Erbakan’ın basın toplantısı ve aklımda kalanlar

Erbakan’ın basın toplantısı ve aklımda kalanlar

Bursa, her geçen gün siyasilerin gözdesi haline geliyor. Bursa’da kazanılan seçim, Türkiye’de kazanılacak seçimin habercisi olacak.

Hatta geçmişte şöyle denirdi: MHP Bursa’dan milletvekili çıkarırsa ya iktidar olur ya da iktidarın bir ucundan tutar!

Doğru mu doğru…

Şimdi iktidar olmak için Bursa’yı ziyaret eden siyasi parti liderlerini inceden inceden takip eden Bursalı seçmenlerin tercihi, gerçekleşecek ilk seçimde sandıklar açıldığında belli olacak. Bursalı seçmenin oylarına talip olan bir başka siyasi parti lideri Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı Fatih Erbakan.

Erbakan, perşembe günü Bursa’ya geldi.

İnegöl’de başlayan program ardından Yenişehir’de devam etti, akşam saatlerinde ise Gürsu’da son buldu. Cuma programında basın mensupları ile başlayan gün, öğleden sonra Çarşı ziyareti ile son buldu.

Erbakan, “dost acı söyler” mantığı ile AK Parti’yi eleştirdi. Son 20 yılda gelinen noktayı rakamlarla açıkladı. Ardından kendilerinin iktidara gelmesi durumunda neler yapacaklarını anlattı.

Anlattıkça anlattı.

Bir ara uykum bile geldi.

Anlattıkları içinde çarpıcı rakamlar vardı.

Ben o rakamlara takılmayacağım.

Erbakan, altılı masayı birbirine benzemezler olarak yorumladı.

Aslında birbirine benzeyenler kim diye kafa yorsak;

O zaman ortaya AK Parti, Saadet Partisi, Yeniden Refah Partisi geliyor. Bu üç siyasi partinin kökleri aynı, Milli Görüş. Bunlar da birbirine benzerse ne olacak ki?

İşte asıl mesele bu.

Olay birbirine benzemek ya da benzememek değil.

Asgari müştereklerde buluşabilmek. 

Erbakan’ın önünde iki önemli sorun çözüm bekliyor.

O sorunlardan ilki seçimlere tek başına mı girecekleri yoksa ittifakla mı?

Diğer bir sorun ise Cumhurbaşkanlığı seçimleri 2. tura kalırsa kimi destekleyecekler?

Erbakan’ın gönlünden belki Erdoğan geçiyor ama teşkilatı Erdoğan’a hayır diyor.

Bakalım bu sorunları Erbakan nasıl çözecek?

Benim Yeniden Refah Partisi ile ilgili gördüğüm diğer bir ayrıntı ise kendilerine oy verebilecek seçmenlerin büyük bir çoğunluğunu partiye üye yapmışlar.

Bu da önemli bir ayrıntı…

Benim kişisel kanaatim Gelecek Partisi, DEVA ve Yeniden Refah Partisi’nin umudu AK Parti’nin çöküş süreci gerçekleşirse bir şeyler olur.

Bu sürecin olup olmayacağına da AK Parti’nin kurmay kadrosu karar verecek.

Öte yandan, Fatih Erbakan’ın basın toplantısında değindiği iki önemli detay daha var.

Onlardan biri Bursa’ya gelmesi epey geciken hızlı tren, diğeri de Yenişehir Havaalanının çalışmaması ile ilgili yaptığı değerlendirmeler.

Bir de trafik sorunu…

Bu açıdan bakınca Bursa’nın beklediği iki icraat ve bir soruna değinmesi de toplantının güzel tarafıydı.

Bize kendisine siyasi hayatında başarılar dilemek düşüyor.

 

 

 

 

 

Erbakan muhalif de kafası karışık!

Erbakan muhalif de kafası karışık!

Hepimiz bunaldık, yaşam enerjimiz düştü, ülkecek bir bunalımın eşiğindeyiz derken, hep hayat pahalılığından şikayet ettik. Yetmemiş olacak ki, şimdi de çeşitli sebeplerle sanatçıların konserlerinin iptal edilmesi var gündemde.

Bu konuyla ilgili çok dikkatimi çeken bir açıklama ile Müzisyen Hayko Cepkin;

Bu kararlar tesadüf değildir. Üst üste gelmesi rastlantı hiç değildir. Herhangi bir çözüm ve destek bulunmaması da ağır bir hüzün konusudur. Yalnızız! Boşuna ‘şöyle çokuz’ ‘böyle boluz’ yapmaya gerek yok!” diyerek gerçeklerle yüzleştirdi hepimizi.

Yalnızız!’

Bu ülkenin sanatçılarından tokat gibi bir çıkış bu bence.

Pandemi süreci ile başlayan, sonrasında da ‘kimse kusura bakmasın, kimsenin kimseyi gece rahatsız etmeye hakkı yoktur!’ söylemi ile yasaklı halleri devam eden, tüm yasaklar kalkarken bir türlü saat yasağı kalkmayan müzisyenlere bu kez de peş peşe konser iptalleri ile dur denmeye başlandı.

Müzisyen Niyazi Koyuncu, Pendik Halk Eğitim Merkezi’nin 25 Mayıs’ta Sahil Meydanı’nda düzenleyeceği etkinlikte sahne almasının AK Parti’li Pendik Belediyesi tarafından engellendiğini duyururken; “Belediye, iptal gerekçesi olarak, kurumlarının değer yargılarını ve görüşlerini paylaşmayan bir müzisyenin, Pendik meydanlarında konser yapmasına müsaade edilemeyeceğini sunmuştur” ifadelerini kullandı.

Mesele Aynur Doğan ile başladı ve sanki sadece Kürtçe şarkı söyleyen sanatçılara yönelik bir çıkış gibi algılandı, oysa sorun akla kafaya uymayan herkese yönelik böyle bir tutum takınabilme hakkının bir yerlerde, birilerinde bulunabilmiş olmasında.

Apolas Lermi, Niyazi Koyuncu, Metin Kemal Kahraman, Mem Ararat, Burhan Şeşen ve Melek Mosso’nun da içinde bulunduğu çok sayıda sanatçının konserleri ya hedef göstermeler ya da valiliklerin “son anda” verdikleri kararlarla yasaklandı.

Biz de aldık nasibimizi bu furyadan. Bursa Valiliği, yasadışı gösterileri engellemek amacıyla 26 Mayıs ve 3 Haziran tarihleri arasında 7 gün süre içerisinde her türlü eylem ve etkinliklerin yasaklandığını duyurdu.

Gelin görün ki, iddialar, Anadolu Gençlik Derneği ve Milli Gençlik Vakfı’nın sanatçılar ile ilgili uyarıları sonucunda konser iptallerinin gerçekleştiği yönünde yoğunlaşıyor.

Hal böyle olunca ve dikkate değer bir biçimde AK Parti muhalefeti yapmaya başlayan Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı Fatih Erbakan, şehrimizi tam da böyle bir havada ziyaret edince, Norm Haber Sorumlu Haber Müdürü Furkan Kahraman konser iptalleri konusundaki görüşlerini sordu Erbakan’a ve ilginç de bir yanıt aldı;

Batman’da da Isparta’da da arkadaşlarımız büyük ölçüde belediyelerin borçları ve bu maddi imkansızlıklar içerisinde böyle konserlere para harcanmasının uygun olmayacağı saikiyle ifade ediyorlar görüşlerini. Biz Genel Merkez olarak bu kısmına katılıyoruz!” dedi Erbakan.

Zira konuşmanın bu bölümüne gelene kadar AK Parti hükümeti tarafından baskıcı bir politika uygulandığına değinmiş;

“AK Parti isen yardım dağıtabilirsin, ama muhalefet dağıtamıyor. Bir insanın FETÖ’cü olup olmadığı neye göre değerlendiriliyor? AK Parti’li değilsen FETÖ’cü oluyorsun, AK Parti’li isen olmuyorsun! Bütün bunlar, yargının Türkiye’de iktidarın kontrolüne girdiğini açık bir şekilde gösteriyor.

Gösteri, miting yasak, dolar 10 lira olacak demek yasak, TÜİK çalışanları izinsiz hesap yapamıyorlar. Türkiye enflasyonda dünyada 6. sırada. İmtiyazlı holdinglere kaynak aktarılıyor. 13 şehir hastanesi yaptırıldı, 57 şehir hastanesi parası harcandı. 1 dolarlık işlere, 6 dolar harcanıyor…” eleştirileri ile dikkat çekmişti Erbakan.

Ancak sıra Anadolu Gençlik Derneği ve Milli Gençlik Vakfı’nın müdahaleleri ile iptal edilen konserlere gelince bütçe sıkıntısını öne sürdü.

Daha önce de Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Recep Tayyip Erdoğan’ı destekleyeceklerini açıklamış ancak, tabandan aldığı tepki nedeniyle bu fikrinden vazgeçtiğini belirtmişti Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı.

Hasılı kelam, hem Yeniden Refah Partililerin hem de Fatih Erbakan’ın muhalefet mi edelim, yanında mı duralım; yasakçı mı olalım, yenilikçi politikalarla mı yolumuza devam edelim konusunda kafaları hala karışık.

Erbakan’ın öngörüsüne göre zamanında yapılacak olan seçim için pazarlıklar şimdiden başlamış olabilir mi sorusu da aklımı kurcalamıyor değil…

Akıl firar etmiş, neylesin fikir!

Akıl firar etmiş, neylesin fikir!

Bu memlekette konuşmaktan kolay bir sanat yok.

Spor hakkında, siyaset konusunda, dine dair bildiği bilmediği ne varsa konuşmaya bayılıyor bizim milletimiz. Her şeyin otoritesi olmayı çok seviyor.

Konuştuğu konuda bilgi sahibi olmayı gerek görmediğinden, cılız fikirleri ile arzı endam ediyor aklına gelebilecek her mecrada.

Bir gün Twitter’da paylaşıyor derin analizlerini, bir gün de Facebook’ta sunuyor ahaliye. Bu anlamda sosyal medyayı ‘ulusa sesleniş’ mantığıyla kullanan tek toplum olabiliriz.

Bu ekibin biraz daha ağzı laf yapan tayfası soluğu televizyon kanallarında alıyor. Yeri geliyor savaş analizi yapıyor, yeri geliyor siyasetin dehlizlerine girip kapağı açılmamış teoriler sunuyor.

Bunların bir tık altı da YouTube fenomeni olarak ‘akil adamlık’ rolü biçiyor kendine. Önceden oynadığı oyunlara çektikleri videolarla gündeme gelen bu tayfa biraz yaş alınca kabuk değiştiriyor ve ‘Z kuşağının sözcüsü’ oluyor.

Malum, ülkedeki istekleri, ihtiyaçları ve sorunları teşhis edemeyen Türk siyaseti şu sıralar Z kuşağı ile yatıp kalkıyor.

Siyasetçi sanıyor ki gençlerle oyun oynayınca, onların jargonunda bir iki tweet atınca jenerasyonu yakaladım. Zannediyorlar ki gelecek seçimlerde ilk kez oy kullanacak gençleri kafaladım.

Bu uğurda da gençlere şirin göstermek için bu ‘Z kuşağının sözcüsü’ sanılan zevatın programlarına çıkıyorlar, sözüm ona ‘sorulamayan sorulara’ yanıt veriyorlar. Basın özgürlüğünün el birliği ile bitirildiği ülkede ‘sorulanan cevaplar’ internet ortamında dile getirilince özgürlük türküleri çalıyor zihinlerde.

Program bitiyor, bitişin ardından söz konusu ‘sözcü’ arkadaş birden ‘duayen gazeteci’ oluyor ve belli kesimlerin kendi aralarında yaşadığı kayıkçı kavgaları sonucu ona paslanan dosyaları ‘ifşa’ olarak birbiri ardına patlatıyor.

Sözcü daha bir fenomen, kayıkçı kavgasının tarafları daha bir mutlu, tweet’lere maruz kalanlar ise daha bir umutsuz, daha bir kararsız. Biraz da kafası karışık.

Sokakta gündem hayat pahalılığı iken, marketten eli boş dönen insanlar iken Twitter’da paylaşılan saçma cümleler sonrası kıyametler kopuyor.

Ve sonuç: Tebrikler! Asıl gündemi gözden kaçırdınız.

Siz bazılarının içi boş tartışmaları ile haşır neşir iken yine gerçeklerden koparıldınız, öznesi olmadığınız konularda otorite oldunuz ve ‘önemli’ fikirlerinizi herkes görsün diye yanıp tutuşuyorsunuz.

İşte size gerçeklerden uzaklaşan, sabun köpüğü gündemleriyle yeni Türkiye…

O zaman konuyu, başlığın tamamlayıcı cümlesi ile noktalayalım:

‘Akıl firar etmiş, neylesin fikir; çalsın Abdurrahman, oynasın Bekir.’

ERBAKAN NE ANLATTI, BİZ NE DİNLEDİK? 

Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı Dr. Fatih Erbakan, Bursa basını ile bir araya geldi.

Kahvaltı faslı sonrası kürsüye gelen Erbakan, yaptığı konuşmaların ardından soruları yanıtladı.

Ancak söylemek gerekir ki, basın mensuplarının sürekli okuduğu haberleri basın açıklaması olarak gazetecilere tekrar okumanın gereği yoktu.

Onun yerine kürsüye gerek duymadan, sohbet formatında bir toplantı gerçekleştirilebilirdi. Belki daha da verimli olurdu…

İki hafta öncesine kadar Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan’a destek vereceğini ilan eden bir partinin genel başkanı olarak ülkenin sorunları hakkında standart muhalefet dozajını aşmadan, genel geçer yorumlar yaptı. 

Ancak Erbakan’ın açıklamalarından ziyade soru-cevap faslında iki yanıt dikkat çekici idi.

Biri, Giresun’daki araziye dair ‘Eğer söylendiği gibi bir satış yapıldıysa bugün iktidarın karşısında değil yanında olmamız’ gerekir yorumu,

Diğeri de Isparta’da ‘ahlaksızlığı’ yaydığı gerekçesi ile iptal edilen Melek Mosso konserine dair, “Batman’da da Isparta’da da arkadaşlarımız büyük ölçüde belediyelerin borçları ve bu maddi imkansızlıklar içerisinde böyle konserlere para harcanmasının uygun olmayacağı saikiyle ifade ediyorlar görüşlerini. Biz Genel Merkez olarak bu kısmına katılıyoruz!”  değerlendirmesi idi…

Açıklamasının ilk dakikalarında iktidarın memlekette bir baskı politikası oluşturduğunu ve özgür düşünce ortamının kalmadığını dile getiren Erbakan’ın bu yanıtı, fazlasıyla çelişkili oldu…

Susuz boyahaneler, teknoloji atölyeleri mümkün mü?

Susuz boyahaneler, teknoloji atölyeleri mümkün mü?

Şehrin su kaynaklarının doğru kullanılmaması nedeniyle yaşanan sorunlar, hassas olduğum noktalardan biri. Belki de bu nedenle Yüksek Kimya Mühendisi Ekrem Hayri Peker tarafıma ‘Bursa’nın Su Planı Var Mı?’ başlıklı bir yazı göndermiş.

Okurken, geçmişten günümüze adeta gözlerimin önünde bir kez daha çekildi, bir zamanlar ‘Sudan ibaret’ olan şehrimin suları.

Şimdilerde de gazete başlıklarını süsleyen ‘Gemlik Körfezi ölüyor’ haberleri, yetmişli yılların sonlarından bu yana yapılagelmiş meğer, ama sadece haberleri yapılmış, su konusundaki hoyrat kullanım konusunda bir ilerleme olmamış anlaşılan.

Artık gazetelere ‘Gemlik Körfezi öldü, başımız sağ olsun!’ yazabiliriz!

Belki bu sefer Peker’in yazısında sitemle bahsettiği, ‘durumu kanıksama hali’nden biraz olsun kurtuluruz.

Çok doğru tespitler var yazıda;

Ovada bir metreden su çıkıyordu. Şimdi 200 metreden su çıkıyor. Yeraltı suları tükeniyor. Son zamanlarda Osmangazi merkezli ve fay üzerinde olmayan depremler oluyor. Kimsenin aklına ‘Acaba bu depremlerin yeraltı sularının tükenmesiyle alakası var mı?’ sorusu gelmiyor.” diyor Peker.

Ve eleştirilerin en tumturaklısı yeni sanayi bölgelerinin kurulmasına!

Yetmezmiş gibi TEKNOSAB adıyla yeni bir sanayi bölgesi kuruluyor. Yakın bir geçmişte, iki firma, hisselerinin yarısını birer milyar dolara sattılar. Ne üretiyorlar diye sorarsanız hemen söyleyeyim; OYUN üretiyorlar, OYUN. Üstelik beş-on beyin bunları üretti. Bursa’da kaç firmanın değeri peşin para bir milyar dolar?

Teknolojik üretimler atölyelerde yapılır. Fabrikalarda değil. Önce bunu bilelim. TEKNOSAB’da ne üretilecek belli değil!

Organize sanayi bölgesi kurma işinde büyük bir rant olmalı ki, Bursa Ovası organize sanayi bölgeleriyle doldu. Çoğunda da boyahane, dokuma fabrikaları var, ama Bursa’da kendi markasıyla bir milyar dolar ihracat yapan bir firmamız yok!”

Tespitler ve örneklemeler son derece yerinde değil mi sizce de?

Şehrimizde sanayi alanındaki su tüketiminin önemli bir bölümü tekstil firmaları tarafından yapılan tüketim. Malumunuz Nilüfer deresi boyahanelerin belirledikleri renklere göre kırmızı, mavi ya da yeşil akabilen bir dere oldu bu sayede.

Çok yerinde bir önerisi var bu konuda hem kirliliğin hem de su tüketiminin önüne geçebilmek için Ekrem Hayri Peker’in;

Belediye, valilik, BTSO, Çevre Müdürlüğü, Sanayi İl Müdürlüğü… Kısaca tüm yetkililer sanayicileri zorlamalı. 1/10 oranı ile boyamadan 1/ 4-5 boyama, hatta susuz boyama teşvik edilmeli. Bu boya makineleri Türkiye’de üretiliyor!”

Olur mu?

Hazır şehrin 2040 Çevre Eylem Planı da hazırlanmak üzereyken çizgiler bu öneriler de baz alınarak çizilse ve bazı zorunluluklar da bu kapsamda getirilse çok da şahane olur.

MS’İN FARKINDA OLALIM!  

Bazı hastalıklar vardır, söylemesi dile kolaydır da yaşamasının ne kadar zor olduğunu ancak o derdi yıllarca omuzlarında taşıyanlar bilir. İşte öyle bir hastalık olan MS’ten ve MS farkındalığı için yapılan etkinliklerden bahsetmek istiyorum.

Bizim hayatımıza biraz da magazinel figürlerin bu hastalıkla tanışmaları sonucu giren, onun dışında bir köşede derdi ıstırabı gizli gizli çekilen MS’i daha görünür kılmak adına Bursa Multipl Skleroz Derneği bir dizi etkinlikler düzenliyor.

Bu etkinliklerden biri, kendisi de MS hastası olan Demirtaşpaşa Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi öğretmeni Gökay Yavuz ve öğrencileri tarafından hazırlanan ‘Benim MS’im’ isimli resim sergisiydi. Serginin açılışı geçtiğimiz günlerde gerçekleştirildi, ancak haberin basında yer alış şekli bazı kafa karışıklıklarına neden oldu…

İlk olarak bir yanlış anlaşılma oluştuysa düzeltmek adına vurgulamak isterim ki, MS yaşam boyu devam eden bir hastalıktır. Erken teşhis ve doğru tedavi yöntemleri ile hastaların durumlarının hayatı yaşanabilir kılması mümkün elbette. Ancak MS’li kişiler görünen ya da görünmeyen pek çok hastalık belirtisi ile başa çıkmak zorundadır.

Zaten bu nedenle MS Farkındalık Haftası gibi organizasyonlara ihtiyaç var. MS hastalarının varlıklarını, yaşamak için gösterdikleri çabayı fark etmek ve hayatı kolaylaştırmak adına onlara yer açmak toplumun ve tüm vatandaşların görevi. Bunu unutmamak gerek.

Büyük ilgi gören sergi için Bursa MS Derneği’ne destek olan Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne de bu noktada teşekkür etmek lazım. Elbette ülkenin pek çok ilinden talep gören, çağrı alan böylesine kıymetli bir serginin hazırlanması konusunda yaşadıkları dezavantajlara rağmen büyük çaba gösteren MS hastalarını ve Bursa MS Derneğine de gönülden tebriklerimi sunuyorum.

Multiple Skleroz hastalığının belirtileri, teşhis ve tedavi süreci, hastanın psikolojik durumu, toplumun hastaya karşı davranışı gibi konuları ele alan sergi 28 Mayıs tarihine kadar 09:00 – 17:00 saatleri arasında gezilebilecek.

30 Mayıs Dünya MS Farkındalık günü olarak belirlenmiştir ve bu farkındalık oluşturma süreci içerisinde yapılacak etkinlikleri köşemden duyurmaya devam edeceğim…

Merkez’in çaresizliği ve doların kaderi

Merkez’in çaresizliği ve doların kaderi

Beklenen oldu.

Para otoritesi yine sessiz kaldı.

Gözlerin çevrildiği Merkez Bankası Para Politikası Kurulu toplantısından faizi sabit tutma kararı çıktı.

Bu kadar mı?

Değil tabii ki!

Uzun ve lafın gereksiz uzadığı bir açıklama metni geldi Merkez’den. Ama gelecek adına bir umut ışığının varlığı söz konusu değildi ne yazık ki bu metinde!

Baş belası olan enflasyonun kontrolüne dair yeni ve ciddi bir söz yoktu örneğin. Hoplayıp zıplayan dövizi sakinleştirme adına bir strateji de yansımadı.

Peki ne yansıdı?

Birçok madde ile “Elimizde olmayan nedenlerden dolayı enflasyon yüksek ve de yüksek kalmaya devam edecek!” mesajı sıkıştırılmış açıklama metninin satır aralarına!

Yani pandemi, Ukrayna, iklim değişikliği, enerji zamları, arz şokları, talep dengesizliği, kurun azizliği gibi… Herkesin bildiği mazeretleri ilan etmekten öteye giden bir durum yok.

Ama umutvar sözler de mevcut. Nasıl mı?

Mealen ifade ile… Savaş bitince enflasyon da düşecek. Yazın meyve sebze ucuzlarsa enflasyon düşecek. Meşhur baz etkisi devreye girince enflasyon düşecek.

Yani olasılıklara ve istatistiksel umutlara bağlı bir gelecek analizi söz konusu! Bilimsellikten hayli uzak bir yaklaşım.

Oysa millet gün sektirmeyen zam furyasında boğulmak üzere. Yukarı giden enflasyona öyle ya da böyle dur denmesi şart.

Peynirin, kaşarın bile lüks olduğu bir süreci yaşıyoruz!

Ve unutmayalım ki enflasyondaki yükseliş hız kesse de fiyatlar artmaya devam edecek.

Yani eksi enflasyon rakamı görmediğimiz sürece etiketler artıyor demektir. Hiç kimse zamları geri almıyor, almaz. Doların geri gittiği süreçte de bunu net biçimde yaşadık!

Yani vatandaşın alım gücünü yerine getirecek formülün ortaya konması ve hayata geçirilmesi önemli ve öncelikli.

Ama aynı zamanda dolardaki kontrolsüz çıkışı geri alacak bir iradenin ortaya konması gerekli. Yoksa tüm umutlar kaybolacak. Sarmal halinde büyüyen enflasyon daha da körüklenecek!

Peki nasıl duracak dolar?

Faiz yolu ile müdahale imkanı yok gibi. Siyasi tercih faiz artırmaktan yana değil.

Oysa sermaye girişine ihtiyacımız var.

Reel bazda yüzde eksi 54 faiz oranı yani negatif faiz ortamı olan bir ülkeye sermaye akışını beklemek hayal elbette ki!

Geçen hafta iddia edildiği gibi MB’nin dış piyasalarda sattığı yüzlerce ton altın da yok kurtarıcı rolde. Merkez’in dün açıklanan haftalık verilerinde azalan altın artan döviz gibi bir manzara yoktu. Aslında rezervlerin topyekün azaldığını gördük!

Görünen o ki sıkça adını duyduğumuz süper ya da benzeri bir bono veya tahvil sahaya sürülmeden doların önünü kesmemiz zor.

Yani MB’den ziyade Hazine’nin adım atması acilen şart.

Bu adımdan sonrası ise ayrı bir dünya!

Uzun soluklu bir mücadelenin başarıya ulaşması lazım.

Ama elde somut bir strateji varsa tabi ki.

Kongre sırası dericilerde…

Kongre sırası dericilerde…

Pandeminin bitmesi ile beraber gerek sivil toplum kuruluşları gerek akademik odalar gerekse de OSB’lerin, esnaf odalarının seçim maratonunu takip ederken oldukça zorlanıyoruz.

Bu hafta sonu önce DAĞDER’in ardından Bursa Serbest Muhasebeci ve Mali Müşavirler Odası’nın seçimleri var. Temmuz ayının başında ise Badırga’da kurulu Bursa Deri İhtisas Karma Sanayi Bölgesi’nin kongresi de dikkat toplayacak kongrelerden biri.

Malum;

İhtisas sanayi bölgesinden karma sanayi bölgesine geçişle beraber bölgenin cazibesi arttı. TEKNOSAB’a çok yakın olması da bu cazibeyi arttırdı.

Öte yandan hatırlatmakta fayda var: Önceki aylarda başkanlık görevinde bulunan  Rifat Aygüler’in istifası sonrası başkanlık görevini Bursa Valisi Yakup Canbolat yapıyor.

Başkanvekilliği görevinde ise Aygüler’in yönetiminde seçilen Serdar Faik Pala bulunuyor.

Netice olarak;

Bursa Deri İhtisas Karma Sanayi OSB’nin 2 Temmuz 2022 tarihinde olağanüstü kongresinin yapılacağını öğrendik.

Kulağımıza gelen bilgilere göre kongreye gitme sebeplerinin başında OSB’de üreticilerin yaşadığı sorunları geliyor.

Olağanüstü kongre için üyelerin kendi arasında imza toplamasının ardından kongre kararı alınmış.

Öte yandan kimlerin adaylık için nabız yokladığını da iki telefon sonrası öğrendik.

Bu bağlamda daha önce başkanlık görevinden bulunan sonrasında istifa eden Rifat Aygüler’in adaylık için tekrar nabız yokladığını söylediler.

Öte yandan yine bölge sanayicilerinden 137 üyenin oy kullanacağını ifade edelim.

Aygüler’in karşısına rakip olarak Murat Çağlar’ın çıkacağını da kulis bilgisi olarak yazmış olalım.

Asıl merak ettiğim istifa eden bir ismin yeniden aday olması.

İstifa ederken o gerekçeler nelerdi?

O gerekçeler şimdi ortadan kalktı mı?

Konuyla ilgili Aygüler açıklama yaparsa biz de bu köşeden yayınlamış oluruz.

Bakalım bu yarış nasıl sona erecek?

Bekleyip, takip edelim.

DÜNDAR’DAN NEZAKET ZİYARETLERİ… 

Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar’ın en önemli özelliklerinden biri de siyasi nezaketidir. Bu bağlamda geçmişten itibaren mecliste temsil edilen tüm siyasi partilerin temsilcileri ile yakın diyalog kurabilen bir isim.

Yine, belediye marifeti ile gerçekleşen tüm icraatları yerinde görebilmeleri adına muhalefeti de davet ettiğine şahidiz.

Yine birçok yurtdışı ziyaretlerinde muhalefetin temsilcileri de Dündar’ın ekibinde yer alır.

Bu açıdan takdiri fazlası ile hak ediyor.

En sert eleştirilere bile nezaketle yanıt verir Dündar.

Bu minvalde;

Dündar, önceki gün son zamanlarda kaçak yapı ile mücadelesini sertleştiren Kestel Belediye Başkanı Önder Tanır’a AK Parti Osmangazi İlçe Başkanı Ufuk Cömez ile beraber destek babında ziyaret ediyor. Tanır, kendi partisinden bir belediye başkanı. Bu ziyaretten sonra aynı gün içinde  Kestel’de eczanesi bulunan Osmangazi’de görev yapan CHP’li belediye meclis üyesi Cevat Asa’yı da ziyaret ediyor.

Zaman zaman mecliste kendini eleştiren Asa’ya gerçekleşen bu ziyareti tek kelime ile siyasetin nezaketi olarak yorumluyor ve takdir ediyoruz.

Darısı diğer tüm siyasetçilere…

Verdiğiniz sözler değil, yaptığınız şeyler

Verdiğiniz sözler değil, yaptığınız şeyler

Dün Dünya Ekonomi Forumu’nda konuşulanlardan söz etmiştik. Özellikle sistem eleştirisine dayalı yeni çıkışlar ve değişimin kaçınılmazlığına dair bazı anekdotlar paylaşmıştık.

Bugün Forum’da konuşulan en önemli konulardan olan iklim krizi ve kentleşme sorunları konusuna kulak kabartalım.

Forum’da konuşan JLL Küresel Sürdürülebilirlik ve ESG (Çevresel, Sosyal ve Kurumsal Yönetişim) Başkanı Guy Graigner, son yıllarda birçok ülkenin daha yeşile gitmek için hedefler belirlediğini belirtmiş.

“Özellikle kentlerin, yeşil konutlarla yeniden inşası sürecinin maliyetli olduğuyla ilgili çok fazla şikâyet var; ama bununla ilgili daha verimli yöntemler geliştirebiliriz. Üstelik uzun zamanlı bir düşünceye sahipseniz, zaman içinde tabii ki yatırımınızdan getiri de elde edersiniz” diyerek, dönüştürülebilir doğal enerji kaynaklarının önemine dikkat çekmiş.

Daha yeşil bir dünya için son yıllarda ulusların yüzde doksanının hedefler belirlediğine ve Türkiye’nin de çok önemli hedefleri olduğuna değinen Graigner, “Önemli olan bu hedeflerin uygulanıyor olması. Çünkü önümüzdeki dönemde verdiğiniz sözlerle değil, yaptığınız şeylerle yargılanacaksınız” diyerek, adeta geçmişten bu güne gelinen duruma işaret etmiş.

Kısacası dünya kentsel dönüşüm deyince dünyaya yük olmayan rüzgâr, güneş, termal gibi doğal enerjiyle barışık konutlardan oluşan kentlerden söz ediyor artık.

Bursa, bu açıdan oldukça dikkat çekici bir kent.

Dört bir yanında su, güneş, rüzgâr ve ormanların ortasında, doğadan kopmanın, her geçen gün irileşerek kentleşmenin ağır faturası ile karşı karşıya.

Bu konuya dikkat çeken İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) Bursa Şubesi Başkanı Ülkü Küçükkayalar, geçtiğimiz günlerde EkoNorm programında, bu yılki Ekonomi Forum’da sunulan makale başlıklarından birini paylaşmıştı: “Doğanın kentlere girmesine izin vermeliyiz!”

Bursa’da ise doğa dört bir yandan zorla kentten çıkarılmaya devam ediliyor.

İnsanı merkeze almayan, insan doğasının öncelenmediği, sosyal bir varlık olarak doğayla ilişkisini kuramadığı şehirler yalnızca mutsuzluk, karmaşa ve kuşaktan kuşağa devredilen sorunlar yumağı olmaya devam ediyor.

Örneğin Doğanbey TOKİ’lerin bedelini bakalım kaç kuşak ödeyecek?

Tarım topraklarından oluşan ovaların sanayi ile yok edilmesinin bedelinin ne kadar ağır olduğu, kirlenen su altı kaynakları ve ekilip biçilemeyen topraklarla görünenden de daha ağır.

Kentin içi bitince hem doğu ucunu, hem batı ucunu sanayi alanları ile tıkanmasının bedeli, gelecek kuşakları da bekliyor.

Dünyanın kentsel dönüşüm vizyonu yeşil konutlara evrilmişken, “Yeşil Bursa” unvanıyla bilinen şehrimize çok yakışacağına şüphe yok.

Belki bu konuya ilgili akademik odalar öncülük yapar. Rant lobilerine karşı kamuoyunu harekete geçirecek söylem ve kampanyalarına Bursa’nın acilen ihtiyacı var.

 

 

Kadınlardan iddialı çıkış: Ben Seçerim!

Kadınlardan iddialı çıkış: Ben Seçerim!

Cumhuriyet Halk Partisi Bursa 24. Dönem Milletvekillerinden Sena Kaleli’nin sınırlı katılımcılı bir toplantı düzenleyeceğinin haberi yayılmaya başlayınca herkesi bir merak aldı;

Sena Kaleli bir yerlerden aday mı oluyor?’ diye.

İlk olarak bu merakı gidermek adına şunu söylemek istiyorum ki davetli olarak katıldığım toplantı hem siyasetin içinde hem de siyasetin üstünde, sadece kadın merkezli bir toplantıydı.

Toplantının açılışında konuşan Kaleli;

Biliyorsunuz siyasi yaşamımdan sonra Bursa’da mümkün olduğunca görünmez olmaya çalıştım, mümkün olduğu kadar benden korkanları korkutmamaya çalıştım, ama şimdi daha çok korksunlar, tek başıma değilim, birçok kadınla geliyorum!” dedi.

Bu cümleden yola çıkarak, o çok merak edilen soruya ancak bir yorumla yanıt verilebilir.

O halde yanıtım şudur; Sena Kaleli önümüzdeki dönemde aday olmak yerine adaylar desteklemekten yana gibi görünüyor. Yine de siyasi sahne için 24 saatin ne kadar uzun olduğunu hatırlatmakta fayda var. Daha seçim tarihi dahi belli değilken adaylık üzerine konuşmak biraz havada bir yanıt olabilir…

Gelelim toplantının ana konusu olan meseleye.

Merkezi İstanbul’da olan ve kadınları öncelikli olarak siyasette, onun dışında da yaşamın her alanında karar verici mercilerde, ön saflarda görmek için mücadele vermek üzere kurulmuş olan ‘Ben Seçerim Derneği’nin Anadolu’ya açılmasında Bursa’da atılan ilk adım toplantısı olarak değerlendirebileceğim bir toplantıydı dahil olduğum.

Amaç siyasetin dilini, kimliğini, üslubunu, siyaset yapma şeklini değiştirmek! Bunun için çaba gösterirken özellikle genç ve donanımlı kadınların ellerinden tutmak.

Ben kendim için değil, artık kadınlar için daha çok çalışma ihtiyacı duyuyorum. Genç kadınlar, donanımlı kadınlar, siyasi hayatta daha çok aktif olabilmek için benden ve Ben Seçerim Derneği’nden destek istemeye çekinmesinler” diyerek katılımcılara seslenen Kaleli’nin konuşması da bu özet amacı destekler nitelikte.

Bursa siyasetinin kalbinin attığı mekan olarak da isimlendirebileceğimiz Kültürpark Özgen Çay Bahçesi toplantı için özellikle seçilmiş bir mekandı. Siyasete uzun yıllar bu mekandan yön vermiş erkek egemen bakışın karşısında siyasete uzun yıllar yön verecek donanımlı kadınlar vardı bu kez.

Sivil toplum kuruluşlarından, çeşitli siyasi partilerden, çeşitli meslek örgütlerinden temsilciler bir aradaydı. Kooperatif başkanları da vardı, muhtarlarda…

Ben Seçerim Derneği’nin Kurucusu ve Başkanı Nilden Bayazıt’ın ve derneğin yöneticisi konumundaki tüm kadınların konuşmalarındaki ana temanın benim toplumsal hayattaki cinsiyetler arası eşitliğe bakışımla ciddi bir benzerlik taşıdığını fark ettim.

Zaman zaman yazılarımda, ‘Erkekler sizden pozitif ayrımcılık beklemiyorum, negatif ayrımcılık yapmayın yeter! Kadınlar hangi yolu nasıl yürüyeceklerini gayet iyi bilirler!’ diyorum ya hani. İşte Ben Seçerim Derneği’nin Anadolu’ya açılma toplantısındaki ana tema da tam olarak bu cümle ile özetlenebilecek kadar netti.

Dernek tüm ülkeyi baz alan bir araştırma yaptırmış ve bu araştırma ile kadınların siyasi hayattaki yerini daha iyi ölçmeyi amaçlamış. Elbette kadınların siyasete olan ilgileri ya da siyasetten neden uzak durmak zorunda kaldıkları gibi konular da araştırma sonucuna göre değerlendirilecek ve bence kadınların siyasi yaşamlarını ölçmek adına iyi de bir kaynak olacak.

Hani şöyle bir algı var ya; ‘Kadınlar siyasetten uzak, kadınları zorla siyasete sokuyoruz, kadın kotalarımızı dolduracak kadın bulmakta bile zorlanıyoruz…’ biçimli.

İşte araştırmanın ilk sonuçlarına göre dahi bu algının yanlış olduğuna özellikle vurgu yapıyor dernek yöneticileri.

Ancak toplantı sürecinde temas ettiğim ve pek çok kadını çeşitli vesilelerle örgütlemek için uzun yıllar emek vermiş kadınların söylemleri de çok net;

Kadınlık günümüzde modern kölelikle eş değer halde. Kadınlar evlerde temizlik, çocuk ve yaşlı bakımı, yemek pişirme işlerinin temel görevlisi olarak görüldüklerinden yaşamlarında iş dünyasına, siyasete ya da başka toplumsal çabalara yer açmaları çok güç oluyor. Bu duruma bir de ‘Kadınlar çiçektir, kadınlar zariftir, kadınlar narindir, kadınlar kırılgandır…’ gibi süslü sözler ekleniyor ki, gönüllü bir kölelik haline gelsin konu. Erkekler erkek egemen toplumun kendilerine sağladığı ‘hizmet edilen olma’ lüksünü kaybetmek istemiyorlar. Bu nedenle kadınlara sadece açtıkları alan kadar var olmalarının yeterli olduğunu söylüyorlar!”

Ben olsam daha doğru ifade edemezdim.

Kadınların yıkması gereken pek çok duvar var, bir o kadar da güçleri olduğunu düşünüyorum. Ben Seçerim Derneği Bursa’da sözünü söyledi.

Hayırlı olsun…

Zam furyası BES’i de vurdu

Zam furyası BES’i de vurdu

Tasarruf şart.

Tabii ki kenara koyacak paranız varsa.

Ekonomik kalkınmanın ve bağımsızlığın anahtarı olan milli tasarruflarımız çok düşük düzeyde. Yıllarca bu duruma çare arandı.

Ve Bireysel Emeklilik Sistemi sahaya sürüldü. Yani hafızlara kazınan adıyla BES, Türkiye’nin kurtarıcısı rolüne soyundu.

Uzun zaman cazip olmaktan uzaktı bu sistem. Haliyle ilgi düşüktü!

Son yıllarda ise teşvik edici unsurlar katılımcı sayısını artırmaya başladı. Serbest sistemin yanında bir de otomatik katılım adıyla bir nevi zorunlu olan ama çıkış opsiyonlu bir ek emeklilik sistemi de hayata geçti.

Ancak çok kısıtlı yatırım seçenekleri ve çalışanları zorlama psikolojisi otomatik katılımın performansını negatif etkiledi.

Zaten aslolan gönüllü katılımın en yüksek seçenek olanakları ve getiri seviyeleriyle desteklenmesi!

İşte bu nedenle vatandaşı dövizden ve benzeri unsurlardan uzak tutup TL’yi özendirmek üzere 2022 başında yeni teşvik unsurları BES’in kapsamına alındı.

Vakıf, sandık, derneklerdeki birikimlerin sisteme aktarımı, 18 yaş altı çocukların sisteme katılması, devlet katkısının yüzde 30’a çıkarılması ve kısmen ödeme alma imkânı gibi faktörler ocaktan itibaren sahaya sürüldü.

Hedef iddialı! Sistemin bu yılın sonunda 500 milyar liralık fon büyüklüğüne ulaşılması amaçlanıyor.

Peki cazibe artışı bu hedefe yaklaştırıyor mu BES’i?

Emeklilik Gözetim Merkezi’ndeki veriler bu anlamda bir fikir veriyor.

2022’nin ilk haftasında 7 milyon 100 bin kişilik bir katılım söz konusuydu BES’e. Katılımcıların yatırdığı toplam fon tutarı ise 211 milyar 53 milyon TL seviyesindeydi.

EGM’deki son istatistiki veri olan 23 Mayıs itibarıyla tabloya baktığımızda ise 7 milyon 766 bin kişiye çıkan bir katılımcı sayısı ile karşılaşıyoruz. Yani yuvarlık hesap 566 bin kişilik bir artış yaşanmış 4,5 aylık süreçte.

Yüzde 8’lik artış söz konusu zaman dilimi ve yeni teşvik unsurları açısından kayda değer bir görüntü vermiyor!

Yatırılan paraya bakalım, o nasıl değişmiş? Katılımcı fonu 242 milyar 521 milyon liraya çıkmış.

Bu durumda yüzde 15’lik bir artışla karşılaşıyoruz. Aynı dönemde enflasyonun neredeyse yüzde 30 civarına dayandığını düşünürsek reel bir artış olmadığı gibi azalma olduğunu anlıyoruz.

Yani yüzde 30’a çıkan devlet katkısı da çok bir işe yaramış gibi görünmüyor.

Peki neden?

Nedeni son derece basit, aylardır her gün zam, her gün zam! Yani enflasyon canavarına para yettiremiyor ki vatandaş bir kenara koysun. Alım gücü dibe vurmuşken nasıl tasarruf yapılabilir ki.

Eline biraz para geçen bir araba ya da ev alma derdinde iyice uçmadan fiyatlar. Ya da can havliyle döviz ve altına yönelim var.

Bu durumda BES’i istediğiniz kadar parlatın tasarruflar artmaz!

Kısacası zam furyası durmadan ve de milletin cebine kayda değer bir para girmeden BES’te hiçbir hedef tutmaz.

Karacabey Belediyespor’un başarısı, kulüplerin şirketleşmesi ve Bursaspor

Karacabey Belediyespor’un başarısı, kulüplerin şirketleşmesi ve Bursaspor

Spor yazmak pek adetim değil.

Ama konu Bursa takımlarının başarısı olunca klavyenin başında birkaç satır yazmak elzem oluyor.

Hangi branştan gelirse gelsin, başarı Bursa’dan geliyorsa biz mutlu oluyoruz.

Özellikle son bir aydır Bursa özelinde sporla yatıyor, sporla kalkıyoruz. İşte bu noktada Bursaspor basketbol takımının Avrupa’daki başarısı bizleri gururlandırdı.

Hepimiz sevindik.

Sonrasında Bursaspor futbol takımının küme düşmesi ile hep beraber üzüldük.

Tekvandoda Hatice Kübra İlgün, Avrupa Şampiyonu oldu.

Ülkece mutlu olduk.

Dün de Karacabey Belediyespor’un TFF 1. Lig play off’larında finale kalması ile mutluluğumuz tavan yaptı.

Bu mutluluğumuzun daha da perçinlenmesi için sadece bir maç kaldı.

Pazar günü İzmir Alsancak Stadyumu’nda Bodrumspor ile TFF 1. Ligine çıkmak için karşılaşacak Karacabey Belediyespor’a şimdiden başarılar.

Bu maç Karacabey Belediyespor Teknik Direktörü Tahsin Tam için ilginç bir maç olacak.

Geçen yıl başarıdan başarıya koşturduğu Bodrumspor ile bu sene küme düşme hattından aldığı ve sihirli bir dokunuş ile önce play off’a, ardından finallere getirdiği Karacabey Belediyespor karşılaşacak.

Gülen taraf inşallah biz oluruz.

Burada asıl değinmek istediğim nokta bu değil.

TFF 1. Lige çıkmak için play off oynayan iki futbol kulübünün de aynı zamanda bir şirket olması. Kulüplerin bir sahibinin olması.

Ve kısacası şirket olması…

Böyle olunca ne mi oluyor?

Bir kişi kendi şirketini nasıl yönetiyorsa kulübü de öyle yönetiyor.

Borcundan da kârından da o mesul olunca, ayağını yorganına göre uzatıyor.

Borçlanırken eli titriyor.

Her şeye imza atmıyor.

Bol kepçeden vermiyor.

Menajerlerin oyununa gelmiyor.

Kılıfına uyduracağım, diye fatura aramıyor.

Bir de işi ehline verdi mi, başarı kendiliğinden geliyor.

İşte örnek Karacabey,

İşte örnek, Başakşehirspor,

İşte Altınordu

Bu örnekleri çoğaltmak mümkün.

Malum Bursaspor’un borcu 1 milyar TL’nin üzerinde.

Bursaspor bu borcu ne zaman öder, onu kestirmek mümkün değil.

Ama borcun bittiği gün Bursaspor’un şirketleşmesi şart.

İşte o zaman hem sportif hem de mali başarı kendiliğinden gelecektir.

Yoksa eski tas eski hamam giderse, Bursaspor’un burnu borçtan çıkmaz.

Bizden hatırlatması…

DAĞDER SEÇİMLERİ DÜĞÜN SALONUNDA

Bu hafta sonu Bursa’nın etkin sivil toplum kuruluşlarından biri olan DAĞDER’in seçimleri var. Aday sayısı dört idi. Aydın Özdemir’in adaylıktan çekilmesi sonucu aday sayısı 3’e indi.

Aynı zamanda BTSO Meclis Üyesi de olan Aydın Özdemir’in seçime birkaç gün kala Oda ile yurt dışına çıkması dikkatimizden kaçmadı.

Bu ziyaret sonrası aklımıza şu soru geldi:

Acaba Özdemir, aday olmayı gerçekten düşünmedi mi?

Eğer aday olsaydı yine yurt dışına çıkar mıydı?

Neyse, geçelim biz seçimlere…

Seçimlerde Yaşar Türk, Erdal Kadir ve Fazlı Seyis yarışacak.

Adaylar seçimlerle ilgili önceki gün buluştular, anlaştılar.

Asıl benim merak ettiğim;

DAĞDER seçimlerinin neden Merinos AKKM’de değil de bir düğün salonunda gerçekleşeceği.

Seçim tarihi çok önceden belli olan bir dernek neden düğün salonunda kongre yapmak zorunda kalıyor.

İşte burasının sorgulanması gerekiyor.

Bakalım seçimi kim kazanacak?

Ona da oy kullanma hakkına sahip yaklaşık 2 bin 600 üye karar verecek.

Bekleyip, takip edelim.

Dünya Ekonomik Forumu’nda (WEF) neler oluyor? 

Dünya Ekonomik Forumu’nda (WEF) neler oluyor? 

Dünya Ekonomik Forumu (WEF) belirli ölçekte ülkelerin, dünyanın sosyoekonomik sistemlerini bir anlamda “check” etme amacıyla kurgulanmış bir forum.

Her yıl İsviçre’nin ‘meşhur’ Davos kentinde yapılırken, iki yıldır pandemi nedeniyle yapılamamıştı.

Bu yıl 22-26 Mayıs tarihleri arasında yapıldı.

Her ne kadar özellikle son dönemlerde, sosyal pazarlama vizyonu ile eş tutularak, hükümetlerini bağlamayan söylem ve açıklamalar ile liderlerin ve uluslararası şirketlerin CEO’ları için pahalı bir PR etkinliğine dönüştüğü konuşulsa da “Davos” adından söz ettirmeye devam ediyor.

Bu yıl iklim krizi ve dünyada yaşanan ekonomik krizler, tartışılan konuların başında geliyor.

Ekonomik krizlerin tırmandırdığı enflasyon ve yoksullaşma, bölgesel savaşların tetiklediği göç hareketlerinin belirsizliklerinde gündemler tartışılıyor.

Bir anlamda gelecek geldi yani.

Dün çeşitli çevreci örgütlerinin protesto gösterilerinde haykırılan, bilim adamlarının hasıraltı edilen raporlarında dile getirilen sonuçlar bugün yaşanıyor.

Pandemi ve Ukrayna Savaşı’nın etkileri ile esaslı şekilde bozulan tedarik zinciri, Rusya ile karşılıklı ambargo ve kısıtlamalar da işin tuzu biberi oldu.

Önümüzdeki yıllarda dünya nüfusunun tamamının etkileneceği çeşitli krizler dünyayı bekliyor.

Daha dün, küreselleşmeyi dünyanın her alanda refah ve verimliliği için dayatan çevreler, bu forumda küreselleşmenin sonuna gelindiğinden söz ediyorlar.

Uluslararası Para Fonu (IMF) Başkanı Kristalina Georgieva, bu yılın küresel ekonomi için zor bir yıl olacağını vurgulayarak, “Üst üste gelen krizlerin ardından alabileceğimiz ders şu; düşünülemeyeni düşünün (!)” demiş.

Hatta inanmayacaksınız ama Dünya Ekonomik Forumu’na katılan bazı milyoner iş insanları, siyasi liderlerden fiyat artışlarının neden olduğu geçim sıkıntısını azaltmaları yönünde girişimlerin artırılmasını isteyip, bu girişimlere destek amacıyla, zenginlerden daha fazla vergi alınması çağrısında bulunmuşlar. Bu iş insanları geçtiğimiz pazar günü sol görüşlü eylemcilerin yaptığı protesto gösterisine katılarak dünya çapında daha adil vergi politikaları talep etmişler.

Yurtsever Milyonerler” adıyla bu ekonomi formunda ortaya çıkan bir grup var.

Grubu temsil eden Phil White bir dolar milyoneri. Servetini de ekonomi danışmanlığı ile yapmış bir iş insanı. Mevcut ekonomik sistemin çökmekte olduğunu düşündüğü için Dünya Ekonomik Forumu’na geldiğini ve burada değişim talep eden solcular ve yoksullukla mücadeleyi hedefleyen gruplarla birlikte hareket ettiklerini anlatıyor.

Karl Marks mezarında ters dönmüştür.

Kim bilir, belki de burjuvazi devrimin öncülüğüne soyunacak.

Aksi taktirde kapitalist sistem, kendi ile beraber dünyanın da sonunu getirecek gibi görünüyor.

Bizim kuşak bakalım daha neler görecek.

 

Dolara müdahale gelecek mi?

Dolara müdahale gelecek mi?

Beklenen oldu…

Ve dolar yeniden 16 liranın üzerine çıktı.

2022’nin kur rekorları geliyor.

Psikolojik bir sınırın daha kırılması moral bozucu.

Çünkü…

“İpin ucu iyice kaçıyor mu?” sorusunu akıllara getiren bir hava oluşmaya başladı.

Piyasalardaki oynaklık belirsizliği artırıyor. Yükselişte inat eden döviz kurları ise reel ekonomide yeni yaralar açmakla kalmayıp vatandaşın cebinde de yeni enflasyon delikleri açıyor!

Bu gidişe bir dur denmesi şart neticede.

Dövize fazlasıyla endeksli bir ekonomi olmamız nedeniyle kurlardaki kontrolsüz yükseliş, ciddi tahribat yapma potansiyeli taşıyor.

Tahribatı azaltmak üzere önleyici tedbirlerin artık sahaya sürülmesi kaçınılmaz! Aralık 2021’deki kur atağını durdurmak için devreye alınan Kur Korumalı Mevduat tarzında yeni bir silahın para otoritesi tarafından bir an önce kullanılması gerekiyor.

Aslında hafta başında bu olasılığın hayata geçmesi gündemdeydi. Pazartesi işlemlerinde dolar bu nedenle bir ara 15,60’lı seviyelere kadar gerilemişti.

Ama çok konuşulan beklenti hayata geçmedi. Yani süper lakaplı bono veya tahvil, bir başka deyişle enflasyona endeksli enstrüman sahaya sürülmedi! Hayal kırıklığı doları 16 TL’nin üzerine atıverdi.

Artık cin şişeden çıktı. Adı geçen fren mekanizmaları kaçınılmaz hale geldi. Adından söz edip de hayata geçirmemek daha ağır bir bedel yaratıyor çünkü.

Orta ve uzun vadede artçıl etkileri ile ciddi bir baş ağrısı olması kaçınılmaz olan enflasyona endeksli kağıtlardan başka seçeneğimizin kalmamış olması çok acı ne yazık ki!

Ancak, bu acı ilacı şimdi yazmazsak ileride daha vahim manzaralarla karşılaşma riskimiz çok yüksek.

Yüksek ve giderek artan bir enflasyona eşlik eden cari açık trendi var. Aynı şekilde dış ve iç borç yükü her geçen gün artıyor.

Kaynak ve rezerv meselesi ise hayli sıkıntılı.

Türkiye’nin risk primi 700 puanın üzerinde ve düşmek bilmiyor.

Doların son iki gündür küresel çapta değer kaybettiği bir ortamda TL’nin dolara karşı değer kaybetmesi hayli düşündürücü!

Rus Rublesi bile dolara karşı son 4 yılın zirvesine çıkmış durumda.

Sanki ortada hiç savaş ve de yoğun bir yaptırım süreci yokmuş gibi Ruble değer kazanıyor. Çok ironik bir durum.

Türkiye’nin eli de armut toplamamalı, parasının değerini korumalı!

Kura dur demek için geç kalınmasının bedelini yine vatandaş ödeyeceği için ekonomi yönetimi net bir stratejiyi bir an önce açıklamalı.

Böylece herkes önünü görebilsin hesap kitap yapabilsin.

Mevcut şartlarda doların 15 TL’nin altına çekilmesi ekonomik dengeler açısından önemli.

Belli bir istikrar da şart. Bu süreçte de en büyük sıkıntımız olan enflasyona karşı topyekün mücadelenin başlaması şart!

Yoksa toptan kaybederiz.

‘Ortak Akıl’da buluşalım

‘Ortak Akıl’da buluşalım

Dijitalleşmenin nimetlerinden yararlanarak, kendi çizdiğim çerçeveye oturacak bir program planı ile basının görsel bölümüne de nüfuz etmek istedim.

İsmi hakkında bile ekip olarak uzun uzun düşündüğümüz ve ‘Ortak Akıl’ çalışması yapmamızdan esinlenerek ‘Ortak Akıl’ dediğimiz programım ile şehrin daha ziyade sivil toplum kuruluşları, sendikal çalışmalar yürütenleri, akademik ve meslek odaları bileşenlerinin seslerini size duyurmaya çalışacağım.

Zaman zaman siyasetin olmayacağının garantisi de yok elbette…

Bilemeyiz…

Sorunları masaya yatırırken çözümlerine de katkı koymaya çalışacağımız ‘Ortak Akıl’ın ilk konuğu Eğitim İş Sendikası Bursa Şube Başkanı Yeliz Toy oldu.

Programda ilk olarak Eğitim İş Sendikası Bursa Şubesi’nin geçtiğimiz günlerde sonuçlarını kamuoyu ile paylaştığı araştırmaya değindik.

Her 4 öğrenciden biri aç. Beslenme yoluyla, kantin yoluyla kahvaltı yapamıyor hiçbir öğrenci. Öğrencilerimiz okula kahvaltı yapmadan geliyorlar. Okulda gün boyunca sağlıklı gıdaya erişme imkanları yok ve 10 saati aşkın okul sürelerinde beslenemiyorlar. Yaptığımız araştırmada, 13 öğrenciye 1 simit düşüyor ve öğrencilerin harçlığı kişi başına 82 kuruş, 1 lira bile değil!” diyen Toy, yaşadığımız ‘derin yoksulluğun’ okullardaki yansımasını özetledi bizlere.

Milli Eğitim Bakanlığına bütçeden ayrılan payın her yıl bir önceki yıla oranla daha da düştüğünün ve kaynakların yavaş yavaş köreldiğinin altını çizmekte fayda var. Okul yöneticilerine bakanlıktan ‘kaynağı siz yaratın’ talimatının gelmesi işin daha da zorlaşmasına neden oluyor. Bir diğer yandan da dernek ve vakıflara Milli Eğitim Bakanlığı bütçesinden ayrılan ödenekler var.

“MEB bütçesi gittikçe düşüyor, buna rağmen 1 milyar 77 milyon lira bütçeden bir vakfa para aktarıldığını görüyoruz. Maarif Vakfı. Bu vakıf yurt dışı eğitimden sorumlu, oysa Milli Eğitim Bakanlığı’nın bünyesinde yurt dışı eğitiminden sorumlu bir genel müdürlük zaten var.

1 milyar 77 milyon lira sadece 2021 yılında aktarılan para. Bu parayla Türkiye’deki 5 milyon ilkokul öğrencisine düzenli olarak süt verilebilirdi!” uyarısını tekrarlıyor Eğitim İş Bursa Şube Başkanı.

Milli Eğitim Bakanının şehrimizi son ziyaretinde duyurduğu ve müjdeler verdiği yeni okul inşaatlarının yeni dersliklerin yapılması, anaokulları, BİLSEM ve RAM’ların kurulması müjdeleri de havada kalan sözlerden.

Ulusal basından takip ettiğimiz haberlere bakacak olursak, 9 bakana yazlık konut yapılırken harcanabilen paralar, sıra eğitim ihtiyaçlarına geldiğinde ‘ödenek yok’ denilerek harcanamıyor ve yapılan ihaleler de ödenek yokluğundan iptal ediliyor.

Bursa’da da 4 bin dersliğe acil ihtiyacımız var, demiştik. Maalesef söylenenler gerçek olmadı. İhaleler iptal edildi. Bursa’da kaç okulun yapımı iptal edildi bilmiyorum ve bulamıyorum. Güçlendirme amacıyla yıkılan okullar da kaynak yetersizliğinden yapılmıyor. Bursa’da da 40’tan fazla okul güçlendirme amacıyla yıkılmıştı. Bir kısmına başladılar tamamlanmadı, bir kısmına 2022 yılında bitecek demişlerdi. Bugün aldığımız habere göre ihalelerin iptal edildiğini duyduk!” diyerek yanıtlıyor Yeliz Toy bu konudaki sorumu.

İşin şu kısmı son derece ilginç; vaatler var, bu vaatlerin gerçekleştirilmesi için ilk adımlar atılıyor, sonrasında uygulama durduruluyor ve kimseden ses çıkmıyor. Konuyla ilgili bir açıklama da yok, bir muhatap da bulamıyorsunuz!

Şimdi yine bir vaat var ortada; tüm öğrencilere Yaz Okulları

Bu konuda bir araştırma yapan Eğitim İş Bursa Şube Başkanı Yeliz Toy, yaz okulu konusunda bir planlama olmadığının, bazı ilçelere yaz okulu kayıtları konusunda duyuru dahi yapılmadığının altını çiziyor. Duyuru yapılan okullarda da katılım son derece az.

Neden?

Çünkü Milli Eğitim Bakanlığı’na güven kalmamış!

Yine havada kalan bir vaat anlayacağınız.

Okul sütü uygulamasının geri gelmesini, ikili eğitim veren okullarda ara öğün, tam gün eğitim veren okullarda öğle yemeğinin ücretsiz olarak verilmesini, öğrencilerin sağlık kontrollerinin eskisi gibi devlet tarafından okullarda yapılması talepler arasında çözüm de ortada;

Derneklere ve vakıflara giden paralar ile bunları rahatlıkla yapabiliriz!”

Konuğumun dikkat çektiği çok önemli bir husus daha var.

Salgın döneminde okul terklerinin artabileceği noktasında yoğun uyarılar yapmıştı Eğitim İş Sendikası. Maalesef korkulan gerçekleşmeye başlamış. Özellikle dezavantajlı öğrenciler ve kız öğrenciler arasında okul terki giderek yaygınlaşıyor!

Çok önemli bir konu… Masaya yatırılması gereken başlıklardan biri…

Konuklarımla aklınıza takılan pek çok konuyu konuşacağız.

O halde ‘Ortak Akıl’da buluşalım…

AK Parti Milletvekili Ahmet Kılıç EYT için ne dedi?

AK Parti Milletvekili Ahmet Kılıç EYT için ne dedi?

Pazartesi günü Norm Haber stüdyolarında, Yerel Bakış programında konuğumuz, AK Parti Bursa Milletvekili ve TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu Üyesi Ahmet Kılıç oldu.

Kılıç, siyasette bugün bulunduğu noktaya tırnaklarıyla kazıyarak gelen bir isim.

Tabiri caiz ise basamakları birer birer çıktı.

Önce gençlik kolları il yöneticiliği, ardından il gençlik kolları başkanlığı, sonrasında Gençlik Kolları Teşkilat Başkanlığı, AK Parti MKYK üyeliği, milletvekili adaylığı, sonrasında bir kez daha adaylık, milletvekilliği ve arada Genel Sekreter Birim Başkan Yardımcılığı…

Bu görevlerde bulunan, bu görevleri layığıyla yapan bir isim.

Yine halen TBMM’de Türkiye-Kuzey Makedonya Meclisleri Dostluk Grubu Başkanlığı görevine de devam eden bir isim.

İktidar kanadından Bursa’ya gelecek yatırımların perde arkasındaki milletvekili.

Genç ama tecrübeli.

Bu tecrübesini Türk siyasetinde uzun yıllar vatandaş lehine kullanacak bir isim.

Adana’dan ayağının tozuyla programımıza gelen Kılıç’la ekonomik krizden tutun, Rusya-Ukrayna Savaşına, oradan Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğine kadar birçok konuyu konuştuk.

Öncelikle Kılıç, “Türkiye, Ukrayna ile Rusya arasında savaştan üzüntü duyuyor. Savaşın başladığı andan itibaren arabulucu olarak görev yapıyor. Savaşın bitmesi için de elimizden geleni yapacağız.” dedi.

Yine gündemde sıcaklığını koruyan bir başka konu ise Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliği…

“Türkiye’nin vetosu ne zaman kalkar?” sorusuna Kılıç, “Terörle aralarına mesafe koydukları zaman” diyerek, net yanıt verdi.

Konuştuğumuz bir konu, enflasyon ve hayat pahalılığı noktasında da “Hayat pahalılığının farkındayız, bu konuda hükümetimiz gayretli. İnşallah düzene girecek” dedi.

Özellikle stokçulara karşı denetimlerin artacağı vurgusu yapan Kılıç’ın bu temennisine katılmamak mümkün değil.

Kılıç’la sohbetimizde, o resmen ifade etmese de “önümüzdeki temmuz ayında memur, emekli ve asgari ücrette bir düzenleme” olacağını hissettim.

Diğer hissettiğim bir konu ise EYT meselesi.

EYT meselesi de kısa zamanda çözülecek gibi geliyor. Muhtemelen 2023 yılı itibarı ile EYT problemi kalmayacak.

Kılıç, “EYT üç harfli ama bir kez maaş ödeme ile biten bir şey değil. Bu konuda Ankara’da çalışmalar devam ediyor” dedi…

Bursa’da hızlı trenin finansman sorunu olmadığına dikkat çeken Kılıç, “çalışmalar son hızla devam ediyor” dedi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Bursa programı ile ilgili bir gelişme olup olmadığını sorduğumda, “2022 yılında Göçebe Olimpiyatlarının açılışına ve TOGG’un 2023 yılındaki açılışında Bursa’da” olacağını Kılıç’ın konuşmalarından tahmin ettim.

Bu arada, Kılıç’a sorduğum sorulardan biri de erken seçimle ilgiliydi.

“Bu konuda Sayın Cumhurbaşkanımız son sözü söyledi. Seçimler zamanında yapılacak” dedi.

Bizim de baştan beri iddiamız bu.

Seçimlerin zamanında yapılacağı.

Gerçek olan şu: Her şey tozpembe değil, sıkıntılar olduğu bir realite. Bu gerçeği iktidar partisinin mensupları da kabul ediyor. Ama bu sorunu yine kendilerinin çözeceğini ifade ediyorlar.

Zannedersem Cumhur İttifakı’nı diğer partilerden ve iktidarlardan ayıran en önemli özellik bu.

En azından sorunları kabul ediyorlar…

Sanayi ve ticaretin can simidi

Sanayi ve ticaretin can simidi

Ticaret ve sanayinin can simidi devlet desteği olan teşvik ve hibeler.

Hükümet neredeyse her ay yeni bir teşvik paketi açıklamaya devam ediyor.

Seç beğen.

Özellikle sanayi ve üretimi destekleyici fonlardan, çeşitli bakanlıklar ve resmi-yarı resmi kuruluşlar tarafından bazen vergi ve SGK ödeme istisnaları sağlayan teşvikler, bazen projeye bağlı hibe tutarları, bazen de bankalar eliyle, ucuz kredi mahiyetinde veriliyor çeşitli sektörlere.

Bu teşvik ve hibe yelpazesi, toplumun pozitif ayrımcılık gerektiren kadın, engelli gibi sosyal grupları da eklediğinizde oldukça genişliyor.

Böylelikle sağlanacak destekler konusu, özel bir uzmanlık alanına dönüşmüş durumda.

Bursa Ekonomi Gazetecileri Derneği Başkanı Nuri Yavuz’un daveti ile bu uzman firmalardan olan Türker Danışmanlık AŞ ile bir araya geldik. Konunun uzmanı Türker Duran ve diğer şirket ortağı Berna Öztürk Çaral ile sohbet mahiyetinde, soru cevaplı keyifli bir toplantıda konuyu enine boyuna konuştuk.

İster yerli sermaye ister yabancı yatırımcı olsun, devletin kesesi herkese açık.

Yeter ki istihdam yaratıcı bir proje olsun.

Yeter ki girişimci olun.

Ancak hala bazı firmalar nemelazımcı bir anlayışla özellikle bürokrasi ile uğraşmanın caydırıcılığı yüzünden bu teşvik ve hibelerden uzak duruyormuş. Oysa özellikle 2018’den sonra tamamen dijitalleşen başvuru işlemlerinin hızlandığı ve karmaşık bürokratik süreçlerin önemli oranda ortadan kalktığından söz etti Türker Duran.

Bu teşvik ve hibeler için büyük ölçekli yatırımcı firmaların, kendi içlerinde de birimler oluşturarak süreci yönetebilecekleri gibi, uzman firmalarla partnerlik yaparak da sonuca gitmelerinin eskisinden çok daha kolay olduğunu ifade etti.

Devlet destekleri süreci esasen 80’li yıllarda KOSGEB ile başladı ülkemizde. 90’lı yıllarda sadece sanayideki KOBİ’lere dönük teşvik ve hibeler ile başlayan süreç yıllar içinde çeşitlenerek, gerek girişimci sayısın artmasına, gerekse son teknoloji yatırımlarına ulaşılmasında önemli bir etken oldu.

Firmaların teşvik ve hibe seçimi, doğru başvuru ve proje yazım süreci çok önemli. Adeta gömleğin ilk düğmesi gibi, yanlış iliklendiğinde devamı da doğru olamıyor. Dolayısı ile o işletmenin öncelikle kendi hedef ve vizyonunu iyi tanımlayıp tanıtması gerekiyor.

Doğru bir uzmanla yola devam etmek başarı açısından ayrı bir önem taşıyor şüphesiz.

Bütün bunlar uzman şirketi seçmede önemli kriterler.

Öte yandan gelişme ve büyüme hedefleyen her firmanın kendine bu sistemde yer bulması, ülke ekonomisinin gelişimi açısından da tamamlayıcı oluyor.

Çünkü yeni yatırım ve son teknolojiyi takip rekabetçi piyasaların olmazsa olmazı.

Zamları otomatiğe bağlayan Bursalı yemekçiler haklı mı?

Zamları otomatiğe bağlayan Bursalı yemekçiler haklı mı?

Yeni moda… Gıda krizi!

Krizlerin çeşit çeşit, boy boy sahne aldığı dünyada yeni trend gıda kriziyle kendini göstermeye başladı.

Niye mi? Pandemi, savaş, ambargolar, iklim değişikliği, kuraklık, yüksek maliyet artışları… Liste uzayıp gidiyor.

Talep artarken arz talebe yetişemiyor. Bu tablo maliyet artışlarıyla birleştiği için de fiyatlar roket hızıyla yükseliyor bütün dünyada.

Geçen hafta uyarı mahiyetinde kaleme aldığım yazıda öngörü projeksiyonlarının 250 milyon kişinin kıtlık ve açlığın pençesine sürüklenme riskine dikkat çekmiştim!

Ve son günlerde benzer uyarıların arttığına şahit oluyoruz.

Bazı ülkeler kendilerini garanti altına almak için tarımsal ürün ihracatlarını kısmaya başladı bile.

Bu krizi şimdilik hafif dozda atlatan alım gücü yüksek ülkeler olduğu gibi fakir ülkelerin daha fazla fakirleşmesine yol açan bir tablo söz konusu.

Ama…

Türkiye’deki manzara çok daha ilginç bir görüntü veriyor!

Neden mi?

Bizdeki fiyat artışları katlanarak gidiyor. TÜİK’e göre yıllık gıda TÜFE’si yüzde 90 civarında seyrediyor. Ancak, market rafları, çarşı ve pazar etiketleri en az yüzde 150’lik gıda enflasyonu ile yüzleştiriyor vatandaşı!

Nitekim tarımsal ÜFE’nin yüzde 119’da seyretmesi gıda TÜFE’nin nerelerde olması gerektiğine dair net mesaj veriyor.

Oysa FAO’ya göre dünya genelindeki gıda enflasyonu yüzde 30’lar seviyesinde.

Yani TÜİK verileriyle bile dünya ortalamasından 3 kat zamlı bir gıda piyasamız var demektir! Doğrudan ithalat bağımlılığının hayli yüksek olması yanında tarımsal üretimdeki girdilerin de ağırlıkla ithalata dayalı olması Türkiye’deki manzaranın kötüleşmesinde temel faktör konumunda.

Bir yanda yıllık bazda iki katına çıkan dolar kuru… Diğer yanda ithal girdilere de eşlik eden yerli girdi maliyetlerindeki astronomik artışlar… Vatandaşın karnını doyurma konusunda ciddi bir sıkıntıyla karşılamasında fazlasıyla pay sahibi.

Bu tabloya aşırı yüksek akaryakıt fiyatlarının nakliye üzerindeki baskısı yanında aracıların kar yarışı ve fırsatçılıklarını da eklemek gerekiyor.

Kısacası her yönden ekmeğimizi küçülten bir tablo ile karşı karşıyayız!

Bundan sonrasına dair manzara da iç açıcı değil…

Çünkü…

TÜİK verilerine göre marttaki tarımsal girdi fiyat artış oranı yüzde 106 seviyesinde gerçekleşti. Yani kurun hala 14 TL civarında olduğu bir dönemin girdi enflasyonu böyle ise nisan ve mayıstaki dolar artışının yansıması çok daha güçlü olacaktır. Üstelik küresel fiyat artışları da devam etmekte.

Gübrenin yüzde 220, enerji ve yakıtın yüzde 175, yemin ise yüzde 107 zamlandığını dikkate alırsak gıdadaki önlenemez yükselişi öngörmek zor olmaz!

Kısacası vatandaşın bütün geliri neredeyse mutfak tarafından yutuluyor.

Dışarıda yemek zaten ateş pahası oldu.

Ama zorunlu olarak dışarıda yemek yeme durumunda olanların kurtarıcısı konumundaki yemek sanayinden de alarm sinyalleri geliyor ne yazık ki!

Haliyle “Bursalı yemekçiler isyanda.” diyebiliriz.

Bursa Yemek Sanayicileri Derneği (BUYSAD) Başkanı Coşkun Dönmez’in açıklamaları çarpıcı bir dönüşümü karşımıza çıkardı.

Çünkü yaşanan süreç hem sektörü hem hizmet alan firmaları hem de vatandaşı etkiliyor!

Aylar önceki sohbetimizde gidişatın ciddiyetine dikkat çeken BUYSAD Başkanı Dönmez’in korktuğu başına gelmiş gibi. Dün yaptığı açıklamada yemek sanayicilerinin neredeyse günübirlik hale gelen gıda fiyatlarındaki artış karşısında çaresiz kaldığını vurgulayan Dönmez, “Mayıs ayının başından beri bırakın kâr etmeyi zarar etmeye başladık.” diyerek sıkıntıya dikkat çekti.

Sunduğu çözüm önerisi ise otomatik pilotta bir fiyat artış sistemini karşımıza çıkardı!

Eskalasyon sistemi…

“TÜİK tarafından her ay açıklanan gıda fiyatları ile ÜFE ve TÜFE ortalamasını baz alıp, işçilik ve enerjide anormal artışlar olursa bunu da maliyetlerimize ekleyerek otomatik fiyatlandırmaya gitmek zorundayız.” diyor Başkan Dönmez!

Ve otomatik zamlar haziranda başlıyor…

Peki müşteriler anlayış gösterecek mi acaba bu uygulamaya?

Her kurumun geliri her ay artmıyor ki gıda oranında!

Ya öğrenci velileri ne yapacak?

Bir ödül binbir soru…

Bir ödül binbir soru…

Bursa Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (BUSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Buğra Küçükkayalar, aralık ayında gerçekleştirilecek 5. Yenileşim Ödül sürecine Bursalı firmaları katılmaya çağırdı.

BUSİAD Evi bahçesinde düzenlenen basın toplantısına ben de dahil oldum ve bir süredir;

Bursa bir sanayi şehri midir, yoksa tarım şehri midir, o da olmazsa bir turizm şehri midir, belki de hepsinden biraz biraz ve hiç birisidir aslında…” karmaşasına bir açıklama bulabilir miyim ümidiyle dinledim BUSİAD yönetimini.

Yenileşim Ödülü’nün de verileceği ve bu yıl 12’incisi gerçekleştirecek Yenilikçilik ve Yaratıcılık Sempozyumu’nun mottosunun “Sürdürülebilirliğin DNA’sı” olduğunu söyledi BUSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Buğra Küçükkayalar.

BUSİAD olarak Bursa’mızın tarım, turizm ve sanayi sektörleri arasında dengeli bir büyüme içinde olması gerektiğini her yerde vurguluyoruz” sözleri anlamlıydı. Hatta üstüne yapılan;

Bursa’nın aynı zamanda bir tarım kenti olduğu gerçeğini unutturmak istemiyoruz. Tarım, turizm ve sanayinin birbirlerinin alanlarına müdahale etmeden gelişmesinden yanayız. Bu anlayışın sürdürülebilirliğin de temeli olduğunu düşünüyoruz. Bugüne kadar yapılan hataları sürdürmemek için artık tüm Bursalılar olarak kendimize kalıcı yol haritaları çizmeli, hedefler belirlemeli, bu hedefleri benimsemeli, içselleştirmeli ve bu hedeflerden sapmamalı, vazgeçmemeliyiz!” uyarısında bulundu BUSİAD Yönetim Kurulu Başkanı.

Oysa daha çok kısa bir süre önce BTSO tarafından düzenlenen toplantıda sanayinin ön planda olduğu bir konuşma dinlemiştik. Şehrimizin yeni sanayi alanlarına ihtiyaç duyduğuna önemli bir vurgu yapılmıştı BTSO Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Burkay tarafından.

Elbette bu konu soruldu BUSİAD Başkanına.

Şehrin tarım, turizm ve sanayi ile birlikte üçlü bir sacayağına oturtulması gerektiğinin altını çizen Küçükkayalar;

“Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin 2040 çevre planı var. Bu planda her alan kendisine yer bulabilmeli ve sınırları doğru bir biçimde çizilip, aşılmamak üzere bir kurala kaideye bağlanmalı. Bursa’da sanayiyi yok sayamayız, ama tarımı ve turizmi hiçbir biçimde yok sayamayız!” diyor.

Peki, yeni sanayi alanlarına ihtiyaç var mı bu şehirde?

Bir kere ‘eski sistem sanayiler için yeni sanayi bölgeleri oluşturmaya gerek var mı?’ sorusu akıllarında dolaşıyor BUSİAD yönetiminin. Bunun yanında, ‘sanayi bölgeleri şehir dışına taşınmalı mı, taşınsa nasıl bir yöntem izlenmeli, sanayiden boşalan alanlar nasıl değerlendirilmeli?’ soruları da akılların bir köşesinde.

2019 yılında yaptığımız çalışmamızda 24 milyon metrekare sanayi alanı bulunduğunu tespit etmiştik. Bunu güncellemek için yeni bir çalışma başlattık. Her üç alan için de gruplar kurduk ve çalışmalar yapıyoruz. Çalışmaların sonucunda elde ettiğimiz verilerle şehrimizde nasıl bir planlama yapılması gerektiği konusundaki fikrimizi açıklayacağız.” diyor Buğra Küçükkayalar.

Anlaşılan o ki, yakın bir gelecekte BTSO Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Burkay’ın düzenlediği gibi bir sunum da BUSİAD’dan gelecek.

Bir görüş şehrin içinde kalmış olsa dahi, hali hazırda var olan sanayi bölgelerinde boş alanların olduğu iddiasında bulunurken; bir diğer görüşün sanayiyi şehir dışına almak istemesi, kafalarda karışıklık yaratıyor.

Sanayi bölgelerinin tamamının şehir dışına taşınması demek, sanayi bölgelerinde çalışan insanların da şehir dışına taşınması demek. Bu ne demek? Yeni konutlar, çarşılar, pazarlar, okullar, camiler… demek. Şehrin dışına yeni bir şehir kurulması demek…

Yeni şehrin kurulacağı bu alanlar tarım alanı mıdır?

Şehrin yarısını şehir dışına taşıyacaksınız neredeyse… Peki, boş kalan yerler ne olacak bu durumda?

Çooookkkk… soru var bu konuda sorulacak.

BUSİAD’ın 5. Yenileşim Ödülüne başvuru için son tarih 10 Haziran Cuma. Yenileşim ruhunu yansıtan bir şekilde tasarlanan ödül heykelciğinin de bir özelliği var, Bursa için tarihi bir anlam ifade eden Dua Çınarı’nın kalan son parçalarından yapılmış kendisi.

“Sürdürülebilirliğin DNA’sı” mottolu bir yarışma için çok anlamlı bir ödül bence.

Bursa’da söylenen o şarkı!

Bursa’da söylenen o şarkı!

Yıl 2009’du. Yunanistan’da her şey iyiye gidiyor, Avrupa Birliği’nin (AB) parası ile sirtaki oynayarak gülüp eğleniyorlardı. Bir anda borç krizi ile karşılaştılar. Meğer hükümet ekonomik durumu iyi göstermek ve AB’yi tırtıklamak, Euro Bölgesine girmek için rakamlarla oynayıp, uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarına rüşvet veriyormuş!

Yunanistan, bir anda nur topu gibi bir ekonomik krizi kucağında buldu.

Devlete ait birçok şirket ya kapatıldı ya da özelleştirildi. Yunanistan’ı AB, Avrupa Merkez Bankası ve IMF’den oluşan, “akbabalar” olarak adlandırılan Troyka temsilcileri yönetiyordu. Troyka’ya sormadan devlet araçlarına benzin bile alınamıyordu. Devlet televizyonu bile kemer sıkma politikaları nedeniyle kapatılmıştı. Atina ve Selanik’te dükkânlar boştu, kiralık ilanları üzerlerinde sallanıyordu.

İyi eğitimli, beyaz yaka Yunanlar Avrupa’da çalışmak için adeta sıraya girmişti.

Ekonomik darboğaz arttıkça kemer sıkma politikalarını protesto için işçiler meydanları, çiftçiler traktörleri ile otoyolları kapatıyorlardı.

AB çatırdamaya başlamıştı. İtalya, İspanya ve Portekiz gibi kırılgan ekonomiye sahip devletler, Yunanistan’ın yaşadığının kendi başlarına da gelmemesi için AB’den çıkışı dillendirmeye başlamışlardı.

Türkiye’de ise işler iyiydi. Dolar kuru gerilemiş, tüm dünyadan ithalat yapıyorduk. Kurbanlık danalar bile Güney Amerika’dan geliyordu. Tavuklara vermek için mısır dolusu gemiler Mersin limanında bekliyordu. Gazete manşetlerimizi  ekonomimizin şahlanış ve uçuşu, Yunanların çöpten beslendikleri, çocuklarının açlıktan okulda bayıldıkları gibi haberler süslüyordu.

Batı Trakya doğumlu Sağlık Bakanımız Mehmet Müezzinoğlu, Yunanistan’daki bu ekonomik krizden yararlanmak istedi. Yunanistan’dan kaçan Yunan doktorların Türkiye ye gelebileceğini ve ülkemizdeki doktor açığının bu şekilde bir nebzede olsa kapatılacağını söyledi.

Selanik Tabip Odası ile ilk görüşmeler sonrası Yunanistan’da bulunan doktorların Türkçe kursuna gitmeye başladıklarını gördük, gazeteler ve televizyon haberlerinde. Yunan doktorların Türkiye’de çalışması için formüller aranmaya başlandı. Ama bu proje rafa kalktı.

Aradan yıllar geçti. Yunanistan ekonomik krizi bir parça da olsa aştı. Biz ise bırakın Yunanların ülkemize gelmesini,  Afgan, Pakistan, Suriyeli akınına uğrayarak adeta Yunanistan’ın ve Avrupa’nın mülteci kampı olduk.

Bugün gelinen noktada, doktorlarımız akın akın yurt dışına gitmek için sıraya girmiş durumda. Dün Yunan doktorlar Türkçe kurslarına giderken, bugün yeni mezun doktorlarımız Almanca kursları önünde kuyruk oluşturuyor.

Sosyal medyada Türkiye’de hukuk  ve mühendislik okuyan gençlerin havaalanında bilet ve pasaport fotoğraflarını yayınlayarak, garsonluk ya da kuryelik yapmak için Avrupa’ya gittiklerine şahit oluyoruz.

Gitmeye niyeti olmayan doktorları da zaten kovuyoruz. Dün Yunan doktorlar çalışmak için bize gelmek isterken, bugün genç, pırıl pırıl beyinlerimiz adeta ülkemizden kaçıyor. Gençlerin eskiden hayallerini ev araba süslerken, bugün Alman, İngiliz ve Fransız vatandaşlıkları süslüyor. ABD yeşil kart başvuruları rekor kırıyor. Ekonomi her gün daha kötüye giderken, ilk kez Bursa’da söylenen o şarkı gibi Türkiye nereden nereye geliyor!

Bursa’nın bir günlük turistliği başlıyor

Bursa’nın bir günlük turistliği başlıyor

O meşhur replikte sorulur ya, “nerelisin” diye!

Doyduğun yer mi, doğduğun yer mi diye!

Buna yeni bir önerme eklemek lazım artık:

Bildiğin yer mi?

Bilmediğiniz yerli olmanın eksikliğini hem siz hissedersiniz hem de yaşadığınız yer.

Bizim çocukluğumuzda okullarda Ahmet Kutsi Tecer’in şiiri ders olarak öğretilirdi:

“Orda bir köy var, uzakta
O köy bizim köyümüzdür.
Gezmesek de tozmasak da
O köy bizim köyümüzdür.

(…)

Orda bir dağ var, uzakta
O dağ bizim dağımızdır.
İnmesek de çıkmasak da
O dağ bizim dağımızdır.”

Değilmiş efendim.

Orası coğrafi bakımdan bizim. Tabii ki bizim olmaya devam ediyor.

Ancak içinde yaşadığımız yeri bilmediğimizde,  onu anlayıp değerini de bilemiyormuşuz. Eksikliklerin farkına varamıyor, onların giderilmesi için çabalamıyormuşuz.

O da eksik kalıyormuş, biz de.

Bu eksikliği hayatlarımızda bir şekilde hepimiz fark etmişizdir aslında.

İşte:

Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (TÜRSAB) Güney Marmara Bölge Temsil Kurulu Başkanı Murat Saraçoğlu, bu farkındalığı anlamlı bir projeye dönüştürmüş. Kendisi bu proje için “benim öğrenciliğimden beri hayalim olan bir projeydi” diyor:

Herkes kendi şehrinin bir günlük turisti olsun.”

Projesinin ilk organizasyonu ile ben de Bursa’nın bir günlüğüne turisti oldum.

Proje, Bursa da yaşayanların, yaşadıkları kentin turistik, kültürel ve sosyal değerlerini bizzat görmesi ve değerinin kavranmasını amaçlıyor. Çeşitli grupları kapsayacak tanıtım turları 6 farklı rota üzerinden devam edecek.

Bu rotalar İznik, Gölyazı, Tirilye, Kozahan, Tarihi Çarşı, Irgandı Köprüsü…

Bursa Büyükşehir Belediyesi işbirliği ile yapılan projede yukarıda sıraladığım rotalar bir rehber eşliğinde geziliyor.

Bursa’da yaşayan her birimizin bu kadim kentin bir turizm elçisi olarak değerini daha yakından tanınmasını sağlayacak çok değerli bir proje.

Özellikle gençlere dönük yaygınlaştırılması gerek. Onların da Bursa’nın turizm değerlerini, dünya mirası eserlerini bizzat görmesi apayrı bir önem taşıyor. Bunun ardından onlara sahip çıkacak ve daha fazla insanın görmesini sağlayacak bilinçli çalışmalara destek olmaları bir göreve dönüşecektir.

Bursa’nın turistik değerlerini gelecek kuşaklara emanet edebilmesi ve şimdiye kadar bir türlü ivmelenmeyen turizm süreçlerine tüm kentin sahip çıkması için önemli bir fırsat projesi aslında bu.

Bursa turizmi ve markalaşması yönünde, TÜRSAB Yönetim Kurulu Üyesi Hasan Eker ve TÜRSAB Güney Marmara Başkanı Murat Saraçoğlu yoğun çaba harcıyor.

Bu ortak amaç için çeşitli kurumları bir araya getirdiler.

Bu çalışmalar her geçen gün daha fazla ete kemiğe bürünüyor.

Sonuçları her geçen gün bu kentin daha bilinen bir marka, daha turistik bir merkez olmasını sağlıyor.

Bütün kentin bu çalışmalar destek olması amaca erişmede en büyük umut.