‘Millet bahçesi değil baraj yapın’ önerisi!

‘Millet bahçesi değil baraj yapın’ önerisi!

Bir önceki yazıma; ‘Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’ın; “Takdir edersiniz ki, bir sıkıntı sinyali var yine suda!” diyerek açılışını yaptığı akademik odalar ve üniversiteden temsilcilerin de yer aldığı geniş katılımlı toplantıda şehrimizin mevcut su durumu konuşuldu’ diyerek başlamıştım.

Evet, Bursa’nın ciddi bir su sıkıntısıyla karşı karşıya olduğu gerçeği vurgulandı bu toplantıda. Toplantının ardından sosyal medya paylaşımlarında, geçtiğimiz yıl bu zamanlar barajlardaki doluluk oranı yüzde 100 iken bu yıl yüzde 73 doluluk oranının ancak yakalandığını belirten uyarılar yaptı Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş ve şöyle bir not düştü;

Şu an için suyumuz var hamdolsun. İlerleyen aylarda olumsuzluk yaşamamak adına su tasarrufu konusunda hassasiyet gösterelim. Su hayattır, ona sahip çıkalım.”

Yazımın hemen ardından İnşaat Mühendisleri Odası Çalışma Grubu Üyesi Cengiz Duman’dan bir uyarı ve bilgilendirme geldi Bursa Büyükşehir Belediyesine.

Her sabah aynı senaryo. FSM boylu boyunca yeşil alandan sızan sular ile kaplı!!! Su çok önemli diyen Bursa Büyükşehir Belediyesi, destek ya da toprağın bordürden yüksek olduğunu görmüyor musunuz?” diyerek bir fotoğraf da paylaşan Duman öncelikli olarak uyarısını yaptı.

Ardından da hepimizin bilmesi gereken bir gerçeğe dikkat çekerek önerisini sundu:

Bursa’nın en çok konuşulan ve tartışılan konusu ‘BARAJ DOLULUK ORANLARI’ Bence konuşulması gereken konu ise ‘BARAJ KAPASİTELERİ’

Bursa şu an baraj kapasitesi olarak en kötü seviyede olan büyükşehirdir! Bursa’nın asıl problemi doluluk oranlarından ziyade mevcudun yetersiz olmasıdır!!!

Doğancı ve Nilüfer Barajlarının toplam kapasitesi 66.506.000 m3 iken yıllar önce bitmiş Çınarcık Barajı kendi başına 140-145 milyon m3 kapasiteye sahiptir.

İstanbul baraj kapasiteleri yaklaşık 870 milyon m3 ve hali hazırda 673.568.056 m3 suya sahiptir…

Ankara baraj kapasiteleri yaklaşık 1.740.000.000 (1 milyar 740 milyon m3) ve hali hazırda 753.604.342 m3 suya sahiptir.

Bunun yanında Bursa ilimizin kapasitesi 66.506.000 m3 iken hali hazırda 48.183.241 m3 suya sahiptir.

Bu durumu nüfusa oranlarsak;

İstanbul’da kişi başı 43,56 m3/kişi,  

Ankara’da kişi başı 133,07 m3/kişi

Bursa’da ise kişi başı 15,54 m3/kişi’ye eş değerdir!!!

Sonuç olarak; Bursa’ya Millet Bahçesi yapılacağına ‘Çınarcık Barajı’ Bursa’ya kazandırılmalıdır!!!” diyor Cengiz Duman.

Rakamlar ortada. Düzenlenen toplantıda da su tutmaya başlanmamış, henüz yapımı tamamlanmamış barajlar gündemdeydi. Artık meseleyi sadece bir gündem maddesi olarak konuşmaktan ziyade harekete geçmek şart!

ESKİDEN ONLINE İLAN MI VARDI!

Emlak fiyatlarındaki manipülasyonu önleme amacıyla Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından yayımlanan tebliğle internet ortamında yayımlanan ilanlar geçtiğimiz günlerde takibe alınmaya başlanmıştı. 

Uygulamayla sahte ilan vererek gayrimenkul piyasasında spekülatif amaçlı fiyat artışlarının engellenmesi, aynı zamanda vergi kaçağının en aza indirilmesi ve piyasanın şeffaflaştırılması amaçlanıyordu.

Peki, ne oldu?

Düzenleme piyasada etkisini hızlı gösterdi. Uygulamanın ilk gününde ilan sitelerinden kaldırılan ilan sayısı 2’ye katlanırken, silinen ilanlar artarak sürdü.

Sektör temsilcileri silinen ilanların başka sosyal medya mecralarına kaymasından ya da online olmayan platformlara yönelmesinden endişeliydi.

Beklenen oldu.

Artık emlakçıların vitrinleri daha renkli.

Sonuçta eskiden online ilanlar mı vardı?

Demek ki neymiş; günü kurtarma derdiyle alel acele bulunan çareler karşı çarelerini yaratıyormuş!

Bakalım yüzde 25’lik kira artışı zorlamasıyla ev sahibi ve kiracı arasında nasıl bir karşı çare bulunacak?

Büyükşehir’de bir beyefendi  

Büyükşehir’de bir beyefendi  

Bursa Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekili, Sayın Fethi Yıldız’dan bahsedeceğim.

Kendisi ile muhabbete dayalı bir hukukum var. İnsani yönü ağır basan. Benim ondan bir talebim olmaz, onun da benden. İki medeni insan gibi görüşür, içtiğimiz kahvenin hatırını gözetiriz.

Siyasi yönü ile hiçbir işim de ilişiğim de yoktur. Ben, Burak Kılıçaslan olarak, siyasi yönü değil, Ülkücü yönü ağır basan bir dava adamıyım. İnsani ilişkilere ziyadesi ile önem veririm.

Az önce bir arkadaşımdan telefon aldım. Hâl-hatır faslından sonra, pazar günü başından geçen bir olayı benimle paylaştı.

Arkadaşım; ailesi ile birlikte, Doburca Sosyal Tesisleri’ne yemek yemeye gidiyor. Lâkin içerisi tıka basa dolu. Hanım, çocuklar ve arkadaşım ayakta kalıyor. Bu sırada yanına; karizmatik, kalender ve kadirşinas bir beyefendi geliyor. “Beyefendi, lütfen aileniz ile birlikte, benim yerime geçip, oturabilirsiniz.” diyor. Tabii arkadaş bu kalenderlik karşısında şaşırıp kalıyor ve itiraz ediyor. Derken oturmak zorunda kalıyorlar.

Sonra bu beyefendi mekândan ayrılırken, arkadaşımın ve ailesinin yanına tekrar gelip, “hayırlı günler” dileklerini iletiyor.

Tüm bunları yapan bu şahıs, Bursa Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekili, Sayın Fethi Yıldız.

Ben; arkadaşım, şahsım ve milletim adına, bu tevazu ve içten davranış karşısında, şapkamı çıkarıyor, bu ince tavrı ayakta alkışlıyor, Sayın Başkan’a teşekkür ediyorum.

İşte yapıcılık, büyüklük, siyaset ve özlemiş olduğumuz tavır budur.  Bu tavrı kim sergilerse sergilesin, karşı mahallenin en keskin adamı dahi olsa, ayakta alkışlar, şapkamı çıkarırım.

Başarılar diliyor, hürmet ediyorum.

Selâm, sevgi ve muhabbet ile…

Cinnet vakti!

Cinnet vakti!

Dondurmam Gaymak”  filmindeki Ali Usta’yı oynayan Turan Özdemir’in çeşitli sahnelerinde her seferinde gülüşmelere yol açan meşhur replik:

“Şerefsizim bir cinnet her şeyi halleder…”

Kişilerin cinnet halleri ancak bir sinema filminde komik olur.

Gerçekte tam bir trajedidir.

İlginç olan ise herkes cinnet getirmeye adaydır.

Eğitimi, kariyeri, cinsiyeti ve yaptığı iş ne olursa olsun fark etmez, cinnet ani bir tepkidir.

Tabii belirtileri önden gelirmiş.

Uzmanları bu tip durumlardaki belirtileri genellikle şöyle sıralamışlar:

Asabiyet, abartılı tepkiler, öfke nöbetleri, ciddi uykusuzluk, içe kapanıklık, kendi kendine konuşma ya da tamamen susma, sürekli olumsuz yargı, şüphecilik, kıskançlık.

Bunlar kişisel cinnetin öncü halleri.

Peki toplumsal cinnet hallerine ilişkin bir yorumlama yaparsak nasıl bir sonuç çıkar?

Yaşanan krizlerin, siyasi gelişmelerin, sürekli olarak bir savaş ve terör ihtimalinin canlı tutulduğu siyasi atmosfer.

İnsanların günlük yaşamlarında, psikolojik durumlarında ne tür hasarlara yol açacak?

Bir film karesin içinde değiliz ki!..

“Şerefsizim bir cinnet her şeyi halleder” diye bağırınca sinirler gevşesin!

Nüfusun ekonomik krizlerle mücadele etmesi, artan işsizlik düzeyleri, toplumu bir arada tutan kültürel ve sosyal değerlerdeki aşınma, yıpranma insanların hem birbirine hem de içinde yaşadıkları topluma olan güven duygularını erozyona uğrattı.

Gelecek endişesi yaşamak bireyler için de topum için de en önemli tehdittir.

Yaşadığımız olaylar ve geldiğimiz nokta maalesef birbirimize olan saygı ve sevgi yerine maddi değerleri olan ilişkileri öncelikli hale getirdi.

Satın alınabilen tüketim araçlarının kontrol savaşı, birbirimizle olan insani ilişkilerin yerine ciddi bir kutuplaşmayı, ayrışmayı hâkim kıldı.

Dar gelirli bir tüketim toplumuna dönüştük.

Tüket(e)meyen tüketim toplumunun asabı bozuk.

Bu asap bozukluğu bizi, acımasız, hatta zaman zaman vahşi bireylere dönüştürebilir mi?

İnsanlara, doğaya ve hayvanlara eziyet etmeyi, öldürmeyi, yok etmeyi doğal karşılamaya ilerleyen bir toplumsal cinnet halinden bahsediyorum.

Çok mu karamsarım?

 

Dikkat, su krizi kapıda!

Dikkat, su krizi kapıda!

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’ın, “Takdir edersiniz ki, bir sıkıntı sinyali var yine suda!” diyerek açılışını yaptığı akademik odalar ve üniversiteden temsilcilerin de yer aldığı geniş katılımlı toplantıda şehrimizin mevcut su durumu konuşuldu.

En son söyleneceği en önce söyleyerek işin tadını kaçırmak istemem, ama önümüzdeki günlerde bizi ciddi su sıkıntıları bekliyor olabilir!


Bu sene yağan karlardan dolayı maalesef su bolluğu var zannediliyor. Hiç de böyle bir tablo olmadığını rakamlarla göreceksiniz” dedi Aktaş.

Su sıkıntısı olmamasını ben de bekliyordum yağan karın miktarına bakarak, ancak mesele görüldüğü kadar basit değilmiş.

Kar yağışlarının baraj bölgelerinden daha çok kuzey yamaçlarında yoğunlaşması, barajların olduğu güney havzasında yağışların sınırlı kalması barajların genel doluluk oranını 2022 Mayıs ayı sonları itibariyle yüzde 73 seviyesine geriletmiş durumda.

Acil eylem planı olarak derin kuyular devreye sokularak barajların beslenmesi gerçekleştiriliyor.

Geçtiğimiz yıl derin kuyuları Temmuz ayında devreye almıştık, bu yıl daha erken devreye sokmak zorunda kaldık. Kuyuların çalışması için de her ay 12 milyon lira ödeme yapıyoruz” diyor Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Aktaş.

Üstüne de ekliyor;

Barajlardaki su seviyesini ve kuyuların üretim kapasitesini dikkate alıp kurak hava koşullarının sürdüğünü varsayarak, yaptığımız değerlendirme ile aralık ayı içerisinde barajlarımızdaki suyun tükeneceği yönünde endişe verici bir sonuca varmış bulunmaktayız!”

Önümüze serilen tablolara bakınca özellikle Nilüfer Barajı’nda ciddi manada su azalması göze çarpıyor.

Neden Nilüfer Barajı’nda böylesi hızlı bir su kaybı var? Yağışlardaki düşüşün yetersizliği tek etken midir? Yoksa ‘ıslah OSB’lerin daha fazla su çekiyor oluşunda mı kaynaklanıyor bu durum? Bence araştırılmaya muhtaç bir konu.

Başkan Aktaş, konuşmasında sıklıkla vahşi sulama yöntemi ile kaybolan sulardan bahsetti ve acilen damla sulama yöntemine geçilmesi konusunda çalışmalar yapılması gerektiğini dile getirdi.

Son derece doğru bir tespit. Benim bu noktada merak ettiğim Bursa özelinden alınıp Türkiye geneline uyarlanabilecek bir konu var.

Basın sektöründe ilk çalışmaya başladığım yıllarda da sürekli aynı tedbirin alınmasının öneminden bahsedilirdi, hatta hatırlıyorum bu konu zaman zaman televizyonlarda kamu spotu olarak yayınlanırdı. Yaşımın ortaya çıkmasını göze alarak söylüyorum; aradan geçmiş neredeyse 30 yıl ve biz hala aynı cümleleri kurup aynı temennilerde bulunuyoruz!

Neden?

Bu konuda devletin çiftçiler için çıkartacağı birkaç hibe, gerekli denetimlerin yapılması ve hibenin doğru yerlerde kullanılması koşuluyla elbette konuyu kökten çözerdi.

Neden böylesine basit bir konu dahi çözümsüzlüğe yuvarlanıyor ülkemizde?

Kaynaklar bolken tedbirimizi alıp ileriki günlere güvenle bakmak varken neden kriz anında bir araya gelip çareler aramaya çalışmakla uğraşıyoruz?

Toplantı sırasında Çevre Mühendisleri Odası Başkanı Sevim Yürüten sadece tarım sektöründe değil sanayi alanında da çok ciddi su tüketimi olduğundan bahsederek sanayi alanında aynı zamanda suyun kirletilmesinin de söz konusu olduğuna değindi.

Tam da bu noktada sanayi bölgelerinin atık su arıtma tesislerinin varlığı ve bu tesislerde arıtılan suyun yeniden kullanıma dönebiliyor olması çok önemli.

İnşaat Mühendisleri Odası Başkanı Ülkü Küçükkayalar da çok kıymetli bir noktaya parmak bastı; yağmur suları…

Yağmur suyu hatlarımızı normal giderlerden ayırdık, bu konuda ciddi de bir çalışma yapıldı zamanında biliyorsunuz. Ayırdığımız bu yağmur sularının denizlere akıtıldığını biliyor musunuz peki? Ben yeni öğrendim doğrusu.

Hani akıllara zarar bir durum. Bu kadar maliyetli bir işe kalkışın, ne için, arıtma tesislerinin yükü biraz hafiflesin diye mi? Neden kullanılmıyor tertemiz yağmur suyu çeşitli alanlarda?

Zaten Başkan Aktaş’ı da şaşırttı bu konu.

Şehrimizdeki su şirketlerinin sattıkları içme sularının sularımızda eksilmeye neden olup olmadığı konusu da gündeme geldi.

Alinur Aktaş;

Bizim içme suyumuzun en fazla yüzde 2’lik bir kesimini kullanıyor bu su şirketleri, kullandıkları sular da barajlarda biriktiremediğimiz sular. Şimdilik bize zararı görünmüyor, ama gerekirse her bir damla suyu konuşuruz” diyerek açıkladı meseleyi.

Yapıcı ve katılımcı bir çizgide ilerleyen toplantıda Başkan Aktaş’ın “Bursa sudan ibarettir…’ sözü çok eskilerde söylenmiş. O zamanlar Bursa’nın nüfusu kaçtı, şimdi kaç? O zamanlar sanayi yoktu, şehirleşme yoktu!” çıkışına katılmadığımı belirtmek isterim.

Eskisiyle yenisiyle tüm şehir idarecilerinin görevi o sözlerin halen söylenebiliyor olmasını sağlamaktı’ bence.

Bursa ve suyu konusunda konuşulacak çok şey var.

Dileğim sadece konuşmakla kalınmaması…

BSMMMO seçimleri ve TÜRMOB’a Bursalı aday

BSMMMO seçimleri ve TÜRMOB’a Bursalı aday

Geçen hafta sonu gözlerin çevrildiği nokta Bursa Serbest Muhasebeci ve Mali Müşavirler Odası seçimleri idi.

Şu bilgiyi verelim; gerek oda seçimlerinde gerekse sivil toplum kuruluşu seçimlerinde dikkat çeken en önemli detaylardan biri, bu seçimlerin Cumhur İttifakı-Millet İttifakı seçimleri gibi algılanması.

Siyaset yapmak isteyenler siyasi partilere, odalarda görev yapmak isteyenlere odalara…

Gelelim hafta sonu gerçekleşen seçimlere…

Hüseyin Halil

İki adayın yarıştığı seçimleri Çağdaş Muhasebeciler Grubu’nun adayı Hüseyin Halil kazandı. Fatih Arslan da yönetime ciddi oranda ortak oldu.

Geçmiş yazılarımızda şunu ifade etmiştik: Meslekte Birlik ve Dayanışma Grubunun seçimi kazanması için tek şart, üyelerinin sandığa gelmesi idi.

Pazar gününü feda etmeleri idi…

Bu seçimlerde toplam 5 bin 400 üyesi bulunan odada yaklaşık 2 bin 200 üyenin sandığa gelmediğini ifade edebiliriz.

Fatih Arslan

Bir de üstüne üstlük Arslan’ın seçimi 370 oyla kaybettiğini düşünürsek, gelmeyenlerin sonucu etkilediğini söylemek mümkün.

Yine gerçekleşen seçimler sonucunda nispi oy temsili oluşan yönetimde Çağdaş Grubun 5, Meslekte Birlik ve Dayanışma Grubunun 4, Denetim ve Disiplin Kurullarında Çağdaş Grubun 3’er, Meslekte Birlik ve Dayanışma Grubunun 2’şer isim sokarak, yeni yönetimler oluşmuş oldu.

Bizler de yeni yönetim, denetim ve disiplin kurullarına başarılar diliyoruz.

Yine bir başka seçim önümüzdeki günlerde TÜRMOB Genel Merkezi’nde yaşanacak. Genel merkezdeki başkanlık yarışı için en az dört adayın yarışacağı iddia olunuyor.

O isimlerden biri de Bursa kamuoyunun yakından tanıdığı, uzun yıllar Bursa Serbest Muhasebeci ve Mali Müşavirler Odası yönetim kurullarında görev yapmış Ali Nazım Tekelioğlu.

Tekelioğlu, şu an mesleğine Yeminli Mali Müşavir olarak devam ediyor.

TURMOB Başkanlığı için çalışmalarına çok önceden başlayan Tekelioğlu, tabiri caiz ise her hafta bir il ziyaretine gidiyor.

Meslektaşları ile sohbet ediyor, dertlerini dinliyor.

Nabız yokluyor.

Resmen adaylığını açıklamasa da çıktığı yolda büyük aşama kaydettiği bilgisini kulislerden öğrendik. Önümüzdeki günlerde adaylığını açıklayacak Tekelioğlu’na bizler de çıktığı yolda başarılar diliyoruz.

Yolu açık olsun!..

AK PARTİ ÖNCEKİ DÖNEM MİLLETVEKİLLERİNİ, BELEDİYE BAŞKANLARINI SAHAYA SÜRECEK Mİ?

Bu hafta sonu pazar günü AK Parti’de mahalle başkanları toplantısı olacağını dün kaleme almıştık. Öte yandan, AK Parti Seçim İşleri Başkanı Ali İhsan Yavuz, pazartesi günü Bursa’ya gelecek demiştik.

Seçime bugün, dünden daha yakın olduğumuz bir gerçek.

Ama iktidar partisi açısından diğer bir gerçek ise elindeki siyasetçi kaynağını nasıl kullanacağı sorusu.

Bu bağlamda unutulan önceki dönem belediye başkanlarını, önceki dönem milletvekillerini, önceki dönem ilçe başkanlarını seçim sathında sahaya sürüp sürmeyeceği merak ediliyor.

Bu noktada AK Parti’ye gönül verenlerin; önceki dönem bakanlarından Faruk Çelik, yine önceki dönem milletvekillerinden, Mehmet Emin Tutan, Hayrettin Çakmak, Zafer Hıdıroğlu, Önder Matlı, Şevket Orhan, Faruk Anbarcıoğlu, A. Mecit Alp, yine önceki dönem il başkanlarından Cemalettin Torun, Nagip Vardar, önceki dönem belediye başkanlarından Recep Altepe, İsmail Hakkı Edebali yine önceki dönem ilçe başkanlarından Ali Yılmaz, Celil Çolak, Hüdayi Yazıcı gibi isimlerin sahada olması gerektiğine inanıyorlar.

Onlara göre bu isimlerin sahada olması AK Parti’de güç olan işleri kolaylar diyor.

Bakalım AK Parti Genel Merkezi tabanın bu sesine kulak verecek mi?

Onu da ileri de göreceğiz.

AK Parti’de seçim startı mı?

AK Parti’de seçim startı mı?

Önceki gün AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından 3600 ek gösterge açıklamalarını duyduk.

Yürürlüğe giriş tarihi de 2023 yılı başı.

Hal böyle olunca ilk akla gelen seçimlerin 2023 yılında gerçekleşeceği.

2022 yılında seçim olmayacağı.

Diğer bir ayrıntı daha var. O da bu hafta sonu AK Parti’de mahalle başkanlarının eğitime alınması…

Ve en önemlisi AK Parti Seçim İşleri Başkanı Ali İhsan Yavuz’un da pazartesi günü Bursa’ya gelmesi.

Seçim erken olur mu olmaz mı?

Onu kestirmek mümkün değil.

Ama iktidar kanadından gördüğümüz AK Parti’nin yarın seçim olacakmış gibi seçimlere hazırlandığı.

BİLİM ŞENLİĞİ, MESLEK LİSELERİ İSTİHDAM BULUŞMASI VE MUSLUKÇU MESELESİ  

Özellikle son zamanlarda dikkat çeken konulardan biri de meslek erbabı olarak nitelendirdiğimiz zanaatkarların daha az ya da hiç yetişmediği.

Hal böyle olursa, yakında musluk tamircisi bulmak zor olacak.

Onun yanında marangoz desen zaten bitti gibi.

Keza oto elektrikçisi ve tamircileri son günlerini yaşıyor.

Hal böyle olunca bir musluk takmaya dünyanın parasını ödemeye hazır olun, dersek abartmış olmayız.

Gerçek olan şu:

Bir musluk tamiri için 500 TL isteyeni, su tesisatı için 25 bin TL isteyeni duyunca şaşırdım kaldım!

Hal böyle olunca, bu sorunun tek cevabı, rekabet kalmamış.

Usta sayısı azalmış.

Var olan ustalar da burnundan kıl aldırmıyor.

Bir tarafta vatandaş işsizim derken, diğer tarafta da bunlar.

O zaman bu mesleklere teşvik lazım.

Bu minvalde;

Bu tür mesleklerin yaşaması için iki önemli etken var.

Öncelikle o etkenlerden ilki okumakta gönlü olmayan öğrencilerin ilköğretimden sonra usta çırak ilişkisi ile bir zanaat öğrenmesi için bir ustanın yanında işe başlaması için teşviklerin arttırılması gerekiyor.

Bu sayede ileride yaşanılacak sorunlar kendiliğinden ortadan kaldırır.

Hem de çıraklık ve mesleki eğitim okulları tekrar işlevsellik kazanır.

İkinci yol ise geçmişte uygulanan lise mezunlarına meslek edindirme kursu.

Eğer meslek lisesinden mezun olmayan gençler üniversite sınavında başarısız olursa hayata küsüyorlar.

Vasıfsız işçi olarak ne olursa yaparız mantığı ile heba oluyorlar.

Bunların da bu tür kurslara yönlendirilmesi ile ülkenin ihtiyacı olan ara eleman ve usta ihtiyacı bu vesile karşılanmış olur.

Özellikle diğer bir ayrıntı da bunlar bu dönem gerçekleşmez ise bir başka dönem gerçekleşmez.

Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer’in çalışmaları fazlasıyla dikkat çekiyor.

Kendisi bu noktada mesleki ve teknik eğitime daha fazla önem veriyor.

Ülkenin bu noktadan kalkınacağına inanıyor.

İşte bu bağlamda Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin organizasyonu olan, 9. Science EXPO fuarı için de bu sene bir ilk olacak.

Bu bağlamda “Meslek Liseleri İstihdam Buluşması” da konusunda bir ilk.

Fuar cuma günü açılacak.

Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer, bu cuma günü bu etkinliğe gelerek bir anlamda bakanlığın vermiş olduğu destekleri anlatacak.

Bu açıdan oldukça önemli.

Yaklaşık olarak 20’ye yakın sanayi bölgesi olan Bursa’da son zamanlarda fabrikalar eleman bulmakta zorlanıyor.

Bu vesile ile fabrikaların beklentilerini de dinlemiş olacak Özer.

Umarım Özer’in cuma günü Bursa ziyaretinde bu sorunlara çözüm bulacak icraatlara vesile olacak açıklamalar duyarız.

Yoksa bu gidişle ne musluk yaptırabiliriz, ne elektrik tesisatı…

BESAŞ’TA VE JEOTERMAL AŞ’DE GÖREV DEĞİŞİMİ    

Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin en önemli iştiraklerinden biri olan BESAŞ’ta bir görev değişimi yaşandı.

BESAŞ Genel Müdür Yardımcısı İhsan Işık,  Jeotermal AŞ’ye genel müdür olarak atanırken, yerine BESAŞ AŞ’de Mali İşler Müdürü olarak görev yapan Eyüp Dündar müdür yardımcısı olarak atandı.

Bizler her iki isme yeni görevlerinde başarılar diliyoruz.

 

 

Uçan Doblo ve Bursa’nın kaderi

Uçan Doblo ve Bursa’nın kaderi

“Otomobil uçar gider.”

Bir zamanların efsanesi Lüküs Hayat operetinden kulağıma takılmış bu sözler.

2022 Türkiye’sinde tam anlamıyla bir uçuş var otomotivde!

Ama uçan ne yazık ki satış rakamları değil.

Bir yanda uçan fiyatların otomotiv pazarına vurduğu darbe var. Diğer yanda fiziken uçan giden yerli üretim modeller var!

Yani kaygılanacak görüntüler uçuşuyor gözlerimizin önünde.

Kendi segmentinde bir efsane olan Bursalı Doblo’nun kentimizi terk edip İspanya’ya doğru uçacak olması; üzerinde ciddi ciddi düşünülmesi gereken bir mesele.

Çünkü hem ana hem de yan sanayi açısından iyi bir haber değil.

Arkasında sürüklediği yan sanayi ile birlikte ana sanayi üreticileri sektörün belkemiği konumunda! Omurgada eksilen parçalarsa sektörün dengesini bozacak etki potansiyeli barındırıyor.

Tofaş, Doblo’nun yerini nasıl dolduracak?

Kritik soru bu.

Yanıtsa Tofaş’tan gelen biri kısa biri çok uzun bir cümleden oluşan iki cümlelik bir açıklama metniyle karşımıza çıktı!

“Fiat (Stellantis Grubu) tarafından, 6 Haziran 2022 tarihli basın açıklaması ile yeni Fiat Doblo modelinin, Stellantis’in İspanya’daki Vigo fabrikasında üretileceği kamuoyuyla paylaşılmıştır.

Diğer taraftan, 23.10.2020 tarihli şirketimiz özel durum açıklamasında 2022 yılı sonuna kadar Tofaş fabrikasında devam edeceği açıklanan mevcut Fiat Doblo modelinin üretiminin ihracat pazarlarından gelen talep doğrultusunda Türkiye, Kuzey Amerika, Kanada, Orta Doğu ve Afrika için 2023 yıl sonuna kadar uzatılması dahil, Tofaş fabrikasında üretilecek yeni ürünler konusundaki çalışmalar ve değerlendirmeler devam etmekte olup, kesinleşen önemli bilgiler kamuoyu ile paylaşılacaktır.” dedi Tofaş yönetimi.

Aşırı diplomatik bir dille Doblo’nun nasıl elden uçup gittiği gizlenilmeye çalışılmış!

‘Yeni ürünler’ ifadesinin yer aldığı bölümse gelecek adına bir umut pompalama gayreti gibi görünüyor.

Kısa sürede ‘yeni ürün’ meselesi net bir yanıt bulamazsa iç pazar ve ihracat adına kayıp oluşması kaçınılmaz olacaktır. Keza artçıl yansımaları olarak da istihdam kaybının acılarını tadıyor olacak Bursa!

Neyse ki TOGG yakında sahaya çıkacak. Ve bir telafi imkanı sunacak. Ancak, TOGG’un ürün yelpaze çok farklı teknoloji ve segmentleri karşımıza çıkaracağı için Doblo’nun boşluğunu tam anlamıyla doldurması pek mümkün görünmüyor!

Piyasadaki genel manzara ve küresel koşullar otomotivde risklerin bitmediğini söylüyor bizlere.

Maliyet artışı doludizgin. Alım gücü ters yönlü. İç piyasada en ucuz birinci el 400 bin lira civarı! Yarısını kredi ile alsanız 4 yıl vade ile ayda 7 bin TL üzeri taksit ödemesiyle karşılaşırsınız.

Vergisi, benzini, sigortası derken aydan en az 11 bin lira lazım bir araca.

Oysa vatandaş karnını zor doyuruyor artık.

Yani otomotivde cazip bir pazar olmaktan uzaklaşıyoruz. Ve neredeyse tamamı yabancıların kontrolünde olan otomotiv yatırımlarını kaybetme riski de özellikle yeni teknolojiler devreye girdikçe daha da artmakta!

Sözün özü; üzerinde çok kafa yormamız gereken bir sürecin içindeyiz.

Hayvancılık bitik, tarım can çekişiyor!

Hayvancılık bitik, tarım can çekişiyor!

Ülke olarak bir ekonomik kriz yaşıyoruz, bununla birlikte tüm dünyayı etkileyen, ancak bizi çok daha derinden yaralayan bir gıda krizi de yaşıyoruz. Belki de bu nedenle yaşanan kriz bizde hava sıcaklıklarında olduğu gibi, görünen ve hissedilecek olan biçiminde ikiye ayırılıp değerlendirilmeli.

Yumurtanın, sütün, ekmeğin fiyat artışı üzerinden yaptığımız değerlendirmeler hep daha fazla canımızı acıtıyor. Çünkü bu gıdalara ulaşamama konusunda yaşadığımız sıkıntılar bize, en çok da çocuklarımıza sağlık sorunu olarak geri dönüyor.

7 Haziran Dünya Gıda Güvenliği Gününde tam da bu meselelerin üzerinde önemli sözler söyleyecek iki insanı dinledim.

İlk olarak Bursa Sanayicileri ve İş insanları Derneği’nin marka etkinliği olan Çekirge Toplantısı’nda Dünya Gazetesi Tarım Yazarı Ali Ekber Yıldırım değerlendirdi bu konuyu.

Yazılarımda referans aldığım, tarım konusunu araştırırken kıymetli bir kaynak olarak değerlendirdiğim Yıldırım, her ayrıntıyı bir tarafa bırakırsak üretimin önemine dikkat çekti.

1980’li yıllardan beri tüketime özendirilen, ancak üretim yönü çalıştırılmayan bir makine gibiyiz. Son 20 yılda bu durumun daha da belirgin hale geldiğini, ‘üretmek istiyorum’ diyen kesimlerin de bir biçimde egale edildiğini söylemekte yarar var.

Hal böyle olunca Dünya Gazetesi Yazarı Ali Ekber Yıldırım’ın;

Zengin toprakların fakir insanı olmayı hak etmiyoruz. Potansiyelimiz var, ama değerlendiremiyoruz. Üretim seferberliğine ihtiyacımız var. Havza bazında üretim planlamasına ihtiyaç var. 2005 yılında TARBİL diye bir proje gerçekleştirdi bakanlık. Dünyaya örnek olacak nitelikteydi. Ancak rafa kalktı.” sözleri çok kıymetliydi.

Tarım Bakanı Mehdi Eker zamanında gündeme gelen, üzerinde detaylı planlamalar yapılan, Türkiye’yi 30 havzaya bölen ve her havzada yetiştirilecek ürünler üzerinde projeler hazırlanan ‘Havza Bazlı Tarım’ konusu bu hafta ‘Ortak Akıl’da konuk ettiğim Gıda Bilinçlendirme Platformu Kurucusu Prof. Dr. Mustafa Tayar tarafından da ülkemizdeki sağlıklı ve yeterli gıdaya ulaşabilmenin formülü olarak sunuldu.

Oysa bugün ne yaşıyoruz?

Tarım ve Orman Bakanı Vahit Kirişçi, 3 milyon hektar kayıtlı arazinin ekilmediğini söyledi. Bu kadar boş arazi dururken, ürün ithal etmemiz kabul edilebilir değil. Savunma sanayi kadar önemli deriz tarım için, ama o oranda desteklenmez. Bugün buğday bir silah olarak kullanılıyor. Paranız olsa da alamıyorsunuz. Üretimle ilgili dünyada büyük bir düşüş yok. Ama Çin çok büyük bir stok yaptı. Üretici ülkeler satmıyor. 287 milyon ton stok var ve bunun yarısı Çin’de!” diyerek özetledi Ali Ekber Yıldırım yaşadıklarımızı.

Görüldüğü ve bilindiği gibi şu anda yapılan uygulamalar arasında üretimden daha ziyade ithalat gündemde. ‘Paramız var ki, alıyoruz!’ diyen Tarım Bakanı gördü bu ülke.

Şimdi paramız olsa da alamıyoruz noktasında sallanıyoruz hep birlikte.

Ali Ekber Yıldırım’a göre önümüzdeki yıl da buğday üretiminde bir sıkıntı yaşayacağız.

Burada program konuğum Prof. Dr. Mustafa Tayar’ın ‘kendi kendine yeten 7 ülkeden biriyiz’ sözünün içini nasıl doldurduğunu vurgulamakta yarar var.

İkinci Dünya Savaşı sırasında ülkemizde üretilen buğday miktarına bakılmış ve kişi başı tüketilen ekmek miktarı hesaplanmış. O dönemde ürettiğimiz buğday vatandaşın ekmek tüketimine yetiyormuş. ‘Kendi kendine yeten 7 ülkeden biri olmak’ sözü buradan geliyor. Aslında normal koşullarda halen bu düzeyde bir üretimimiz mevcut” diyor Tayar.

Koşullar normal değil, küresel ısınma mevcut, Ali Ekber Yıldırım’ın araştırmalarına göre yıllık 20 milyon ton olması gereken buğday üretimiz 17 milyon tona doğru geriliyor.

Dinlediğim iki ismin de hayvancılık konusundaki fikirleri ayrıca kıymetli. Hayvancılık yoksa hayvansal ürünler ya çok pahalı ya da parası olana da yok!

2010’da et olarak ne bulursak ithal ettik. İthalatın çözüm olmadığı ortaya çıktı. Süt inekleri kesildi. Süt fiyatları da belirleniyor, fakat fiyatı arttırılmıyor. Süt ineği olanlar hayvanlarını elinden çıkarmak istiyor. Büyük işletmeciler, bu maliyetler ile devam edemediğini beyan edip çekildi. Hayvancılıkta sıkıntılı bir dönem yine bizi bekliyor!” diyor Dünya Gazetesi Tarım Yazarı Ali Ekber Yıldırım.

Konuğum Prof. Dr. Mustafa Tayar ise kısaca; “Hayvancılıkla ilgili bir sorunumuz yok, çünkü artık ülkemizde hayvancılık yok. Olmayan şeyin sorunu olur mu?” diyerek özetledi hazin tabloyu.

Bu noktada şunu da belirtmek lazım. Bir takım yeniden hesaplamalarla daha önceki yıllarda yapılan bütün hesapları bir gecede silen ve ülkenin et üretimini neredeyse iki katına çıkaran TÜİK rakamlarını tabağımıza koyup yiyemiyoruz.

Her iki kıymetli ismin çözüm önerisi ise ortak. Bursa’da tüm paydaşların, akademik odaların ve üniversitelerin bir araya gelerek bir ‘Tarım Acil Eylem Planı’ hazırlamaları ve bu planın sağından solundan delik deşik edilen planlara benzemeden yürütülmesi sayesinde tarım, turizm ve sanayinin kardeş kardeş geçinmeyi başarabilmesi.

Olur mu? Keşke…

Enflasyonu düşürebilirlermiş, ama tercih etmemişler!

Enflasyonu düşürebilirlermiş, ama tercih etmemişler!

Hep söylüyorum, ‘ekonomiden çok da anlamam!’ Yine de zaman zaman ekonomik durumumuzla ilgili yazılar yazıyorum, çünkü öyle bir noktaya geldik ki; hepimiz çakma da olsa birer ekonomist olduk.

Evin alışveriş yükünü çeken kadınlar birer iktisatçı gibi fayda fiyat hesabı yapıp market market dolaşarak ürün alırken, genelde finans konusunda daha mahir olmaları beklenen erkekler de tam bir broker edasıyla parayı nasıl değerlendirip ayın başından sonuna kadar aynı alım ölçeğinde tutabileceğinin hesaplarını yapıyor artık.

Elbette bu noktada devletin ekonomiyi yoluna koymak için neler yaptığı da önemli. Ne diyor gözlerinden ışıltılar yayılan Hazine ve Maliye Bakanımız Nurettin Nebati;

Biz dar gelirli vatandaşlarımıza yönelik gelirlerini arttırıcı düzenlemeler yapıyoruz. Böylece onları enflasyonun karşısında korumaya çalışıyoruz.” diyor.

Nedir efendim bu gelirlerini arttırıcı düzenlemeler?

Hemen yanıt vereyim; ‘sosyal yardımlar

Sosyal yardımlar sayesinde geçinmeye çalışan pek çok vatandaş hem hükümete minnet duyuyor, hem de hükümetin değişmesi söz konusu olursa yardımların kesileceği endişesiyle bir bağlılık geliştiriyor.

Yani kimse, ‘emeklilik maaşı bağlama oranlarını kuşa çevirdik’ demiyor, ‘sosyal yardım olarak emekli maaşlarının belli bir noktada tutmak için emeklimize destek oluyoruz’ deniyor. Adeta bir lütuf sunuluyor!

Lütuflarla ancak ayakta durduğunu düşünen vatandaş kaderine razı olurken yakın bir zamanda yine ağzından inciler dökülen Hazine ve Maliye Bakanı Nurettin Nebati açıklıyor esas durumu;

Bu sistemden dar gelirliler hariç üretici firmalar, ihracatçılar kâr ediyorlar. Çarklar dönüyor!”

Çarklar dönüyor da bize dönüyor sanki! Dar gelirlinin çarkların arasında ezildiğinden hiç bahsedilmiyor konuşmada.

Dar gelirliye ‘sosyal yardım’ veriliyor ya, o yeter!

Dövizi düşürmek için yüksek faiz artışı yapabilirdik. Ama o zaman üretim bundan olumsuz etkilenirdi. Biz bir yol ayrımına gittik. Enflasyonla birlikte büyümeyi tercih ettik. Yoksa enflasyonu düşürmek için çok sert tedbirler alabilirdik. Yüksek faiz artışı yapardık. O zaman üretim dururdu. Kur korumalı TL’ye geçerek bir yandan doları frenledik. Diğer yandan üretimi ve büyümeyi tercih ettik!”

Aaaa… Ne de güzel olmuş.

Böylece biz bir hafta 10 yumurta alabiliyorken, ertesi hafta neden 7 yumurta aldığımızı anlamış olduk. Aslında düşürebileceğiniz enflasyonu, tercih ederek düşürmediğiniz içinmiş meğer! Sonraki hafta aldığımız yumurta sayısı 5’e düşünce sosyal yardım verip 6 yumurta almamızı sağlıyorsunuz, biz de minnet duyuyoruz size. İyi güzel de 4 yumurta hala yok ortada, ama biz size minnettarız.

Bence süper sistem de, kim için süper, orası mühim!

İşin bu kısmını CHP Grup Başkanvekili Engin Özkoç, sosyal medya paylaşımıyla özetlemiş;

Yani zengini daha zengin yapmak için fakiri enflasyona ezdiriyoruz diyor. Erdoğan politikaları, zenginin faizini, fakire açlıkla ödetiyor!”

HDP Diyarbakır Milletvekili Garo Paylan da;

Bakan Nebati utanmadan, çarkların dar gelirliler hariç yalnızca patronlar için döndüğünü itiraf etmiş. Yazıklar olsun!” diye yazmış sosyal medyasında.

Ne acı bir tablo, emeğinin karşılığı ile geçinmek zorunda olanlar için!

Doğrusu kendi adıma ben artık kimseye minnettar olmak istemiyorum. Emeğimle kazandığım parayla insan gibi yaşamanın hakkım olduğunu düşünüyorum. Herkesin de artık böyle düşünerek hareket etmesinin vakti geldiğine inanıyorum.

Bitcoin mi, dolar mı yoksa altın mı?

Bitcoin mi, dolar mı yoksa altın mı?

Paranın pul olduğu zamanlardayız.

Gündelik zam fırtınaları cebimizdekini roket hızıyla eritiyor. Sohbetlerin ana malzemesi bir türlü hızına yetişemediğimiz zamlara dönük oluyor artık!

Kiminle konuşsam yaşadığı zam şoklarını örneklendirmeden lafa girmiyor. Daha dün el kadar bir parça peynire 80 TL’yi içi yana yana nasıl verdiğini anlatıyordu berberim.

Netice ise ilk çeyrek büyüme rakamlarına da yansıdığı üzere milletin deli gibi tüketime yönelmesi. Eline geçen paranın erimesine olanak vermemek üzere çılgınca bir harcama hastalığına yakalandığınıı söylüyor rakamlar! Ve kesinlikle saha gözlemlerim ve analiz sohbetlerim bu çılgınlığın kısa sürede sonlanacağına dair işaret vermiyor.

Nedeni basit!

Enflasyonun durulmayacağı yani zam furyasının geçici olmadığına dair çok keskin bir kanaat oluştu toplumda.

Ancak, öne çıkan çözüm; paradoksal olarak enflasyonu daha da tırmandıran bir görünüm veriyor. Talep artışı fiyatların yukarı daha kolay çıkması için fırsat yaratıyor. Zaten yoğun bir maliyet baskısı mevcut.

Yani neticede her şey daha da pahalı olacak diye vatandaşın alışverişe koşması kendi ayağına kurşun sıkma anlamına geliyor!

Ama paniğe kapılmamak da mevcut atmosferde kolay değil. Öyle ki; vatandaş ihtiyacı olmayanı bile alma derdine düştü son aylarda.

Oysa ki; enflasyona karşı teknik olarak korunmak üzere mantıklı yolu uygun yatırım araçları ile zorunlu harcamalar dışındaki paranın değerlendirilmesidir.

Peki hangi yatırım aracı?

Bu soru kafaları yakmakta. Çünkü enflasyonun hızına yetişecek güçte bir yatırım aracı da elde yok gibi. Dolar bile enflasyon canavarına yaklaşmaya korkuyor!

Kriptoların keyifli zamanlarında olsaydık bir ihtimal. Ama orası da ayrı bir risk cehennemine döndü.

Piyasa hayli oynak. Bunun birçok nedeni var. Ama blockchain teknolojisi vazgeçilmez bir süreç. Yani sallansa da yuvarlansa da Bitcoin ve benzerlerinin hiç olmazsa bir bölümü ciddi bir yatırım aracı haline gelecektir!

Ancak, daha zamanı var. Cesursanız ve sabırlıysanız dikkatli bir seçimle kriptoda gelecek arayabilirsiniz.

Kısa vadeli bir öngörü isterseniz…

Pazartesi yüzde 5 civarı prim yapan Bitcoin 31 bin doların üzerinde attı kendini. Ama patinaj alanına da gelmiş durumda. Yükselişin devamı için önce 31 bin 800 dolar direnci ardından da 32 bin 400 dolar direncinin aşılması şart.

Bu kolay olmayacaktır. Ancak bu dirençlerin aşılması halinde 34 – 35 bin dolar bandına doğru hamle gelebilir! Yine de oynaklığa dikkat diyoruz.

Olası geri çekilmelerde 29 bin 300 dolarlık destek önem kazanacaktır. Sonrası ise 27 bine doğru hareket olarak karşımıza çıkar.

Daha sağlam enstrüman arayanlar için Borsa İstanbul’da hala ciddi fırsatlar olduğunun altını çizmekte fayda var. Ancak hisse işlemleri için profesyonel danışmanlık alarak sepetlerini oluşturmak şart!

Gelelim vatandaşın en sevdiklerine…

Doların çıkış trendi enflasyona endeksli bir tahvil ya da bono çıkarılmadığı sürece gündemde kalacaktır. Küresel bazda doların yükseliş eğilimi zaten var. Petrol yükseldikçe enflasyon ve cari açık baskısı nedeniyle kurlar daha da yukarı itilme havasına girmekte!

İçeride ise ‘faizi daha da düşüreceğiz’ tarzı açıklamalar geldikçe kur da başını yukarı çevirmekte.

Teknik olarak dolar 16,60 TL ile 20 Aralık sonrası en yüksek seviyesini görmüş durumda. Neticede müdahale gelmemesi durumunda doların yolu 17,15 liraya doğru açılmış vaziyette! Daha yukarısına izin verilir mi? Bu sorunun yanıtı seçim beklentilerinde gizli gibi.

Kısa bir de altın analizi… Gram fiyatın bin lira üzerini görmesi hayli olanaklı hale gelmiş durumda. Tarihi zirve olan bin 60 TL’ye kısa vadede çıkması zor olsa da! Olanaksız değil.

Geri çekilme opsiyonunda ise 965 – 975 TL bandı kısa vadede takip edilmeli.

O millet, bu millet!

O millet, bu millet!

– Kaçakçı veteriner: Hadi o zaman, alın şu demiri de gidelim korrrrramiral.

+ Korrrrramiral: Alıcam almasına, zaten içimden garip bir ses epeydir al demiri git diyor, yalnız elimi demire götürmeyen, yüreğimi burkan bir şey var, yazık değil mi lan bu millete?

– Kaçakçı veteriner: Hayır! Başımıza bu adamları seçip seçip getiren işte bu millet!?

+ Korrrrramiral: Eveeeğt!… “Biz hep sanki bu millet başka bir milletmiş gibi düşünüyoruz”, asıl salaklığımız orda zaten…

Evet ulan işte bu mileeeğt… o millet!


1994 yılında sahneye konan ‘Seyircili Seyir Defteri’ oyunu bu cümlelerle nihayet buluyor.

Senelerdir dilimizde tüy bitiren, mecalsiz bırakan bir eleştiriyi çok sade ve yormadan bu şekilde yapıyor Ferhan Şensoy.

Yaşadığı ülkede gördüğü çarpıklıklardan bunalan ve kaçmanın yolunu arayan bir ‘Korrrrramiral’in tayfası ile yaşadığı maceraların bir bölümünü sahneye taşıyan Seyircili Seyir Defteri, 1.Çiller Hükümeti’nin iktidarı döneminde, 5 Nisan Kararları’nın görüldüğü, terör operasyonlarının arttığı, ‘işini bilen memurların’ yükselişini sürdürdüğü bir zaman diliminde buluştu izleyicisiyle.

Oyunun sonunda ‘Korrrrramiral’in büyük gırnatacı Selim Sesler’in nefesinin üstüne “Rüşvetli, pet şişeli, nükleer bombalı, hem kardeş kavgalı, terbiyesiz kültürsüz saygısız, denizinde sebzeler yüzen, kenefleri denize akan dünyanız varsın sizin olsun” demesinin üzerinden takribi 28 sene geçti.

Biz geride kalan bu 28 sene zarfında ülke olarak;

Ekonomik krizlerle boğuşmaya, terörle mücadele etmeye, doğayı katletmeye, çevreyi kirletmeye, dejenere olan yaşantılarımıza çeki düzen vermeden geçmişe özlem duymaya, dürüstlüğü görmezden gelmeye devam ettik.

Yeri geldi hakaret işittik, yeri geldi biber gazı ile teşrik-i mesai yaptık, yeri geldi üzüldük yeri geldi TV başında sandık sonuçlarını merakla bekledik, beklediğimiz çıkmayınca da ‘Stockholm Sendromu’ teşhisini koyup döndük kaidemizi uyuduk.

Memlekette bu ara biraz daha geçer akçe olan muhalefet türküsü daha fazla söyleniyor ama geçmişe dair kimse nedamet getirmiyor. Herkes topu başkasına atma derdinde.

Tıpkı Züğürt Ağa filmindeki gibi köyde ağaya çıkan tek oyu sahiplenen maraba kesimine ağanın “Peki benim oyum nereye gitti” diye sorması gibi sokakta iktidara oy veren ekip azınlıkta ama iktidar 20 senedir iktidarda.

Peki, kim kullandı bu oyları?

Kim gidiyor arkadaş bu sandığın başına? Kim ediyor bu kavgaları?

Sokak röportajlarında kim dayılanıyor mesela?

Tanıdık geldi mi?

Taa 28 sene önce Ferhan Şensoy demiş işte “Biz hep sanki bu millet başka bir milletmiş gibi düşünüyoruz”, asıl salaklığımız orda zaten… evet ulan işte bu millet… o millet” diye.

Sandıkta iktidara oy veren de sosyal medya paylaşımında ‘Aziz Nesin’ iması yapan da, yüzde 50 vurgusu yapan da, dış minnaklarla kafayı bozan da, Gezi’de direneni de, ‘düzen bozulmasın’ isteyeni de…

Evet bu millet, o millet.

En uzak senaryoya göre seneye sandık saklandığı yerden çıkacak. Peki sandığın içinden ne çıkacak?

Kocaman bir muamma…

Peki sandığın başına kim gidecek?

Onu da siz söyleyin artık…

Şehir ve insan

Şehir ve insan

Bursa’nın geçmişi hakkında yazılmış olan metinler ünlü tarihçi Herodot’a kadar uzanıyor.

Bursa’nın antik çağına, Osmanlı dönemine ve Cumhuriyet dönemine dair muhteşem öyküleri var. Bu öykülerden anlıyoruz ki Bursa, kendi yüzyılını her dönem etkilemiş bir kent.

Dolayısıyla geçen bu yüzyıllardan, hatta bin yıllardan süzülen kimliği ile görkemli bir mirasa sahip Bursa.

Yana yakıla bugünlere ulaşmış olsa da hoyratça davranılmış olsa da görkemi bugünlere taşınmış bir miras.

İşte bu mirası zenginleştirerek gelecek kuşaklara bırakma çabasındaki ‘Bu şehrin insanları’ geçtiğimiz pazar günü önemli bir etkinliğe imza attılar.

Peki kimdir ‘bu şehrin insanları’?

Bir şehrin bir yerlerinde, kendinden, çocukluğundan, gençliğinden, varlığından bir şeyler bulan herkes o şehrin insanıdır.

Çünkü bir coğrafyayı şehir yapan, caddeler, binalar, hanlar hamamlar değildir…

O şehrin varlık sebebi o şehirde yaşayanların aidiyet duygularıdır.

O şehir sana aittir. Sen o şehre aitsindir.

Aristoteles, “Bir şehir farklı tür insanlardan oluşur; benzer insanlar bir şehir meydana getiremezler” demiş.

İşte bu farklı insan ve şehir ilişkisi, o şehri geleceğe taşıyan en önemli güçtür.

Bursa’mızın tarihi de buna tanıktır.

Bugün size, Bursa’nın UNESCO değerlerini yakın gelecekte tüm Bursa’nın kucaklayıp bütün dünyaya tekrar tekrar hatırlatıp kabul ettirmesi konusunda heyecanlı bir topluluktan söz edeceğim size: Bursa UNESCO Derneği.

Bursa UNESCO Derneği geçtiğimiz pazar günü İznik’in UNESCO Dünya Mirası listesine alınması için farkındalık oluşturmak amacı ile “UNESCO Yolunda İznik” temalı bir İznik turu düzenledi. Bursa UNESCO Derneği’nin öncülüğünde gerçekleşen etkinliğe Bursa Motosiklet Kulübü Derneği katıldı.İznik Belediyesi  de destek oldu.

Bursa’dan hareket eden gruba 1 otobüs ve 1 minibüs katılımcının yanı sıra, 70 katılımcı da motosikletleri ile eşlik ettiler.

Bursa UNESCO Derneği Başkanı İlker Özaslan, derneğin bu etkinliği ile yarattığı heyecandan memnun. Bursa UNESCO Derneği’nin Doğa Çevre Komisyonu Başkanı Ender Karaelli aynı zamanda Bursa Motosiklet Kulübü Derneği yöneticilerinden ve bu etkinliğin renkli görüntülerinin mimarı motosiklet grubunu harekete geçiren isim…

İşte bu şehrin insanları!

Onlar ve isimlerini burada sayamadığım diğer tüm katılımcılar… Bu şehrin geçmiş mirasını gelecekle taçlandıracak amaçların heyecanını herkesle paylaşma hazırlar.

Sizler de hazır mısınız?

Bursa UNESCO Derneği’ni daha çok konuşacağız…

Tanır’dan Soğuksu’da gönülleri rahatlatan çevre mesajı

Tanır’dan Soğuksu’da gönülleri rahatlatan çevre mesajı

Son yıllarda en çok dikkat çekilen konulardan biri de çevre…

Özellikle çevre noktasında benim aklıma ilk gelen, çevre bizim geçmişten aldığımız emanet, geleceğe aktarmak zorunda olduğumuz bir realite.

Emaneti almasına almışız, amma velakin geleceğe aktarma adına üstümüze düşeni yapmış mıyız?

İşte orası soru işareti.

Her gün hoyratça kullanılan çevre.

Sanayiye, kaçak yapılaşmaya karşı talan edilen doğa.

Bunun yanı sıra her geçen gün artan müsilaj sorunu.

Dağları, ovaları hallettik, şimdi sıra denizde misali.

Nasıl mı çevreci oluruz?

Basit… İnsana, doğaya, hayvanlara karşı gerektiği gibi davrandın mı çevreci oldun demektir.

Misal;

Çöpü yere atmayacaksın.

Yerlere tükürmeyeceksin.

Sanayici isen, atıksu tesisi kullanacaksın.

Filtren olacak.

Kaçak yapı yapmayacaksın.

Bu örnekleri çoğaltmak mümkün…

Öte yandan;

Bu konuda kentimizde en çok istismar edilen ilçelerden biri de Kestel. Önder Tanır’ın belediye başkanı olduğu ilçede özellikle son zamanlarda yeşili yok etme adına kaçak yapılardaki artış dikkatlerden kaçmıyor.

Buna karşın Tanır da mücadelesine devam ediyor.

Bu mücadele esnasında kimi zaman tacize uğruyor, kimi zaman tehdit ediliyor, kimi zaman birileri aklı sırasınca aba altından sopa göstermeye çalışıyorlar.

Bu noktada Tanır yılmıyor

Yılmadığını da gerçekleştirdiği etkinlik ve basın açıklaması ile 5 Haziran Çevre Günü münasebeti ile gösterdi.

Önce ilçesindeki çevrecilerle kahvaltıda buluştu.

Ardından Soğuksu Mahallesinde çöp topladı, sonrasında ise net mesaj verdi.

Biz çevreciyiz dedi, çevremizi korumaya kararlıyız, kaçak yapı ile mücadelemiz sona ermedi, daha da artacak, mesajı bu günde oldukça anlamlıydı.

Mesaj verilen yerin Soğuksu olması da ayrı bir detaydı. Birileri buralara da göz dikti.

Belki sanayi bölgesi yapmak için iç geçiriyor.

Ama mesajın verilen kısmı net:

“Biz yeşilimizi de Soğuksu’yu da koruyacağız.”

Bu arada merak edenler için yazalım yıkımlar son sürat devam edecekmiş.

Tanır, ardından bir de müjde verdi Kozluören Mahallesi’nde 250 metrekarelik 70 adet hobi bahçesi ile ilgili çalışmalar başlamış.

Bunların yakın bir tarihte halkın kullanımına sunulması planlanıyor.

Bu da önemli bir gelişme.

Velhasıl çevreye duyarlılık sadece lafla değil, icraatlarla olur.

Bu icraatların yerel ve genel idareciler tarafından tüm ülkede öncelik olması temennimiz.

Özel bir gün

Özel bir gün

Özel günler sosyal vicdanlarımızın arınma günleri bir nevi.

– Dünya su günü var mesela. Su (!)

– Dünya Çocuk Günü var (1 Ekim), Çocuk Hakları Günü, ayrıca var (20 Kasım).

– Hayvanları Koruma Günü!

– Kadınlar Günü var.

– Sağlık Günü var.

Bu listeyi uzatmak mümkün.

Uygarlık, teknoloji ve insanın doğaya üstünlüğü demek değil.

Bu alanlarda ulaşılan seviyelere rağmen, insanlık bir sosyal bilinç, bir ortak akıl yaratamadı.

Hâlâ devletlerin ya da uluslararası kuruluşların ajandaları; çocuklar için, hava için, su için iklimler için ilan edilmiş özel günlerin parlak söylev ve törenlerine muhtaç bir yoksunluk içinde.

Bunun neresi uygarlık?

Kadınlar, çocuklar, sağlığımız, çevre, sularımız, hava, iklim her şey korunmaya muhtaç.

En çok da devletlerden ve birbirimizden korunmaya muhtaç.

Dünyanın mevcut ekopolitik sistemi her şeyi tüketiyor. Bu tükenişi saklamak yer yer azalmak için daha çok özel güne, daha yüksek sese ihtiyaç duyuluyor.

Sosyal vicdanımızı rahatlatmaktan öteye geçmeyen bu günlerden biri kapımızda.

5 Haziran Dünya Çevre Günü.

1972 yılında İsveç’in Stokholm kentinde yapılan Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı’nda alınan bir kararla 5 Haziran günü Dünya Çevre Günü olarak ilan edilmiş.

O günden bu günlere çevrenin başına gelmeyen kalmadı.

Bende vicdan rahatlatma için ilan edilmesi gereken yeni günler önereceğim bugün.

İZNİK GÖLÜ İLE DAYANIŞMA GÜNÜ

Gölün canlı çeşitliliği önemli oranda azalmış durumda. Suları çekiliyor. Azalan suya bir yandan gölü besleyen dereler üzerine kurulan (HES) barajlar ve gölden sanayi amaçlı insafsızca çekilen sular neden oluyor. Çevre dağlarda tarımsal amaçlı ilaçlamada kullanılan ve yağmur suları ile göle karışan evsel ve kimyasal atıkların yok edici etkileri yıllara yayılarak devam ediyor.

ULUABAT BATAKLIĞI TANITIM GÜNÜ

Gerek plankton ve dip canlıları, gerekse sucul bitkileri, balık ve kuş popülasyonları açısından Türkiye’nin en zengin göllerinden birisi (idi).

Ramsar sulak alanları koruması kapsamında olmasına rağmen Uluabat Gölü giderek ölüyor. Yüzlerce çeşit kuşun göç yolu üzerinde olan gölün derinliği yine sanayi kuruşluları tarafından çekilen suları nedeniyle giderek sığlaşıyor. En derin yeri 1,5 metre civarında.

Uzmanlar en fazla 10 yıl ömrü kaldığından söz ediyor bu gölün. Bölge bir bataklığa dönüşmek üzere.

MARMARA DENİZİNİ ANMA VE MÜSİLAJI LANETLEME HAFTASI

Marmara Denizi dünyanın en özel iç denizlerinden biri.

11,500 km2 yüzölçümüne sahip ve en derin yeri bin 270 metre olan denizin yüzeyi Karadeniz kökenli, dibi ise Ege-Akdeniz kökenli tuz, sıcaklık ve oksijen oranı bakımından farklı su kütlelerinden oluştuğundan deniz canlılığı bakımından çok zengin olan bir iç deniz (idi).

İstanbul ve Çanakkale Boğazı ile balık sürülerinin göç yolu da olan Marmara denizine belediyeler yıllardır fosseptik çukuru muamelesi yapıyor.

Öte yandan denize dökülen dereler, sanayi ve kentsel atıkları yıllardır denize taşıdı. Deniz suyunu ısıttı, kirletti.

Çevresindeki olağanüstü nüfus yoğunluğu artmaya devam ediyor.

Deniz tabanı evsel ve endüstriyel atıktan bir hurdalığa dönmüş durumda.

Bitkisel hayatta ve kendini onarma konusunda bir şans tanınması yönünde kararlı girişimleri bekliyor.

Yaşasın Dünya Çevre günü!

Turizm mevsimi açılıyor, fazla gecikmeden önlem alınmalı!

Turizm mevsimi açılıyor, fazla gecikmeden önlem alınmalı!

Turizm mevsimi açılıyor, fazla gecikmeden önlem alınmalı!

Özellikle yakın bir tarihte Yenişehir-Umman seferlerinin başlayacak olması bizleri umutlandırdı. Uzun süredir gelmeyen yabancı turistleri tekrar görmüş olacağız.

Malum, yaklaşık iki senedir pandemiden dolayı kentimize ne yerli ne de yabancı turist geliyor, desek abartmış olmayız.

Muhtemelen Arap ülkelerinden okulların kapanacağı 17 Haziran tarihinden sonra kentimizde bir yoğunluk olacak.

İşte bu noktada kent olarak önlemler almak gerekir.

Eğer gelen turistlere, tecrübesiz ya da bazı kendini bilmez insanlar eşlik edecekse birçok turistin aklında Bursa olumlu şekilde kalmayabilir.

Bunu neden mi yazdım?

Birkaç esnafın şikâyeti sonrası, önceki dönem MHP’den Mudanya’da Belediye Meclis Üyeliği yapan, aynı zamanda Yeşil’de esnaf olan Fatih Şenöz’ü dükkânında ziyaret ettim.

Konu hakkında kendisinin bilgisine başvurdum.

Şenöz, ilginç bilgiler paylaştı.

Bursa’nın tarihi ve turistik olarak gezilecek mekânlarının başında Yeşil ve çevresi yer alıyor.

İşte bu konuda Şenöz’ün iddiası var. İşte o iddia:

Bursa’ya gelen turist araçları maalesef rehberler tarafından kent içinde gezdirilmiyor. Bursa’ya gelen turistlerin Bursa esnafına faydası yok, gelen turistler de komisyon alan firmalar tarafından komisyon sistemli geçiş yaparak, turistlerin Bursa’da serbest dolaşımına müsaade edilmiyor. Otobüsler sürü şekilde turisti belli dükkânlara getiriyorlar, çıkışta da İstanbul ya da başka şehirlere gönderiliyor. Bu konuda bakanlığın ve belediyenin önlem alması ve denetim yapması şart.”

Şenöz, turistlerin girdiği yerlerde fiyat denetimi yapılması gerektiğini düşünüyor.

Sadece fiyat denetimi değil belge denetimi de yapılması şart.

Gerçekten de öyle değil mi, turistler otobüsle Bursa’dan geçerken sadece el sallıyor.

Ne Kapalıçarşı’ya ne lokantalara giriyor ne de otellerimizde yatıyor.

Bir de alışveriş yapılan yerlerde fiş veriliyor mu, fiş verilmiyor mu onlar da maliye tarafından kontrol edilmeli.

Gerçekten de akıllarda pahalı bir kent olarak kalmamalı Bursa…

Bence Şenöz’ün önerisi değerlendirilmeli.

Turistlerin belediyenin tur şirketlerine önerisi ile dükkân dükkân değil bölge olarak gezdirilmesi için çalışmalar yapılmalı.

Bacasız ekonomiden tüm esnaflar faydalanabilmeli.

DEVLETTEN ARSA VATANDAŞTAN KONUT’ PROJESİNE BİR ÖNERİ

Ekonomik kriz sonrası konut üretimi azaldı, konut almak iyice zorlaştı.

İşte bu konu ile ilgili olarak gündeme gelen çözüm yollarından biri de devletin arsa üretmesi, üretilen arsalara da vatandaşın konut yapması.

Bu yapım işi nasıl gerçekleşecek?

Orası muamma.

Ama buna farklı bir çözüm yolu bulunabilir.

Mesela bu dönemde yaşanılan diğer bir sıkıntı da tarımsal ürünlere ulaşmada zorluk. Dünya tahıl krizi ile baş başa. Ayçiçek yağında, hayvancılıkta yaşanan sıkıntılar belli.

Bununla beraber köylerde ekilmeyen ve biçilmeyen milyonlarca dekar arazi var.

İşte devlet kentten köye dönüşle ilgili bir teşvik kararı alırsa köydeki evlerin onarımı ile bir de arazilerin ekimi ile teşvik getirirse bu sorun kendiliğinden hallolur.

Bu sayede belki milyonlarca insan tekrar köye döner.

Hem tarım, hem hayvancılık canlanmış olur.

Hem de konut sorunu da çözülmüş olur diye düşünüyorum.

 

 

Ekonomi ayna, çal çal oyna!

Ekonomi ayna, çal çal oyna!

Birkaç gün önce şehrimizi ziyaret eden CHP Esnaf ve Sanatkârlardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı ve Malatya Milletvekili Veli Ağbaba, “Son gelen zamların ardından iddia ediyorum TÜİK ne yaparsa yapsın enflasyonu yüzde 80’den daha aşağı bir rakam olarak açıklayamayacak!” dedi.

Maalesef, Ağbaba’nın öngörüleri tutmadı, TÜİK muhteşem bir hesaplama yapıp hepimizin beynini yakarak, yıllık enflasyonu yüzde 73.5, mayıs ayı enflasyonunu yüzde 2.9 olarak açıkladı. Buna karşılık ENAG, yıllık enflasyonu yüzde 160.7, mayıs ayı enflasyonunu yüzde 5.4 olarak koydu önümüze.

TÜİK ve ENAG arasındaki makas giderek açılırken ve açıklanan rakamlar her ay daha fazla tartışma yaratırken, TÜİK’ten üst düzey bir istifa haberi geldi.

Bloomberg’den Beril Akman’ın haber kaynaklarına dayandırdığı habere göre, TÜİK’te tüketici fiyat endeksini hesaplayan birimin başındaki isim olan Mustafa Teke, birkaç gün önce istifa ederek görevinden ayrıldı! Teke’nin yerine Yelda Ayaz’ın getirildiği öğrenildi.

TÜİK konuya dair yorum yapmazken, aynı kurumdan iki hafta önce de Fiyat İstatistikleri Daire Başkanı Cem Baş’ın istifa ettiği hatırlatıldı.

Eee… Biz boşuna atmadık o başlığı.

Ekonomi ayna, çal çal oyna…

İbremizi, enflasyon rakamları ile çalıp çalıp oynayan TÜİK’ten, serbest piyasanın eli en kanlısından bir vuruşmaya sahne olduğu konut sektörüne çevirelim biraz da.

Zira işin bu kısmı ‘ayna’ olan bölüm. Piyasaların yansıması bu sektörde görünüyor.

İnsanoğlunun temel ihtiyaçları sıralamasında beslenmenin hemen ardından ikinci sıraya yerleşen ‘barınma ihtiyacı’nı ülkemizde karşılamak giderek zorlaşır oldu.

İş öyle bir noktaya geldi ki, Çarlık Rusyası’ndaki oda oda kiralanan büyük evlerin akıbetine uğruyor İstanbul’un bazı semtlerindeki 3 oda bir salon evler dahi.

Çok şükür daha Bursa’da böyle bir vakaya rast gelmedik, ama böyle giderse eli kulağındadır bence.

Hükümetimiz bu konuda da çözümlerden geri durmuyor elbette. TÜİK meselesinde olduğu gibi ‘çalıp çalıp oynamak’ mümkün değilse de, ‘ayna’nın üstünü örtmek mümkün görünüyor.

Resmi Gazete’nin 1 Haziran tarihli sayısında yayımlanan vergi usul kanunu genel tebliğine göre, menkul-gayrimenkul sitelerine satış ve kiralama bilgilerini Gelir İdaresi Başkanlığı’na verme zorunluluğu getirildi. Buna göre online emlak platformlarına ilan veren vatandaşların kişisel bilgileri Gelir İdaresi Başkanlığı ile paylaşılacak.

Uygulamanın amacı sahte ilan veren ve gayrimenkul piyasasında spekülatif amaçlı fiyat artışlarının engellenmesi ile vergi kaçağının minimalize edilmesi olarak açıklandı.

Peki, ne oldu?

Uygulama başlar başlamaz konut ilanlarının yer aldığı internet sitelerinden kaldırılan ilan sayısı 2’ye katlandı. Uygulamanın konut fiyatlarında bir nebze de olsa fiyatları düşüreceği ancak talep artışı ve enflasyon nedeniyle kira artışlarının devam edeceği düşünülüyor.

Kiraların artışını böyle engellemeye çalışan iktidar, ev almaktan ümidini kesen vatandaşa da ayrı bir çözüm buldu malumunuz. Ev almak için maddi gücü yeterli olmayan vatandaş uygun fiyata hazine arazisi alıp üzerine kendi evini yapabilecek.

Şimdilik neyin, nerede, nasıl ve kaça satılacağı hiç belli olmayan, ancak satışına ağustos ayında başlanacağı, hatta altyapı çalışmalarının şimdiden başladığı belirtilen hazine arazilerinin satılacağı illerden biri de Bursa.

Ancak şehrimizde akademik odalar da dahil olmak üzere, sektör bileşenlerinden konu hakkında tam ve donanımlı bilgi sahibi olan kimse yok gibi.

Hazine arazilerinin ihtiyaç sahibi vatandaşlara satılarak vatandaşın konut sahibi yapılması bir ana başlık halinde duruyor. Başlığın altındaki metin bölümü boş.

Hoş o bölümü doldursalar da arazi alıp üzerine kendi evini inşa edebilecek kadar maddi gücü olan kimseye ‘ihtiyaç sahibi vatandaş’ denmiyor. Zira en sevimlisinden yapılan açıklamalarda dahi 100 metrekarelik inşaatın maliyetinin bir buçuk milyon liraya çıkacağı söyleniyor. Buna bir de arsa bedelini koyunca yine orta halli bir daire alabilecek paraya ulaşıyorsunuz. Yani orta halli bir ev alabilecek parası olan vatandaşa hazine arazisi satma projesi yapmış oluyorsunuz.

Peki, neden hazine arazilerini böyle bonkörce satışa çıkarıyorsunuz?

Tekrar söylüyorum, biz boşuna atmadık o başlığı…

Ekonomi ayna, çal çal oyna…

 

 

 

 

 

TÜİK tüketim kooperatifi açsın!

TÜİK tüketim kooperatifi açsın!

20’li yaşların ortasında olanlar bu sene ilk defa bir canavarla yüz yüze kaldılar. O canavarın adı enflasyon.

Harçlıklarını enflasyon yutunca önüne gelen bu canavarı sormaya, araştırmaya başladı.

Malum bu canavar, aç gözlü, ne bulursa yutuyor.

Allah’tan biz öncesinden talimliyiz. Enflasyon canavarı ile yıllar boyu geçmişte beraber yaşadığımız için bize kardeş gibi davranıyor.

Geçmişin hatırı var…

Ne de olsa…

Bu kardeş, düşman kardeş mi?

Normal kardeş mi hala anlayabilmiş değilim.

Ama bu canavar hele orta direği yakaladı mı hemen yok ediyor.

Fakiri daha fakir, zengini daha zengin ediyor.

Böyle olunca zengin çok mutlu oluyor.

Ama halkın yüzde 90’ı bu canavardan rahatsız.

Canavarın adı enflasyon soyadı fiyat artışı.

Kimliğinde bu yazıyor.

Bu kimliği de okuyan, yazan, malum ülkemizde enflasyon oranlarını açıklayan makam TÜİK. Ya da diğer adı ile Türkiye İstatistik Kurumu.

Şükürler olsun açıkladığı mayıs enflasyon oranı yüzde 2,5’dan daha az…

Şaşırmadım desem yalan olmaz.

Misal geçen ay süt ve süt ürünlerine gelen zam oran yüzde 20.

Keza et ve et ürünlerine gelen zam oranı yüzde 30.

Doğal maden suyu ve benzeri meşrubatlara gelen zam oranı yüzde 25.

Giyim desen dokunma, hem güneş yakar hem giyimin parası.

Ama TÜİK’te enflasyon yüzde 2,5’dan daha az.

Düşüş trendine girmiş ya…

Ya ben buna güler geçerim.

Benim yetkililerden bir isteğim var.

TÜİK bundan sonra tüketim kooperatifi açarsa ben ekmeği de, peyniri de, suyu da oradan alacağım.

Kimse onun fiyatlarına inemiyor.

Yoksa bizim markette peynirin kilosu 100 TL’den aşağı inmiyor, 6’lı maden suyu desen 14 TL, sucuk desen kilosu 140 TL, kıyma 130 TL, ekmek 200 gr 3 TL…

Domates hala 10 TL

Biber desen 8 TL’den aşağı inmedi.

Karpuz desen kilosu 7 TL…

Elektrik, kira, su, doğalgaz onların kaç lira olduğunu siz benden daha iyi biliyorsunuz.

Birileri açıklanan bu enflasyon oranına güler geçer.

Aynen benim gülüp geçtiğim gibi…

Siz de gülmek istiyorsanız bu enflasyon oranına bakın sonrasında gülün geçin…

Ya da TÜİK’ten tüketim marketi açmayı talep edin…

BİRİLERİ BU İSTİFALARI DURDURSUN

Halkın en çok memnun olduğu hizmetlerin başında ne diye sorsalardı altı ay önce sağlık hizmetleri yanıtı açık ara önce idi.

Ama ne hikmetse son altı aydır bu hizmetlerdeki aksamalardan sonra en çok şikayet ettiği hizmetlerin başında sağlık hizmetleri geliyor.

Son günlerde kamu ve üniversite hastanelerinde doktorların istifasını arttığını daha önce kaleme almıştık. Gördük ve duyduk ki bu istifalar her geçen gün artarak devam ediyor.

Buna bir şekilde dur denmeli.

Nasıl denir onu kestirmek bizim işimiz değil.

Ama bakanlık yetkililerinin bir an önce çözüm bulması şart.

Yoksa yarın geç olacak.

KABAKTEPE’DEN GÜRKAN’A ZİYARET

AK Parti İstanbul İl Başkanı Osman Nuri Kabaktepe Bursa’nın yabancısı değil. Kendisi aynı zamanda Bursa İlahiyat Fakültesi mezunu.

Zaman zaman Bursa’ya geliyor.

Kabaktepe, yine Bursa’da idi. Bu sefer ziyaret ettiği yer mevkidaşı AK Parti Bursa İl Başkanı Davut Gürkan oldu.

Gürkan ve yürütme kurulu ile tanışan Kabaktepe hem sohbet etti hem de hatıra fotoğrafı çektirdiler.

Üç Haziran altmış üç 

Üç Haziran altmış üç 

3 Haziran 1963 günü sabahı da genelde olduğu üzere saat 07.30’da uyandı. Yatağından kalktı, posta kutusuna bakmak için kapıya gitti. Gelen mektupları ve gazeteleri aldı, geri dönerken sendeledi, duvara tutunarak çöktü olduğu yere.

Eşinin ayak sesleri geri gelmeyince bir türlü, endişeyle gözlerini açtı Vera.

Telaşla yatağından kalktı, Nâzım’ı gazete ve mektupların arasında yerde buldu.

Mavi gözleri yarı açıktı ama bilinci kapanmıştı. İlk yardım çağırdı hemen, ama Kremlin Hastanesi’nden bir doktor ekibiyle geldiğinde yapacak bir şey kalmamıştı artık.

Nâzım Hikmet hayata veda etmişti.

Dünyaya umut dolu şiirler bırakarak, göçüp gitmişti koca şair. Gidişinden sonrasını betimlediği şiirlerinden birinde “Ve avluda çöp bidonları duracak her zamanki gibi.” diyordu.

Ölümün üzerinden geçen 59 yılda onun umut ettiği, tüm insanlık adına hayal ettiği dünyanın gerçekleşememesinin gizli hüznünü yansıtır bana bu dizeleri.

Zamanın sonsuzluğunda aşkın, kavganın vazgeçilmeyecek umutların ve hayallerin şairidir o.

1902’de doğdum
doğduğum şehre dönmedim bir daha
geriye dönmeyi sevmem
üç yaşımda Halep’te paşa torunluğu ettim
on dokuzumda Moskova’da komünist üniversite öğrenciliği
kırk dokuzumda yine Moskova’da Tseka-Parti konukluğu
ve on dördümden beri şairlik ederim

Kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir
ben ayrılıkların
kimi insan ezbere sayar yıldızların adını
ben hasretlerin

Hapislerde de yattım büyük otellerde de
açlık çektim açlık grevi de içinde ve tatmadığım yemek yok gibidir

Otuzumda asılmamı istediler
kırk sekizimde Barış madalyasının bana verilmesini
verdiler de
otuz altımda yarım yılda geçtim dört metre kare betonu
elli dokuzumda on sekiz saatta uçtum Pırağ’dan Havana’ya

Lenin’i görmedim nöbet tuttum tabutunun başında 924’de
961’de ziyaret ettiğim anıtkabri kitaplarıdır

Partimden koparmağa yeltendiler beni
sökmedi
yıkılan putların altında da ezilmedim

951’de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün
52’de çatlak bir yürekle dört ay sırtüstü bekledim ölümü

Sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım
şu kadarcık haset etmedim Şarlo’ya bile
aldattım kadınlarımı
konuşmadım arkasından dostlarımın

İçtim ama akşamcı olmadım
hep alnımın teriyle çıkardım ekmek paramı ne mutlu bana

Başkasının hesabına utandım yalan söyledim
yalan söyledim başkasını üzmemek için
ama durup dururken de yalan söyledim

Bindim tirene uçağa otomobile
çoğunluk binemiyor
operaya gittim
çoğunluk gidemiyor adını bile duymamış operanın
çoğunluğun gittiği kimi yerlere de ben gitmedim 21’den beri
camiye kiliseye tapınağa havraya büyücüye
ama kahve falıma baktırdığım oldu

Yazılarım otuz kırk dilde basılır
Türkiye’mde Türkçemle yasak

kansere yakalanmadım daha
yakalanmam da şart değil
başbakan filân olacağım yok
meraklısı da değilim bu işin
bir de harbe girmedim
sığınaklara da inmedim gece yarıları
yollara da düşmedim pike yapan uçakların altında
ama sevdalandım altmışıma yakın
sözün kısası yoldaşlar
bugün Berlin’de kederden gebermekte olsam da
insanca yaşadım diyebilirim
ve daha ne kadar yaşarım
başımdan neler geçer daha
kim bilir

(11 Eylül 1961)

 

BAL-GÖÇ seçimine siyaset mi karıştı?

BAL-GÖÇ seçimine siyaset mi karıştı?

Uzun süredir kaderine terk edilen ve dolayısıyla sessizliğe gömülürken bir yandan da üye kayıpları yaşayan BAL-GÖÇ’te aylardır seçim tartışmaları sürüyor. Üç adayla girilen genel kurul sürecinde divan seçiminde yaşanan tartışmalar sonucu genel kurul yapılamamış ve BAL-GÖÇ’ün yönetimine yeniden seçim yapılana kadar kayyum atanması kararlaştırılmıştı.

Buraya kadar yaşananlar en kaba hatları ile böyle.

Genel kurul dağılırken, tüm adaylarla görüşmüştüm ve hepsinin ortak söylemi olarak ‘yakın bir süreçte divanın kimlerden oluşacağını ortaklaşa belirleyerek yeniden genel kurul düzenleyecekler’ demiştim. Çünkü adayların ortak söylemi buydu. Genel kurulun yapılamaması ve zorlu hava koşullarına rağmen oy kullanmak için gelen üyelere karşı mahcup olduklarını aktarmışlardı.

Aradan aylar geçmesine rağmen seçim kararı alamayan BAL-GÖÇ’te basına karşı yapılan konuşmalardan sonra mahcubiyetin geçip gittiğini keşfettim, zira iç gerilimin durulmaması nedeniyle asla ortak bir platformda buluşulamadı.

Gelinen son noktayı özetlemek için bir basın toplantısı düzenleyen Birlik ve Dayanışma Platformu adına konuşan Başkan Adayı Hasan Öztürk;

13 Mart 2022 tarihinde yaşanan Divan krizinin merkezindeki Divan Başkanının, Emin Balkan’ın açtığı kayyum talebi davası ile BAL-GÖÇ’e kayyum olarak atanması, tüm yaşananların arkasında Emin Balkan ve ekibinin olduğunu ve camianın çok adaylı seçimi demokratik ve geniş katılımlı gerçekleştirmesi yerine; taraflı bir kayyum ile sürecin yanlı yönetilmesi çabası, bu müdahale ile açıkça gün yüzüne çıkmıştır” diyerek özetledi, seçim sürecinin sonrasında yaşananları.

Genel kurulda üzerinde anlaşılamayan ve kavgalara neden olan isim artık kayyum olarak oturmakta BAL-GÖÇ’ün başında. Bilgilendirme toplantısını BAL-GÖÇ Genel Merkezi’nde yapmak isteyen ekibe izin verilmemesini de açıklayan bir durum bu.

Ancak bundan öncesinde yaşanan ve kamuoyunda ‘642 üye kaydı vakası’ olarak anılan mesele işin ana fikrini oluşturuyor. Bu fikri kaçırırsak metnin bize anlatmak istediğini anlayamayız.

Neydi bu vaka hemen hatırlayalım, hatta Hasan Öztürk’ün düzenlediği toplantıda söz alan Gülbahar Deniz’in anlattıklarını aktarayım size;

14 Eylül 2021 tarihinde bir yönetim kurulu toplantısı düzenleniyor. Bu toplantıda 128 üye kaydı gündeme geliyor. Üyeler oylanıyor, kabulleri yapılıyor, ancak karar defterine yazılmaları zaman alacağından yazma işlemi için boş sayfa ayrılıyor, sayfaların altına imzalar atılıyor. Boş kalan yerlere 128 kişinin adı yazılacak düşüncesi ile. Bir sonraki ay yönetim kurulu toplantısı yapıldığında boş sayfalara 642 üyenin kaydının yapıldığı görünüyor. Kararın altına imza atanlar itiraz ediyorlar oylanmamış üyelerin kaydının yapılmış olmasına. Bir komisyon kuralım ve bu üyelerin uygunluğunu inceleyelim diyorlar. Ancak dönemin BAL-GÖÇ Genel Başkanı Veli Öztürk, denetleme komisyonuna üyelere ait bilgileri vermiyor ve kayyuma başvuruyor…”

Böyle uzayıp giden bir süreçten bahsediyoruz. Neden böyle bir usulsüzlüğe ihtiyaç duyulduğuna ilişkin açıklamayı ise Hasan Öztürk yapıyor;

“Buradaki amaç çok adaylı seçimi, hazirun üzerindeki dengeyi Emin Balkan lehine çevirerek tek adaylı seçim noktasına getirmek ve çok adaylı seçime girmeyeceğini daha önce ifade eden Emin Balkan’ı ikna etmek. Bu arada kendi iradeleri ile üye olmak isteyen, ancak Emin Balkan taraftarı olmayan üyelik başvuruları gündeme dahi alınmadığı gibi, birçok başvuru formu ortada bile yoktur!”

Peki bütün bunları yaptıran ve yasal çerçeveye sokmaya çalışan güçler kimler? Öyle ya birilerinin bunları yaparken bir yerlerden güç almış olması beklenir…

Bazı yerlerde bazı cümleler kuruluyor, biz de onlara şaşırıyoruz. Beni birileri yola çıkardı, beni birileri destekliyor biçiminde. Umarım bu cümleleri kuranlar çıkıp gerekli açıklamaları da yaparlar. Bu soruların cevaplarını hepimiz arıyoruz aslında.” diyor Öztürk.

Eeee… Zamanında BAL-GÖÇ’ün Yüksel Özkan’ı milletvekili yapmış olması koltuğun kıymetini arttırdı tabii. Sanki her sivil toplum kuruluşundan bir vekil çıkması, her yöre derneğinden bir bakan çıkması şartı varmışçasına siyasetin içine bulaştı tüm oluşumlar. Amaçlarından uzaklaşıp birer basamak haline geldiler. Böyle bir mantıkla ilerleyerek hem etkilerini yitirdiklerinin hem de kendi ayaklarına sıktıklarının farkındalar mı bilemiyorum!

Gelelim seçimlerde son noktada ne olacağına.

“Yakın bir zamanda kayyumla görüşeceğiz. Ben de bu görüşmeden önce gerekli açıklamaları yapmak istedim. Seçimlerin yazın olması konuşuluyor. Biz seçimlerin sorunlar çözülmeden yapılmaması taraftarıyız. Bu seçime gitmeden camiamız tarafından tarafsızlığı kabul edilecek bir komisyon ile konuların incelenip genel kurula bırakılmaması gerektiğini düşünüyoruz. Bizim söylemimiz, genel kurulun eylül sonu ekim başı gibi, sorunlar çözülerek, insanların tatilde olmadığı bir zamanda yapılması” diyor BAL-GÖÇ Genel Başkan Adayı Hasan Öztürk.

Bundan sonrasında diğer Genel Başkan Adaylarının yapacakları açıklamalar ve belirlenecek seçim tarihi daha da fazla önem kazandı. Gözler diğer adaylarda…