Emekliler Erdoğan gibi düşünmüyor!

Emekliler Erdoğan gibi düşünmüyor!

Emeklilerin gözü kulağı uzun süredir Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’daydı…

Sadece emeklilerin değil, Adalet ve Kalkınma Partisi yöneticilerinin ve adaylarının da öyle…

Acaba Erdoğan yeni bir açıklamayla emekli seçmeni, büyük oranda da kendi seçmenini birleştirebilir miydi?”

Ankara mitingini dikkatle izledi emekliler, İstanbul mitingini de öyle…

Ankara ve İstanbul’dan “kısa vadeli bir icraat” mesajı gelmeyince bu kez herkes Bursa mitingine kitlendi.

Kolay değil, Bursa’da 709 bin emekli var. Aşağı yukarı seçmenin yüzde 31’i emekli.

Şimdi Cumhurbaşkanı’nın emeklilerle ilgili açıklamalarına satır satır bakarak, itirazlarımı kayda geçireyim.

***

Önce emeklilere verdiklerini sıraladı Cumhurbaşkanı Erdoğan:

Yılbaşında hem asgari ücrette hem emekli maaşlarında yaklaşık yüzde 50 oranında artışlar yaptık.”

Bu oranı emekli adeta söke söke aldı.

Hatırlayın, yılbaşında enflasyonun belirlediği yasal zam oranı yüzde 37.57’ydi. Hükümet “yüzde 5 ek zam” diyerek oranı yüzde 42.57’ye yükseltti. Emeklilerin tepkisi devam edince zam oranı memur emeklilerininkiyle eşitlenerek yüzde 49.25’e çıkarıldı.

Bir ayda 3 kez zam yapılmasına rağmen aylıklar hala kuş kadar kaldığı için en düşük emekli maaşı 7 bin 500 liradan 10 bin liraya çıkarıldı.

Emeklilerimizin bayram ikramiyelerini de aynı oranda artırdık.”

İkramiye demek kural olarak en az bir maaş demektir aslında… Ancak muhalefetin bile asgari ücreti telaffuz ettiği bir ortamda 2 bin lira olan emekli bayram ikramiyesinin 3 bin lira olarak belirlenmesi de büyük hayal kırıklığı yarattı. Emekliler bayram ikramiyesinin en az 5-6 bin lira olmasını bekliyordu.

2018’de bayram ikramiyesiyle kurbanlık alan emekli 3 bin lira ile ancak 4-4.5 kilo et alabiliyor bugün.

16 milyon emeklimizin tamamına, tek sefere mahsus 5’er bin lira ödemede bulunduk.”

Bir defaya mahsus ödeme emeklilere “sus payı” olarak, adeta “sadaka niyetine” verildi.

Üstelik çalışan-çalışmayan ayrımı yapıldığını, tüm emeklilerin ancak tepkiler yükselince bu sadakadan yararlandırıldığını kimse unutmadı.

Banka promosyonlarını 8 bin lira ile 12 bin lira arasında yükselterek emeklilerimize yeni bir imkan sağladık.”

Burada sözü Sosyal Politika Uzmanı Prof. Dr. Aziz Çelik’e verelim:

Emeklilere promosyon ödemesi yeni bir uygulama değil! Yıllardır var. Bütün bankalar veriyor. Emeklinin kendi parasının karşılığı. Hükümetin lütfu değil! Dahası kamu bankaları yıllarca emeklilere düşük promosyon ödedi ve emeklileri mağdur etti. Şimdi emeklilerin çoğuna 8 bin lira ödenecek. Çünkü emeklilerin çoğu en düşük düzeyden aylık alıyor. Yanlış anlaşılma olmasın! 3 yıl için (36 ay için) 8 bin lira ödenecek! Aylık 222 TL ediyor! Buna mı müjde diyorsunuz?”
***

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Bursa’nın Gökdere Meydanında emekliler, memurlar ve esnaf için yapacaklarını da anlattı:

Önümüzdeki temmuz ayında yılın ilk 6 ayındaki enflasyona göre emekli maaşlarını tekrar masaya yatıracağız. Memurlarımıza yaptığımız ek gösterge ilave edilmesi uygulamasını genişletecek düzenlemenin hazırlıkları tamamlandı. Küçük esnafın prim gün sayısında yaşadığı adaletsizliği giderecek, buna göre önümüzdeki dönemde bu adımı atacağız.”

Kısacası emeklilere önce iki gün sonra kurulacak sandığı, sonra da yılın ortasını işaret etti Cumhurbaşkanı.

Önce oyu alalım, sonra veririz. Almadan vermek Allah’a mahsus!..” dedi, deyim yerindeyse…

***

Peki, emekli neden istediğini alamıyor? İntibak düzenlemesini, düşük maaşlara yol açan aylık bağlama oranlarının gözden geçirilmesini bırakın, memurlara yapıldığı gibi bir seyyanen zam emekliye neden çok görülüyor?

Yatırım bütçemizin tamamını veya eğitime, sağlığa ayırdığımız kaynağın tümünü sadece bu artışa tahsis etsek bile yetmeye mümkün olmadığını göreceksiniz.” diyen Erdoğan, sözü döndürüp dolaştırıp bir de EYT’ye getirmez mi?

“… emeklilikteki yaş uygulaması gibi aslında içimize sinmeyen birtakım hususları bile milletimizden gelen yoğun talepler karşısında hayata geçirmekten kaçınmadık. Bu uygulamanın kamu maliyesine getirdiği yükün ve sosyal güvenlik sistemimizin dengesine yol açtığı bozulmanın tamiri epeyce vakit alacak.”

Seçim öncesi söylenen bu sözler en basit ifadeyle emekliyi emekliyle karşı karşıya getirmeye çabasıdır.

Oysa EYT yasası Anayasal bir hakkın gecikmiş iadesidir. Üstelik düzenleme yarım yamalak yapılmış, on binlerce kişi önce borçlandırılmış, sonra da “bu yasa sizi kapsamıyor” denmiştir. Buna rağmen iktidar sahipleri “EYT ile 24 yıllık haksızlığa son verdik” diye meydan meydan gezmişlerdir!

***

Gelelim emekli için yatırım bütçesinin, eğitim veya sağlığa ayrılan kaynakların kullanılamayacağına…

Emeklilerin böyle bir talebi yok ki!

Emekliler Türkiye’de kaynak kullanımının ekonominin kurallarına göre değil siyasal tercihlere göre şekillendiğini çoktan öğrendi!

Emekliler kendilerine ayrılması gereken kaynağın çarçur edilmesine karşı çıkıyor ve bugün karşı karşıya kaldıkları sefaletin 2008’de çıkarılan sözde sosyal güvenlik reformu olduğunu çok iyi biliyor!

Reform diye aylık bağlama oranlarının düşürüldüğünü, güncelleme katsayısının düşürüldüğünü, aylıkların alt sınırının düşürüldüğünü ve büyümeden hiç pay alamadıklarını çok iyi biliyor!

Çok iyi biliyorlar çünkü yüksek enflasyon ortamında yıllardır yaptıkları stajla hepsi birer ekonomist oldular!

Erdoğan’ın Bursa mitinginde hangi müjdeler verildi?

Erdoğan’ın Bursa mitinginde hangi müjdeler verildi?

Siyasette bilinmeyen noktalardan biri de mitinglerin seçmen tercihleri üzerindeki etkisi.

Değişen dünya düzeninde, teknolojinin ön plana çıktığı bugünlerde mitinglere ihtiyaç var mı, o da tartışma konusu…

Ama hala belli yaştaki insanlarımız mitinglere meraklı.

Bu minvalde;

Yerel seçimler öncesi şu ana kadar Bursa’da gerçek anlamda miting yapan tek isim Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan oldu.

Daha önce bu süreç içinde ana muhalefet partisi lideri Özgür Özel geldi…

Adına nokta mitingi denilirse ilçe binasının açılışında az bir topluluğa konuşma yaptı.

Bu sene yerel seçim sürecinin Ramazan ayına gelmesinden dolayı iftar ile sahur arasına sıkışan bir propaganda dönemi yaşadık.

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Bursa mitingi bunun istisnası oldu…

Gelelim ayrıntılara…

AK Parti il ve ilçe teşkilatları, MHP teşkilatları ve BBP‘liler, kısaca Cumhur İttifakı‘nın tüm bileşenleri mitinge çok iyi hazırlanmış.

İlçelerden ve mahalllelerden mitingin yapıldığı Gökdere‘ye akın eden bir kalabalık alanı doldurmuştu.

Resmi rakamlara göre Ramazan ayı olmasına rağmen iyi bir kalabalık vardı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamasına göre 90 bin…

Gelelim diğer detaylara…

Önceki dönem milletvekillerinin bir çoğu miting alanındaydı.

Hatta önce Bursa’dan ardından Gaziantep’ten vekil seçilen Canan Candemir Çelik bile mitingteydi.

Bunu yanı sıra partisi tarafından aday gösterilmeyen Keles Belediye Başkanı Mehmet Keskin, Orhaneli Belediye Başkanı Ali Aykurt ve Mustafakemalpaşa Belediye Başkanı Mehmet Kanar da miting alanındaydı.

Gelelim konuşmalara…

Kürsüye ilk olarak AK Parti Bursa İl Başkanı Davut Gürkan çıktı, ardından Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş, sonrasında Genel Başkan Yardımcısı Hasan Basri Yalçın ve Genel Başkan Vekili ve Bursa Milletvekili Efkan Ala konuştu.

Son olarak da kürsüye 13.45 civarında Cumhurbaşkanı RecepTayyip Erdoğan çıkarak konuşmasına başladı.

Aslında Erdoğan’ın konuşmasını fazlası ile merak edenlerdendik.

Konuşmasında ana muhalefet partisine eleştiriler fazlası ile mevcuttu.

Emeklilerin beklediği müjde geldi mi?

Konuşmadan anladığımız 2024 Temmuz ayını işaret etti.

Mağdur etmeyeceğiz” dedi, desek yanlış olmaz.

Asgari ücrette düzenleme olur mu?

Bana göre, konuşmadan çıkardığım hayır

Konuşmadan Bursa için yeni 1000 kişilik hastane müjdesi, Ali Osman Sönmez Devlet Hastanesi’nin de üç aya kadar faaliyete geçeceği, dağ bölgesine yapılan tünelin yıl sonuna kadar açılacağı müjdesini Erdoğan’ın ağzından duyduk.

Konuşmanın son bölümünde ise yerel ve genel yönetim tarafından yapılan yatırımlar ve onun tanıtım filmi yayınlandı.

Yaklaşık 40 dakikalık konuşma sonunda ise AK Parti ve MHP İl Başkanları, milletvekilleri, Cumhur İttifakı’nın belediye başkan adayları sahneye çağrıldı…

Ama çağrılmayan isim var mıydı?..

Evet Cumhur İttifakı’nın içinde olan, miting alanında gördüğümüz BBP Genel Başkan Yardımcısı Ekrem Alfatlı da kürsüye çağrılabilirdi…

Netice olarak, evet kalabalık vardı.

Ama coşku yoktu.

Belki Ramazan olmasından belki de başka nedenlerden…

Diyeceğimiz odur ki artık karar sırası millette…

Onlar da pazar günü sandığa gidip oylarını verecekler…

Bakalım sandıktan ne çıkacak?

Onu da görmeye çok az zaman kaldı…

Kim kime oy verecek?

Kim kime oy verecek?

Başkanlık sisteminden sonra gerçekleşen neredeyse tüm seçimlerde sonuçları partiler arası oy geçirgenliği belirliyor.

Seçmenler bir seçimdeki oy verme tercihlerini bir sonraki seçimde farklı bir partiye kaydırabiliyor.

Her parti için geçerli bir durum.

Siyasi partilerin seçmen tabanlarının istikrarsızlığı ve seçmenlerin siyasi görüşlerini küçük miktarlarda da olsa değiştireceğinden hareketle, bu belirsizlik beklenmeyen seçim sonuçlarına ortamı yaratıyor.

Partiler arası oy geçirgenliğinin birçok nedeni var.

– Ekonomik koşullar değişebiliyor, koşulların kötüleşmesi, seçmenlerin iktidardaki partiden memnuniyetsizliğini artırdığında oy verme tercihlerine yansıyor.

– Siyasi liderlerin popülerliklerinin azalması veya skandallara karışmaları ya da yeni liderlerin etkileme gücü, seçmenlerin oylarını başka partilere kaydırmalarına yol açabiliyor.

– Siyasi partilerin ideolojilerinde veya politikalarında gösterdikleri tutarsızlıklar, bazı seçmenlerin bu partilere olan güveni kaybetmelerinin başlıca nedeni olabiliyor.

– Öte yandan toplumdaki sosyal ve demografik değişimler, seçmenlerin siyasi tercihlerini etkiliyor. Örneğin, genç seçmenlerin daha farklı siyasi görüşlere sahip olması ve geleneksel partilere daha az oy verme eğiliminde olmasının yaygın bir durum olması gibi.

Partiler arası oy geçirgenliğini azaltmak için alınabilecek önlemler neler olabilir?

Siyasi partilerin seçmenlerle daha güçlü organik bağlar kurması önemli.İdeoloji, İnanç veya etnitiseye bağlı seçmenlerin siyasi konsolidasyonu daha kolaydır. Öte yandan  dernekler, vakıflar ya da kooperatifler ile sendikalar vb. ekonomik dayanışma kuruluşları seçmenle organik bağ kurmak açısından çok önemli.Üstelik sadece seçim dönemleri değil, her dönem iletişimi canlı tutması partilerin seçmen davranışlarını yönetmesi açısından önem taşıyor.

Bunu başarabilen partilerin oy geçirgenliği en azdır.

Peki, sona doğru yaklaştığımız bu yerel seçimin sonucu seçmen geçirgenliği açısından nasıl görünüyor?

Kim kimden oy alır?

Şu an için seçmen geçirgenliğine en uzak partinin CHP olduğu görülüyor.

Bu partiyi MHP takip ediyor. İçinde bulundukları Cumhur İttifakı‘nın payandası olma kararlılıkları devam ediyor. Tabanları buna ikna olmuş durumda.

Öte taraftan AKP oy geçirgenliğine en açık  parti. İçinde bulunduğumuz ekonomik koşullar ve genel başkanı da olan Cumhurbaşkanının geçmişte ifade ettiği gibi metal yorgunluğuna bağlı yıpranmışlık bu sonucu doğuruyor.

Bu partiden başta YRP, İYİP ve CHP’ye doğru gerçekleşecek oy kaymalarının oranı, seçim sonucunu belirleyecek gibi duruyor.

Bu açıdan AKP’yi DEM Parti takip ediyor. Bu parti seçmeninin oy verme davranışını yerel refleksler belirleyecek gibi.DEM partinin yüzde onlara ulaşan taban oyu, CHP, YRP kısmen AKP adayları arasında bir dağılımla yerel seçimlere mahsus bir geçirgenlik gösterecek gibi.

Önemli oranda oy kaybı yaşayacak bir diğer parti İYİ Parti. CHP’den bu partiye gelen bir kısım oy geri dönecek. Yine daha önce MHP den gelen bazı seçmen oylarının MHP’ye dönmesi şaşırtıcı olmaz.

Bu dönemin oy geçirgenliği açısından en şanslısı YRP olarak görülüyor.

Özellikle AKP tabanının YRP’ye yönelmesi siyasi akrabalık açısından da bakılınca yüksek ihtimal gibi görünüyor.

Öte taraftan geçmişte AKP’den kopup İYİ Parti’ye yönelen mütedeyyin, milliyetçi oyların kendilerine YRP’yi yeni bir alternatif olarak görmeleri ihtimal dâhilinde.

Yıllardır iktidarın muhalefeti ötekileştirip, muhalefetin belirli partilerini kriminalize edip bir kısmını zilletle, ihanetle suçlayarak kamplaştırma siyasetinin amacı bu oy geçirgenliğini önlemekti.

Neredeyse her seçimde de işe yaradı.

Ancak bu yerel seçimin bu açıdan manzarası farklı görünüyor.

Bakalım bu seçim, kim kime oy verecek?

 

 

(Bu yazıda yapay zekadan yararlanılmıştır)

Kula kulluk edene yazıklar olsun!

Kula kulluk edene yazıklar olsun!

Sandığa gitmemize günler kala ülkece yürüdüğümüz yolun adaletle uzaktan yakından ilgisi olmadığını, adalet ve eşit şartlar açısından sınıfta kalan bir seçimi daha arkamızda bırakmak üzere olduğumuzu anlatmaya çalışmıştım bir önceki yazımda.

Son olarak karşıma içinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Murat Kurum’un bulunmadığı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlık seçimi klibi çıkınca; hemen ardından da Murat Kurum, yanında hepimizin bir zamanlar ‘Orhan Baba’ diyerek bağrına bastığı Orhan Gencebay ile birlikte Gencebay tarafından kendisi için bestelenmiş seçim şarkısını söylemeye başlayınca işlerin iyice çığrından çıktığını bir kez daha belirtmek gerekti.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, yerel seçim çalışmalarında aktif rol alma işinin dışına taşarak, çok güvenemediği belli olan adayları gösterdiği bölgelerde seçim kampanyasını adeta kendisi yürütüyor.

Tarafsız Cumhurbaşkanı geleneğinin çoktan rafa kalktığını muhalefet kanadında duran herkesin iliklerine kadar hissettiği güzel ülkemde olabildiğince taraflı Cumhurbaşkanı döneminin ardından şimdi de her yere yeten, her işe koşan Cumhurbaşkanı dönemi başladı anlaşılan.

Yine de geçmişi bir yad etmekte fayda var…

Türkiye’de, biz bu kendimize özgü olduğunu iddia ettiğimiz, aslında hiçbir biçimiyle açıklayamadığımızdan ‘Türk usulü’ demeyi seçtiğimiz yönetim sistemine geçmeden önceki seçim dönemlerinde, seçimlere üç ay kala, Anayasa gereği üç bakan görevinden istifa ederdi.

İçişleri Bakanı, Ulaştırma Bakanı ve Adalet Bakanı…

AK Parti’nin adayları için oy isteyen İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın konumu itibariyle seçim güvenliğinden sorumlu olması ve dolayısıyla tüm siyasi partilere aynı mesafede durması bulunduğu siyasi parti belli olduğundan mümkün değil elbette. Tam da bu nedenle görevinden istifa edip bakanlığın yönetimini tarafsız bürokratlara bırakması ve ülkenin seçim güvenliğinin adil biçimde sağlanmasına yardımcı olması beklenirdi eskiden.

Adalet Bakanlığının ve Ulaştırma Bakanlığının durumları da benzeri fark ettiyseniz. Biri seçimlerin sonuçlarına itiraz edilmesi ya da seçim sürecinde çıkan aksiliklerin hukuka yansıması durumunda çözüm merciidir, diğeri sandığa varabilmek, sandıktan çıkanların sorunsuz biçimde Yüksek Seçim Kuruluna varabilmesi konusunda çözüm merciidir.

Şimdiki durum ortada olduğundan, tüm bakanlar görevlerini bırakmak şöyle dursun, il il, ilçe ilçe gezerek adaylarına oy istediklerinden geçmiş dönemlerde seçim dönemi başladığı andan itibaren bakanların kendilerine tahsis edilmiş araçları, kullanmadıklarını hatırlatmaya gerek de yok sanırım.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denilen sistemle bu kapsayıcı ve toplumun tüm kesimlerine aynı mesafede duruş sergileyici uygulamaları unuttuk gitti.

Şimdi Cumhurbaşkanı Erdoğan, AK Parti genel başkanı sıfatı ile seçim kampanyası yürütüyor, bunu yaparken de devletin imkanlarını sonuna kadar kullanıyor.

Artık şaşırmaktan usandığımız için olsa gerek öylece bakmakla yetiniyoruz alışmaya çalıştığımız bu duruma.

Bir de sanatçıların durum ve tutumları var tabii.

Bir sanatçının herhangi bir siyasi partiden herhangi bir makama aday olmasından bahsetmiyorum. Elbette sanatçıların da politika yapma hakları mevcut, istedikleri makama aday olma hakları da baki…

Benim bahsettiğim bir zamanlar avaz avaz ‘Kula kulluk edene yazıklar olsun…’ diye eşlik ettiğimiz Orhan Gencebay’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Murat Kurum ile el ele sahneye çıkarak kendisi için bestelediği seçim şarkısını söylemesi ve bunu yaparken de sevenlerinin gözlerinin içine bakabilmesi meselesi…

Yazıklar olsun be Orhan Baba, ‘kula kulluk edene yazıklar olsun…’

Cumhurbaşkanı Erdoğan yarın kısa bir süreliğine İstanbul savaşına ara vererek Bursa’ya geliyor. Elbette Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Alinur Aktaş için oy isteyecek. İster misiniz Orhan Gencebay seçimin başa baş sürdüğü Bursa’da Aktaş için bestelediği bir şarkıyı seslendirsin bize sahneden…

Bu saatten sonra benim beklentim büyük, İstanbul’dan neyimiz eksik…

Yüksel Baysal’ın en uzun yazısı: ‘Sabahın Sessizliği Ülkesi’

Yüksel Baysal’ın en uzun yazısı: ‘Sabahın Sessizliği Ülkesi’

Yüksel Baysal, Bursa basınında muhabirlik ruhunu kaybetmeyen birkaç yazardan biridir.

Bilgisayarının masaüstünde her zaman üç beş yazı taslağı, aklında hep belki bir gün kitap olabilecek tasarılar, zihninde hemen her konuyla ilgili yanıt aradığı sorular vardır.

Olandan çok olanın neden ve nasıl olduğuyla ilgilenir.

Akıcı anlatımını sade ifadelerle süsler, olabildiğince net yargılara varır.

Belki Karadenizli olmasının da etkisiyle meramını sağa sola sapmadan düz yoldan anlatır.

Kısa ve özdür yazıları.

En son okuduğum Yüksel Baysal yazısı ise bir hayli uzundu: “Sabahın Sessizliği Ülkesi.”

Yüksel Baysal’ın Kore Savaşı’nı anlatan kitabını birkaç saat içinde adeta bir film izler gibi okuyup bitirdim.

Tıpkı köşe yazılarındaki gibi akıcı bir üslup, yalın bir anlatım, sade ifadeler, dolambaçlı yollara savrulmayan bir kurgu ve net bir sonuç:

Kore’de 16 ülke, Kuzey Kore ve Çin güçlerine karşı savaştı.

Bakmayın siz yazılanlara; İkinci Dünya Savaşı’nın galipleri, burada mağlup oldu.

Hele Türk askerinin kahramanca savunması olmasaydı.

‘Hür dünyanın askerleri’ rezil olacaktı.” (s.54)

***

Yıllar önce Kore gazileriyle yaptığı söyleşiler bir süre sonra kitap fikrine dönüşünce Baysal yeni soruların peşine düşmüştü:

“Kore’nin o yemyeşil örtüsü neden kana bulanmış, süreç nasıl işlemişti?

Türkiye Kore’ye neden asker göndermiş, Kore Savaşı’nda neden hep Türk askeri ön cepheye sürülmüştü?

Kore’de Çin’e karşı savaşan Türk askeri ya Sovyetler Birliği ile de karşı karşıya gelseydi, savaşın ateşi Türkiye’yi daha çok yakar mıydı? Amerika ve müttefikleri böyle bir savaşta Türkiye’ye yardım eder miydi?

Menderes Hükümeti, Kore kararıyla tüm Türkiye’yi büyük riske sokmadı mı?”

Kore Savaşı ile ilgili neredeyse bütün kitaplarda Türk askerinin cephedeki kahramanlıkları anlatılır. Ama Baysal zaten anlatılanı değil elinden geldiğince anlatılmayanı, anlatılamayanı anlatmayı yeğlemiş!

Türkiye’nin Bakanlar Kurulu kararı bile olmadan savaştan sadece 3 gün sonra Kore’ye asker göndermeyi kabul etmesi, milliyetçi Osman Bölükbaşı’nın Menderes Hükümeti’ni nasıl uyardığı, CHP’nin nasıl çekingen; ikircikli bir tutum takındığı, ilerici aydınlar için en önde gelen savaşın “barış savaşı” olduğu; bunun için ödedikleri bedeller, esir kamplarında yaşananlar, Nazım Hikmet’in o kampları ziyareti, 5-10 dolara toprağa düşen, şehit olan, yaralanan, esir edilen Türk askeri…

***

Yüksel Baysal’ın okurları bilir. Yazılarının sonunda gerektikçe dipnotları olur.

Sabahın Sessizliği Ülkesi” de bir bakıma öyle…

Yukarıda ana hatlarını aktarmaya çalıştığım çerçeveyi gazeteci bakışıyla iğneyle kuyu kazar gibi çizen Baysal, üç büyük dipnot da eklemiş kitabına:

Kore Savaşı’ndan tarihi nitelikte fotoğraflar eşliğinde notlar, her biri Ayla filmi gibi diyebileceğimiz hikayeler anlatan Kore gazileriyle söyleşiler, bazı yazarların kaleminden Kore yazıları ve şiirler…

Yüksel Baysal’a elinize sağlık, okurunuz bol olsun derken ben de onun gibi dipnotlarla bağlayayım yazımı…

DİPNOT1: “Sabahın Sessizliği Ülkesi” Kırmızı Kedi Yayınevi’nden Mart 2024’te çıktı.

DİPNOT2: Yüksel Baysal’ın dün BKM Kitap Özlüce’deki imza gününe ilgi bir hayli yoğundu. Türkiye’de ve de Bursa’da “yazarın çok okurun az” olduğu düşünüldüğünde çok sevindiriciydi.

Bursa’da yeni dönemde katılım kanalları işlevsel hale gelir mi?

Bursa’da yeni dönemde katılım kanalları işlevsel hale gelir mi?

Halkla bütünleşmekKentle kenetlenmekYönetime tam katılım sağlamakKenti ortak akılla yönetmekİstişare…”

31 Mart yerel seçimleri öncesi Bursa’da da sıkça kulağımıza çalınan ifadeler bunlar…

Hepsine eyvallah, eyvallah da sadece “nasıl?” sorusuna yanıt arıyorum:

Bursa’da yerel demokrasi kanalları nasıl açılacak, halkın yönetime katılımı hangi yöntemle sağlanacak?”

Demokratik katılım ve Bursa denince aklıma önce Erdem Saker gelir benim.

Devri iktidarında çok gezmekle eleştirilen Saker, o gezilerde gönül eğlendirmediğini, kendisinin ve dolayısıyla kentinin vizyonunu genişlettiğini, uygulamalarıyla koymuştur ortaya.

O uygulamalardan biri Yerel Gündem 21’dir.

Nedir Gündem 21?

Çıkış noktası, Haziran 1992’de Rio de Janeiro’da yapılan Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı olan, “sürdürülebilir kalkınma”yı, tüm insanlığın 21. yüzyıldaki ortak hedefi olarak benimseyen bir eylem planı.

İşte o plan çerçevesinde yerel yönetimlere düşen ana görevlerden biri karar alma, planlama ve uygulama süreçlerine halkın etkin katılımının sağlanmasıdır.

Bursa, Yerel Gündem 21 ile 1994 yılında tanıştı ve Türkiye uygulamasında da hep ön planda oldu:

– Yerel Gündem 21 çalışmaları kapsamında 1 Aralık 1994’te Şehir Danışma Dayanışma Konseyi oluşturuldu.

– Bir yıl sonra aynı gün Bursa Yerel Gündem 21 Sekreterliği kuruldu.

– 28 Şubat 1998 tarihinde Şehir Danışma Dayanışma Konseyi Kent Konseyi adıyla yeniden şekillendi.

– 1 Nisan 2001’de Yerel Gündem 21 Gençlik Çalışma Grubu Bursa Gençlik Konseyi’ne dönüştürüldü.

– 2002’de Yerel Gündem 21 Çocuk Çalışma Grubu Bursa Çocuk Konseyi’ne dönüştürüldü.

– 2003’te Yerel Gündem 21 Kadın Çalışma Grubu Bursa Kadın Meclisi’ne dönüştürüldü.

– 2004’te Yerel Gündem 21 Engelliler Çalışma Grubu Engelliler Meclisi’ne dönüştürüldü.

– 1 Ekim 2009’da Yerel Gündem 21 Genel Sekreterliği çalışmalarının Bursa Kent Konseyi bünyesine taşınması kararlaştırıldı.

Artık Bursa’da katılım denince akla Yerel Gündem 21 değil Kent Konseyi gelecekti.

Görüldüğü gibi kurumlar hazırdı, hala da var.

Peki, bu kurumlar yönetime katılma süreçlerinde ne kadar yer alabiliyor?

Kent Konseyi ve onun bünyesindeki meclislerin ve komisyonların yaptığı çalışmalar, karar alma ve planlama süreçlerini etkileyebildi mi?

Gönüllülük temelinde Kent Konseyi çalışmalarına katılan kentlilerin sözü, uygulamada ne kadar dikkate alındı?

Aynı sorular kuşkusuz ilçe belediyelerince kurulan Kent Konseyleri için de geçerli…

İlçe deyince, Mustafa Bozbey yönetimindeki Nilüfer Belediyesi’nin 2009 seçimlerinin ardından hayata geçirdiği “Mahalle Komiteleri”ni de yukarıdaki kurumsal yapıya eklemek gerek.

O dönemde planlanan yapısıyla “Mahalle Komiteleri”, adeta belediye yönetimine ortak olmaya adaydı. Projeyi katılımcı demokrasi açısından örnek kılacak bir özelliği vardı:

Her komite yaşadığı çevrenin öncelikli sorununu tespit edecek, gereksinmesini belirleyecek, yapılabilirliğini araştıracak ve belediyeden isteyecekti. Belediye de isteneni, o mahalleye ayrılan bütçe doğrultusunda yapmaya çalışacaktı. Belediyenin ‘para yok’ deme lüksü yoktu. Çünkü az ya da çok, her mahallenin nüfusa göre ayrılmış bir bütçesi olacaktı.”

Nilüfer’de “Mahalle Komiteleri” işinin pek de planlandığı gibi yürümediğini geçenlerde konuştuğum bir CHP’li “Mahalle komiteleri küçük derebeyliklere dönüştü” sözleriyle özetledi.

Tanzimat’tan bu yana Batı’nın kurumlarını ithal etmekte üstüne olmayan, sıra uygulamaya gelince bize has çözümler üreten bir siyasal yapının içinde gelinen sonuç hiç şaşırtıcı değil!

Şimdi yeni bir dönem başlıyor; Türkiye için, Bursa için…

Seçim dönemi boyunca ortaya konan “ortak akıl-istişare” söylemlerine karşın çekincelerim yerli yerinde duruyor. Çünkü adına ne derseniz deyin, ister Kent Konseyi ister Mahalle Komitesi, katılım kanalları bile isteye işlevsel hale getirilmiyor.

Katılım için kurulan bütün kurumlar, “burnunu her şeye sokan karga burun kentliler”in gazını almak için kullanılıyor.

Hani o siyasetçilerin pek sevdiği “istemezükçüler” var ya, onların!..

Vatandaş kendi mağduriyetini oylayacak

Vatandaş kendi mağduriyetini oylayacak

AK Parti için bir namus meselesi haline gelen seçimlerde adil olmayan koşullarda başladı, adil olmayan koşullarda sürüyor yarış.

Bir muhalefet partili adaya karşı diğer muhalefet partilerinin adayları ve iktidarın adayı ve iktidarın bakanları ve iktidarın maddi manevi bütün kazanımları ve onlar da yetmiyorsa ‘iktidarın Cumhurbaşkanı…’

Buradaki ‘iktidarın Cumhurbaşkanı’ hitabının yanlış kullanıldığını düşünmeyin sakın. Malum bizim Cumhurbaşkanımız partili, yani AK Parti’nin Genel Başkanı aynı zamanda, dolayısıyla ‘iktidarın Cumhurbaşkanı’ hitabının tam yerini bulduğunu düşünüyorum hem iktidarı elinde bulunduran güç olması açısından hem de muhalefet partilerinin adaylarını desteklemeyip sadece iktidar partisinin adaylarını desteklediğinden dolayı, kapsayıcılığı açısından…

Biraz ilginç oldu, ben de farkındayım. Sistem de ilginç zaten. Bu konuyu sistemin hayata geçmesiyle birlikte defalarca söyledik, yazdık, çizdik, Cumhurbaşkanlığı makamının tüm ülkeyi kapsayan deyim yerindeyse, ‘devlet baba’ sıfatının içini dolduran konumunun bozulmasının ciddi bir ayrılık yaratacağından bahsettik.

Elbette dinlenmedik, fakat şimdilerde özellikle iktidar partisiyle yollarını ayıran siyasi partilerin adayları ve yöneticileri ne demek istediğimizi gayet net anlar oldular.

Biz devletin öteki çocuklarıydık uzun süredir, mahallenin öbür tarafı, istenmeyen kesimiydik, aramıza hoş geldiniz ve iyi ki geldiniz. Böyle böyle görülecek bence yanlışlıklar ve ne demek istediğimiz. Tabii kısa sürede pes etmez, karşı mahallenin zorlu koşullarından, tozlu çamurlu yollarından yürümekten sıkılıp ülkenin cici, pırıltılı tarafına yeniden geçmezseniz.

Şunun şurasında seçime kala kala üç dört gün kaldı. İstanbul’da Ekrem İmamoğlu tek başına hem muhalefetin adayları ile hem de iktidarın adayı ve bakanları ve Cumhurbaşkanı ile yarışıyor, hatta bazı anketler kendisini doğrudan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile yarıştırıyor.

Elde edilen sonuçlar enteresan…

Metropoll Araştırmanın bu konudaki anketine bir bakın derim…

Vatandaşın oy verirken iki davranış modelinde ısrarcı olduğunu unutmamak lazım, birinci modelde, vatandaş baskın gücün yanında durmayı, en azından elindekileri yitirmemek için yeğliyor. İkinci modelde ise eğer iyi işlenir ve vatandaşın aklında bir yer edinirse, bu ülkenin insanı mağdurun yarında saf tutuyor. Birbirine tezat iki durum da yaşanan pek çok seçimde karşımıza çıktı. Hangi durumda hangi tercihin yapılacağı meselesi ikna kabiliyeti ile doğru orantılı elbette.

Buradan Bursa’ya yönümüzü çevirecek olursak şunu söylemek mümkün, Bursa Bursa olalı böyle bir bakan yağmuru görmedi.

Bakanların şehrimizi ziyaret etmesi bize memnuniyet verir elbette. Üretime bunca katkısı olan, üretim yoğunluğu nedeniyle; havası, suyu, toprağı kirlenen, 17 organize sanayi bölgesine sahip olan, var olma mücadelesi veren sanayi bölgeleri ile birlikte sanayi bölgesi sayısı 21’e yükselecek olan, bunlar yetmezmiş gibi seçimlerin hemen ardından 3 sanayi bölgesini daha bünyesine katarak bereketli tarım topraklarından bir miktarını daha kaybedecek olan, ovası harap, aldığı göçler nedeniyle insanı bedbaht olan Bursa’nın ürettiğinin çok altında hizmet aldığını defalardır söylüyoruz.

Hani insan diyor, bunca Bakan geliyor, bari derdimizi anlatalım, şehrimiz her bir bakanın bakanlığı kapsamındaki hizmetlerden yeterince yararlansa zaten abad olur, o da olmuyor.

Bakanlar birkaç kurum ziyaretinin ardından çıktıkları kürsülerde, ‘bizim belediye başkanımıza oy yoksa, size benim bakanlığımdan hizmet de yok’ minvali konuşmalar yapıp gidiyorlar geldikleri gibi hızlıca.

Onların da işi zor. Ülke 81 ilden 922 ilçeden oluşuyor. Her birine gidilecek, her birinde ufak tefek ziyaretler yapılacak, hiç tanımadıkları adayların elleri kaldırılacak, kulaklarına fısıldanan aday adı zikredilerek adaya oy istenecek ve üstüne ‘Bizim adaya oy yoksa hizmet de yok’ gibi konuşmalar yapılacak. Hatta bazı noktalarda bu konuşmaların dozu öyle kaçacak ki, misal Balıkesir’de olduğu gibi; “Bize destek sözü vermeyen, bizle beraber bu kadar ilişkimize rağmen arkamızdan iş çevirenlerle de şehrin bir hesabı olacaktır” denilecek.

Tüm bu konuşmalar gösteriyor ki, iktidar cephesinde mağduriyet yok, onların dili güçlünün güçsüzü ezeceğinden bahsediyor. Yani iktidar vatandaşın ilk oy kullanma refleksine oynuyor.

17 bakan ve Cumhurbaşkanı ile yarışan adayları ise ucuz ekmek kuyruklarında, ucuz et kuyruklarında, iftar çadırları önündeki ucuz yemek kuyruklarında bekleyen, bu yılı emekliler yılı ilan ettik diyen hükümetin verdiği ile ayın sonunu değil yarısını dahi getiremeyen emekliler oylayacak.

Adayları, ekonomik çöküş nedeniyle üniversiteyi bırakan gençler, bu ülkede gelecek göremediği için başka ülkelere gitme planları yapan üniversite mezunları, iki üniversite bitirdiği halde iş bulamayanlar, ailesine bakamadığını düşündüğünden erken yaşlanan babalar, çocuklarının beslenme çantasına bir kutu süt koyamayan anneler oylayacak.

Yani bu kez vatandaş eğer ikna olursa aslında kendi mağduriyetini oylayacak.

Kanaatkar Türk insanı bu mağduriyete ikna olacak mı?

Onu da Pazar günü göreceğiz…

Siyasetin finansmanı

Siyasetin finansmanı

Ülke genelinde kurulu siyasi parti sayısı 100’ün üzerinde olmasına rağmen bu yerel seçimlere 30’un üzerinde siyasi partinin katılma hakkı mevcut.

Öte yandan ülke genelinde reklamları olan siyasi parti sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor.

Bir çok parti çoğu yerde aday çıkaramadı y ada yeterli sayıda adayları yok…

Bazı yerlerde meclis üyesi adayı çıkardı, başkan adayı çıkaramadı.

Keza Bursa’da durum farklı mı?

Hayır…

Gerçek olan ise bazı siyasi partilerin hazine yardımı alması bazılarının da başvurulardan ücret alması.

Bunun yanı sıra adayların finansal gücü de önemli.

Adaylık sürecinde aslolan ise bu dönemde gerçekleşen harcamaların parti ya da aday tarafından karşılanması.

Ülkemizde ise yapılması gereken ise basit: Siyasetin finasmanının devlet eliyle değil partiye gönül verenler ya da siyasete soyunanlar tarafından kendilerinin karşılanması.

Yine her seçim sonunda tüm siyasi partiler ve adayları yapmış oldukları harcamaları kamuoyu ile paylaşmalı.

Bununla beraber bütçeden aktarılan hazine yardımlarının tamamen kaldırılması da yöntemlerden biri….

Hazine yardımı kalkınca her siyasi parti kendi gönüldaşları ile finanse edilmiş olur.

Doğru olan da bu.

Kamunun kaynakları bu sayede daha farklı şekilde kullanılmış olur.

Yine şunu da ifade etmek gerekiyor. Parti amblemi ve aday ibaresi kullanılmadan belediye başkanları reklam bütçelerini kanunun kendine verdiği haklar ölçüsünde kullanabilmeli.

TBMM’nin 1 Nisan’dan sonraki oturumlarda bunu gündeme getirmesi şart…

Gerçekleşecek düzenleme ile siyasi partiler arasında haksız rekabet de ortadan kalkmış olur. Bu sayede demokrasinin gelişimine de katkı koyulmuş olur.

Öneri bizden değerlendirmek yetkililerden…

Yerel Bakış’ın konuğu Turhan

Yerel seçimler öncesi Norm Haber ekranlarında konuklarımızı ağırlamaya devam  ediyoruz.

Çarşamba günü de saat 13.00’de Cumhur İttifakı AK Parti Büyükorhan Belediye Başkan Adayı Kamil Turhan canlı yayın konuğumuz olacak.

Turhan’ın projelerini konuşacağımız programımızı Norm Haber ekranlarından ve sosyal medya hesaplarından izleyebilirsiniz.

 

‘Derdim Hakkari’ dedi ve annelerle yola çıktı

‘Derdim Hakkari’ dedi ve annelerle yola çıktı

“Derdim Hakkari” diyerek hizmet yoluna koyulan AK Parti Hakkari Belediye Başkan Adayı İsmet Ölmez, gelinen noktada başta anneler olmak tüm Hakkarililerin ‘evet’ dediği isim oldu.

İş insanı İsmet Ölmez’in ismini bölgede duymayan neredeyse yoktur. Yardımsever, çalışkan, azimli, mütevazi ve elde ettiği bunca başarıya rağmen geldiği yeri unutmayan biri İsmet Ölmez.

Yıllardır ben de kendisine dair pek çok değerli cümle işitmiştim, fakat tanışmak kısmet olmamıştı. Seçim çalışmaları vesilesiyle kendisine ziyaret ettim ve Hakkari’ye dair hizmet başlıklarını dinledim. Anlattığı her hizmet başlığına öyle hakim ki anlatırken bile her şey beynimde tek tek canlanıyor ve oturuyordu. Hakkari’nin ihtiyaçlarını realist cümleler eşliğinde aktarıyor ve depreme, istihdama, eğitime, turizme, sanata, spora, kültürel faaliyetlere, diğer hizmet alanlarına dair yapılması gerekenleri sıralıyordu.

31 Mart yerel seçimlerinde Hakkari adayı olarak ismi açıklanınca doğrusu önce çok şaşırmıştım, çünkü şimdiye kadar kendisini aktif siyasette görmemiştim. Peki nasıl mı İsmet Ölmez ismi öne çıkmış? Hakkarililer önce evde, işte, kahvede, dost sohbetlerinde kendi arasında konuşurken Ölmez’in ismi yavaş yavaş zikredilmeye başlamış. Kısa zaman sonra bu konuşmalar küçük bir kar tanesinin kocaman bir sevgi dağına dönüşmesiyle “aday olarak sadece İsmet Ölmez’i istiyoruz” talebinin Ankara’ya iletilmesine varmış. Sonrasında yapılan tüm anketlerde de çıkan tek isim İsmet Ölmez olmuş.

Aday olarak ismi açıklandıktan sonra Hakkari’den aldığım tüm notlar da umuttan yana oldu, çünkü İsmet Ölmez’in isminin zikredilmesi bile herkeste büyük bir güven ve tazelik yaratmıştı.

Bilhassa Hakkarili anneler

Evlatlarının geleceğini, hayallerini, huzurunu, eğitimini düşünen annelerin yüreğinde; en coşkulu baharların, en mis kokulu dağların, en bereketli ovaların ferahlığı var şimdi İsmet Ölmez sayesinde.

Hakkari’yi görenler bilir ne denli bir cennet olduğunu. Yeraltı ve yerüstü kaynaklarıyla, doğasıyla, iklimiyle, tarihi ve kültürel birikimiyle muazzam bir coğrafya Hakkari. Ve çoğu zaman dediğim gibi “bana göre farklı bir gezegen” Hakkari.

Türkiye’nin çatısı ve Türkiye-İran-Irak kesişimiyle değerli bir stratejiye sahip olan Hakkari, maalesef ki tüm potansiyellerini yeterince kullanamadı şimdiye kadar. Son yıllarda içeride ve dışarıda yürütülen başarılı operasyonlar sonucunda terörden kurtulan bölge insanının “şimdi istihdam-şimdi kalkınma-şimdi hizmet” deme zamanıdır. Zira demir tavında dövülmeli ki kusursuz sonuçlar elde edilsin.

Benim mevcut Hakkari’de bizzat gördüğüm tablo, insanların mahalle baskısı zincirlerini kırmaya başladığı yönünde. Bu tablonun mimarı olarak da aday İsmet Ölmez gösteriliyor.

Ölmez’in samimiyeti, mütevazi duruşu, azimli kişiliği Hakkarililerin etrafında kenetlenmesine sebep olmuş.

Hane hane dolaşıp hemşerilerini dinleyerek güven veren İsmet Ölmez aslında daha seçilmeden yıllardır yapılmayan hizmetleri yapmaya başlamış bile. Doğalgaz altyapısını evine çekemeyen 500 ailenin tüm masraflarını karşılamış… Toplu taşıma araçlarının bedelini ödeyerek halka ücretsiz yapmış… Hakkarili üniversite öğrencilerine burs bağlamış… Mergabütan Kayak Merkezinin tüm masraflarını karşılayarak halka ücretsiz kılmış… Gençlerin faaliyetlerini desteklemiş… Hastaların tedavilerini üstlenmiş… İhtiyaç sahibi aile ve bireylerin sorunlarını çözmüş… Ve daha nicesinin tüm giderlerini aylardır kendi cebinden karşılayarak yapıyor. Peki şimdi Hakkarililere soruyorum; şimdiye kadar bunları sizin için düşünen ve yapan oldu mu?

İsmet Ölmez’i genç, yaşlı, kadın, erkek herkes aleni bir şekilde destekliyor fakat anneler daha bir coşkulu, çünkü onların yüreğindeki yaralar ve korkular hala çok taze. Terör sevicilerin ve övücülerin açtığı yaralar annelerin yüreğini kasıp kavurdu onlarca yıl! Anneler şimdi evlatlarına sımsıkı sarılmış, onlar için hayal kurabilmenin sevincini yaşıyor.

Doğu ve Güneydoğu’yu adım adım görüp tanıyan bir kadın olarak gayet iyi biliyorum yüreği yaralı annelerin gözlerindeki “evlat endişesini…”

İşte tam da bu endişeyle anneler İsmet Ölmez’e can simidi niyetine sımsıkı tutundular.

Evet sandığa sayılı günler kaldı ve gördüm ki bu kez Hakkari’de tarih yazacak annelerin evlat kokulu yüreği.

CHP Bursa’yı ‘gönüllüler’ ile mi kazanacak?

CHP Bursa’yı ‘gönüllüler’ ile mi kazanacak?

31 Mart yerel seçimlerine artık sadece 6 gün kaldı.

CHP Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mustafa Bozbey, 4 gün önce sosyal medya hesabından bir paylaşım yaptı:

Özlediğimiz, istediğimiz, hak ettiğimiz Bursa’yı el ele, omuz omuza, hep beraber oluşturmak için Bursa Gönüllülerine katılın!”

Bozbey’den bir gün sonra da CHP Bursa İl Başkanlığının sosyal medya hesabından benzer bir paylaşım geldi:

Şehrimizi çağdaş, demokrat ve yemyeşil bir geleceğe kavuşturacak bu önemli seçimlerde Bursa’mızın geleceğine hep birlikte sahip çıkalım.”

Bozbey’in sosyal medya hesabından dün de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun görüntülü mesajı yayınlandı.

İmamoğlu, “Sevgili Bursalılar” diye başladığı mesajında şunları söylüyordu:

İstanbul’dan deneyimimle ifade etmek isterim. İstanbul’da 2019’da çok önemli sorumluluk alan, siyaset dışında kalmış, siyasetle ilgilenmemiş İstanbulluların kurmuş olduğu İstanbul Gönüllüleri inisiyatifi muazzam bir görev gördü ve bu görev aslında geçen yıl seçimde de devam etti. Bursa’da da bu gönüllülüğün son seçimde çok değerli işlere imza attığını biliyorum. Bu anlamda Bursa’da bu göreviniz henüz sona ermedi. Açıkçası ‘Ben de buradayım, ben de Bursa’yım’ diyen kıymetli Bursalı hemşerilerimi ‘Bursa Gönüllüleri’ olmaya davet ediyorum. İstanbul’da ‘İstanbul Gönüllüleri’, Bursa’da ‘Bursa Gönüllüleri’ bu seçimin kahramanı olsun.”

İmamoğlu’nun söylediğinin aksine 2023 seçimlerinde “Bursa Gönüllüleri”nin adını pek duymadık!

2019 yerel seçimlerinde “Mustafa Bozbey Gönüllüleri” vardı. Vardı ama CHP açısından sandık güvenliğini sağlamaya gönülleri varsa da güçleri yetmemişti ya da organize edilememişlerdi.

Oysa CHP’nin 2019’da İstanbul’da yazdığı başarı hikâyesi esasen bir organizasyonun sonucuydu. Organizasyonun mimarı da dönemin CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’ydu.

Sahada Ekrem İmamoğlu’nun yanında pek görünmeyen Kaftancıoğlu, sandık güvenliği komisyonunun başına geçmiş, sandık güvenliği ve görevlilerin eğitimini başlıca iş olarak benimsemişti. 31 bin 186 sandıkta boşu yoktu. “İstanbul’da verilen her oya sahip çıkacağız” diye söz vermişti ve bunu – kendi ifadesiyle – “takıntılı bir şekilde” yaptı.

“İstanbul Gönüllüleri” o organizasyonun önemli ama küçük bir parçasıydı. Çok aktif çalıştılar, CHP’nin sisteminden bağımsız bir program kurarak sadece büyükşehir belediye başkanlığı yarışının verilerini topladılar.

Kısacası CHP, üyesiyle gönüllüsüyle 15 milyonluk İstanbul’da 31 bin 186 sandığı tutmuştu ama 3 milyonluk Bursa’da 6 bin 841 sandığa sahip çıkamamıştı!

5 yıl sonra yine bir yerel seçim…

Sürecin başından beri CHP’de il başkanından ilçe başkanlarına kadar kime sandık güvenliğini sorsanız “o iş tamam, sandık görevlileri hazır, hem de yedekleriyle birlikte hazır, hatta yedeklerin yedekleri bile hazır” diye yanıtlar veriliyor.

Durumun o kadar parlak olmadığı ise seçime bir hafta kala alelacele organize edilmeye çalışılan “Bursa Gönüllüleri” ile ortaya çıkıyor. “Bursa Gönüllüleri”nin herhangi bir siyasi partinin parçası olmadığı söylense de platformun internet sitesi Mustafa Bozbey’in fotoğraflarıyla süsleniyor. “Bursa Gönüllüleri”nin temel amacı da “Bursa’da, oy kullanılacak her sandık alanında ıslak imzalı sonuç tutanaklarına ulaşmak ve seçimde gözlemci olarak seçim güvenliğine destek olmak” olarak açıklanıyor. CHP adayı Bozbey, gönüllüleri toplayıp onları şimdiden kahraman ilan ediyor.

Seçim öncesi sivil bir organizasyon elbette yapılabilir ama Bursa’da CHP bunu ancak son viraja girildiğinde aklediyor. Gelişmeler zaten uzun süredir üzgün, kırgın, yılgın, kızgın ve hatta umutsuz olan CHP seçmenini iyice karamsar hale getiriyor. Öyle ki CHP’nin belediye başkan adayları şu sıralar sahada kendilerini herkesten çok CHP seçmenine anlatmak zorunda kalıyor!..

CHP’liler CHP’lileri ikna etmeye çalışıyor!

Oysa CHP Bursa’da sandık sınavına – gönüllülere bel bağlamadan – çoktan hazır olmalıydı. O sınava en iyi hazırlanması gereken de 5 yıl önce İstanbul’da “Kendimizi, kendi geleceğimizi değil, kenti düşünüyordum. En büyük motivasyonum buydu. Tarihe ‘İstanbul’u AKP’den alan il başkanı’ olarak geçmek bana bir ömür yeterdi.” diyen Kaftancıoğlu gibi “50 yıl sonra Bursa’yı kazanan il başkanı olacağım” diyen CHP Bursa İl Başkanı Nihat Yeşiltaş’tı.

Kaftancıoğlu gibi kendini sandık güvenliğine vermek yerine neredeyse tüm mesaisini büyükşehir adayının peşinde koşmaya ayıran Yeşiltaş başkanlığındaki CHP’nin sınava ne kadar hazırlandığını kısa süre sonra göreceğiz.

5 yılda bir yapılan bu sınavın bütünlemesi yok, ya geçersiniz ya kalırsınız!

 

Nilüfer’de makas daraldı mı?

Nilüfer’de makas daraldı mı?

Yerel seçimler öncesi CHP‘lilere sorsanız, kazanmayı en garanti gördükleri ilçe noktasında verecekleri ilk yanıt Nilüfer olacaktır…

Bu tespiti, soracağınız tüm CHP’liler yapar.

Hatta Bursa’daki bir çok seçmen…

Nedeni basit.

AK Parti‘nin yerelde iktidar olamadığı tek ilçe…

Bir tarafta bu gerçekler varken, diğer tarafta görünen o ki CHP tabanında da aday belirleme yöntemi başta olmak üzere  hoşnutsuzluklar olduğu kesin.

Benim de tanıdığım birçok CHP’li gösterilen adaya oy vermeyeceklerini, başka bir adaya yöneleceklerini ifade ediyor.

Bunun yanı sıra sandığa gitmeme eğiliminde olanlar da mevcut.

Bir tarafta bu gerçekler varken, diğer tarafta da Cumhur İttifakı’nın adayı Celil Çolak var.

Çolak, akademik odalardan gelen bir isim. Nilüfer’i tanıyor, ilçede belediye meclis üyeliği ve ilçe başkanlığı gibi görevleri de yapmış bir isim.

Cumhur İttifakı’nın AK Parti dışında iki siyasi partisi MHP ve BBP de Çolak’ı fazlasıyla sahiplendi.

MHP Nilüfer İlçe Başkanı Levent Karakoç‘un ve ekibinin saha çalışması da dikkatlerden kaçmıyor.

Buna bir de Cumhur İttifakı’nın adayı Celil Çolak’ın insani ilişkileri ve çalışma azmi eklenince Cumhur İttifakı ilk defa bu dönem Nilüfer için önceki yıllara göre fazlasıyla umutlandı.

Öte yandan pazar günü CHP’ye yakın bir isimle görüştüğümde makasın çok daraldığını ifade etti. Bu da ilçede kıyasıya bir yarış olduğunun göstergesi…

Daha önce yazdığımız gibi önümüzdeki yerel seçimler çok şeye gebe…

Öyle sonuçlar çıkacak ki herkes şaşıracak gibi gözüküyor.

Biz yine de sandıkların açılmasını bekleyip sonucu görelim…

Seçimlere katılım oranı ne olacak?

Enteresan bir seçim süreci yaşıyoruz. Seçim yerel olmasına rağmen tepkiler genel politikalara. Bir tarafta bu gerçekler varken, diğer tarafta da adaylara karşı hoşnutsuzluk var.

Genel politikaya tepki noktasında en kuvvetli ses yaklaşık 17 milyon emekliden geliyor. Bu emeklilerin birçoğu geçim zorluğu yaşıyor ve 10 bin TL maaş alıyor.

Yine seçimlerin bir özelliği ise senelerdir AK Parti ve Cumhur İttifakı’na oy veren seçmenin tavrı…

Onların elinde iki koz var, onlardan birçoğu “elim sola gitmiyor” diyenlerden. Bunların bir kısmının sandığa gitmeme eğiliminde olduğunu gözlemliyoruz. Bu eğilim seçimlerin sonucunu etkileyecek etmenlerden.

Bir de partilerin gösterdikleri adayları beğenmeyen seçmen kitlesi var. Onlar da benzer bir eğilim içerisinde…

Bunları üst üste koyduğumuzda seçime katılım oranının yüzde 83’ün altına düşmesi durumunda yine sandıktan tahminlerden farklı bir sonuç çıkabilir…

Kısaca bu seçimlerin sonucunu sandığa gitme oranları belirlerse şaşırmamak gerekir!..

Bizden söylemesi…

Fıkra eski, olaylar yeni…

Fıkra eski, olaylar yeni…

Pek meşhur, hatta meşhurluğu nedeniyle hayli de bayat bir fıkra vardır. Fıkra bayat, ancak anlatacaklarım sıcak olduğundan bu fıkrayı anlatmak şart…

Efendim, vakti zamanında hayata gözlerini yummuş, fıkra bu ya cennet cehennem kapısına gelmiş, günahları nedeniyle de cehenneme düşmüş bir fani varmış. Kendisine cehennemi gezdiren zebaniler, altında ateş yanan, içi fokur fokur kaynayan kazanları göstererek tek tek tarif etmeye başlamışlar hangi günahkarların hangi kazanlarda yandığını.

Bu kazanda yalan söyleyenler yanıyor demişler üzerinden dumanlar çıkan bir kazanı göstererek, bu kazanda hırsızlık yapanlar yanıyor demişler biraz ilerideki kazan için, bu kazanda kul hakkı yiyenler yanıyor demişler hemen bitişikteki kazan için. Zebaniler böyle anlatmaya devam ederken günahkar faninin dikkatini bir şey çekmiş. Tüm kazanların başında bir zebani varmış, elinde de kocaman bir sopa, kazandan dışarıya başını çıkarmaya çalışanı tekrar kazanın içine itmekmiş bu zebanilerin görevi.

İşin ilginç yanı kazanlardan birinin başında hiç zebani olmamasıymış, zaten o kazanda başını dışarıya çıkarabilen günahkar da yokmuş.

Fıkranın kahramanı günahkar fani kendisine cehennemi gezdiren zebaniye sormuş, ‘bütün kazanların başında bir zebani var, bu kazanın başında neden kimseler yok!’

Zebani korkunç sesiyle bir kahkaha atmış ve şöyle demiş; ‘O kazanın içinde günah işlemiş sosyal demokratlar var. Başlarına zebani koymamıza gerek kalmıyor. Onlar kazandan başını çıkarmaya çalışanı paçasından tutup aşağıya çekiyorlar zaten.’

Dedim ya fıkra eski, fakat olaylar gayet yeni…

Önümüzdeki yerel seçimde Bursa için ciddi bir iddia ortaya koyan CHP’nin Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mustafa Bozbey’in kazanmaya çok yakın olduğunu en başından bu yana söyledim. Sahadaki gözlemlerin dışında açıklanan pek çok anket de bu görüşümü haklı çıkardı. Bozbey ya yarışı kazanan aday olarak gösterildi ya da yarışı kazanmak için birkaç puan geriden gelen isim olarak.

Buraya kadar her şey normal.

Fakat buradan sonrası tam bir fıkra gibi…

Çünkü sandıklarda sorun olduğu iddiaları aldı başını gidiyor.

Kulisler istemediği halde sandık görevlisi yazılanların isyanından tutun da bir önceki seçimin sandık görevlisi listelerini kontrol etmeden olduğu gibi sandık görevlisi olarak teslim edilmesine kadar pek çok konu ile ilgili tartışmalarla dolu.

Hemen hatırlayalım, geçtiğimiz seçim ne olmuştu da CHP Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mustafa Bozbey sandıktan ikinci çıkmıştı?

Elbette sandıkların bir bölümünün boş kalması nedeniyle…

Tam da bu nedenle sandık meselesini çok önemsiyorum, adaylar ve ilçe başkanları sandıklarla ilgili bir sorun olmadığının altını ısrarla çiziyor.

O halde şöyle demek en doğrusu; sandıklarda sorun varsa önümüzdeki beş günlük sürede bu konuya yoğunlaşıp meseleyi sorun olmaktan çıkarın, eğer ortada sorun yoksa örgütün içinde dolaşan ‘sandıklar boş’ söylemlerinin sona ermesini sağlayın ki, zaten sandığa gitmenin anlamlı olup olmadığını kafasında tartıp duran CHP seçmeni bir kez daha oy kullanmak konusunda ikileme düşmesin.

Bir bilgilendirme de CHP Mudanya Belediye Başkan Adayı Deniz Dalgıç’ın kaçak inşaatına zabıt tutulmasına konusuyla ilgili gelsin.

Dalgıç’ın avukatı kamuoyunun bilgisine sunduğu açıklamada şöyle diyor;

“Yapı denetçisinin Kasım ayında müvekkilimin inşaatıyla ilgili hazırladığı raporda ‘yağmur suyu toplama havuzu ve makine dairesi’ ile ilgili belirtilen düzenlemeler 20 gün içerisinde hızla yapılmış ve Mudanya Belediyesi’nin ilgili birimine bildirilmiştir.

Belediye tarafından yapılan kontrolde herhangi bir sorun olmadığı rapor edilmiştir. Ancak her nasılsa, Mudanya Belediyesi müvekkilimin şirketine 10 Ocak’ta eksikliğin giderilmediğini yazmış, daha sonra itirazımız üstüne ‘memur sehven yaptı’ diyerek hatanın düzeltileceği bildirilmiştir. Buna rağmen yasal süre olan 30 günün dolmasını beklemeden, büyük bir hızla evrakları savcılığa gönderdikleri ortaya çıkmıştır.

Ancak yasa gayet net ve müvekkilimin de herhangi bir kusuru olmadığı açıktır.

Bu durum, Mudanya Cumhuriyet Başsavcılığımız tarafından ‘kovuşturmaya yer olmadığına’ dair hükmüyle açıklığa kavuşmuştur!”

Amacım kimsenin dürüstlüğünü savunmak, kimseye kefil olmak falan değil. Ben yazının başındaki fıkraya atfen aktardım tüm bu bilgileri…

Dedim ya, fıkra eski, ama olaylar yeni…

Her şey sudan ucuz olacak!

Her şey sudan ucuz olacak!

Havalarda uçuşan seçim vaatlerinden biri gibi gelen bu başlık, çok da uzak olmayan bir gelecekte gerçekleşebilir! Çünkü iklim krizinin yarattığı sorunlar bir yana su kaynaklarımız ağır saldırı altında.

Uzmanları, 2032 yılına kadar dünyanın neredeyse yarısından fazlası bir nüfusun su anlamında kıtlık ile karşı karşıya kalacağını öngörüyor.

Peki ama neden?

Su da hava gibi toprak gibi hayat kaynağı demek. Üstelik insanoğlu bu doğal kaynakları üretemez. Bu durum 21. yüzyılın başlıca sorunlarından biri olarak dünyayı su kıtlığı ile yüz yüze bırakıyor. Çünkü dünyanın yaklaşık yüzde 71’i su ile kaplı olsa da canlıların yaşamını devam ettirebilmesi için tatlı suya ihtiyacı var. Dünyamızdaki suyun ise sadece yüzde 2,5’ini tatlı sular oluşturuyor.

Üstelik bizim gibi ülkelerin doğal kaynaklarının uluslararası sermaye grupları tarafından rant olarak görülüp yağmalanması (yerli işbirlikçilerine paylarını vermeleri şartıyla) çok kolaylaştı.

Ülkenin dört yanında köylüler, sivil toplum örgütleri ve çevre aktivistleri seslerini duyurmaya çalışıyor. Bursa’da bu konuda DOĞADER, Su Kolektifi ve Akademik Odalar yoğun çaba harcıyor.

Maden ocaklarına, taş ocaklarına, HES’ler ile doğanın talanına karşı bir sivil tepki oluşturulmaya çalışılıyor. Ancak yeterli kamuoyu desteği olmadığı için mevcut tablo çok karamsar.

Su sınırsız bir kaynak olarak görülse de ülkemizde kişi başına düşen su miktarı 1000 metreküpün altında, 2025 yılına kadar kişi başına düşen su miktarının kritik sınırın altına düşmesi işten bile değil!

Ancak gün geçmiyor ki ÇED raporu sürecini kolaylaştıracak bir yasa çıkmasın. Gün geçmiyor ki orman alanlarına maden ruhsatı verilmesinin önünü açan bürokratik kolaylıklar yasallaşmasın. Gün geçmiyor ki ellerinde izinleri ile vahşi madencilik için arsızlaşmış firmalar şansları denemek için ortaya çıkmasın.

Bunun en yakın örneği Orhaneli bölgesinde yaşanıyor. Daha yeni Firoz köyünde planlanan taş ocağı açılması girişimine yargı dur dedi. Ancak aynı bölgede Dağgüney köyü için bir girişim başlatılmış şimdi de.

Buna karşı Dağgüney Mahallesi Kültür ve Yardımlaşma Derneği ile DOĞA-DER bir ortak açıklama yaptı;

GÜNEYDER Başkanı Hüseyin Yüce, suyun önemine değinerek dünya ve canlılar için büyük bir rolü olduğunu ifade etti.

Yüce, “Dünya genelinde her yıl 74 milyon kişi hayatını yetersiz su ve hijyen sorunları nedeniyle hayatını kaybederken yaklaşık 2 milyar insanın güvenli içme suyundan yoksun olduğu biliniyor. Yerele baktığımızda da tarımda, hayvancılıkta ve bizlerin hayatımızın her anında önemli bir yeri olan suyumuzun ve doğamızın maalesef mermer ocakları tarafından kirletildiğini görmek içimizi acıtıyor. Bugün Dağgüney Mahallemizde de yapılan tam da budur. Tarım alanlarımızın tam ortasına hançer gibi saplanan bu ocak ve açılacak diğer mermer ocakları Dağgüney ve komşu mahallelerimizin doğal yaşamını tahrip ettiği gibi hemen yanı başımızdan akan Bursa’ya içme ve kullanma suyu sağlayacak olan Kocasu Deresi‘nin de kirlenmesine sebep oluyor. Kocasu Deresi’nden akan su Çınarcık Barajı‘na akmakta, oradan da Doğancı Barajı’na ulaşarak Bursa’nın günlük su ihtiyacının karşılanmasında önemli bir yere sahip. Bizler burada Dağgüney Mahallemizin tarımını, doğasını ve tabii güzelliklerini korumakla birlikte Bursa’nın da içme suyunu koruyoruz”” dedi.

DOĞADER adına konuşan Murat Demir, “Her yere olur olmaz maden ruhsatı vermeyeceksiniz. Burada akan su Bursa’nın suyunu sağlayacak. Büyükşehir Belediyesi ’50 yıllık bir plan yaptık’ diyor. ’50 yıl bu su Bursa’ya yetecek’ diyor. Bu suyu biz madencilere verirsek, kirletirsek, yok edersek Bursa 50 yıl içerisinde ne içecek?” diye sordu.

Demir, “Doğanca Barajı’nın üstünde onlarca madencilik faaliyeti var ve Doğanca Barajı’nı tehdit ediyor” ifadelerini kullanarak, “Biz istiyoruz ki madencilik faaliyetleri bilimsel, kontrollü yapılsın. Onlarca ruhsat verilmesin, ihtiyaca göre ruhsat verilip takip edilsin. Vahşi madencilik yapılmasın” dedi.

Baraj besleyen kaynakların önemini geçtiğimiz yıl resmi ağızlardan gelen açıklamalar da ortaya koyuyor.

“Bursa’nın su ihtiyacının yüzde 85’i Nilüfer ve Doğancı barajlarından, yüzde 15’i de durağan kaynaklardan sağlanıyor. Barajların yıllık su kapasitesine baktığımızda Nilüfer Barajı’nın 60 milyon, Doğancı Barajı’nın da 125 milyon metreküp olduğunu biliyoruz. Bursa’da günlük 425 bin metreküp su tüketilmektedir” deniyor.

Bu koşullarda hiçbir su kaynağı ömrü kısıtlı, sözüm ona ihracat geliri sağlayan mermer ocakları için riske edilemez.

Buna bir dur denmeli!

Peki nasıl?

Şüphesiz halkın duyarlılığı ve yasa koyucuların önceliklerini değiştirmek için sağlanacak birlik beraberlikle. Bu doğa yağmalarına her alanda karşı çıkmak için örgütlenme ile.

Kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı keser!

O ağacın gövdesine kenetlenecek bir duyarlılık her şeyin başlangıcı.

Yeniden Refah Partisi, yerel seçimler, tepkiler ve analizlerim…

Yeniden Refah Partisi, yerel seçimler, tepkiler ve analizlerim…

Hatırlatmakta fayda var…

Bir önceki gerçekleşen genel seçimlerde DSP, HÜDAPAR, BBP, YRP, MHP ve AK Parti Cumhur İttifakı olarak seçimlere girmişti.

Öte yandan DSP ve HÜDAPAR’ın da Cumhur İttifakı’nın listelerinden seçime girerek temsilcilerini TBMM’ye gönderdiğini bir kez daha ifade edelim…

İttifak içindeki diğer siyasi partiler BBP, MHP ,YRP,  AK Parti listelerinden değil kendi listeleri seçime girmeyi tercih etmişlerdi.

Önümüzdeki yerel seçimlerde DSP, HÜDAPAR ve YRP kendi logoları ile seçime girmeyi tercih ederken,  BBP bazı yerlerde kendi logosu ile seçime girmeye hazırlanıyor, bazı yerlerde ise Cumhur İttifakı’nı destekliyor.

Keza aynı durum MHP için de geçerli..

AK Parti’nin de MHP’yi desteklediği iller ve ilçeler mevcut..

Ama gelinen seçim sürecinde ülke genelinde AK Parti kurmaylarının YRP’ye karşı tutumları dikkatlerden kaçmıyor.

Hatırlatmakta fayda var: Bir önceki yerel seçimlerde AK Parti’nin uzun yıllardır elinde olan  Ankara ve İstanbul başta olmak üzere birçok belediyeyi Millet İttifakı daha doğrusu CHP kazanmıştı.

İstanbul’da yenilenmeden önce ilk kaybedilen seçimde fatura Saadet Partisi’ne kesilmişti.

Şimdi benzer bir durum ortaya çıkarsa diye Yeniden Refah Partisi’ne yükleniliyor.

Netice de DSP ve HÜDAPAR’a ses çıkarmayan kurmaylar YRP’ne ses çıkarıyorlar. Çünkü DSP ve HÜDAPAR’ın ülke genelinde büyükşehirlerde dengeyi değiştirecek bir etkisi gözükmüyor.

Bugün YRP için dengeyi değiştirebilecek parti görünümünde.

Bu yüklenmenin asıl sebebi o olduğunu düşünen bir çok siyaset bilimci bulunuyor..

Öte yandan bu seçimlerde İYİ Parti tabanının da ilginç tavrı var. O tavır da ilçede farklı oy kullanmak, illerde farklı oy tercihi…

Yine CHP’den oy kaybı gerçekleşmediği için Memleket Partisi’nin de varlığı yokluğu belli değil…

Benzer eğilim YRP’de olsa idi ve YRP büyükşehirlerde aday çıkarmasaydı bu tartışmalar; ya da diğer bir ifade ile  odak noktasında yer alan YRP yine hedef olur muydu diye düşünenlerdenim.

Bana göre kesinlikle hedef olmazdı.

Aslında  Cumhur İttifakı’nın iki ana partisi başta AK Parti ve MHP kurmaylarının asıl sorgulaması gereken şu değil mi?

Bir önceki seçimlerde elini kolunu sallaya sallaya yerelde ve genelde yüzde 50’yi aşarak  iktidar olan AK Parti neden ittifaka gerek duyuyor?

İttifak olmasına rağmen neden istediği önceki dönemlerde aldığı oy oranına ulaşamıyor?

Yine YRP’ne oy kayma sebepleri nelerdir?

Aday belirlemedeki yanlışlıklar mı?

Ya da tabanın sesine yeteri kadar yer verilmemesi mi?

Ya da mental yorgunluğu mu?

Ya da il ve ilçe yönetimlerine duyulan tepkiler mi?

Bir başka sebep de emekli maaş yetersizliği mi?

Ya da hepsi mi?

Bu yukarıda yazdığım sorunlardan en azından emeklilerin durumu düzeltecek seyyanen zam açıklaması dahi bu kaymanın yönünü terse çevirebilir…

Bunun için hala zaman var…

Bakalım bu açıklama yerel seçimler için son haftaya girdiğimizde gerçekleşecek mi?

Sonrasında seçmen eğiliminde değişim olur mu?

Bu soruların yanıtlarını bu hafta sonu öğrenmiş olacağız…

Bekleyip görelim…

2024 Akre Nevruzu dünyayı buluşturdu

2024 Akre Nevruzu dünyayı buluşturdu

Irak Kürt Bölgesel Hükümeti Başbakanı Mesrur Barzani’nin düzenlediği 2024 Akre Nevruz Programı vesilesiyle dünya Akre’de buluşmuş gibiydi.

Irak Dışişleri Bakan Yardımcısı Mohammed Bahr-aluloom ve Irak Dışişleri Bakanlığı’ndan üst düzey yetkililerin, Irak’ta bulunan büyükelçilerin ve Bağdat ve Erbil’deki misyon temsilcilerinin misafir edildiği Akre Nevruz programında bulunmak benim için de büyük bir onurdu…

Öncelikle belirtmek istiyorum; Başbakan Mesrur Barzani’nin ve tüm protokol birimlerinin ev sahipliği kurumsal bir devlet anlayışı içerisindeydi. Her şey en ince ayrıntısına kadar düşünülmüştü ve kusursuzdu. Kürt halkının mütevazi misafirperverliği 2024 Akre Nevruzu’nda bir kez daha kendisini gösteriyordu.

Teşekkürler Sayın Başbakan….

Nevruz bu yıl bereketli yağmurlar eşliğinde gelmişti; Erbil’e, Duhok’a, Zaho’ye, Akre’ye ve nicesine…

Yağan yağmura aldırış etmeden Nevruz’un heyecanına bizler de ortak olmuştuk. Genç, yaşlı, çocuk, kadın, erkek herkes en güzel yöresel kıyafetlerini giyip koşmuştu Akre’ye. Rengarenk elbiseleriyle Nevruz’a koşanlar, Akre Dağları’nı zirveden eteklerine kadar tomurcuk çiçekler misali süslemişti. Baharın ilk çiçekleri yeşermeden coşkulu yürekler açmıştı Akre’de.

Yağan yağmura rağmen yakılan ateşler etrafında söylenen şarkılar ve çekilen halaylar hız kesmeden devam ediyordu.

Bağdat Dışişleri Bakanlığı Protokolü, Bağdat’ta bulunan büyükelçiler ve Bağdat ve Erbil’deki misyon temsilcileriyle birlikte Başbakan Mesrur Barzani’nin Kürtçe gerçekleştirdiği Newroz konuşmasını dinlerken benim aklımda geçmişe dair sayısız hüzünlü anı canlanıyordu adeta. Yakın geçmişte coğrafyanın “Kürtleri yok saydığı” yıllar gözlerimin önünden film şeridi gibi geçiyordu…

Bırakın Nevruz kutlamayı “Kürt” kelimesini kullanmak, Kürtçe konuşmak, Kürtçe müzik dinlemek ve Kürtçe kitap yazıp okumak dahi yasaktı.

Günümüzde ise her şey tam istenen seviyede olmasa da geçmişin acılarını anımsadıkça mevcut kazanımlara daha sıkı sarılmak istiyor insan, geçmişin acı günlerine dönmemek ve huzuru daha ileriye taşımak için.

Şimdiki Irak Kürt Bölgesel Hükümeti Dış İlişkiler Bakanı Safeen Dizayee işte tam da sözünü ettiğim sıkıntılı yıllarda (2000 yılında) Türkiye’de bir “Nevruz 2000 Ankara Programı” düzenlemişti ve gelen korkunç tepkilere tüm dünyayla birlikte maalesef hepimiz şahit olmuştuk…

Bakan Dizayee’ye, Nevruz’a, Kürtlere yönelik yapılan bu saygısızlık maalesef ki Türkiye’nin yakın geçmişteki “Kürtlere yönelik olumsuz bakış açısını” anlatmaya yetiyordu. Hemen hatırlatayım Bakan Safeen Dizayee o yıllarda KDP’nin Ankara Temsilcisi idi.

Evet dünya, Başbakan Mesrur Barzani’nin Nevruz programı ile ilk gün Akre’de buluştu.

Başbakan Masrour Barzani Nevruz programı öncesinde iftar yemeğinde karşıladı konuklarını. Ülkelerini temsilen büyükelçiler ve üst düzey kuruluşların temsilcileri Akre’deki iftar yemeğinde Kürt yemeklerinin lezzetine hayran kaldı.

İftar yemeğinde Nevruz’a ve coğrafyanın ihtiyaçlarına yönelik anlamlı ve kısa bir konuşma yapan Başbakan Barzani; “Nevruz, zulme karşı zaferi ve özgürlüğü, yeni bir dönemin başlangıcını simgelemektedir. IKBY’nin dirençli halkının Nevruz’u kutlu olsun” diyordu konuşmasının özetinde.

Aslına bakarsanız bana göre Başbakan Barzani göreve gelir gelmez “yeni bir dönemin ateşini” yaktı. Kadınları ve gençleri önemseyerek eğitim, üretim, istihdam, kurumsal işleyiş, bilinçlenme dönemini başlattı. Başbakan Barzani’yi göreve başladığı ilk günden bu yana siyaseten takip ediyorum, her kararını ve söylemini inceliyorum, yorumluyorum, yazıyorum ve ilk günden bu yana kendisine dair gerçekleştirdiğim analizlerimde/ön görülerimde yanılmadığımı her seferinde görüyorum. Bir adım attığında, bir cümle zikrettiğinde veya bir bakış attığında zihnindeki ve ruhundaki mantığın akış yönünü çok iyi anlıyorum artık.

Siyaset Bilimci olarak Mesrur Barzani’yi nasıl tanımlarsın diye sorarsanız; “O bir devrimci lider” derim.

Devrimci liderleri ilk başta herkes anlamaz, yaptıkları tam anlaşılmaz ve hatta çoğu zaman suçlanırlar!

Çünkü “ortamda gelişmeye dair ciddi sorunlar/sorunlular vardır” ve ilerlemeyi istemeyen tüm sorunların aşılması için devrimci bir lidere ihtiyaç vardır.

Sorunlu unsurlar alıştıkları rehavet-tembellik-haksız kazanım düzenini kaybetmemek için devrimin/devrimcinin önüne set çekmek için tüm kötülükleri yapmaktan kaçınmazlar elbette.

Önümüzdeki yazımda Irak Kürt Bölgesel Hükümeti’nden son analizlerimi elbette aktaracağım bu sebepten bugün fazla detaya girmek istemiyorum.

Bugün; Nevruz’a, baharın gelişine, rengarenk çiçeklere, halaylara, topraktan boy verip yükselen umutlara, IKBY’de akan coşkulu sulara, muhteşem doğaya, Korek Kayak Merkezi’nin cazibesine, bölgenin turizm potansiyeline değinmek istedim.

Nevruz Programının ikinci gününde Kürt Yönetimi dahilindeki sosyal, kültürel, doğal, tarihi güzellikleri tanıtmaya yönelik bir gezi hazırlanmıştı.

Irak Kürt Bölgesel Hükümeti Dış İlişkiler Bakanı Safeen Dizayee’nin bizlere mihmandarlık ettiği gezide hepimiz hayranlığımızı cümlelere ve bol bol çekip sosyal medya hesaplarımızdan paylaştığımız görüntülere yükledik. IKBY Dış İlişkiler Bakanı Safeen Dizayee giydiği yöresel kıyafetiyle, bilgisiyle ve her zamanki centilmenliğiyle ziyaret ettiğimiz yerleri öyle değerli bir anlatımla tanıtıyordu ki, hepimiz hayranlıkla masal kitaplarına ışınlanmış gibiydik. Nereye adım atsak ayrı bir doğa mucizesinin kapısını aralıyor gibiydik.

Dağları aşıp gelen coşkulu Ali Bey Şelalesi, tablo misali Rawanduz Kanyonu, yeşilin aşk kokulu tonları ve yollar boyu akıp giden buz gibi kaynak sular eşliğinde 1900 rakımlı Korek Dağı’nın eteklerine varmıştık. Muazzam manzaralar eşliğinde uzun ve keyifli bir teleferik yolculuğu sonunda Korek Kayak Merkezi’ne çıkmıştık. Korek Dağı zirvesinden bakınca mutlaka gidilip görülmesi gereken muazzam bir doğa manzarası vardı karşımızda. Korek Kayak merkezinde her ihtiyaca yönelik kusursuz konaklama alanları bulunur. Dört mevsimi güzel bu dağ yılın on iki ayı doğa ve sporseverlere hizmet veriyormuş.

Aynı gece Korek Dağı’nda Başbakan Barzani’nin katıldığı iftar yemeği ile yine dünya iftar sofrasında buluşuyordu…

İftar sonrasında dünyaca tanınan dinlenen Kürt sanatçıların seslendirdiği müzikler, ruhumuza ve zihnimize huzur getirdi.

Velhasıl-ı kelam Akre’deki 2024 Nevruz Ateşini, Başbakan Masrour Barzani ve misafir ettiği dünya temsilcileriyle birlikte yakarken dünya huzuruna dair tüm dualarımızı da bol bol ilettik gökkubbeye…

Seçim kentsel dönüşüm seçimi

Seçim kentsel dönüşüm seçimi

Önceki yazımda seçimi emeklilere ve gençlere ümit verenler kazanacak demiştim. Ülkenin haline şöyle bir bakınca, hele hele bugünkü köşe yazılarına bir göz gezdirince anlıyorum ki, pek çok yazarla aynı düşünceleri paylaşıyoruz.

O halde seçimin diğer argümanlarını sıralamakla devam edelim derim.

Bursa gibi deprem riski ile yatıp kalkan bir şehirde yapıların güvenli olması, depremle savaşamayacağımıza, doğayla şaka yapamayacağımıza göre vatandaşın kendisini depreme uyumlanmış hissetmesi önemli.

Kısaca kentsel dönüşüm ve deprem tedbirleri şart!

Şimdiye kadar yapılmış olan kentsel dönüşümlerin hemen hepsi ile ilgili eleştiriler mevcut. Özellikle yeni yapıların yenilenmesi biçiminde ilerleyenler ve boş arsalara daire karşılığı müteahhide bina yaptırarak daire sahibi olan belediyecilik anlayışları konusunda eleştiri sahiplerinin hakkını teslim ederim.

Bir iddiaya göre ‘vatandaşın kentsel dönüşüme sıcak bakması için verilen’ 0.50 emsal özellikle Nilüfer gibi şehrin gözde bölgelerinin ciğerini kavurdu desem yanlış olmaz herhalde. Şimdi bir de o dönemde ya hiç konuşulmayan ya da doğru dürüst kulak asılmayan zemin etüdü meselesi var ki, evlere şenlik. Bina yapılmaması gereken, alüvyon toprak olan, dolayısıyla sıvılaşma ihtimali en yüksek alanlara oturtulan dev gibi binalar yenilikleri ile göz doldururken sağlamlıklarını sorgulatıyor.

Elbette yanlışın neresinden dönülse kar, düşünsenize her ne kadar Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı ve AK Parti Belediye Başkan Adayı Alinur Aktaş dillendirmekten imtina etse de Doğanbey TOKİ gibi bir yanlıştan nasıl dönüleceğinin hesapları yapılıyor şimdilerde. Bir tür tıraşlama yöntemi uygulanabilir mi, buradaki hak sahibi vatandaşların mağduriyetini gidermek adına bütçe ayrılabilir mi detayları tartışılıyor.

Bir de Bursa’nın en önemli projesi duruyor önümüzde. Hangi belediye başkan adayı seçimi kazanırsa kazansın ‘etrafından dolaşacağım, ben bu işe hiç bulaşmayacağım’ demiyor, diyemiyor.

Altıparmak, Çarşamba bölgesi kentsel dönüşüm projesinden bahsediyorum!

Bu haftanın başında ve akşamın ilerleyen saatlerinde basın mensupları ile bir araya gelen, Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’ın kendi üslubu ile “Altıparmak artık bizim için bir onur meselesi oldu ve kentsel dönüşüm konuşulmaya başlandıktan sonra Altıparmak’ta 500-600 bin liralık daireler baktım şimdi 1 buçuk milyona falan çıkmış. Önemli değil, oraya dalacağım, savaş alanına dönecek orası yani!” diye tarif ettiği proje.

Malumunuz, kentin en prestijli bölgelerinden biri olarak uzun yıllar var olan, ancak şimdilerde bu değerini yitiren, hem yapı stokunun eskimesi ile hem de özellikle Suriyeli göçmenlerin yerleşmeyi tercih ettikleri bir alan olduğundan giderek getto halini almasıyla ön plana çıkan bir yerleşim alanı burası.

Yeni değil Ağustos ayından bu yana bölge ile ilgili bir kentsel dönüşüm planı yapılması üzerinde konuşuluyor. Proje alanına ilişkin imar planı ve kentsel tasarım projelerinin hazırlanmasına yönelik, Mimarlar Odası, Şehir Plancıları Odası ve İnşaat Mühendisleri Odası ile Bursa Büyükşehir Belediyesi arasında bir iş birliği protokolü de imzalandı.

Altıparmak Caddesi’nin her iki yakasını kapsayan; Altıparmak, Çırpan, Selimiye, İntizam, Hocahasan, Ahmetpaşa, Şehabettinpaşa, Aktarhüssam, Kuruçeşme ve Yahşibey Mahallelerinin bir kısmını içine alan, yaklaşık 800 dönüm büyüklüğündeki alanın dönüşümü gerçekleşecek proje uygulanmaya başlandığında.

Her ne kadar Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş 2024 yılına girmeden ilk kazmayı vuracağım dese de, bu iş o kadar basit değildi, zaten söylenen de gerçekleşmedi.

Zira bölge için yazılan hikaye bir yandan ticaret alanlarını diğer yandan turistik bölgeleri, yerleşimi ve kaybolmuş yeşil alanları kapsıyor. Anlayacağınız bambaşka bir Altıparmak, Çarşamba göreceğiz proje bittiğinde.

Buraya kadar her şey güzel, fakat proje uygulanırken vatandaşın mağdur edilmemesi hayli önemli. Başkan Aktaş da;

“Kentsel dönüşüm çok sıkıntılı bir iş, birileri Gaziakdemir’in üzerinde debeleniyor. Geçenlerde on numara ayrıldık, sarıldık, helalleştik, ben size zarar verecek bir şey yapar mıyım dedim onlara. Yüzde yüzün tamamının kabul ettiği bir kentsel dönüşüm yok!” diyor konuyu özetlerken.

Ben de diyorum ki, ‘Altıparmak, Çarşamba’da dairelerin 500-600 bin lira olması imkan dahilinde değil, zira Bursa’da 500-600 bin liraya artık kümes bile bulmak imkansız. Üstelik şimdilerde satılığa çıkarılan konutlar için ‘burası artık kentsel dönüşüm bölgesi oldu, kimse uğraşmak istemiyor, zor satılır bu yerler’ diyor emlakçılar.

Yani doğru anlamak, doğru anlaşmak şart…

Vatandaşın yavaş yavaş kendi mülkü ile aynı metrekarede yer talep etme ısrarından geri çekilmesi, bölgenin eski cazibesine kavuşması halinde daha düşük metrekareli yerlerin şimdiki binalarından kıymetli olacağını fark etmesi süreci başlamış görünüyor. Ne kadar yaygınlaşır bununla ilgili bilgi vermek zor olsa da Bursa’da seçimi kazandıracak önemli argümanlardan birinin kentsel dönüşüm olduğunun bir kez daha altını çizmek gerekiyor.

Şunu da belirtelim, şimdiye kadar yapılan kentsel dönüşüm çalışmalarında bütüncül plan uygulamalarına, bölge için hikayeler yazılmasına, akademik odalarla ortaklaşa hareket etmeye pek de tevessül edilmediğinden olsa gerek vatandaşın içine sinmeyen durumlar mevcut. Gaziakdemir’de yaşananlar da buna benzer sıkıntılar.

Evet, kabul, yüzde yüz memnuniyetle iş yapmak mümkün değil, fakat neden daha mutlu vatandaş için daha yoğun çaba harcanmasın ki…

default

Başkan Aktaş’ın; “Akpınar’ın tamamını değiştiriyoruz şu anda. Çatır çatır yıkıyoruz, 2 bin tane bina gitti ya… Bu Japonların dama taşı gibi, yeni dönem kesinlikle kentsel dönüşüm dönemi olacak!” sözlerine de bir bakalım isterim.

Akpınar kentsel dönüşümünün dökülen, birbirine yaslanarak zor ayakta duran binalar nedeniyle mecburen hızla uygulanması gerektiğinden böyle bir projeye mecbur kaldığını söyleyerek başlayalım ve hemen ekleyelim, daha önce de belirtmiştim, Akpınar kentsel dönüşümü bittiğinde Doğanbey TOKİ’nin üstten basılmış, yanlara yayılmış biçimi gibi bir beton kütlesi olarak duracak karşımızda. Evet insanlar güvenli binalarda yaşayacaklar, ancak yaşam kalitesi ve şehir estetiği güven için feda edilmiş olacak.

‘Yeni dönem, kentsel dönüşüm dönemi olacak’ sözünün altına ise imzamı atarım. Tam da bu nedenle diyorum ki, deprem korkusu ile yatıp kalkan Bursa’da seçimi doğru kentsel dönüşüm vaatleri kazanacak.

Cumhur İttifakı dağ yöresinden bu sefer de tulum çıkarabilir mi? Ve diğer ilçelere genel bakış…

Cumhur İttifakı dağ yöresinden bu sefer de tulum çıkarabilir mi? Ve diğer ilçelere genel bakış…

Bursa‘nın toplamda Büyükşehir Belediyesi ile beraber 18 belediyesi var.

Zaman zaman siyasiler “falan ilçenin Büyükşehir’deki oy oranı şu kadar” deseler de tabelaya bakıldığında Osmangazi de bir ilçe, Keles de…

Sonuçlar belli olduğunda “(x) parti şu kadar (y) parti de bu kadar belediye kazandı” deniliyor.

Hal böyle olunca son birkaç seçimdir AK Parti ve Cumhur İttifakı dağ bölgesinde 4 belediyeyi kazanıyor.

Şimdi bu seçimlerde benzer sonuç çıkacak mı?

Bu sorunun yanıtını fazlası ile merak ediyoruz.

Özellikle iki ilçeden farklı sesler geliyor.

Onlardan ilki Orhaneli

Seçimlere bir hafta kala İYİ Parti‘nin adayı Mümtaz Aslan kazanmaya yakın gibi gözüküyor.

Ama dedik ya son tahlilde seçmenin tercihi değişebilir.

Dikkat çeken bir başka nokta…

İYİ Parti seçmeninin belediye başkanlığında kendi adayına oy verirken, Büyükşehir’de başka bir siyasi partiye oy vereceğini kulislerde fazlası ile duymaya başladık.

Yine benzer bir durum Keles‘te de geçerli…

Keles’te de İYİ Parti’nin adayı İsmail Yeni’nin nefesi Cumhur İttifakı adayı Ali Doğru‘nun ensesinde…

Keles’te seçimi kazanırsa Ali Doğru değil AK Parti kazanacak.

Nedeni de ilçe teşkilatını sürekli sahada görmemize rağmen Başkan Adayı Ali Doğru’yu o kadar sahada görememiş olmamız.

Keles’te mevcut Belediye Başkanı Mehmet Keskin, İlçe Başkanı Özcan Yeni ve daha önce de yazdığımız gibi belediye meclis üyesi adayı Mustafa Samsa‘nın saha performansları için ayrı parantez açıp tebrik etmek gerekir.

İlçeler içinde en rahat olanı Büyükorhan ve Başkan Adayı Kamil Turhan

O mütevaziliği ile seçmenin ve ilçe halkının gönlünde taht kurmuş durumda.

Harmancık‘ta ise Yılmaz Ataş‘ın İl Genel Meclisi, İlçe Başkanlığı ve Belediye Başkanlığı tecrübesi sahaya yansımış durumda.

Mustafakemalpaşa‘da ise sahaya denge gelmiş durumda.

CHP’nin adayı Şükrü Erdem‘in yapmış olduğu gaflar, Cumhur İttifakı adayı Ahmet Beygirci‘nin performansı ile sahada şu an eşitlik var.

Belki de seçimlerin sonucunu foto finiş belirleyecek.

Kişisel kanaatim Orhangazi‘de, Gürsu ve Gemlik’te Cumhur İttifakı açısından pek sorun yaşanacağa benzemiyor.

Keza İnegöl’de de Alper Taban, çok büyük aksilik olmaz ise Yenişehir‘de Davut Aydın ipi göğüsleyecek gibi gözüküyor.

Nilüfer‘de ise Celil Çolak‘ın saha performansı sandığa yansıyacak mı diye merak ediyoruz.

İznik‘te Mehmet Kağan Usta‘nın karşısında YRP Adayı Zeynel Abidin Turan‘a ciddi kaymalar mevcut…

Sürpriz olur mu?

“Neden olmasın?” diyenlere rastladık.

Sonuç olarak daha önce yazdığımız gibi Cumhur İttifakı’nın bu seçimleri bir önceki seçimlere göre daha zor geçecek.

Biz süreci bekleyip, izleyelim ve yorumlamaya devam edelim…

Galiba biz emniyet müdürü seçiyoruz!

Galiba biz emniyet müdürü seçiyoruz!

Yerel seçimlere bir hafta kaldı.

Seçim yarışı da kızıştıkça kızıştı.

Adayların; büyükşehir, ilçe ve hatta muhtarlar dahil herkesin mega projeleri mevcut.

Hele geçen hafta bir muhtarın tanıtım broşürü elime geçti. Maşallah muhtar değil şehircilik bakanı olacak adam. Mahalleye döner kavşak sözü vermiş.

“Kardeşim hangi bütçeyle, hangi planlama ile yapacaksın?” diye soran yok kendisine.

Bütün adaylar lafla peynir gemisi yürütme derdinde.

Adaylar seçim vaatlerinde dev projeler açıklarken, devletin emniyeti yokmuş gibi davranıyorlar.

Hepsi Bursa’da “yok kadına şiddeti çözeceğiz, uyuşturucunun kökünü kazıyacağız” gibi söylemlerle bol keseden atmaya bayılıyorlar.

Hatta geçenlerde bir ilçe belediye başkan adayının proje tanıtım toplantısına gittim.

Diyor ki “Ben başkan seçildiğimde zabıtaları bir asker gibi eğiteceğiz. Daha sonra da ben başlarında olmak suretiyle parklarda operasyonlara çıkacağız. Ben mücadelenin başında olmazsam bu iş çözülmez!..”

Gülüp geçiyoruz adaylara ama bu tip söylemlerin emniyet ve jandarmayı vatandaşın gözünde yıprattığını düşünmüyorlar bile.

Başka bir aday ise metro ve belediye otobüslerine zabıtalar yerleştirip rahatsızlık verenleri direkt yaka paça o araçtan atmayı vaat ediyor.

Yani aday değil mübarek adeta yasama yürütme yargı.

Dedik ya, lafla peynir gemisi yürütmeye çalışıyorlar.

Hadi diyelim, ya yeni seçildiniz ya da var olan görevinize vatandaşın oyu ile tekrar devam ettiniz.

Galiba dev bir zabıta binası yapacaksınız, arkasından zabıtaları yeteneklerine göre eğiteceksiniz, sonra istihbarat, terör, güvenlik, asayiş ve narkotik şubeleri kurup sokağa salacaksınız.

Bu proje tutarsa emniyet ve jandarmayı da zabıta daire başkanlığına bağlarsınız, oh mis!..

Size aklınıza gelmeyen sokak hayvanları için bir proje de ben önereyim o zaman.

Topladığınız sokak köpeklerini de barınaklara yollamak yerine narkotik dedektör köpeği olarak eğitirsiniz, oldu bitti.

Sokaklarda boş boş gezeceklerine parklarda torbacı kovalasınlar!

Benim vaatlerden anladığım, galiba biz bu seçimde belediye başkanı ya da muhtar değil, Bursa’ya emniyet müdürü seçeceğiz!

Bu seçimi kim alır?

Bu seçimi kim alır?

İki haftadır yoğun bir tempo içinde siyasi figürleri ağırlıyoruz, bazen de onlar bizi ağırlıyorlar. Sonuçta uzun uzun saatler boyunca konuştuğumuz tek konu hangi ilçede hangi siyasi parti yarışı önde tamamlar, büyükşehirde kim başkanlık koltuğuna oturur…

Geçtiğimiz günlerde Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’ın düzenlediği basın toplantısında 710 bin civarında emeklinin Bursa’da yaşadığına vurgu yapıldı.

Konunun vurgulanması lazım, zira bence bu seçimin iki belirleyici kitlesi olacak. Bu kitlelerden biri aldıkları emekli maaşı ile kirada oturmasalar dahi hayatlarını idame ettirmekte güçlük çeken emekliler ve verilen rakama bakılırsa Bursa seçmeninin üçte biri gibi yüksek bir orana sahipler.

Hani ‘parti kur oy verelim’ diye çıksa bir emekli, alıp götürecek seçimi o derece kalabalık bir kitle.

Siyasi partiler ve belediye başkanlığı için canını dişine takıp iki buçuk üç aydır sokaklarda gezen tüm adaylar bunun bilincinde. Oynadıkları kozların büyük bölümü emeklilere yönelik sosyal yardımlar ve şirin görünme çabaları düzeyinde seyrediyor.

Emekli de emekli hani, öyle böyle değil, yılların tecrübesi…

Bir zamanların asgari ücreti ile eşit maaşı 10 bin lira gibi günümüzün komik rakamına evrilene kadar ne badilereler atlatmışlığı, ne sözlerin tutulmadığını görmüşlüğü, kendisine ne kazıklar atıldığını hissetmişliği var…

Haliyle Bursa’da AK Parti cephesinden kendilerine verilen; ulaşım, su ve sosyal tesislerde yüzde 25 indirim, her yıl farklı adreslere düzenlenecek kültür gezileri, yılda iki kez bin 500 TL değerinde destek gibi sözler pek de cazip değil onlar için.

Biliyorlar bahsedilen yardımların çoğunun zaten kendilerini kapsamayacağını, geçiştirip baştan savulacaklarını.

Tam da bu nedenle, CHP’nin ihtiyacı olan emeklilere 2 bin TL aylık, 65 yaş ve üzeri vatandaşlara sınırsız ve ücretsiz toplu taşıma. İYİ Parti’nin evi olmayan, başka bir geliri de bulunmayan, hanesine ikinci bir maaş girmeyen emeklilerin maaşının asgari ücrete tamamlanması, YRP’nin kirada oturan yaşlılara emekli maaşları ile orantılı kira yardımı, dar gelirli emeklilerin riskli yapı inşaat maliyetinin yüzde 25’inin belediye tarafından karşılanması, ulaşımda indirimli kart uygulamalarının yeniden düzenlenmesi gibi vaatlerini değerlendiriyorlar.

Bir yandan da gözleri kulakları Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan gelecek bir maaş artışı, seyyanen zam, en düşük emekli maaşının yükseltilmesi, bayram ikramiyelerinde artışa gidilmesi içerikli haberlerde. Çünkü kanunlaşmadan kendilerine yönelik vaatlerin yerine gelmesinin mümkün olmadığını artık biliyorlar.

Enflasyon yüzde 70’ler düzeyinde açıklanırken, ‘Mis gibi pide kokuyor ama alamıyorum’ diyen ve geçinmek için bulaşıkçılık işi arayan emekli teyzenin hali gibi pek çok emeklinin durumu…

Uzun süredir seçimlerin kaderini yoksul halkın belirlediğini, günümüzün en yoksul kitlesinin emekliler olduğunu, yaratılan ve yaşatılan, yaşatılmayacağı ile seçmenin tehdit edildiği sadaka kültürünü sürdürmenin en kolay politika yapma biçimi olduğunu belirtmek isterim.

‘Biz gidersek yardımlar kesilir, biz olmazsak maaşlarınızı alamazsınız, biz olmazsak sizi işten çıkarırlar…’  gibi korkular yaygın oy potansiyeli olan kitleler üzerinde çok etkili propaganda biçimleri…

Seçimin belirleyici iki kitlesinden biri emekliler dedik ve emeklilerin böylesi bir açmazın içinde yüzdüğünü de anlattık.

Seçimin belirleyici ikinci kitlesinin de gençler olduğunu atlamayalım. Aslında yaşananlar aynı, sadece yaş ortalamasında küçük bir değişiklik mevcut. Zor zahmet bir üniversite bitirse dahi ‘ev genci’ diye saçma bir unvanla isimlendirilen, bir işe giremediği için ailesinden harçlık almaya devam eden, ülkesinde kendine bir gelecek kuramayan, geleceği karanlık gören, dolayısıyla da umutları, hayalleri bir dilek balonunun gökyüzünde gözden kaybolması gibi yavaş yavaş hayatının gökyüzünde kaybolan gençler de parasız yaşamdan bıkmış haldeler.

Hem emeklinin, hem de gençlerin beklentileri sosyal devletin kendilerine yönelik politikalar içinde olması.

Kısacası emekliyi ve gençleri geleceğe ümitle bakmak, bugünü aydınlatmak konusunda ikna eden seçimi alır, Bursa’da da Türkiye’de de…