Açlık sınırı asgari ücreti ne zaman yakalar?

Açlık sınırı asgari ücreti ne zaman yakalar?

Asgari bilmece çözüldü.

Haziran ayı itibarıyla 10 bin 360 TL olarak açıklanan açlık sınırının bin 42 lira üzerinde bir rakam verildi çalışana.

Yani temmuz ayı itibarıyla geçerli olacak asgari ücretimiz artık 11 bin 402 lira seviyesinde net olarak.

Artış oranı ise İstanbul plakalı. Yani yüzde 34!

Anlamlı bir oran gibi geldi bana açıkçası.

Yerel seçimlerde iktidarın ana hedefi olan İstanbul’u almayı simgeleyen bir zam oranı…

Genel anlamda kamuoyu en fazla yüzde 30 zamma alıştırılmışken yüzde 34 gibi bir rakam açıkçası yerel seçimin bir nimeti ve aynı zamanda simgesel mesajı gibi göründü!

Patronların bakışını dikkate aldığımızda pek de hoşlandıkları bir seviye olmamakla birlikte seçim sandığının nimetlerinin hala görüldüğünü söylemek mümkün bu açıdan.

Ancak vatandaşı seçim öncesinde vaat tarzında söylenmiş olan 500 doların altında kalan bir rakam söz konusu!

Yani verilen söz tutulmamış gibi oldu.

Yeni asgari ücretin çalışanın eline ağustosta geçeceğini düşünürsek o günkü kur itibarıyla 500 doların uzağına düşecek gibi görünüyor.

Şu anki kur itibarıyla 483 dolar civarında olan asgari ücret muhtemelen ağustosta 450 dolar civarına gerilemiş olacak. Muhtemelen yıl sonuna kadar 410 dolara yaklaşır.

Daha da önemlisi şu anda bin 42 lira olan açlık sınırı ile asgari ücret arasındaki fark da 40 gün sonra kapanmış olur!

Yani çalışanlar zamlı ücreti ceplerinde görene kadar zaten başlamış olan fiyat artışları hız kazanarak alım gücünü eritmiş olur o güne kadar.

Dolayısıyla muhtemelen açlık sınırı seviyesinde bir asgari ücret ağustosta çalışanların elinde olacak. Sonra da hızla bu seviyenin altına düşecek!

Kur farkını fiyatlara çoktan yansıtmaya başladılar. Fırsatçılar da abartarak devam ediyor zamlara. Ücret artışları da yeni orana göre tekrar fiyatlara yansıtılacak en kısa zamanda.

Haliyle bu tablonun önümüzdeki birkaç ay boyunca enflasyonu yukarı gittiğini göreceğiz.

Dolayısıyla fiyat artışlarını yani enflasyon canavarını dizginlemediğimiz sürece asgari ücretteki artışlar anlamsız kalıyor.

Asgari ücretlinin geliri yemek, kira ve enerji faturaları ile ulaşıma gitmekte. Ailede iki kişi çalışsa dahi sadece hayatta kalmak için çalışıldığı ortada!

Ve asgari ücretle diğer ücret dilimleri arasındaki fark da giderek kapanıyor.

Son yıllarda seçim kaygısı ile asgari ücretle yapılan beklenti üzerindeki zamlar diğer dilimlere aynen yansıtılmadı.

Neredeyse çalışanların yarısından fazlası artık asgari ücret ve civarında bir ücretle hayatını sürdürmek zorunda.

Yoksulluk sınırını aşabilmek için ailede 3 kişinin çalışması da yetmiyor!

Kısacası ciddi bir alım gücü sorunu yanında ücret adaleti ve hak edilen paranın gerçek anlamda çalışanların eline geçmesi gibi kronikleşmiş derin yaraları var Türkiye’nin.

Çalışanların alın ve zihin terlerinin karşılığını bulamaması ciddi bir insanlık sorunudur her şeyden önce!

Bu sadece devletin dayattığı bir ücret meselesi değil. Bir kul hakkı meselesidir de aynı zamanda. Her kesim adına hem maddi hem manevi sınavdır.

Efkan Ala’nın Genel Başkan Vekili olması AK Parti Bursa’yı nasıl etkiler?

Efkan Ala’nın Genel Başkan Vekili olması AK Parti Bursa’yı nasıl etkiler?

Haftanın ilk günü AK Parti Bursa Milletvekili Efkan Ala’nın Genel Başkan Vekili olarak ataması gerçekleşti.

Diğer bir ifade ile Efkan Ala, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan sonra partideki ikinci isim oldu, diyebiliriz.

Şimdi bu parti içi atamanın Bursa’yı, daha doğrusu AK Parti’yi nasıl etkileyeceğini yorumlamak gerekiyor.

Ama öncesinde şunu açıklamak gerekiyor:

Siyaset yapan birçok ismin ortak noktası ekip işidir. Aynı siyasi parti içerisinde politika yapanların farklı ekiplerle beraber hareket ettiği bilinen bir gerçektir.

Şimdi biraz geçmişe gidelim…

Aynı süreç içinde İl Başkanı Torun, o zaman Başkan Vekili İbrahim Güney de Mehmet Müezzinoğlu ile dolaşıyordu.

Ardından Ayhan Salman’ın aday olmadığı kongre sonrasında göreve gelen Davut Gürkan’ın bu ataması AK Parti’yi bizim gibi yakinen takip eden gazeteciler için sürpriz olmadı…

Sonrası atanmışlıktan seçilmişliğe geçen kongre süreci…

Şimdi yeniden bir kongre süreci.

Bu sürece girerken AK Parti’nin büyük kongresinin eylül veya ekim aylarında yapılacağı önceki gün genel merkez tarafından açıklandı.

Bu şu demek:

Önümüzdeki kongrelerde ciddi anlamda değişim olacak demek.

Bu değişim muhtemelen ilçe belediye başkanlılarına da yansır.

Yine büyük bir ihtimalle kongre sürecine giren AK Parti’nin Bursa özelinde Davut Gürkan’ın önümüzdeki dönem devam edeceği demek de olur.

Bu olasılık bugün itibarı ile yüzde 90’dır…

Hatta daha fazladır…

Kısaca Ala’nın Genel Başkan Vekili olması Bursa açısından Gürkan’ın İl Kongresinde tekrar Bursa İl Başkanlığı’na aday gösterilmesi ve devam etmesi demektir.

Bekleyip, takip edelim…

AK PARTİ’DE BİR İLK

Önümüzde bayram var.

Allah nasip ederse önümüzdeki hafta çarşamba günü Kurban Bayramı. Bayram demek aynı zamanda bayramlaşma demek.

Biz gazetecilerin siyasi partilerin bayramlaşması bayram mesaimizde önemli yer tutar.

Bu sene Bursa özelinde son dakikada değişmez ise AK Parti bayramlaşmada bir ilki gerçekleştirecek.

Bayramlaşma törenini arife günü, 27 Haziran 20223 Salı günü Merinos AKKM’de gerçekleştirecek.

Bu da bir anlamda ilk olmuş olacak…

ÖDÜNÇ KUTSAL TOPRAKLARDA

Kutsal topraklarda hac farizasını yapacak isimlerin birçoğu Mekke’ye ulaşmış durumda.

O isimler arasında 27. Dönem AK Parti Bursa Milletvekili Atilla Ödünç ve eşi de de var.

Pazartesi günü kutsal topraklara uçan, hac farizasını yerine getirecek olan Ödünç ve eşine şimdiden Allah kabul etsin diyoruz…

As-ga-ri Üc-re-tin As-ker-le-ri-yiz…

As-ga-ri Üc-re-tin As-ker-le-ri-yiz…

Ekonomik kriz sürecini pandemiden önce yaşamaya başlayan, pandemi ile birlikte krizin etkilerini çok daha şiddetli hisseden, pandeminin sonrasında komşularının savaş haline girmesi ile kriz buhranından kurtulamayan, nedense savaşan komşularından daha büyük sıkıntılar çeken, tüm bunlar bitmesine rağmen halen ekonomik kriz denilen kavramı hayatından çıkaramayan, hatta bu kavrama sıkı sıkıya tutunmuş bir seyir izleyen ülke hangisidir?

Cevap veriyorum; Türkiye!

Nice ekonomistlerin enteresan yöntemlerle yönetmeye çalıştığı, ancak dünyaya entegre olamama gibi büyük bir hatanın sonucunda tüm kainatta düşen gıda fiyatlarına rağmen en büyük fiyat artışını gıdada yaşayan, ülkesindeki pek çok kişinin maaşından daha yüksek kiralar ödemesi beklenen ülke hangisi peki?

İnanılır gibi değil, ama yanıt yine aynı; Türkiye!

Son bir soru daha; vatandaşlarını belirli bir geçim düzeyinde eşitleyemediği için asgari gelir düzeyinde eşitleyen, adeta bir asgari ücretliler cenneti olan, hatta asgari ücreti de ‘işçilerin asgari ücreti’, ‘memurların asgari ücreti’, ‘emeklilerin asgari ücreti’ diye ayıran ülke hangisidir?

Aaaa… Yanıt yine aynı; Türkiye!

Milyonların dört gözle beklediği asgari ücretin açıklandığı bu kutlu günde konuyla ilgili bir yazı yazmasam olmazdı elbette.

Neti 11 bin 402 lira, yani 483 dolar olan asgari ücretin işverene maliyeti 15 bin 761 TL’ye ulaştı

Rakamın belirlenmesinin ardından Türk-İş Başkanı Ergun Atalay’ın, bir muhabire verdiği yanıt ise halimizin pür meali niteliğinde;

“Belki de asgari ücret tarihinin en yüksek rakamı. Bu mükemmel bir şey mi?

Değil! Ama bugünün şartlarında yapılması gereken buydu, bunu yaptık.

Muhabir: “Efendim rakam 500 doların altında kaldı ama…”

Atalay: “Kızım 14 altında kaldı, Allah özellikle sana kolaylık versin, yardımcın olsun…”

Atalay da biliyor mevzu bahis rakamın neye yetip neye yetmeyeceğini…

Yaşam zor, emeğin karşılığı asgari ücret olduğunda daha da zor…

Allah gerçekten de tüm emekçilere kolaylık versin…

Asgari ücrette eşitlenmenin dayanılmaz hafifliğini yaşamak böyle bir şey.

Ekonomistler, son zamla birlikte Türkiye’deki çalışanların yüzde 70’inin asgari ücretli haline geldiğini söylüyor.

Çalışma Bakanlığı’na göre Türkiye’de özel sektörde çalışanların yüzde 37’si asgari ücretle çalışıyor, ama işçi örgütlerine göre bu oran yüzde 60’e yaklaşmış durumda.

Her asgari ücret belirlemesi ile birlikte daha büyük bir kitlenin asgari ücretli çalışan ya da asgari ücretin çok yakınında ücretle çalışan sınıfına dahil olduğunu düşündüğünüzde, çığ gibi büyüyor asgari ücretli kesimi…

Bu konuda dünya sıralamasında hak da iddia ediyoruz…

Türkiye, asgari ücretle çalışanlarının oranında dünyada ilk sıralarda yer alıyor. Avrupa Birliği ülkelerinde asgari ücretle çalışanların oranı Yunanistan’da yüzde 4, Almanya’da yüzde 5, Fransa’da yüzde 8, Polonya’da yüzde 17. Türkiye’ye en yakın orana sahip Romanya’da bu oran yüzde 21

Bir de asgari ücretin de altına çalıştırılan kayıt dışı işgücü var ki, o kısma hiç girmiyorum bile…

Şimdilik 500 doların etrafında dolaşan asgari ücretin, önümüzdeki 6 aylık süreçte ve içinde bulunduğumuz enflasyonist ortamda ne kadar geçer akçe olacağını da konuşmak lazım. Belki şimdi bir yaraya merhem olacak olan günün müjdesi asgari ücret, yarından itibaren yapılmaya başlanan zamlarla daha işçinin cebine girmeden erimeye başlayacak malumunuz…

Bir diğer taraftan da asgari ücret ve yoksulluk sınırı arasında her altı aylık süreçte giderek açılan makas var göz ardı edemeyeceğimiz…

TÜRK-İŞ Araştırmasının 2023 Mayıs ayı sonuçlarına göre;

Ankara’da yaşayan dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı, yani açlık sınırı 10 bin 362,01 TL’ye,

Gıda harcaması ile giyim, kira, elektrik, su, yakıt, ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı, yani yoksulluk sınırı 33 bin 752,49 TL’ye,

Bekâr bir çalışanın ‘yaşama maliyeti’ de aylık 13 bin 439,41 TL’ye yükseldi.

Görüldüğü üzere asgari ücret yoksulluk sınırının yarısı kadar dahi değil.

Beni asıl korkutan ise bir biçimde makarna ile yaşamaya alışmış, anne babasının evine taşınarak kira derdini bertaraf etmeye çabalayan asgari ücretlinin aldığı maaşın yaşam standartları açısından sunduğu garibanlık değil…

Beni asıl korkutan, asgari ücretin açıklanmasının ardından gelebilecek olan işten çıkarma dalgaları

Ne diyelim, hakkımızda hayırlısı…

Kaplumbağa hızındaki Şimşek ne yapacak?

Kaplumbağa hızındaki Şimşek ne yapacak?

Piyasalar haftaya tatsız bir başlangıç yaptı.

Faiz bilmecesi tatsızlığın görünür nedeni olarak karşımızda duruyor.

Merkez Bankası’nın yeni yönetimi ilk icraatını bu hafta perşembe günü gerçekleştirecek.

Alınacak karar başlangıç sinyali olarak yeni ekonomi yönetimi adına büyük önem taşımakta!

Yani ekonomide U dönüşünün başlayıp başlamadığını ve nasıl bir yol haritası ile yola devam edileceğine dair ilk sinyali faiz kararı ile görmüş olacağız.

Mehmet Şimşek ve ekibinin bundan sonrasına dair atacağı adımlar büyük önem taşıyor.

Ancak, açıkçası ekip konusunda çok net bir manzara yok öncelikle.

Sadece MB’nin başına Hafize Gaye Erkan geldi.

Başka da bir ekip üyesini net biçimde göremiyoruz henüz.

Tek başına faiz kararının ekonomide açılmış olan yaraların iyileşmesi adına yeterli olmayacağı da aşikar.

Öncelikle bankacılık sektörü üzerinde bulunan çeşitli regülasyonların nasıl normalleştirileceği sorusu büyük bir belirsizlik atmosferini oluşturuyor.

Piyasaların haftaya tedirgin başlangıç yapmasında şu ana kadar tam olarak netleşmeyen ekonomi kadrosu, ekonomik politikalara dair somut hiçbir mesajın ortaya çıkmaması ve faiz konusundaki belirsizlik baş rolde görünüyor.

Yani ekonomik duruşumuzun nasıl olacağına dair bir an önce somut verileri görmek herkesin hakkı olduğuna göre ekonomi yönetiminin hızlı, kararlı ve güçlü adımlar atması şart!

Bu görülmediği sürece mesele sadece Borsa İstanbul’daki satışlarla sınırlı kalmaz.

Reel ekonomide de kafalar karışık. Özellikle fiyatlamalar bakımından.

Yatırım yapma konusundaki iştah da elbette ki ekonominin temel taşlarının görülmesine bağlı.

Oysa ki neredeyse bir aya yakın süredir görevde bulunan Mehmet Şimşek adım atmaktan imtina ediyor.

Kendisi adına etrafa saçılan ifadelerde moral bozukluğunun daha öne çıkması ise açıkçası hiç iyi bir işaret değil.

Ekonomi moral motivasyon işidir her şeyden önce!

Önünü görebilmek yani belirsizliklerin asgari seviyede olması en temel konu dolayısıyla.

Yani kararlı duruş ve sözlü yönlendirme bile büyük iş yapar. Ama her nedense Şimşek bu konuda pek iyi bir görüntü vermedi şu ana kadar.

Bankacılarla yaptığı toplantılardan sonra hiçbir mesaj vermemesi ilginçti.

İş dünyası temsilcilerinin görüşlerini almasına rağmen pek de somut bir mesaj paylaşmadı!

Sızan bilgiler en azından bankacılık konusunda önümüzdeki günlerde bazı adımların atılacağı yönünde.

Görünen o ki Mehmet Şimşek’in ya eli o kadar rahat değil ya da güçlü ve kararlı adımlar atmaya cesareti yok.

Unutmayalım ki bu milletin de ekonomide tahammülü yok!

Bir an önce çok net bir şekilde faiz politikasının ortaya konması, döviz kuru konusunda net bir yol haritasının görünmesi ve bundan sonra atılacak finansal ve reel adımların da artık bir takvime bağlanması büyük önem taşıyor.

Bu süreç safsaklandığı sürece ekonomide güzel günleri görmemiz hayal olur.

Neticede de asıl olan fakir fukaraya olur yine.

Konser iptalleri ve arada olanlar

Konser iptalleri ve arada olanlar

Suni gündemler üzerinden hareketle gerçek gündemlerimizi kaçırdığımızı, toplumu daha derinden etkileyen konuları konuşup tartışma alanına taşımak yerine başka mecralarda dolaşarak asıl meseleyi hep ıskaladığımızı yazmıştım geçtiğimiz günlerde.

O zaman gündemin şaşırtmacası CHP’nin iç mücadelesi ve kurultay süreciydi.

Şimdi çok daha yeni bir konumuz var.

Sanatçıların aldıkları ödülleri kimlere ithaf ettikleri ve sonrasında konserlerinin iptal edilmesi telaşesi…

Öncelikli olarak şunu söylemek lazım; sanat denilen üretim sancısını yaşayan bu aykırı ruhların, toplumun tamamı gibi düşünüp hissetmesi zaten mümkün değil. Bunun ayırdına varmak gerekiyor. Eğer sanatçı toplumun tamamı gibi düşünüp hissetseydi, ya o toplumun tamamı sanatçı olurdu (ki bu mümkün değil) ya da sanatçı diye bir kavram olmazdı.

Bir türlü sanatla kafası barışık olmayan bizim toplumumuzda sanatçıdan daha ziyade zanaatçı aradığımızdan olsa gerek ‘ille de toplum ahlak ve değerlerine uygunluk’ diye tutturuyoruz.

Oysa sanat; uygun ve uyumlu olanı defalarca yapmaktan daha çok, aykırı ve farklı olanı denemekten yolu geçen bir eylemsellik biçimi.

Bir sanatçıyı herkesin beğenmesi, tüm toplumun bağrına basması gibi bir durum da yok zaten ve sanatçılar bunu bilerek hareket eden, eylemliliklerini bu bilinçle ortaya koyanlardır.

Sonuç olarak, yakın süreçte Bursa’da iki sanatçının konseri iptal edildi. Tam da benim sanatçı listesine bakarak, ‘tüm beğenilere hitap eden bir festival programı hazırlanmış’ dediğim program böylelikle yine tek düze bir beğeniye hitap eden şekline dönüş yapmış oldu.

Sanatçılardan Melike Şahin, ödül konuşmasında; “Bütün kız kardeşlerim, bütün lubunyalar… İncinmiş her yerimizi şefkatle sarmalayacak güce sahibiz bunu biliyorum. Ödülümü, hak ettiğimiz dik gülüşlere ve ödediğimiz bedellere adıyorum” demişti.

Şunu çok merak ediyorum, saçı başı ağarmış, sakalları dizlerine değen, sarıklı, cübbeli adamlar, küçücük çocuklara iğrenç şeyler yaparken, bu yaptıklarının, haşa huzurdan; ‘Allah aşkı ile’ olduğunu söylerken, bir de adına ‘bademleme!’ gibi kendi içinde meseleyi şirin gösteren bir tanım uydururken sıkıntı yok; kadının kendi başarıları ile hak ettiği ödülü alırken yaptığı konuşmada, bu ödülü kime adadığı konusunda bir sıkıntı var öyle mi?

Hani şu çocuk istismarı davaları arşlara çıkmış cemaatlere ve tarikatlara yönelik ‘küçüğün rızası var, bir kereden bir şey olmaz…’ gibi laflar edilmemiş olsa da en ağır cezalar verilse, samimiyetinize yürekten inanacağım da, öyle bir hareket de göremiyorum yetkili makamlardan…

Gerisini sizin anladığınızı düşünüyorum, o geniş anlayışınıza bırakıyorum konuyu…

Gelelim diğer sanatçımız olan Hüseyin Turan’a…

Hüseyin Turan ise bir sosyal medya paylaşımında ‘Bu Yavuz isminde bir sıkıntı var’ demiş, bir de ‘Tüm namertlere inat ilk turda bitmeli’ diye tweet atmış…

Sebep bu…

Üzerine yazacak cümle bulmak bile zor…

Gerekeni kendisi yine sosyal medya paylaşımı ile yazmış zaten…

Gelelim biz bunları konuşurken konuşmamız gerektiği halde konuşamadıklarımıza ve akıp giden süreçte etrafımızda gelişen olaylara…

Sunni gündemlerle ağzımız köpürürken neler oluyor da sanki hiç olmamış gibi yapıyoruz…

Biz bunları konuşurken emeklilerin dört gözle bekledikleri bayram ikramiyelerinin bir kuruş bile artmadığını konuşmuyoruz mesela…

Asgari ücret masasına ikidir oturan ekibin hiç rakam telaffuz etmediğini, neden o masaya ikidir oturup kalktıklarının bile pek anlaşılmadığını, yücelerden bir emirin dört gözle beklendiğinin her durumdan belli olduğunu da konuşamıyoruz…

Biz sanatçıların ne dediğini, ne giydiğini, ne yiyip içtiğini konuşurken, sürekli artan fiyatları konuşamıyoruz…

Seçimlerin hemen ardından işten çıkarmaların başladığını da konuşamıyoruz…

İstanbul’da hafızların icazet yürüyüşü yaptıklarından bahsedemiyoruz misal…

YKS sorularının sınavdan önce satıldığı iddialarını gündeme taşıyamıyoruz…

Liste uzar gider…

Mühim olan önümüze koyulan yemlikten yemek yerine etrafımızda olup bitenlere, gerçekten olup bitenlere akıl yormak bence…

Bu ülkede yaşıyoruz, sanatçıların görüşleri nedeniyle sıkıştırılmaları tıpkı ülkenin diğer yetişmiş işgücünün yaşadığını yaşamalarına ve yaptıklarını yapmalarına neden olur.

Giderler bu topraklardan…

Hatırlatayım; onların gidebilecek paraları ve gittikleri yerlerde istenmelerini sağlayacak meziyetleri var.

Biz de hep istenilen gibi tek renkli bir hayatı yaşamaya mahkum oluruz böylece…

Siyah beyaz televizyon gibi…

Oh be!

Oh be!

Yıllar önceydi…

Turgut Özalİcraatın İçinden” programına elinde kalem ile çıkıp Almanya’ya televizyon, Japonya’ya bilgisayar, Amerika’ya nasıl uçak sattığımızı anlatıyordu.

Arabanın direksiyonuna geçip Fatih Sultan Mehmet Köprüsü üzerinde ilerlerken, “Hadi Semra, bir kaset koy da neşemizi bulalım” diyordu.

Davulcu damadı kendisine hediye edilen Jaguar ile gezerken, “Bu ülkede zengin olmak ne kadar kolay” açıklaması yapıyordu.

O yıllarda Özal açılım üzerine açılım yapıyor; liboşlar bildiğiniz üzere yine Özal’ın reformları ve icraatlarına gazete köşelerinden yalama yazılara devam ediyorlardı.

Günümüzün “Yetmez ama evetçilerinin” dediği gibi Fransızca öfori (coşku) yaşıyorlardı.

O sırada 12 Eylül cuntasının sevmediği isimler ya cezaevlerinde ya da Avrupa’da sürgündeydi.

Cem Karaca da Almanya’da yaşıyordu. Orada Özal ile görüşmüştü. Kendi deyimiyle Özal ona ‘Magic touch’ yapmıştı. Kendisiyle konuşurken sık sık Karaca’ya dokunmuştu. Karaca altında kalmamış, Semra Özal’ın elini bile öpmüştü. Daha sonra Karaca Özal’ın çabaları ile Türkiye’ye döndü ve bir de üzerine şarkı besteledi:

Ben döneksem döndüm diye memleketime döndüm işte döndüm baba oh be!”

Cem Karaca’nın bu tavrı Türkiye’de bir tartışma başlatmıştı… Herkes onu dönek olarak görüyordu. Karaca, ömrünün geri kalan yıllarını Türkiye’de yaşadı ve sessizce bu dünyadan çekti gitti.

Aradan yıllar geçti. CHP’den istifa eden Ertuğrul Günay, AK Parti’den vekil seçilerek Turizm ve Kültür Bakanı oldu. Hiçbir parti üyeliği bulunmayan Ertuğrul Günay’ın bu tavrı döneklik olarak değerlendirildi ve kendisine söylenmedik söz bırakılmadı.

Arkasından Süleyman Soylu geldi. Soylu, 2009 yılında Demokrat Parti Genel Başkanı olarak Bursa’da aday tanıtım toplantısına, Kültürpark içerisinde bulunan Altın Ceylan Tesisleri’ne geldi. Adayları rahmetli Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Hikmet Şahin’di.

Süleyman Soylu kürsüye çıktı ve Türkiye’nin nasıl parsel parsel satıldığından tutun da dış politikada nerelerden emir aldıklarına kadar o üstün belagati ile tane tane anlattı. Salondakiler bir coştu ki genel başkanlarını avuçları patlayana kadar alkışladılar. Arkasından çok geçmeden Soylu ilk olarak ‘Yetmez ama evetçi’ oldu. Şimdi de Recep Tayyip Erdoğan’ın nasıl bir dünya lideri olduğunu ve ülkeyi nasıl şahlandırdığını dinliyoruz kendisinden.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına yeni seçilen Numan Kurtulmuş da Saadet Partisi’nin başındayken iktidarın nasıl ‘Harun gibi gelip Karun olduğunu’ televizyonlarda ve meydanlarda ballandıra ballandıra anlatıyordu.

AK Parti İstanbul Milletvekili Numan Kurtulmuş, TBMM Başkanı seçildi. Kurtulmuş, Genel Kurul’a hitap etti. ( Muhammed Selim Korkutata – Anadolu Ajansı )

Hatta bir TV programında “Erdoğan gerçekten İsrail’e ‘one minute’ mi diyor, İsrail’e karşı yapılan ‘one minute’ bir şov mudur, yoksa gerçekten İsrail’e karşı yapılan bir tutum mudur? İşte yapılacak kurulda, AK Parti ve sayın Başbakan büyük bir sınava giriyor. Buradan uyarıyorum, eğer gerçekten burada İsrail’in OECD üyeliğini veto ederse samimi olduğunu görür ve kalkar milletin önünde hükümete teşekkür ederiz. Ancak bu tarihte Türkiye Hükümeti, İsrail’in üyeliğine vize verirse köy köy, kasaba kasaba, şehir şehir dolaşır, ‘Ve Sayın Başbakan siz Davos’ta oyun yapmışsınız, tiyatro oynamışsınız, gerçeği yansıtmıyorsunuz’ diye şikayet ederiz” diyen Numan Kurtulmuş da bugün şahlanan Türkiye yüzyılını anlatıyor.

Diğer taraftan Atatürk’e kefere diyen Mehmet Bekaroğlu CHP’den milletvekili yapıldı. Yetmedi genel başkan yardımcılığına getirildi. Ömrü hayatı CHP’ye sövmekle geçen, ‘Emeklilikte Yaşa Takılmanın’ mimarı eski Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı, Anavatan Partisi’nin Bakanı Yaşar Okuyan, CHP saflarına katılmıştı. Daha sonra eski alışkanlığı depreşip yine CHP’ye küfre devam edince ihraç edildi.

Cumhurbaşkanı adaylığı sürecinde Sinan Oğan da mangalda kül bırakmayanlardandı.

Bir Türk milliyetçisini kesseniz HÜDA-PAR ile aynı sandığa sokamazsınız” diyordu. Aynı sandığa girmeyi bırakın aynı balkonda poz verdi.

Gelelim son günlerin en büyük eksen kaymasını yaşayan Abdüllatif Şener’e…

Kenarda boş damacana gibi dururken CHP kendisini milletvekili yaptı. Konya, Sivas gibi illerde Genel Başkan Kılıçdaroğlu ile gezip CHP’nin nasıl muhafazakar bir parti olduğunu anlattı. Daha sonra milletvekili listesine giremeyince Yaşar Okuyan gibi baktık ki eski alışkanlığı depreşti. Kanal kanal gezerek CHP’ye sövmeye başladı. “Karaman’ın koyunu sonra çıkar oyunu” misali oğlunun TBMM Özel Kalem Müdürlüğü’ne alındığı ortaya çıktı.

Bazıları bana şunu söyleyebilir: “Kardeşim sana ne? At binenin kılıç kuşananın!”

Madem öyle yazımıza başladığımız Cem Karaca’dan bir örnekle bitirelim…

Rahmetlinin herkes solculuğunu ya da memleketine döndüğü için “Oh be” çektiğini değil, Semra Özal’ın elini öptüğünü hatırlıyor…

 

AK Parti’de Gürkan’ın devam etmemesi durumunda müstakbel il başkanı adayları

AK Parti’de Gürkan’ın devam etmemesi durumunda müstakbel il başkanı adayları

Dünkü yazımızda AK Parti’de kimlerin aday adayı olacağını kaleme aldık. İlk olarak üç ilçeden bahsettik.

Bugün de AK Parti’de olası il başkanı kimler olur diye bir yazı kaleme alacağız.

Mevcut İl Başkanı Davut Gürkan’ın aday olup olmayacağı ya da devam edip etmeyeceği henüz belli değil…

Gürkan’ın durumu muhtemelen ilçe kongrelerinden sonra netlik kazanacak.

Gürkan’ın aday olmaması durumunda aday ya da Ankara’ya hangi isimler çağrılır. Ya da diğer bir ifade ile müstakbel il başkanı adayları içinde il yönetiminde kimler olur?

Öncelikle bu soruya yanıt vermek için ilçe kongrelerinin sona ermesi gerekiyor.

Mevcut il yönetiminden ilçe kongrelerine geçecek isimler olacak ki?

Böyle bir ihtimal dahilinde milletvekili olmak için istifa eden isimlerin de nasıl bir yol haritası izleyeceği de merak konusu…

***

Öte yandan geçmiş dönemlerde milletvekilleri yapan isimleri de bu havuza koymak gerekiyor.

Bu durumda havuza giren isimler Zafer Işık, Atilla Ödünç, Vildan Yılmaz Gürel, Mustafa Esgin ilk akla gelen isimler.

Bu isimlerden Esgin’in adı önceki yıllarda il başkanlığı için gündeme gelmiş idi.

Yine il başkanlığı için gündeme gelen bir başka isim ise Önder Matlı olmuştu. Matlı’nın da işlerinin yoğunluğunu ve bundan dolayı milletvekili olmayı istemediğini düşünürsek bu ihtimal oldukça zayıf kalıyor…

Gürkan’ın devam etmemesi durumunda Başkanvekili olarak görev yapan Kâmil Bayramiç akla geliyor.

Öte yandan son seçimlerde yönetim kurulu üyeliğinden istifa ederek milletvekili aday adayı olan ve 2.bölgeden 6.sıradan aday gösterilen  Mustafa Yıldırım ismi de potansiyel il başkan adaylarından…

***

Bunun yanı sıra bu dönem üç dönem kuralına takılan Hakan Çavuşoğlu ile ilgili bir düşünce olur mu? Onu şimdiden konuşmak erken.

Yine il, ilçe ve yerel yönetimlerinde görev almış, Ali Yılmaz, Celil Çolak hatta Ali Mollasalih gibi isimleri de bu havuza sokmak mümkün.

Bizler, bugünden gördüğümüz Gürkan’ın devam etmemesi durumunda alternatif olabilecek isimlerden birkaçını bugün yazdık…

Bu arada ana muhalefet partisinde de ciddi bir hareketlenme var. Özellikle ulusalcı kanadın tavrı bir anlamda Kılıçdaroğlu’nun da belki kaderini belirleyecek.

Ana muhalefet ve diğer partilerle ilgili gelişmeleri de ilerleyen günlerde kaleme alırız.

Bekleyip, süreci takip edelim.

Tabakhaneler dönüşüyor, tarım alanları yine harcanıyor

Tabakhaneler dönüşüyor, tarım alanları yine harcanıyor

Yapı stoğunun yüzde 65 gibi bir oranının yenilenmesi gereken Bursa’da yeni kentsel dönüşüm alanları belirlenmeye başlandı. Daha doğrusu uzun süredir kentsel dönüşüm yapılacağı bilinen bölgelerde konu artık söylencenin dışına çıkıp icraata geçilmiş gibi duruyor.

Bahsettiğim alan bölgedeki işyerlerinin Deri OSB’ye taşınması ile hareketlenen, 2015 yılında dönemin Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe’nin açıkladığı planların sonrasında bir eyleme geçilmemesi nedeniyle Kentsel Dönüşüm macerası sürüncemede kalan Tabakhaneler bölgesi.

Şehrin merkez noktalarından sayılan, Sıcaksu Bölgesine yakınlığı nedeniyle yer altı sıcak su kaynaklarının da üstünde olduğunu tahmin edebileceğimiz bölgenin yaşayanları yıllardır ‘Kentsel dönüşüm bugün gelecek, yarın gelecek…’ diyerek teyakkuz halinde beklemedeler.

Başka semtlere taşınma imkanı olanlar evlerini çoktan terk etti. Ancak buna maddi imkanı olmayanlar ya da mahallesine yürekten bağlı olanlar derin bir endişe ile bekliyor.

Bu sırada bir dernek de kurmuşlar.

Çünkü kendi durumlarına benzer bir hal içerisinde olan Akpınar’da mahallelinin dernekleşmesi sayesinde kentsel dönüşüm konusunda ellerinin daha sağlam olduğu düşüncesindeler.

Bu cümleden de anlayacağınız gibi kentsel dönüşüm bir; ‘elimiz daha sağlam olsun, pazarlık payımız olsun’ savaşına dönüşmüş durumda çoktan…

Erenlerin sağı solu belli olmaz…

Vakit saat gelmiş…

Kentsel dönüşüm ofisi mahallede kurulma aşamasında.

Binanın camları ha takıldı ha takılacak yani…

Söylentiler de hızla yayılıyor…

‘İki kata bir daire veriyorlarmış, üstüne de 500 bin lira istiyorlarmış… Burayı 9 kat yapacaklarmış…’ gibi efsanevi cümleler kuruluyor mahalleli arasında.

Şaşkınlık da var elbette. Zira şimdiye kadar altında sıcak su kaynakları olduğundan mahalleliye sadece iki kata kadar inşaat izni veren belediyenin nasıl olup da bölgeye altı ticari alan olan 9 katlı bir plan uygulayacağı merak ediliyor.

Tekrar söylüyorum, bunlar sadece duyum, ama mahalle kaynıyor, öyle söyleyeyim…

Aynı merakı aslında termal tesisler bölgesi olarak planlanan Sıcaksu’da TOKİ konutları yapmaya kalktıklarında da duymuştuk.

Bir işe yaradı mı?

Jeoloji Mühendisleri Odası Güney Marmara Şube Başkanı Engin Er’in tüm uyarılarına rağmen sadece merak ettiğimizle kaldık diyebilirim…

Elbette merakların giderilmesi, daha doğrusu konuyla ilgili kurala kitaba uygun yol alınabilmesi için Mimarlar Odası Bursa Şubesi ve İKK’nın detaylı zemin tetkik talepleri olmuş. Talepler henüz yerine getirilmediği, tetkik sonuçları raporlanmadığı için şimdilik bu konuda bilgisiziz diyebilirim.

Neyse efendim, gelelim Gaziakdemir, Merinos ve Sıcaksu bölgesi kentsel dönüşüm planlarına

Plan askıya çıkmış mahalle muhtarının söylediğine göre.  Ancak mahallenin planla ilgili bilgi alacağı bir kentsel dönüşüm ofisi oluşmadığından, vatandaş yapılan plandan memnun mu kalacak, yoksa itiraz hakkını mı kullanmak isteyecek bunu kestirmek zor. Bir aylık itiraz süresi kentsel dönüşüm ofisi oluşturulmadı, araya bayram girdi derken bitip gidecek söylenenlerin aslı varsa…

Konuyu özellikle takip edeceğim…

Çünkü çok halis niyetlerle başladığı ilan edilen tüm projelerin altından enteresan sonuçlar çıkıyor. Bunu daha önce Beşyol bölgesinin kentsel dönüşüm çalışmalarında gördük, halen de görmekteyiz.

Kentsel dönüşüm vatandaşın yararına olacaksa ne ala, vatandaşa rağmen olacaksa gerekçelerini bilmek, olurunu tartışmak da bizim işimiz…

Mesele inşaat alanı yaratmak olunca tüm belediyeler gibi, hatta tüm yetkili kurumlar gibi Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin de ağzından çıkan ile eyleme döktüğü bir olmuyor maalesef…

Son dönemlerde yaptığı tüm kürsü konuşmalarında Büyük Ova Koruma Kanununa uymanın önemine vurgu yapan ve tarım alanlarını yerleşime açmanın acı sonuçlarını deprem bölgesinde gördüğünü anlatan Başkan Alinur Aktaş, söylediklerinin tam tersi bir kararla çıktı geçtiğimiz günlerde karşımıza.

İnegöl İlçesi, Yeniceköy mahallesinde bulunan 35 bin 895 metrekarelik tarım arazisi Bursa Büyükşehir Belediyesi İmar ve Şehircilik Dairesi Başkanlığı’nın düzenlemesi ile konut ve park alanı olarak plan değişikliğine uğradı.

Büyük ova alanı ve mera olarak planlanan bölgeyle ilgili Bursa Valiliği Tarım ve Orman Müdürlüğü’nün plan değişikliği ile ilgili görüşü ise dikkate değer;

Taşınmazların Gelişme Konut Alanı amaçlı tarım dışı kullanılması talebi, 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’nun 13’üncü maddesi gereği uygun görülmemiştir!’

Dikkat ediniz;

Uygun görülmemiştir!’

Bu görüşün ardından plan değişikliğinin yapılmaması gerekir normalde. Fakat bizim gördüğümüz uygulamada görüşler sanki usulen alınmış, karar çoktan verilmiş gibi…

İşte tam da bu nedenle, Bursa’da tüm imar hareketlerinin ve tüm belediye uygulamalarının hassasiyetle incelenmesi gerekiyor.

Tam da sizin söylediğiniz gibi Sayın Başkan; ‘Bu şehrin daha fazla tarım toprağı kaybetmeye tahammülü yok!’

AK Parti’de hangi ilçeden kimler aday adayı olur?

AK Parti’de hangi ilçeden kimler aday adayı olur?

AK Parti’de seçim sathına girdik… Teşkilat seçimlerine sayılı günler kaldı. Bayramın hemen ertesinde seçimler başlayacak.

Önce delegeler seçilecek, ardından ilçe başkanları, sonrasında il başkanları ve son olarak bir başka seçim; mahalli seçimler.

O da son haftaya kalmayacak.

Ramazan ayının başlaması münasebeti ile yerel seçimler sondan bir önceki pazarda gerçekleşecek.

Bu ayrıntılardan sonra bugünlerde oldukça belediye başkanlarında kimler devam eder, kimler etmez sorularına çok muhatap oluyoruz.

Bu konuda öncelikle AK Parti’nin muhalefette olduğu ilçelerden, ilk olarak da Gemlik’ten başlayalım.

Bir önceki seçimde AK Parti’nin yanlış tercihi Gemlik’i Millet İttifakı’na teslim etti.

AK Parti doğru bir isimle önümüzdeki seçimlerde Gemlik ilçesini rahat alır diye düşünüyorum.

Bana göre burada öne çıkan isim, bir önceki seçimlerde partisi tarafından aday gösterilmeyen Refik Yılmaz. Yılmaz, aday gösterilmesi durumunda Gemlik’i alır.

Bana göre kuvvetli bir isim…

Gelelim bir başka ilçeye, Mudanya’ya…

Mudanya’da seçimi kazanabilecek isim, daha doğrusu Türkyılmaz’a iki dönem önce verilen emaneti kim hatırlatır derseniz, bana göre bu noktada iki isim öne çıkıyor.

İlki önceki yıllarda başkan yardımcılığı görevinde bulunan Dr. Kartal Saldırış, diğeri de uzun yıllardır partinin her türlü kademesinde görev almış Kadir Kahraman

Bu iki isim aday gösterilmesi durumunda ilçe halkında karşılığı olan isimler…

***

Gelelim AK Parti’nin hiç belediye başkanlığını kazanamadığı ilçe Nilüfer’e…

Burada AK Parti’nin işi oldukça zor…

Eğer AK Parti burayı kazanırsa, başkanlık kazanamadığı diğer ilçeleri de kazanır. Burada aday olacak ismin işi oldukça zor.

Ama halkın seveceği bir isim olursa neden olmasın?

Burası ile ilgili isim veremeyeceğim.

Ama gerçek olan şu: Şimdiden aday olacak isim kimse işi oldukça zor.

***

Bunun dışında bu dönem yerel yönetimlerde değerlendirilmesi gerektiğini düşündüğüm isimler arasında Ali Yılmaz, Eşref Kurem, Celil Çolak, Hüdayi Yazıcı, Tahsin Kara en önlerde yer alıyor.

Öte yandan merak ettiğim konuların başında ikinci bölgeden milletvekilliği çok az oyla kaybeden Mustafa Yıldırım rotasını il başkanlığına mı kıracak, yoksa Gürsu Belediye Başkanlığına mı?

Onu da çok yakın zamanda görmüş olacağız.

***

Ama bugünden gördüğümüz yeniden aday gösterilmesi noktasında en rahat belediye başkanları arasında yer alan isimlerin başında Karacabey Belediye Başkanı Ali Özkan ve İnegöl Belediye Başkanı Alper Taban geliyor.

Bu arada İnegöl’ün il olması durumunda seçilen belediye başkanı aynı zamanda ilçe belediye başkanlığından il başkanlığına terfi etmiş olacak.

Bu ayrıntıyı da bu köşeden yazmış olalım.

Her iki isim de potansiyel aday adayı değil, aday demek daha doğru olacak…

Bekleyip, görelim, takip edelim…

Şifa dağıtan bu eller dert görmesin (2)

Şifa dağıtan bu eller dert görmesin (2)

Dünkü yazdığımız yazının ardından okurlardan fazlası ile olumlu tepki aldık. Yazdığımız doktorların yanı sıra köşemiz dar olduğu için birkaç doktorumuzu bugüne bıraktık.

O isimlerden ilki Köksal Yurda Eken…

Uzun yıllar Bursa Devlet Hastanesi’nde görev yaptıktan sonra özel sektöre geçen Köksal Yurda Eken Göğüs Cerrahisi dalında hizmet veriyor.

Yerinde ve başarılı çalışmalarının yanı sıra gani gönüllü bir hekim olarak halkın nazarında büyük takdir topluyor.

Biz de kendisine görevinde başarılar diliyoruz…

***

Yine bu köşede bugün yazacağımız diğer bir isim ise Çekirge Devlet Hastanesi’nde görev yapan Dahiliye Uzmanı Hakkı Doğan.

Kendisi dağ yöresinden çıkmış mütevazi kimliği ile şifa dağıtmaya devam ediyor.

Tam gönül insanı.

Kapısını çalan herkese yardım ediyor.

Bizler de kendisine hemşehrimiz olarak teşekkür ediyoruz.

***

Bugün yazacağımız diğer bir isim ise Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde görev yapan Nefroloji Uzmanı Prof. Dr. Mahmut Yavuz.

Böbrek hastalıklarında konunun uzmanı olan Prof. Dr. Yavuz da hümanist ve sevecen yapısı ile hastaları için her türlü fedakârlığa katlanan bir isim.

Bizler de böyle bir hekime teşekkür borç biliyoruz.

***

Belki bizim unuttuğumuz birçok isim var. Onlarla ilgili bilgi geldiği zaman bu köşede onlara da yer vereceğiz.

Ama daha önce ifade ettiğimiz gibi Allah ne hasta etsin ne de onları eksik etsin…

DEVA’DA DÜĞÜM ÖNÜMÜZDEKİ HAFTA İÇİNDE ÇÖZÜLECEK…

Geçen haftalar içinde DEVA Partisi İl Başkanlığı için Osmangazi İlçe Başkanı Yasin Gök’ün isminin ön planda olduğunu kaleme almıştık…

Özgöz’ün il başkanlığını düşünmediğini asıl hedefinin genel merkez olduğunu biz buradan yazmış olalım.

Ardından da şunu net olarak ifade edelim: Siyasette başta olacaksan hem vaktini hem de nakdini harcamak durumundasın.

Bunlardan biri noksan ise sonuca ulaşmak mümkün olmaz.

İşte DEVA içinde hem nakdini hem de vaktini fazlası ile harcayan isimlerin başında Osmangazi İlçe Başkanı Yasin Gök geliyor.

Kulislerden edindiğimiz bilgilere göre hafta içinde Gök ile DEVA Genel Başkanı Ali Babacan’ın görüştüğünü öğrendik.

Görüşme oldukça olumlu geçtiği için bize göre DEVA’nın Bursa İl Başkanlığına Yasin Gök’ün atanması sürpriz sayılmaz.

Bekleyip, takip edelim, görelim…

***

YAZ TATİLİ BAŞLADI

Dün itibari ile yaklaşık 80 gün sürecek öğrencilerin yaz tatili başladı. Bir yandan öğrenciler yaz tatiline başlar iken diğer yandan da tatillerin başlaması ile rota yaz okulları olacak.

Bizler de bu süreçte yaz okullarına gidecek öğrencilere iyi eğlenceler dileklerimizi iletirken velilere de dikkat diyoruz.

Aman tatiliniz zehir olmasın!

CHP’nin kuruluş ayarları ve kurultay süreci

CHP’nin kuruluş ayarları ve kurultay süreci

Cumhuriyet Halk Partisi’ndeki değişim ihtiyacının nedense tüm ülkenin derdi haline geldiğini, bu süreçte diğer siyasi partilerin kendi iç çalkantılarının hiç bahis konusu yapılmadığını yazmıştım geçtiğimiz günlerde.

Bu konuda hala aynı düşüncedeyim.

Çünkü kulağıma gelen söylentiler bütün siyasi partilerin, buna iktidar partisi de dahil, bir iç hesaplaşma ve taşların yeniden yerine oturması muharebesi içinde olduğunu gösteriyor.

Yine de çok merak edenler için, ‘CHP’deki değişim çağrısı ne anlama geliyor?’ diye soranlar için iki yönlü bir yanıtım olacak. Sadece benim değil, partililerin, örgütün ve hatta genel merkez düzeyindeki isimlerin dahi yanıtları böyle bir yönelimde çünkü.

CHP’deki değişim çağrısı, uzun süredir ertelenen kurultayın yapılmasını ve mümkünse bu kurultaydan çıkacak sonuçla genel başkan düzeyinde bir tazelenmeye, gençleşmeye gidilmesini hedefliyor. Burada sadece Kemal Kılıçdaroğlu ismine odaklanmaktan ziyade bir yenilenmenin ilk adımı gibi düşünülmeli konu.

Bu düşünceye sahip olan isimler genel olarak siyasi düşünce bakımından da uzun süredir yanlış bir yol yüründüğü kanaatinde. Abdüllatif Şener’in yaptığı açıklamalar buna bir örnek. Sağ siyasetten gelen isimlerin, giderek ortanın solundan ortaya doğru kayma eğilimini kuvvetlendiren CHP’ye geçişinin bir kazanımdan ziyade kayıp oluşturduğunun göstergesi gibi mevcut durum.

İki seçimdir CHP’ye oy vermediğini, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda Sinan Oğan’a oy verdiğini, ikinci turunda ise geçersiz oy kullandığını açıklayan Şener’in böyle bir açıklamayı neden yaptığına ilişkin bazı tahminlerim yok değil. Özellikle böyle bir açıklamanın partiyi şu an olduğu noktanın yanlışlığı konusunda çıplak bir gerçeklikle yüzleştirdiği ortada.

Bir de şöyle bir realite var. Şener’in oy kullandığı sandık araştırıldığında Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda geçersiz oya rastlanmamış. Anlayacağınız Şener büyük ihtimalle Recep Tayyip Erdoğan lehine oy kullanmış.

Aslında seçimlerin hemen ardından Bursa örgütü dahil olmak üzere altılı masanın küçük ortaklarının seçmenlerini Kemal Kılıçdaroğlu’na, daha doğrusu CHP’ye oy vermeye ikna edemedikleri sıkça konuşuldu.

Bununla beraber birleştirici olmak adına sağ tandanslı partilerle el ele olmak CHP’nin kendi seçmeninin başka partilere kaçmasına dahi neden oldu.

Şimdi örgüt şöyle diyor; ‘Bir süredir yapılmayan delege seçimleri de dahil tekrarlansın ve atamalarla yerini iyice sabitleyenler şöyle bir harman olsun. Parti uzun süredir ortaya doğru kayarak ilerlediği yoldan dönsün, merkez sol bir parti olduğunu hatırlasın, ilçe ve il yönetimlerine bu düşüncedeki isimler gelsin, anlayacağınız sıklıkla kullanılan söylemde olduğu gibi fabrika ayarlarına dönülsün…’

Tabandan gelen talep bu yönde.

Bir de milletvekili adaylarının belirlenmesinde ön seçim talebi ile vekillik sürelerinin iki dönemle sınırlandırılması var listede.

Peki partinin üst kademelerinde neler oluyor?

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun Genel Başkanlık yarışında aday olma ihtimalini yüksek görüyorduk malum yapılan açıklamalar ışığında. Son yapılan Kılıçdaroğlu – İmamoğlu görüşmesinin kulislere yansımaları ibrenin değişmeye başladığı yönünde.

Fikret Bila’nın aktardığı görüşme kulislerine bakılırsa İmamoğlu’nun yerel seçimlerde yeniden İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını alması, ardından düzenlenecek bir kurultayla CHP Genel Başkanlığına aday olması planı işletilmeye çalışılıyor.

Anlaşılan o ki, genel başkanın değişmesi konusunda örgütün ısrarcı tutumunun devam etmesi halinde aday olarak gösterilecek isim de Özgür Özel olacak.

İmamoğlu konuyu şimdilik düşüneceğini söylemiş.

Bursa özelinde ise parti içinde sert bir çatışma ortamı başladı bile. Rahmetli Erdal İnönü’nün Genel Başkanlığı döneminde partililerle gittiği bir mekanda yanına gelen garsonun; ‘Ne alırsınız efendim?’ sorusunu; ‘Teşekkürler. Biz bir şey almayalım, birbirimizi yiyeceğiz!’ diyerek yanıtlamasına benzer manzaraları izliyoruz.

En büyük tartışma şu anki ilçe ve il yöneticilerinin değişmesi ve yönetimden önce partide ağırlığını hissettiren isimlerin yeniden eski konumlarına kavuşma isteğine yönelik.

Birkaç isim de konuşalım, adettendir…

Milletvekilliğini kaçıran CHP eski il başkanı İsmet Karaca yeniden aynı koltuğa oturup oturamayacağını hesaplamaya çalışıyor şimdilerde. İsmet Karaca tarafından il başkanlığına getirildiği kulislerde sıkça konuşulan Turgut Özkan da aynı yarışta. Özkan ile Karaca’nın aralarının bir süredir açık olduğu söylentileri geliyor kulağıma. Anlaşılan ‘benim adamım koltukta otursun’ hesabı çarşıya pek uymamış…

Bursa örgütü Yıldırım İlçe’de güzel çalışmalar yapan Nihat Yeşiltaş’ı il başkanlığı için hareketlendiriyor, ama Yeşiltaş’ın şansı var mı?

Emin değilim…

Dananın kuyruğunun kopacağı yer ise Nilüfer

Nilüfer’in örgüt içinde seveni çok olduğu kadar sevmeyeni de çok olan ilçe başkanı Fırat Yılmaz eski meslektaşım. Parti manevralarını iyi bildiğinden, delege profili netleşmeden adını il başkanlığı için geçirmeyecek bir isim, ancak Nilüfer ilçe başkanlığında iddialı olduğu fikrindeyim.

İşin ilginç yanı, ittifakın dağılması ile birlikte artık sadece CHP Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olan ve bu unvandan vazgeçmediğini her fırsatta dile getiren, oysa milletvekilliği için de şansını yoklayan ismi Mustafa Bozbey yeniden Nilüfer’i dizayn etmeye girişmiş.

Yerel seçimlerde büyükşehirde şansını yüksek görmeyen Bozbey’in yeniden Nilüfer Belediye Başkanı olmak istediğini duyuyorum son zamanlarda sıklıkla. Haliyle rahat çalışabileceği bir isim istiyor Nilüfer ilçe başkanlığında, bu profile de en çok Özgür Şahin ismi uyuyor.

Özgür Şahin de kolları sıvamış gibi. 7 Haziran tarihinde sosyal medyasından yaptığı istatistiksel başarılı performans paylaşımı ‘Yaptım, yine yaparım, ben hazırım…’ diyor adeta.

Partinin ulusalcı kanadının da Bursa yönetimi için soyunduğunu daha önce söylemiştim zaten. Bir kez daha hatırlatalım.

Anlayacağınız herkes bir diğer düşüncenin temsilcisine kızgın ve kırgın. Herkes bir diğer düşünceyi temsil edenlerin yönetimde olmaması gerektiği fikrinde, herkes partinin toparlanması konusunda bir değişime ihtiyaç olduğunu söylüyor, ancak elbette kendi görüşleri doğrultusunda…

CHP fabrika ayarlarına dönecek de, hangi ayarlar?

Faiz bilmecesi nasıl çözülecek?

Faiz bilmecesi nasıl çözülecek?

Herkesin gözü kulağı dolar ve altında.

Ama kritik konu faizler!

Çünkü faiz bir türlü kendine uygun seviyeyi bulamadı.

Ve çok farklı faiz düzeyleri ile karşı karşıya kaldık.

Faizdeki gidişat dövizi de altını da tüm reel yatırımları da etkileyecek bir potansiyel taşıyor!

Dolayısıyla gözler Merkez Bankası’nın yeni faiz politikasında.

Peki Türkiye ekonomisi için en sağlıklı faiz düzeyi nedir?

Bir yıldan uzun bir süredir faizleri düşürmek için büyük bir gayret sarf ettik.

Bu bir tercihti.

Ancak yüksek enflasyon ortamında yeterince döviz rezerviniz olmadığında ithalata bağımlı bir ülke olarak sonuç pek de olumlu olmuyor!

Denedik ve gördük.

Küresel enflasyonla birleşen kur şokuyla coşmuş iç enflasyon, kronik ve can yakıcı bir hal aldı neticede.

Ve olan dar gelirli vatandaşa oldu.

Kapitalist sistemin temel aracı olan faizde serbest piyasa kurallarını uygulamadığınızda oluşacak tablonun bir örneğini görmüş olduk.

Aslında faizleri uygun koşullarda düşürmek, liraya değer kazandırmak, yerli üretimi artırmak, cari açığı minimize etmek gerçekten gerekli olan önemli adımlardı.

Ama bu yolda başarı elde etmek için gerekli olan altyapı olmadan ve yanlış zamanlama ile atılan adımların acı faturasını ödüyoruz ne yazık ki!

Dünyanın faiz arttırdığı bir süreçte faizi düşürerek eldeki döviz birikimlerini harcamak zorunda kaldık. Ve piyasada geçerli olmayan bir politika faizi ile şu anda baş başa durumdayız.

Finans kesimine dönük yapılan regülasyonların da etkisiyle ciddi bir makas söz konusu MB’nin politika faizi ile piyasadaki kredi ve mevduat faizleri arasında!

Dolayısıyla bir normalleşme ihtiyacı söz konusu. Ve bu yönde de sinyaller alındı.

Ancak yöntem ve zamanlama meselesi hala belirsiz.

Ve şüphesiz ki ani faiz artışlarının da bir yan etkileri olacaktır.

Dünyada hala faiz indirme yönünde bir eğilim oluşmuş değil.

Amerikan Merkez Bankası Fed, bu ay faiz artırım sürecini ara verdi.

Ama indirim konusunda daha uzun süre beklenilmesi gerektiğini Fed Başkanı Jerome Powell ifade etti. Ve bu yıl yeni artışların olması gerektiğini de ilave etmeyi unutmadı!

Diğer yandan Avrupa Merkez Bankası da 25 baz puan artırıma giderken önümüzdeki aylarda da faiz artırması gerektiğinin alt yapısını net biçimde yaptı.

Bizde de faizlerin bir an önce artması için küresel çapta ortam mevcut.

Ancak piyasalarda ilk aşamada konuşulan yüzde 25 seviyesi için kesin bir sinyal henüz yok. 22 Haziran kritik tarih. MB Para Politikası Kurulu’nun kararı ortaya çıkacak.

Yani perşembe günü itibariyle faiz artırım sürecine başlıyor Türkiye!

Ancak kademeli bir artış ihtimali de konuşulanlar arasında.

Örneğin yüzde 15 bu ay faizlerde ulaşılacak seviye olarak ifade edilmekte. Daha sonra ise kademeli olarak yüzde 25 ve sonrasında da 5’er puanlık artışlarla dengeli bir faiz artış politikası izleneceğine yönelik beklentiler güçlenmiş durumda.

Mevcut teknik göstergeleri baktığımızda piyasa dengeleri açısından yüzde 40’lık bir politika faizinin bir normalleşme ifadesi olduğu söylenebilir.

Ancak bir veya iki adımda ulaşılacak bir seviye olarak yan etkiler yaratabilir!

Diğer taraftan yabancı sermayenin gelmesi için faiz oranlarının bu seviyelere hızla çıkması gerekiyor. Keza doların da 30 lirayı görmesi yabancıların ivedilikle beklediği konular arasında!

Ancak bu rakamlar ekonomide ciddi bir durgunluğa yol açma ihtimalini taşıyor enflasyon sarmalı ile beraber.

Dolayısıyla kademeli bekle görün öne çıktığı ılıman bir geçiş daha sağlıklı görünüyor Türkiye açısından.

Yabancı yatırımcının gelmesi için çok da acele etmeden Türkiye’de yaşayan insanların ekonomik kaygıları dikkate alınarak bir düzenleme ihtiyacı şart görünüyor.

Enflasyonla mücadele ve büyümeyi destekleyici politikalar bazında ise reformist yapısal düzenlemelerin bir an önce yol haritası ile belirlenmesi kaçınılmaz bir ihtiyaç durumunda.

Cemaatçilik işlerinin son kurbanları bizim çocuklar

Cemaatçilik işlerinin son kurbanları bizim çocuklar

Eğitim meselesini ne zaman şirazesinden çıkardık, ne zaman din işleri ile devlet işlerini eğitimden başlamak sureti ile birbirine karıştırma kararı aldık, tam hatırlamıyorum…

Aslında bir önceki yazımda darmadağın olan sistemler içinde eğitim sistemini de saydığımdan müsterihim bu konuda…

Hatırladığım önemli bir ayrıntı var, muhabir olarak basın camiasına adımımı ilk attığım yıllarda, Milli Eğitim Müdürlüğünün içinde, ayaklarında takunyaları ile paçaları sıvanmış biçimde dolaşan memurlara ‘takunyalı tayfasından’ denir ve bu kişilerden biraz da çekinilirdi…

Sene… 1997…

Aradan geçen 26 yılın sonunda geldiğimiz nokta, yazılarımda defalarca kez konu ettiğim üzere, din işleri ile devlet işlerinin eğitim kurumlarında kol kola gezmesine kadar vardı.

Bugün, yazarken birkaç cümle ile bahsettiğim, ancak kendisini bu ülkenin insanlarına adayan eğitim camiasının cesur neferleri için bir ömürlük mücadele halini alan meselenin iki önemli gündemi vardı önümüzde.

Bunlardan biri; çeşitli projeler adıyla okullara din görevlilerinin atanmasına kılıf hazırlanmasına karşı durmayı amaçlayan basın açıklamasıydı.

Eğitim İş Bursa Şubesi’nin düzenlediği açıklamada şöyle deniyor;

“Eğitim kurumlarındaki gerici kadrolaşma dün okulların kapısını Gülencilere açarken, bugün farklı tarikatlara açmakta, çocuklarımızı –isimleri farklı da olsa- tarikatların kucağına itmektedir.

Onca skandala rağmen dernek/vakıf maskesi takmış tarikatlar, MEB protokolleri aracılığıyla eğitimde cirit atmaya devam etmektedir. Eğitimdeki bu gericileştirme hamleleri 28 Mayıs seçimleri biter bitmez hızlandırılmış, İzmir ve Eskişehir başta olmak üzere birçok ilimizde devlet okullarına din görevlisi gönderilmiştir.

Seçimden hemen sonra İstanbul’da Bilal Erdoğan’ın yönettiği bilinen TÜGVA’ya 238 okulun tahsis edilmesi, ‘Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum Projesi (ÇEDES)’ kapsamında yapılan protokolle okullara ‘manevi danışman’ adı altında imam, müezzin, vaiz, din hizmetleri uzmanı ve kuran kursu öğreticisi atanması, çağdaş okulları medreseye dönüştürme çabasının bir yansımasıdır.

Gerici karanlığın yaygınlaşma projesi çok açıktır: Eğitim içeriğini dinselleştiren, aileleri medrese modeli okullara mecbur bırakan bu proje, eğitim emekçilerini en yaşamsal ihtiyaçlarını karşılayamaz duruma getirerek önündeki tüm engelleri kaldırmayı amaçlamaktadır!

Ve son söz, Eğitim İş Bursa Şube Başkanı Yeliz Toy’dan geldi;

Eğitim öğretmenin işidir, okullarda dersi öğretmenler verir!”

Bütün bir yıl boyunca bu biçimde işleyen ve okullara ‘Değerler eğitimi’ adı altında tarikat ve cemaatlerin sızması için hazırlanan programlara karşı duruşumu net olarak ortaya koyduğumu sanıyorum.

Gelelim, günün konuyla ilgili ikinci ve daha üzücü gündemine. Aslında bu gündemin ulaşılmaya çalışılan sonucun yansıması olduğunu da yine üzüntü ile belirtmek istiyorum.

Çünkü bu kez okulların medreseleşmesini değil, doğrudan medreseleri ilgilendiren bir son var önümüzde.

Bugün benim beynimde bir bomba etkisi yapan olay; Şanlıurfa’nın Eyyübiye ilçesine bağlı Beşat Mahallesi’ndeki bir cemaate bağlı medresede yatılı kalan Abdülbaki Dakak’ın intihar ettiği iddiası oldu.

Aslında bir yıl önce ailesi tarafından ‘dininde, kininde…’ bir çocuk olarak yetişsin diye bırakıldığı medreseden üç gün önce çıkıp bir daha geri gelmiyor bu küçük çocuk. Daha önce birkaç kez medreseden kaçtığı, ailesi tarafından yeniden aynı yere okusun diye getirildiği bilgisi var. Kısacası böyle bir eğitim almak istemiyor, en azından bu mekanda kalmak istemiyor. Tüm bunlara rağmen başına ne geldiği dahi sorgulanmıyor küçücük çocuğun… Maalesef hayatına kendi eliyle son verdiğine ilişkin bulgular da kuvvetle mevcut. Detayları burada paylaşmaya gerek yok.

Hatırlayın, bundan bir buçuk yıl kadar önceydi, Elazığ’da Nur Cemaati’ne ait yurtta kalan Enes Kara’nın intihar haberini aldığımızda. Yaşamına son vermeden önce bıraktığı videoda cemaat yurdunda kalmak istemediğini, baskı altında olduğunu söylemişti.

Cemaatlerin bir ülkeye neler yapabildiğini gösteren 15 Temmuz gibi bir olay varken önümüzde, yurdum insanının eğitim için devletin çağdaş, aydınlık okullarını talep etmek yerine, neden cemaatlerin kapısını ısrarla çaldığını, buralarda çocuklarına yapılanları neden kolayca göz ardı edebildiğini, hatta suçluların ortada olduğu durumlarda dahi neden kimseden şikayetçi olmadıklarını ve kendi evlatlarını adeta bir kurban gibi cemaat yapılarına sunduklarını anlamak çok zor benim için…

Halka inmek meselesi böyle bir şeyse; kusura bakmayın kardeşim, öyle sandığınız gibi çok ulu yerlerde değilim, aynı geçim derdinin bir üyesiyim, aynı toprakların insanıyım, ama ben size inemiyorum, ben anlamıyorum sizi ve eminim siz de beni anlamıyorsunuzdur… Hatta belki siz de benim seviyeme inemiyorsunuzdur bulunduğunuz noktadan…

Kısacası, anlaşamıyoruz…

İşte böyle zamanlarda ‘halka rağmen halk için’ cümlesinin içeriği daha da değerli hale geliyor.

Yazık bu ülkeye, yazık bu evlatlara, yazık bu ülkenin evlatlarını aydınlığa kavuşturmak için çabalayan bunca insana…

Bursa’da şifa dağıtan bu eller dert görmesin!

Bursa’da şifa dağıtan bu eller dert görmesin!

Zaman zaman siyaset dışında konulara da değiniyoruz. Bugün de Bursa’da gerçekten hem hekimliği ile hem de insanlığı ile öne çıkan birkaç isimden bahsedeceğim.

O isimlerden ilki Levent Kazak

Kendisiyle Kars Devlet Hastanesi’nden Bursa’ya tayin olduğunda tanışmıştım. Uzun yıllar Bursa Devlet ve Çekirge Devlet Hastanesi’nde görev yaptıktan sonra emekli oldu…

Ardından özel sektöre geçen Kazak, şu an özel hastanede görevine devam ediyor.

Aynı mütevazilikle çalışmalarını devam ettiren Kazak, hastalarına şifa dağıtmayı sürdürüyor.

Geçtiğimiz günlerde abisi Bülent Kazak’ı kaybeden Levent Kazak, acısını yüreğine gömerek şifa dağıtıyor.

***

Bursa’da şifa dağıtmak için gece gündüz çalışan isimlerden biri de Bursa Şehir Hastanesi Genel cerrahi Uzmanlarından Doktor Murat Sayılgan

Hiçbir hastasını kırmayan, randevu dışında gelen hastalara bile özel ilgi gösteren Sayılgan, hastanede atom karınca misali çalışıyor.

Kendisi gerçekten alkışı hak ediyor…

***

Aynı hastanede görev yapan Kalp Damar Cerrahı iki isim daha var. Onlar için de ayrı bir parantez açmak gerekiyor.

M. Selçuk Atasoy ve Ayhan Müdüroğlu.

Bir doktor hastasını en fazla bu kadar rahatlatır.

Her iki isme muayene ve ameliyat olup da memnun olmayana henüz rastlamadım…

İkisine de Bursa halkı adına teşekkürü borç bilirim.

***

Bursa’da özel hastanede görev yapan bazı isimler var ki onlara en azından ben teşekkür borçluyum.

Onlardan ilki Prof. Dr. Ersin Öztürk

Uzun yıllar Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde görev yaptıktan sonra özel sektöre geçen, kendine özgü teknik ve yapmış olduğu ameliyatlarla tıp literatürüne giren Öztürk, özel sektörde insani ve vicdani olarak görev yapmaya devam ediyor.

Önce sağlık prensibi ile hareket eden Öztürk için maddiyat ikinci planda…

Bursa’da böyle bir doktor olduğu için kentimiz oldukça şanslı…

***

Ersin Öztürk ile aynı hastanede görev yapan bir cerrah var ki onu da yazmadan geçemeyeceğim.

O isim de Prof. Dr. Ersin Öztürk’ün el verdiği Doç. Dr. Barış Gülcü.

O da mütevaziliği ve bilgisi ile şifa dağıtan bir isim. Marifet iltifata tabidir mantığı ile o da fazlası ile alkışı hak ediyor.

***

Bunun dışında özel muayenesinde görev yapan bir başka doktor var ki o da gerçekten olağanüstü bir insan. Tabiri caiz ise fakir babası.

O isim de Kardiyalog Kubilay Kaya

Muayenehanesine gelen hastaya arkadaş gibi davranan, parası olmayandan para almayıp hatta üstüne para veren bir hekim Kubilay Kaya…

Gerçekten hümanist ve insancıl bir hekim Kaya…

***

Birileri şunu diyebilir, bu hekimler dışında da birçok hümanist hekim vardır. Ama ben son zamanlarda çevremden gidenlerin ve kendimin gittiği bu doktorlara insancıl yaklaşımlarından sonra ben de en azından köşemden bir kez daha teşekkür ediyorum.

Bursa’da şifa dağıtan bu eller dert görmesin!

Allah ne düşürsün ne eksik etsin…

Hangi yatırım aracı daha cazip?

Hangi yatırım aracı daha cazip?

Modası hiç geçmeyen bir soru.

Ve yine yeniden daha da revaçta bugünlerde!

Malum döviz hareketlendi. Altın hareketlendi. Borsa zaten oynaktı.

Enflasyon yine başını kaldırmaya hazırlanıyor. Fiyat artışları doludizgin.

Yani herkes elindeki parayı koruma derdine düştü öncelikle!

Ve elbette ki mümkünse reel bir kazanç sağlamak da ayrı bir mutluluk olmakta.

Yani enflasyon üzeri kazanç herkesin hayali.

Tabii ki son bir iki yıldır sıkça sorulan bir soru akıllara takılmadan geçemiyor!

Hangi enflasyona göre reel kazanç söz konusu olacak?

Çünkü resmi rakamlara pek de güvenilmeyen bir süreçten geçiyoruz.

Yine de TÜİK’in açıkladığı rakamların bir trend oluşturması nedeniyle gidişata dair bir fikir verme şansı var elbette.

Ve şu anki enflasyonu dikkate aldığımızda yüzde 40 üzeri getiriyi son bir yılda sağlamış olanlar TÜFE bazında reel kazanç elde etmiş olmakta!

Ama unutmayalım ki bu şu an geçerli olan enflasyona göre yapılmış bir hesap.

Birkaç ay öncesine döndüğümüzde rahatlıkla yüzde 50 – 60 ve üzeri kazancın reel olduğu görülmekte.

Yani kazanç hesabınızı geleceğe dair beklentileri dikkate alarak yapın. Bir yanda yatırım araçlarının olası performansı, diğer yanda da gelecek dönem enflasyonu önemli!

Fiyat artışları tarafında ciddi bir dalga başladı. Kuvvetlenerek geliyor. Daha da artacak.

Dolayısıyla “paramızı nereye yatıracağız” diye düşünürken aslında ilk seçenek olarak ihtiyacınız olup da ertelediğiniz ya da yakın gelecekte ihtiyacınız olabilecek ürün veya hizmeti satın almak en akıllıca adımlardan biri olacaktır.

Yani herhangi bir satın alım işlemi bile çok gereksiz olmadığı takdirde enflasyona karşı hiç olmazsa bir koruma sağlayacaktır!

Ancak kayda değer tasarruflar açısından bakıldığında kısa vadede dolar ve altının vazgeçilmez bir opsiyon haline geldiği kesin.

Borsa İstanbul tarafında da sektör seçimlerini ve firma bazlı kararları, doğru kurum ve kişilere danışarak verdiğiniz takdirde özellikle orta ve uzun vadede çok ciddi bir kazanç şansınız mevcut!

Mevcut ve yakın gelecek konumlandırmasındaki arz talep dengeleri de dikkate alındığında maliyet hesabı ile birlikte araç ve emlak alımları da çok ciddi yatırımlar olarak rahatlıkla ifade edilebilir.

Otomotiv tarafında talebin hız kesmediği aşikar. Ancak üretim sınırlı. İthalat pahalı. Maliyetlerin artışı kur dalgalanmaları ile beraber hem iç üretimi hem de ithalatı daha pahalı hale getirdiği için önümüzdeki aylar açısından bakıldığında yatırım imkanı sunmakta.

Özellikle konut tarafına geldiğimizde ise yükselen kiraları da dikkate alacak olursak cazibenin sürdüğü ve süreceği de aşikar!

Kiraya yüksek paralar kaptırmak yerine taksitle kendi konutuna sahip olmak çok daha cazibeli bir durum öncelikle.

Ve mevcut piyasa dengeleri özellikle arzda sıkıntının devam edeceğini net biçimde ifade ederken maliyet tarafı da kur artışı ve ücret artışı ile beraber fiyatların kaçınılmaz olarak yükseleceğini söylüyor.

Dolayısıyla alım kararları ne kadar erken verilirse adım atıldığı anda kazanç sağlanmış olmakta.

Ve genelde konut piyasası orta ve uzun vadeli yatırım ifade ettiği için de yatırımcının yüzünü önümüzdeki yıllarda çok rahat güldürecek bir karar olur konut piyasasında boy göstermek!

Elbette ki çok farklı seçenekler var projeler ve bölgeler bazında.

Konut tipleri de dikkate alındığında alım kararı verilirken atılacak sağlıklı adımların karlılık üzerinde ciddi bir etki yaratması kaçınılmaz.

Bütün sistemler çöktü haberiniz olsun!

Bütün sistemler çöktü haberiniz olsun!

Bizim ülkemizde şöyle bir sorun var; hiçbir sistem sunması gereken hizmeti sunmuyor!

Bakınız;

Hukuk sistemi var, adalet sunmuyor, daha doğrusu bu alanda tartışma bitmiyor, bazıları da hiç istenmeyen biçimde kendi adaletini kendisi sağlamaya çalışıyor! Hukuk burada tıkanan bir sistem, çünkü özeli yok. Avukatlar zaten özel olarak tutulduklarından ve özel hakim diye bir kavram oluşmadığından, sistemin açmazları çok daha büyük…

Eğitim sistemi var, eğitim sunmuyor, daha doğrusu sistemin içinde çocuğu kaybolsun istemeyenler, dişinden tırnağından artırıp, özel okul kapılarını aşındırıyor. Devlet okullarında ise nedenini bilmediğimiz bir ‘imam hatip’ dayatmasıdır almış başını gitmiş durumda. Ne öğrenciler istiyor ne veliler istiyor, ama yeni açılan tüm okulların adının başında ‘imam hatip’ yazıyor.

Neden?

İnsanlar tercih etmiyor bu okulları, sınıfların yarısı dahi dolmuyor, sıralar boş…

Açıklama yok…

Sağlık sistemi var, sağlık sunmuyor, sunamıyor, ilaç dahi temin edemiyor… En çok da bu alanda boğuşuyor insanlar. Çünkü mevcut alan genciyle yaşlısıyla tüm ülke insanlarını kapsıyor.

Son günlerde benim de imtihanım bu alanda oldu ve tecrübeyle öğrendim sistemin neden sağlık sunamadığını…

Kısaca aktarayım;

İlk olarak hastalık nedeniyle bir devlet hastanesinin kapısını çaldık sabaha karşı. Çünkü durum acillik gerçekten. Düşmeyen ateş vakası, yoğun kas ağrıları, ayakta durulamıyor, öyle bir halsizlik…

Devlet hastanesine giden her hastanın başına gelen gibi; doktorun kapısında kuyruk bekleme, hastanın boğazına kısa bir bakışın ardından hızla şikayetlere yönelik tahlil yazılması ve durumun aciliyetine binaen serum takılarak durumun toparlanması mecburiyeti…

Yatışımız yapıldı, tahlil sonuçları beklenirken serumlar bitti…

Yeniden doktorun yanına varış, tahlil sonuçlarına göz atış ve ‘az enfeksiyon’ bulgusu ile ateş düşürücü yazılarak taburcu oluş…

Evimize döndük…

Bulgular kullanılan ilaçlara rağmen daha da artınca ve iyileşme yerine daha da kötüye gidiş oluşunca, ‘cebimize kuvvet’ denilerek özel hastanenin yolu tutuldu.

Yılların tecrübesi ile kendini geliştirme şansını da yakalamış doktorumuzun yaklaşık yarım saat süren hasta öyküsü alma ve elle muayenesinin ardından bizi de aydınlatan açıklamaları, bir kez daha tahlil talepleri ve yine serumla toparlanmak üzere hastaneye yatış…

Bulgular iki alanda yoğunlaşıyordu, amipli dizanteri ya da apandisit

Basit bir enfeksiyondu hani?

Tahlil sonuçları amipli dizanteri olduğumuzu ortaya çıkardı ve çok şükür doğru teşhis sonucunda doğru tedaviye de kavuştuk…

Teşekkürler tıp bilimi, teşekkürler canım cüzdan…

Hikaye burada bitti, ancak beni tespitlerim yeni başlıyor.

Aynı sonucu devlet hastanesinde de alabilir miydik?

Elbette alabilirdik.

Muayene olduğumuz doktorun kapısında onlarca hasta yığılı olmasa, bize ayıracak yarım saatlik zamanı olsa. Bizi özel hastanedeki doktorumuzun muayene ettiği gibi muayene edebilse ve bu muayeneyi yaptığı için ceza almayacağından emin olsa, aynı tahliller talep edilir, aynı sonuç elbette alınırdı.

Tabii bir de ‘Giderlerse gitsinler’ denilerek kovulan yılların tecrübesi var ki, o konuyu da ayrı değerlendirmek gerek…

Görüldüğü gibi sistem doktoru da hastayı da öyle bir açmazın içine sokuyor ki, adeta hastaya dokunmadan tahlillerle ilerlenerek tedavi yöntemi gibi bir yol izleniyor son zamanlarda.

5 dakikada bir hasta muayenesine bunca karşı çıkışımızın nedenlerini ve sistemin böyle işlemesinin nasıl sonuçlar doğurduğunu bir kez de deneyimleyerek görmüş olmanın dayanılmaz hafifliğini yaşadım…

Yani anlayacağınız, günlerdir çektiğimiz acılar, ağrılar, uykusuz geceler bir yana, sistem bizi bir kez daha içinden tükürdü ve mecburen kendi göbeğimizi kesmek üzere gittiğimiz özel hastanede aradık derdimizin dermanını.

Şimdi de önüme şahane bir kulis geldi.

Yalvar yakar ekonominin başına getirilen Mehmet Şimşek, ekonomik tablonun düşündüğünden daha kötü olduğunu söylemiş yakın çevresine…

Yahu bizde hangi sistem doğru ki, ekonomik sistem doğru olsun…

Kim olursa olsun, liyakat sahibi biriyse ve bir sistemin doğru işlemesi için gerçekten kolları sıvadıysa, ülkemizin temel taşları olması gereken bu sistemlerden hangisinin içine girerse girsin görecektir ki, ‘düşündüğünden daha kötü’dür gidişat…

Çünkü milyonlarca kez söylemekten bıkmayacağım bir gerçeklik var, sistemlerin işlemesi siyasetin oynak zeminine uygun değildir. Sistemler sağlam zeminlerde doğru politikalarla işletilmesi gereken, ülke çıkarları en önde gözetilerek şekillendirilmesi gereken temel taşlardır.

Siyaset ise kişisel çıkarlar gözetilerek sürekli el ve şerit değiştiren oynak bir zemindir.

İkisi birbiri ile örtüşemez, örtüşürse sistem kalmaz, kalmadığına da en yakından bizim gibi sade vatandaşlar şahit olur.

Buradan Mehmet Şimşek’e seslenmek isterim; sadece ekonomi değil, ülkenin bütün sistemleri tahmin ettiğinizden daha kötü durumda…

Dağ çileğinde fiyat dibi görmüş durumda

Dağ çileğinde fiyat dibi görmüş durumda

Birkaç gündür Norm Haber Kurumsal İletişim Müdürü Nail Özer ile ilçeleri dolaşıyoruz. Bu minvalde zaman zaman dostlarla sohbet etme fırsatı yakaladık.

Özellikle çilek hasadının yoğun yaşandığı bugünlerde fabrikaların çilek için verdiği fiyat oldukça düşük kalmış durumda.

Daha doğrusu bir önceki yıla göre dibi görmüş demek mümkün…

Nasıl mı?

Geçen yıl 12 TL’ye tarladan alınan çilek, bu yıl geçen yıla göre enflasyon yüzde 50 artmasına rağmen fiyatı geçen yıla göre yüzde 50’den daha düşük.

Nasıl mı?

Fabrikaların belirlediği fiyatlar ilk önce 5 TL’den başlamış durumda. Daha sonra bu piyasa önce 6,5 TL, ardından 8,5 TL’ye çıkmış. Beklenti bu cuma gününden itibaren fiyatın 10 TL’ye çıkacağı yönünde.

Bu rakam yeter mi yetmez…

Her halükarda üretim maliyeti artmamış varsaysak bile bir önceki yıla göre fabrikalar tarafından verilen fiyat oldukça ucuz…

Bir tarafta bu gerçekler var iken diğer tarafta da dağ ilçelerinin bir konuda harekete geçmesi gerekiyor. Tarımsal gıdaları işleme tesisi kurmak gibi.

Misal çilekli yoğurt fabrikası, dondurulmuş gıda ürünleri, paketlenmiş ürünler ve benzeri çalışmalar.

En basit ifade ile,

Yöreye bu anlamda çilek, kiraz, ahududu gibi meyvelerin işleneceği bir tesis kurulması durumunda yöre çiftçisinin daha fazla para kazanması mümkün olabilir.

Bunun için birilerinin destek köylülerin de bu desteğe yanıt vererek harekete geçmesi şart.

Böyle bir durumda hem çiftçi hem de yöre kazanmış olur.

Bizden hatırlatması…

ORHANELİ’DE FESTİVAL ZAMANI

Dağ yöresinin en önemli etkinliklerinden biri de yaz aylarında gerçekleşen köy hayırları ve festivallerdir.

Köy hayırları sadece köy içinde gerçekleşirken, festivallere komşu il ve ilçelerden de büyük katılım olduğuna şahitlik etmişizdir.

Bu minvalde dört dağ ilçesi olarak nitelendirdiğimiz ilçelerden Orhaneli, Keles, Büyükorhan ve Harmancık ilçelerinden ilk festivalini gerçekleştirecek ilçe Orhaneli.

Önümüzdeki 23-25 Haziran tarihlerinde Orhaneli Karagöz Festival alanında gerçekleşecek etkinliğe birbirinden değerli isimler katılıyor.

Mustafa Ceceli, Merve Özbey, Bilal Sonses ve Ali Çakar festival kapsamında sahne alacak.

Öncesinde kınası var, yöresel sanatçılar da sahne alacak.

Öte yandan bölgede yetiştirilen ahududu, yaban mersini, kiraz ve çilek alanlarında yarışmalar düzenlenecek.

Vakti olanlar şimdiden hazırlıklarını yapsın…

Duyurmak bizden, etkinliğe gitmek sizden…

Piyasalar Şimşek’ten ne istiyor?

Piyasalar Şimşek’ten ne istiyor?

Piyasaların kafası yine karıştı.

Karışıklığın nedeni klasik bir sebep.

Yani belirsizlik!

Oysa ki seçimlerin ardından ayrı bir coşku havası ayrı bir beklenti atmosferi oluşmuştu kısa sürede.

Adeta “şimşekler” çakmıştı piyasalarda!


Ekonominin direksiyonuna Mehmet Şimşek geçiyor diye pozitif beklentiler maksimuma çıkmıştı bir anda.

Borsa İstanbul rekora ramak kala coşkulu bir çıkışa sahne oldu bu süreçte.

Dolar uzun süredir tutulduğu kafesinden fırladı ve enflasyon canavarı ile kol kola girdi!

Aslında olması gereken doların yükselmesiydi. Ancak kurdaki ani hareketlerin ani tansiyon yükselmesinin bedende yaptığı etkiye benzer sonuçları olmakta.

Dolayısıyla TL’de günlük yüzde 7,5 değer kaybı gibi manzaralar ortaya çıkınca da fren mekanizması çalışmaya başladı!

Uzak olmayan bir tarihteki yerel seçimlerin atılacak ekonomik adımları frenleme potansiyeli olduğu da net biçimde şimdiden görülmüş durumda.

Yani Mehmet Şimşek ismi ve etrafında gelişen yeni kadroların bir anda rasyonel ekonomik adımlarla Ortodoks politikalara tam anlamıyla dönmesinin kolay olmayacağı görünüyor.

En azından bu bağlamda ciddi soru işaretleri var.

Çünkü piyasaların da reel ekonominin de beklediği ekonomik atmosferin daha belirgin bir hal alması meselesi havada kaldı!

Yani ekonomik rotanın netliği konusunda ciddi soru işaretleri var.


Mesela…

Şahap Kavcıoğlu’nun BDDK başkanlığı, soru işaretleri arasında yer alıyor karar verme mekanizmaları açısından.

Ve sırada bekleyen çok sorun var. Onlara dair net bir açıklama cümlesini henüz duymadık. Yol haritası ve takvimlendirme de ortada yok.

Piyasaların da, reel ekonomik aktörlerin de beklemeye tahammülü yok oysa ki!

Belirsizlik en büyük sıkıntı.

Kur nasıl bir sistemle işlem görecek? Hedef seviyeler var mı? Faizler hangi bantlarda hareket edecek? Enflasyon hedeflemesi nasıl çalışacak? Kur Korumalı Mevduat’tan çıkış süreci nasıl ve ne zaman gerçekleşecek? Bankalar üzerindeki yoğun kontrol mekanizmaları ne zaman serbestleşecek? İhracatçı firmalara dönük kur tedbirleri ne zaman değişecek? Büyümeyi destekleyici kredi politikaları nasıl şekillenecek? Ekonomiyi soğutmadan enflasyonla mücadele nasıl gerçekleşecek? Ciddi biçimde düşen alım gücü, enflasyon yaratmadan ve rekabet gücünü olumsuz etkilemeden nasıl yerine konulacak?

Soru listesi çok ama çok uzun!

Çiçeği burnunda yeni ekonomi yönetiminin ise çok da hazırlıklı olmadığını veya hazırlıkların hayata geçmesi için elinin rahat olmadığını gördük.

Dolayısıyla bundan sonraki adımların netliği ve etkisi tartışılır niteliğe bürünmeye aday!

Yani yatırımcının sabra ihtiyacı var.

Yukarıdaki uzun soru listesine net yanıtlar bulunmadıkça piyasalarda oynaklığın görülmesi gayet doğal. Reel cephede de bekle gör politikasının öne çıkması kuvvetle muhtemel.

Bu atmosferde yabancı yatırımcıyı da kısa vadede beklemek hayal.

Milletvekillerinden belediye başkan adayı gösterilen olur mu?

Milletvekillerinden belediye başkan adayı gösterilen olur mu?

Genel seçimlerde partisi tarafından aday gösterilmeyen isimler var. O isimler arasında İYİ Parti’den İsmail Tatlıoğlu, CHP’den Erkan Aydın, MHP’den M. Hidayet Vahapoğlu, AK Parti’den Mustafa Esgin, Atilla Ödünç, Zafer Işık, Vildan Yılmaz Gürel var.

Şimdi bu isimlerin önümüzdeki yerel seçimlerde belediye başkan aday adayı olup olmama durumunu irdeleyelim.

İlk olarak İsmail Tatlıoğlu’ndan başlayalım. Bana göre önümüzdeki seçimlerde ister ittifak olarak ister İYİ Parti tek başına seçime girsin İsmail Tatlıoğlu potansiyel olarak Bursa Büyükşehir Belediye Başkan adayıdır.

Bunun yanı sıra CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu Erkan Aydın’ı yerel seçimlerde Osmangazi’nin adayı olarak ilan etse de eğer Millet İttifakı sona ererse Aydın adaylıktan vazgeçebilir, diyenlerin sayısı hiç de az değil.

Bunun dışında daha önce Nilüfer Belediye Başkan adayı olan Mustafa Esgin bakan yardımcısı olmaz ise belediye başkan aday adayı olursa şaşırmamak gerekir.

Keza Atilla Ödünç de yerel siyasetten Ankara’ya uzanmıştı. Bu dönem partisi tarafından aday gösterilmeyen Ödünç önümüzdeki seçimlerde Gürsu veya Osmangazi’den aday adayı olursa şaşırmamak gerekir.

Bir başka aday gösterilmeyen isim Zafer Işık da rotasını Gemlik belediye başkanlığına kırarsa sürpriz olmaz.

Bana göre yereli düşünmeyecek tek isim Vildan Yılmaz Gürel olur…

Bakalım bu tahminlerimizden hangileri tutacak, bekleyip göreceğiz…

CHP MİLLETVEKİLLERİ SAHADA MI?

Genel seçimlerin ardından seçilen yeni milletvekillerinden özellikle  AK Partili milletvekilleri dikkat çekiyor.

AK Parti’de Mustafa Varank ve Efkan Ala dışında tüm milletvekilleri Bursa’ya geldikleri andan itibaren sahada…

Yine son seçimlerde CHP’den seçilen Kayıhan Pala, Orhan Sarıbal, Nurhayat Altaca Kayışoğlu ve Hasan Öztürk’ü ise pek sahada göremiyoruz.

Keza Gelecek Partisi kontenjanından seçilen Cemalettin Kani Torun’u da bundan sonra muhtemelen hiç göremeyeceğiz gibi geliyor…

Bunun yanı sıra seçildikten sonra partisine dönen SP Milletvekili Mehmet Atmaca’yı da zaman zaman etkinliklerde görebiliyoruz.

Kısaca seçimden önce sahada olan isimler seçimden sonra da sahada olmaya devam ediyorlar…

PEKSERT KUTSAL TOPRAKLAR YOLCUSU

AK Parti’nin son genel seçimlerinde seçilecek sırada olmamasına rağmen en yoğun çalışan adaylardan biri de Semih Peksert idi.

Peksert’in yoğun çalışma temposu gözlerden kaçmadı…

Milletvekili seçimlerinin ardından Cumhurbaşkanlığı 2.tur seçimlerinde de aynı tempoyu sürdüren Peksert, şimdi de kutsal topraklar yolcusu.

Eşiyle beraber 22 Haziran tarihinde kutsal topraklara uçacak, hac farizasını yerine getirecek, Peksert’e bizler de şimdiden hayırlı yolculuklar diliyor, Allah kabul etsin diyoruz…