir şey olmazsa sanayi bölgelerinde ‘sundurma’ diye başlanıp devam edilen kaçak inşaatların giderek artığı şehri Bursa!

Bir şeyler yapılması gerekiyor, orası kesin!

Yapılacak da nasıl…

Bir yanda övünülemeyecek geçmiş, bir yanda devam eden yaşam, bir yanda planlanması gereken gelecek duruyor önümüzde.

Bu noktada CHP’li belediyelerin işi Bursa’da gerçekten zor, çünkü pek çok ilçede ve Büyükşehirde yaklaşık 20 yıldır muhalefet ettikleri işlerin karşısında durmaları gerekiyor. Bunu yaparken de mevcut düzene bir biçimde ayak uydurmuş akışın yeni düzene tereyağından kıl çeker gibi rahatça geçmesinin sağlanması beklentisi hakim…

Ben de çok merak ediyorum tüm bunlar nasıl olacak diye…

Toplantının detaylarına dönecek olursak; efendim Nilüfer Belediyesi’nin ilçeyi yeniden yapılandırırken akademik odalara danışmak, akademik görüşler alarak ilerlemek adına oluşturmak istediği bir akademik kurul vardı hatırlar mısınız bilmem. Kurul henüz kurulmadı ama;

Meslek odaları hukuka, tekniğe ve bilime bağlı kalmak gibi bir sorumluluğa sahiptirler bu yüzden hukuki olmayan çözüm adı altında üretilen uygulamaların içerisinde bulunmayacağımızı buradan bir kez daha duyurmuş olalım” sözlerini sarf eden İMO Bursa Şube Başkanı Serdar Atilla Erdem’i dinleyince İMO Bursa Şubesi bahsi olunan akademik kurulda bulunmak konusunda çekinceler mi taşıyor sorusu geldi aklıma…

‘Bir kaçak yapı cennetine dönüşen Bursa’da parsel parsel sorgulama yapmayı ve konuları bu biçimde yargıya taşımayı doğru bulmuyoruz’ diyor Başkan Erdem.

Şehrin çarpık yapılaşması konusundaki mücadele biçiminde ayrışan odaların ortak paydasının Kestel’deki Soğuksu ve Seymen mahallelerinde oluşturulması için uğraşılan ‘Sanayi ve Depolama Alanı’na itiraz olduğunu belirtmekte fayda var.

Hemen hatırlatayım, bendeniz buraya Doğu TEKNOSAB’ı diye bir isim koydum. Zira bölgenin girişindeki tabelada buranın yüksek teknoloji bölgesi olduğu yazıyor.

Sanayi arsa taleplerinin mevcut sanayi bölgeleri tam olarak dolmadan istenmesini iyi niyetli bir yaklaşım olarak kabul etmemiz mümkün değildir. Yeni sanayi alanları şeffaf bir şekilde belirlenip bunlar sadece kent içerisinde kalan deprem riski barındıran atıl duruma gelmiş sanayi bölgelerinin merkezden uzaklaştırılıp taşınması için açılmalıdır ve bu uygulama sonucunda kent içinde boşalan sanayi bölgelerinin kentsel dönüşüm için rezerv alan olarak değerlendirilmesi en önemli önerilerimizdendir” diyen Erdem’in rezerv alan önerisi bence gayet yerinde.

Şehrin içinde ciddi bir kentsel dönüşüm ihtiyacının mevcut olduğu ortada. Bursa’nın yarısı Altıparmak Çarşamba Kentsel Dönüşüm Projesinin ne zaman ve ne biçimde hayata geçeceğine yönelik duyumları dört gözle bekliyor. Gerçi Erdem’in yaptığı açıklamaya göre konu şimdilik fikir alışverişi boyutunda takılı kalmış görünüyor.

Fakat böylesine büyük ve yoğun bir bölgeyi rezerv alanlar oluşturmadan dönüşüme sokmanın mümkün olmadığının da farkında olmamız gerekiyor.

Gelelim sanayi bölgelerinin taşınması meselesine…

Ben şimdiye kadar şehrin herhangi bir yerinde oluşturulan sanayi bölgelerinin şehrin içindeki dağınık sanayinin bir araya gelerek şehir içinden taşınmasına vesile olduğuna hiç şahit olmadım.

Buna OTOSANSİT’i ya da bitmek bilmeyen Çataltepe’yi örnek gösterebilirim.

Daha baskın ve daha doğrudan bir çözüm, bağlayıcı protokoller, bazı zorunluluklar getirilmeli konuyla ilgili. Aksi halde şehir içindeki sanayinin şehir dışına alınması zor, çok zor bir iş…

Kısacası yeni sanayi bölgeleri oluşturma işinin halen köylüden tarla olarak üç kuruşa alınan arazilerin sanayi bölgesi imarı çıkartılarak 103 kuruşa satılması ile bir imar rantı sağlamaktan öte gitmediği şeklindeki düşüncemde sabitim…

Aklı selimin bu noktada benimle aynı dili konuşuyor olduğunu bilmekse tek kazancım sanırım…

Kendi markasını bilabedel Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne veren Sinan Kahraman’ın fedakarlığı

Kendi markasını bilabedel Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne veren Sinan Kahraman’ın fedakarlığı

Uzun yıllar AK Parti‘nin il yönetiminde değişik kademelerde görevde bulunduktan sonra son yerel seçimlerde partisi tarafından Osmangazi Belediye Meclisi üyesi adayı gösterilen ve seçilen bir isimden bahsetmek istiyorum.

O isim  aynı zamanda Bursa Büyükşehir Belediye Meclisi’nde de görev yapan Sinan Kahraman.

Kahraman’ın yapmış olduğu bir fedakarlık var ki gerçekten takdirin de ötesinde.

Gelelim ayrıntılara;

Kendisi aynı zamanda su sektöründe faaliyet gösteren bir firmanın sahibi olan Kahraman, sektöründe söz sahibi olan isimlerden biri.

Hatırlatmakta fayda var: Aynı sektörde Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin de bir şirketi var. Önceki dönem Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe zamanında Muradiye Su ile piyasaya giren Bursa Büyükşehir Belediyesi, Alinur Aktaş döneminde Bursa Su markasına döndü.

Neden Muradiye Su markasından vazgeçildi?

Orası bize karanlık…

Ama üzerine ölü toprağı serpilmiş şirket tekrar Bursa Su markası ile pazarda yer buldu. Hatta ihracata bile başladı.

Şu an Bursa Büyükşehir Belediyesi şirketinin markası olan Bursa Su markası sonrada Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne geçmiş.

Evvelinde ise Bursa Su markasının marka tescilini yapan, asıl sahibi olan ismin Bursa Büyükşehir Belediye Meclis Üyesi Sinan Kahraman’ın şirketi olduğunu öğrendim.

Aktaş’ın ısrarları sonucunda markasını Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin şirketi olan Termal A.Ş’ye bilabedel veren Kahraman’ın bu fedakarlığı alkışın da ötesinde bir durum

Bir anlamda Kahraman kendi şirketine ya da daha basit ifade ile kendi ekmeğine rakip çıkartmış..

Bu fedakarlığı kaç kişi yapar?

Kaç kişi kendisine rakip çıkartır?

Ondan dolayı Sinan Kahraman’ın bu fedakarlığını bir kez daha tebrik etmek gerekir.

Hatta buradan bir öneri Kahraman’ın bu davranışından dolayı fabrikada adı bir yerlere verilsin…

Kim bilir;

AK Parti zamanında gerçekleşmemiş olan bu durum belki CHP’li bir başkan zamanında gerçekleşir.

Öneri bizden değerlendirmek yetkililerden…

Sembolizm mi, gerçekçi siyaset mi?

Sembolizm mi, gerçekçi  siyaset mi?

CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in Mersin’de başlattığı “kırmızı kart” kampanyası, bir yandan dikkat çekici bir siyasi strateji olarak öne çıkarken diğer yandan içerik ve derinlik açısından sorgulanmaya açık bir hamle. Bu tür sembolik eylemler, seçmeni mobilize etme ve siyasi mesajın basit ama güçlü bir şekilde iletilmesi açısından etkili olabilir. Ancak aynı zamanda, bu gibi hareketler derinlemesine bir politika analizi veya çözüm sunma konusunda eksiklikler taşıdığı takdirde, yüzeysel bulunma riskini taşır.

Kırmızı kart eylemi, spor dünyasından alınan bir metaforla, kitlelere hitap eden sade bir mesaj taşıyor: İktidara “dur” deme vakti geldi.

Bu tür bir söylem, özellikle ekonomik krizle mücadele eden geniş halk kitlelerinde karşılık bulabilir. Ancak bu sembolizmin ardında somut bir değişim programı sunulmadığında, seçmenlerin hafızasında yalnızca bir propaganda malzemesi olarak kalma ihtimali yüksek. İktidar eleştirisi yapmak, muhalefetin en doğal görevi lakin toplum çözüm önerileriyle daha çok ilgilenir. Kırmızı kartın arka yüzünde ekonomik veriler sunmak elbette dikkate değer bir çaba, ancak bu veriler, “Bu sorunları nasıl çözeceğiz, bunlarla nasıl baş edeceğiz?” sorusuna inandırıcı cevaplar üretmiyorsa kifayetsizdir.

Özgür Özel’in kampanyayı emekliler ve dar gelirli kesimler üzerine inşa etmesi, doğru bir odaklanma olarak görülebilir. Bu gruplar, iktidardan en çok etkilenen kesimlerin başında geliyor. Ancak Özel’in bu hamlesi, yalnızca ekonomik eleştirilerle sınırlı kalırsa, muhalefetin genel sorunu olan “çözüm üret(e)meme” algısını yeniden gündeme getirebilir. Ayrıca, bu kampanyanın Türkiye’nin farklı kesimlerine nasıl hitap edeceği de kritik. Mersin gibi nispeten muhalif bir seçmen tabanına (ekonomik sorunların yoğun hissedildiği büyük kentlerin belirli bölgelerinde) sahip bölgelerde yankı bulması muhtemel olan bu eylemin, AKP’ye daha yakın seçmen gruplarını nasıl etkileyebileceği belirsizdir.(Büyük şehirlerin belediye performansları da CHP’ye şans vermek isteyenleri pek memnun etmiş sayılmaz).

Son yıllarda siyaset giderek daha fazla bir “görsellik” üzerinden yürütülüyor. Kırmızı kart gibi eylemler bu görselliği güçlendirse de, siyaset yalnızca bir “gösteri” değil, aynı zamanda kitleleri ikna etme becerisidir. Bir içerik meselesidir. Özgür Özel ve CHP, bu kampanyayı uzun vadeli bir politik stratejiye dönüştürmek istiyorsa, kırmızı kartın ötesinde detaylı bir ekonomi programı, sosyal politikalar ve toplumun farklı kesimlerine hitap eden projeler sunmak zorundadır.

Kırmızı kart kampanyası, siyasi arenada dikkat çekici bir hamle olmakla birlikte, yeterli içerik ve stratejik genişleme sağlanmadıkça etkisi sınırlı kalacaktır. Seçmenler, ekonomik sıkıntılar ve siyasi belirsizlikler içinde sadece bir eleştiri değil, aynı zamanda bir umut ve çözüm bekliyor. Bu bağlamda, Özgür Özel’in bu sembolik eylemi, bir başlangıç olabilir ama sürdürülebilir bir başarı için çok daha fazlasına ihtiyaç var.

Kart hadisesi, aslında muhalefetin genel durumunu da özetliyor. Karşılarında 20 yıldır iktidarda olan bir lider var, ama onların inandırıcılık katsayısı yüksek ve sahaya dokunan çözüm üretmek yerine başvurdukları yöntem bir kırmızı kart göstermek. Çünkü halkın gerçek sorunlarını çözmek yerine, popüler bir simge üzerinden PR yapmak çok daha kolay. Fakat bu kartı gören seçmen şunu soruyor: “Bu gösteriden sonra ne yapacaksınız? Elinizde başka bir şey var mı, yoksa sadece kart sallamaya mı geldiniz?”

İronik olan şu ki, Özgür Özel, Erdoğan’a kırmızı kart göstererek onu oyundan atmaya çalışırken, aslında kendi yetersizliğini itiraf etmiş oluyor. Gerçekten güçlü bir siyasetçi, rakibini şovlarla değil, politik başarılarıyla oyundan düşürür.

Ama belli ki bu tür bir başarı, muhalefetin uzun süredir ulaşamadığı bir hedef.

 

Yoksulluğun pençesinde eğitilemiyoruz!

Yoksulluğun pençesinde eğitilemiyoruz!

Ülkede derin bir yoksulluk hakim. Bir yanda devletin ekmek kapısı olarak görülen belediyelerin cebren ve hile ile ele geçirilmeye çalışılması gayretleri devam ederken, diğer yanda sürekli gölgelenen, ancak asıl gündem olan geçim sıkıntısı artık sadece yetişkinlerin değil çocukların da sorunu olarak duruyor karşımızda.

Pek uzun bir cümle oldu. Daraltalım; yoksulluğu artık sadece anne babalar değil çocuklar da derinden hissediyor içerikli bir anlam mevcut yukarıdaki cümlede.

Sosyal medyada bir ortaokul talebesinin ‘Para, para, para… Her şey para olmuş, eskiden okulda karnımızı zor doyuruyorduk, artık su bile alamıyoruz!’ isyanı ile anlıyoruz ki, okul kantinlerinde 12 lira 50 kuruşa satılan su dahi aile bütçesinde önemli bir kalem!

Eğitimin 12 yıl boyunca zorunlu olduğu, 12 yılın ardından ülkenin çocuklarının büyük bölümünün üniversite için dört yıl daha eğitim gördükleri, fakat mezun olduklarında hangi alanda okuduklarını dahi tam idrak edemeden okul bitirdikleri bir ülkeden bahsediyoruz aslında.

Eğitimcide de öğrencide de heves yok

Boş yere eski ayakkabıların altında çiğneniyor okul yolundaki kaldırımlar…

Üzerimizdeki gaz ve toz bulutu ciddi bir toplumsal sıkışmanın habercisi de kimse farkında değilmiş gibi geliyor bana.

Tahmin edeceğiniz üzere eğitimciler okulun ilk yarısının bittiği bugünde de meydanı boş bırakmadılar. Dertlerini anlatıp seslerini duyurmaya çalıştılar.

Bu kez Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’e gelişim raporu hazırlayan öğretmenler; ‘Sorunlarını anlaması için okula aç gidecek’ ibaresini uygun gördüler ilk yarıyılın özetini yaparken.

Eğitim-İş Genel Başkanı Kadem Özbay, “Her yıl bütçeden en büyük payı eğitime ayırdığınızı söylüyorsunuz, ama sayenizde çocuklar okullarda aç, susuz, öğretmenler yoksul!” diyerek seslendi Bakan Tekin’e.

Bu açıklamalar yapılırken, eğitimi bir devlet politikası olarak değil, aile sorunu haline getiren. Eğitimin yükünü; özel okullara, özel öğretmenlere, özel dershanelere yönelik bir mecburiyet yaratıp ailenin üzerine yıkan sistemin başındaki isim olan Yusuf Tekin, “İlkokullarda müdürlükçe istenilen yeterlilik düzeyine ulaşamamış öğrencilere, velilerinin vereceği dilekçeyle sınıf tekrarı yaptırılabilecek” şeklindeki bence abes bir açıklama ile gündemdeydi.

Tabi ortaokula gelmiş hala doğru dürüst okumayı öğrenememiş çocukların bu biçimde bertaraf edilmesi bence de çok yerinde bir karar.

Alkış…

Hani biz neredeyiz, onlar nerede….

****

 

 

Çağrımız yanıt bulmuş; Yenişehir’de tahsis sorunu çözülmüş…

 

İnsan bir ürün ortaya koyduğu işi daha çok sever, daha çok benimser, ortaya koyduğu ürüne erişimi ne kadar zorlaşırsa hayal kırıklığı o kadar artar… Bizim meslek için bunları söylemek biraz zor, zira ortaya koyduğumuz ürünler olarak gösterebileceğimiz yazılarımızın faydasını tam olarak ölçemiyoruz.

Ama bazen doğrudan bir faydaya neden olup sonsuz seviniyoruz, o da bize yetiyor…

15 Ekim tarihinde ‘Yenişehir Belediyesi’ne bürokrasi engelini kaldırın!’ başlıklı bir yazı kaleme almışım ve bu yazının sonunda;

Buradan Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü’ne çağrımdır, Bursa’nın pek çok sorununu görmezden geldiğiniz gibi Yenişehir’in sokak canları için Doğal Yaşam Alanı oluşturma çabasını da görmezden gelmeyin, bu işi sürüncemede bırakmadan belirlenen alanın tahsisini gerçekleştirin ve bir ilçenin makus talihinin değişmesi için taşın altına elinizi koymuş olun.” diye seslenmişim.

Yenişehir Belediyesinin sokak canları için Doğal Yaşam Alanı oluşturma çalışması sürecinde yaşadığı tahsis engelinin kalkmış olması benim için tam da böyle bir mutluluk sebebi oldu.

Yenişehir’de bir hayvan barınağından çok hayvanlar için doğal yaşam alanı olarak tarif edilebilecek, hayvanların özgürce yaşayabileceği, insanların hafta sonu gelip piknik yapabileceği, hayvanlarla oynayabileceği, kedilerin, köpeklerin ve eşek, at, gibi hayvanların olacağı bir yapı planlanıyordu. Elbette yanında rehabilitasyon merkezi ve tedavi alanı da olacaktı.

Tahsis süreci uzayıp giderken Yenişehir Belediyesi proje hazırlıklarını da eşzamanlı sürdürüyordu. Şimdi bu işin peşini bırakmadan çalışmanın ekmeğini yeme zamanı.

Yenişehir Hayvan Bakımevi’nin proje aşamasının tamamlandığını söyleyen Yenişehir Belediye Başkanı Ercan Özel, “Uzun yıllardır yapılması beklenen ancak yapılamayan Yenişehir Hayvan Bakımevi’nin temellerini en geç nisan ayında atacağız” dedi yaptığı açıklamada.

Başkan Ercan Özel’in; “Yenişehir’de uzun yıllardır maalesef bir hayvan barınağı yok. Göreve gelir gelmez, Yenişehir Doğal Hayatı ve Hayvanları Koruma Derneği başta olmak üzere tüm hayvanseverlerle bir araya gelerek toplantılar yaptık. Yenişehir için en doğru ve iyi projeyi ortaya çıkarmak için ortak aklı devreye soktuk. Hayvanseverlerimizin de önerileriyle projemizi tamamladık. Planımız 2024 yılı içerisinde bu projeye başlamaktı. Ancak, bürokratik engeller nedeniyle gecikti. Ancak tüm bürokratik süreçleri de tamamladık. Ve artık temel atmak için gün sayıyoruz” şeklindeki sözleri bence çok kıymetli.

Görevi şehrin iyiliği için çalışmak olan Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü Yenişehir’deki hayvan popülasyonunun artışını önlemek bir yana, ilçedeki vatandaşların daha huzurlu bir yaşama kavuşması için de kıymetli bir adım atmış oldu bu tahsisle.

Oluşturulacak Doğal Yaşam Alanı’nın açılış duyurusunu yapmayı dört gözle bekliyorum…

Dağ yöresi ve BUDSİAD

Dağ yöresi ve BUDSİAD

Bursa’nın ev sahibi olan dağ yöresinin insanları son yıllarda teşkilatlanmayı yavaş ama emin adımlarla öğrendiler.

Özellikle bu minvalde DAĞDER, STK’lar arasında önemli bir misyon üstlendi, yapmış olduğu çalışmalarla ciddi atılımlar yaptı.

Ardından DEKAV bir anlamda yörenin eğitim sorununa neşter attı, sağladığı kaynaklarla öğrencilerin maddi sorunlarına merhem oldu.

Bunu yanı sıra köy derneklerinin benzer çalışmaları da dikkate değer.

Bir de buna son zamanlarda iş insanlarının kurduğu Recep Öztürk’ün başkanlığını yaptığı BUDSİAD da yöre adına olumlu çalışmalar yapıyor.

Hem yöre insanın ufkunu açıyor, hem de iş dünyasında dağ yöresi insanlarının var olduğunu hissettiriyor.

Bir araya toplamaya gayret ediyor.

Özellikle bu minvalde gelecek dönemde Recep Öztürk önderliğinde BUDSİAD’ın BTSO ve BTB seçimlerinde aktif rol oynayacağını tahmin ediyorum.

Yeni dönemde BTSO Meclisi‘nde ve komitelerinde daha fazla dağlı görmek mümkün olacaktır.

Bu köşeden acizane önerim ise farklı SİADlara üye olan dağ yöresi iş insanlarının kendi yöre derneklerine de üye olması gerektiği…

Bir çok yöresel özelliği ile öne çıkan derneklerin üyelerine baktığımızda birden fazla SİAD’a üye olduğunu görüyoruz…

Bu durumun dağ yöresi iş insanlarının yansıması…

Biz yine de bir yaşında olan BUDSİAD’ın bu anlamda önemli iş yaptığını düşünüyor ve başarılar diliyoruz…

***

Sömestr tatili başladı…

Cuma günü itibari ile ilk ve orta öğretimlerde ilk yarıyıl sona erdi. Bir anlamda öğrenciler karnelerini aldı.

Belki ikinci yarıyıl iyiler daha iyi olmak için, zayıflar da iyi olmak için çalışacaklar.

Şimdi tatil zamanı…

Bu ekonomik şartlarda kimsenin tatile gidecek durumu yok.

Geriye tek bir şey kalıyor; son zamanlarda tutmayan tahminleri ile meteorolojinin bu kez tutturmasını beklemek kaldı.

Yağacak kar yağışı ile belki bu sayede öğrencilerin morali yerine gelir, bizim çocukluğumuzdaki ara tatilleri de onlar da yaşamış olur.

 

Bu toplantı çok konuşulur…

Bu toplantı çok konuşulur…

Çok da detaylandırmaya gerek yok ülke genelinde olanları. Kısaca değinecek olursak şöyle toparlayabiliriz; ülke bütçesini yerel yönetimleri güçlendirmek adına belediyelerin kasasına dağıtan, dolayısıyla bu biçimde aktarılan paraların izinin sürülmesini zorlaştıran hükümet, ellerindeki belediyeler CHP kanadına geçince ekmek kapısından oldu.

Elbet bu durum kimsenin yanına kar bırakılamazdı, şimdi yaptırımlar, bütçe kesintileri, çeşitli biçimlerde belediye mülklerine el koymalar, en sonunda da kayyum atamalarla kendi tabirleriyle dile getirelim; CHP’li belediyeleri şöyle bir silkeleme işinin sonuna bir de odunla vura vura tozunu alma kısmını eklemiş oldular.

Buraya kadar yaşanan trajedi genel siyaseti, dolayısıyla ulusal basını yakından ilgilendirdiği için biz dönüp kendi belediyelerimizde işlerin nasıl gittiğine bakıyoruz her defasında. Yine öyle yapmak tarafındayım. Zira bugün İnşaat Mühendisleri Odası Bursa Şubesi’nin ‘Kaçak Yapılaşma ve Kentsel Dönüşüm’ başlığı ile düzenlediği toplantı konu başlığı itibariyle benim için ilginç, anladığım kadarıyla içerik ve ‘tıklanma’ açısından yavan bir bilgilendirme olarak köşeye kaldırıldı.

Yerel basının internet medyasının ana sayfasına şöyle bir göz atınca küçük ayıcıklardan, trafik kazalarına, ölümlü kavgalara kadar pek çok haberi kolayca bulabildim de, şehrin geleceği ile ilgili konuşulan bu toplantının haberine ulaşmam ancak arama butona sayesinde mümkün oldu.

İlgilenmiyoruz elbette gelecekle…

Umut mu kaldı, heves mi kaldı insanda yaşamak için…

Fakat gelin görün ki, yaşam sadece bizim varlığımızla sınırlı bir süreç değil. Varlığımızın elverdiği ölçüde yaşadığımız dünyada bir yandan nefesimizi tüketirken, diğer yandan geleceğe ya iyi ya da kötü işler bırakıyoruz. Dolayısıyla bizim kırılan hevesimizin kurbanları yine en sevdiklerimiz, bizden sonra gelecek nesiller oluyor.

İğneyi kendimize batırmayı ihmal etmediğimizi de vurguladıktan sonra gelelim işin çuvaldız kısmına…

Şehirle ilgili sorunlar sıklıkla yazı konusu ettiğim meseleler aslında. Dolayısıyla pek çok itiraza, pek çok öneriye daha önce şahit olduğumdan büyük şaşkınlık yaşamıyorum. Ancak bugün duyduğum ‘Ülkemizde dönüşmesi gereken 7 milyon konuttan bahsedebiliriz!’ cümlesi benim için bile dikkat kesilecek bir noktaydı.

Bir de; ‘Ülkemizde kaçak yapılaşmanın herhangi bir parasal cezai karşılığı maalesef yoktur!’ cümlesi toplantının en acı verici cümlesi oldu. Hoş herhangi bir parasal cezai karşılık olsa uygulanacak mıydı? Uygulansa adil bir uygulamadan bahsedebilecek miydik?.. İçinde bulunduğumuz adaleti kıt koşullarda bu soruların da peşi sıra sorulması gerekirdi… Neyse ki, parasal cezai bir karşılığı olmadan kaçak yapı yapabiliyormuşuz da soru sorma külfetinden kurtulduk…

Kaçaklar yapılmış…

Bazı verilere göre Bursa’nın yüzde 65’i depreme dayanıksız binalardan oluşuyor, bu binaların da büyük bölümü mühendislik hizmeti almamış binalar. Çözüm elbette kentsel dönüşüm

Şimdiye kadar yapılan kentsel dönüşüm çalışmalarının Bursa’da nasıl işlediğini milyon kere anlattığımıza göre yinelememize gerek yok. Şimdiden sonra nasıl olması gerektiğini anlatalım, daha doğrusu nasıl olması gerektiğinin düşünüldüğünü;

“Özel iştirakleri de kentsel dönüşüme dahil etmenin matematiğini ortaya koymalıyız. Yapılması gereken bir miktar kamunun emsal artışı sağlaması, vatandaşın bir miktar bedel ödemesi veya mevcut alandan bir miktar feragat etmesiyle taşın altına elini koyarak ve devletin de bir miktar hibe veya faizsiz kredi ile katkı koyarak kentsel dönüşümü desteklemesi gerekmektedir” diyor İMO Bursa Şube Başkanı Serdar Atilla Erdem.

Sadece Başkan Erdem değil, konuyla ilgili pek çok akademik oda temsilcisi ve belediyelerin yetkilileri de konu hakkında böyle düşünüyorlar. Alan aldı, yapan yaptı, bundan sonra yöntem bu olacak biçiminde düşünebilirsiniz meseleyi.

Tabi kentsel dönüşümün başlamasından önce yapılması gerekenin yapı stoku envanterinin çıkarılması olduğunun altı da her kurum tarafından ayrı ayır çiziliyor. Bugün yine çizildi bu konunun altı kalın kalın kalemlerle.

Benim işin bu kısmında anlamadığım birkaç nokta var. Alinur Aktaş döneminde kentin yapı stokunun çıkarılması ve doğru bir kent anayasası hazırlanması yönünde akademik odalarla bir protokol imzalanmıştı. Mimarlar Odası Bursa Şubesi, İMO Bursa Şubesi ve ŞPO Bursa Şubesi bu protokolün içinde yer almıştı. Jeoloji Mühendisleri Odası Güney Marmara Şubesinin protokolün ilk aşamasına dahil edilmemesi nedeniyle bir de sorun yaşanmıştı bu süreçte.

Sonuç olarak protokol imzalandı, ekipler hazırlandı, eğitimden geçirildi, tüm bunlar olduktan sonra da bu ekipler bir yapı stoku envanteri hazırladı. Bu yetmedi aynı süreçte JICA ile de bir çalışma yürütüldü ve Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından şehrin depremsellik haritasının çıkarıldığı bilgisi verildi bize.

İMO Bursa Şubesinin talebi ise şu doğrultuda; bu çalışmalar çok kıymetli, fakat biz 100 kişilik bir ekip oluşturarak, 7-8 ay gibi bir sürede şehrin tüm sokaklarında dolaşmak suretiyle bina yapı stoku envanteri hazırlamak isteriz.

Taleple ilgili Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey ile 5 ay önce görüşülmüş. Henüz herhangi bir geri dönüş olmamış kendilerine. Yarın olumlu bir yanıtla dönüş olduğunu düşünseniz üstüne bir 8 ay da çalışma için ekleyin; toplam olarak bir yıllık süreçten bahsediyoruz.

En başından bahsedilen detayda bir çalışma yapılsaydı, bu şehrin hem parası hem zamanı daha iyi kullanılmış olmaz mıydı?

Günün toplantısı tartışmaları da beraberinde getirecek gündemlerle doluydu bence.

Bunlar bugünün satır başları olsun, yarın kaldığımız yerden devam edelim…

Sorun belli… Çözüm için taşın altına elini koymayan kim?

Sorun belli… Çözüm için taşın altına elini koymayan kim?

Öncelikle şu tespiti yapmak gerekir: Yerel yönetimlerde  AK Parti iktidarında da CHP iktidarında da sorunlar neydi diye sorsalar; Bursa özelinde vereceğimiz cevap kaçak yapılaşma, trafik, tarım arazilerinin vasfını yitirmesi olur.

Bunda üç aşağı beş yukarı herkes mutabık kalır.

Ama çözüm noktasında kim sorumlu derseniz hemen küçükken yaptığımız gibi saymaya başlarız, ilk çıkan da mızıkçılık eder.

Şehrin göbeğinde gökdelen yaparlar kimsenin sesi çıkmaz. Çıkanlar da Allah kerim.

Şehrin ortasındaki tarım arazisini yok edersin kimseden yine çıt çıkmaz.

Yeşilliğin ortasına su kaynaklarının bulunduğu bölgeye maden ocağı ruhsatı verirsin, itirazlar karşısında birileri, görmedim, duymadım, işitmedim dercesine üç maymunu oynar…

Bu örnekleri çoğaltmak mümkün.

Yine Bursa’da adını teknoloji ile başlayan sanayi bölgesi koyarsın ama sonuçta teknoloji yok.

Bu da yetmezmiş gibi Soğuksu’ya da sanayi tesisi kuracağım dersin…

Ama kimse sanayi bölgelerindeki, boş fabrikaları dükkanları görmez.

Allahtan bu noktada son zamanlarda, İnşaat Mühendisleri Odası Bursa Şube Başkanı Serdar Atilla Erdem kentin vicdanı olmaya başladı.

Bir anlamda sessiz çoğunluğun sesi olmaya çalışıyor.

Birilerine şirin gözükmeye de çalışmıyor.

Çalışması kentin menfaatine…

Perşembe günü sabahı da Bursa Akademik Odalar’da ‘Kaçak Yapılaşma ve Kentsel Dönüşüm’ konulu bir basın toplantısı düzenledi.

Herkesin konuştuğu bir adım öte gidemediği malum konu.

Konuşurken de hem nalına hem mıhına vurdu.

Sorunu da söyledi, çözümü de…

Kentsel dönüşüm ile ilgili “Kentsel dönüşüm kavramı, sadece eski yapıların yıkılıp yerine yenilerinin yapılmasından ibaret değildir. Kentsel dönüşüm; sosyal, ekonomik ve çevresel faktörleri bir bütün olarak ele almayı gerektirir. Bilimsel esaslara dayalı, planlı ve toplum yararını gözeten bir dönüşüm anlayışı, sağlıklı ve yaşanabilir kentlerin inşası için vazgeçilmezdir. Ancak bu süreçte rant odaklı yaklaşımların ve plansız uygulamaların önüne geçmek de büyük bir sorumluluk olarak karşımızda durmaktadır” sözleriyle rantsal dönüşümün, kentsel dönüşümün önüne geçtiği vurgusu yaptı…

Sonrasında “Uzun yıllardır siyasi kaygılarla kaçak yapılaşmaya göz yumulmuş, dönem dönem çıkartılan imar aflarıyla vatandaş adeta kaçak yapı yapmaya teşvik edilmiştir. Zira bugüne kadar yapılan kaçak yapılar, yapanın yanına kâr kalmıştır. Günümüzde ve Bursa özelinde konutların yanında ayrıca kaçak sanayileşme sorunu da vardır. Bunların yanı sıra bir de insanların deprem korkuları istismar edilerek ya da doğayla buluşma tutkuları bahane edilerek turizm adı altında yeni bir kaçak yapılaşma modeli ortaya çıkmıştır “ diyerek de özellikle son zamanlarda kooperatif  mantığı ile parsel parsel satılan üzerine turizmkondu ve tiny house diye tabir edilen yapılaşmayı işaret ederek, bir anlamda kamuoyu önünde vicdani bir suç duyurusunda bulunmuş…

Sadece şapka çıkartılır…

Peki kim göz yumuyor?

Valla ben değilim…

Pek gözü açık birisi olmasam da pek göz yummuyorum…

Erdem çözüm önerisi olarak da “Tarım arazileri, ormanlık alanlar ve su kaynakları etrafındaki yapılaşmayı engellemek için bu bölgeler “koruma alanı” ilan edilmelidir. Ekolojik Turizm Teşviki: Kaçak yapılaşma riski olan doğal alanlarda ekolojik turizmi teşvik ederek bölgenin korunması sağlanabilir. Kentimizde kaçak yapılaşma sorunu merkezi ve yerel yönetimlerce siyaset üstü bir yaklaşımla değerlendirilmelidir. Yani kaçak inşaat yapan kişi kurum ve kuruluşlar bu suçun cezasının mutlaka ödeyeceğini bilmelidir. Bu cezalar da mutlak suretle caydırıcı olmalı ve uygulanmalıdır” dedi.

O ceza bir uygulansa gerisi kendiliğinden hallolacak.

Öte yandan Erdem kentin sanayi bölgesine ihtiyacı olmadığını şu sözlerle “Yeni bir sanayi bölgesine Bursa’nın ihtiyacı olmadığının altını çizen Erdem, Bursa’da atıl olan ve faaliyette olan sanayi bölgelerinin envanterinin çıkarılması gerektiğini” belirtti. Sorun belli çözüm için taşın altına elini koymayan kim?

O zaman gerçek anlamda sanayi bölgesine ihtiyaç yoksa kimin neye ihtiyacı var?

Acaba ranta mı?…

O yorumu da size bırakalım sevgili dostlar…

 

Kronik hastalara ilaç yine yok!

Kronik hastalara ilaç yine yok!

Eğer kronik bir hastalığınız varsa hayatta istemeyeceğiniz durumlardan biri güne ilacınızın piyasada olmadığına yönelik bir haber alarak başlamaktır.
İlacınızın bir saati, sizin hastalığınızı frenleyen bir sistemi, dolayısıyla vücudunuzun yaşamını normal seyrinde devam ettirebilmek adına bu ilaca ihtiyacı mevcuttur, fakat gelin görün ki, reçeteli, raporlu, doktorunuzun sizin için uygun olduğunu düşündüğü bu ilaç eczane raflarında yoktur. Hatta iş o boyuta gelmiştir ki, ilacınız uzun süredir raflardaki yerinde değildir.
Eczacınız, aileniz, arkadaşlarınız el ele verir, eczaneleri, ecza depolarını araştırır, ilaçların sevkiyat tarihlerini gözden geçirir, kısacası eldeki tüm imkanları zorlayarak birkaç kutu ilaca ulaşmaya çalışırsınız.
Bu arada yüreğiniz ağzınızdadır, ertesi güne nasıl devam edeceğinizi hesaplamaktasınızdır…
Biliyorum ki, ülkemizde ilaç yokları artık standart bir duruma dönüştü.
Misal şu an piyasada sıklıkla bulunamayan ilaçlar arasında var olan epilepsi ilaçlarının hastalar açısından bir muadiline geçiş neredeyse imkansız olduğundan büyük zorluklar yarattığını biliyor musunuz?
Epilepsi ile ilgili yapılan uzman açıklamalarında; “Her hastanın nöbetlerini durduran antiepileptik ilaç o kişi için vazgeçilmez ve kutsaldır. Epilepsili hasta kırılgandır. Depresyon, kaygı bozuklukları sık görülür. Hastaların, epilepsi ilaçlarına erişimi bu ve benzeri sebeplerle çok önemlidir. Hiçbir antiepileptik ilaç bir diğerinin yerini tutamaz!” açıklaması gelmiş taaaa… 2020 yılında. Piyasadan çekilen ilaçlarla ilgili bilgilerin yanı sıra epilepsinin tedavisinin ne kadar kritik olduğuna da değinilmiş açıklamalarda.
Fakat bizde uzman açıklamalarına verilen kıymet pul kadar bile değil…
Cumhurbaşkanı Kararı ile ilaç fiyatlandırmasındaki Euro kurunun yüzde 23,5 oranında artırılmasının ardından gelen tüm öngörüler, kur seviyesinin güncel kurun çok altında olmasından kaynaklı olarak piyasada bulunamayan ilaç sorununun devam edeceğini işaret ediyordu.
Piyasada yok olan ilaçların sayısında bir miktar iyileşme olsa da kronik hastalıkların tedavisinde kullanılan ilaçların yokluğu halen sürüyor…
“İlaç fiyatlarının belirlenmesinde kullanılan Euro kuru yüzde 23,5 artışla 21,67 TL’ye yükseldi. Ancak kur seviyesinin güncel kurun çok altında olmasından kaynaklı olarak piyasada bulunamayan ilaç sorunu halen devam ediyor. Devletin kendi yeniden değerlendirme oranı dahi 43.93 iken ve ilaç fiyatlarına yapılan artış bunun çok altında kalıyorken ilaç yoklarının ortadan kalkmasını beklemek zaten şaşırtıcı olur” diyen Eczacılar Odası Bursa Şube Başkanı Adnan Erakın;
“İlaç yoklarına yönelik önemli bir diğer neden de ilaçlarda dışa bağımlı olmamız!” diyor.
Hatırlarsınız bundan birkaç yıl önce muadil ilaçlara yönlendirilmişti vatandaş. Elimize aldığımız her ilaç için ‘Bunun Türkiye’de üretileni çıktı, şimdi o ilaca geçeceğiz’ diyerek bizi ikna etmişti doktorlarımız.
Yerli malı yurdun malı sözünü halen unutmamış olan bizler de elbette sevinerek kendi ilaç sanayimizin ürettiği ilaçlarla tedavi olmaya başlamıştık.
Gelin görün ki, Vehbi’nin kerrakesi pek öyle değil…
“Raflarımızdaki ilaçların yüzde 60’ı yerli üretim, ancak hammaddenin yüzde 80’i dışarıdan geliyor. yani aslında ilaç üretimi konusunda dışa bağımlı ülkelerden biriyiz!” diyerek çok önemli bir noktanın altını çiziyor Başkan Erakın.
Mesele sadece kronik hastaların tedavisi için gereken ilaçlarla bitmiyor biliyorsunuz. İlaç sanayi çoktan akıllı ilaçlara geçti ve akıllı ilaçlar en çok kanser hastalarının tedavisinde kullanılıyor. Haliyle doktorlar da hastalarına daha az zarar veren ve tedavi ediciliği daha güçlü olan, yan etkisi nedeniyle daha hafif bir süreç geçirmelerini sağlayan akıllı ilaçlardan reçete ediyor.
Avrupa İlaç Ajansı tarafından tüm dünyada ruhsatlandırılmış 167 tane akıllı ilaç mevcut. Bu ilaçların yüzde 70-80 kadarı Avrupa ülkelerinin tedavi sisteminde kullanılıyor.
Türkiye 167 akıllı ilacın sadece 3 tanesini ödüyor!
Peki hastalar nasıl tedavi oluyor?
İlk ilaç tertiplerini kendi paraları ile satın alarak SGK’ya dava açıyorlar ve sürecin sonraki kısmını buna göre işletiyorlar. İlk ilacını alacak, avukat tutup dava sürecini bekleyecek durumu olmayanlar ne oluyor?
Doğrusunu isterseniz bizdeki sosyal devlet bu durum pek umursamıyor.
Artık Türkiye piyasasında ilacını satmak istemeyen ilaç şirketlerinin mevcudiyeti de var bu tablonun içinde, bazı ilaçlarını Türkiye piyasasından çekmiş olan ilaç şirketleri de…
Türkiye’de bir hastanın yenilikçi tedavilere ve yeni ilaçlara erişim oranı ne yazık ki, çok düşük. Ama ne gam, ölen ölsün kalan sağlar bizimdir mantığı ile birlikte her eve en az üç çocuk sloganını işleterek bu sorundan kolaylıkla sıyrılabileceğimizi düşünüyorum ironisini de buraya koyarak yazıyı kapatayım. Yoksa işin ucu hayli kötü yerlere gidecek…

AK Parti Yedek İl Yönetimi’nde ilk şanslı kim?

AK Parti Yedek İl Yönetimi’nde ilk şanslı kim?

Ana, Gençlik ve Kadın Kollarında kongre sürecini tamamlamaya gayret eden AK Parti Bursa Teşkilatı‘nda sıra gençlik kollarına geldi.

Mevcut başkan Ömer Faruk Temiztürk’ün tüzük gereği, yaş haddinden dolayı yeniden aday olma veya aday  gösterilme şansı yoktu.

Yerine gelecek isim konusunda arayışlarında bulunan AK Parti Genel Merkez Gençlik Kolları, isim konusunda karara vardı.

Varılan karar sonrasında son il kongresinde il yönetimine seçilen önceki dönem AK Parti Osmangazi İlçe Yöneticisi  ve Gürkan’ın geçen hafta açıkladığı il yönetiminde yürütmede İnsan Hakları Birim Başkanı olarak görev verdiği Furkan Akın oldu.

Görevlendirme ile ilgili yetkilendirme genel merkez tarafından kendisine verildi.

O da bugün yarın yeni yönetim için çalışmalarına başlayacak.

Bu bir başka açıdan ne demek?

Onu da yazalım.

AK Parti tüzüğüne göre gençlik kolları ve kadın kolları başkanları yürütmenin doğal üyesi. Akın, bu durumda yürütmede yer almaya devam edecek.

İnsan Hakları Birim Başkanlığı’ndan ayrılacak.

Bu göreve yeni bir isim atanacak.

Bu durumda sıralamaya göre gidilirse  yedek yönetimden Yiğit Alp Yıldırım‘ın asıl yönetime geçmesi demektir.

Yedeklerinde azalması demek…

Bakalım yedekten asile geçiş noktasında sıralama ile mi gidilecek yoksa başkanın isteği ile mi velhasıl piyango kime vuracak?

İnsan hakları birim başkanı kim olacak?

Avukat mı?

Bir başka isim mi?

Bekleyip, takip edelim…

***

CHP Osmangazi İlçe Kongresi’nde kim kimi destekliyor?

Önümüzdeki ay başında olağanüstü kongreye gidecek olan CHP Osmangazi‘de adaylar birer birer ortaya çıkıyor.

Görünürde altı ada olmasına rağmen aday sayısının dörde ineceği iki ismin de başka adayların yönetimine gireceği kulislerde konuşuluyor.

Adayları yazmadan önce şunu da net ifade edelim.

Yerel yönetim sizde ise belediye başkanı uyumlu çalışacağı bir ismin başkan olmasını arzu ederim.

Bu kısa ve net bilgiden sonra gelelim adaylara;

Mevcut Başkan Cengiz Çelikten ile beraber Raşit Gürbüz, Mustafa Şenyurt, Barış Güvenç, Erdoğan Kaçar, Şükrü Er aday olduğunu ifade ediyor…

Adaylık için kongrede 40 delegenin oy vermesi şart.

Kimler 40 oya ulaşır ya da ulaşmaz onu kongre günü öğreneceğiz.

Yorumladığımızda ise CHP’de görünen ve görünmeyen güçler arasında büyük bir yarış olduğu ortaya çıkıyor.

Bu yarışta kim  gülecek?

Onu da ilerleyen süreçte hep beraber göreceğiz…

Ama bugünden gördüğümüz dört başlı kongre olduğu…

Onların kim olduğunu ise CHP’liler daha ii biliyor…

 

Bursaray’dan geçtim, otobüslere bakalım

Bursaray’dan geçtim, otobüslere bakalım

Bursa’nın bitmeyen çilesi trafik yoğunluğunun önüne geçmenin en kısa vadeli çözümü elbette vatandaşı toplu ulaşıma yönlendirmek. Son derece mantıklı, aslında olması ve çoktan yaygınlaşması gereken bir iş…

Ancak hali hazırda var olmayan bir durumu vatandaşlar arasında alışkanlık haline getirmek için bir dizi önlemlerin, özendirici hallerin hayata geçirilmesi gerekiyor. Yoksa insan neden arabasına binip tek başına konforlu bir yolculuk gerçekleştirme fikrinden vazgeçsin ki…

İşin mantıklı kısmı için elbette toplu ulaşımla daha hızlı, belki bir aktarma yaparak, ancak bu aktarma sürecinde de zamana çok takılmadan varışı vadetmek gerekiyor. Özendirici kısım ise elbette daha ucuz bir ulaşım imkanı olmalı.

Şimdi bir de Bursa’daki duruma bakalım…

Şehrin gelişiminin çok iyi gözlemlendiğini, yoğunlukların nerelerde oluştuğunun çok iyi saptandığını, dolayısıyla buna yönelik doğru hat tespitine girişildiğini söylemek zor.

Çalı yolu ile Ataevler Bulvarı arasında halen bir otobüs hattı yok mesela… Gerek okul bölgesi olarak, gerekse yerleşim alanı olarak son dönemlerde ciddi yoğunlaşma yaşayan Yunuseli bölgesinin de toplu ulaşım açısından sıkıntı çektiğini biliyoruz.

Daha önce toplu ulaşım gemisinin başında olan Levent Fidansoy’un konuyla ilgili;

“Otobüs konusuna gelince, her hat heykele çıkar mantığından bir ölçüde vazgeçildiği ve hatların buna göre düzenlendiğini görüyoruz. Ancak hala uzun hatlarda 20 kişilik, üstelik çok rahatsız araçlarla taşımacılık yapılmaya inatla devam ediliyor. Yolcular araca binemiyor, binebilenler pişman oluyor. Bursaray 7 yılda sadece %12 artmış. Buna bağlı olarak toplu ulaşımda otobüslerin payının artığını söylemek mümkün. Ancak hala otobüs tercih edilmiyor.

Neden?

Rahatsız, çok dolaşıyor, zamanında gelmiyor, aktarma çok pahalı vs…

Tüm otobüs hatlarının sil baştan optimizasyon yapılarak tanımlanması, yolcu durumuna göre aynı hatta gün içerisinde farklı araç ve zaman çizelgesi olması gerekir. Otobüslerde de checkin/out sistemi çıkış validatörleri ile kilometreye göre ücret sistemine uzun hatlardan başlanmalıdır…” şeklindeki uyarıları mevcut.

Bu uyarıları yaparken hataların özellikle son 7 yılda yoğunlaştığını, dolayısıyla eleştirilerin bir partiyi gözeterek yapılmadığını, Bursa’nın iyiliğine yönelik olduğunu ısrarla belirtiyor Fidansoy.

Şimdilerde bir düzenleme yapılmaya çalışıldığının farkında olmamak mümkün değil. Fakat konunun vatandaşa yansıyan yüzü; sıklıkla kullandıkları, yoğun yolcu taşıyan hatların iptal edildiği, bu hatların yerine alternatif hatlar ya da alternatif ulaşım çözümlerinin koyulmadığı şeklinde.

Özellikle okul ve iş çıkışlarında otobüs kullanımı yoğunlaşan bölgelerin yeterince iyi tahlil edilmediğini söylemekte yarar var. Bazı otobüs hatlarının Acemler, Küçüksanayi gibi ana duraklarda neredeyse yarım saate varan bekleme süreleri ile bir kayıp yaşattığı ortada.

Tüm bunların üzerine şunu da eklemek lazım; maksadımız Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’in sıklıkla dile getirdiği gibi gece de yaşayan bir Bursa yaratmaksa, vatandaşın iş çıkışında koşarak evine girdiği ve bir daha dışarıya çıkmadığı geceleri ölü bir şehir imajından kurtulmaksa, otobüs seferlerinin gece vardiyalarının da yeniden düzenlenmesi elzemdir.

Zira kendimden biliyorum, en çok kullanılan otobüs hatları dahi gece saat 22.00’dan sonra geçiş aralıklarını yarım saat gibi uzun sürelere bölebiliyor. Saat 22.00’den sonra hiç çalışmayan pek çok hat da mevcut.

Şimdi ben tüm bunları niye yazdım?

Toplu ulaşımı uzun süredir ısrarla kullanan, hatta ulaşım konusunda başka alternatifi olmayan bir vatandaş olarak tespitlerim bilinsin istedim. Zira aslında öncelikle kendim, sonrasında da artan benzin fiyatları nedeniyle pek çok kişi toplu ulaşımı kullanmaya çok kolay ikna edilebilir bu zamanda.

Tek yapılması gereken, hatların ayarlanması konusunda nüfusun yoğunlaştığı bölgeleri doğru tespit ederek, otobüs kullanıcılarının yoğunlaştığı saatleri doğru tespit ederek, kimin nereden nereye gitmek konusunda sıkıntı yaşadığını doğru tespit ederek ve bu doğru tespitleri bir araya getirerek hareket etmek.

Araç filosunun yenilenmesi falan bence sonraki işler. Önemli olan, aktarma aralıkları iyi ayarlanmış, araç geçiş sıklıkları iyi ayarlanmış, ücretlendirme politikası iyi ayarlanmış bir toplu ulaşım hizmetinin sunulması.

Zor iş farkındayım. Yıllardır el atılmamış bir konunun sihirli değnekle çözülmeyeceğinin de bilincindeyim, ama bir yerlerden başlamak lazım.

RUMELİSİAD çıtayı yükseltti

RUMELİSİAD çıtayı yükseltti

Haftanın ilk günü basın toplantısı sırası RUMELİSİAD’da idi. Hatırlatmakta fayda var: 2024 yılının 30 Eylül’ünde gerçekleşen kongre ile RUMELİSİAD Başkanlığına Murat Evke seçilmişti.

2024-2026 yılları arasında görev yapacak Evke ve yönetimi bir anlamda hem görücüye çıktı. Hem de heybesine neler koyduklarını anlattı desek abartmış olmayız.

Toplantının detaylarına geçmeden önce şunu da net olarak ifade etmek gerekiyor:

Önce BALKANTÜRKSİAD ardından RUMELİSİAD’ın gerçekleştirdiği basın toplantılarında dikkat çeken en önemli detay her iki iş insanı STK’larının kurumsallığını tamamladığı.

Bu açıdan bu kurumsallık diğer SİAD’lara da örnek olmalı…

Geçmişte RUMELİSİAD ile BALKANTÜRKSİAD arasındaki kırgınlıkların kalktığını Evke’nin satır aralarında yapmış olduğu konuşmalardan öğrendik.

RUMELİSİAD’ın önceliği ata ocağı ile ana ocağı arasında köprü vazifesi üstlenmek bu noktada; ekonomik ve kültürel işbirliklerini arttırmak, sonunda ise üyelerinin tarafların maddi ve manevi anlamda kazançlı çıkmasını sağlayacak projelere öncülük yapmak.

İşte Evke’nin açıklamalarından bunu öğrendik.

Toplamda 30 farklı sektörde 310 üyesi ile pergel gibi bir ayağı ana vatanda, diğer ayağı ata ocağında gibi çalışacaklar izlenimini edindik.

Önümüzdeki görev süresi boyunca Evke ve yönetimi 12 ülkeye hem iş gezileri düzenleyecek, hem de ekonomik işbirliğini arttıracak buluşmalara imza atacak. Bunu yanı sıra yakın bir süreç içerisinde Uludağ Ekonomi Zirvesi gibi Bursa Ekonomi Zirvesi adı altında buluşmaya imza atacaklar.

Sanayici ile Milli Eğitim arasında işbirliğini arttırma adına çalışmalara ağırlık verecek. Bir sanayicinin  fabrikasının hemen yanı başına butik bir meslek lisesi açma niyetlerini de bizlerle paylaştılar.

Bu bence ara eleman gücü için önemli bir proje…

Sıkıntıları yok mu?

Artan maliyetler, rekabet gücünün azalması sonucu yatırımların bu Balkan ve Rumeli coğrafyasında bulunan 12 ülkeye de son yıllarda belirgin artış olduğunu öğrendik.

Siyasetçiye yakın, siyasetten uzak felsefesi ile çalışmalarını sürdüren RUMELİSİAD yönetimleri yaşadıkları sorunları anlatabilme adına çarşamba sabahı soluğu TBMM’de alacaklar.

Sorunlarını ve çözüm önerilerini kitapçık haline getirmişler.

Siyasilerle paylaşacaklar.

Bize düşen istihdamı arttıracak, ülkeye döviz girdisi sağlayacak her türlü helal kazanca yönelik çalışmaları desteklemek ve başarı dilemek.

Bakalım Evke ve yönetimi 2 yıl sonunda hedeflerine ulaşabilecek mi?

Onu da zaman içerisinde göreceğiz.

Güzelyalı’yı düğümleyen otel yıkılıyor!

Güzelyalı’yı düğümleyen otel yıkılıyor!

Önünde deniz, arkasında zeytinlikler uzanan, bu haliyle de Bursa’nın en gözde ve en sıkışmış ilçelerinden biri olan Mudanya’nın meşhur Güzelyalı İmar planları ile ilgili en son yazımı 2024 yılı Temmuz ayının ortalarında yazmışım.

Yerel seçimlerin üzerinden üç ay gibi bir süre geçtikten sonra Akademik Odalar kanalıyla aldığım bir müjdeye istinaden,

“Şimdilerde gazetecilik mesleğine masanın öbür yanından bakmayı tercih eden genç meslektaşım Onuralp Özalp’in bir yazısının sonunda; “Herkes biliyor ki, tüm bu planların düğümü Güzelyalı Altınkum Caddesi’nde bulunan bir otelin inşaatına bağlı. Fakat o düğümü hiç kimse çözmek istemiyor. O düğüm çözülmedikçe de Güzelyalı’da imar planları sürekli olarak açık kalamaz” diyerek meseleyi özetlemesi gibi bir cümleyi ben de ortaya koyayım.

Mudanya Belediye Başkanlığı’nın AK Parti’de olduğu bir süreçte izin alarak sahilin tam dibine yapılan otel pek çok yapının deniz görüşünü engellediği için vatandaş otelin yıkılması için dava açıyor, otel ise bu yapıyı izinli olarak yaptım diyerek kendini savunuyor. Dolayısıyla zeytin görüşü ve tarım görüşü, kıyı kenar görüşü sonrası ne otel yıkılıyor ne de vatandaşın istediği gerçekleşiyor. Böylece de yeni bir dava süreci başlıyor…

Şimdi bugün itibariyle güzel bir gelişme yaşandı planlar konusunda. Kapalı olan planların açılması adına Mudanya Belediye Başkanı Deniz Dalgıç, Mimarlar Odası Bursa Şube Başkanı Şirin Rodoplu Şimşek ve Şehir Plancıları Odası Bursa Şube Başkanı Murat İlkme bir araya gelerek çözüm arayışı içine girecekler.

Bir biçimde otel sahipleri ile Mudanya Belediyesi arasında uzlaşı sağlanması beklentisi hakim oldu bende. Çünkü hem oda başkanları hem de Mudanya Belediye Başkanı planların açılması, işlerin tıkanmadan devam etmesi, mağduriyetin ortadan kalkması yönünde istekli görünüyor” demişim.

Fikri takip bizim işimiz…

Buradan herkese duyuralım, Güzelyalı İmar Planlarını kilitleyen meşhur otel için yıkım kararı verildi.

Geçmiş dönem Mudanya Belediye Başkanı Hayri Türkyılmaz ile yine geçmiş dönem Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’ın üzerinde anlaşabildikleri tek konu olan, Güzelyalı İmar Planlarını kilitleyen otelin yıkım kararından bahsediyorum.

Şimdi otelin imar planlarıyla olan yakın ilişkisini de bir kez daha size hatırlatayım…

Otelin inşa edildiği iki parsel, Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin 1/5000’lik planlarında günübirlik turizm alanı olarak işaretlenmişti, Mudanya Belediyesi’nin 1/1000’lik planlarında ise turizm alanı olarak görünüyordu. Günlük turizm alanı ibaresi tek katlı büfe, cafe… gibi yerlerin inşasına izin verirken, turizm alanı elbette otel inşasına müsaade ediyordu.

Uzlaşmazlığın otel inşaatının yapılabilmesi adına düzeltilmesi için Bursa Büyükşehir Belediyesi Plan güncellemesi yaptı ve sadece otelin bulunduğu iki parsele özgü turizm alanı ilanı gerçekleştirdi.

Oldu mu?

Olmadı tabi…

Otelin varlığının sakıncalarını da size sıralayalım…

Öncelikle otel kıyı kenar çizgisi olan 100 metre mesafesini korumuyor. Denize 30 metre mesafesi var bahsettiğimiz yapının. Yol cadde çizgisini de bozuyor. Şöyle ki, otel inşaatına kadar gelen yol, otel duvarı ile noktalanıyor. Sokaklardan denize inme yolu da otelle bozuluyor. İki parselden oluşan otelin iki parselinin arasından geçmesi gereken yol, iki parsel birleştirilerek parselin dışına kaydırılmış. Dolayısıyla yolun kenara kaydırılması hem sokakların çıkış yolunu hem de rüzgarı engellemiş.

Mahkemenin son kararının bizi en çok ilgilendiren bölümü şöyle;

“…Söz konusu planlar ile bu planlara dayalı olarak verilen yapı ruhsatlarının iptal edildiği, ruhsat iptali sonrasında ilgili idarelerce bölgede onaylanan imar planları ile planlama öncesindeki kısmi yapılaşma tespiti çalışmalarının da aynı şekilde iptal edildiği, parselin bulunduğu bölgede işbu kararın verildiği tarih itibariyle henüz bir uygulama imar planının mevcut olmadığı, düzenleyici işlem niteliğinde bulunan imar planı ile birlikte yapı ruhsatının da iptaline karar verildiğinden, ruhsat sahibi açısından planın iptaline kadar geçen süreçte yapılan inşai faaliyetlerin bir kazanılmış hak teşkil ettiğinden bahsedilemeyeceği, ruhsatın iptali kararının geriye etkili olarak doğurduğu sonuç nedeniyle esasen yapının ruhsatsız yapı statüsünde değerlendirilmesi gerektiği, ruhsatsız yapılara yönelik olarak yapılması gereken iş ve işlemlerin de 3194 sayılı İmar Kanunu’nun yukarıda aktarılan 32’inci maddesinde açıkça düzenlendiği hususları bir bütün olarak değerlendirildiğinde, davacılar tarafından 3194 sayılı İmar Kanunundan doğan yetkilerinin kullanılması ve yükümlülüklerinin yerine getirilmesi maksadı ile davalı idareye yapılan başvurunun zımnen reddine yönelik olarak tesis edilen dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varılmıştır

Şimdi, gündeme gelen otelin yıkım kararı ile birlikte tüm bu sorunlardan kurtulmak, Güzelyalı İmar Planlarının doğru bir biçimde tertibi ile Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne gönderilmesi ve her iki belediyeden de onaylanması suretiyle Güzelyalı’da hasretle beklenen planlı gelişimin yolunun açılması mümkün.

Buradan Mudanya Belediye Başkanı Deniz Dalgıç’a çağrımız olsun, en kısa sürede bahse konu olan yapıyı yıkarak Güzelyalı İmar Planlarının önünün açmanız mümkün

Kamuya iş yapan müteahhitler S.O.S. veriyor…

Kamuya iş yapan müteahhitler S.O.S. veriyor…

Önce pandemi, ardından döviz kurunda hayatın olağan akışına uygun olmayan artışlar sonrası, toplumun geneline ekonomik sıkıntıların yansıması ardından deprem ve devam eden süreç…

Bu süreçten hepimiz etkilendik.

Amma velakin kamuya iş yapan müteahhitler bugünlerde kara kara düşünüyorlar.

Yine önceki gün aradığım bir iş insanı, bundan 10 ay önce 6 milyon 200 bin TL’ye aldığı bir işin kendisine bugünkü maliyetinin 6 milyon 300 bin TL olduğunu ifade etti.

Bu örneklerden sadece biri…

Bu örnekleri çoğaltmak mümkün.

Bir de bunun üstüne yer teslimi yapılmamış.

Projede  bir çok değişiklik yapılmış.

Zarar da üstüne katmerli hale gelmiş…

Keza kamuya iş yapan, kesim içinde sıfırı tüketen, çalışırken de batma durumuna gelen kepenk birçok müteahhit var.

En önemli sıkıntılarının başında ise hak edişlerinin kuşa döndürülerek ödenmesi geliyor.

Misal 100 TL hakediş vermiş, buna karşılık ödenen para ise sadece 12 TL gibi…

Velhasıl;

Maliyetleri aldıkları rakamın çok üstüne çıkmış durumda.

Üstüne üstelik hak edişlerini de alamayınca, borçlar gırtlağa dayanmış.

Kısaca;

Hem kur, hem dolar, hem TL bazında girdi maliyetlerinde artış yaşayan müteahhitlerin büyük bir kısmı başladıkları işleri bitiremeyeceklerinin farkına vararak işlerden ihale yasaklısı olmayı göze alarak çekilmeye bile başlamışlar.

Hal böyle olunca birçok yatırımın durma noktasına gelmesi kaçınılmaz gözüküyor.

Bu da birçok yatırımın durması demektir

Öte yandan;

Yerel bazda Bursa özelinde baktığımızda bitmeyen hızlı tren, Ali Osman Sönmez Devlet Hastanesi restorasyonu yapılan Memleket Hastanesi’nin durumları ortada.

Bu inşaatlar başladığında doğan bir bebek şimdilerde ortaokulu bitirmek üzere.

Bu hızla da giderse de üniversite sınavına girince bitişini görecek gibi gözüküyor.

Bu noktada başta kırsal bölgeler olmak üzere birçok bölge etkilenecek.

O zaman karar vericiler bir an önce çözüm üretmeli.

Üretilmez ise ne mi olur?

Onların ağzından yazalım, “Biz yasaklı duruma düşersek piyasa iki üç müteahhide kalır rekabet ortamı biter” diyorlar. Çok lafın özeti kamuya iş yapan müteahhitler S.O.S. veriyor.

Bakalım nasıl bir çözüm üretilecek?

Bekleyip, görelim…

Bir kopukluktur gidiyor…

Bir kopukluktur gidiyor…

Bir önceki yazımda mesleğin geldiği noktaya yönelik eleştirilerim olmuştu. Ağır bir iş yaptığımızı ve genellikle yaptığımız iş nedeniyle pek az kişi tarafından gerçekten sevildiğimizi yazmadım sanırım dünkü satırlarda. Bugün işin bu kısmını da eklemiş olayım. Çünkü tam olarak bu duruma örnek teşkil edecek ayrıntılarla 10 Ocak etkinliklerini yazacağım…

10 Ocak nedeniyle biz basın mensuplarını unutmayarak gönlümüzü hoş etmek adına etkinlik düzenlemeye karar veren üç belediye oldu bu yıl. Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin geniş katılımlı akşam yemeği organizasyonunu bir yana bırakırsak, Mudanya ve Gemlik Belediyelerinin düzenlemek için kolları sıvadıkları kahvaltılı toplantıdan bahsetmek isterim sizlere.

Mudanya Belediyesinin incelikli toplantısının davetiyesi günler öncesinden bize ulaşmıştı, doğal olarak herkes programını bu organizasyona gitmek şeklinde ayarlamıştı. Bu davetten birkaç gün sonra gelen Gemlik Belediyesi’nin düzenlediği organizasyonun daveti bizler için işi biraz karıştırdı. Çünkü hali hazırda verilmiş bir katılım sözü vardı ortada.

İki belediyenin programları çakışınca anladığım kadarıyla alınan ortak bir kararla, Gemlik Belediyesinin hazırladığı organizasyonun ortaklaşa düzenlenmesi gündeme geldi. Dolayısıyla bize yapılan davet bu biçimde yenilendi.

Hemen ardından aynı programın CHP’li tüm belediyelerin katkısı ile düzenleneceğine dair bir davet daha aldık.

Kafalar iyice karıştı, yine anladığım kadarıyla, aynı karışıklığı CHP’li belediye başkanları da yaşadı.

Bize ulaşan en son bilgi, organizasyonu Gemlik Belediyesinin üstlendiği, CHP’li diğer belediye başkanlarının da davetli olduğu şeklinde oldu.

Belediye başkanları düzeyinde karışıklık ve bu karışıklığın içinde yer alma durumu halen devam ediyor olsa gerek, ertesi gün 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü organizasyonuna Gemlik, Mudanya ve Harmancık belediye başkanları dışında belediye başkanı düzeyinde katılım olmadı. Osmangazi Belediye Başkanı Erkan Aydın daha önceden planlanmış bir Ankara programı olduğunu belirterek vekilini gönderdi programa, Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey de Genel Sekreter Yardımcısı düzeyinde bir temsiliyetle yetindi. Nilüfer Belediye Başkanı Şadi Özdemir ve Mustafakemalpaşa Belediye Başkanı Şükrü Erdem ise vekaleten bir isimle dahi temsiliyete gerek görmedi.

Şimdi ben bunları niye anlattım?

Çünkü programda konuşan iki belediye başkanının konuşmaları da yaşanan kopukluk ve organize olamama, birlikte duramama haline yönelikti.

İlk olarak kürsüye gelen ev sahibi Gemlik Belediye Başkanı Şükrü Deviren’in konuşması hesap verilebilirlik üzerineydi. Kendisinden yakın zamanda hayli konunun hesabının sorulmuş olmasının verdiği etkinin konuşmasına yansıdığını düşünüyorum.

Elbette o hesaplarla ilgili soruları böyle bir gün için hazırlanan organizasyonda soramazdık. Çünkü zaten bu bir basın toplantısı değildi!

Uzun uzun bahsettiğim organizasyon kopukluğu ile ilgili konunun kapağını da; ‘Önümüzdeki yıl 17 belediye başkanımızın da katıldığı bir organizasyona ev sahipliği yapmayı isterim’ şeklindeki cümlesi araladı.

Deviren’in ardından kürsüye gelen, genel olarak şeffaf ve siyasetin alışılageldik doğasına aykırı konuşmaları ile ezber bozan Mudanya Belediye Başkanı Deniz Dalgıç da kapağı aralanan kitabı okumaya başladı.

CHP’li belediyeler arasında yaşanan, elbette pek çoğumuzun zaten şahit olduğu organizasyon bozukluğu ile ilgili kopukluğun gerçekliğine temasla başladı konuşma.

Doğrunun ve gerçeğin birbiriyle örtüşmediği zamanlardan geçiyor olduğumuzdan, doğru ile gerçeğin birbiriyle örtüştüğü zamanda ülkenin içinde bulunduğu durumun iyileşebileceğinden, mikrofonlar önünde başka, kapalı kapılar ardında başka yapılan konuşmalardan, kısacası her yerde aynı şeyin yani kişi tarafından doğru bilinenin söylenmesi gerektiğinden dem vurularak devam etti.

Bu etkinlik bizim son anda ortaklaştırdığımız bir şey ve çuvaldızı kendimize batırmamızda fayda var. Bizler kendi aramızda bir koordinasyon sorunu yaşadık. Bu konuya da özeleştiri yapıyorum. Keşke bugün burada tüm belediye başkanlarımızı görebilseydik, Büyükşehir Belediye Başkanımız da bizimle olabilseydi…” diyerek bitti.

Mesele bize yapılan davette kimin ev sahibi kimin misafir olduğu değil, mesele CHP’li belediyelerin birbirine sahip çıkma refleksindeki eksiklik.

Vurgulayarak bitirmek isterim, yazarın bu hikayede anlatmaya çalıştığı ana fikir; ‘Ne kadar birlik olursan o kadar güçlü durursun’

*****

Osmangazi olağanüstü kongrede ilk aday

CHP Osmangazi İlçe’nin aldığı olağanüstü kongre kararının ardından kulislerde bir kaynama yaşanmaya başlamışken, beklendiği üzere koltuğundan seçim suretiyle indirilmeye çalışılan İlçe Başkanı Cengiz Çelikten olağanüstü kongrede başkanlığa aday olduğunu düzenlediği toplantı ile açıkladı.

Çelikten’in konuşmasındaki; “Bu süreç gerçekten partimizi ileri taşımak için mi, yoksa örgütümüzü bölmek için mi yapılıyor? Cumhuriyet Halk Partisi’nin Osmangazi’de kazandığı başarıları hedef alan hiçbir girişime izin vermeyiz. Biz bu örgütü günlük tartışmaların değil halkımıza hizmet etmenin merkezi olarak görüyoruz” sözleri dikkat çekiciydi.

Elbette Osmangazi Belediyesinin son derece güçlü bir adaya karşı mücadele verilerek CHP saflarına geçmesi ve CHP Osmangazi binasının görünür bir lokasyona taşınması Çelikten’in delegelere sunduğu en kıymetli iki argüman.

Ne kadar geçer akçe olacak orasını şimdiden kestirmek güç!

Bu kongre yalnızca bir seçim değil, bir dönüm noktasıdır!” cümlesinin anlamı ise daha büyük aslında. Osmangazi’den sonra sırada Yıldırım var malum, iki merkez ilçenin bu biçimde hareketlenmesi Nilüfer’de de olağanüstü kongreye gidilir mi sorularını gündeme taşıyor.

Hasılı kelam, işin ucu ilçelerin büyük bölümünde olağanüstü kongre ve ardından ilde bir olağanüstü değişim talebine kadar uzanıyor.

Daha önce de yazdığım gibi değişime yönelik rüzgarı dört eski il başkanı estiriyor. Her kongre sürecinde tek bir aday üzerinde anlaşarak delegeleri bu adaya yönelik konsolide etmeyi başarmaları gerekiyor. Aksi halde koltuğundan indirmek istedikleri ilçe başkanları güçlenerek aynı koltukta oturmaya devam edecek.

Aday adayları da yavaştan ortaya çıkmaya hazırlanıyor.

Hadi bakalım, kulisleri takipteyiz…

Anahtar Parti İl Yönetimi belli oldu

Anahtar Parti İl Yönetimi belli oldu

Cumartesi sabahı Anahtar Parti Bursa İl Başkanı Fikret Aslan’ın oluşturduğu kurucu il yönetiminin toplantısına katılmak üzere soluğu toplantının yapıldığı salonda aldık.

Öncelikle toplantıya geçmeden birkaç saptama yapmak gerekir.

Türkiye’de 80 sonrası kurulan siyasi partilerden ikisinin kuruluş felsefesinden bahsetmek gerekiyor.

Onlardan ilki;

Merhum Turgut Özal’ın kuruculuğunu yaptığı Anavatan Partisi…

Kuruluş felsefesinde öne çıkan en önemli detay dört eğilim idi.

O eğilimler nelerdi?

Milliyetçi Kesim, Milli Görüş, Sosyal Demokrat ve Merkez Sağ olarak adlandırılan siyasi eğilimlerin oluşturduğu bir hareketti.

Bunu biraz daha açacak olursak;

O zaman kurulan ANAP’ta 1980 ihtilali ile kapatılan, MHP, MSP, AP ve CHP’de siyaset yapmış isimler bulunuyor…

Keza 2002 yılında kurulan AK Parti’de kuruluş aşamasında da aynı felsefe hakimdi.

Orada da geçmişte MHP’de siyaset yapmış, Refah,  Fazilet, CHP ve ANAP’ta ve DSP’de aktif siyasetin içerisinde bulunan birçok isim  AK Parti’de buluşmuştu.

Zaman içerisinde ANAP’ın ideolojisi dört eğilim yok olunca parti de tarihin tozlu raflarında yerini aldı diyebiliriz.

Keza AK Parti içerisinde de ciddi oy kayıpları oluşmuş yüzde 50 olan oy oranı yüzde 30’lar civarına kadar geriledi diyebiliriz.

AK Parti’de bu oy kaybını kuruluş felsefesinden uzaklaştı diyerek yorumlayanların sayısı hiç de az değil.

Ama gerçek olan şu:

Milliyetçilik de, Atatürkçülük de, Halkçılık da, İslamiyet’te bir partinin tekelinde olamayacak kadar büyük kavramlardır.

İşte yeni, Türkiye’de bu kavramların birleşebileceği bir siyasi harekete ihtiyaç var diyebiliriz…,

Ülkede merkez kavramının da içinin doldurulması gerekiyor.

Bu kadar detaydan sonra gelelim toplantıya…

Fikret Aslan gerçekleşen toplantıda neden A Parti’ye ihtiyaç duyulduğunu toplantıda gerekçelerle anlattı. Sonrasında da ekledi “mevcut siyasi partiler görevini doğru yapsaydı bize gerek kalmazdı “dedi.

Ardından Bursa özelinde yaşanan sıkıntıları ve çözüm önerilerini dile getirdi.

O önerilerde dikkat çeken detay ise A Parti’nin MKYK üyesi Sedat Yalçın’ın Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminde dile getirdiği konular ve çözüm önerileriydi.

Neticede bu maya tutacak mı?

Tutmayacak mı?

Onu zamanla göreceğiz.

Ama toplantıda gördüğümüz ise A Parti’nin yeni yönetim kurulu listesiydi…

İşte o isimler:

Murat Çayır, Ahmet Kalkan, Ayşe Balgay, Ernail Akbulut, Ceyda Demirci, Ruşen Murat Çalışkan, Elif Yılmaz, Cihan Aksoy, Sinan Yüksel, Mehmet Gönder, Süleyman Uzun,
Fuat Üçüncü, Abdullah Melih Vardar, Selçuk Demirel, Hasan Hüseyin Çetin, Şükrü Merdim
Muhammet Ali Demir, Mehmet Yılmaz,  Uğur Aksoy, Rıdvan Çalışkan, Erkan Çakır, Erbay Kaya, Kemal Karakaya, Berrin Temuroğlu, Ömer Girgin, Fatma Yemenici, Fatma Bilgin
Ahmet Mücahit Savaş, Yücel Örs, Deniz Kubat, Hayrettin Emre Yörük, Recep Erkan, Mesut Kaya, Gülsevin Özkan Derebaşı, Arif Alperen Cankılıç, Murat Gören, Orhan Şahin
Harun Alparslan Yıldız, Kenan Doğan, Yavuzhan Trak, Fatih Yılmaz, İsmail Gökhan Özkul
Barış Baysal, Ramazan Karcı, Öner Sevinç, Leyla Ünsal, Resul Kaplan, Sümeyye Demirci
Murat Yiğit, Songül Murat, Hatice Aktürk, Metehan Köklü, Yusuf Çetin, Zekeriya Matyar
Aslı Aksoy, Melek Sevim Şener, Semih Kabak, Nesrin Parlak, Duha Eren Yıldırım
Mustafa Burak Barut, Hakan Ertürk, Fatih Kaymak, Elif Yılmaz, Yaşar Kırdar, Mehmet Yavuz Arıcıoğlu, Fatih Ahmet Armutçu, Sadık Murat Karataşlı, Serdar İslamoğlu, Rukiye Çevik

Disiplin Kurulu
Ercan Çalışır, Fikret Bayraktar, Celalettin Olgun, Cihangir Uluyol, Ayhan Bayrak, Bekir Ak
Seda Çayır, Gönül Küçük Ünsal, Ebutalip Akgül

Kadın Kolları Başkanı
Esra Okumuş Tunçel

Gençlik Kolları Başkanı
Muzaffer Sezgin

Netice olarak Fikret Aslan’ın il başkanlığında A Parti yola çıktı. Bize düşen başarı dilemek.

Umarız kimseye benzemeden kendileri olarak yola devam ederler…

Büyükorhan’da Kamil Turhan’dan çağrı…

Büyükorhan’da Kamil Turhan’dan çağrı…

Genel olarak her sene göç veren yerleşim birimlerinin başında dört dağ ilçesi geliyor. Yörenin nüfusu her geçen gün azalıyor. Buna paralele olarak da önceki yıllarda Harmancık İlçesi’nin nüfusunun 5 bin altına düşme tehlikesi yaşadığını biliyoruz.

Böyle olsaydı ilçelik unvanı da gidebilirdi…

Belki bu unvan gitmedi amma velakin ilçelerde bulunan resmî kurumlar birer birer gidiyor. Önceki yıllarda ilk önce bankalar şubelerini kapattı, ardından adliyeler kapısına kilit vurdu. Bu gidişle de başka resmî kurumlar kapısına kilit vuracak.

Bu konuda özellikle Büyükorhan’da Mal Müdürlüğü’nün kapatılması gündemdeydi…

Şimdilik yeniden kamuoyu baskısı ile tekrar değerlendirileceği söylendi…

İşte bu noktada kayıtsız kalmayan Büyükorhan Belediye Başkanı Kâmil Turhan’da sosyal medyasından hemşerilerine hem seslendi hem sitem etti hem de istekte bulundu.

İşte o isteği:

“Kıymetli hemşerilerim;

Türkiye geneli mal müdürlüklerinin yeniden yapılandırılması ile alakalı ilçemizi de kapsayan düzenleme yoğun baskılarımız ve çabalarımız neticesinde yeniden değerlendirilmek üzere durdurulmuştur. Bizler Sayın Cumhurbaşkanımızın önderliğinde halkımızın menfaatine olan her işte her hizmette canımızı dişimize katarak mücadele ediyoruz.

Ancak çuvaldızı başkasına batırırken iğneyi de kendimize batırmasını bilmeliyiz. Bu ilçeyi bu hale getiren ilçe halkı olarak asıl bizleriz, biz kendimize sahip çıkmazsak başkaları da kâğıt üzerinden bakar bizim hakkımızda kararı verir. Klavye başında kahramanlık yapmakta üstümüze yok. Her fırsatta işte Bursa’da 150 bin nüfusumuz var demesini biliyoruz, şimdi mevcut kurumlarımızın kapatılmaması ve yeni kurumların ilçemize kazandırılması için nüfusumuzu artırmamız gerekiyor.

Tüm hemşerilerimize sesleniyorum haydi birlik beraberlik zamanı ilçemize yöremize sahip çıkma zamanı 1.İkametlerimizi ilçemize köylerimize taşıyalım nüfusumuzu 15 bin yapalım. Ben de Adliye başta olmak üzere kapatılan kurumların tamamını geri getirme ve yeni kurumların ilçemize kazandırılması sözünü veriyorum” şeklinde  açıklamasını bitirmiş.

Bakalım Turhan’ın bu isteği hemşehrileri tarafından yanıt bulacak mı?

Yoksa eski tas eski hamam diyerek havanda su mu dövülecek.

Bekleyip, hep beraber görelim.

***

Anahtar Parti İl Yönetimini açıklıyor…

Geçen yılın son aylarında kurulan Yavuz Ağıralioğlu’nun Genel Başkanlığını yaptığı Anahtar Parti’de ülke genelinde teşkilatlanma çalışmaları aralıksız devam ediyor.

Geçen hafta içinde Bursa özelinde ise Bursa İl Başkanı Fikret Arslan’ın il yönetimine dair yapmış olduğu çalışmaları kaleme almıştık.

Ama öncesinde çarşamba akşamı Anahtar Parti Bursa İl Başkanlığı’nın Gürsu buluşmasının İl Başkanı Fikret Arslan’ı mutlu ettiğini ifade edelim.

Gelelim tekrar cumartesi günü (bugün) gerçekleşecek toplantıya…

Daha önce bu köşeden taslak il yönetiminde yer alan bazı isimleri de köşemizden aktarmıştık. Artık listeye son şekil verildi.

Bugün Anatolia Otel’de oluşan yeni il yönetim kurulunu basın mensuplarına tanıtacak Aslan’ın yönetiminde bakalım sürpriz isimler olacak mı?

Bekleyip, takip edelim…

İçimi döktüm, iyi geldi…

İçimi döktüm, iyi geldi…

Tüm meslek gruplarının olduğu gibi gazetecilerin de bir günü olacaktı elbette, fakat bizim bize atfedilen günümüzün adı bile bir ilginç; ‘10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü

Ben hiç ‘Çalışan Doktorlar Günü, Çalışan Avukatlar Günü, Çalışan Öğretmenler Günü…’ gibi bir isim duymadım diğer mesleklere ilişkin. Bizde tabi mesleğin kibar tabiriyle ‘esnekliğine’ dayanarak bu isim verilmiş diye düşünürüm zaman zaman…

Çünkü biraz eli kalem tutan simitçi, turşucu, manifaturacı, şoför… de gazetelerden birinde kendine yer bulduğu takdirde gazeteci sıfatıyla anılabilir. Mesleğin kriteri olmayınca, okulunu bitirmiş olmak ya da olmamak, mesleğe çıraklıktan girmiş olmak ya da olmamak gibi ayrıntılar sadece ayrıntı olarak kalıyor.

Pek çok hakikatli gazeteci de zorlu çalışma koşulları ve tatmin etmeyen gelir düzeyleri nedeniyle fırsatını bulduğunda başka iş kollarında anılmayı tercih ediyor zaten…

Anlayacağınız gazeteciler ya mesleğinde çalışmıyor bir süre sonra ya da meslekte çalışanlar gazeteci olmayabiliyor…

Konuyla ilgili genç meslektaşım ve NormHaber.com Haber Müdürü Furkan Kahraman’ın yazısını okumanızı öneririm. Tüm defolarımızı içeren bir metin bulacaksınız.

Vakti zamanında bu ülkeye birkaç gömlek fazla geldiğini hep düşündüğüm 1961 Anayasasının ardından 4 Ocak 1961’de kabul edilip 10 Ocak’ta Resmi Gazete’de yayımlanan 212 Sayılı Kanun ile gazeteciler için özel bir çalışma kanunu oluşturulmak istendi.

Ancak köken olarak gazeteci ailelerden gelen basın patronları, bu yasaya tepki göstererek gazetelerini 3 gün boyunca kapatma kararı aldı. O zamanlar basında birlik varmış ki, gazeteciler reste rest deyip boykot günlerinde ‘Basın’ adını verdikleri gazeteyi çıkararak emekten gelen güçlerini kullanıp hem mesleklerini hem de haklarını savundular. Dokuz patron olayı olarak da anılan bu süreç pek çok gazetecinin 212 meslek kanunun ile çalışmasının yolunu açtı.

Tüm bu gelişmeler 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Gününün de doğumu oldu. Yaşananlar bugün yaşansaydı, eminim ki, kimsenin kılı dahi kıpırdamaz, adı absürt de olsa bir günümüz dahi olmazdı. Dönemin mangal yürekli gazetecilerine teşekkür etmek gerek bu hususta.

Gelelim günümüze…

Türkiye Gazeteciler Konfederasyonu Genel Başkanı Nuri Kolaylı, Çalışan Gazeteciler Bayramı sebebiyle bir yazılı açıklama gönderdi hepimize.

“Medya sektörü olarak zor bir dönemden geçiyoruz ve basın özgürlüğünden internet yasasına kadar birçok alanda yasal düzenleme bekliyoruz. Sektörümüzdeki sorunların bir an önce çözümlenmesi, sürekli itibar kaybeden basın mesleğinin gelişmesi açısından büyük önem taşımaktadır.

Türkiye Gazeteciler Konfederasyonu olarak her fırsatta vurguladığımız gibi ülkemiz, medya alanında kapsamlı bir değişime, yenilenmeye ihtiyaç duymaktadır. Basın özgürlüğünden basında çalışma şartlarına, internet yasasından mesleki standartlara kadar bir dizi yenilik zaman geçirilmeden uygulamaya konulmalıdır.

Sektörümüzde mesleki düzenleme olmaması; tehdit ve şantaja dayalı etik dışı haberlerin yapılmasına, birikimine, eğitimine bakılmaksızın dileyen herkesin gazeteci maskesi altında sektörümüzde boy göstermesine neden olmaktadır. Meslektaşlarımız, meslek onurlarını korumak adına mücadele etse de, yasal boşluktan yararlanan menfaatçilerin medya sektöründe boy göstermesine engel olamamaktadır. Bu nedenle basın sektöründe öncelikli olarak mesleki düzenleme yapılmalıdır.”

Bence bayram olmayan güne dair açıklama bu kadar…

Evet yasal düzenleme yapılmalı, evet mesleki düzenleme yapılarak öncelikle mesleğin kriterlerinin belirlendiği bir çalışma ortaya koyulmalı, evet önüne gelenin şantaj aracı olarak gazetecilik mesleğini kullanmasının önüne geçilmeli…

Fakat tüm bunlar senede bir kez bir paragraftan oluşan (yazıyı paragraflara ben ayırdım) bildiri yayınlayarak olmuyor bunu biliyoruz, çünkü senelerdir deniyoruz…

Burada tek bir kurumu baz aldığım düşünülmesin, mesleğe dair kurulan her oluşuma yönelik sözüm…

Mesleğimizin kahvaltı, yemek, kumpas, tehdit, şantaj, rant kelimeleri ile anılır olduğu zamanların geçtiğimiz son 15-20 yılda geliştiğini hatırlamakla başlayabiliriz işe.

Haberin kuralları olduğu ve doğrulanma ihtiyacı duyduğu mühimliği ile devam edebiliriz ki, hap cümlelerin haber değeri taşımadığının altını da çizmiş olalım. Hatta bu hap bilgilerin (hap bilgileri ben de takip ederim doğruluğunu araştırmak üzere bir giriş verebiliyorlar bazen) zaman zaman vatandaşı endişeye sevk ettiğinin de altını çizmekte yarar var.

Sosyal medyanın gücünü yadsımak yerine kendi kurallarımıza göre işletmek üzere tüm Bursa yerel gazetecileri olarak birlik olabiliriz. Böylece yazdığımız, ancak birilerinin hoşuna gitmeyen gerçeklerin tetikçilik olarak algılanmasının önüne geçeriz bir ihtimal.

En önemlisi de başta belediyeler olmak üzere çeşitli kurumların bizim mecralarımızda çıkan haberleri birer halkla ilişkiler çalışmasından ibarettir. Dolayısıyla bu halkla ilişkiler çalışması için kurumların bedel ödemesi kadar normal bir durum olamaz. Eskiden ilanlara biçilen bedeller gibi düşünmek lazım bu işi. Halkla ilişkiler çalışması için toplu bir anlaşma yapılıyor olması işin bu kısmının bir tanıtım çalışması olduğu gerçeğini ve kurumların buna ihtiyaç duydukları için gazeteleri kullandıkları gerçeğini değiştirmez.

Tabi bir de yaşanabilir ücret konusu var. Tüm ülkeyle birlikte belki de en çok biz gazetecilerin canını sıkan…

Mesleğimiz gereği iş dünyasının düzenlediği toplantılara katıldığımızda en çok duyduğumuz cümle şu oluyor; ‘Biz asgari ücrete çalışan bulamıyoruz ki zaten… Bu yılın asgari ücretini biz en az maaş alan çalışanımıza geçen yıl veriyorduk… Bursa’da asgari ücretle çalışan var mı?’

Büyük bir mahcubiyetle söylüyorum ki; var…

Her meslek kendisine verilecek asgari ücret skalasını belirlemişken, bu skalayı yakalayabilmek adına sürekli hak arama mücadelesi verirken, bizde skalayı asgari ücret tespit komisyonu belirliyor Allah razı olsun.

Neyse şimdilik bu kadar yeter…

Hep sizin sıkıntılarınızı yazıyordum, bugün de meslektaşlarımın sıkıntılarını aktardım.

İçimi döktüm, iyi oldu…

İbn-i Haldun’un Vergi Anlayışı: Ekonomi, Adalet ve Devlet Döngüsü

İbn-i Haldun’un Vergi Anlayışı: Ekonomi, Adalet ve Devlet Döngüsü

İbn-i Haldun’un Mukaddime adlı eseri, toplumsal, ekonomik ve siyasi süreçleri derinlemesine analiz eden önemli bir başyapıttır. Eserde yer alan vergi ile ilgili değerlendirmeler, sadece dönemin ekonomik yapısını anlamakla kalmaz, aynı zamanda günümüz için de ders ve öneriler sunar.

İbn-i Haldun, devletin ve toplumun ekonomik işleyişiyle vergi arasındaki ilişkiyi çarpıcı bir şekilde ortaya koyar.

İbn-i Haldun’a göre bir devletin refahı ve uzun ömürlü olması, halktan topladığı vergilerle doğrudan ilişkilidir. Ancak burada kritik bir nokta vardır: Vergi oranlarının artışı her zaman devletin gelirlerini artırmaz. Aksine, yüksek vergiler halkın ekonomik faaliyetlerini kısıtlar, üretimi düşürür ve nihayetinde devletin vergi gelirlerini azaltır. Bu, onun “az vergi, çok gelir” ilkesi olarak özetlenebilir. Vergi oranlarının ölçülü olması gerektiğini savunan İbn-i Haldun, halkın üretkenliğinin korunmasının devletin uzun vadeli çıkarları açısından hayati önem taşıdığını vurgular.

İbn-i Haldun, vergi politikalarının ekonomi üzerindeki etkisini incelerken, devletlerin yükselme ve çöküş döngülerine de dikkat çeker. Ona göre devletler, kuruluş aşamasında genellikle düşük vergilerle halkın refahını artırmayı hedefler. Ancak devlet güçlendikçe, bürokrasinin genişlemesi ve lüks harcamaların artmasıyla birlikte vergi yükü de artar. Bu durum, halkın üzerindeki yükü ağırlaştırır ve ekonomik durgunluğa yol açar. Sonuç olarak, devlet zayıflar ve çöküş sürecine girer.

İbn-i Haldun’un vergi konusundaki en önemli vurgu noktalarından biri de adalet ilkesidir. Ona göre, adaletle toplanan vergiler halkın devlete olan güvenini artırır ve toplumsal barışı korur. Adaletsiz bir vergi sistemi ise halkın devlet otoritesine karşı duyduğu bağlılığı zayıflatır ve toplumsal huzursuzluklara yol açar.

Modern yansımalarına da baktığımızda; İbn-i Haldun’un vergi ile ilgili görüşleri, günümüz vergi politikaları açısından da dikkate değerdir. Ekonomik büyümeyi teşvik etmek, vergi tabanını genişletmek ve gelir eşitsizliğini azaltmak gibi modern sorunlar, onun vergi anlayışı çerçevesinde ele alınabilir. Özellikle üretim, ticaret ve bireysel özgürlüklerin korunması konusundaki vurgusu, çağdaş ekonomi politikalarına ışık tutmaktadır. Nihayetinde dillerde düşülmeyen  İbn-i Haldun’un Mukaddime’deki vergi analizleri, sadece tarihsel bir bakış açısı sunmakla kalmaz, aynı zamanda sürdürülebilir ekonomik sistemlerin nasıl inşa edileceğine dair evrensel bir rehber niteliğindedir. Onun bu alandaki derinlikli tespitleri, devlet yönetiminin ekonomik, sosyal ve ahlaki boyutlarını anlamak için güçlü bir temel sunar.

10 Ocak serzenişi: Hangi gazetecilik, hangi medya?

10 Ocak serzenişi: Hangi gazetecilik, hangi medya?

10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü geldi çattı.

Biz basın mensupları, katıldığımız programlarda, etkinliklerde, sosyal medya paylaşımlarında ne kadar ulvi bir görev icra ettiğimizi, zor şartlar altında çalıştığımızı, bu ülkede gazeteci olmanın ne kadar zor olduğunu dinleyeceğiz.

‘Basın, milletin müşterek sesidir’ cümlesini sıkça duyacağız.

Önce şunu netleştirelim: Gazetecilik ulvi bir meslek değildir, kutsal değildir. Gazeteci taraftır. Gerçekten yana, doğrudan yana taraftır. Yani, taraftı…

Günümüzde kıymetiniz gerçeği ne kadar eğip bükebildiğinize göre değerleniyor.

İkinci olarak ise şunun altını çizelim: Evet zor şartlar altında, zor bir meslek icra etmeye çalışıyoruz.

Gerek ekonomik problemler, gerek ekonominin sıkıştırdığı hayat şartları gerekse mesleğin ele alınış şeklinin yansımaları dolayısıyla gerçekten gazetecilik yapmak artık neredeyse imkansız hale geldi.

50’lerde, 60’larda gazeteci ailelerin patron olduğu ve nispeten özgür olunan dönemler sonrası farklı yatırım sahibi isimlerin patronajına geçen basın, hakikaten de kan ağlıyor.

Kan ağlıyor çünkü, haber yapmak artık eskisi kadar kolay değil.

Yapılan bir haberin veyahut köşe yazısının kimleri rahatsız edeceğini tahayyül etmek çok güç.

Ortada ekonomik bir düzen var. Bu düzen içerisinde farklı iş kollarında faaliyet gösteren patronlar, o patronların dengelerini gözeterek işini yapmaya çalışan gazeteciler var.

Günümüzde baskı sadece iktidar vasıtası ile yaşanmıyor.

Herkes iktidara yönelttiği eleştirilerde baskıdan, nepotizmden, liyakat eksikliğinden şikayet ediyor. Evet doğru noktalar var ama; bir şekilde gücü eline geçiren herkes iktidar sevdalısına dönüşüyor. Asıyor, kesiyor, sansür uyguluyor, o uygulamazsa haberi yapanı otosansüre itiyor. Fırsat eline geçtiğinde kadrolaşıyor, iş yapacak insanı değil, eşini dostunu yerleştiriyor.

‘Diploma’ değil, ‘dayı’ kazanıyor. İktidar-muhalefet fark etmeksizin hem de…

Gelelim diğer konuya…

Gerçek olan şudur: Gazetecinin yaptığı ‘haber’ mutlaka bir kesimi rahatsız eder.

Bu rahatsız olan kesim de gazeteciye kendi iktidarı ölçüsünde ‘bedel ödetme’ çabasına girer. Gazeteci açısından kimi zaman işsiz kalınarak, kimi zaman da ait olduğu zümreden aforoz olunarak ödenir bu bedel.

Bir yandan da şunu kabul etmek gerek, devir değişti, artık kimse haberin gerçekliğiyle ilgilenmiyor. Sokaktaki vatandaş da, yönetici de, siyasetçi de ‘tık’ peşinde. Kim ne kadar ‘clickbait’ yaparsa o kadar meşru oluyor. Gerçek değil, ses getiren kıymete biniyor.

Sakince işini yapan değil, sansasyon peşinde koşan kazanıyor.

‘Sokaktan geçeni editör yapmakla’ övünen ‘duayen’ de var, ‘tarafsız’ şapkası ile kuyu kazan da, partizanlığın suyunu çıkaran da. Kimisini okuyorsunuz, kimisini televizyonda izliyorsunuz. Otuz iki kısım tekmili birden hepsi bu kumpanyada yani…

İşte bu güruh, kendi sıkıntısını çözmeye geldiği zaman ise orta yolu bir türlü bulamıyor.

Bursa’da iki güzide cemiyetin temsil ettiği gazetecilik için yıllardır talep edilen ‘meslek odası’ askıda duruyor. Henüz harekete geçen olmadı. İşsiz kalan gazeteciler için de herhangi bir çalışma yok.

Daha önce ‘Bursa’ya neden iletişim fakültesi açılmamalı?’ başlıklı yazımda gündeme getirmek istediğim ‘İletişim fakültesi mezunlarının resmi kurumların basın bürolarında istihdam edilmesi’ mevzusuna dair de ortada bir ışıltı olmadığını söyleyebilirim.

Mesleğin derdi çok, çözümü de az çok belli ama çözülmesi için gönül yok. Hal böyleyken ‘özgür basın, özgür medya’ nutukları da ninniden öteye geçmiyor.

Yine de gazeteciliğin hakkıyla icrası için çaba gösteren tüm meslektaşlarımın ve meslek büyüklerimin günü kutlu olsun.