Sinan Oğan takip edilmeye değer…

Sinan Oğan takip edilmeye değer…

Siyasette koalisyonlar dönemini bitirdik, ittifaklar dönemini başlattık çok şükür. Eskiden seçime giren ve seçmenin teveccühü ölçüsünde elde ettiği güçle koalisyon masasına oturan, ağırlığını da bu ölçüde koyan siyasi partiler, şimdilerde gerçek oy oranlarını bilmeden, oluşturdukları siyasi algı ile ittifak masasında boy gösteriyor.

Vakti zamanında biz de üniversite sınavına girerken alacağımız sonucu bilmeden tercihler yapardık. Tıpkı siyasi partilerin anketlerden çıkan sonuçlara dayanarak güçlerini ortaya koydukları gibi, biz de deneme sınavlarından aldığımız sonuçlarla üç aşağı beş yukarı ne alacağımızı tahmin etmeye çalışır, bu doğrultuda kendimize meslek seçme gayretine düşerdik.

Bizim için sonuç çoğunlukla hüsran, arada bir de sürpriz olurdu. Çünkü hiçbir zaman gerçek sınav ile deneme sınavı bir olmaz soruların tipleri hep değişir, heyecandan çoğunlukla elimiz ayağımız birbirine dolanırdı.

Şimdi de anketlerden çıkan sonuçlarla seçim sonuçlarının ne derece örtüşeceğinin tartışmaları sürüyor. Zira seçmenin anketlere verdiği yanıtlarla sandık başında vereceği oy birkaç dakikada bile değişebiliyor.

Tam bu karmaşanın içinde bir yanda Cumhur İttifakı elini güçlendirmeye çalışırken, diğer yanda Millet İttifakı dağıldı mı, birleşti mi, yeni partiler mi ittifaka eklendi soruları ile çıkıyor karşımıza.

İttifakların genişleme çabası içerisinde yeni eklenen partilerin görüşlerini içine sindiremeyenler de yok değil.

Sindiremeyenler kitlesine alternatif yeni bir ittifak daha var şimdilerde.

Ata İttifakı…

İttifakın Cumhurbaşkanı Adayı da tüm ülkenin yakından bildiği bir isim Sinan Oğan…

Bugün Norm Haber ekranlarına konuk olan ve ittifakın neye dayanılarak kurulduğuna ilişkin bilgiler paylaşan Oğan, en ağırlıklı biçimde bu konunun üzerinde durdu.
Cümlesi aynen şöyleydi;

“Seçmeni HDP ile HÜDAPAR arasına sıkışmaktan kurtarmak için sahneye çıktık. Hem Millet İttifakından hem de Cumhur İttifakından oy alacağımızı düşünüyorum. Şimdiki ittifak çalışmalarına tepki gösteren, Sinan Ateş cinayetinin sonrasında yaşananlara tepki gösteren, HDP’yi içine sindiremeyen herkesi bir çatı altında toplamak istiyoruz”

Siyasetin içinde yoğrulmuş isimlerin mevcut iklimin nereye doğru evrileceği üzerine isabetli tahminleri olsa gerek ki; ittifak çalışmaları dün, bugün değil, bundan tam 6 ay öncesinde başlamış. Oğan’a pek çok siyasi oluşumdan çeşitli kademeler için teklifler de gelmiş. Ülkede karşılığı olan böyle bir isimin yanında yer almasını her iki ittifakın da isteyeceğine hiç şüphe yok.

Sinan Oğan’ın Cumhurbaşkanı Adayı olması için 100 bin imza gerekiyor. İlk iki günde bu imzaların toplanacağından son derece emin Ata İttifakı.

Sonrasında da seçim çalışmalarına hız verecekler.

İşim ile siyasi görüşümü karıştırmamaya, bu noktada objektif olmaya çabalıyorum ki, gazeteciliğimi hakkı ile yerine getirebileyim. Yine de arada insanın bakış açısı ilginç değerlendirmeler yapıyor.

Misal, aklı başında her insanın hayata dair aynı söylemleri geliştirdiğine şahitlik etmek hem hoş hem de ilginç bir deneyim benim açımdan.

Oğan’ın ekonomik söylemleri, özgürlüğe dair çıkışları, adalete yaptığı vurgu, ülkede yaşanan algı yönetimine karşı duruşu, Bursa’da bundan sonra gelişecek sanayinin ‘Akıllı sanayi’ diye adlandırılabilecek teknolojik altyapılı sanayi olması fikri, ortaklaştığımız tarafları.

Burada keskin milliyetçi bakışa karşı endişelerim olduğunu da dile getirmekte fayda görüyorum. Aksi halde kendimi inkar etmiş olurum. Ancak Ata İttifakı Cumhurbaşkanı Adayı Oğan’ın şu sözlerini eklemem lazım;

“Türk’ten ırkçı olmaz, Türk’ten faşist olmaz, Türkler ‘insanı yaşat ki devlet yaşasın’ şiarı ile büyümüştür. Bizim en büyük Türk milliyetçisi olarak gördüğümüz lider Mustafa Kemal Atatürk’tür!”

Seçimlerin ikinci tura kalacağını düşünüyor Sinan Oğan. İkinci turda kimi destekleyeceğini ise açık bir dille beyan etmediğini belirtmek mühim. Zira kendisi ile aynı kulvarda, ‘karşı mahallede’ yarışan Muharrem İnce seçimlerin ikinci tura kalması halinde Kılıçdaroğlu lehine çekilebileceğinin sinyallerini veriyor.

Sinan Oğan’ın önemli bir söylemini daha dile getirmek gerekiyor;

“Şuan AK Parti içinde pek çok kişi işlerini yurt dışına taşımanın derdinde. Eşlerini, çocuklarını da adeta kaçırmaya çalışıyorlar. Çok fazla insan var bu şekilde. Bunlar tesadüf değil!”

Bu söylemlerden sonra ikinci turda Cumhur İttifakı lehine çekilmesi, kendi tabiriyle ‘sıkışmış’ olan seçmenin tepkisini çeker diye düşünüyorum.

Bizim için dolu dolu bir temas oldu Ata İttifakı Cumhurbaşkanı Adayı Sinan Oğan’ın medyamıza yaptığı ziyaret. Kendisi ziyareti sırasındaki dakikliği ile de hepimizin takdirini kazandı.

Adımlarını yakından takip edeceğim…

 

 

 

AK Parti aday adaylarında dikkat çeken isimler

AK Parti aday adaylarında dikkat çeken isimler

Siyasi partilerde milletvekili aday adaylıkları ile ilgili süreç devam ediyor.

AK Parti’ye yoğun ilgi olacağını düşünüyorduk, tahminimizde yanılmadık.

AK Parti’ye şu ana kadar Bursa’dan başvuru sayısının 200’lü rakamlara ulaştığını öğrendik.

O başvurulardan birkaç isim var ki üzerinde durulması gerekiyor.

O isimlerden biri Nilüfer İlçe geçmiş dönem başkanlarından Celil Çolak.

Bursa siyasetinde yıpranmamış, temiz isimlerden biri olan Çolak, bu dönem 1. Bölgeden milletvekili aday adayı oldu.

Hatırlatmakta fayda var: Çolak’ın önceki yıllarda siyaset yaptığı partilerden biri de MHP idi. Uzun yıllar MHP’de siyaset yapan Çolak yoluna AK Parti’de devam ediyor.

Bugün İYİ Parti’de siyaset yapan birçok isim geçmişte Çolak ile beraber MHP’de siyaset yapmıştı. Bu açıdan bakınca Çolak’ın bu kitle üzerinde ciddi etkisi olacağını söyleyebiliriz.

Sıralamada doğru bir yerde gösterilirse Çolak’ın bu oyları AK Parti’ye getirmesi sürpriz sayılmaz.

Bizler de Çolak’a çıktığı yolda başarılar diliyoruz.

AK Parti’de aday adayı olan bir başka isim de AK Parti Osmangazi İlçe önceki dönem Başkanı Ali Yılmaz.

Yılmaz da atom karınca gibi her zaman hem tabanda hem tavanda karşılığı olan bir isim. Aday gösterilmesi durumunda partisinin lokomotifi olabilir.

Yılmaz adaylık yolunda başarılar diliyoruz.

Bahsedeceğim diğer bir isim Mustafa Yavuz. Uzun yıllardır AK Parti’de siyaset yapan hukukçu kimliği ile tanıdığımız Yavuz, aynı zamanda dağ yöresini temsil eden, DağDer’de geçmiş yıllarda aktif görev yapan bir isim.

Öte yandan eşi de Batı Trakyalı olan Yavuz, aday gösterilmesi durumunda hem dağı, hem Batı Trakya’yı, hem gönüllü kuruluşları hem de meslektaşlarını en iyi şekilde temsil edebilecek bir isim.

Bizler de Yavuz’a çıktığı yolda başarılar diliyoruz.

Bunun dışında ilerleyen günlerde fırsat buldukça farklı yönleri ile öne çıkan diğer adayları da kaleme almaya çalışacağız.

Gördüğümüz o ki AK Parti’nin karar vericileri bu süreçte oldukça zorlanacağa benziyor…

ALFATLI DOSYASINI TESLİM ETTİ

BBP Genel Başkan Yardımcısı Ekrem Alfatlı, partisinin ekran yüzlerinden biri. Gün geçmesin ki kendisini ulusal kanallarda programda görmeyelim.

Hatta gün içerisinde birden fazla televizyon programında hem partisini hem de Cumhur İttifakı’nı başarılı bir şekilde anlatıyor.

Öte yandan mesleğinde de oldukça başarılı. Bana göre milletvekilliğini de bakanlığı da çoktan hak etti.

Alfatlı, baraj derdi olmadan ilk defa seçimlere girecek. Bu açıdan bakınca halkın gönlünde olan fakat barajı geçemez diye oy vermeyenler bu sefer Alfatlı’ya oy verirse bu dönem Alfatlı’yı TBMM’de görmemiz mümkün olacak diye düşünüyorum.

Önceki gün Ankara’da partisinin genel merkezinde Genel Başkan Mustafa Destici başkanlığında bir toplantıya katılan Alfatlı, toplantının ardından 28. dönem milletvekili aday adaylığı dosyasını da teslim etti.

Aslında Alfatlı’ya aday adayı demekten ziyade partisinin Bursa’daki seçimlerini yönetecek isim demek daha doğru olacak.

Bizler de kendisine çıktığı yolda başarılar diliyoruz.

Adıyaman’ın yüz yaresi

Adıyaman’ın yüz yaresi

Ölülerini saklamak için kefen bezi olmayan insanlara “size ev yapacağız” demek ne kadar anlamlıysa benim depremden söz açmam da o kadar anlamlı olacak belki! Yine de okuduğum son kitapta* yazarın ikide bir “Ateş sadece düştüğü yeri yakmaz” deyişine sığınıyorum.

Aşık Veysel’in türküsündeki gibi uzun ince yollar hiç bitmeyecek zannediyordum. Çocukluğumun yeşile, yer yer laciverde ve en çok da siyaha boyalı şehrinden boz bulanık taş renkli öteki şehrine gidiyordum. Her yolculuğun büyük bir kaygı taşıdığını bilemeyecek kadar küçüktüm. Oysa direksiyondaki babam sigarasının birini söndürüp birini yakıyor, onu göz ucuyla izleyen annem sessizce iç çekiyordu. 82 model kiremit rengi Kartal’ın içindeki – benim hissetmediğim kasvetli havayı dağıtmak da babama düşüyordu. Babalar hep dimdik durmak zorundaydı çünkü!

Hadi bir türkü söyle” diyordu babam hafifçe arkaya dönerek. “Bisiklet alacağım dersen söylerim” diyordum ama söz almadan da başlıyordum türküye.

Alaplı’nın üstünden karga geçiyor karga, karga geçiyor karga…”

Küçük sesimin bir an olsun dağıttığı sıkıntı yağmur bulutları gibi hızla toplanmakta gecikmiyor, Kartal’ın içi bir süre sonra yeniden benim hissetmediğim ağır havayla doluyordu.

Tek şeritli yol bir dağ yamacından yukarı doğru tırmandı, tırmandı, tırmandı. Tam tepeye geldiğimizde babam Kartal’ı yolun sağına, bir çeşmenin yanına çekti. İndik, güneşin yaktığı tenimizi serinlettik, kana kana su içtik. “Artık ağaç ve yeşil arkamızda kaldı, bundan sonra bozkır var” dedi babam, “çok özleyeceksiniz.”

Sonra suskun saatler geçirdik uzayıp giden. Şehirler geçtik, dizi dizi köyler, kasabalar ve yeniden şehirler. Yeşili bir vaha kadar az ve kıymetli, boz bulanık taş şehirler. Güneş tüm kızıllığıyla bir gölün yüzeyine vurduğunda “Artık geldik sayılır” dedi babam.

Zonguldak nere Adıyaman nereydi!

Yer küreyi ardı ardına sarsan depremlerin ardından Norm Haber’de yaptığımız yayınlarda canlı bağlantı sağlayabildiğimiz noktalardan biriydi Adıyaman. Felaketin ancak 3. gününde.

Meslektaşım diyordu ki “Adıyaman, Maraş ve Hatay’dan sonra en çok yıkımın olduğu şehir. Ama Türkiye bunu bir türlü görmedi, göremiyor. Binlerce insanımız hala enkaz altında.”

Kamera karşısında boynumu büküp kaldığımı, boğazımın düğüm düğüm olduğunu, gözlerime artık söz geçiremediğimi hatırlıyorum.

Meslektaşımın kesik kesik gelen sesi ve kısa sözleri beynimin içinde dönüp duruyordu.

Adıyaman, Maraş ve Hatay’dan sonra en çok yıkımın olduğu şehir.

Türkiye Adıyaman’ı bir türlü görmedi, göremiyor.

Binlerce insanımız hala enkaz altında.

Binlerce insan…

İlkokulum Adıyaman’ın il olduğu gün demekti: Bir Aralık İlkokulu. Öğretmenim Mustafa Alan’dı. Uzun boylu, zayıf, yağız bir adamdı. Güneş vurduğunda ütüsü parlayan siyah bir takım elbise giyerdi. İnce desenli bordo bir kravat takardı. Mevsim kışsa beyaz gömleğinin üzerinde kahverengi el örmesi süveteri olurdu. Masasına çok az oturur, dersi tahta başında tane tane anlatırdı. Sayıları severdi, çok iyi resim çizerdi. Bana Türkçenin inceliklerini öğreten bir Kürt öğretmendi. Uzun ince parmaklarıyla yanağımızı okşadığında sarma sigarasından ellerine sinen tütün kokusu gelirdi burnumuza. Adıyaman tütününün.

Öğretmenim de yaşamış mıydı bu felaketi?

Sonra çoğunun adını unuttuğum ama bir ikisi nasılsa hala hatrımda kalan sınıf arkadaşlarım!

Bazen Korhan Benli gelirdi bizim eve, bazen ben onlara giderdim. Birlikte ders çalışırdık çoğunlukla. Korhan’la arada bir babasının bijuteri dükkânına da giderdik. Ağır demir kapı açılıp kapandıkça cam raflar sallanır ama çeşit çeşit incik boncuk öylece dururdu.

Süleyman Doğa vardı sonra. Şehrin içinde toprak damlı bir evde otururlardı. Adıyaman’da çoğu ev böyle toprak damlıydı zaten. Hayır hayır, sadece köylerinde değil şehirde de çoktu toprak damlı evler. Yağmur yağdığında evin babası dama çıkar, loğ taşıyla toprağı sıkıştırırdı.

Oturakçı Pazarı’na da ilk kez Süleyman’la gitmiştik. Topaç almaya. Adıyaman biraz da Oturakçı Pazarı demekti bana kalırsa. Dar sokaklarda küçücük dükkanlar, dükkanların tavanlarından sarkan halı, kilim, cicim** ve heybeler, vitrinleri süsleyen bakır ve hasır el işleri, Besni üzümünden pestil, fıstıklı muska, envai çeşit kokularıyla baharat çuvalları… Küçük benliğimin sık sık beni bu otantik çarşıya götürmesinden belliydi sonradan nostaljik bir adam olup çıkacağım!

Bir de Sedat ile Serap kalmış aklımda. Soyadlarını hatırlamıyorum. Sınıfın ikizleri. Arkadaşlarım, onlar da kaldı mı enkaz altında!

Sonra oturduğumuz mahallede, Alitaşi mahallesindeki arkadaşlarım vardı, Kel Veli’nin evinin yanındaki boş arsada top oynadığımız. Terleyip mahalle bakkalına koştuğumuz ve birbirimize Elvan gazozu ısmarladığımız ya da avuç avuç Amcabey çekirdeklerinden çitlediğimiz.

Üç gündür fırınlar açılamıyor, ekmek yoktur, su da” diyor meslektaşım canlı yayında.

Güneydoğu’nun zengin mutfak kültürüne alışması hayli güç olan bir çocuğun hatrında neler kalabilir ki!

Ağabeyimle birlikte bugünün 5 lirası olan 50 liraya üç kavun birden alıp eve sevine sevine dönmemiz mi? Patlıcan ve biberlerin ipe dizilip kurutulması? Marulun salata yapılmayıp tarlasında, göbeklisi 10’a göbeksizi 5’e satılması mı? Nohut çıktığında insanların sokaklarda ellerinde yemyeşil demetlerle dolaşması mı? İlk kez tattığım lahmacunun harcının evde hazırlanıp yapılması için pide fırınına gönderilmesi mi? Babamın domates, biber, patlıcan, soğan ve patatesten oluşan ve yine pide fırınında pişirilen yemeğe Abuzer kebabı adını vermesi mi? Ne güzel ne lezzetli olurdu o kebabın yanında tırnak pidesi!

Oysa Adıyaman’da üç gündür fırınlar açılmıyordu ve ekmek yoktu ve su da!

Adıyaman’da su buz gibi akardı çeşmeden. Tam 40 kilometre öteden Damdırmaz köyünden, Gürlevik’ten gelirdi su. Babam ve can arkadaşı Kamber Amca ile gitmiştik Gürlevik’e. Hatırladığım o güçlü suyun önünde hiçbir şeyin duramayacağıydı.

Babam ve Kamber Amca uzun yıllar koparmamışlardı bağlarını. İkisi de bu büyük felaketten yıllar önce göçmüşlerdi toprağa. Benim ise Adıyaman ile tek bağım Şükrü Ağabey kalmıştı. Kamber Amca’nın oğlu. Ben ona ulaşamıyordum ama o beni buldu.

Depremin beşinci günüydü. Uzun uzun konuştuk. Öyle büyük bir felaketti ki hiçbir söz anlatamazdı. Öyle büyük bir çaresizlikti ki hiçbir fotoğraf karesine sığmazdı. Öyle büyük bir korkuydu ki hiçbir objektif tüm çıplaklığıyla yansıtamazdı. Öyle büyük bir acıydı ki hiçbir sarılma hafifletemezdi.

Yine de sarılmayı isterdi Adıyamanlılar yine de dokunmayı. Zaten yıllardır süren unutulmuşluğun hüznünü yüreklerinde saklarken helal mi helal bir dokunuş beklediler günlerce.

Onlar sadece bana değil tüm aileme dokunmuşlardı yıllar önce. Aşık Mahsuni’nin, Arif Sağ’ın yol arkadaşı Aşık Kamber Sarıkaya, kardeşi Molla Amca, Şükrü Ağabey, ev sahibimiz Ali Kemal Ağa, oğlu Abuzer Tanrıverdi, komşumuz Vara Vara Ayşe Teyze, kızları Gülseren ile Gülveren, Hasan Amca, Hanım Teyze, arkadaşım Ali ve ablalarımız… Bizi Adıyamanlılaştıran dostlarımız…

Yıllar önce üç koca yıl geçirdiğimiz Adıyaman’dan, yine o kiremit rengi Kartal’la bir başka şehre doğru yol alırken, arabanın içinde bu kez o kasvetli ağır hava yoktu. Benim ise dilimde bir başka türkü vardı:

Oy aman aman burası Adıyaman.”

Zaten doksan dokuz yaresi vardı Adıyaman’ın, şimdi yüz yaresi. Ateş içindeydi Adıyaman ve o ateş yazarın söylediği gibi sadece düştüğü yeri yakmıyordu. Acısıyla düştüğü kişinin ve onu sevenlerin kalbini de kavuruyordu. Yangınıyla düştüğü yerin çevresini ve geleceğini yakıyordu.

Ama ateş karanlıkta gizlenen kötülükleri de apaçık ortaya çıkarıyordu.*

___

*Buket Uzuner, Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları: Ateş, Everest Yayınları, 2023

**Cicim: Ensiz olarak dokunmuş, uzun parçaların yan yana eklenmesiyle oluşan, yatak örtüsü ya da perde olarak kullanılan, nakışlı, güzel bir tür kilime verilen ad.

Zor zamanlarda kolay konuşmak

Zor zamanlarda kolay konuşmak

Konuşmanın susmaktan kıymetli olduğu günler.

Meşhur bir meseldir: “Doğru konuşanı dokuz köyden kovarlar.”

Biz onuncu köyün ikamesine talibiz öyleyse…

Geçen haftalarda yazdığım bir köşe yazısında bahsetmiştim, seçim startı verilince bazı stratejik hamlelerin olacağını ve peşi sıra istifaların geleceğini. Nitekim öyle de oldu.

Validen tutun da belediye başkanına, genel müdürlerden müşavirlere, genel sekreterler, emniyet müdürleri ve daha niceleri…

Bazılarının istifaları stratejik olsa da bu işi gerçekten isteyip istifa edenlerin sayısı da az değil.

Bir yanda böyle bürokratlar varken, bunun yanında “Ben Kemal geliyorum” çıkışını ciddiye alıp ona göre şekil alanlar da az değil.

Herkesin bir hesabı olduğu aşikar. Bu hesapların önümüzdeki günlerde daha da ayyuka çıkmasını ve seçim sürecinde herkesin safını belli etmesini bekliyorum.

Sosyal medya kullananlar bilir. Son günlerde sayfalarımız aday adaylarıyla dolup taşmış durumda. Adeta ışığı gören gelmiş. Özellikle bazı illerde metrekareye düşen aday adayı sayısı hiç de az değil.

Allah hepsinin yolunu açık etsin…

Son dönemlerde sıkça karşılaştığımız bir kavram var toplum olarak: “Yüzyılın en büyük…”

Yüzyılın en büyük felaketi, yüzyılın en büyük depremi, yüzyılın en büyük seli… Bunlardan sonra daha neler eklenir kestirmek güç.

Ben bu yazıyı yazarken deprem bölgesinde beklenen yoğun yağış, yüzyılın bir başka en büyük kavramını da bize öğretebilir…

Hazır bu kavramlara bu kadar alışmışız, ben de hem AK Parti özelinde hem de Türkiye genelinde 14 Mayıs seçimi için “yüzyılın en önemli seçimi” ifadesinin uygun olacağı kanaatindeyim…

Metrekareye düşen aday adayı sayısı çok olmasına rağmen AK Parti için durum çok da öyle görünmüyor. Kuruluştan bugüne en az başvurunun olduğu dönemdeyiz. Kalan dört gün neyi gösterir bilinmez ama bu atmosferde devam ederse listelerin de çok enteresan isimlerle dolacağı aşikar.

‘BİZİM ÇOCUKLAR SORUNSALI’

Her seçim öncesi AK Parti’de tartışılan bir kavram oldu “bizim çocuklar…”

İl başkanlığı, ilçe başkanlığı, meclis üyesi, kadın kolları, gençlik kolları, belediye başkanlığı, milletvekili seçimleri başta olmak üzere tüm bu kademelerde “sen dur, sen zaten bizim çocuksun” söyleminin çok ciddi zarar verdiği gözle görülür seviyeye geldi. Genel merkezin bu süreci nasıl yöneteceği merak konusu…

MÜTEAHHİTLER Mİ MÜCAHİTLER Mİ?  

AK Parti seçmeni arasında konuşulan ve çokça merka edilen başka bir sorun. Listeler müteahhitlerle mi dolacak, yoksa çıkış noktası dava olan mücahit ruhlu dava adamlarıyla mı dolacak?

Seçmenin özellikle cevabını beklediği başka bir soru olacak.

18 yaşında Porsche hayali kuran ve Starbucks tarzı kafelerde muhafazakarlık kasan gençler mi, yoksa canını dişine takıp sabaha kadar bayrak asan, her kapıyı çalan ve bu davada bir taşı bir taşın üstüne koymak için ailesinden, işinden, aşından vazgeçenler mi listeye girecek gibi sorular da süreç sonunda cevabını bulacak…

ANKARA YOLCUSU KALMADI  

Bizim yaş skalasında duymayanın kalmadığı bir klasikten bahsetmek gerekiyor galiba: “Ankara’da dayısı olmak!..”

Normal günlük hayattaki işlerde sıklıkla kullanılan bu söylem özellikle seçim süreci öncesi çokça kesim tarafından dillendiriliyor.

El kol ilişkisiyle bir yerlere gelmeye çalışan, bir dikili fidanı bile yokken bahçeye talip olanların hikayesinin özeti aslında.

Sürecin başladığı açıklamasından sonra Ankara’ya uçmayan kalmadı galiba.

Kapalı kapılar ardında yapılan onlarca görüşme. Bir de bu işi de ranta çevirip bazı aday adaylarından faydalanan tipler…

TEMAYÜLDE NEYE MEYLEDİLECEK?  

AK Parti’nin olmazsa olmazlarından biri de teşkilat yoklaması. Aday adayları başvurusu bittikten sonra teşkilat içinde yapılan yoklama son dönemlerde eski öneminden çok uzakta.

Sürecin başlamasıyla beraber, kapalı kapılar ardında onlarca görüşme meydana geliyor. Kafeler, bürolar en yoğun günlerini bu zamanlarda yaşıyor. Delegelerin meylettiği öncelikler değişkenlik gösteriyor. Hayatı boyunca parti önünden geçmeyen bazı şahısların temayül yoklamasından çıkması bunun en büyük kanıtı.

Sonuç olarak “bir çok soru”nun cevabını ve “bir çok sorun”un çözümünü beklediği tarihin en önemli seçiminin arifesinde, AK Parti genel merkezi nasıl manevralar yapacak hep birlikte göreceğiz.

Açıklanacak listelerde parti önünden bile geçmeyip el kol ilişkisiyle kendine yer bulanlar mı olacak, yoksa bu partiye hayatını veren, adayanlar mı yer bulacak; her fırsatta partiyi eleştirip birilerine şirin görünmeye çalışanlar mı aday olacak, yoksa her fırsatta ve ortamda partisini ve davasını savunanlar mı yer bulacak ve en önemlisi kaderi kirlenmek mi, yoksa arınmak mı olanlar bu mücadeleyi kazanacak; hep birlikte bekleyip göreceğiz.

Umarım listeler açıklandığında konuşulan sadece samimiyet olur.

Para, dayı ve farklı ilişkilerin konuşulacağı listelerin partiye vereceği zararı kestirmek çok da zor değil.

Selamete varmayabilir her iş, bazı işler mahşere kalır” sözünün duyulmayacağı bir süreç olması ümidiyle…

İşte ilçelerdeki yeni meclis üyeleri

İşte ilçelerdeki yeni meclis üyeleri

14 Mayıs genel seçimlerinde adaylık için yola çıkacakların resmi kısmı bitti.

Ya da diğer deyiş ile memurluktan ve belediye meclis üyeliğinden istifa şartı desek daha doğru olacak.

Bugünden itibaren meclis üyeliklerinden ayrılan isimlerin yerine kimler geldi onları kaleme alacağız.

Bugün ilk olarak Cumhur İttifakı’nın listelerinden başlayalım.

Hatırlatmakta fayda var:

Bir önceki yerel seçimlerde MHP ve AK Parti YSK’ya ortak liste vermiş, tüm adaylar AK Parti listelerinden gösterilmişti.

Bu minvalde ilk olarak Osmangazi’den başlayalım:

Osmangazi’den Murat Demir, Zeki Eker, Mürsel Durmaz, Korkut Aktaş ve Mustafa Bektaş görevlerinden ayrılarak rotasını Ankara’ya kıran isimler.

Onların yerine kim gelecek merak ediliyordu.

Bu minvalde muhtemelen önümüzdeki meclis toplantısına Uğur Akbulut, Semih Satı, Adnan Kurtuluş davet edilecek. Bu ismin yanı sıra Ergün Akbaş’ın da davet edilmesi gerekiyordu.

Akbaş, geçen ay içinde vefat edince Ümmühan Fidan davet edilecek.

Kontenjan adayı olan Mustafa Bektaş’ın yerine davet edilecek ismi de ilerleyen günlerde kaleme alacağız.

Yine bir başka ilçe Nilüfer’de ise Mihrimah Kocabıyık ile Canan Kulaksız Tarçın, Meclis’ten ayrılan isimler oldu.

Onların yerine ise Rıza Göktürk ve Ahmet Güngör önümüzdeki meclisten itibaren görev yapmaya başlayacaklar.

Gürsu’da Ayhan Önal’ın yerine Selahattin Derin meclise davet edilecek.

Kestel’de Hicran Başkök ile Ahmet Eraslan’ın yerine İlhami Kalkan ve Turhan Kandemir Kestel Belediye Meclisi’nde görev yapmaya başlayacak.

Yıldırım’da kontenjan adayı olan ve istifa eden Ahmet Yıldız’ın yerine gelen ve CHP’den istifa edenlerin yerine gelenlerle Büyükşehir Meclisi’ndeki değişimi de ilerleyen günlerde kaleme alırız.

RUMELİ KANAAT ÖNDERLERİNDEN ADAYLIK ÇAĞRISI

Türkiye’de iş ve siyaset dünyasında önemli görev üstlenen Rumeli kökenli isinler yaklaşık iki senedir Rumeli Kanaat Önderleri Platformu adıyla toplanmaya başladılar.

Atilla Baykal’ın başını çektiği platformda kentimizden Recep Altepe, Bayram Vardar ve Önder Matlı gibi isimler de bulunuyor.

Platformda önceki dönem bakanlarından Faruk Bal ve Lütfullah Kayalar gibi isimlerin yanı sıra birçok Rumeli kökenli isim var.

Platform önceki gün yayınladığı bildiri ile seçimler öncesi hem siyasi partilere hem de hemşerilerine seslendi.

Türkiye’de 32 milyon Rumeli kökenli nüfus olduğunu düşünen platform açıklaması şu sözlerle devam ediyor:

Ancak ne yazık ki, nüfus olarak bu kadar ağırlığa sahip bir toplum olmamıza rağmen bugüne kadar TBMM çatısı altında yeterince temsil edilemediğimize inanıyoruz. Bunun birçok sebebi olsa da mikro düzeyde şehir, dar bölge ya da etnik bir azınlık değil, vatanın çoğunluğunu oluşturmamızın bunun ana sebebi olduğunu düşünüyoruz. Bu sebeple siyasette birçok küçük hemşeri grubu, cemaat ya da etnisite dikkat çekerken, ana çoğunluk olarak bizler görünür olamadık.

İşte bu yüzden Rumeli ve Balkanları temsil eden tüm dernek ve STK’larımıza, bilim ve kültür adamlarımıza seslenmek istiyoruz. Türkiye’nin birlik ve bütünlüğüne katkı sunacak tüm siyasi

partilere öncelikle üye olunuz. Daha sonra taşıdığınız ağırlığınızın bilincinde olarak, ilelebet var olacak Türkiye Cumhuriyeti’ni yaşatmak ve yükseltmek adına milletvekili aday adayı olunuz. Bu ülkeye birçok alanda bugüne kadar hizmet ettik, edeceğiz. Ancak siyasi noktada hizmet de çok önemlidir ve ihmal edilmemesi gereken demokratik bir temsil mekanizmasıdır.

Cumhuriyetimizin ve Türk Milleti’nin değerleriyle barışık, vatanımızın birliği ve dirliği için çalışan Türk vatandaşlarının, hangi siyasi partiden olursa olsun yukarıdaki esaslara tabi olmak kaydıyla, uygun bulduğu partilerin birinden milletvekilliği aday adayı olmasını Rumeli Kanaat

Önderleri olarak teşvik ve tavsiye ediyoruz.

Bu anlayışla, Konfederasyon, Federasyon, Vakıf ve Derneklerimizden; çevrelerinde milletvekilliğine aday olmak isteyenleri teşvik edip, aday olmalarını sağlamalarını arzu etmekteyiz.

İnanıyoruz ki bu yoldaki gayret ve çalışmanız ülkemize ve Rumeli camiasına da büyük hizmet olacaktır.

Saygılarımızla arz ederiz.”  

Bakalım bu çağrıya siyasi partiler ve Rumeli kökenli vatandaşlar nasıl yanıt verecek?

Bekleyip göreceğiz.

Arsa yok, kiralık daire yok, tıkandık!

Arsa yok, kiralık daire yok, tıkandık!

6 Şubat tarihinde yaşanan depremin ilk alevi sönmeye başlar başlamaz, ‘aynı senaryo ülkenin Batısında yaşanırsa ne olur?’ sorusu sorulmaya başlandı ve bu soruya verilen yanıtlar içinde İstanbul ile birlikte Bursa’nın da adı sıkça geçti. Hatta özellikle Nilüfer ilçesi ve Özlüce bölgesi zemin sıvılaşması açısından riskli görünen alanlar olarak ilan edildi.

Bu açıklamaların sonucunda ise bölgeden hızlı bir kaçış yaşanmaya başladı. Evini satmaya ya da kiralamaya çalışanlar kendilerine özellikle müstakil ev arayışına geçtiler. Müstakil evin yanı sıra şehir merkezine yakın köylerden arsa arayanlar, arsa ya da tarla içerisine ahşap baraka, konteyner ev yapma girişiminde bulunanlar da var alternatif sıralamasında…

Her zamanki gibi ani korkular, ani hareketler, ani çözümler peşindeyiz…

Sonuç ise bizi yepyeni kaoslara, içinden çıkılmaz durumlara ve aslında çözümsüzlüğe itiyor.

Çözümsüzlüğün geldiği noktayı anlatmak hayli zor olsa da deneyeceğim.

Öncelikle emlak piyasasının yanı sıra inşaat sektörünün zorlu zamanlardan geçtiğini dile getirerek başlamak lazım.

Emlak piyasası zorlu bir süreçten geçiyor, çünkü talepler bir yandan toprağa yöneldi ve Bursa’da özellikle arsa maliyetlerinin giderek artan bir kalem olduğunun altını daha önce defalarca çizmiştik. Şimdi gelinen noktada arsa maliyetleri inşaat maliyetlerinin üzerine çıkmış durumda! Doğal olarak bu hem dairesinden müstakil eve kaçmaya çalışan vatandaşı hem de inşaat sektörünün temsilcilerini olumsuz etkiliyor.

Şöyle özetleyelim durumu; 500 metrekarelik bir arsa için 2 milyon lira ile 8 milyon lira arasında bir bedel ödemeniz gerekiyor Bursa’da.

Son zamanlarda üretilen dairelerin taliplerinin yatırımcılar olduğunu, hatta yabancı yatırımcının ülkemizden yoğun biçimde daire aldığını da daha önce duyurmuştuk. Şimdi gelinen noktada yatırımcı yüzde 25 kira artışı kısıtlaması nedeniyle kiralık dairesini artık bir gelir kapısı olarak görmekten uzaklaşıp satmaya yöneldi. Aynı zamanda kredi faizlerinin yükselmesi ile birlikte yatırımcının finansa yönelmesi de zorlaştı. Hal böyle olunca kiralık daire bulmak işi de gelinlik kız bulmaktan beter hale geldi.

Vakti zamanında şehrin işlek caddelerindeki dükkanların el altından toz parası karşılığında kiraya verilmesi gibi bir durum olacak biraz daha zorlarsak. Birkaç fotoğraf ile ev kiralamaya karar veren, kiralık ilanlarına 5 dakika içinde 25 kişinin başvuru yaptığı noktaya geldik işin bu bölümünde.

Depremzede vatandaşların kiralık ev arayışı da bu serüvene eklenince önümüzdeki bir yıl boyunca bu seyrin değişmesi pek beklenmiyor emlak sektöründe.

Bir yandan konut darboğazının aşılması, diğer yandan ise vatandaşların güvenli binalarda yaşamaya başlaması için kentsel dönüşüm çalışmalarının hızla başlaması herkesin beklentisi. Ancak dönüşümde zamanında yapılan yanlışlar çözümün önünde ciddi engel.

Vakti zamanında kentsel dönüşüm sonucunda hem binasını yenileyen hem de cebine para koyan kesimin yarattığı pembe tablo hala boyamaya devam ediyor. Şimdilerde herkes böyle bir senaryonun peşinde, ancak eskisi gibi emsal artışlarının gündeme gelmeyeceği gün gibi ortadayken vatandaşın taleplerinin bu biçimde karşılanması da mümkün değil.

Gelin şimdi ‘biz zamanında büyük bir hata yaptık’ diye anlatın bakalım vatandaşa…

Bir diğer taraftan da Bursa Büyükşehir Belediyesi ile Akademik Odalar arasında imzalanan ve en azından binaların hızlı taramasının yapılıp, gerekli yönlendirmelerin olması konusunda uyarı mekanizmasını çalıştıracak protokolün uygulanması için ön hazırlıklar devam ediyor.

Akademik Odalar henüz sahaya inmediler…

Jeoloji Mühendislerinin de yeniden protokolün saha çalışmalarında etkin olarak görev almak konusunda masada yerini aldığını belirtmekte yarar var.

Peki, vatandaşın başvurusu ile gerçekleştirilecek olan taramalara en çok hangi bölgelerden ve kaç yaşındaki binaların başvuru yaptığını merak ediyor musunuz?

Başvuruların yoğunluğu Nilüfer ilçesinden geliyor ve henüz iki üç yıllık binalar dahi başvuru yaparak kontrol mekanizmasının çalışmaya başlamasını istiyor.

Çünkü kimse yapısına güvenmiyor, çünkü herkes bir zafiyet olabilir mi endişesi içinde, çünkü şehrin en yeni yapılaşma bölgesi olan Nilüfer’de dahi binaların yüzde 50’sinin güvenli olmadığı iddia ediliyor

Oysa 1999 depreminin hemen ardından yapılan pek çok çalışmayı baz alsak şimdiye kadar şehrin önemli bir bölümünü güvenli yapılarla donatır ve en önemlisi de bu konuda ciddi bir bilince ulaşırdık.

Şimdi yaptığımız da o dönem yapılandan çok farklı değil.

Bu karmaşanın içinden çıkmaksa hiç kolay değil…

Banka yangını söndürülüyor mu?

Banka yangını söndürülüyor mu?

Bankalar aniden sorgulanan kurumlar haline geldi.

İki hafta öncesine kadar sıkıntı işareti görünmeyen finans kesimi aniden su kaynatmaya başladı!

Meğerse hayli sıkıntılı günler geçiren Amerikan bankaları varmış. Özellikle hızla yükselen faizlerin bilanço dengelerini fazla zorladığı iki bankanın iflas bayrağını çekmesi sorunların su yüzüne çıkasına yol açtı.

Silicon Valley Bank ve Signature Bank ABD yönetimi tarafından kurtarılmadı. Aslında varlıkları küçümsenecek düzeyde değildi.

Ancak likide krizine girdiler ve mevduat sahiplerinin panikle para çekme girişimleri bankaların sonunu getirdi.

Washington yönetimi, mevduat garantisi ile suların durulmasını sağlamaya gayret etti. Ancak sorunlu bankaların tam olarak durumu belli olmadığı için domino etkisi korku yaratmaya devam etti.

Özellikle de Amerika’da da etkili olan Avrupa’nın en büyük bankalarından Credit Suisse’nin batmanın eşiğine geldiğine dair haberler paniğin gündemde kalmasında etkili oldu.

Gözler merkez bankalarına çevrildi. Faiz artışlarına dur denmesinin çare olacağı düşünülüyordu piyasa aktörlerince!

Ancak merkez bankalarının yüksek enflasyon gibi ciddi bir baş belası ile mücadele etmeleri gerekiyor 2023 boyunca. Ve ellerindeki en güçlü silah faiz artışları.

Dolayısıyla bu cephede taviz vermeleri pek de kolay değil.

Diğer yandan küresel bir finans krizine göz yummaları da akıl karı değil.

Peki ne yapacaklar?

Faize silahından vazgeçemeyeceklerini dün yazmıştım. Ve de öyle oldu.

Avrupa Merkez Bankası ECB 50 baz puanlık faiz artışına gitti.

Oysa 25 baz puan gibi daha ılımlı bir artış beklentisi öne çıkmaktaydı bankacılık krizi sonrasında! Yani Avrupa’ya yayılma ihtimali olan bankacılık krizinin panik yapılacak bir düzeyde olmadığını ECB yönetimi kendince teyit etti.

Bir nevi panik yapmayın mesajı verildi öncelikle. Eğer ki enflasyonla mücadeleden taviz anlamına gelecek bir faiz adımı atılsaydı bankacılık krizinin boyutu hakkında spekülatif bir imaj da yaratmış olurdu.

ECB Başkanı Lagarde, enflasyonun beklentilerinden yüksek seyrettiğini vurgulayarak bu alandaki mücadelenin uzun süreceği mesajını vermeyi tercih etti!

Böylece piyasalara bir yandan panik yapmayın derken diğer yandan da enflasyon konusunda kararlılık görüntüsü vermiş oldu.

Bankacılık cephesindeki sorunlara dairse farklı desteklerin olabileceği mesajını vermeyi ihmal etmedi.

Nitekim İsviçre Merkez Bankası Credit Suisse’yi 50 milyar Frank fonlayacağını açıkladı. Ve ECB de olası başka risklere karşı destek mekanizmaları üzerinde durduklarını duyurdu.

Amerika tarafında ise 11 büyük banka bir araya gelerek zordaki First Republic Bank’ın kurtuluşu için 30 milyar dolar likidite sağlayacaklarını açıkladı!

Bu hamleler piyasalarda olumlu karşılık buldu.

Kısacası merkez bankalarının yanında durumu iyi olan özel bankalar da bankacılık krizinin büyümemesi için elini taşın altına koymaya başladı.

Ancak dünyadaki en büyük fonlayıcı olan Amerikan Merkez Bankası Fed’in fiziken kaynak yaratması zor görünüyor.

Ve enflasyonla mücadelede taviz vermesi de zor!

Dolayısıyla yangını kısmen körükleyen faiz hadleri bir süre daha çözümü zorlaştıracak.

Yine de yangını kontrol altına alma çalışmaları ciddi bir kararlılık sergilemeye başladığı için umut var olmak mümkün.

Seçime 2 ay kala son kulisler  

Seçime 2 ay kala son kulisler  

Genel seçim öncesi siyasi partilerde hareketlilik aralıksız devam ediyor.

Bu minvalde en fazla hareketlilik yaşayan siyasi partilerin başında AK Parti geliyor.

AK Parti’de milletvekili adayı olabilmek için istifalara her gün bir yenisi ilave oluyor.

Bu noktada uzun yıllardır AK Parti Osmangazi İlçe Teşkilatlarında görev yapan Semih Peksert de önceki gün yapılan yönetim kurulu toplantısının ardından Osmangazi İlçe Yönetim Kurulu’ndaki görevinden ayrıldı.

Peksert, bugün veya en geç yarın milletvekili dosyasını hazırlayarak AK Parti Bursa İl Başkanlığına verecek.

Bizler de Peksert’e çıktığı yolda başarılar diliyoruz.

Gelelim diğer bir istifaya…

Yine AK Parti Osmangazi İlçe Yönetim Kurulu Üyelerinden Mezher Aykut da görevinden ayrılarak, milletvekili aday adayı olmak için yola çıktı.

Bir adaylık haberi de AK Parti İl Kadın Kollarından geldi. İl Kadın Kollarında görev yapan Ülker Tan’ın da adaylık için yola çıktığını ve dosya vereceğini öğrendik.

Bir tarafta bunlar yaşanırken, bu hafta sonu gerçekleşmesi planlanan temayül yoklamasının önümüzdeki hafta 25 Mart 2023 tarihinde yapılacağını da bu köşeden duyuralım.

Bu arada milletvekilliği için başvurular önümüzdeki hafta çarşambaya kadar alınacak.

AK Parti’de dosya teslimatları aralıksız devam ediyor.

Onları da zaman zaman bu köşede yazmaya çalışacağız.

İSTİFA EDEN İL BAŞKANLARI LİSTELERDE YER BULABİLECEK Mİ?

Hatırlatmakta fayda var:

Genel seçimler öncesi CHP Bursa İl Başkanı İsmet Karaca aday olmak için görevinden ayrılmış, yerini Turgut Özkan’a bırakmıştı.

İYİ Parti’de görev yapan Selçuk Türkoğlu da kongrede aday olmayarak, milletvekili aday adayı olacağını ifade etmişti.

AK Parti’de Davut Gürkan ve MHP’de Cihangir Kalkancı ise yola devam kararı almışlardı.

Yine hatırlatmakta fayda var:

Bir önceki genel seçimlerde de Bursa’dan İl Başkanı olarak görev yapan hiçbir isim TBMM’ye gidemedi.

Şimdi asıl merak ettiğimiz Millet İttifakı’nın iki siyasi partisinde il başkanı olarak görev yapan iki ismin bu seçimlerde listelerde yer alıp almayacakları.

Alırlarsa seçilebilecek sırada mı yer alacaklar?

Yoksa balıksırtı mı?

Ya da seçilmekten tamamen uzak sırada mı?

Bekleyip görelim.

İYİ PARTİ’DE KİMLER ADAY OLACAK?  

Merak edilen konulardan biri de İYİ Parti’de kimlerin adaylık için dosya vereceği.

Bu minvalde ilk olarak geçen dönem milletvekilliğinin kapısından dönen Sami Bilge’den başlayalım. Bilge adaylık için telefon bekliyor, o telefon gelirse dosya verecek isimlerden biri. Daha önce yazmıştık Zafer Milli de dosyasını hazırlamış durumda…

Bunu yanı sıra GİK Üyesi Hasan Toktaş’ın dosya vereceğini söylemek müneccimlik olmaz.

Uludağ OSB Başkanı Yunus Aydın da dosyasını teslim edecek bir başka isim.

Keza partide üst yönetimde görev alan Müberra Çakır’ın da adaylık için başvuracağını ifade edebiliriz.

Onun dışında Şermin Özensoy da dosya verecek bir başka isim.

Bu isimlere her geçen gün yenileri ilave oluyor.

Onları da zaman zaman bu köşeden paylaşmaya devam edeceğiz.

Dün Adıyaman’a yarın belki Bursa’ya!

Dün Adıyaman’a yarın belki Bursa’ya!

Deprem bölgesindeki sarsıntılara bu kez sel felaketi de eklendi ve yine yüreğimiz dağlandı.

Yukarıda kurduğum cümlenin öylesine kurulmuş bir tarafı yok benim için. Pek çok felaketi muhabirlik dönemimde yerinde yaşadığımdan, hatta haber takibi yapmak için gittiğimiz olay yerlerinde biz de aynı mağduriyetlere uğradığımızdan, tam da yüreğimden hissederek söylüyorum tüm sözlerimi.

İşimizi yaparken yaşanan trajik olayları gündeme taşıyıp, yenisi yaşanmasın diye neler yapılması gerektiğine bakmak, yönümüzü bu yana çevirmeye çalışmak önemli bir hadisedir bizim açımızdan.

Özellikle; Adıyaman’da, dün sel felaketi ile adeta bataklığa dönen bölgede, bundan altı ay önce, yine aynı sel baskını manzarasının olduğunu görünce, hiç akıllanmadığımızı ve bunun bedelini de ağır ödediğimizi düşünüyorum.

Aynı manzarayı bugün Bursa’ya da uyarlamak mümkün…

Şimdi size haklı, yerli yerinde ve tam da zamanında yapılan bir itirazı, uyarıyı, halka yeniden hatırlatmayı aktaracağım.

Çünkü artık algımız daha açık, yaşanan felaketleri görüyoruz, bilimin ışığında ilerlemediğimiz sürece bizim de başımıza aynısının geleceğini biliyoruz.

Bahsettiğim nokta, daha önce yapılaşması konusundaki endişelerimizi defalarca dile getirdiğimiz Samanlı Mahallesi’ndeki lojistik alan inşaatı.

Kimya Mühendisleri Odası Bursa Şubesi İkinci Başkanı Vedat Sezer’in sosyal medyasından yetkililere yönelik sözleri şöyle;

Samanlı Mahallesinde dere yatağı ve taşkın alanının, Lojistik Merkez olarak sanayi yapılaşmasına açılmasının ilçe belediye meclisinde muhalefet partilerinin de ittifakıyla kararlaştırıldığını, TMMOB Bursa İKK’ya açıkladınız ve projenizin desteklenmesini istediniz. Takiben, TMMOB Bursa İKK, bu projenize, kent planlama ve güvenlik ilkelerine uygun olmaması gerekçesiyle idare mahkemesi nezdinde itiraz etti. Ancak, bu itiraza rağmen, Yıldırım Belediyesi, müteahhit yüklenicileri aracılığıyla bu projeyi yürütmekte; inşaat faaliyeti, hızla sürdürülmektedir.

Bölgede 2 yıl önce meydana gelen taşkında 5 can kaybı yaşanmıştı. Dün Deprem Bölgesinde aşırı yağış sonucu sel ve taşkının, dere yatakları ile uygun tasarlanmamış alt geçitleri baskını sonucu Adıyaman ve Şanlıurfa’da 15 can kaybını, ulusal medyada hep birlikte izliyoruz.

TMMOB Bursa İKK, haklı gerekçelerle itiraz etmektedir. Bu felaketlerden ders alınmayıp bilim ve teknik tanınmayacaksa, nelerden ders alınacaktır?”

Bu tür itiraza konu inşaatların davalarının nedense daha bir yavaş ilerlediğini ve yargı karar verene kadar inşaatın yıkılamaz hale gelmesi için büyük bir hızla hareket edildiğini, ‘hormonlu binalar’ adını verdiğimiz kavramın da literatürümüze böyle yerleştiğini hatırlatmak isterim.

Buradan hareketle soruyu yinelemekte, bir gazeteci olarak da sormakta fayda var, bunca itiraza ve yürütülen yargı sürecine rağmen sürdürülen bu çalışmalara ne zaman bir dur denecek?

Halk sağlığı, vatandaşın can güvenliği ne zaman öncelenecek?

BOZBEY’İN FAALİYET RAPORU KULİSLERİ KARIŞTIRDI

Siyasetin kıvrımlı yollarında yürümek bugünlerde daha da zor. Malum seçim dönemi, hatta milletvekili aday adaylarının bir bir görücüye çıktığı, kulislerin çalkantılı haberlerle kaynadığı zamanlar.

Tam da bu zamanlarda herkesin gözü kulağı kimlerin Ankara’ya gittiğinde.

Partisi tarafından Hatay Defne’de görevlendirilen, bölgedeki çalışmalarını içeren faaliyet raporunu CHP Genel Merkezine sunmak için Hatay dönüşünde Ankara’ya uğrayarak bir geceyi Ankara’da geçiren Millet İttifakı Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mustafa Bozbey de kendisinin genel merkeze uğradığı haberini uçuran kuşların kurbanı oldu bugün.

Tüm ısrarlı sorulara rağmen Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olduğunu ve Milletvekili Adayı olmayacağını belirten Bozbey’in aday adaylığı için başvuru yaptığı haberi kulislere bomba gibi düştü.

Hayırlı olsun demek için kendisini aradığımda konuşulanlardan hiç haberi olmadığını, Büyükşehir Belediye Başkan Adaylığının sürdüğünü, parti genel merkezine bir başvuruda bulunmadığını belirten Bozbey, ardı arkası kesilmeyen kulislerden rahatsız olduğunu söylüyordu.

İşin aslı ise şöyle;

Uzun süre önce Cumhuriyet Halk Partisi Genel Merkezinde yapılan bir konuşmada bakanlık görevi alacak isimlerin milletvekili adaylığının söz konusu olmayacağı, yine belediye başkanlıkları için aday olmayı düşünenlerin de milletvekilliklerine aday olmamaları gerektiği, aksi halde milletvekilliğinden istifa edip belediye başkanı adayı olma taleplerinin kabul görmeyeceği yönünde bilgilendirme yapılmış.

Kısacası Bozbey’in önce milletvekili olur, ardından belediye seçimleri yaklaştığında istifa eder ve belediye başkanlığına aday olur şeklindeki senaryolar pek gerçekçi değil.

Mantık olarak da düşünüldüğünde meclis aritmetiği konusunda kritik bir denge gözetiliyorken sistemin böyle işlemesi gerekir.

Bu süreçten sonra Bozbey CHP listelerinden milletvekili aday adayı olur mu bilemem, ama bahsedilen seçimi yapması gerekiyorsa bence şansını zaten kadrosu çok kalabalık olacak olan milletvekili listelerinde değil belediye başkan adaylığında arar.

Faiz artış modası sona mı erdi?

Faiz artış modası sona mı erdi?

2023 banka iflaslarıyla anılmaya aday haline geldi.

ABD’nin bütün kontrol mekanizmalarına rağmen iki bankanın batmasını engelleyememesi endişe kaynağı oldu.

Amerikalılar küçük ve orta boy bankalardan paralarını çekerek büyük bankalara sığınmaya çalışıyor.

Bir panik havası kendini hissettiriyor Amerika cephesinde!

2008 küresel krizinin anıları kısmen erozyona uğramış olsa da kısmen hala hafızalardadır.

Nitekim Biden yönetimi ders çıkarmış olmalı ki seri hareketlerle mevduata güvencelere verildi. Çeşitli tedbirler açıklandı.

Amerikan Merkez Bankası Fed’in faiz artırım politikasına mola verme ihtimalini güçlendiren beklentiler de gerilimi azaltma fonksiyonu icra ediyor!

ABD’de tansiyon biraz düşer gibi olsa da endişeler özellikle piyasalarda pek de giderilmiş değil.

Özellikle ABD’de de ciddi operasyonları olan Avrupa’nın en büyük bankalarından Credit Suisse’in iflasın eşiğinde olduğuna dair haberlerin endişeleri alevlendirdiğini görüyoruz.

Nitekim bankanın kredi notu da çöp seviyesine indirildi.

Bankacılık krizinin Avrupa’ya ve diğer bölgelere de yayılma riskinin fiyatlanması tansiyonu yukarıda tutmayı sürdürüyor.

Çünkü…

Credit Suisse’le iş yapan çok sayıda uluslararası banka ve firma var.

Neticede piyasaların tadı tuzu kaçtı!

Tüm borsalarda satış rüzgarları esiyor.

Önce dolar ardından da Euro değer kaybetti.

Tahviller eridikçe eridi.

Altın parladıkça parlıyor!

Petrol ise ucuzlama yoluna girdi.

Kısacası bir haftadan kısa bir sürede çok ciddi bir değişim süreci yaşandı piyasalarda.

Kurtuluş reçetesi olarak hem Amerika’da hem de Avrupa’da faiz artırım süreçlerine son verilerek yıl içinde indirime gidilmesi beklentisi öne çıktı!

Peki gerçekten dünyada faiz artış sürecinin sonuna mı gelindi?

Gelen haberlere rağmen hemen frene basma ve ardından geri vitese takma ihtimali o kadar da güçlü değil.

Neden mi?

Enflasyon belası hala güçlü biçimde gündemde. ABD’de son verilerin manşet enflasyonda inişe işaret etmesine rağmen temel gösterge olan çekirdek ÜFE yerinde saydı, çekirdek TÜFE ise arttı!

Yani kalıcı bir inişin işareti henüz gelmiş değil.

Amerikan ekonomisi de hala güçlü performansını belli ölçüde korumakta.

Avrupa’da da kısmen benzer manzaralar var enflasyon ve büyüme cephesinde.

Dolayısıyla merkez bankalarının faiz artışına son vermesi ve inişe geçmesi için hala çok erken!

Ve unutmayalım ki; merkez bankalarının temel görevi enflasyonla mücadeledir.

Yani bankacılık krizi faizin önünü kısmen kesse de trendi değiştirmeyecek. Fed’in vites düşürmesi de batma ihtimali olan bankaların önünü kesmeyecek!

ABD’de hükümetin atmakta olduğu adımlar krizin büyümesini engelleme potansiyeli taşıyor. Ancak çürük olanların batmasına izin verildikten sonra ortalık durulacak.

Avrupa tarafında ise İsviçre Merkez Bankası devreye girdi ve Credit Suisse’in yüzdürülmesi için kesenin ağzını açacağını bildirdi.

Bu bir nefes aldıracaktır piyasalara. Keza sınırlı da olsa Avrupa Merkez Bankası da sahne almak zorunda farklı enstrümanlarla.

Kısacası sancıların sürmesi kaçınılmaz. Piyasalarda oynaklık bir süre daha gündemde kalacak.

‘Sayın Özer istifa edecek misiniz?’

‘Sayın Özer istifa edecek misiniz?’

Norm Haber ekranlarında hazırlayıp sunduğum Ortak Akıl programının bu haftaki konuğu Eğitim İş Sendikası Bursa Şube Başkanı Yeliz Toy oldu. Konumuz, şehrimizden başlayıp tüm ülkeye yayılan ‘Çadır skandalı’ ve Bursa İl Milli Eğitim Müdürlüğündeki usulsüzlükler, açılan soruşturmalar ile sınırlı kaldı.

Aslında bu kadarı yetti de arttı bile. Zira Bursa İl Milli Eğitim Müdürlüğünde skandalın bini bir para olduğu için, uzun süredir kapalı bir kutu gibi yürütülen kurumların içinde yaşananlar dışa vurdukça karanlık ortaya çıktığı için, daha fazlasını kaldıramazdım diye düşünüyorum.

Program esnasında konuşmuştuk, sadece Bursa’da değil başka illerde de deprem bölgesinden getirilen çadırların meslek okullarında üretilmiş gibi yapılıp tekrar deprem bölgesine gönderilmesi hadisesi yaşanmış gibi görünüyor. En azından hem bu konuyu yazıp çizen gazetecilere hem de Eğitim İş Sendikasına gelen ihbarlar bu yönde bir ilerlemeye yol açıyor.

Bugün Eğitim İş Sendikası Bursa Şubesi Genel Merkez temsilcileri ile birlikte bir basın açıklaması daha gerçekleştirdi. Açıklamayı yapan Eğitim-İş Genel Sekreteri Cengiz Sarıyer;

“Bakanlık olayı aydınlatmak için değil adeta perdelemek için müfettişlerini harekete geçirdi. Sendikamızın açıklamalarından günler sonra yayımladığı sözde “yalanlamada”, “bu çadırlar bu okullarda üretildi” diyemedi. Reklam filminde bu çadır üretiminin 9 ildeki meslek okullarında yapıldığı ileri sürülüyordu, şimdi diğer illerde de Bursa’daki gibi hayali üretim yapılıp yapılmadığının peşine düşüyoruz” dedi.

İhbarların, iddiaların üzerinden daha çok su kaldıracak bir konu bu.

Bence tüm sorumluların cezalandırılması gereken önemli bir süreci işletmek pek çok açıdan sınıfta kalan Milli Eğitim Bakanlığı’nın karnesine iyi bir not yazdırabilir, ama bu konudan şüpheliyim.

Sırası gelmişken, Eğitim İş Genel Sekreteri Cengiz Sarıyer’in, Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer’e sorduğu soruları yinelemekte fayda var;

-İsimlerini verdiğimiz okullar Bakanlığınızca mı tespit edilmiştir?

-Bizim iddialarımız doğru değilse, Bursa İl Milli Eğitim Müdürü’nü bizim ifşalarımızın hemen sonrasında neden görevden aldınız?

-Bu okullara çadır üretimi için ne kadar ödenek gönderilmiştir, makine, teçhizat alımları yapılmış mıdır?

-Bu il ve okulların dışında başkaca İl ve okullar var mıdır?

-Bu okullarımızın hangisinde ve varsa başka okullarda 6 Şubat’tan bugüne kadar kaç tane çadır üretilmiş ve bölgeye sevk edilmiştir?

-Çadır meselesi sadece deprem sürecinde Bakanlığın kendi reklamını yapması ile sınırlı bir süreç midir?

-Çadır üretimi yapıldığını iddia ettiğiniz bu okullardaki kamera kayıtları güvenceli biçimde korunmakta mıdır? Başka bir deyişle skandallar dizinine bir de delil karartmayı eklemeyi düşünüyor musunuz?

-Her şeyden önce, Milli Eğitim Bakanlığı görevine devam etmeyi düşünüyor musunuz?

-Bu skandalları önce aydınlatmayı, sonra gereğini yapmayı, kamuoyundan içtenlikle özür dilemeyi düşünüyor musunuz?

Benim içim bu sorular yanıt bulduğunda soğuyacak.

En önemli sorunun bir kez daha altını çizelim; ‘İSTİFA EDECEK MİSİNİZ?’

Depremin hemen sonrasında soğuktan donarak ölen enkaz altındaki yakınlarını bekleyen, üstlerine kar ve yağmur yağan depremzedelere yapılan bu eziyeti hiç unutmayacağım…

*****

Aday adaylığı başvurusunda AFAD yanılgısı!

Yazımın ilk konusunda olduğu gibi bu kez de bir algı yönetimi bozukluğuna değinmek isterim.

Malum milletvekili aday adaylıkları için başvurular başladı. Tüm siyasi partiler başvurular için gerekli olan bağış miktarını, (buna bağış adı altında milletvekilliği başvuru ücreti de diyebilirsiniz) belirledi.

Algı meselesi de burada gündeme geldi.

AK Parti yaşanan deprem felaketinin ardından bağışların bir bölümünün depremzedelere ulaşmasını amaçladığından olsa gerek, milletvekili aday adaylığı bağışının parti genel merkezine yapılacak bölümünün AFAD hesabına yatırılmasını uygun gördü.

Sonrasında algı şöyle oluştu; AK Parti bu seçimlerde aday adaylığı bağışını AFAD’a yönlendirdi!!!

Doğrusu şudur; AK Parti’nin milletvekili aday adaylığı bağışının genel merkeze yapılacak kısmını AFAD’a yönlendirdi, partinin il başkanlıklarına yapılacak bağışlar aynıyla baki. Yani AK Parti milletvekili aday adayları 20 bin TL. AFAD bağışının yanında 20 bin TL de parti il başkanlıklarına bağış yapacaklar.

Başvuru bağışları ile ilgili Cumhuriyet Halk Partisi ile kıyaslama yapıldığı için sadece bu partiyi yazacağım;

CHP’de başvurular genel merkeze yapılıyor ve partinin depremin ilk gününden bu yana çeşitli skandallarını gündeme taşıdığı AFAD gibi bir kuruma bağış yapılmasını istemesi kanımca pek uygun düşmez.

Burada sadece şunu söyleyebilirim;

CHP’li milletvekili aday adayları da deprem bölgesini unutmayacaklardır ve bir mecburiyet olmaksızın, deprem bölgesine hizmet eden, kendilerinin uygun gördüğü kurum, kuruluş ve derneklere gereken yardımlarını yapacaklardır diye düşünüyorum.

Umarım yanılmıyorumdur…

Hasan’a mektup

Hasan’a mektup

Meşhur bir meseledir Hasan’a mektup
Yıllar öncesi yazılıp bu günlere ışık tutan meşhur bir mesel…
Seri şeklinde çıkan bu anlam yüklü şiirin en sevdiğim dizeleriyle bu haftaki yazıya başlamak gerekiyor galiba…

“Çok oku, çok düşün, çok şeyler anla,
Aha bu mektubu alınca Hasan.
Manalar iplikten incedir amma,
Kelimeler biraz kalınca Hasan…”

Susmanın konuşmaktan kıymetli olduğu günler olduğu gibi konuşmanın da susmaktan kıymetli olduğu zamanlar vardır.

Mesela bir dostunuz, arkadaşınız veya içinde bulunduğunuz oluşum zarar görmesin diye bazen susabilir, konuşmamız gereken cümleleri yutabiliriz, ama bazen de vicdanınıza söz geçiremeyip en gür sadayla haykırabilirsiniz.

Milletçe zor günlerden geçiyoruz. Kimimiz öfkeli, kimimiz mahzun, kimimiz çok dertli ama bu coğrafya insanı yine de ümitli.

Annesini kaybeden babasına şükrediyor, yavrularını kaybeden eşine, eşini kaybeden eşini kaybetmeyene…

Bu coğrafya öyle bir coğrafya çünkü.

Komşumuz açken tok yatmazdık önceleri mesela veyahut dışarda yabancı kalmayana kadar kimse evine gitmezdi bu coğrafyalarda.

Buralarda insan insanın hem yurduydu hem de umudu.

Zaman çok şeyi alıp götürdü bizden, en çok da insanlığımızdan.

Komşumuz açken yatabilir olduk ya da dışarıda çaresizken uyuyor olabilir olduk. Bu da yetmiyor olacak ki bize, son dönemde birbirimizin umudu değil kurdu olduk.

Mehmet Akif Ersoy’un “iki yüzlü insanları sever oldum on yüzlü insanları gördükçe” sözünü daha iyi anlıyorum şimdi ve Ahmed Arif’in “dost yüzlü dost gülücüklü” mısralarını.

Sesimizi ve sözümüzü yükseklere, çok yükseklere yazdığımız günlerdeyiz.

Birbirimize hiç olmadığımız kadar uzağız bu günlerde. İçimizde derin sızısı var kaybettiğimiz insanlığımızın. Her gün görmek istediğimiz yüzleri görmek istemediğimiz ve duymak istediğimiz sesleri duymak istemediğimiz günlerdeyiz. Kirli bir mekanda, çirkin bir zamandayız.

Velhasıl sözün nezaketini kaybettiği günlerdeyiz…

Düşünmeden konuşuyor artık çoğumuz. Sözün nereye gideceğini bilmeden konuşuyoruz. İnsanları yargılamak hiç bu kadar kolay olmamıştır herhalde. Dünyalık korkular hiç bu kadar Allah korkusunun önüne geçmemiştir mesela.

Kardeşlik duygusu hiç bu kadar zedelenmemiştir ya da daha çok ileri götüreyim, insanoğlu hiç bu kadar şüphe etmemişti birbirinden…

Yokluğun varlıktan daha kıymetli olduğu günler bu günler…

Yalnızlığın bunca çoğaldığı bir zamanda Peygamberimizin Hirâ’ya gidişini daha iyi anlıyorum şimdi.

Ve depremde ailesini kaybeden bir babanın “derdimi ancak dağa taşa anlatabilirim” sözünü…

Ya konuşacak bir yüz bulamıyoruz ya da konuşmaya yüz…

Çevrim dışı ve çevrim içi hayatlarımız arasına bir duvar öremiyoruz. Aşkımızı, nefretimizi duyurmanın yolu konuşmak değil bir sanal duvara yazmak sanıyoruz. Ve her gün biraz daha uzaklaşıyoruz…

Sözün muhatabını soran olursa; benim, sensin, onlar, biziz, sizsiniz, velhasıl hepimiziz.

Dünyalık nimetler dünyalık korkular biriktirmemize sebep oluyor. Bölüşürsek tok oluruz, bölünürsek yok öğüdünü unutuyoruz çokça…

Makamlar, mevkiler, koltuklar; yatlar, katlar, arabalar gelip geçiyor. Bir deprem hepsini yerle yeksan etmeye yetiyor. Bize kalmayacak dünya için dünya kadar dertler biriktiriyoruz. El ele tutuşup yükselmek birbirimize basarak yükselmek kadar cazip gelmiyor. Böyle devam etmez tahminimce bu düzen, ya kendi kendimize düzeleceğiz ya da bir güç bizi zorla düzeltecek.

Kalbimiz ve kavlimizin olduğunu bir daha hatırlamamak üzere unutmuş gibiyiz hepimiz…

Hülasa herkes payına düşeni almalı bu hisseden…

Kelimeleri kalın, manası ağır olan bu kıssadan herkes payına düşeni almalı…

Bu kıssa önce bana, sonra sana ve sonrasında Hasan’adır…

AK Parti ve MHP’de Ankara için yola çıkanlar

AK Parti ve MHP’de Ankara için yola çıkanlar

Genel seçim öncesi aday belirleme yarışına giren, başta AK Parti ve diğer partilerde hareketlilik devam ediyor.

Bu minvalde aday adayları birer birer ortaya çıkıyor.

Bu noktada AK Parti’de görevden ayrılan dört ilçe başkanından başlayalım.

Görevden ayrılan dört ilçe başkanının yerine atama yapmak için pazartesi günü AK Parti Bursa Koordinatörü İsmail Kaya Bursa’ya geldi.

İlçelerde müstakbel başkan adayları olarak belirlenen isimlerle İl Başkanlığında görüşme yaptı.

Bu isimler arasında mevcut yönetimden isimler olabildiği gibi dışarıdan da isimler var…

Onu da buradan yazmış olalım.

Atamalar bir iki gün içinde gerçekleşecek.

Yine istifa eden ilçe başkanlarının perşembe günü milletvekili aday adaylığı için dosya vermeleri bekleniyor.

Bunu yanı sıra daha önce yönetim kurulundan istifasını beklediğimiz isimler de perşembe gününe kadar istifalarını tamamlamış olacaklar.

Bu isimlerin yanına Şakir Emin de ilave olursa şaşırmamak gerekir!

Kendisi istifa etmekle etmemek arasında gidip geliyor.

Yine perşembe günü AK Parti’nin önemli isimlerinden Ali Yılmaz da adaylık başvurusunu tamamlayacak.

Keza bu noktada Gürsu’nun önceki dönem belediye başkanlarından Orhan Özcü de dosya verecek isimlerden.

Bursa Büyükşehir Belediye Meclisinden de şimdilik iki isim telaffuz edelim. Osmangazi ve Büyükşehir Meclis Üyesi Murat Demir ile Kestel ve Büyükşehir Meclis Üyesi Hicran Başkök, aday adaylığı için yola çıkıyor.

Belediye meclis üyelerinden ve memuriyetten ayrılacak diğer isimleri zaman zaman köşeyi beklemeden gün içerisinde www.normhaber.com üzerinden okuyabilirsiniz.

Biz gelişmeleri duyurmaya devam edeceğiz.

MHP’DE ADAYLIK İÇİN YOLA ÇIKANLAR

Cumhur İttifakı’nın diğer siyasi partisi MHP’de de bu bağlamda hareketlilik devam ediyor.

MHP’de adaylık için ismi anılanların ilk sırasında partinin emektarlarından ve partinin üst yönetiminde görev yapmış Fevzi Zırhlıoğlu ve Muhammet Tekin, bu dönem yine aday.

Bursa’nın yakından tanıdığı Lütfü Taşçı (Muradiye Camii İmam Hatibi) kendisi ile görüştüğümde Ankara’da idi, o da aday olacak gibi…

Yine MHP Gürsu Belediye Meclis Üyesi Ayhan Önal da görevini bırakıp yolunu milletvekilliği için çevirip aday olacak bir başka isim…

MHP Nilüfer Belediye Meclis Üyesi Canan Kulaksız Tarçın da belediye meclis üyeliğinden ayrılıp,  milletvekili aday adayı olacak diyebiliriz.

Yine her dönem aday olan Mehmet Ali Adak da memuriyetten istifa edip, milletvekili aday adaylığı için dosya verecek.

MHP Kestel Belediye Meclis Üyesi Ahmet Eraslan da meclis üyeliğinden ayrılıp, milletvekili aday adayı olacak diyebiliriz.

MHP İlçe Başkanı olarak İnegöl’de görev yapan Aytekin Torun da geçen yılın son aylarında milletvekili aday adayı olmak için ilk yola çıkan isimlerdendi…

Osmangazi Belediye Meclis Üyesi Korkut Aktaş da milletvekili adaylığı için istifa eden bir başka isim…

MHP Bursa İl Yönetiminde görev yapan Uğur Susam da milletvekili aday adayı olmak için yönetimden ayrıldı.

MHP’den aday adaylığı planı yapan isimlerden biri de DağDer Başkanı Yaşar Türk. Türk’ün adaylık için görüşmeler yaptığını buradan yazmış olalım.

MEMLEKET PARTİSİ’NDE DE ADAYLAR ORTAYA ÇIKMAYA BAŞLADI

Mesut Şahin’in Memleket Partisi’nden ilk aday adayı olacağını daha önce kaleme almıştık.

Onun yanı sıra beraber il yönetiminde görev yapan İl Sekreteri İlker Kılıç,  İl Saymanı Deren Pakize Karakaya, Nilüfer İlçe Başkanı Cevdet Şen ve İnegöl İlçe Başkanı Yasemin Soydan istifa edip milletvekili aday adayı olacaklar.

Bu isimlerin yanına istifa etmesine gerek olmayan, aday adayı olacak PM Üyesi Ruşen Sever de aday adayı…

DEVA OSMANGAZİ’DEN İKİ İSİM ADAY ADAYI

Yasin Gök’ün İlçe Başkanı olduğu DEVA Osmangazi yönetiminden iki isim, Muammer Çorlu ve Melih Badıcıoğlu,

milletvekili aday adaylığı için yola çıkmış durumda.

Muhtemelen bu isimlere ilden de ilaveler olacak.

Bekleyip, duyalım, yazalım…

Adaylardan ne bekliyorum?

Adaylardan ne bekliyorum?

Takvimlerde 2023 Mart ayının günleri geride kalmakta.

Ama sakin bir zaman akışı pek de günlük hayatımızın bir parçası değil.

Milyonları etkileyen deprem felaketi tüm acılarıyla taptaze duruyor karşımızda!

Yakınını, evini, işini gücünü kaybedenlerin çektiği sıkıntıları algılayabilmek hiç de kolay değil. Tüm topluma yayılan travma halleri farklı biçimlerde kendini gösteriyor.

Gerçi günlük hayatın rutini içinde bölgedeki sakıntıların gözardı kalması gibi bir risk de var. Özellikle de vatandaşın derdinden çok kendi siyasi kariyerlerini dert eden siyasilerin telaşı gündemi değiştirecek boyutlara erişmişken risk daha da artmakta!

Deprem felaketinin çok yönlü artçıl etkilerinin sosyal ve ekonomik yansımaları birinci gündem maddesi olmak zorunda!

Deprem bölgesini ve oradan yayılan sıkıntıları unutma ve unutturma lüksü yok hiç kimsenin.

Tam tersine var gücüyle somut olarak deprem bölgesine ve oradan göç edenlere destek sunmalı siyaset dünyası.

Ve bir seçmen olarak propaganda döneminde ve sonrasında benim ana beklentim deprem felaketinin yaralarını sarma çalışmalarını öncelikle görmek! Uzun vadede Türkiye’nin depreme karşı mücadele planlarını da görmek istiyorum.

Yani seçim vaatlerini içeren listelerin en başına bu madde konulmalı!

Ama sadece laf bolluğu değil adım adım gün gün nelerin gerçekleşeceğini net biçimde ortaya koymalı deprem vaatlerini içeren planlar.

Vatandaşın can ve mal güvenliğini sağlayacak ne yapmayı hedefliyor siyasiler? Bunu tüm toplum bilmeli öncelikle. Ve oyunu kullanırken buna dikkat etmeli.

Ancak şimdiye kadar iktidarın açıkladığı birkaç somut adım dışında uzun vadeli ve net bir stratejiyi göremedik!

Muhalefetin ana ekseni haline gelen Millet İttifakı’nın siyasi platformda öngördükleri temel konular dışında pek bir hazırlık yapmadığına dair bir görüntü oluşmuş durumda.

Nitekim cumhurbaşkanlığı adaylık kararı bile çok geç ortaya çıktı.

Oysa seçime sadece iki ay kaldı. Ancak vatandaşın hem acil sorunlarına hem de uzun vadeli sıkıntılarına çare olacak reçeteleri henüz göremedik.

Ne zaman ve nasıl öğreniriz vaatleri bilmiyorum.

Ama ben bir seçmen olarak birkaç beklentimi sıralamak istiyorum!

Ve aslında toplumun kendini ifade etme mecralarının çeşitli STK’ların verdiği fırsatların yanısıra bireysel olarak sosyal medya aracılığı ile de zenginleşmesi nedeniyle önemli bir sosyal ve siyasal eşiğin de aşılması söz konusu olabilir.

Yani artık partilerin bize ne sunduğundan ziyade bizim ne istediğimizin öne çıkarılması ve sandık gelmeden bunların dayatılması mümkün!

EYT düzenlemesi talep bazlı seçmen aktivitesine çok güzel ve taze bir örneklik oluşturuyor aslında.

Hayal projeler ve vaatler yerine vatandaştan doğrudan yansıyan taleplere öncelik verilmesini sağlayabilir bu katılımcı süreç.

Gelelim benim şahsi beklentilerime…

Depremsellik konusu dışında ülkenin güvenlik konseptini hem politik hem askeri hem de ekonomik açıdan görme ihtiyacım var.

Adaylar, partiler ülke çıkarlarını nasıl koruyacaklarını açık açık ifade etmeli!

Özellikle yakın coğrafya ve uzak Asya kaynamaya hazırken bu konuların ıskalanma lüksü yok.

ABD kaynaklı bir finans krizinin yayılma ihtimali varken partilerin ekonomik cephedeki stratejilerini de adım adım bilmeye ihtiyacım var.

Faiz ve kur politikalarını, tarım ve sanayideki gelişme stratejilerini, yüksek teknoloji yatırımlarının nasıl destekleneceğini bilmek de şart!

Vergi ve sosyal güvenlik alanında neler yapılacak?

Enflasyonla nasıl mücadele edilecek?

Alım gücü nasıl artırılacak?

            Ve adaletsiz gelir dağılımı nasıl düzeltilecek?

Tarzındaki sorular da bir vatandaş olarak benim için hayati önemde?

Eğitim ve sağlık gibi olmazsa olmaz sosyal altyapılara dair düşünceler de bir o kadar önemli. Bireysel hakların korunması, şiddeti önleme milli ve manevi değerlere saygı bazında yapılacaklar da milim milim çizilmeli vaat haritalarında.

Ve bütün vaatler, süslü ve boş sözlerden uzak, açık ve net olarak ifade edilmeli tüm toplumun anlayacağı biçimde!

 

Zemin işi karışık…

Zemin işi karışık…

Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin ‘ücretsiz gözlemsel bina değerlendirmesi’ çalışmalarına başladığına ilişkin bilgiyi dün paylaşmış, sonra da sormuştum; ‘binalara bakılıyor, peki zemin?’ diye.

Konuyla ilgili beklenen açıklama bugün geldi ve Bursa Büyükşehir Belediyesi Türkiye’de zemin tehlike haritalarını çıkaran ilk üç ilden birinin Bursa olduğunu açıkladı.

Açıklamada ayrıca;

“1999 Marmara depreminin ardından ‘zemin etütleri araştırma birimini kurarak’ Bursa ili Sismik Zemin Tehlike Değerlendirme Projelerini hayata geçiren Büyükşehir Belediyesi, TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi ile imzalanan protokol kapsamında başlayan Bursa Sismik Tehlike Değerlendirmesi ve Zemin Sınıflandırması Projesi kapsamında ise ‘15 istasyon ile 9 fayın ayrı ayrı segmentlerini tespit ederek’ oluşabilecek maksimum deprem büyüklüklerini belirledi. Proje kapsamında gerçekleştirilen jeofizik ve sondaj çalışmaları sonucunda; 3 Boyutlu Anakaya Derinlik Haritası, 1/100.000 ve 1/25.000’lik jeoloji haritaları ile Sismik Tehlike Haritası hazırlandı” deniliyor.

Verilen bu yanıtlar, Jeoloji Mühendisleri Odası’nın imzalanan protokolde sahaya inmesine sebep olmadığına ilişkin çıkışın destekçileri gibi.

Kısacası Bursa Büyükşehir Belediyesi gerekli zemin incelemelerini tam ve eksiksiz yapmıştır deniliyor.

Jeoloji Mühendisleri Odası Güney Marmara Şube Başkanı Engin Er’e sıralanan incelemelerle jeolojik etütlerin tamamlanmış olup olmadığını sordum.

Cevap olarak;

“Bütün araştırmaları bitirdiyseler yeni araştırmaları neden yapıyorlar? İstanbul ve Balıkesir mikro bölgeleme çalışmalarını bitireli yıllar oldu, Bursa ihaleye çıkmaya neden yeni karar verdi? Şehrimizin bina envanteri yok, aktif faylar imar planlarına işlenmedi, bu sorunlar ne zaman çözülecek? Zemin denetlemesini yapı denetim firmaları yapmıyor peki kim yapacak?” sorularıyla karşılaştım.

1855 depreminin hangi fay hatlarında olduğunun, oluşan depremin kaç büyüklüğünde olduğunun dahi bilinmediğine bir kez daha dikkat çeken Er;

“Bizi yeniden davet ediyorlar, ama parsel bazında yapılacak etütlere jeoloji mühendisleri katılmayacaksa dönmemize gerek yok” sözlerini de bir kez daha yineledi.

Önümüzdeki günlerde Jeoloji Mühendisleri Güney Marmara Şubesi’ni bir kez daha protokol masasında görebiliriz. Ancak bu kez sahaya da inmeleri kaydı şartıyla.

Açıklamada oluşturulan deprem kurulu ile ilgili bilgi de paylaşılmış.

Doğrusunu isterseniz bir basın mensubu olarak ben en kısa sürede kurulun bir toplantı düzenlenerek tanıtımının yapılmasını isterim. Aklımızda binlerce soru var, hazır muhatap da karşımızdayken soralım öyle değil mi?

 

******

 

İstanbullu sanayici taşınıyor Bursa’da da olur mu?

 

İstanbullu sanayicilerin deprem riski ve hayat pahalılığı nedeniyle başka şehirlere göç etmeye hazırlandıkları, civar illerden uygun arazi bakmaya başladıkları bilgileri geliyordu kulağıma da pek ihtimal vermiyordum. Meğer gerçekmiş.

İstanbul Sanayicileri ve İş İnsanları Dernekleri Federasyonu Başkanı Muammer Ömeroğlu, bu konuda bir açıklama yapmış ve demiş ki;

İstanbul’da sıkışan sanayici bir yandan deprem korkusu diğer yandan enflasyonun yarattığı sorunlar nedeniyle fabrikası için Anadolu’da yeni yerler arıyor

Üstelik taşınılması düşünülen iller arasında Konya, Sivas, Manisa ve Kütahya da yer alıyor.

Harika lokasyonlar.

Verimli tarım arazilerinin üzerinde yapılaşma ile yeni sanayi bölgeleri kurmak gibi bir plan yoksa kafalarında, sürekli dışarı göç veren bu illerde yeni işletmeler şehre canlılık getirir, bereket getirir.

Sana söylüyorum kızım, sen anla gelinim demiş eskiler…

Yani demem o ki, Bursa sanayisi için de aynı durum söz konusu.

Bir yanda dağ, bir yanda deniz, diğer yanda ova ile genişleme alanı sıkışan sanayinin ova arazisi üzerine yayılma planı yapmak yerine sanayileşmek konusunda daha mantıklı bölgeleri tercih ederek yeni iller belirlemesi hepimizin hayrına olabilir.

Böylece deprem riskini de azaltmış olurlar, şehrin morfoz obez gelişimini de engellemiş olurlar. Hatta trafik sorununa dahi çare olabilirler.

İstanbul’un sanayicisi nasıl yapıyorsa siz de aynı yöntemle ilerleyebilirsiniz.

Elinizdeki yeni sanayi bölgesi planlarını rafa kaldırıp bir de buna kafa yorun, bakalım nasıl olacak…

Tıp

Tıp

Çocukken oynadığımız bir oyun vardı.

Gruptan bir arkadaşımız “tıp” dediğinde herkes susar, birisi diğerini güldürene ya da birimiz sıkılıp konuşana kadar hiç ses çıkarmazdık.

Ses çıkaran da yanar, yani oyundan elenirdi.

Şimdilerde oynanıyor mu bilmiyorum. Gerçi her biri kendi evindeyken internet üzerinden oyunlar, sohbetler, eğlenceler,dersler düzenine alışmış bir kuşak için çok da ilgi çekici değil artık.

Bir de Tıp var, sağlık bilimi.

Bizi hayata yeniden bağlayabilen,

Ölümlü bedenimizin acılarını dindirmemize yardımcı olan,

Ölümden doğuma dek muhtaç olduğumuz.

Yakın zamanda yaşanan pandemiden olağanüstü bir başarı ile çıkan sağlık sektörümüz çok yönlü sorunlarla boğuşuyor.

Pandemiden başarı ile çıktık, çünkü özellikle Cumhuriyetin ilk yıllarında yaygın olan bulaşıcı hastalıklar ve bebek ölümlerine karşı halk sağlığı ve aşılama sistemimiz başarı ile kurulmuştu.

Buna eklenen teknolojik olanaklar sağlık hizmetlerinde bizi sağlık turizmi bakımından da bir çekim merkezine dönüştürmüş durumda.

Gelgelelim yetkililer sağlık alanında sorunlar konuşulmak üzere “tıp” deyince yukarda anlattığım oyunu mu hatırlıyorlar acaba?.

Geçtiğimiz yıl yani 2022 yılında toplamda 249 şiddet olayı yaşanmış sağlık çalışanlarına karşı.

Bu saldırılardaki 249 şiddet vakasında 422 sağlık çalışanı şiddet kurbanı oldu maalesef. Ve ne yazık ki bir doktor ve bir güvenlik görevlisi ise görevi başında hayatını kaybetti. Sağlık-Sen’in konuya ilişkin raporuna göre şiddet olaylarının 210’u hasta ve hasta yakınları neden olurken, 35’ine kendini bilmez kişiler sebebiyet verdi d. 4 olaya ise idareciler neden olduğu ifade ediliyor. 249 şiddet olayının 216’sı hem sözlü hem fiili, 32’si sözlü, gerçekleşmiş. Bu 249 şiddet olayının 206’sı hastanelerde meydana gelmiş üstelik.

Mağdurlara branş bazlı bakıldığında ise yıl boyunca en çok şiddete maruz kalanların doktor ve hemşireler olduğunu görülüyor. Yaşanan şiddet olaylarında 2 sağlık çalışanı hayatını kaybetmiş. 149 doktor, 76 hemşire, 76 güvenlik görevlisi, 58 acil sağlık hizmetleri çalışanı, 3 eczacı ve 60 diğer sağlık çalışanı olmak üzere toplamda 422 sağlık çalışanı mağduriyet yaşamış bu olaylarda. Daha ürkütücü olan ise şu;

Yıl boyunca şiddet olaylarına sebebiyet veren bu 494 saldırgandan 202’si hakkında herhangi bir işlem yapılmayıp, yalnızca 96 saldırgan tutuklanmış, 53 saldırgan hakkında adli soruşturma başlatılmış.

Bugün 14.Mart Tıp bayramı.

Bunları hatırlattı bana…

Amerika’nın bankacılık krizi küreselleşir mi?

Amerika’nın bankacılık krizi küreselleşir mi?

Amerika sallandı.

Depremle değil. Batan bankaların yarattığı endişe ABD’yi salladı.

Geçtiğimiz haftanın son günlerinde Silicon Valley Bank’ın iflasını açıklaması, küresel bir yankı buldu.

Oysa ki batan banka orta büyüklükte yerel sayılabilecek bir bankaydı. Ve tahvil kaynaklı çok ufak bir zararla başa çıkamamıştı!

Ama Signature Bank da iflasını açıklayınca işin tadı iyice kaçtı. Zincirleme etki domino etkisi korkusu piyasaları sarmış durumda.

Credit Suisse’nin risk priminin zirve yapması bunun kanıtlarından biri.

Negatif fiyatlamalar piyasalarda kendini gösteriyor!

Peki Amerikan yönetimi sessiz mi kalıyor bu sürece?

Kesinlikle hayır!

2008’de tetiklenen küresel finans krizinde geç kalınmışlığın acısı hafızalarda olunca bu kez reaksiyon çabuk geldi.

Mevduata güvence verildi. Ancak banka kurtarma operasyonu olmayacak.

Başkan Joe Biden Amerikalılara seslenerek güvence verdi mevduatları konusunda. Yani panik yapmayın“ mesajını vermek için çok hızlı hareket etti!

Ve bu hızlı hareketinde haklı olduğu da açık.

Çünkü…

Finans kesiminin en büyük baş belası paniktir!

Korkuya kapılan hesap sahiplerinin aynı anda bankalara koşup parasını çekmeye çalıştığı senaryolar ekonomik krizlerle karşı karşıya bırakıyor ülkeleri.

Geçmiş dönem krizlerinde benzer tablolar görülmüştü.

İşte bu nedenle Biden yönetimi sorun büyümeden yatıştırma derdinde!

Ancak, ABD’nin TMSF’si ve Biden’ın güvence mesajlarına rağmen giderilemeyen belirsizlik borsalarda panik satışlara yol açtı.

Özellikle bankacılık hisseleri çakıldı.

Bu trend belli oranlarda Avrupa piyasalarında da görüldü.

Ve Türkiye’de de Borsa İstanbul’un haftaya kayıpla başlamasına yol açan bir tablo oluştu.

Bankacılık endeksi yüzde 4 civarında bir düşüşe imza attı BİST’te!

Dolar endeksi faizlerin beklendiği hızda artmayacağı beklentisi ile 103 seviyesine kadar indi.

Riskten kaçış ve dolardaki değer kaybı ise değerli metallere yaradı.

Altının ons fiyatı bin 915 dolara zıplayıverdi. Oysa ki sadece bir hafta önce bin 810 dolara kadar inmişti!

Yani çok kısa vadede 105 dolarlık bir prim geldi.

Bu trend iç piyasada geçen hafta bin 101 liraya kadar inen gram altın bu haftanın ilk işlem gününde bin 169 liraya kadar çıktı.

Peki ya bundan sonra?

Çürük bankaların sallanacağı kesin.

ABD dışındaki bazı bankaların sancılı günler yaşaması da olasılık dahilinde.

Özellikle de portföylerinde ABD tahvili bulunduranların.

Ancak sarsıntının şiddeti çok büyük olmayabilir.

Neden mi?

Geçmişten alınan dersler ve tedbirlerin etkisini küçümsemek mümkün değil.

Bu çerçevede ABD’nin başındaki ismin ağırlığını koyması, mevduat güvencesi dışında mali tarafta atılabilecek adımlar ve Amerikan Merkez Bankası Fed’in para politikası yolu ile yangının büyümesini engelleme hamleleri suların hemen olmasa da durulmasına ciddi katkı sağlayacaktır.

Ancak yavaş ve tereddütlü adımlar gelirse sancı dozu yüksek kalır!

Türkiye’yi nispeten daha az etkileyecek olan ABD bankacılık krizi sönümlenene kadar bekle göre taktiği faydalı olacaktır.

Binalara bakılıyor, ya zemin?

Binalara bakılıyor, ya zemin?

Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin yaşadığımız deprem felaketinin hemen ardından imzaladığı protokolle attığı ilk adımlardan biri olarak değerlendirebileceğimiz ‘ücretsiz gözlemsel bina değerlendirmesi’ çalışmalarına bugün başlandı.

Ancak çalışmalarda Jeoloji Mühendisleri Odası Güney Marmara Şube Başkanlığı yok!

Daha önce yazmıştık.

Yine hatırlatalım;

Jeoloji Mühendisleri Odası Güney Marmara Şube Başkanı Engin Er’e Bursa Büyükşehir Belediyesi yetkilileri tarafından kendilerine ihtiyaç duyulmadığı, Bursa’nın zemini ile ilgili gerekli tüm verilere belediyenin hakim olduğu yönünde bilgi verilmiş.

Kısacası ‘sizin çalışmanıza gerek yok!’ denilmiş.

Konuşmanın üslubu da çok çirkinmiş, gösterilen tavır da.

Madem bütün bilgilere hakimler, neden halen bazı veriler elde etmek adına çalışmalar yürütüyorlar?” diyor, bugün konuyla ilgili görüştüğüm Engin Er.

Haklı ve yerinde bir soru.

Vakti zamanından bu yana verimli ovalarından, yer altındaki su kaynaklarının yoğunluğundan, termal zenginliğinden bahsedilen bir şehirde yaşıyoruz ve tüm bu gerçeklerin bileşkesi, bize zemin sıvılaşması denilen kavramı, altından fay hatları geçen bölgeleri hatırlatıyor.

Pek çok depremde binaların yıkımına neden olan iki kavram bunlar.

Konuyla ilgili görüştüğüm Er, “Bize ihtiyaç duyulan her yerde olmaya hazırız, ancak bize ihtiyaç duyulmadığının söylendiği yerde de bir biblo gibi durmaya niyetimiz yok!” diyor.

Protokol masasına geri dönecek gibi görünmüyor. Daha doğrusu, sadece güzel bir fotoğraf karesi vermek amacıyla orada bulunmak değil iş yapmak istiyor. Yapmadığı işin altına imza atmayacak Engin Er.

İKK Sekreteri ve Mimarlar Odası Bursa Şube Başkanı Şirin Rodoplu Şimşek ise konuya daha ılımlı yaklaşıyor ve meselenin teknik bir kabul ve bunun üzerine gelişen bir tartışma olduğuna dikkat çekiyor. Şimşek’in endişesi, Bursa özelinde ilk kez bu ölçekte bir reaksiyon alınmışken olumsuz kanaatlerin oluşması.

Yapılacak çalışmanın veri toplama olduğunun altını çizen oda başkanları, esasen elde edilen verilerin toplanmasından sonra ne yapılacağının önemli olduğunu belirtiyor.

İşin tam da bu kısmında her iki görüşün de kendi içinde hakkını teslim etmek gerekiyor.

Şehirdeki bina envanterinin çıkarılması için hali hazırda atılan adımın adım olmaktan çıkıp bir akışa geçmesi önemli.

Şimdi yapılacak olan; binaların yapısal sistem türü, serbest kat adedi, bina görsel kalitesi, yumuşak kat zayıf kat, düşeyde düzensizlik, ağır çıkmalar, planda düzensizlik, kısa kolon etkisi, yapı nizamı, bitişik binalarla döşeme seviyesi, zemin eğimi ve zemin sınıfı parametrelerine göre değerlendirilmesi.

İnceleme gözlemsel olarak yapılacak ve binalardan numune alınmayacak.

Kanuni bir yaptırım da söz konusu değil.

Bu incelemenin ardından kanuni yatırımları olan incelemelerin de peşi sıra gelmesi gerekiyor. Hatta işin bu kısmı çok daha önemli.

Gelelim zemin incelemesine…

Binalar ön incelemeden geçiriliyorken, binaların bulundukları zeminin de en azından ön incelemeye tabi tutulması fay hatlarını imar planlarına işleme işine bile henüz girişmemiş Bursa için mühimdir diye düşünüyorum ve neden incelemeye karşı durulduğunu anlayamıyorum.

Şehrin pek çok bölgesinde temel atılırken sıvı yoğun alanlarla karşılaşıldığı gerçeği vatandaşı böylesine rahatsız ederken, gereken önlemleri alacak güce sahip olunmadığı için olabilir mi?

YUNUSELİ HAVAALANI GEREKLİ!

Yine gündem rotamızda deprem ve depremsellik varken işin içine şehrimizin makus talihini bir türlü yenemediği ulaşım sorununu da katmak zorundayım.

Daha önce de pek çok kez belirttiğim lodoslu havalarda şehre denizden ulaşımın sağlanamaması sorunu bu hafta sonu yine gündemdeydi. Aynı sorunla bir deprem felaketi yaşarken karşılaşıp karşılaşmayacağımız soru işareti oluştururken, yollarda yaşanabilecek sorunlara karşı şehre gelecek her türlü yardımın merkez bir noktaya ulaşmasının da çok önemli olduğunu düşünüyorum.

Konuyla ilgili bir soru önergesi veren CHP Bursa Milletvekili Yüksel Özkan;

“Bursalı’ya çağrımdır. Bursa Yunuseli Havaalanı’na sahip çıkın! Burası betona gömülmesin. Olası bir depremde buranın lojistik açısından çok önemli bir bölge olduğunun idrakına artık hepimiz varalım. Yunuseli Havaalanı, Yunuseli Havaalanı olarak kalsın!” diyor.

Biliyorsunuz uzun süredir şehir tam ortasında çok da kıymetli bir arazi olarak duran Yunuseli Havaalanı için bin türlü senaryo yazılıp çiziliyor. Son olarak havaalanının kapatılarak imara açılması senaryosu hayli alıcı bulmuştu.

Özkan’ın 2020 yılında Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na Milli Savunma Bakanlığı’ndan Yunuseli Havaalanı’nın kendilerine devredilip edilmediğini sorduğu önergeye aldığı yanıt manidar;

Bursa’nın konut ihtiyacına göre Bursa Büyükşehir Belediyesin’den gelecek cevap doğrultusunda proje yapılacaktır!”

Emin olun, şehrin merkezinde havaalanı kadar büyük bir nimeti afet anında hiçbir yerde bulamayız.

Bursa’nın deprem soruları…

Bursa’nın deprem soruları…

1999 depreminden hemen sonra, tüm inşaat faaliyetleri durdurulmuştu.

Patlayacak 2001 krizinin derinleşip kontrolden çıkma ihtimaline rağmen bu kararı alabilmişti o dönem iktidarı.

Ülkenin büyük bir çoğunluğu “fay hatları“ “yer kabuğu plakaları” ”jeoloji” “jeologlar” “yumuşak zemin“ laflarını yeni duymuş gibi dikkat kesilerek dinledi.

Tabi bir de o dönemin deprem dedesi olarak anılan Prof. Dr. Ahmet Mete Işıkara vardı.

Bilim uğruna ağarttığı saçlarının aydınlığında, toplumun her kesiminden insana deprem bilinci vermek için çalışırken, aylarca medyanın gündeminde kaldı.

Gerçi işin sonunda adamcağızı yılın en seksi erkeği olarak seçmeye kadar vardırdılar.

Sonra Türkiye başka bir mecraya sürüklendi. Fay hatları enerji birikimime devam etmiyormuş gibi unutuldu.

Hem de Anadolu levhasının kuzeyinde Avrasya levhası, güneyinde Arap levhası ve Afrika levhası yer almıyormuş gibi, Afrika levhası 18 mm/yıl hızla kuzeybatıya doğru hareket etmiyor, Anadolu levhasına baskı uygulamıyormuşçasına unutuldu.

2001 yılından başlayarak önce 19 pilot ilde, sonra da ülkenin tamamında yapı denetim uygulaması devreye girmek üzere iken ilginç (mi?) bir şey oldu.

2011 yılında yapı denetim hizmeti uygulamasına geçecek olan illerde bir ruhsat patlaması yaşanmış!

2009 yılında o bölgede 2-3 bin ruhsat alınmış. 2010 yılında 9 binlere çıkmış ruhsat sayıları, 2011 yılında tekrar 3 binlere inmiş. 2010 yılında sırf denetim hizmeti almadan denetimle ilgili sorumluluğu yüklenmemek için ruhsat patlaması yaşanmış. Bunlar hep yeni bina ama denetim hizmeti almamış. Tarih 2014 ama inşatın ruhsatı 2010’da yapı denetim yasasına tabi olunmadan alınmış o bölgede. Üstüne üstlük bölgede yapı denetime tabi iken yıkılan binaların içinde ‘İmar barışı geldiğinde denetim hizmetini yarıda bırakıp imar barışı alırım’ diyen yapılar da mevcut.

Vatandaş ve devlet el ele adeta bir afet yaşanırsa nasıl felakete dönüşebilir diye çalışılmış!

Malum olduğu üzere, bu büyük depremden sonra da belediyelerin akademik odaların medyanın gündeminde çeşitli önlemler var. Benzer konular yine gündemde.

Bursa’da deprem önlemlerine ilişkin çeşitli kuruluşların birbirleriyle eşgüdümleri, gelen haberler ve bir kısmı köşe yazılarına yansıyan haliyle hiç de iç açıcı değil.

En basiti yumuşak kat tabir edilen çeşitli yapı zaafları, binaların yerle bir olmasının en önemli nedenleri arasında gösteriliyor.

Bina deprem performansı açısından yapılacak tespitlerde giriş katları yüksek tavanlı camekânlı dükkânlar riskli bulunursa ne olacak?

Bu özellikleri ile oldukça riskli yapılar tespit edildiğinde yıkılacak mı?

Tahliyesi mi istenecek?

Güçlendirilecekse nasıl bütçelenecek?

Ya da sıvılaşma kabiliyeti olan zeminler ile uyumsuz projelendirilmiş özellikle yüksek katlı yapıların akıbeti belli mi?

Bu konuları kesin çözüme kavuşturacak irade bile beklemede henüz!

Konunun çözümü için yeni bir afet yaşama ihtimali yeterince dehşet vermiyor mu yetkililere acaba?

Yaklaşan seçimler bu kanıksamanın tuzu biberi olmamasını dilemekten başka bir şey gelmiyor elimizden.

Depremden sıklıkla binaların altında kesilen kolonlardan söz ediyoruz.

Eğitimde, bilimde, devletin kurum ve kuruluşlarının uygulama kabiliyetlerinde yaşanan zaaflar gözler önünde. Henüz yaşananın dehşetini üzerimizden atamadan muhtemel depremlerin olası sonuçları ile baş başayız.

Öyle anlaşılıyor ki, iktidarları için geniş alanlar açmak üzere kurum ve kuruluşların da kolonları kesilmiş!