Ulaşımı çözdüm; yayalaşıyoruz…

Ulaşımı çözdüm; yayalaşıyoruz…

Bursalı en çok yol yapım haberlerine sevinir. En çok yeni yol haberleri okunur gazetelerde. Yeni bir yolun yapılması, yeni bir kavşağın plana alınması, yeni bir batçık ya da köprülü çıkışın inşası bu şehrin insanının havalara uçmasına sebeptir.

Trafik konusunda İstanbul ile yarışan şehrin tek merkezli ve tek ana arterli yol düzeni nedeniyle her türlü ulaşım alternatifi bir şenlik havasında kabul edilir buralarda.

Yeni ulaşım alternatifleri düşünmeyen, mesela yol yapmayan, kavşak açılışında boy göstermeyen, cadde genişletmeyen yerel yöneticiler de hizmetten kaçan insan ilan edilir.

Yaşanan trafik sorununa çözüm olarak akıllarda tek bir ihtimal var; çünkü yol yapmak, daha fazla yol yapmak, alternatif güzergahlar üretmek, daha fazla alternatif rota oluşturmak…

Gelin görün ki, dünya bu aşamayı çoktan geride bıraktı…

Tüm gelişmiş ülkelerde trafiğin çözümünün trafiğe çıkan araç sayısını azaltmak, toplu ulaşımı, yayalaşmayı, alternatif ulaşım araçlarını özendirmek olduğu hususunda bir sessiz anlaşma mevcut.

Aklın yolu bir…

Adamlar yol yapmak yerine şehrin başka ihtiyaçlarına yatırım yapıyor, bir diğer taraftan da toplu ulaşımı bir ağ gibi şehrin en kılcal damarlarına kadar taşıyor…

Hatırlarsınız belki, göreve geldiği ilk günlerde düzenlediği basın toplantılarında trafiğin çözümünün trafiğe çıkan araç sayısını azaltmaktan geçtiğini dile getirdiğinde hizmet yapmaktan kaçınmakla itham edilmişti Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey.

Geçtiğimiz günlerde dahil olduğu TR Düşünce Kulübü’nün çaylı simitli toplantısında da trafikten bahsederken konu aynı noktaya geldi.

“Trafiği yol yaparak değil, yayalaştırmayı ve toplu ulaşımı artırarak çözebilirsiniz. Dünya bu sorunla böyle başa çıkıyor” dedi başkan. Sonra da salonda kaç kişinin toplu ulaşımla toplantı alanına geldiğini sordu.

Yanlış hatırlamıyorsam benimle birlikte toplu ulaşım kullanan 6 kişiydik!

Toplu ulaşımla seyahatin altındaki arabanın markasını bir kişilik etiketi gibi kodlayan toplum için tam bir fakirlik ifadesi olduğundan pek az sevilen, neredeyse hiç tercih edilmeyen bir ulaşım biçimi tüm ülkede. Benzeri bir durum elbette Bursa için de söz konusu.

Bu bakış açısıyla yıllardır yoğrulan ve ulaşım arterleri örülmeye çalışılan koskoca bir ülkenin içindeki koca Bursa’nın hızlı bir toplu ulaşım ağına sahip olması elbette mümkün değildi. Mümkün de olmamış zaten.

Şehrin ilçelerini birbirine bağlayan hızlı ulaşım ağları olmadığı gibi, toplu ulaşımı da daha ziyade bahsettiğim tek ana arter üzerine konumlandırdığımızdan işler iyice sarpa sarıyor.

Oysa özelde Bursa’yı, genelde tüm ülkeyi ulaşım konusunda planlayanlar işlerine toplu ulaşımla, bisikletle, yürüyerek gidip gelen insanlar olsaydı. Karar veren koltuklarda oturanlar; camları simsiyah, yoldan, belden, vatandaştan uzak arabalarında kışın üşümesinler, yazın terlemesinler diye sürekli çalışır halde tutulan bilmem kaç beygir gücündeki motorun verdiği ihtişamla yol almasaydı, bence çok daha iyi, çok daha planlı, çok daha karmaşadan uzak bir ulaşım ağımız olurdu.

İşine yürüyerek gidip gelen bir yöneticinin yürüme yollarını düzenlememesi mümkün olmazdı. İşine toplu ulaşımla gidip gelen bir yöneticinin, toplu ulaşımın en kılcal hücrelere kadar ulaşmasındaki hassasiyeti bilmemesi, bu işin yazını kışını düşünmemesi mümkün olmazdı. İşine bisikletle gidip gelen bir yöneticinin, şehrin tüm arterlerinde mutlaka bisiklet yolu yapılması gerektiğini, bisiklet kullanıcıları için özel trafik kuralları geliştirilmesinin şart olduğunu, bisiklet kiralama noktalarının ulaşımın can damarı olacağını bilmemesi mümkün olmazdı.

Demek odur ki, Başkan Bozbey’i ‘Yol yapmıyor’ diye eleştirmek hiç mantıklı değil, ancak şehrin ulaşım ihtiyaçlarını tecrübe etmek adına tebdili kıyafetle yaya olarak, toplu ulaşımda, bisikletle tecrübeler edinip sahaya yansıtmasını beklemek hakkımız…

Babacan’dan eski dost tavsiyesi

Babacan’dan eski dost tavsiyesi

DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın son Bursa ziyareti muhalif bakış açısının giderek daha net bir duruş sergilediğinin de kanıtı oldu bence.

Şimdiye kadar nezaket çizgisi içinde, ülke gündeminde bomba etkisi yaratacak açıklamalardan kaçınarak, AK Parti hükümetinin altın çağlarında önemli görevler üstlenmiş bir isim olmanın verdiği ağırlığı üzerinde hissederek açıklamalar yapan Babacan, bu kez daha farklı daha vurucu sözlerle açıkladı ülkenin içinde bulunduğu durumu…

Türkiye’deki ekonomik sıkıntıları dar gelirli, sabit gelirli, orta direk dibine kadar hissediyor, bu konuyla ilgili herkes konuşuyor da, yatırımcı ne alemde onu da görme fırsatımız pek olmuyordu. Bu kez bir ekonomist gözüyle yapılan açıklamalar sayesinde işin patron kısmına da bakma şansı bulduk Babacan’ın gözünden.

Şirketler yatırım konusunda isteksiz, ortam belirsiz, faizler yüksek, şirketler için ‘paranı faize koy, yatırım yapma’ zamanı şimdi. Sanayici böyle ortamlarda altı ay, bir yıl dişini sıkar da iki yıl sürerse bu ortam sanayicinin ağzında sıka sıka diş kalmaz, kalmadı da…”

Ülkede üretimin yolları bağlanınca işsizlik de başını alıp gidiyor haliyle…

‘Her şehre bir üniversite’ sloganıyla çıkılan yolda üniversite çöplüğüne döndürülen güzel ülkemin ‘eğitim kafesinin içinde kalsın da işsizlik rakamlarında bir sayı daha fazla görülmesin’ diye saklanmaya çalışılan gençleri bu girdabın içinden de kaçıyor. Babacan’ın söylediğine göre 4 milyon 800 bin genç eğitimde de kayıtlı değil işte de kayıtlı değil.

Nerede bu gençler?

Evdeler tabiî ki…

Ülkemizin yepyeni kavramı ‘ev genci’ deyişi giderek yaygınlaşıyor. Hepimizin hayatının bir yerinde bir ev genci yürek acısı gibi duruyor…

Tüm bunlar olurken ülkenin akan gündeminin arkasında asıl olması gerekenler de devam ediyor, nasıl olması isteniyorsa o şekilde olacak biçimde…

Bence son günlerin en önemli konularından biri Hakimler Savcılar Kurulu üyelerinin seçimiydi.

“Türkiye’de çok büyük bir hukuk ve adalet krizi var. Anayasa Mahkemesi kararlarına uyulmuyor. Hükümetin anayasa delmesine alışığız, ama meclis anayasayı kendi eliyle deldi bu seçimlerde. Basit çoğunluk diye bir kavram oluşturdular, ilk oturumda seçilmezse ikinci oturumda orada da seçilmezse üçüncü oturumda seçilmesi gereken üyeler Anayasaya uyulmadan seçildi. Bu kabul edilemez. Hukuk ve adalet olmadığı sürece bu ülkede ekonominin kalkınması mümkün değil. Bundan sonra bu ülkede olmaz denilen her şey olur.” diyerek süreci özetledi Ali Babacan.

Söylemler daha tesirli, etkisi ve eleştiri dozu daha yüksekti bu kez.

Toplantının sonunda kendi değimiyle ‘eski dostu’ olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a bir tavsiyede bulunan DEVA Partisi Genel Başkanı Babacan, “Benim kendisine bir eski dost olarak tavsiyem, bu işi daha fazla uzatmadan, demokrasiyi işletmesidir” sözleriyle son etki cümlesini de sarf etti.

Partisini herhangi bir siyasi görüşe angaje etmeden çözüm siyasi yapıyor olmakla tanımlayan Babacan’ın ülke gündeminin bundan sonraki önemli maddeleri konusunda nasıl tavır takınacağını da merakla bekliyoruz…

Sahada top çevirmek Marmara’yı kurtarmaz!

Sahada top çevirmek Marmara’yı kurtarmaz!

Küçüklüğümüzde minibüslere doluşup dolmalar, börekler eşliğinde günübirlik piknik yapıp denize girmek hayaliyle yollarına düştüğümüz Marmara Denizi kıyıları artık kendi kirimizde serbest sitil yüzdüğümüz bir su birikintisi malum.

Koskoca denizi böyle iğrenç bir tarifle anmak da istemem, ama durumun vahametini vurgulamak için yaptığımız teşbihte hata olmayacağı kanaatindeyim.

Bundan bir süre önce yazmıştım, Marmara Denizi’nin büyük bir foseptik çukuru olarak kullanıldığını.

Durum değişmedi elbette.

Şu süsleyip püsleyip büyük bir teknolojik gelişmeyi alıp ülkeye getirmişler gibi bize ‘derin deşarj’ adıyla tanıtılan işin özünün evsel atıkların denizin içine hemen kıyıdan değil de daha derinden boşaltılması anlamına geldiğini çözdüğümden beri bu konu hakkında söylenen her şeyi büyük bir şüphe ile dinleme alışkanlığı edindim.

Çabanıza sağlık…

Bu şüphecilik sayesinde Marmara Denizini kirleten önemli su akıntılarından olan Nilüfer Çayının bir kanala alınması projesi sunulduğunda da işin içinde temizlikten ziyade gizleme anlamının ön planda olduğu hissiyatına kapılmıştım.

Bugünse Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından gerçekleştirilen ‘Marmara Denizi’nde Müsilaj ile Mücadele’ başlıklı toplantıya katıldım.

Görüldüğü üzere konuyla ilgili tüm masalarda varız…

Geçtiğimiz günlerde Bursa’yı ziyaret eden Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum belediyelere söz verdikleri arıtma tesislerini yapmaları talimatını iletmişti hatırlarsanız, bunun karşılığında Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’in bazı talepleri olmuştu Bakan Kurum’dan. Bahsi geçen taleplerle ilgili bir gelişme olmamış ki, Bozbey konuyu bir kez daha dile getirdi;

“Biz Sayın Bakana taleplerimizi ilettik; belediyeler olarak ileri biyolojik arıtma tesisi kurarız, ancak yer tahsisi konusunda bize destek olun. İkincisi dövizle değil, TL üzerinden gerekirse faizsiz borçlanmayı talep ediyoruz. Halen de bu taleplerimizi yeniliyoruz”

Taleplerin şimdilik karşılık görmediği ortada…

Marmara Denizine bundan sonrasında temiz su verilmesi için gereken biyolojik arıtma merkezlerinin kurulması 186 milyar liraya mal olacak.

Bu rakamı bir ya da birkaç belediyenin kendi bütçesinden karşılaması mümkün değil!

Normalde biyolojik arıtma tesislerinin yapım süreci devlet bankalarından faizsiz kredi ya da yurt dışından düşük faizli, belki faizsiz kredi bulmak biçiminde ilerlemeli. Gelin görün ki, devlet bankaları CHP’li belediyelere kredi vermiyor. Konuyu bizzat CHP Genel Başkan Yardımcısı Gökan Zeybek’in konuşmasından öğreniyoruz.

Yurt dışından çevreci örgütlerden falan bir biçimde kredi bulalım desek o yol da şöyle tıkanmış;

Yurt dışından kredi kullanmak isteyen belediyeler kendileri ve iştirakleri için SGK ve vergi dairesi gibi kurumlardan borcu yoktur yazısı alarak Maliye Bakanlığına müracaat edecekler, bakanlığın onayı söz konusu olursa, Çevre Şehircilik Bakanlığına başvuracaklar ve nihayet tüm bu olasılıkları bir araya getirebilirlerse uluslar arası piyasalarda kredi arayışına girebilecekler”

Bunun adına ipe un sermek derler…

Hadi ipe unu serdin, biyolojik arıtma tesisi yapmıyorsun, yapmıyorlar diye eleştiriyorsun, yapın diye talimat veriyorsun, yapamayacaklarını sen de biliyorsun, peki sen ne yapıyorsun?

Derin deşarj!

Bir de kanal içine alma meselesi var yazının başında belirttiğim.

Kısacası sahada top çevirmek Marmara Denizi’ni kurtarmaz el ele verip çalışmak, çözüme ulaşmak mecburi…

Grevin iki yüzü

Grevin iki yüzü

Bugün sabah saatlerinden itibaren herkesin en büyük endişesi işine, okuluna, doktoruna, eşine dostuna, kısacası ulaşmak istediği yere ulaşıp ulaşamayacağıydı.

Üç şey en popüler düşünceler arasında yerini aldı Bursa’da; kendi arabasıyla yolculuk etmek zorunda kalacaklar için akaryakıt fiyatları, toplu ulaşıma mahkum olanlar için grev kararının uygulanıp uygulanmayacağı, herkes için toplu sözleşmede bahsi geçen rakamların neden kabul edilmediği

Daha önce de belirttim, yoksulluk potasında erim erim erimiş bir halk olarak normal geçim için gereken ücretleri zenginlik kabul ettiğimizden, çok şaşırdık veriler rakamların kabul edilmemesine.

Fakat işin bu kısmı sadece örgütsüz ilerlemeyi sineye çeken kesimi, yani halkın büyük bölümünü ilgilendiriyor…

Ulaşım aksadı mı?

Evet aksadı…

Ara çözümlere başvuruldu mu?

Evet başvuruldu…

Sonunda Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey, tüm gece süren pazarlıkların ağırlığını üzerinden atamadan, yüzünde yorgunluğun derin izleriyle basının karşısına çıktı ve işveren açısından işin nasıl göründüğüne yönelik açıklamalar yaptı.

Özetle şöyle dedi;

“Tüm yapıcı tutumumuza rağmen sendika bir adım geriye atmamıştır. Greve katılmak istemediğini belirten işçilere sendika kanalından baskı uygulanmaktadır. İstanbul, İzmir ve Bursa’da aynı anda grev kararının alınmış olması bu işin altında başka şeyle olduğunu hissettirmektedir. Sendika başkanı ‘Ben hiçbir siyasi partiye üye değilim’ diyor. Bir yere üye olmadan da gereğini yaparsın…”

Yorgunluk, kızgınlık, kırgınlık, hak, hukuk, adalet birbirine geçerken anladık ki, Başkan Bozbey, halk otobüslerinden oluşturduğu geçici çözümler dışında Demiryol-İş Sendikasına bağlı işçilerin sağduyusuna güveniyor.

Sürecin başkaca alternatif çözümü de yok…

Buraya kadar güzel de böyle şarkıları tek taraflı dinleyince insanda bir huzursuzluk oluşur. En azından bendeki mesleki deformasyon mutlak karşı görüşü de dinleme refleksi gerektirir.

Bahsettiğim haleti ruhiye ile Demriyol-İş Sendikası Adapazarı Şube Bakanı Cemal Yaman’ın görüşmelere ilişkin yorumlarını alalım dedik. Özellikle iki gündür sıkı bir pazarlıkla süren görüşmeler sırasında neredeyse uyku uyumadan sahada bulunan Yaman’ın görüşleri özetle şöyle;

“Bursaray’da henüz stajını tamamlamamış vatmanlar çalıştırılarak çözüm üretilmeye uğraşıldı, insanların canı tehlikeye atıldı, biz değil belediye çalışanlara greve gitmeme baskısı yapıyor, halk otobüslerinden yararlanarak grev kırıcılık yapmak suçtur, biz bir siyaset gütmüyoruz, Konya’da yapılan iş yanlıştır…”

Günün sonunda her iki cephe de birlikte yol yürüyeceklerinin farkında…

Günün sonunda bu işin bir yerinde uzlaşılacağını her iki taraf da biliyor…

Bir söz var hani pek meşhur; ‘Hele bir uyuyup uyanalım…’ giydirilmiş ücretlerle çıplak ücretler arasındaki fark ortaya çıksın, ulaşım sektörünün grev kararı alıp alamayacağı netlik kazansın, işçiye kimin baskı yaptığına işçi karar versin derken grev bir gün sürdü. Bursa mutlu sona kavuştu.

Şimdi asıl soru uzlaşılan rakamın ulaşım ücretlerine ne kadar yansıyacağı…

Mesleğimize yönelik de küçük bir not düşmekte fayda görüyorum.

Herhangi bir konu ile ilgili bir basın toplantısı saati belirliyorsanız, bu saatteki davet için basın mensupları bahsedilen toplantı noktasına geldiğinde nerede duracakları, nerede bekleyecekleri, görüntü alan cihazlarını nereye konumlandıracakları önceden belli olur, olmalıdır. ‘Dışarıda bekleyin, biz sizi çağırırız, kapının dışında durun, salon hazır değil…’ gibi hitaplar ne daveti yapanlara, ne de davete uyarak orada hazır bulunan basın mensuplarının yerine getirdiği dördüncü güç olarak tarihe geçmiş ‘basın özgürlüğü’ ruhuna uygun değildir.

Salon hazır değilse basının bekleyeceği yer belli olmalıdır!

CHP’den toplu tepki…

CHP’den toplu tepki…

Son birkaç gündür Bursa’nın gündemini belirleyen gelişmelerle ilgili Cumhuriyet Halk Partisi İl Başkanlığından beklediğimiz açıklama nihayet geldi.

Hem de ne açıklama…

Bir yanda adalete başvuru hazırlığı bir yanda yaşanan gerginliklerin perde arkasını aralayacak ipuçları…

Toplantının iki ana konusuna geçmeden önce belirtmekte yarar; açıklama sırasında Osmangazi Belediye Başkanı Erkan Aydın’ın ve CHP Osmangazi İlçe Başkanı Raşit Gürbüz’ün hazır bulunmaması dikkat çekti. Bu kez açıkça ‘Erkan Aydın’ı neden göremiyoruz?’ diye soruldu. Kendisinin önemli bir toplantısı olduğu için açıklamaya dahil olamadığı öğrenildi.

Bu da bir gelişmedir diyerek mazeret beyanını artı haneye yazdık, zira açıklamanın önemli bir kısmı Erkan Aydın ile ilgili yürütüldüğü iddia edilen provokatif gelişmelere yönelikti.

“Osmangazi Belediye Başkanımıza karşı bilinçli bir itibarsızlaştırma çalışması söz konusudur. Kendisi konuyla ilgili gerekli açıklamaları Belediye Meclisinde yaptığı konuşmada dile getirmiştir. Bir hayvan sever olan Erkan Aydın’a karşı yürütülen şantaj ve karalama kampanyasında her daim Başkanımızın arkasında olacağız” dedi CHP Bursa İl Başkanı Nihat Yeşiltaş.

Sadece bu konuyu konuşmadı elbette CHP Bursa İl Başkanı. Okullarda ücretsiz süt dağıtımı ve kantin kart uygulamasının devreye girmesi için Milli Eğittim Bakanlığı’ndan eğitim öğretim yılının başından itibaren izin beklediklerini vurguladı mesela.

Şu anda İnegöl’de yaşanan altyapı değişikliğinin yarattığı sıkıntıyı vakti zamanında Mustafakemalpaşa ilçesinin yaşadığını ve amacın asbestli borulardan kurtulmak olduğunu dile getirdi.

AK Parti İl Başkanı Davut Gürkan’ın Bursa yatırımları konulu toplantısında bahsettiği üç zarf hikayesine de değinerek, “Eski belediye başkanı Alinur Aktaş da bizim için üç zarf hazırlamış giderken, ilk zarfı açtık içinden 36 milyar borç çıktı. Aldık kabul ettik, biz bu borcu öderiz, vatandaşımıza hizmet ederiz dedik” sözleriyle toplantının ilk kısmını sonlandırdı.

Toplantının ikinci kısmı ise geçtiğimiz günlerde düzenlenen Bursa Büyükşehir Belediye Meclis toplantısında yaşanan ve gerginliği aşıp kavga noktasına ulaşan gelişmelerle ilgiliydi.

Konu hakkında konuşan Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey;

“O gün yaşananları kabul etmek mümkün değil, işin içinde küfür de var, sarf edilen sözleri insan olarak da kabul etmek mümkün değil. AK Parti Meclis üyesi ile ilgili kararı AK Parti Grubunun vereceğini düşünüyorum, onların vereceği kararı bekliyoruz biz. Elbette yasal haklarımızı kullanacağız, konu yargıya yansıyacaktır” dedi.

Yaşananlarla ilgili Nihat Yeşiltaş’ın da CHP örgütünün düşüncelerini dile getiren sözleri vardı.

“Başkanımız Bozbey’e yönelik hakaret hadsizliği, Bursa halkına yapılmış bir hadsizliktir, buna müsaade etmeyiz! Kimse, Bursa için hizmet üretilmesini, alınması gereken önemli kararları engelleyemez, Bursa’nın yüce meclisini sabote edemez! Meclisi sabote etmeye kalkan zat, Ali Sait Adiloğlu gibi şahıslar, yıllar boyunca Bursa’nın, Bursalı’nın kaynaklarını sömürdü, şimdi asıl karın ağrısı da, kendisinin hakkı olmadan aldıklarının, artık Bursa halkı için harcanmasınadır. Ali Sait Adiloğlu denen bu şahıs, Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne 41 tane faturayı 2024 Mart’ına kadar kesmiştir. Buradan soruyoruz; kestiğiniz fatura neyin faturasıdır?”

Sorunun yanıta muhtaç olduğu ortada…

Konuyla alakalı en kısa sürede AK Parti cephesinden bir açıklama geleceğini düşünüyorum.

Son olarak üst üste gelen ve CHP’li belediyelerin hedef tahtası olduğu konularla ilgili Başkan Bozbey’in görüşünü sordum. ‘Bunlar bir tesadüf müydü?’

Ben hala tüm bunların bir tesadüf olduğuna inanmak istiyorum, şimdilik bu inancımı koruyorum” dedi Bozbey.

Siyaset arenası hararetli, hararetli olduğu kadar da hareketli, hele de bu sıralar…

Bundan sonraki gelişmeleri de yakından takip edeceğiz elbette…

Bursa’ya kayyum gelir mi gelmez mi?

Bursa’ya kayyum gelir mi gelmez mi?

Bugünlerde CHP’li belediye başkanı olmak zor, parti gücünü daha da artırmış olmasına rağmen, artık çok daha fazla bir kitleye hitap ediyor olmasına rağmen, arkasında milyonlar durmasına rağmen zor. Çünkü tüm CHP’li belediye başkanlarının başının üzerinde bir kayyum sopası sallanıyor…

Bursa’da da durum diğer CHP’li belediyelerden farklı değil. Herkesin diken üstünde olduğu, her an her şeyin olmasına yönelik beklentilerle iş yapılmaya çalışıldığı malumunuz.

Geçtiğimiz günlerde Burulaş çalışanları ile yürütülen toplu sözleşme görüşmelerinin tıkanması neticesinde gelişmeleri aktarmak için basının karşısına çıkan Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’e; ‘Bozbey belediye başkanı olmazsa kimin belediye başkanı olmasını istersiniz?’ sorusuyla bir anket çalışması yapıldığına dair bilgilerin geldiği, bu konu hakkında neler düşündüğü sorulmuştu.

Benim de kulağıma geliyor böyle şeyler, ama gerçek olduğuna inanmak istemiyorum” diyerek yanıtlamıştı Bozbey. Tüm salon olarak konuyla ilgili endişesini hissetmiştik.

Aynı gün sorulan ‘Grev sürecinin siyasi olduğunu düşünüyor musunuz?’ şeklindeki soruya da

Bu durumun bir siyasi olay olacağına inanmak istemiyorum, açıkçası. Ancak İstanbul’da da yine aynı sürecin yaşandığını düşündüğümüzde, ‘Ya olabilir mi?’ diye de kendimizi bazen çimdikliyoruz. Affedersiniz, ama inanmak istemiyorum, açıkçası” şeklinde yanıt vermişti.

Bahsettiğim toplantının üzerinden kısa bir süre geçti, hafta başında AK Parti Bursa İl Teşkilatı tarafından düzenlenen ‘Genel seçimlerin üzerinden iki yıl, yerel seçimlerin üzerinden bir yıl geçmişken Bursa yatırımları’ isimli toplantıda yine konu döndü dolaştı, kayyum imalarına geldi.

AK Parti Bursa İl Başkanı Davut Gürkan, basın toplantısında Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’in geçen 13 ayda mazeretlerin arkasına sığındığını, yüzde 90 aşamasına gelen birçok projeyi bile tamamlayamadığını, bazı açılışların temellerinin de Ak Partili Belediye dönemlerinde atıldığını hatırlatarak; “Şimdi algı yapıyorlar. Kayyumu gündeme getiriyorlar. Bizim herhangi bir anket çalışmamız yok. Kayyum da gündemde değil. Anket yaptırıyorlarsa kendileri yaptırıyorlar. Bozbey’in basın toplantısında soruyu da kimin sorduğuna, sipariş olup olmadığına bakın. Algı oluşturmak böyle bir şey. Kendileri adalete intikal eden konularla ilgili cevap vermekten hesap vermekten neden çekiniyorlar. Usulsüz harcamalarla ilgili biz adliyeye konuyu intikal ettirdik. Hormonlu inşaatlarla ilgili de yapılan bir suç duyurusu vardı sonrasında geri çekildi. Bunların cevabını vermeleri iyi olur!” biçiminde bir açıklama geldi Gürkan’dan.

Kısacası AK Parti cephesi diyor ki, Bozbey kendi PR’ını yükseltmek için ‘kayyum’  endişesi yaratıyor. Bu işlere tevessül etmesin, yok öyle bir şey!

Fakat toplantının sonuna doğru yine Başkan Gürkan’ın anlattığı padişah ve zarf hikayesi pek manidardı.

Son zarfta ‘Baktın bu işleri kıvıramıyorsun, o halde sen de senden sonra gelecek padişah için üç zarf hazırla’ diyen mesajın okunmasının ardından, ‘Bunlar da kendilerinden sonra gelecekler için şimdiden üç zarf hazırlasın’ denince işler orada bir karıştı.

İki şekilde yorumlanabilecek bu mesajın ilk yorumu elbette CHP’li belediye başkanları bu işi beceremedi, bir dönem daha belediye başkanı olma ihtimalleri yok şeklinde. İkinci yorum ise herkesin aklına düşen endişe gibi yine ‘kayyum’ fikrini çağrıştırıyor.

Pazartesi gününden bu yana her iki görüşten de yorumlar yapıldı. Üzerinde bunca yazılıp çizilen konunun benim tarafımdan yorumu; Davut Gürkan bir kıssadan hisse ile iki kuşu katletti, vermek istediği iki mesajı da kafalarda uyandırdı şeklinde.

Şimdi Bursa’ya kayyum gelir mi gelmez mi konusu tartışmaya açıkken, 25 Mayıs itibariyle Bursa’ya CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in geleceği bir gerçek. 26 Mayıs itibariyle ise şu meşhur ‘şaibeli kurultay’ davası görülecek.

Sürecin bundan sonraki kısmını da merakla izleyeceğiz…

Yarınlara…

Yarınlara…

Bir ülkenin dağlarında susan her silah sesi, bir çocuğun gülüşü olur. Bazen bir annenin dualarını gözyaşlarıyla değil, umutla fısıldamasıdır. PKK’nın silah bırakması, sadece bir örgütün geri çekilmesi değil; kanla çizilmiş kaderlerin yeniden yazılma ihtimalidir.
Yıllarca yankılandı kurşunlar. Çok ocaklar söndü, çocuklar yetim kaldı, anneler yas tuttu. Her cenaze, başka bir öfkeye zemin oldu. Biz bir millet olduk ama birbirimizi kaybederek, eksilerek…

Şimdi, silahların sustuğu bir ihtimal konuşuluyor. İnsan kolay inanamıyor. Çünkü bu topraklar çok gördü oyalamayı, çok duydu sahte barış şarkılarını. Ama yine de içten içe bir şey kımıldıyor: Ya gerçekten mümkünse?

Barış, büyük sözlerle gelmez. O, sessiz gelir .Ama bir kez geldi mi toprakta ot biter insanda umut. Mesela,bir sabah radyoda kötü bir haber olmamasıyla. Bir askerin terhis törenine sağ salim çıkmasıyla. Bir köyün yıkılmadan yerinde durmasıyla. Bir kız çocuğunun dağa değil okula gitmesiyle. Sıradan gibi görünen ama mucizeye benzeyen şeylerle… Öğreniriz yeniden bir arada yaşamanın, aynı sofraya oturmanın ne demek olduğunu.

Barış, silahların gölgesinde büyüyen çocukların artık güneşi görmesidir.

Düşünceler özgürce konuşulduğunda, kimlikler tehdit değil zenginlik sayıldığında, insanlar kendini anlatmak için dağa değil meclise, mikrofonlara, kitaplara başvurduğunda… İşte o zaman anlayacağız: Barış sadece sessizlik değil, aynı zamanda herkesin sesi olabilmektir.

Bu ülkenin en büyük zaferi bir düşmanı yenmek değil, düşmanlığı gömmek olacak.

Çünkü susturulan her kurşun, yazılmamış bir şiirin önünü açar. Ve biz, o şiiri artık kanla değil, kelimelerle yazmak istiyoruz. Umutla, sabırla, birlikte…

Çünkü en gerçek barış, herkesin içine sinen barıştır.

Bakan başka, Bursa başka söylüyor!

Bakan başka, Bursa başka söylüyor!

Dün AK Parti Bursa İl Teşkilatının ‘Genel seçimlerin üzerinden iki yıl, yerel seçimlerin üzerinden bir yıl geçmişken Bursa yatırımları’ başlıklı toplantısının en önemli konusunun Nilüfer Çayı ile ilgili plan olduğunu belirtmiş, üzerine de uzun bir yazı kaleme almıştım.

Bugün itibariyle yine çok önemli bir toplantıda aynı konu üzerine yapılan konuşmalar iyiden iyiye aklımı karıştırdı.

Bursa Ticaret ve Sanayi Odası’nın ev sahipliğinde, restore edilmesi gereken bir sanatoryumken bir anda lüks otel oluveren, bu süreçte neye uğradığını anlamayan, hem bina bütünlüğünü hem de çevresindeki pek çok ağaçla birlikte Uludağ’ın endemik türlerinden bazılarını kaybeden yapıda düzenlenen, 2. Uludağ Çevre Forumu’nda konuşan Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’in de konusu Marmara Denizi’ndeki müsilaj tehlikesiydi.

“Müsilaj, Marmara’nın en büyük sorunlarından bir tanesidir. Bu konuda Bakanımız çalışmalarını yapıyor. Bizler de bu konunun bir parçasıyız. Bakanlığımızla birlikte ileri biyolojik arıtma tesislerinin de yapılması ile Marmara Denizi’ni kurtarmak, canlı tutmak ve gelecek kuşaklara aktarmak mümkün olacaktır” dedi Bozbey.

Gelin görün ki, dün düzenlenen toplantıda anlatıldığına göre, bakanlığın ileri biyolojik arıtma tesisi yapmaktan daha ziyade Nilüfer Çayını bir kanalın içine alıp kirliliği görünmez kılmak gibi bir projesi var!

İlginçtir konu hakkında Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum da konuştu ve şöyle dedi;

Bakanlık olarak müsilaja karşı belediyelerimizle ortak mutabakatla aldığımız eylem planına sadık şekilde çalışıyoruz. Ancak üzülerek ifade etmem gerekir ki; eylem planında beraber çalıştığımız, ortak mutabakatla imza altına aldığımız belediyelerimiz vazifelerini yeterince yerine getirmiyor. Marmara’ya kıyısı olan tüm belediyelerimizden vakit geçirmeden, artık çok geç olmadan doğamıza verdiğimiz sözleri yerine getirmelerini bekliyorum. Müsilaj ve benzeri sorunların yeniden yaşanmaması için söz verilen atık su arıtma tesisleri artık yapılmalı. Burada bekleyecek zaman kalmadı. Buradan çıkınca Nilüfer Çayı, Gemlik Körfezi ve İznik Gölü’nde incelemelerde bulunacağız. Bu doğa harikalarını Bursa’yı Bursa yapan bu güzellikleri biz korumakta kararlıyız. Kilometrelerce uzunluktaki tüm bu doğal alanlarda çevre kirliliğine çok net söylüyorum asla izin vermeyeceğiz. Biz üzerimize düşeni yapmaya da her türlü desteği vermeye hazırız. Çevrede ve depremde siyaset olmaz. Her türlü desteği vermeye hazırız. Bahane yok. Tüm Marmara’da olduğu gibi burada önlemleri alıp denetimleri yoğun yapacak ve her türlü yaptırımları uygulamaktan geri durmayacağız”

Haydaaa…

Anlaşılan dün itibariyle bize uzun uzun anlatılan ve çok büyük bir proje olduğunun altı kalın kalın çizilen Nilüfer Çayının bir kanalın içine alınması meselesinden Bakan Kurum’un haberi yok, zira haberi olduğu halde böyle konuşmasını Bakan beyin hem makamına hem de kişiliğine yakıştıramam.

Bakanın haberi olmadan bu proje bize neden açıklandı? İki yıldır üzerinde çalışılan böyle bir projeden neden Murat Kurum’a söz edilmedi peki?

İncelemeler sırasında, bir yeri zamanı geldiğinde mi konuşulacak acaba konu?

Vallahi merak etmeden duramadım…

İşin garip bir hal aldığı bir diğer konu da arıtma tesisinin kimin yapacağında anlaşılamamış olması. Büyükşehir Belediyesi arıtmayı bakanlığın yapacağından bahsediyor, Bakan Kurum, ‘belediyeler söz verdikleri artıma tesislerini artık yapmalıdır’ diyor.

Ortada bir tesisin yapılması gerektiği konusundan fikir birliğine varılmış en azından.

Bu da bir şeydir.

Bir de Bakan Kurum’un ‘Çevrede ve depremde siyaset olmaz’ sözüne yürekten katılıyorum.

Hazır bu sözden laf açılmışken hemen dün yapılan toplantıya dönerek şu kentsel dönüşüm meselesinin de altını çizmek istiyorum.

6 Şubat Depremlerinin ardından, depremsel tehlikeleri batı bölgesinde en yoğun yaşayan ilin Bursa olduğu konusunda pek çok uzman hem fikir olmuştu. Biz de bu konuyu diri tutmak için uzun uzun yazıp, çizip, konuşmuş ve sürekli olarak İstanbul’da kentsel dönüşüm projelerinde uygulanan ‘Yarısı bizden’ kampanyasının neden Bursa için geçerli olmadığını sormuştuk.

İki yıldır sürekli sorulan bu soru dün AK Parti Bursa İl Başkanı Davut Gürkan’a da yöneltildi ve Gürkan ‘Bakan bey bu konu hakkında yarın katılacağı toplantıda önemli açıklamalarda bulunacak’ diyerek adeta bir müjdenin habercisi oldu.

Haliyle bugün tüm konuşma boyunca bu müjdeyi bekledim içinde bulunduğumuz durumun vahametini bilen biri olarak.

Deprem bölgesindeki çalışmaların bitmesiyle birlikte Bakanlık olarak başta İstanbul olmak üzere Marmara Bölgesine odaklanacaklarını belirten Kurum, ha şimdi söyledi ha şimdi söyleyecek derken;

“Yeşil Bursa ile uyumlu bir şekilde, yeşili gözeten deprem dönüşümünü, sanayi dönüşümünü gerçekleştirmek durumundayız. Bakanlık olarak BTSO ve belediyelerimizle beraber şehrin merkezinden başlamak üzere öncelikli sanayi alanlarının dönüşümüne hız vereceğiz. Bu noktada belediyelerimizi özel sektörümüzü ve halkımızı Bursalı hemşerilerimizi güç birliğine ve deprem seferberliğine davet ediyorum. Her zaman Bursa’nın yanında olduk, yanında olmaya devam edeceğiz. Bursa sanayisi yeşil dönüşümü tamamlayıncaya kadar deprem dirençli şehir oluncaya kadar hep birlikte var gücümüzle çalışacağız” dedi.

Yarısı senden yarısı benden, yarısı bilmem kimden… Hiç böyle cümleler edilmedi, böyle bir projeden bahsedilmedi, böyle bir vaatle gelinmedi.

Ya neyle gelindi?

Şehrin içindeki sanayi bölgelerinin dönüşü mü var gündemimizde ilk evvela?

Bu ‘Şehrin merkezinden başlamak üzere öncelikli sanayi alanlarının dönüşümüne hız vermeliyiz’ cümlesi altı çizilmesi, üzerinde düşünülmesi gereken çok riskli bir cümle!

Şimdi şehri temizlemek ve depreme karşı dayanıklı hale getirmek için elimizde iki proje var, ikisi konusunda da bakanlık ve belediye anlaşabilmiş değil, bir diğer taraftan bakıldığında konunun içinde vatandaşın hiç geçemediğinin de altını çizelim ve halktan kopuk yönetim anlayışının nasıl olduğunu hatırlatmış olalım…

Marmara Denizi artık büyük bir foseptik!

Marmara Denizi artık büyük bir foseptik!

AK Parti Bursa İl Teşkilatı tarafından düzenlenen ‘Genel seçimlerin üzerinden iki, yerel seçimlerin üzerinden bir yıl geçerken Bursa yatırımları’ başlığıyla özetleyebileceğim toplantı bana gösterdi ki, AK Parti muhalefet işini kapmış…

Bir şey daha gördüm bu toplantı vesilesiyle, uzun uzun Bursa Büyükşehir Belediyesi ve CHP’li ilçe belediyelerinin bir yıl içinde hizmet yapamamış olmalarına yönelik eleştiriler yapılırken, ayrıca merkezi hükümet kanalıyla yapılan hizmetler anlatılırken, toplantı masasında AK Parti’nin tüm ağır topları mevcuttu, bir kişi eksikti…

Kim olduğunu tahmin edersiniz herhalde; geçmiş dönem Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş!

Oysa eski başkan bu toplantıda olsaydı, eminim kendisine yöneltilen soruları çok daha detaylı bir biçimde yanıtlardı. Aktaş’ın yokluğundan kalan boşluğu AK Parti İl Başkanı Davut Gürkan doldurdu. Kendisinin konulara hakimiyeti hayli yüksekti, gerçekten tebrik ederim. Toplantı hakimiyeti ve konuyu merkezinden kaydırmama becerisi de oldukça yüksekti, zira İYİ Parti’den yeni transfer edilen belediye başkanlarına yönelik soruları son derece profesyonel bir biçimde göğüsledi, pası aldı, ofsayta attı…

Tahmin edeceğiniz gibi çok fazla konu var üzerinde konuşulup yazılabilecek. Hepsine zaman içinde dönerek değinmek istiyorum. Benim için en önemli konulardan biriyle başlayalım; konumuz Nilüfer Çayı

AK Parti Bursa İl Başkanı Davut Gürkan, 96 kilometrelik hatta sahip olan Nilüfer Çayı’nı Karacabey Boğazı üzerinden Marmara Denizine akıtacak kapalı bir sistem üzerinde çalıştıklarını söyledi. Nilüfer Çayı Havzasında iki yıla yakındır bir çalışma yürütülüyormuş bu konuyla ilgili.

Havzaya ilişkin Çevre Şehircilik İl Müdürlüğü, Bursa Valiliği, Büyükşehir Belediyesi, Sanayi ve Ticaret Odası olarak fizibilite çalışması yaptıklarını aktaran Gürkan, bunun sıradan bir çalışma olmadığını anlattı. Çayı, kapalı sisteme alıp, kapalı sistem üzerinden Karacabey Boğazı’na kadar ulaştırmayı planladıklarından bahsetti.

Çaya deşarj yapan 22 arıtma tesisi bulunduğunu belirten Gürkan;

“Hepsi atıklarını Nilüfer’e veriyor. Arıtma tesisinden çıkan sular tartışmasız kullanılamaz durumda. Günlük 463 bin metreküp su debisi. Derin deşarj 35 metredir. Bizim planladığımız sistemde Karacabey Boğazı’na eksi 42 kodunda boşaltacak şekilde derin deşarj çalıştık. Mesele kolay değil, ama özellikle de uzun mesafede de 7,5 kilometre doğu yönünde ileriye deşarj sağlanacak. Bu normalde dünyadaki sistemin çok daha üzerinde sistem olarak öngörülmüştü. 2,2 metrelik betonarme çaplı sistem olarak düşünüldü” diyerek açıkladı kirli suların Marmara Denizi’ne nasıl bırakılacağını.

Bir de hidroelektrik santrali kurulacakmış sistemin üzerine, böylelikle kendini 4 yılda amorti eden bir sistem ortaya çıkacakmış. Herkesin de bu sistemin kurulması ve işlemesi için elini taşın altına koyması gerekiyormuş.

Dinlerken insana pek güzel geliyor, hatta kanal denince şöyle bir Venedik kanalı gibi düşünüyor insan neredeyse. Ancak mesele hiç de öyle değil. Nilüfer Deresi ile ilgili pek çok araştırması ve açıklaması olan Su Kolektifinden Caner Gökbayrak ile konuşayım bir de bu meseleyi dedim, altından neler çıktı inanamazsınız…

Hemen anlatalım…

‘Bir dönem Ergene Nehrine böyle bir çalışma yapılmıştı’ diyerek başladı konuşmasına Caner Gökbayrak. “Dünyanın en kirli nehirleri arasında gösterilen Ergene böyle bir kanal içine alınmış ve derin deşarj ile suları 2022 yılında Marmara Denizine bırakılmaya başlanmıştı”

Bilin bakalım bu tarih neye rast geliyor?

Müsilajın Marmara Denizini çepeçevre sarmaya başladığı zamanlara elbette…

Ergene Nehri temizlenmemiş, bir kanal ile etrafı kapatılarak kirliliği örtülmüş, kirli suları rahat rahat denizin 30-35 metre kadar derinliğine boşaltılarak sorunun çözüldüğü düşünülmüştü. Deve kuşunun başını kuma gömünce kaybolduğunu düşünmesi gibi…

Şimdi Caner Gökbayrak’ın açıklamasına göre Nilüfer Çayına 300’ün üzerinde kaçak deşarj yapılıyor. Yer altı kuyu suyu kullanma müsaadesi alan, yanına iki üç tane de müsaadesiz kuyu açtığından, bu kuyuların sularını da arıtmaya gönderemediğinden, doğrudan temizlemeden çaya boşaltıveriyor. Hem yer altı kaynak suyunu istenilenden çok daha fazla kullanıyor hem de kirlettiği suyu temizlemeden çaya, oradan da Marmara Denizine akıtıyor pek muhterem sanayicilerimizin büyük bölümü!

Oldu da bitti Maşallah…

İlginç bir bilgi de aldım Gökbayrak’tan. Su Kollektifi merkezi hükümetin Nilüfer Çayını kanala alma projesini bir fısıltı kaynak eşliğinde duymuş, konuyla ilgili malumat almak için Çevre Şehircilik İl Müdürlüğüne bir yazı yazmış. 2025 yılı 7 Ocak tarihinde sorularına gelen yanıt, böyle bir projenin olmadığını özellikle belirtmiş.

Müdürlük çalışma hakkında çevreyle doğrudan ilgilenen bir sivil toplum kuruluşuna alenen yanlış bilgi vermiş, çünkü bugün yapılan açıklamada AK Parti İl Başkanı Davut Gürkan, yaklaşık 2 yıldır konunun gündemde olduğunu ve ilgili müdürlükle ortaklaşa çalışıldığını söylüyor. Gürkan’ın yanlış bilgilerle açıklama yapma ihtimali olmadığına göre…

Burada da anlaştıysak konunun neden bu kadar ivedilikle gündeme alınmaya çalışıldığının altını çizelim bir kez daha Caner Gökbayrak’ın sözleriyle…

Nilüfer çayının kanala alınması, temizlenmesinden daha çok kirliliğinin gizlenmesi anlamına geliyor. Ergene Nehri müsilajın ortaya çıkmasına nasıl vesile olduysa, Nilüfer Çayı da sorunları daha derinleştirmeye vesiledir. Bunun kanala alınmasıyla ilgili telaşenin nedeni sanayi bölgelerinde önleyemedikleri kaçak deşarjların kirliliğini gizlemek, halkın çıkarları yerine sanayinin çıkarlarını ön plana almaktır.

Marmara’da 30 metrenin altında oksijen kalmadı, bunun nedeni Marmara Denizinin artık büyük bir fosseptikmiş gibi kullanılmasıdır. Nilüfer Çayını kanala almak, Marmara Denizi’nin ölüm fermanını imzalamaktan da öte idam ipini çekmektir!”

Küçük de bir not ekleyelim; sanayi bölgelerinin arıtma tesislerinin hepsinin, anlık olarak, Çevre Şehircilik İl Müdürlüğü tarafından denetlendiği bir sistem mevcut. Denetleme var, ama sonuçlar hakkında kimsenin bir fikri yok! Sanayi bölgeleri böylesine sıkı denetlenirken, Nilüfer Çayı nasıl böyle kirli akıyor? Denetleme olduğuna göre, sonuçlara kim göz yumuyor? Sorunların üzeri kanalla örtülüp, kirli sular biraz daha derine bırakılınca sorunlar çözülüyor mu?

Güzelyalı Planlarına güncelleme geldi

Önünde deniz, arkasında zeytinlikler uzanan, bu haliyle de Bursa’nın en gözde ve en sıkışmış ilçelerinden biri olan Mudanya’nın meşhur Güzelyalı İmar planları ile ilgili pek çok yazı kaleme aldık. Biz fikri takip yaptıkça konu yılan hikayesi olarak dönüp dolanmaya, bir türlü çözülmemeye devam etti.

Güzelyalı Planlarına güncelleme geldi

31 Mart tarihi itibariyle yerel yönetimlerin el değiştirmesi planların çözümü için de bir ihtimal doğurmuştu. 1 Ocak 2025 tarihinde yazdığım yazıda, Güzelyalı İmar Planlarının ilk düğümü olan, sahilin tam dibine inşa edilmiş, hem kıyı kenar çizgisini bozan hem de cadde bütünlüğünü zedeleyen meşhur deniz manzaralı otelin yıkım kararının çıktığını müjdelemiştim.

Kapalı olan planların açılması adına Mudanya Belediye Başkanı Deniz Dalgıç, Mimarlar Odası Bursa Şube Başkanı Şirin Rodoplu Şimşek ve Şehir Plancıları Odası Bursa Şube Başkanı Murat İlkme bir araya gelerek çözüm arayışı içine girdikten sonra planları kilitleyen meşhur otel için yıkım kararı çıkması yolun da açılmasına vesile oldu.

Yazımda şöyle bir not düşmüşüm;

“Şimdi, gündeme gelen otelin yıkım kararı ile birlikte tüm bu sorunlardan kurtulmak, Güzelyalı İmar Planlarının doğru bir biçimde tertibi ile Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne gönderilmesi ve her iki belediyeden de onaylanması suretiyle Güzelyalı’da hasretle beklenen planlı gelişimin yolunun açılması mümkün”

Bugün de bahsettiğim planlama için kolların sıvandığını, planların yapıldığını ve Mudanya Belediyesi İmar Komisyonuna inceleme için gönderildiğinin haberini vereyim dedim.

Mudanya Belediye Meclisi’nin Mayıs Ayı Olağan Toplantısı’nın ikinci oturumunda konuşulan gündem maddelerinden biri Güzelyalı ve Altıntaş Mahalleleri imar planları oldu.

Mudanya’da son 30 yılda dokuz farklı 1/1000 ölçekli imar planı hazırlandı. 2014 yılından bu yana Mudanya Belediyesi tarafından yapılan planın üst ölçekli plana uyumsuzluğu ve sosyal donatı alanlarındaki yetersizlik gibi nedenlerle geliyordu iptal kararları.

Başkan Deniz Dalgıç’ın hedeflerinden biri de bu planları açmak ve böylelikle kentsel dönüşüm sürecini başlatarak sıkışmış Mudanya’nın hem depreme karşı daha dirençli bir yapıya kavuşmasını sağlamak hem de vatandaşın yaşadığı mağduriyeti gidermekti.

“Sağlıklı, sürdürülebilir ve hukuka uygun bir planlama zemini oluşturmak amacıyla süreci baştan ele aldık, yeni planda; İmar, Zeytincilik, Kıyı, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı, İlçe ve Büyükşehir Belediyesi kanunları ile imar mevzuatına ve mahkeme kararlarına uygun olarak çalıştık” diyerek planla ilgili hassasiyetlerini belirtti Dalgıç.

Gelelim planın vatandaş için hak teslimi yapan kısmına…

Özellikle sahil bandında mevcutta beş katlı yapıların bulunuyor biliyorsunuz. Bu yapıların hepsi ruhsatlı, çünkü geçmiş dönemde beş kata kadar ruhsat veriliyordu bölgeye. Sonradan yapılan imar planlarında bu bölgelerin ruhsatları üç kat olarak düzenlenince vatandaş bir hak kaybına uğradı ve planlara yönelik açılan davaların bir bölümü de bu konuya itirazları içeriyordu.

Dalgıç’ın söylediği en can alıcı sözler de bu konuyu baz alıyordu. Cümleyi ana hatlarıyla aktarıyorum;

“Kentsel dönüşüm sürecini olumsuz etkileyen ve vatandaşların mevcut hak kaybına uğramasına neden olan durum, yeni planla birlikte bu hak kayıplarının giderilmesini sağlayacak şekilde düzenlendi. Düzenlemeler, mevcut yapılarla uyumlu olacak şekilde hazırlandı ve dönüşüm süreçlerini kolaylaştıracak biçimde kurgulandı. Planlama süreci boyunca zeytinlik alanlara hiçbir şekilde müdahalede bulunulmadı, bu alanların tamamı korundu”

Haziran ayında Belediye Meclis Gündemine sunulacak olan planlar incelenmek üzere İmar Komisyonuna havale edildi. İnceleme sonrasında Mudanya Belediye Meclisinde planların kabul edilmesi halinde Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne gönderilmesi aşamasına geçilecek. Planlar burada da kabul görürse yılların hasreti son bulacak ve Güzelyalı Altıntaş İmar Planları sorunu çözülmüş olacak.

Hadi bakalım hayırlısı…

Merkezi hükümet evlat mı ayırıyor?

Merkezi hükümet evlat mı ayırıyor?

31 Mart yerel seçimleri sonrasında Bursa’da bir dünya alt üst oldu, altı üstünden iyi midir işin o kısmını zaman gösterecek, ancak uzunca bir süredir büyükşehriyle, merkez iki ilçesi ile AK Partili belediye başkanları tarafından idare edilen Bursa, bir yılı aşkın süredir büyükşehir ile ve merkez iki ilçesi ile CHP’li belediye başkanları tarafından yönetilir hale geldi.

Bir zamanların yalnızlaştırılmış belediyesi Nilüfer’di, CHP’nin kalesi olarak görülüyordu ilçe; şimdilerde AK Parti’nin kalesi olarak görülen ilçe Yıldırım kaldı elde. Umarım yalnızlaştırılan ilçe olarak da tarihe geçmez, zira çok yol alan bir ilçeyi hizmette geriye giden bölge olarak anmayı hiç istemem…

Bahsettiğim değişimi, yerel seçimlerin ardından geçirdiği bir yıl ile birlikte toplam 6 yılda neler yaptığını ve ileride neler yapmayı planladığını anlatmak üzeri bizi davet eden Yıldırım Belediye Başkanı Oktay Yılmaz’ın düzenlediği bir toplantıda, ilk kez bu kadar çok milletvekilini ve parti ileri gelenini, hatta AK Parti İl Başkanı Davut Gürkan’ı bir arada ağırladığını görünce fark ettim.

Yıldırım artık AK Parti’nin kalesi ilan edildi, sahip çıkılıyor haliyle…

Yıldırım’ın en önemli sorunun mülkiyet ve kentleşme olduğunu, göreve geldiğinden bu yana sözü geçen iki sorunla ilgili çok önemli projeler geliştirdiğini belirtti Başkan Yılmaz.

Elbette Yıldırım sosyal, sportif, kültürel ve eğitime destek olacak mekanlara da ihtiyaç duyan, şehrin naçar kalmış ilçelerinden biri olduğundan, ciddi çarpık yapılaşmaya maruz kaldığından düzensizliğin içinde düzen kurulması gerektiğinden, hayli zor bir ilçe.

Sıkça belirtirim Oktay Yılmaz’ın belediyecilik anlayışını ve yöneticilik becerilerini başarılı bulduğumu. Fikrim halen değişmiş değil, ancak şunun da altını çizmek lazım, Sezar’ın hakkını Sezar’a teslim etme nezaketini gösteren Başkan, açıkladığı önemli projelerin büyük bölümünde ilgili bakanlıkla birlikte çalıştıklarını belirtti konuşması boyunca.

Bursa’ya merkezi hükümet tarafından destek olunması son derece yerinde, ancak bu birliktelik vurgularını CHP’li belediyelerde şimdiye kadar hiç görememiş olmak can yakıcı. Şehri her dönem ‘merkezi hükümetin destek verdikleri ve vermedikleri’ şeklinde ayırmak bana hizmet etmekten ziyade ceza vermek gibi geliyor…

Yapılanları kalem kalem okuyacaksınız zaten haber merkezlerinin hazırladığı derlemelerden. Bir de yapılacaklar var.

Mesela Bursaspor Lisesi

Bir üst lige çıkması nedeniyle şehirde büyük bir sevinç kaynağı olan Bursaspor’un adı bir lise ile de taçlandırılacak. Konu yönetimle değerlendirilmiş, devlet okulundan ziyade özel okul konseptinin daha uygun olduğuna karar verilmiş. 10 yılı aşkın süredir konuşulan, zaman zaman unutulan sonra tekrar hatırlanan lisenin bu dönemde hayata geçme ihtimali var bence.

Dedim ya merkezi hükümetin desteği Yıldırım Belediyesi’nin yanında…

CHP’li bir büyükşehir belediye başkanı ile görev süresinin bir yılını doldurdu Oktay Yılmaz.

Aynı partiden olmak işi kolay kılabilir” dedikten sonra bu konu hakkında; “Biz sadece kurumlarla değil, özel sektör ve paydaşlarla da iyi çalıştık. Geçmişte büyükşehir ile işlerimizi ayırt etmedik. Bize ait olmayan yerler yaptık. Şu anda Deliçay’ı ıslah ediyoruz. Dere ıslahı yapıyoruz. Bu bizim konumuz değil, ama biz söz vermiştik. Başladık. Geçmişte 2,5 kilometrelik kanal ıslah ettik. Bu da işbirliği teklifi. Biz bu işte iyiyiz. Ulus’ta bizim bir tane boş alana yaptığımız proje var. Rezerv konut ürettiğimiz aynı yeri ikimiz başladık. Biz bitirdik, siz daha yeni temel atıyorsunuz. Gelin işbirliği yapalım dedik. Vatandaşa daha yakınız. Biz bu süreci hızlı yönetelim, kent kazanacak. Biz ayırt etmiyoruz. Karşı taraftan aynı ilgiyi görürsek bu iş hızlı yürür, kent ve hemşerilerimiz kazanır” diyerek Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’e de işbirliği sürecini devam ettirme davetinde bulunuyor.

En çok merak edilen konulardan biri de 2025 vizyonlu 1/100 binlik Çevre Düzeni Planı çalışmalarında nerede olduğumuz. Bursa nerede, Yıldırım bu işin neresinde, plan 2026 yılı başına yetişir mi?

Yaptım oldu’ derseniz her şeyi yetiştirirsiniz. Sağlıklı değerlendirirseniz zaman alır” giriş cümlesi kurulan kurulların, yaşanan tartışma ortamlarının, görüş alışverişlerinin ve veri toplama süreçlerinin Oktay Başkan tarafından da mantıklı bulunduğunu gösteriyor.

Ancak bu sürecin uzayacağı yönünde kendisiyle aynı fikri paylaşıyor olduğumuzu da şu cümleler özetliyor;

“Tartışılır bir durum. Yıl sonuna yetişeceğini düşünmüyorum. Yıldırım’ın başka yere taşınmasının doğru olmadığını düşünüyorum. Yerinde dönüşümün istendiğini, en büyük paydaşın hemşerilerimiz olduğunu belirtmek isterim. Alternatiflerden birisi taşınma olabilir. Nereye taşıyacağınız önemli. Karşılığı olmayan fikirlerle süreç yönetmek mümkün değil. Biz yerinde dönüşümü gördük. Kentin büyük bölümünde aynı planı yapıyoruz. Biz ada bazlı mahalle değil, bölge bazlı planlama yaptık. 100 binlik plan, 2010’lu yıllarda bütünşehir yasası öncesi bir karar alınıp bakanlığa gönderiliyor. 2012 yılında. O dönemde de merkez Bursa için bir süreç yürütülüyor. Geçtiğimiz dönemde de yapıldı. Bugün de yapılıyor. Bunların yapılması gerekiyor. Bir vizyon ortaya koymak gerekiyor” diyor Başkan.

Son olarak söylediği şu cümle dikkat çekici; “Bunun kesinlikle bir ranta dönüşmemesi gerekiyor. Çalışmalar Planlama ajansı üzerinden yürütülüyor. Planlama ajansı ikinci NİLVAK vakası olmamalı, önemli diye düşünüyorum”

Görünen o ki, bu plan da Yıldırım’ın AK Parti’nin kalesi unvanını alması da daha çok su kaldırır…

Grev açıklamasına gittik, fakir olduğumuzu öğrendik

Grev açıklamasına gittik, fakir olduğumuzu öğrendik

Zaten trafikten bezmiş Bursa’da bir süredir Burulaş yönetiminde olan toplu ulaşım alanında da sıkıntılar mevcut malum. Burulaş işçilerini temsil eden Demiryol-İş Sendikası ve Bursa Büyükşehir Belediyesi arasında Ocak ayından bu yana yürütülen toplu sözleşme görüşmelerinde bir türlü uzlaşmaya varılamayınca sendika grev kararı aldı geçtiğimiz günlerde.

Demiryol-İş Sendikası Adapazarı Şube Başkanı Cemal Yaman kararı işçilere açıkladığı konuşmasında;

20 Mayıs’ta başlayacak grev ile birlikte trenler ve otobüsler çalışmayacak. Bursa halkı ciddi bir ulaşım mağduriyeti yaşayacak. Bu noktaya gelinmesini istemezdik!” dedi.

Açıklanan bu karar sonrasında bugün de Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey çıktı kameralar karşısına ve halini arz etti.

Sendikanın artış oranı yüzde 75 ile başlamış, yüzde 47’ye kadar düşülmüş ve bu oranda ısrar edilince grev kararı alma noktasına gelinmiş.

Peki, Bursa Büyükşehir Belediyesi oran olarak ne veriyor? Ne veriyor da beğenilmiyor?’ diye sordum;

Ortalama olarak yüzde 25 civarında bir artış var teklifimizde” dedi Bozbey; “Ancak açık söyleyeyim, burada otobüs şoförleri çalışma koşulları ve yaptıkları iş karşılığında az bir ücret alıyorlardı, onların artışları daha çok oldu

Yine Bozbey’in halini arz ettiği konuşmadan yola çıkarak şunu söylemek mümkün, uzlaşma hiç sağlanamadığında Yüksek Hakeme gidilmesi söz konusu olsa, oradan gelecek oranlar da yüzde 20 ila 25 arasında bir artış oranı olacak.

Bozbey konuşmasında; “Bizim vereceğimizden daha düşük artış olacak” demişti, buradan anlıyoruz ki, kastettiği belediyenin verdiğinden daha düşük artış alma ihtimali olanlar, sıkıntısı en büyük olan kesim, yani otobüs şoförleri!

Yüksek Hakeme gidilmesi halinde her kesime aynı oranda zam yapılacağından şoförler yine yaptıkları işle doğru orantılı bir maaş alamamış olacaklar ve işin bu noktasında sorunlar devam edecek.

Bozbey’in soruma verdiği yanıtta herkese aynı zam oranının verileceğinden bahsetmediğini, ortalama bir artıştan söz ettiğini hatırlatmak isterim. Biraz araştırınca Bursa Büyükşehir Belediyesinin yasal olarak zaten yüzde  17 artış oranını vermek zorunda olduğunu, bu zorunlu oranın üzerinde zam alamayan kesimin güvenlik görevlileri ve temizlik personelleri olduğunu öğrenmek pek de zor olmuyor.

Bu arada sendikanın Bozbey’in son teklifi ile ilgili çalışanları bilgilendirmediği gibi söylentiler de geliyor kulağımıza.

Maaş artışları konusunda anlaşılamaması ya da sendikanın istediği rakamın verilmesi halinde bilet fiyatlarına ciddi yansımalar olacak. Ben diyeyim 50, siz deyin 60, Allah ne verdiyse artık basacağız bizi toplu olarak bir noktadan bir noktaya ulaştıran raylı raysız ulaşım araçlarına…

Önemli sorulardan biri sürecin siyasi olup olmadığına yönelikti. “Bu durumun bir siyasi olay olacağına inanmak istemiyorum, açıkçası. Ancak İstanbul’da da yine aynı sürecin yaşandığını düşündüğümüzde, ‘Ya olabilir mi?’ diye de kendimizi bazen çimdikliyoruz affedersiniz, ama inanmak istemiyorum, açıkçası” dedi Bozbey.

Kısacası yürütülen sürecin siyasi bir dayanağı olduğunu düşünüyordu, düşünmekte de haksız değildi, zira günümüzde atılan adım, yenilen yemek, sürülen arabanın tekerleği falan hep siyasi bir sürecin parçası…

20 Mayıs günü kontak kapatıp üretimden gelen gücünü kullanarak grev koyma kararı aldı Demiryol-İş Sendikası. Başkan Bozbey ‘Gereken önlemleri alacağız, Bursalıyı mağdur etmeyeceğiz’ sözünü verdi.

Hiç öyle grev kırıcılık falan yapmam, böyle dümdüz olanı biteni anlatır yorumu okuyucuya bırakırım bu noktada…

Gelelim kendi hali pür mealimize…

Efendim bizler, çoğu ‘asgari ücretin bir tık üzerinde’ diye tarif edilen ücretlerle çalışan gazeteciler olarak, toplu ulaşım hatlarında çalışan şoförlerin, vatmanların, bakım formenlerinin alacağı ücretleri görünce ilk olarak şunları düşündük; ‘Bu rakamların nesini beğenmediler? Bu işi bırakıp vatmanlık için bir kursa falan mı gitsem? Otobüs kullanabilir miyim acaba?…’

Çünkü hepimiz günün sonunda evimize ekmeğini, peynir, zeytinini, domatesini, biberini alıp dönen, faturasını, kirasını ödeyen, hasılı kelam parayla geçinen insanlarız…

Bir yanda bizim aldığımız, bir yanda beğenilmeyen rakamlar

Sonra şunun farkına vardım, kira fiyatlarının 20 bin liraları aştığı, insanların evlerine protein namına gıda sokmakta zorlandığı, sebzenin meyvenin fiyatının başını alıp gittiği günümüz Türkiye ekonomisinde aslında bu rakamlar ‘insan evladıyım’ diyenin geçinmesi için ancak yetecek rakamlar.

Öyle ayın sonunu getirmek için kırk takla atmadan, üç öğün makarna, hamur yemeden, çocuklarının yüzlerine bakacak yüzünün olduğu, eşini yanına alıp bir sinemaya, tiyatroya gidebildiğin insan gibi bir yaşam

Unutmuşuz…

Yoksul yaşama öylesine alışmışız, fakirlikte öylesine buluşmuşuz ki, normalimiz olmuş. Normal bir yaşamı zenginlik sanıyoruz, hatta normal bir yaşam talebini haddini bilmezlik sanıyoruz

Pek çok ekonomistin, hatta ‘ben ekonomistim’ diyecek kadar fütursuz olmayan, ancak evinin hesabını tutabilen benim bile defalarca söylediğim şeyin ete kemiğe bürümüş halini yaşadım bugün. Okumanın, eğitim almanın, çocuklarını okutmak için yıllarca ve tonlarca para harcamanın bir anlamının kalmadığını gördüm gözlerimle. Zenginini değil fakirini çoğaltan, insanını fakirliğin, fasfakirliğin, fukaralığın dibinde buluşturan bir ülke olarak kendimizle ne kadar gurur duysak az…

Bir de iğneyi kendimize çuvaldızı başkasına batıralım ve diyelim ki; ‘Birlik ol kardeşim, sen de hakkını savunmanın, üretimine değer katmanın yolunu bul, sen de insanca yaşam kavganı ver.

Nazar etme ne olur, örgütlü olsan senin de olur…’

Mühür kimdeyse Süleyman o mudur?

Mühür kimdeyse Süleyman o mudur?

Bursa’nın en gözde ilçesi Nilüfer’de  sular hiç durulmuyor…

Bu kez bahsedeceğimiz konu dibine kadar siyaset…

Tek tabanca yapılmayan, bir ekip işi olan, taraf olmayanın bertaraf olduğu, hamleleri bir yıl öncesinden hesaplamalı bu siyaset oyununda geldiğimiz nokta şöyle özetlenebilir; CHP Nilüfer İlçe örgütü ile Nilüfer Belediye Başkanı Şadi Özdemir arasında son dönemlerde kendini daha da hissettiren bir gerginlik hakim.

Hani nasıl desem; örgütün ak dediğine Şadi Başkan kara diyor, o kadar bir ayrı düşme hali.

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramında yaşanan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın posterinin Nilüfer Belediyesi’ne asılması hadisesini ve bu esnada yaşanan gerginliği hatırlıyorsunuzdur.

Daha önce de birkaç kez Bursa Valiliği tarafından devlet töreninin düzenleneceği ilçe olarak Nilüfer seçilmiş, ancak tüm bu törenler öncesinde valilikle CHP seçmeninin hassasiyetleri konuşularak poster konusu sulh içinde çözülmüş ve yine bu törenlerin hiçbirinde poster asma provası gibi bir çalışma yapılmamış. AK Partililerin ‘Nilüfer Belediyesi’ne poster astırdık’ şekilli övünmelerine müsaade edilmemişti.

CHP Nilüfer İlçe Başkanı Özgür Şahin, bugün yaptığımız telefon konuşmasında 23 Nisan günü neden Nilüfer Belediyesi önündeki törene değil de Görükle’de düzenlenen törene katıldıklarını konuya yönelik kendisinin ve örgütün üzüntüsünü ve tepkisini anlatarak yanıt verdi. ‘Bu durum CHP tarihinde hiç yaşanmamıştı’ diyerek özetledi durumu.

Şu meşhur asansör mevzusu da var tabi bir makine mühendisi olan Özgür Şahin ile Şadi Ödemir’in arasında anlaşamadığı konuların içinde. Kamu görevi yapan Makine Mühendisleri Odası gibi odaların denetim makamında olmasını her daim savunan bir anlayıştan gelen CHP örgütünün düşüncelerinin aksine bir karar ile ve CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in talimatı dışında, üstelik ihale de düzenlenmeden hareket edilen bir konu Nilüfer ilçesindeki asansörlerin denetiminin özel bir şirkete verilmesi.

Bu ve benzeri irili ufaklı başka konuları da gündeme getirebiliriz de yazı uzar, gerek yok.

Biz bardağı taşıran, zurnanın son deliği olan konuya gelelim…

‘Mühür kimdeyse Süleyman o mudur?’ sorusunu bize sorduran konuya…

Dün akşam saatlerinde yapılan Nilüfer Belediye Meclisi toplantısı öncesinde, hatta bundan yaklaşık bir ay kadar öncesinde konuşulan bir mesele Yücel Akbulut’un Nilüfer Grup Başkan Vekili ve Grup Sözcülüğü görevini bırakması.

Konu basına biraz farlı yansıdı’ diyerek söze başlayan Özgür Şahin mevzuyu şöyle özetliyor;

“Bir süredir Yücel Akbulut’un üzerinde çok fazla görev yükü olduğundan bu konuyu konuşuyorduk. Kendisinin de Nilüfer’de olmamak konusunda bir tavrı vardı. Yine de ben işi son derece iyi götürdüğü için kendisinin kalmasından yanaydım. Akbulut kalmak istemediğini beyan edince, Nilüfer Belediye Başkan Yardımcımız Okan Şahin adaylığını söyledi, oylattık ve grup başkan vekilini değiştirdik.

Bizim için sorun Okan Şahin’in bu göreve gelmesi değildi. Kendisi CHP’nin bir değeridir, akademik odalarda yetişmiş kıymetli biridir. Geldiği makamın hakkını vereceğine de inancım tamdır. Bu konuda kendisine her türlü desteği vereceğimizden kimsenin kuşkusu olmasın.

Yaşadığımız sorun, Nilüfer Belediye Başkanı Şadi Özdemir ile daha önceden konuşup bir prensip kararına vardığımız İstanbul modeline geçişle ilgiliydi.

İstanbul Büyükşehir Belediyesinde grup sözcülüğü ve grup başkan vekilliği görevini ayrı isim yürütüyor. Bunu kuvvetler ayrılığı ilkesini benimsemiş bir partinin ilçe başkanı olarak şöyle açıklayabilirim; grup başkan vekili yasama erki olarak beni, yani örgütün taleplerini temsil edecekti, yürütme ise belediye işleyişini üstlenecek ve grup sözcüsü olarak işlevini yerine getirecekti. Bu iki kıymetli çalışmayı ayırırsak grup başkan vekilini rahatlatırız, dolayısıyla ilçenin sorunları ile ilgili daha iyi bir çalışma yaparız diye düşünmüştük.

Dünkü toplantıda konsensüs sağladığımız bu konu hiç görüşülmemiş gibi her iki görevi de bir kişinin üstlenmesi kararını verdi Şadi Başkan!

Bu kararı değiştirmek etik değil, bununla ilgili altyapı oluşturmak etik değil, CHP Belediye Meclis üyeleri arasında yapılan oylamanın sonuçlarını sanki iki kişi karşı karşıya gelmiş de bir kişi kazanmış gibi bazı yayın organlarına sızdırmak hiç etik değil!”

Dün gecenin Bursa’da en çok konuşulanı olan, CHP Nilüfer İlçe Başkanı Özgür Şahin’in paylaştığı sosyal medya mesajını da şuraya iliştireyim ve yazıyı kapatayım…

“Siyasette etik, lüks değil zorunluluktur. Halka hizmet iddiasıyla yola çıkan herkes, önce kendi vicdanına hesap vermeyi öğrenmelidir. Gücü değil, ilkeleri merkeze koyan bir siyaset anlayışı olmadan ne güven inşa edilir ne de gelecek. Siyasal etik yoksa siyaset çürür!”

BAREM’e talip var!

BAREM’e talip var!

Bundan yaklaşık iki ay önce, 10 Mart 2025 tarihinde yazdığım yazımda Osmangazi Belediyesi’nin Mustafa Dündar döneminde inşa edilen ve işletilmeye çalışılan gözde tesislerinden olan BAREM’i kiraya vermek için Osmangazi Belediye Meclisi’nden yetki istediğini yazmış ve konunun gerekçelerini açıklamıştım.

Konu aslen şöyle;

Son derece büyük, kapsamlı ve konforlu bir bina olarak inşa edildi BAREM. Aslen sosyal belediyecilik adına iyi işler yapmak için çıkıldı yola. Gelin görün ki, evdeki hesap çarşıya uymadı, 220 kişi kapasiteli Osmangazi Belediyesi Bakım ve Rehabilitasyon Merkezi’nde binanın işletme maliyetleri Osmangazi Belediyesi’nin boyunu aştı. Yıllık işletme maliyeti 200 milyon lira olarak hesaplanan tesiste en son 17 kişi kalıyordu.

Yine yazımda belirtmiştim, tesisin işletme maliyetinin bir ilçe belediyesi için çok yüksek olduğunu ve Osmangazi Belediye Başkanı Erkan Aydın’ın tesisi devretmek için ilk olarak SGK’ya devir önerisi götürdüğünü, ardından Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına; ‘Tesisi hiçbir bedel talep etmeden size devredelim, tek şartımız Mustafa Dündar döneminde çalışmak üzere alınan 10 personelin devam etmesi olsun’ talebinde bulunduğunu.

‘Bursa’ya huzur evi layık görülmedi’ başlıklı yazımda Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından Osmangazi Belediyesine henüz olumlu bir dönüş olmadığını vurgulamışım ve şöyle bir not düşmüştüm;

“Önerim, Bursa için hep olması gereken, ancak bir türlü oluşturulamayan Bursa lobisi için bir an önce kolları sıvamak, sonrasında merkezi hükümet nezdinde sözü geçen, istediğini yaptırabilen pozisyondaki AK Partili ve MHP’li meclis üyeleri ve milletvekilleri de dahil olmak üzere bir heyet oluşturarak BAREM’in Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından devralınmasını, işletilmesini, Bursa’ya layık bir tesis haline getirilmesini sağlamak…” demişim.

Bugün aldığım bir bilgiye göre, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından da bir adım atılmış konu hakkında, Bakanlığın protokolü Osmangazi Belediyesi’ne iletilmiş.

Protokolün detaylarını ileride aktarmak üzere bir anlaşmaya varılması halinde konunun Bursa için son derece yararlı olacağını vurgulamak lazım.

Zira bir yanda huzur evinde konaklamak isteyen yüzlerce yaşlı diğer yanda pek çok konforu bir arada barındıran şahane bir tesis var. Birbiriyle tencere kapak kadar uyumlu olacak bu iki konuyu yan yana getirmek sosyal belediyecilik ve sosyal devlet anlayışının gereği olduğu gibi Aile yılında ailelere yapılacak en kıymetli yardımlardan olacaktır.

*****

Çekirge Meydan Projesi de kadük kalabilir!

Konu Osmangazi Belediyesi’nden açılmışken, geçtiğimiz günlerde Altıparmak-Çarşamba kentsel dönüşüm çalışmaları hakkında kaleme aldığım bir yazının ardından beni yine bir kentsel dönüşüm çalışması hakkında bilgilendirmek isteyen geçmiş dönem Osmangazi Belediye Meclis Üyelerinden ve her daim Bursa için çalışan gönüllülerden olan Cemil Aydın’ın iletisini sizinle paylaşmak istiyorum…

Altıparmak-Çarşamba dönüşüm projesinde yaşanan kadük olma sıkıntısı Çekirge Meydan ve Ulaşım Projesinde de yaşanmaktadır.

Çekirge Meydan Projesi Osmangazi Belediye Başkanlığı tarafından proje yarışması düzenlenen, akademik odalardan görüş alınan, bölge halkıyla toplantılar düzenlenen bir uygulamadır. Bir an önce projenin uygulanması için gerekli çalışmalara başlanmalıdır. Konu Osmangazi Belediye Meclisinde defalarca gündeme gelmesine ve yeterli desteği görmesine rağmen çalışmalar henüz gerekli adımlar atılmadığından projenin askıda kalma ihtimali yaşanabilir.

Geçmiş dönemlerde harekete geçilmeyen proje için yeni dönemde icraata başlanması beklentisi herkeste hakimdir.

Osmangazi Belediye Başkanlığının bu projeyi başlatacak kabiliyet, tecrübe mali ve teknik gücü mevcuttur. Başlanan hizmet ve projelerde sürekliliğin esas alınmalıdır”

Konunun takipçisiyiz…

Telef olmak üzerine

Telef olmak üzerine

İki gündür üzerinde yazılıp çizilmeyen kısım kalmadı CHP Genel Başkanı Özgür Özel’e yönelik Atatürk Kültür Merkezi önünde gerçekleştirilen yumruklu saldırı hakkında.

Tam bir domino etkisi gördük yaklaşık bir haftadır ekranlardan izlediğimiz kadarıyla.

Önce bir ‘Cumhurbaşkanlığı yolunda telef olma’ söylemi geliştirildi, ardından CHP otobüsünü kullanan şoför montaj videolar eşliğinde tutuklandı, ev hapsi cezası aldı, sonra telef olmaktan kastın ne olduğunu anladığımız bir gelişme ile CHP Genel Başkanı Özgür Özel, TBMM Başkan Vekili ve DEM Parti Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in cenaze töreni çıkışında güya kendisine yardım kartı verilmediği için sinirlenen ve nedense ‘Biz Osmanlı torunuyuz’ diye slogan atacak kadar da mesaj içerikli bir vatandaş tarafından saldırıya uğradı.

Nedendir bilinmez bu tür saldırılar genelde CHP liderlerinin başına geliyor! Erdal İnönü, Bülent Ecevit, Deniz Baykal, Kemal Kılıçdaroğlu ve sonunda da Özgür Özel.

Olayda bir güvenlik zafiyeti olduğu ortada. Bu kısmı geçersek, herkesin aklında; ‘Allah muhafaza, saldırganın elinde bıçak falan olsa bugün başka şeyler konuşurduk’ söylemi. Bazı kesimlere göre ‘İstersek sana ne kadar yaklaşacağımızı gör’ mesajı.

Özgür Özel’e saldırıldı, ama işin daha devamı da mevcut…

Henüz saldırının harareti soğumadan bir sosyal medya hesabından Özgür Özel’in kızına tehditler yöneltildi. Evinin adresini vererek, fotoğraflarla ‘ensendeyiz’ mesajı iletilerek.

Yeni dönemin modası bu. Ailenin, mevtanın, çocukların kutsallığı çiğneniyor sürekli…

Özel’e yönelik saldırının CHP içindeki bazı kesimler tarafından ‘provokasyon’ nitelendirmesiyle anılması endazenin iyice kaçtığını gösteriyordu. Oysa konunun 19 Nisan 2019 günü Ankara’nın Çubuk ilçesinde Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelen saldırıdan hiçbir farkı yoktu.

İktidar partisi liderlerinden gelen geçmiş olsun mesajları da kutuplaşmayı kaşıyan dozunu değiştirmedi.

Siyasetin yumuşamaya niyetinin olmadığı ortada, vatandaşın takınacağı tutum ise şüpheli.

Bugün de tüm CHP İl Başkanlıklarında eş zamanlı bir basın açıklaması düzenlendi.

Bursa’daki açıklamaya katılan belediye başkanları ve milletvekillerinin isimleri önemli…

Osmangazi Belediye Başkanı Erkan Aydın, Gemlik Belediye Başkanı Şükrü Deviren, Nilüfer Belediye Başkanı Şadi Özdemir, CHP Bursa Milletvekillerinden Orhan Sarıbal, Hasan Öztürk, Nurhayat Altaca Kayışoğlu, CHP Parti Meclis Üyesi Canan Taşer, CHP Bursa İl Başkanı Nihat Yeşiltaş ile aynı karede buluşarak gerçekleştirdi açıklamayı.

Yeşiltaş, “Bu saldırı milletin iradesine, halkın umuduna ve Türkiye’nin geleceğine yapılmıştır. Bugün yaşananlar bir tesadüf değil; uzun süredir işlenen kutuplaştırıcı siyasetin doğrudan sonucudur. Biz kardeşlik kazanacak dedikçe onlar saldırttılar. Demokrasi kazanacak dedikçe karanlığı örgütlediler” diyerek özetledi yerel seçimler ile birlikte kazanılan başarının bedelini nasıl ödediklerini.

Siyasetin mücadele arenası korku ikliminden beslenen bir iktidar için korku ile yönetme, korku ile sindirme biçimine büründüğünden bu yana bir köşede çaresizliğini bileyen halkın gençlerin barikatları yıkması ile gürleyen cesaretinden feyz alan Yeşiltaş; “Cumhuriyet Halk Partisi korkmaz, sinmez, geri çekilmez! Genel Başkanımız Özgür Özel’in ve Cumhurbaşkanı adayımız Ekrem İmamoğlu’nun arkasında dimdik duruyoruz. Sandığı önümüze, adayımızı yanımıza istiyoruz. Çünkü biz bu ülkenin geleceğiyiz!” diyerek geri adım atmayacaklarını, pasif muhalefet yaklaşımına geri dönmeyeceklerini vurguladı.

TDK’ya göre iki anlam içeren ‘Telef olmak’ değişi ilk anlamıyla hayvanların ölmesi manasına geliyor. İkinci anlam olarak sözcük; mahvolmak, yok olmak anlamını içeriyor.

İki içerik de telef olacak kişinin bir biçimde yok olması demek.

Çok şükür son günlerde yaşananlar bir yok olma hadisesi ile karşı karşıya getirmedi bizi. Fakat sözün içerisini doldurmak isteyenlerin bunu yapmaktan çekinmeyeceklerine yönelik önemli sinyaller içeriyor gündem…

Özgürlükte birinci; sondan birinci!

Özgürlükte birinci; sondan birinci!

Ülkenin kendi söküğünü dikemeyen terzilerinden olan gazetecilerin 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü bugün.

Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler örgütü, gazetecilere yönelik süregelen baskılar nedeniyle her yıl yeniden değerlendirmeye aldığı Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde 2025 yılı sonuçlarını açıkladı. Türkiye 180 ülke içerisinde 159. sırada!

Basınına bizden daha az özgürlük tanıyan 21 ülke var dünya üzerinde hepi topu…

2022’de 149, 2023’te 165, 2024’te 158. sırada bulunduğumuz liste her geçen yıl durumumuzun daha vahim hale geldiğinin de göstergesi. 2025 Endeksi’nde bir sıra daha kaybederek; basın özgürlüğü konusunda ‘çok vahim’ kategorisinde yerimizi aldık maşallah…

Uzun yıllar karşı karşıya kaldığı yasal ve fiziki baskılardan usanan gazetecilik, demokratik düzenleme ve güvenceden yoksun kalma kısmına iyice alıştıktan sonra, şimdi de ekonomik istikrarsızlığın getirdiği darbe ve teknolojinin dayattığı ‘tek kişileşme’ koşullarıyla zayıflama gösteriyor. Böylelikle ya medyayı destekleyen bir kesimin tek sesliliğinin hakimiyetine giriyorsunuz ya da tek kişilik medya olarak özgür ancak cılız sesinizle işinizi yapmak için yine tek tabanca olarak mücadele ediyorsunuz. Kişiler markalaşırken, tüm medya camiasının karşı karşıya bulunduğu tehlikenin adı, medyada tek seslilik!

Tek olmak ya mücadele etmemeyi ya iki keskin kutba ayrılan ülkede kendi mahallesinin sesi olmayı ya da çarpışa çarpışa kan kaybetmeyi beraberinde getiriyor.

Gazetecilere yönelik fiziksel saldırılar basın özgürlüğüne yönelik saldırıların görünür yönü olsa da, daha sinsi olan ekonomik baskılar aslında en büyük engeli oluşturuyor.

2025 yılının ilk dört ayın değerlendirmesine göre 61 gazeteci gözaltında bulunuyor, 25 gazeteci tutuklu, pek çok televizyon kanalı yaptığı yayınlar beğenilmediği için karartılıyor, gazetecilerin sosyal medya hesapları erişim engeliyle karşı karşıya kalıyor, hasılı kelam işin özgürlük kısmı en şiddetli hayliyle kendini gösteriyor.

Özgür olmadığımız ortada, içinde bulunduğumuz iklimde gazetecilerin para sopasıyla en çok dövülen iş kolu olduğu gerçeğini de açıkça dile getirmek gerekiyor bu önemli günde. Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’ndeki ekonomik gösterge 2025’te düşüş göstermeye devam ederek daha önce görülmemiş kritik bir eşiğe ulaştı. Sonuç olarak, basın özgürlüğünün durumu ilk kez ekonomik faktöre bağlı olarak dünya çapında ‘zor’a girdi.

Eskiden ülke yönetiminin yasama, yürütme, yargı erklerinden oluştuğunu dördüncü güç olarak da basının sayıldığını, basın mensuplarının kamu yararına kamuyu bilgilendirmek adına bir kamu görevi gördüğünün altının sık sık çizildiğini, tüm bu erklerin asıl amacının birbirini denetlemek ve yanlış kararlar alınmasının önüne geçmek olduğunu hatırlatayım da bir nostalji yapalım…

Şimdi basının dördüncü güç olarak kamuyu bilgilendirmek amacıyla bir kamu görevi yaptığını, bu görevi yaparken objektif olduğunu söylemek için yukarıda belirttiğim özgürlüğün elinden alınması ve ekonomik kriterlere yön veren iplerin birilerinin elinde tutulması gerçeğini terk etmek gerekir.

Böyle bir şey söyleyebiliyor muyuz?

Hayır!

Öyleyse önümüzdeki yıl Dünya Basın Özgürlüğü Endeksinde daha da aşağılarda olacağımızın müjdesini şimdiden verelim. Kim bilir belki bu kez birinci bile olabiliriz.

Sondan birinci!

“3 Mayıs Milliyetçiler Günü”

“3 Mayıs Milliyetçiler Günü”

Milliyetçi Hareket Partisi’ne gönül vermemiş, sade bir Türkçü iseniz, 3 Mayıs’a, “Türkçülük veya Türkçüler Günü” diyebilirsiniz. Bunda herhangi bir beis yoktur.

Lâkin Milliyetçi Hareket Partisi’ne gönül vermiş bir bireyseniz ve Başbuğ Alparslan Türkeş’i, siyaseten Türkçülük Hareketi’nin önderi olarak görüyorsanız, merhum Başbuğ’un hayattayken “3 Mayıs Milliyetçiler Günü” olarak kurumsal kimliğe büründürmüş olduğu birlik ve başkaldırı gününü, Devlet Bahçeli’nin üstüne yıkıp, dolayısı ile Cumhur İttifakı’na bu işi bağlamak, fitneden başka bir şey olmadığı gibi, Ülkücü Hareket’in tarihi hafızasından da bihaber olduğunuzun, çekilmiş olan en net fotoğrafıdır.

Cennet mekân Başbuğ Alparslan Türkeş’in 3 Mayıs’a “Milliyetçiler Günü” demesini konu alan röportajları buraya tek tek almamın herhangi bir lüzumunu görmüyorum; lâkin kendisinin bu konuyu ele alan kitabının adı dahi “1944 Milliyetçilik Olayı”dır. Hatta 1968 basım olan, Cumhuriyet dönemi yazarlarından Şevket Süreyya Aydemir’e imzalamış olduğu kitabı, kütüphanemde bulunmaktadır.

Burada mesele üzüm yemek değil, bağcıyı dövmektir!

Evet, “3 Mayıs Milliyetçiler Günü” için alternatif isimler geliştirilebilir(di); lâkin kendinize eğer siyaseten baş olarak birini seçtiyseniz ve O bir karar vermişse, merhum Dündar Taşer’in şu sözü, yolumuza ışık olmalıdır:

“Doğruda birlik doğrudur, yanlışta dahi birlik doğrudur; çünkü bizatihi birliğin kendisi doğrudur.”

Her sene 3 Mayıs günü geldiği vakit, idrak yolu enfeksiyonuna kapılmış olanlar, bu konuda Devlet Bahçeli’ye yüklenmektedirler.

Yeni yetişen nesil, geçmişe ziyadesi ile hâkim olmadığı için, bulanıklığa sebebiyet vermektedirler.

Hâlbuki dün Türkeş’siz MHP isteyenler ile bugün Bahçeli’siz MHP isteyenler, aynı omurgasız, siyasi münafıklardır! Zaman değişmiş, isimler değişmemiştir.

Ayrıca, siyasi Türkçülük taslamak için, öncelikle tasmanızı tüm emperyalist köpeklerin elinden alıp, siyasi kıblenizi Başkent Ankara’ya, dini kıblenizi de Allah’ın evi olan, Kabe’ye dönmeniz gerekmektedir.

Selâm, sevgi ve muhabbet ile…

Eğitim-İş’den istismara suç duyurusu

Eğitim-İş’den istismara suç duyurusu

21 Nisan itibariyle Bursa ulusal basının da konusu haline gelen çirkin bir olayla anıldı.

Birgün Gazetesi’nden İsmail Arı’nın haberinin başlığı ‘İsmailağa’da yine istismar skandalı: ‘Kimseye anlatmayın, kursumuz kapanır’ şeklindeydi.

Olayın detaylarını da yine İsmail Arı’nın haberinden alıntılıyorum;

“Bursa’nın Osmangazi ilçesinde, İsmailağa Cemaati’ne bağlı Uluçınar Derneği’ne ait yatılı Kuran kursunda kalan çocuklar, binada tadilat yapılacağı gerekçesiyle geçici olarak Orhaneli ilçesindeki yine İsmailağa Cemaati’ne bağlı Dağımder Derneği’nin Kuran kursuna gönderildi. Ortaokula gitmeleri gerekirken örgün eğitimden koparılan 10-12 yaş aralığındaki en az beş çocuk, 2024’ün Nisan ve Mayıs aylarında, aynı Kuran kursunda kalan ve “ağabey” dedikleri, 16 yaşındaki bir başka çocuğun defalarca cinsel istismarına maruz kaldı!”

Olay pek çok açıdan trajik fakat iş bu kadarla da kalmıyor.

Çocuklardan biri başına gelenleri annesine anlatıyor ancak bir sonuç alamıyor, kurstan başkalarına anlatıyorlar, bu kez de ‘Gördüklerinizi kimseye anlatmayın, anlatırsanız kursumuz kapanır buradaki öğrencilerin hepsi mağdur olur, onların günahına da girersiniz’ diye tehdit ediliyorlar.

Çocuklardan birinin kursu zaman zaman ziyaret eden bakanlık yetkililerinden birine anlatmasıyla birlikte soruşturma başlıyor. Soruşturma kapsamında ifadesi alınan kurs görevlilerinden biri ifadesinde istismara uğrayan çocukların ailelerine yalan söylediklerini, çocuklarının öğrenme konusunda isteksiz olduğunu ve kurstan alınmalarının daha doğru olacağını söylediklerini itiraf ediyor.

Daha da acısı soruşturma kapsamında ifadesi alınan mağdur çocuk ailelerinden bazıları öz çocuklarını istismara maruz bırakan çocuktan şikayetçi olmayacaklarını söylüyor.

Konu çok büyüyüp üstü kapatılmak istendiği halde bir biçimde kontrolden çıkınca istismarcı çocuk cezaevine gönderiliyor, ancak istismarı bilen ve gizlemeye çalışan cemaat mensupları yargılanmıyor!

Konunun başından beri takipçisi olan Eğitim İş Bursa Şubesi İsmailağa Cemaati Kuran Kursunda yaşanan çocuk tacizleri hakkında Bursa Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulundu.

Suç duyurusuyla ilgili bir basın açıklaması yapan Eğitim İş Sendikası Bursa Şube Başkanı Özkan Rona;

“Çocuklarımızın güvenli denetimli ortamlarda eğitim alarak geleceğe hazırlanması Milli Eğitim Bakanlığı’nın Anayasal sorumluluğu olsa da bakanlık bu sorumluluğunu büyük ölçüde tarikat ve cemaatlere devretmiş durumdadır. Zorunlu eğitim çağındaki çocuklarımızın okullarında öğretmenleri ile birlikte güvenli eğitim ortamlarında, bilimsel içerik ve yöntemlerle eğitim almasını sağlamak yerine, çeşitli protokoller, hafızlık kursları gibi gerekçelerle tarikat ve cemaatlere açılan alan yüz binlerce çocuğumuzu zorunlu eğitimin dışına itmektedir. Üstelik bu gerici uygulamalar çocuklarımızı laik, bilimsel, kamusal, karma eğitim haklarından mahrum bırakırken bu denetimsiz ortamlarda cinsel istismar ve hatta tacizle de karşı karşıya bırakmaktadır. Son yıllarda tarikat ve cemaatlere ait barınma yerlerinde sıkça karşılaşılan cinsel istismar vakalarına bir yenisi daha eklenmiş, İsmailağa cemaatine bağlı Uluçınar Derneği’ne ait Kuran kursunda kalan ve kursun tadilatı gerekçe gösterilerek yine aynı cemaate bağlı Orhaneli ’deki Dağımder Derneği Kuran kursuna gönderilen çocuklardan en az beşine cinsel istismarda bulunulduğu kamuoyuna yansımıştı.

Zorunlu eğitim çağında bulunan 10-12 yaşlarındaki çocukların Kuran kursu adı altında bir cemaatin yurdunda tutulması, cinsel istismarın öğrenildiği halde gizlenmesi, denetim sorumluluğu bulunanların gerekli denetimleri yapmaması gibi ihmaller zinciri sonucunda ortaya çıkan bu durum yüz binlerce çocuğumuzun tarikat ve cemaat yurtlarında manevi ve fiziksel istismar tehlikesi ile karşı karşıya olduğunun da göstergesidir.

Yaşanan taciz skandalında olayı öğrendikleri halde yalan beyanlarla gizlemeye çalışan Kuran kursu öğreticileri, denetim sorumluluğu olduğu halde bu sorumluluğu yerine getirmeyen Bursa Müftülüğü, cinsel istismarın yaşandığı Dağımder Derneği yöneticileri, zorunlu eğitim çağında oldukları halde örgün eğitime devam etmeyen çocuklar hakkında gerekli denetim ve yaptırım sorumluluklarını yerine getirmeyen Bursa İl Milli Eğitim Müdürlüğü ile Orhaneli İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü yetkilileri hakkında Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunduk” diyor

Kısaca çocukları bu hale getiren, bu hale getirdikten sonra da koruyup kollamak yerine korkutmak ve yaşananların üstün örtmek yolunu tercih eden, konuyla ilgili sorumluluğu bulunan herkesi yargı makamlarına hesap vermesi gerekiyor.

Bu ülkede artık sorumluluk alan hesabını vermeyi bilmeli!

Buna çocuklarını taciz eden istismarcıdan şikayetçi olmayan aileler de dahil!

Altıparmak-Çarşamba dönüşümü kadük mü kaldı?

Altıparmak-Çarşamba dönüşümü kadük mü kaldı?

Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin bir yıllını değerlendirdiği toplantının yansımaları halen sürüyor. Bu süren yansımaların en önemli nedeni elbette net olarak dile getirilen bir proje beklentisinin karşılanmaması.

En çok da kentsel dönüşümle ilgili beklentiler var bugün itibariyle yine yıkıcı bir depreme maruz kalma ihtimali konusunda İstanbul’u sollayacağı çoktan belli olan Bursa halkı için.

İstanbul Silivri açıklarında meydana gelen 6.2 büyüklüğündeki depremi 20 gün önceden öngören Prof. Dr. Şener Üşümezsoy’un, 23 Nisan’daki depremin ardından “Büyük Marmara depremi riski bitti” açıklamasıyla gündem yarattığını hatırlarsınız. Üşümezsoy Ekol Tv’ye yaptığı açıklama ile bir kez daha şaşırttı; “Mudanya’da oluşan depremler sürekli oluşuyor buna deprem fırtınası diyoruz. Aşağıdan sıcak suyun gelmesiyle küçük küçük fayı kırıyor. Ama öbür tarafta tarihteki depremin benzerini getirebilir. 7’nin üzerinde bir deprem yapar” diyerek.

Durum haliyle dar sokakları, bitişik nizam eski yapıları, mühendislik hizmeti almamış apartman konseptleri ile anımsanan Altıparmak Çarşamba aksının yeniden gündeme gelmesine neden oldu.

Neler oluyor Altıparmak-Çarşamba kentsel dönüşüm projesinde?

Geçtiğimiz günlerde bir miktar değinmiştim bu konuya. Şimdi biraz daha açık yazmakta ve konunun altını çizmekte fayda var, zira bir yılın ardından bu bölgenin kentsel dönüşüm projesiyle ilgili açıklanan bir ilerleme yok elimizde.

Başkan Mustafa Bozbey’in bazı kadrolardan memnun olmadığı bilinen bir gerçeklik, konuyu düzenlediği toplantıda; ‘Benim beş yılım garanti ancak benim dışımda herkesle ilgili değişiklik sözkonusu olabilir’ diyerek kendisi de vurguladı zaten. Projenin ilerlememesi ile ilgili en önemli neden olarak kadrolara işaret ediliyor.

Burada en büyük söz haklarından birine sahip olan ve Alinur Aktaş döneminden bu yana bölgenin kentsel dönüşümü üzerine titizlikle çalışan Mimarlar Odası Bursa Şube Başkanı Şirin Rodoplu Şimşek’in sözlerine kulak vermek lazım;

“Burası Bursa’ya tekrar değer katmalı, çevresiyle birlikte cazibe merkezi haline gelmeli. ‘Kat ekle, dönüştür’ anlayışından uzaklaşılmalı. Turizm, eğitim, ticaret ve yaşam alanlarını içeren karma bir fonksiyon önerdik. Cerenboz Deresi’nin canlandırılması için de çok güzel fikirler geliştirdik. Derelerin kenarında meydanlar ve kafeler yer alacak şekilde planladık. İMSİAD gibi müteahhit dernekleriyle de görüştük. Onlar da ‘Daire üstüne daire’ mantığının terk edilmesi gerektiğini söylediler. Bu şehirde kişisel çıkarlar yerine şehircilik, insanlık ve gelecek adına doğru kurguların talep edilmesi gerekiyor. Odalarımız herkese açık. Daha fazla katılım, daha fazla istişare istiyoruz.” diyor ve ekliyor;

Böyle devam ederse projeden çekilebiliriz!”

Çünkü süreç çok uzadı, çünkü bir yıldır ilerleme kaydedilemedi, çünkü yol haritası zaten hazır olan projenin başlaması için start verilmesi sürekli gecikiyor…

Mesele sadece binaların değil bölgenin sosyolojik yapısının da dönüşmesi aslında.

Malumunuz uzun süredir yaşayan kitle açısından el değiştiriyor Altıparmak Çarşamba aksı. Romanlar, travestiler, Suriyeliler derken şimdilerde Suriyelilerin de yavaş yavaş ülkelerine dönüş macerasına girmesiyle bir kez daha değişiyor bölgenin yaşayanları.

Tahmin edersiniz ki, yine kiralar ucuz, bu kez ekonomik durumu buradaki rakamlara yeten hangi kesim gelip yerleşecek şehre henüz net anlamış değiliz, ancak insan portresindeki değişiklik gün geçtikçe kendini hissettiriyor.

Yapılacak olan kentsel dönüşüm şehrin merkezi halindeki noktanın bu açıdan bir revizyon yaşamasına da sebebiyet verecek.

Elimizde başlamış ve planı yapılmış bir proje var, sonraki aşamaya geçerek düzenlenecek uluslar arası bir mimari yarışma ile şehrin kalbi haline gelebilir bölge.

Yeni yönetimin bir yılı kaybettiğini, bu süreçte bir değil, iki yarışma dahi yapılabileceğini hatırlatan Rodoplu, artık zaman kaybına tahammül kalmadığını ve bir an önce harekete geçilmesi gerektiğini belirtiyor.

Altıparmak-Çarşamba bölgesindeki 830 dönümlük arazi üzerindeki mevcut yapılaşma, olası bir felakette büyük bir yıkıma ve faciaya neden olabilir. Bu proje acil ve Bursa için hayati öneme sahip. Asla kadük kalmasına izin verilmemeli.

Hatırlatma görevimizi yerine getirelim…