Sağlıkçılar seçim maratonunda

Sağlıkçılar seçim maratonunda

Birkaç gün üst üste şehrimizin akademik odalarını köşemde misafir edip, akademik açıdan nasıl fikir alışverişi yaptıklarına ve böylece Bursa için en iyisinin gerçekleşmesine nasıl ön ayak olduklarına sizin de şahit olmanızı istedim.

Ancak unutmamak gerek ki, akademik odaların şimdilerdeki en önemli telaşlarından biri yeni yönetimlerin belirlendiği seçimler. Pek çok odanın seçimi şu ana kadar tamamlandı. Görev değişiklikleri gerçekleşti.

Diş Hekimleri Odası Bursa Şubesi Emel Eroğlu’nun hazırladığı tek liste ile bu hafta sonu seçime giderken listenin bağımsız iki yönetim kurulu adayı tarafından delinmeye çalışıldığı bilgisini de aldım. Bunun dışında;

“Bursa Dişhekimleri Odası’nın kuruluşundan bugüne etkin, etkili ve saygın bir kurum olması için emek veren ve bu geleneğin yürütücüsü olan bizler; meslektaşlarımızın desteği, katkıları ve katılımlarıyla sürdürdüğümüz çalışmalara, bu dönemde de aramıza yeni katılan, aynı ekip ruhuna sahip arkadaşlarımızla, aynı değer ve ilkelerle devam etmek istiyoruz” diyor Bursa Diş Hekimleri Odası seçim söylemi olarak.

Bursa’nın en etkin akademik odalarından olan ve yaşanan pandemi süreci ile birlikte etkinliği daha da ön plana çıkan Tabip Odası ise seçime iki liste ile giriyor, dolayısıyla seçim heyecanı ve tansiyon daha yüksek.

16- 17 Nisan tarihlerinde yapılacak olan genel kurulda, Dr. Tufan Kumaş öncülüğündeki ‘Çağdaş Hekimler’ ile Doç. Dr. Soner Cander öncülüğündeki ‘Güçlü Hekimlik İçin Güçlü Oda’ listesi yarışacak.

Dr. Tufan Kumaş ‘Çağdaş Hekimler’in adayı…

Çağdaş Hekimler seçim bildirgelerinde;

“Biz hekimler; toplumsal barışı destekleyen, demokratik, laik, tam bağımsız ve hukukun egemen olduğu, sosyal devlet niteliğini koruyan, insan haklarını savunan ve çağdaş uygarlık düzeyine erişme hedefinden ödün vermeyen bir Türkiye Cumhuriyeti’ni mesleğimizin uygulanması için önkoşul olarak görüyoruz” diyorlar.

Güçlü Hekimlik İçin Güçlü Oda grubunun bu görüşün tam karşısında bir seçim argümanına sahip olduğunu hemen belirtmek lazım. Zira kendileri yaptıkları açıklamalarda;

“Bursa Tabip Odası, kanunla belirlenmiş olan kuruluş amacı ve görevleri dışındaki herhangi bir konuda kurumsal tutum sergilemeyecek ve açıklama yapmayacaktır!” söylemi ile bu durumu net olarak vurguluyorlar.

“Sağlık ve hekimlikle ilgili sorunlara yönelik etkin örgütsel, hukuksal mücadele vermeye ve gündem yaratmaya devam edeceğiz” diyen Çağdaş Hekimlerin karşısında “Tabip Odası kamu yararını da gözeterek, tabiplerin haklarını savunmak ve imkanlarını geliştirmek için kanunla kurulmuş bir kamu kurumudur. Hekimlik standartlarının geliştirilmesi, bu kurumun asli görevidir ve bu görev hiçbir şekilde diğer gündemlerin gerisinde tutulamaz” gibi yuvarlak bir cümle ile tam olarak ne vaat ettiğini açıklayamayan bir Güçlü Hekimlik İçin Güçlü Oda grubu var.

“Hekimler can güvencesinin olmadığı koşullarda, özel sektörde iş güvencesinden yoksun olarak, hem kamu hem de özel sektörde ise gelir güvencesi olmaksızın görevlerini özveriyle sürdürmek için uğraş vermektedir. Karşı karşıya kaldığımız sorunların çözümü var. Sorunlarımızın çözülmesi için mücadelemizi sürdüreceğiz! Sağlık ortamlarının şiddetten arındırılması amacıyla ivedi olarak Türk Ceza Kanunu’nda gerekli değişikliklerin yapılması için mücadele ederek hekimlere karşı küçük düşürücü tutum ve söylemlere son verilmesi için uğraş vereceğiz.” diyen Çağdaş Hekimlerin karşısında;

“Bursa Tabip Odası kanunla belirlenmiş olan kuruluş amacı ve görevleri dışındaki herhangi bir konuda kurumsal tutum sergilemeyecek ve açıklama yapmayacaktır. Her alanda çalışacak hekimlerimizden kurulacak olan komisyonlarla sorunlarına değinilmedik tek bir meslektaşımız bırakılmayacaktır” diyerek ortaya net bir söylem koyamayan Güçlü Hekimlik İçin Güçlü Oda grubu var.

Benim de ‘Güçlü Hekimlik İçin Güçlü Oda’ grubuna eleştirel bir bakışla yaklaştığımın farkına vardığınızı düşünerek, gruba yöneltilen ‘belli bir siyasi görüşün temsilcisi olma’ iddiasının sadece benim kafamdan geçen bir düşünce olmadığını belirtmek isterim. Bu iddia kendilerine pek çok alandan yöneltilmiş olsa gerek ki, şöyle bir açıklama paylaştılar sosyal medyalarından;

“Son günlerde hakkımızda çıkan haber ve yorumları kabul etmiyoruz. Biz hiçbir politik düşüncenin yanında ya da karşısında değiliz. Hepimiz farklı görüşlerde olsak da ortak paydamız olan ‘hekimlik’ çatısı altında toplandık. Sağlıkta şiddete karşıyız. Bununla ilgili daha aktif bir çalışma içerisinde olacağız. Gerek çalışırken gerekse emeklilik döneminde yaşanabilir, sosyal ve maddi haklarımız için çaba göstereceğiz. Uzmanlık eğitiminde yaşanan sıkıntıları da biliyoruz. Çözümün tarafları ile daha etkin diyalog kuracağız. Yurt dışına hekim göçünün önüne geçmek için çalıştaylar planlayacağız. Özel sektörde çalışan hekim arkadaşlarımızın da çalışma koşullarını ve ücretleri üzerindeki baskıları biliyoruz ve çözüm üreteceğiz. Giderek değersizleştirilen mesleki saygınlığımızı tekrar kazanmak için gerekli çalışmaları yapacağız.

Daha iyi hekimlik dışında hiçbir amaç gütmeden farklı düşüncelerden genç bir ekiple sadece ve sadece hekimlik hakları için çalışacağız. Bizim özel bir ismimiz ve bağlantılı olduğumuz bir organizasyon da yoktur”

Doç. Dr. Soner Cander ‘Güçlü Hekimlik İçin Güçlü Oda’nın adayı…

Keşke çok sonradan gelen bu açıklamayı seçime girerken kendilerini ifade etmek için seçtikleri açıklama olarak tercih etseydiler.

Ancak yaptıkları açıklamanın kendilerine ilişkin gelişen algıyı dağıtacağını düşünmüyorum. Zira biliyoruz ki, Bursa Tabip Odası’nda Çağdaş Hekimler grubunda yaşanan bir dağılma yok. Haliyle karşılarına çıkan listenin iktidara daha yakın isimlerden oluşma ihtimalini yüksek görüyor seçmenler.

Tüm bu seçim karmaşasından uzak bir vurgulama yaparak hakkını teslim etmek istediğim kişi ise 2018-2020 ile 2020-2022 dönemlerinde Bursa Tabip Odası Başkanlığını yürüten ve pandemi süreci ile başlayıp hekimlerin çalışma koşullarının giderek zorlaştırılması, itibarlarının düşürülmesi, insani ücretlere ulaşmalarının zorlaştırılması ve sonunda hekimlerin başka ülkelere göç etmeye başlaması gibi bir mesleki erezyon döneminde, hak arayışı konusunda geri adım atmayan Doç. Dr. Alpaslan Türkkan.

Kendisinden sonra gelecek olan yönetimin de aynı yolda kararlılıkla yürümesini, bir doktor adayı annesi olarak yürekten dilerim.

Yazının sonuna listeleri de ekleyelim;

Çağdaş Hekimler bu dönem Dr. Tufan Kumaş’ın önderliğinde, Yalçın Balkancı, Kadir Binbaş, Muhsin Güllü, Abdullah Karadağ, Sevtap Şimşek, Serap Topçuoğlu’ndan oluşan listeyle seçime giriyor.

Güçlü Hekimlik İçin Güçlü Oda grubu ise Doç. Dr. Soner Cander önderliğinde Kamuran Çelik, Erdal Eren, Burcu Metin Ökmen, Nizameddin Koca, Ramazan Harmancı, İsmail Çilingir ile sandığa gidiyor.

Kültürpark yazıma itirazlar var, saygı duyarım!  

Kültürpark yazıma itirazlar var, saygı duyarım!   

‘Önceliğimiz Kültürpark’ın gençleşmesi mi?’ başlıklı yazımda Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin Reşat Oyal Kültürparkı ile ilgili yaptığı çalışmaya muhalif görüşleri derlemeye çaba göstermiştim. Yaptığım görüşmelerin sonucunda da geniş katılımlı bir çalışma içerisinde olduğunu özellikle vurgulayan Belediye’nin, işin içine akademik odaların tamamını katmadığı, muhalefet partilerinden de kendisine ciddi eleştiriler geldiği sonucuna ulaşmıştım.

Yazımın yayınlanmasının ardından ilk tepkiyi her zaman olduğu gibi okuyucularımdan aldım. Genel olarak bana iletilen ve üzerinde durmadığım için eleştirildiğim konu, bölgede yoğun bir yerleşim gösteren Suriyelilerin Kültürpark’ı adeta işgal ettikleri ve bu nedenle Bursalıların parktan yararlanamadıkları yönündeki şikayetlerdi.

Elbette Çarşamba’nın Bursa’nın en yoğun Suriyeli göçünü alan bölgesi olduğunu ve yerli halkın da bu durumdan son derece rahatsız olduğunu biliyorum da, meselenin parkın kullanımını engelleyecek kadar büyüdüğünün farkında değildim.

Rahmetli anneannemin bir lafı vardır; ‘İşin iyisini mal sahibi bilir’ diye. Tam da öyle konunun bu kısmı. İşin en doğrusunu o bölgede yaşayan, yaşamı olumlu ya da olumsuz olarak etkilenen vatandaşlar biliyor. Bana da onların bu görüşlerine saygı duymak düşüyor.

Yazıma gelen ikinci eleştiri ise akademik odalardandı. Daha doğrusu Mimarlar Odası Bursa Şube Başkanı Şirin Rodoplu Şimşek’tendi.

Bana aktarılan pek çok konu başlığının doğru olmadığını dile getiren Şirin Rodoplu Şimşek, ilk olarak;

“Kapalı kapı yok. Gayet açık gidiyor süreç. Konu bana geldiğinde ben İl Koordinasyon Kurulu’na taşıdım konuyu, hep birlikte gittik, orayı gezdik ve keşif yaptık. Akabinde bizim odada bir toplantı yaptık. Sonrasında bir çalıştay düzenlendi ve ben odam adına katıldım çalıştaya. İl Koordinasyon Kurulu Sekreteri Feridun Tetik’in davet edilmediğini bilmiyordum. Feridun Bey uzaktan bir sitem etmek yerine bana söyleyebilirdi davet edilmediğini, böylece ben de neden davet edilmediği konusunda çalıştayda konuşur, konuyu sorgulardım!” diyerek başladı açıklamalarına.

İl Koordinasyon Kurulu’nun akademik odaların en üst organı olduğunu ve kendisinin bu yaklaşımın dışında bir tavrı asla sergilemeyeceğini özellikle vurgulayan Mimarlar Odası Bursa Şube Başkanı, İKK Sekreteri Feridun Tetik’in ‘…kapalı kapılar ardından…’ ithamından çok üzüntü duyduğunu dile getirdi ve;

“Ben her şeyi paylaşırım bana sorulduğunda!” dedi.

Sürecin birkaç günlük bir süreç olmadığına da değinen Şirin Rodoplu Şimşek;

“Kültürpark’ın trafikten kurtarılması, arkeoloji müzesinin yeniden yaşayan bir müze haline gelmesi ve ön plana çıkartılması, ticarethanelerin eklentilerinin sökülmesi, anfi tiyatronun elden geçirilmesi, bisiklet yolu eklenmesi gerektiğini akademik odalar olarak birlikte yaptığımız keşif gezisinde konuştuk zaten. Bundan bir önceki çalıştayda İnşaat Mühendisleri Odasını temsilen Mehmet Albayrak da vardı” diyerek işleyiş hakkında bilgi verdi.

Lansmanı yapılan planın henüz kaba taslak bir plan olduğunu, bitmiş bir plan olmadığını da belirten Şirin Rodoplu Şimşek;

“Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin işlerinde pek görmeye alışık olmadığımız bir katılımcılıkla yürütüyorlar bu çalışmayı. Belediyenin buradaki en büyük hatası İKK Sekreterini davet etmemesi, ama bu hatayı yaptılar diye çalışmanın kötü olduğunu söylemek de doğru olmaz!” dedi.

Parkın güvenlik sorunlarının bir an önce çözülmesi gerektiğini katıldığı toplantılarda hususiyetle vurguladığını belirten Rodoplu Şimşek, özellikle çevrede yaşayan vatandaşlar için de önemli bir sorun haline gelen bu konunun ışıklandırma ve güvenlik görevlilerinin sayısının arttırılması ile çözülebileceğinin altını çizdi. Sonra da ekledi;

“Tüm bu bahsettiğimiz işler belediye bütçeleri için büyük akçeli işler değildir. Zaten peyderpey yapılacak olan yenilemelere ilk olarak Açıkhava Tiyatrosundan başlanacak ki, konserlere hazırlık olsun, yenilenme işlemi yaza kadar tamamlansın. Geriye kalan çalışmaları da zaman içerisine yayarak gerçekleştirecekler. Açık söylemek gerekirse park ve bahçe düzenlemek belediyeler için en kolay işlerden biridir. Zaten Bursa Büyükşehir Belediyesi de diğer yatırımları durdurup ya da yapılması gereken yatırımları erteleyip bütçesini Kültürpark’a yönlendirmiş değildir. Burada yanlış bir algı oluştuğu kanaatindeyim.”

Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin Botanik Park’ın revizyonu ile ilgili bir çalışmayı da başlatmak üzere olduğunu belirten Mimarlar Odası Bursa Şube Başkanı;

“Bursa Büyükşehir Belediyesi Botaniği yok edecek diyenler de var, ama işin içinde olunca müdahale etmeye, doğru yere çekmeye gayret etmek daha anlamlı geliyor bana. Botanik’le ilgili olan süreçte Erdem Saker de yer alacak çalışmalarda. Şimdi bu sürece katılımcı değil diyebilecek miyiz?” diyerek tamamladı konuşmasını.

Doğrusunu isterseniz akademik odaların arasındaki bir tartışmanın fitilini ateşlemek asla istemediğim bir şey. İsteğim tüm tarafların seslerinin duyulabildiği, kişisel duygulardan ari, yansız, sadece kamunun yararını gözeterek, şehrin söz söyleyenlerinin neler dediğinin okunabildiği bir köşe yazmak. Böylece okuyucularım hangi konuya hangi pencereden bakabileceklerine daha rahat karar verebileceklerdir.

Vatandaş öderken iyi, devlet öderken…

Vatandaş öderken iyi, devlet öderken…

Hayatımızın döviz kuruna ve akaryakıt fiyatları ile enerji fiyatlarındaki artışlara bağlı olduğunu artık hepimiz öğrendik sanırım. Ağzımıza attığımız her bir lokmadan, düğmesine bastığımız her bir cihazdan, kontağını çevirdiğimiz tüm araçlardan gözle görülmez, elle tutulmaz bir hızla zamlar akıyor da biz peşinden yakalamak için koşuyormuşuz gibi bir hayat yaşıyoruz son dönemlerde.

Adına fiyat ayarlaması denilen zamların yarattığı sonucun son tahlilde ‘enflasyon’ ismi ile dillendirilmeye başlanması dahi şaşkınlıkla izlediğimiz gelişmelerin ne kadar vahim bir durumda olduğunu gösteriyor.

Tüm bu zam sirkülasyonu içiresinde iki ucu bıçaktan keskin akaryakıt zamlarının eğitim sistemine yansımasını ele almak istiyorum.

Efendim benim çocuklarımın halen eğitim sistemi içerisinde olduklarını ve sadece bu nedenle olsa dahi eğitimle ilgili sorunlara özel bir hassasiyet gösterdiğimi artık okurlarımın bildiğini düşünüyorum.

Kızımı okula kayıt ettirirken mecburen servise de yazdırmış ve eylül ayında akaryakıta gelen yüksek zamların ardından nasıl bir servis ücreti çıkacağını merakla bekler olmuştuk.

Orta mesafe olarak tanımlanan uzaklık için bizden istenen servis ücreti 350 lira oldu. Doğrusu gelen zamlarla birlikte pek de şaşırmadık bu fiyata. Fakat hepimizin yaşayıp gördüğü gibi akaryakıt fiyatları iki ileri bir geri biçiminde ilerleyerek zamlanmaya devam etti. Sonuç olarak normalde yılın başında belirlenen servis ücretinden devam etmemiz gerekirken, ikinci dönemin başında bir zam daha yapıldı ve bizim kızın servisi 400 lira oldu.

Benim gibi meraklı velilerin sosyal medya platformlarında bir araya gelmek ve çocuklarının gidişatını aralarında istişare etmek gibi kötü bir huyları da var. Bu nedenle dahil olduğum bir sosyal medya platformunda servis ücretlerinin konu edildiğini görünce yakından ilgilendim elbette.

Daha yakın zamanda servis ücretlerine zam gelmiş bir veliyim sonuçta…

Postun altındaki yorumlara baktığımda gördüm ki, bizim durumumuz gayet iyiymiş aslında. Servis ücreti sene başından bu yana üç kez zamlananlar da vardı serzenişte bulunan veliler arasında.

Kısacası eylül ayından bu yana çocuğu servisle okula giden veliler yüzde 30 ile yüzde 45 arasında zamma maruz kaldı.

Burası net.

Amacım servis firmalarının bu zamları neden yaptıklarını sorgulamak değil, çünkü konu zaten ortada duruyor. Benim konuyu bağlayacağım yer CHP Bursa Milletvekili Lale Karabıyık’ın Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde verdiği soru önergesi:

“Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu, taşıma yoluyla eğitime erişim kapsamında hizmet veren servisçilerin mevcut ekonomik kriz ve akaryakıt zamları nedeniyle yaşadıkları mağduriyetin giderilmesi gerektiğini defalarca dile getirdi.

TBMM Plan Bütçe Komisyonu’nda kabul edilen ve bugün Genel Kurul gündemine gelecek olan, taşıma yoluyla eğitime erişim kapsamında ek fiyat farkı düzenleyen maddede yer alan ‘1 Ocak 2022-30 Haziran 2022 arasında’ ifadesi yeterli değildir. Yaşanan mağduriyeti gidermek için başlangıcın Eylül 2021 tarihine çekilmesi gerektiğini ilgili madde Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülürken ifade ettik.

2021-2022 eğitim öğretim yılında 1 milyon 248 bin öğrencimiz taşımalı eğitim kapsamındadır. Bu öğrencilerimiz için 2022 yılı bütçesinden taşıma ve yemek yardım programı için 6,3 milyar lira kaynak ayrılmıştır.

Taşıma ihaleleri her yılın Temmuz ayı sonu Ağustos ayı başında yapılmaktadır. Bu ihalelerin ardından yaşanan mağduriyetin giderilmesi için, ek fiyat farkı ödemeleri Eylül 2021 tarihli yapılmalıdır; çünkü ihalelerin yapıldığı dönemden bugüne maliyetlerdeki artış resmi verilere açıkça yansımaktadır. İhalenin yapıldığı aydan sonraki döneme ait 2021 Temmuz – 2021 Aralık TUİK verilerine göre, araç bakım, yedek parça, kasko vb. ücretleri, ortalama yüzde 60 oranında artmıştır. Motorin fiyatlarındaki artış ise Temmuz 2021’den bugüne yüzde 190 seviyesindedir.

Bu noktada ayrıca, pansiyon barınma-beslenme ücretleri de yeniden gözden geçirilmelidir. Bu ücretler 17 Ekim tarihinde Bütçe Kanunu Teklifinde belirlenmiş ve öğrenci başına sabah kahvaltısı, öğle yemeği, akşam yemeği ve ara öğün için toplam 16 lira olarak ödenmesi öngörülmüştü. Ancak 17 Ekimden günümüze artarak yaşanan enflasyon nedeniyle, yatılı okullarda eğitim gören çocuklarımız açlıkla karşı karşıya kalmıştır. Bu hususta Milli Eğitim Bakanlığı acilen tedbir almalıdır.”

Şimdi konuyu bir de ben özetleyeyim:

Köylerdeki öğrenci sayısı azlığı nedeniyle köy okullarının belli öğrenci sayısının altına düşenleri kapatılmış ve bu köylerdeki öğrenciler taşımalı sistem ile kendilerine yakın başka okullara yönlendirilmişti. Köy okullarını kapatan devlet olduğundan, öğrencilerin servislerle taşınmasının bedelini de yaptığı ihaleye katılan firmalar aracılığı ile devlet ödemekteydi ve halen de böyle devam ediyor uygulama.

Ancak temmuz ayında yapılan ihaleye verilen bedelin üzerine şimdiye kadar hiç iyileştirme yapılmamış.

Şöyle düşünün; çocuklarını servisle okula gönderen ve bu parayı kendi bütçesinden karşılayan veliler zaten eylül ayına kadar gelen akaryakıt zamlarının yansımasıyla bir servis ücreti ödemeye başlamışken, hatta bunun üstüne bir ya da iki kez daha zam görmüşken, köylerdeki öğrencileri taşıyan servisler temmuz ayından bu yana bir kuruş fazladan para alamamış durumda.

‘Akaryakıta gelen zamları biz yapmıyoruz!’ diyen devlet tüm zamlı ürünlerde olduğu gibi okul servisi hizmetinde de parayı vatandaş öderken sesini çıkarmıyor, ama sıra kendine gelince para torbasının ağzını sıkı sıkı tutuyor.

Köydeki öğrencileri okullarına ulaştırmak için amme hizmeti görmesini beklemediğimiz servisçiler de birer ikişer kontak kapatıyor.

Yatılı okuyan öğrencilerin aç kalmaları pahasına bu artışların ısrarla yapılmaması devletin vatandaşını ne denli önemsediğinin de bir göstergesi aslında.

Ben bu yazıyı yazarken muhtemelen oy çokluğu ile Meclis’ten geçecek olan torba yasanın içinden küçük bir alıntı bu mesele. Sonunda yaşanan mağduriyetlere daha fazla seyirci kalınamayacağı gerçeği ortaya çıkmış olacak ki, ocak ayından geçerli olmak kaydıyla yüzde 30 zam yapma kararı alınmış servis ücretlerine.

Peki, Karabıyık’ın soru önergesinde istenen nedir?

“Akaryakıt fiyatlarına gelen en yüksek zam oranlarının ocak ayına kadar zaten geldiğini düşündüğümüzden, yaşanan mağduriyetlerin biraz olsun azaltılması adına yapılacak zammın ocak ayından itibaren değil de eğitim yılı başından yani Eylül ayı başından itibaren uygulanmasını talep ediyoruz” diyor CHP Bursa Milletvekili.

Bununla ilgili yaptıkları çalışma ve Aralık ayına kadar servisçi esnafı için gelen zamların olduğu bir tablo da mevcut ellerinde.

Elbette kabul edilmeyecek olan bu önerge tarihe bir not düşmek adına hem benim köşemde hem de Türkiye Büyük Millet Meclisi tutanaklarında yerini alsın istedim.

 

 

 

 

Halbuki en büyük ‘film’ televizyonda!

Halbuki en büyük ‘film’ televizyonda!

Dün aldığımız bir ürünü bugün aynı fiyata alamaz hale geldik.

Ekonomik kriz haberleri, gazeteleri, interneti aştı ve sokağın bir numaralı gündem maddesi haline geldi. Güncelleme, fiyat artışı gibi sevimli tanımlara sokulmak istenen “zam” hayatımızın her yerinde.

Memlekette ucuz yemek diye adlandırılan “fast-food” restoranlarında bile hamburgerler 50-60 liradan başlıyor. Simite de yine zam geldi bu arada haberiniz olsun.

Öğrenci olmak zaten başlı başına bir sorunken bir de bu ekonomik savrulmayı yaşayan çocuklara “Gidin dünyayı gezin” tavsiyesi veriliyor, ama gel gör ki fırsat yok.

Yurtdışına çıkış harcı dahi geçen ay 50 liradan 150 liraya yükseldi bu arada, hatırlatayım. Bu işin ucuz olan kısmı… Daha vizeye pasaporta falan girmedim.

Öğrenci tayfasının hatırı sayılır bir kısmı daha okuduğu şehri gezip tozamıyor, karnını doyurma derdinden kültür sanat faaliyetine bütçe yaratamıyor. Ama ne gam!

Gerçi haksızlık etmemek gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan da mevzunun farkında olduğundan olsa gerek tavsiyesini “İmkanınız varsa” girişi ile vermiş.

İmkanınız varsa. Varsa değerlendirin tabi.

Ya yoksa?

Ya bu yurtdışına gitme hevesi “Gezelim Görelim” formatından ziyade temelli bu topraklardan ayrılma üzerine kuruluysa? Ya burada eşeğin kuyruğu gibi olan memleketin gençleri nefes alışı da “felah”ı da başka topraklarda arıyorsa?

O zaman neyin imkanından bahsedebiliriz? Hangi ülkenin imkanından mesela? Burada olmayanından mı, orada olduğu sanılandan mı?

Mümkün.

Örneğin bin bir çaba ile belli bir çıtanın altında bırakılan ama yine de bize tepeden bakan enflasyon rakamlarının konuşulduğu bir TV programında eline değnek alarak ekrana koşan bir şahıs, “İnsanlar ekmek bulamıyor, insanlar yiyemiyor diye bir şey yok. Türkiye’de en ucuz sinema bileti 30-40 lira. Bergen filmine 7 milyon kişi gitti, 140 milyon hasılat yaptı. Nasıl oluyor bütün eğlence yerleri, sinemalar dolu oluyor. Millet aç açıkta değil. Bergen filmine nasıl oldu da 7 milyon kişi gitti” diye soruyor.

Enflasyon rakamlarını, bir sinema filminin gişesi üzerinden aklamaya gayret ediyor. 84 milyonluk ülkede 7 milyon kişinin izlediği film ile ekonomik diskur çekiyor. Saat 12’den sonra “mecburen” kapalı olan eğlence mekanlarının dolu olduğunu söylüyor hafiften bir serzenişle. Sanki eğlenmek büyük bir kabahatmiş gibi. Sitem ediyor amma velakin bu da müreffeh bir yaşam sürdüğümüze delil olamıyor.

Ancak bu memlekette her ne hikmetse aç insanların olduğu görmezden geliniyor. Askıda ekmeklerin sayısının arttığı bir ülkede “İnsanlar ekmek bulamıyor diye bir şey yok” cümlesi ile “şükür kodları” ortaya çıksın isteniyor.

Her akşam muhtelif kanallarda her gün çıkan adamlar evin otoriter babası olmaya özeniyor. Alınan, yapılan şeyler gözüne batıyor ama yapılamayanların konuşmasına da izin vermiyor. Konuşmasına imkan verilen bu zevat, bıkmadan sıkılmadan parmak sallıyor, kendince ayar veriyor.

Mevcut düzen dahilinde konuşulması “mümkün” olmayan şeyler de var. Kaçan trenler var, kopan bağlar var, uzaklaşan bakışlar var, keskinleşen fikirler var. Geçen saatler, kaybolan yıllar, susan sesler var. Hepsi var. Ancak sorsan konuşmak mümkün değil.

İşte biz de tıpkı Turgut Uyar’ın dediği gibi, “Bütün mümkünlerin kıyısında” öylece duruyoruz.

Sahi ya, enflasyon bu denli coşmuşken sinemaya gitmeye ne gerek var değil mi?

Zira filmin en güzeli her akşam televizyonda!

İlkyaza merhaba!

İlkyaza merhaba!

Kış ne kadar karlı tipili geçse de ilkyaz geldi işte.

Güneş yüzünü gösterdi artık.

Suya doyan toprak dalları yeşile bürüyor, ağaçlar çiçekleniyor.

Arada bir yağmur indiriyor, yazın henüz gelmediğini hatırlatmak istercesine.

Şehrin orta yerinde her nasılsa kalmış vahalarda papatyalar gülümsüyor sarı beyaz.

Biraz sonra menekşeler de açacak renk renk refüjlerde.

Her ilkyaz gibi bu da yepyeni bir denge kuracak doğada.

Bilir misiniz, ilkyaz sadece doğada değil insan yaşamında da yeniler dengeleri.

Biz bahar yorgunluğu deriz ama bedenimizin yaza hazırlığıdır o halsizlik, o uyku hali.

Güneşe hazırlık yapar insan.

İlkyaz, hayata yeniden başlama zamanıdır.

İlkyaz, hayatı “katıla katıla” yaşama zamanıdır.

İlkyaz, enseyi karartmama, ümitvar olma zamanıdır.

İlkyaz, büyük usta Rıfat Ilgaz’ı “Dört Mevsim” şiiriyle anma zamanıdır:

YÜZYIL’ımı dörde böldüm…

Her bölümü bir mevsim,

Biri kaldı, üçü gitti…

YAZ’ı gitti, GÜZ’ü gitti,

Karlı, tipili KIŞ’ı gitti,

Yemyeşil bir bahar kaldı!”

Önceliğimiz Kültürpark’ın gençleşmesi mi?

Önceliğimiz Kültürpark’ın gençleşmesi mi?

Haftaya gözümüzü açarken, genellikle “Kültürpark” olarak bildiğimiz, Reşat Oyal Kültürpark’ının yenileneceğini, hatta Bursa Büyükşehir Belediyesi’nden gelen açıklamadaki gibi söylersek, ‘gençleşeceğini’ öğrendik.

‘KÜLTÜRPARK’I KURTARMA İHTİMALİ VAR’

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş, “Bugüne kadar defalarca ameliyat geçirmiş vücudu gençleştirmeye, günün şartlarına uyarlamaya çalışıyoruz. Bu kolay bir iş değil. Konu herkese göre farklılaşabilir, dolayısıyla net bir doğrusu olmayacak. Kültürpark bana göre Türkiye’de, bu kadar eski olup da hala kurtarılma ihtimali olan parklardan biri. Hala çok yeşil ve güzel. Bu çalışmanın bir lütuf değil, zorunluluk olduğu gerçeğini kabul edelim. Süreç genel bir mutabakatla yürüsün istiyoruz. Eğer bir şey yapmazsak, radikal bir karar almazsak işin sonunun çok hayırlı olduğunu görmüyorum. Her halükarda ne yapıp edip, acil sonuca gitmemiz lazım. Süreci başlatmamız lazım. İnşallah hayırlı bir netice çıkar ve bir an evvel sonuca gideriz” diyerek yaptı toplantı sonrası açıklamasını.

‘BU KENTİN ÖNCELİKLİ SORUNLARI VAR’

Açıklamanın ardından yapılan haberlerden birini sosyal medyasında paylaşan ve üzerine de “Açık Hava Tiyatrosunu ayrı tutmak kaydıyla bu kentin onlarca öncelikli sorunları var zaten… Kültürpark bu haliyle de güzel ve kullanılabilirliği var… Üstelik 2006 yılında tepeden tırnağa yeniden düzenlenmişti… Kentimiz için önceliklerimizi doğru sıralamamız gerekiyor…” notunu iliştiren İnşaat Mühendisleri Odası Bursa Şubesi Eski Başkanı Mehmet Albayrak, bence de son derece önemli bir noktaya dikkat çekmeye çalışıyordu ve anladığım kadarıyla konunun uzmanı görüşlere göre “bir an önce sonuca gitmek” gibi bir mecburiyet de bulunmuyordu.

Araştırmak gerektiği kanısıyla çıktım yola.

Konuyu fark etmeme vesile olan İMO Eski Başkanı Mehmet Albayrak ile görüştüm ilk olarak ve meseleyi biraz daha açıklığa kavuşturalım istedim.

‘BÜYÜK BİR TADİLATA HİÇ GEREK YOK’

“Kültürpark içerisinde bulunan Açık Hava Tiyatrosu’nun elden geçirilmesi gerekliliğine ben de katılıyorum, ancak şehrimizin asıl üzerinde durulması gereken konularını bir yana bırakıp parkın böyle büyük bir tadilata girmesine hiç gerek yok. Bursa’nın asıl sorunu kentsel dönüşümdür, trafiktir, su kaynaklarının ve tarım alanlarının korunması için yapılması gereken çalışmalardır.” diyerek fikirlerini paylaştı benimle Albayrak.

Bu anlamda akademik odalar adına en kapsamlı sözü elbette ki, TMMOB Bursa İl Koordinasyon Kurulu Sekreteri Feridun Tetik söyleyebilirdi.

‘PLANA SADIK KALINSAYDI…’

“Bursa ile ilgili bir şey yapılacaksa bu konunun ilk olarak il koordinasyon kuruluna gelmesi lazım. Biz Kültürpark’ı ziyaret ettik. Eski Başkan Recep Altepe döneminde bir master plan yapılmış. Bazı binalar buraya tescillenmiş, ondan sonra parkta bazı değişiklikler olmuş. Derneklere yer tahsisi, kafelerin büyümesi gibi. O plana sadık kalınsaydı bizce bir sorun olmayacaktı. Park orijinal haliyle son derece kullanışlı olarak kalacaktı. Bize göre tek sorun aydınlatma kablolarının yer altına alınmasıydı.” dedi Tetik konuşmamızın başında.

Sonrasında konuştuklarımız ise konunun kamuoyuna aktarıldığının biraz dışında bir gelişme gösterdiğini işaret ediyordu.

‘KAPALI KAPILAR ARKASINDA…’

“Perşembe akşamı bir toplantı yapılmış. Bazı sivil toplum kuruluşları ve akademik odalarla bir plan yapılmış. Nasıl bir plan yapıldığı da bilinmiyor. Gidenler de söylemiyor. Bu işler kapalı kapılar ardında yapılan planlarla yürütülemez!” diyen Feridun Tetik, basına yapılan açılamadaki gibi tüm paydaşların fikirlerinin alınmasıyla bir plan oluşturulmadığına dikkat çekti ve Mehmet Albayrak ile aynı fikirleri paylaştığını, şehrin ulaşım, hava kirliliği, depremsellik gibi sorunları dururken bunlarla uğraşmanın anlamlı olmadığına vurgu yaptı.

Şehrimizin en aktif muhalefetlerinden birini yapan İYİ Parti Bursa İl Başkanı Selçuk Türkoğlu’nun da konuyla ilgili görüşlerini almak gerekiyordu fikirler çatışmasını eksik bırakmamak adına.

‘NEDEN BÖYLE BİR İHTİYAÇ HİSSEDİLDİ’

“Burada anormal bir üst perdeden yaklaşım var. Neden böyle bir ihtiyaç hissedildiği dahi belli değil. Bursa’nın öncelikleri arasında da yok Reşat Oyal Kültürpark’ının revizyonu. Belki sadece Açık Hava ile ilgili bir tasarruf olabilir, ama bu mesele bana ‘Ayranı yok içmeye tahtı revanla gidiyor tadilata’ durumu gibi geldi. Kim desteklemiş, hangi STK’lar ile görüşmüşler bilgisi yok. Bir süre önce parkın bütün kaldırımları yenilenmiş, park bir bakıma girmişti zaten. Bence bunun dibinden bir rant kokusu geliyor. Çünkü rant kokusu olmayan hiçbir işe AK Parti el atmaz!” dedi Türkoğlu kendine has tarzıyla.

DEVA Partisi Bursa İl Başkanı Serkan Özgöz de sorumu yanıtlarken, “Bu işi neden yapıyorlar? Gerçekten sorun park mı?” diyerek başladı.

‘KAÇ MİLYON HARCANACAK?’

“Şimdi alelacele yaptıkları toplantıda Alinur Bey Kültürpark’tan Reşat Oyal’ın kemiklerini sızlatırcasına ‘eski olup kurtarılması mümkün park’ olarak bahsediyor. Kimsenin Bursalıların bir kuruşunu bile çarçur etmeye hakkı yok. Bursalıların hayatında onca önemli sorun varken oraya harcanacak milyonlar ile Bursalıların hayatında ne değişecek? Alinur Bey’e buradan sormak istiyorum. Boğazına kadar borca batmış, bu sebeple raylı sistem yapmak için bakanlıktan medet uman belediyenin başka önceliği yok mu? Odunluk’tan yeni stadın yanından Mudanya yoluna ve Soğukkuyu’ya bağlanacak aksı 2 yıldır bitiremiyorlar. Başkan hizmet etmek istiyorsa her akşam trafiğe, Sırameşelere, Gürsu kavşaklarına baksın. Buradan başkana soralım. 2020 yılında 245 milyon faiz ödeyen, 2021 yılında da 295 milyon TL faiz gideri bütçeleyen Belediye Kültürpark için kaç milyon harcayacak?” sözleri ile de hayli detaylı bir açıklama yaptı.

Anlaşılan o ki, yapılan toplantıda şehrin tüm bileşenlerine erişilememiş ve muhalif kanat bu işin dışında tutulmuş.

Peki, Bursa’da dönemin Belediye Başkanı Reşat Oyal tarafından 391 bin metrekare alan üzerine yapılan ve 1955 yılında hizmete açılan Reşat Oyal Kültür Parkı’nda nasıl bir yenilenme yapılması planlanıyor?

Hazırlanan projenin mimarı Ömer Selçuk Baz, çalışmasında doğal dokunun güçlendirilmesini merkeze aldıklarını, yapısal kullanımı yüzde 30 azaltmayı, yaya bisiklet yollarını yüzde 65 artırmayı, araç yollarını yüzde 70 azaltmayı, otopark kapasitesini yüzde 10 artırmayı ve su öğesini de yüzde 15 artırmayı ön gördüklerini belirterek dahil olmuştu lansmana.

Yapılan açıklamadan yola çıkarak parkın zaman içinde estetik görünüşten uzaklaşmasının önüne geçmek amacıyla hareket edileceğini, otopark yetersizliği, park içindeki araç trafiği, yaya yolları, aydınlatmalar ve yıpranan kent mobilyaları gibi sorunlara anlık değil, kalıcı ve sürdürülebilir çözümler getirilmesinin amaçlandığı söylenebilir.

Bir fatura, bir çuval para

Bir fatura, bir çuval para

Hazine ve Maliye Bakanı Nurettin Nebati’nin gözlerindeki ışıltıyı yakalamak uğruna Cumhuriyet Halk Partisi’nin gaz lambalı, loş ışıklı basın açıklamasını kaçırmış ve bunun için de çok üzülmüştüm.

Bambaşka bir mesele için görüşlerini almak üzere aradığım CHP Bursa İl Başkanı İsmet Karaca, “Işıklar içinde oturuyorum. Açtırdık elektriğimizi. Ödememizi de bir çuval para ile yaptık, gördünüz mü?” deyince elektrik faturası meselesinin devamı olduğunu ve konuyu bir yerlerinden yakalama şansımın halen sürdüğünü fark ettim.

Hem gözlerindeki ışıltısının hem de sesinin kaybolduğunu fark ettiğim Bakan Nebati’nin programından ayrılıp yetişemediğim basın toplantısını gaz lambaları eşliğinde yapan CHP Bursa İl Başkanı Karaca:

“20 yıldır ülkemizde yaşattıkları karanlığı partimize de yaşatıyorlar. Elektriğin bu topraklarda kullanılmaya başlandığı anlardan itibaren tarihte görülmemiş oranda bir zam furyası altındayız. 1 Ocak’ta başladıkları tarifeli modelle elektriğe acımasızca zam yapılmıştır. Ülkemizde bulunan 47 milyon abonenin büyük bir çoğunluğu artık her ay kabus yaşamaktadır!” diyerek, vatandaşın sesi olmaya çalışmıştı.

Açıklamasında CHP İl binasının camından sallandırdıkları elektrik faturası pankartının yapımının 13 bin lira değil, bin küsur lira tuttuğunu da belirtmişti Karaca.

“İnanmayanlara faturasını gösterebilirim” diyerek.

11 bin 530 lira gelen ilk faturanın ardından benzer bir rakamdaki ikinci faturayı da ödemeyen CHP İl binasının elektriği pazartesi günü itibariyle kesildi. Gaz lambaları ışığında yapılan basın açıklamasının ardından sıra faturayı ödeyip aydınlık günlere yeniden kavuşmaya geldi.

Elektriğinin kesilmesini dört gözle bekleyen….

Bu kutlu günde enerji zamlarına dikkat çekmek için elinden geleni ardına koymayacağını, her türlü hazırlığı yaptığını defalarca belirten İsmet Karaca, il binasının faturasını ödemeye de elinde bir çuval para ile giderek verdi subliminal mesajını.

“Bu gördüğünüz fatura, işte bu bir çuval para. Paramız bu kadar değersizleşti!” diyen CHP Bursa İl Başkanı:

“Ülkemiz yangın yeri, ülkemiz her yerde inanılmaz dramlar yaşıyor. Bu yangının en baş sebeplerinden biri de elektrik faturaları. Vatandaşlarımızın büyük bölümü evlerine gelen faturaları ödemekte sıkıntı yaşıyor. Biz vatandaşımızın bu hissiyatını paylaşmak için bir süre önce partimize gelen elektrik faturalarını ödemeyeceğimizi söyledik. Ocak ayında 3 bin 440 lira gelen elektrik faturamız bir ay sonra zamlı tarife başlayınca 11 bin 530 liraya yükseldi. Hem bu durumu protesto etmek hem de zamlı tarife ile evlerine faturalar gelen vatandaşlarımızın sesi olmak için bu faturayı ödemedik” diyerek seslendi kendisini dinleyenlere.

Şunu belirtmekte özel bir fayda görüyorum; daha önce küçük bir partili azınlıkla yapılan sokak açıklamaları artık sade vatandaşın da dikkatinden kaçmıyor. Yoldan geçenlerin durup “ne diyorlar, neden diyorlar” merakıyla açıklama yapanları izlemeleri insanımızın bir arayış içerisinde olduğunu hissettiriyor bana.

Hal böyle olunca tecrübeli politikacılar söylemlerini bir konudan genişletip yaşananları kendi pencerelerinden aktarma fırsatını da yakalamış oluyorlar.

“AK Parti iktidarı kendisini iktidara taşıyan süreçte ne dediyse tersini yapıyor. Onları iktidara taşıyan süreç yoksulluk, peş peşe gelen zamlar, gelir durumundaki adaletsizlikti. Aradan 20 yıl geçti. Geldiğimiz noktada yine aynı şeyleri konuşuyoruz!” diyen Karaca da hükümeti vatandaşa şikayet etme şansını kaçırmadı.

Tarihi gerçeklerin altını çizmek ve kendini daha doğru anlatmak için de uygun bir zaman ve ortam bulan CHP Bursa İl Başkanı:

“İktidara gelirken tüp, mazot kuyruklarını dillere doladılar. Bu kuyruklar Kıbrıs Barış Harekatı sonrası ABD’nin Türkiye’ye uyguladığı ambargo nedeniyle oluşmuştu. Nedeni nasılsa unutulur dediler, bu kuyruklar üzerinden kampanyalar yürüttüler. Şimdi ambargo yok, ama ekmek, yağ almak için kuyruklarda bekleniyor” dedi.

Elbette sırada enerji dağıtım şirketlerine yönelik eleştiriler vardı. Bu kadar yol boş yere yürünmemiş, fatura ödemek için sokaklara boş yere çıkılmamıştı.

“Bugün önünde bulunduğumuz kurum bundan bir süre önce 4 ilin enerji dağıtım hakkını 200 milyon dolara satın aldı. Aradan yıllar geçti, bu firma buradan para kazandı ve bir süre önce haklarını İngilizlere sattı. 200 milyon dolara alınan haklar, benim duyumlarıma göre İngilizlere 1 milyar 200 milyon dolara satıldı. Kar etmiyor diye satılan bu kurumlar kar etmiyorsa özel sektöre nasıl böyle karlı biçimlerde satılabiliyor?” diyerek yaptı eleştirisini Karaca.

Elektrik faturalarının ödenmemesinden kaynaklanan cezaları ve açma kapama paralarını kendisinin ödeyeceğini özenle vurgulayan CHP Bursa İl Başkanı İsmet Karaca, bir faturayla ciddi bir kar elde edip ayrıldı olay mahallinden.

Otizm ve aile

Otizm ve aile

Tüm dünyada otizm konusunda farkındalık oluşturmak ve otizmden kaynaklanan sorunlara çözümler bulmak amacıyla 2008 yılında Birleşmiş Milletler tarafından 2 Nisan ‘Otizm Farkındalık Günü’ olarak ilan edilmiştir.

Peki, otizm nedir, belirtileri nelerdir ve ailenin tutumu nasıl olmalıdır?

Bu hafta bunları konuşalım.

Otizm, sosyal etkileşimde bozukluk, dil, konuşma ve sözel olmayan iletişimde gerilik ile birlikte tekrarlayıcı ve stereotipin hareketler ile karakterize MSS’nin gelişimsel bir bozukluğudur.

Otizm, kronik bir bozukluktur, yaşam boyu sürer, yaşla ve olgunlaşma ile semptomların görünüm ve şiddetinde değişiklik görülür.

Otizm spektrum bozukluğun genetik temelli olduğuna dair bulgular vardır. Ancak hangi gen ya da genlerin sorumlu olduğu henüz bilinmemektedir. Çevresel faktörlerin de otizme yol açabildiğine ilişkin görüşler vardır. Hem genetik temellerin hem de çevresel faktörlerin etkileri üzerine çok sayıda araştırma günümüzde hala devam etmektedir.

Otizm spektrum bozukluğu ya da bilinen adıyla otizm erken çocukluk döneminde başlayan gelişimsel bozukluktur. Genellikle oturma, yürüme, koşma gibi motor becerilerin gelişiminde, boy ve kilo alımında herhangi bir sorun görülmemektedir.

Otizmli çocukların dış görünüş olarak diğer çocuklardan herhangi bir farkı yoktur. Gayet sağlıklı görünüme sahiptirler. Genellikle 3 yaşından önce tanı konulmaz. Çocuktaki her davranış ilk üç öncesi normal olarak görülmektedir.

Erkeklerde kızlara oranla daha sık görülmektedir. Otizm ile birlikte DHB (dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu), duygu durum bozuklukları ve epilepsi görülmektedir.

OTİZM BELİRTİLERİ NELERDİR? 

– Otizmin en temel belirtisi, çocuğun göz teması kuramamasıdır. Adı ile seslendiğinizde çocuğun bakmaması, tepki vermemesidir. Genellikle ya hiç konuşmaz ya da geç veya tuhaf konuşur.

– Taklit becerileri oldukça sınırlıdır. Genellikle o yaş grubundaki çocukların bay-bay yapması gibi taklitleri oldukça geç öğrenir.

– İstedikleri bir şeyi parmak ile göstermeme ve iletişim konusunda problem oldukça sık yaşanmaktadır. Akranlarıyla iletişim kurmaz, genellikle bireysel olarak hareket eder. İnsanlarla iletişim kurmak yerine cansız varlıklarla ilgilenir.

– Yaşıtlarıyla oyun oynama konusunda isteksizdir. Oyuncaklara ilgileri yoktur.

– Temastan hoşlanmaz, sarılma öpme gibi fiziksel temaslardan kaçar. Bebeklik çağında bile anne kucağında sakinleşmez, aksine rahatsız olur. Bazı çocuklarda sallanmak, el çırpma, zıplama, sürekli öne arkaya sallanma gibi tekrarlayıcı hareketler veya bazı eşyaları döndürmek, sıraya dizmek gibi takıntılı davranışlar görülür.

– Düzen takıntıları vardır, rutinleri bozulduğunda hırçınlaşabilirler. Acıya karşı duyarsızdır.

– Normal çocuklar gibi hayal kurarak oyun oynamaz, arabaları dizip sürekli tekerini çevirir.

– Sosyal ortama girmekten hoşlanmaz, aşırı korkup tepki verebilir.

– Konuşma şekilleri ve ses tonları genellikle tek düzedir. Bazen kendisine söylenen kelimeleri sıkça tekrar eder.

AİLENİN TUTUMU NASIL OLMALIDIR?  

Çocuk sahibi olmak isteyen her anne-baba çocuğunun sağlıklı olmasını ister. Sağlıklı çocuğu olduğunu düşünürken, gelişim döneminde yukarıda saymış olduğum belirtiler kendini göstermeye başladıktan sonra otizm tanısı alan çocukların ailelerinin genellikle ilk tepkileri inkar olmaktadır. Bu süre zarfında her defasında kabul etmeyip birçok doktora başvurabilirler.

Öncelikle şunu söylemek isterim ki otizmli bir çocuğa sahip olmak her şeyin sonu değildir. Bu süreçte en büyük sorumluluk aileye düşmektedir. Hastalığın tanımlanmasından itibaren ailelerin bu durumu kabul etmesi oldukça zordur. İlk zamanda öfke ve isyan gibi tepkiler gözlemlenebilmektedir.

Çocuğunuzun durumunu ne kadar erken kabul ederseniz, sizin ve çocuğunuz için daha iyi olacaktır. Kabul etmek sağlıklı bir adım olacaktır. Bu süreçte zaman kaybı yaşamadan çocuğunuza, özelliklerine ve yapabileceklerine göre eğitim verilmesini sağlamak, gelişimine katkıda bulunacaktır. Çocuğunuzun otizm olduğunu kabullenmeyip ertelemeniz, sorunu ortadan kaldırmayacaktır. Tam tersine bu süreci kabullenmek için harcamış olduğunuz zaman için üzüntü ve pişmanlık duyabilirsiniz.

Bunlarla birlikte geleceğe yönelik yoğun bir kaygı da oluşabilir. Utanma, suçluluk hissi ve sonrasında kabullenme, uyum sağlama gibi durumlar devamında görülebilir. Tedaviye başlamak için ailenin motivasyonu ve aynı zamanda sosyal çevrenin anne-babaya desteği önemlidir. Tedavi ve eğitim sürecine başlanıldığında bu dönemde ailenin psikolojik destek alması ve bu sürece kendilerini hazırlamaları oldukça önemlidir.

Ailenin oldukça sabırlı olması gereken bir dönem. Bu süreçte ailenin kendi çocukları ile aynı durumda olan ailelerle bir araya gelmesi, farkındalık kazanmaları konusunda fikir sahibi olmaları, sürece daha iyi hakim olup uyum sağlamalarına fayda sağlar.

Otizm vakaları üzerinde günümüzde hala birçok araştırma devam etmektedir. Yapılan bazı araştırmalar sonucunda aile desteği gören çocukların topluma uyum sürecinin daha kolay olduğu görülmüştür.

Biz ne zaman kazanacağız Sayın Bakan?

Biz ne zaman kazanacağız Sayın Bakan?

Bursa’nın çok önemli bir misafirini takip etmeyi kendisine görev bilen yazarınız, gözlerindeki ışıltıyı gizleyemeyen Hazine ve Maliye Bakanı Nurettin Nebati’nin peşindeydi bu kez. Bursa Ticaret ve Sanayi Odası’nın, yaşanan ekonomik krize biraz olsun ışık tutabilmek adına düzenlediği “Bursa İş Dünyası Buluşması”na konuk oldu Bakan Nebati, tüm renkli kişiliği ile.

AK Parti’nin ağır topları ön saflarda yerlerini almışken, programın açılış konuşmasını BTSO Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Burkay yaptı.

HAZINE VE MALIYE BAKANI NUREDDIN NEBATI, “2 YIL ONCE SALGIN TURKIYE’DE KUCULMEYE SEBEP OLACAK DIYENLERE KARSI, BURSA IS DUNYASI OLARAK SIZ INANCLIYDINIZ. IS INSANLARINI TEMSILEN ‘BURSA BU ISIN USTESINDEN GELECEK’ DIYORDUNUZ. SIMDI BEN DE SIZE SOYLUYORUM. RUSYA-UKRAYNA SAVASINDAN SONRA TURKIYE, SALGIN DONEMINDE OLDUGU GIBI POZITIF OLARAK AYRISAN ENDER ULKELERDEN BIRISI OLACAKTIR.  OZELLIKLE SAYIN CUMHURBASKANIMIZ’IN DURUSUYLA BIRLIKTE RUSYA-UKRAYNA ARASINDA BARISCIL GORUSMELERIN SAGLANMASIYLA BIRLIKTE TURKIYE’NIN TAVRI, BUTUN BUNLAR, TURKIYE’YI DUNYAYA YENI BIR GUC MERKEZI OLARAK SUNMA VE AYNI ZAMANDA BARISCIL SOYLEMLERIN UYGULANABILIR HALE DONUSTURULEREK TURKIYE’NIN ASLINDA TAM BIR GUVENLI YATIRIM MERKEZI OLMASI NOKTASINDA KENDINI KANITLAYACAKTIR” DEDI. FOTOGRAF:MUAMMER IRTEM/BURSA,(DHA)

“Bu dönemde devletimizi yanımızda görmek bizim için çok kıymetli!” diyen Burkay; uygulanan programa güvenini beyan etti, Bakan Nebati’ye iş dünyasına verdiği destekler için teşekkür etti ve ülke ekonomisinde gelinen son noktayı özetledi:

“Sanayide kapasite kullanımımız son 3 yılda ilk kez yüzde 80’lerin üzerine çıktı. Geçen yılı 225 milyar dolarlık rekor bir ihracatla kapattık. Cumhuriyet tarihimizde ilk kez dünya ticaretinden yüzde 1’in üzerinde pay almayı başardık. Yüzde 11’e varan büyüme ölçeğimizle de küresel ölçekte pozitif ayrışan ülkeler arasındaki yerimizi aldık.”

Bir süre önce sonuçlarını okuduğumda çok şaşırdığım bir ankete verilen yanıtlarda ülkenin yüzde 10’luk bir kesimi kendisini içinde bulunduğumuz süreçte zenginleşmiş hissediyordu. Bu kesimde ben ve benim gibi vatandaşlar yer almadığından sonuca çok şaşırmıştım. Şimdi bahsedilen kesimin hangi kesim olduğu daha net ortaya çıkmıştır sanırım…

“Sadece ucuz ihracat yapan bir ülke değil, katma değerli, kaliteli teknoloji ticareti yapan bir ülke olarak dünya sahnesinde olmalıyız. Kur korumalı mevduat hesabının hayata geçirilmesi acil müdahale gerektiren bir dönem için doğru bir uygulamaydı. Ancak artık üretime dönük hamleler yapılmalıdır. İş yapma kabiliyetimizin önündeki en büyük engel yüksek maliyetler ve yüksek finansman ihtiyacıyla artan enflasyondur” diyerek Hazine ve Maliye Bakanından taleplerini kabaca özetleyen Burkay’ın istekleri arasında kredi artırımı, finansman kaynakları, destek paketleri ve enerji arz güvenliği yer alıyordu.

İlginç tanımlamaları ile sosyal medyayı sallamadaki başarısı ekonomi konusundaki başarısından daha fazla olan Sayın Bakan’ın artık ağzından çıkanı kulağının duyması konusunda uyarıldığına ilişkin bilgiler almıştık daha önceden. Yine de kendisini tutamaz, biz Bursa basını için de adeta bir cevher niteliğindeki tanımlamalarından örnekler sunar demiştim; ama bu kez boğazındaki hırıltıdan, sesindeki kısıklıktan anladığım kadarıyla çok konuşmaktan ve sürekli değişen havalardan etkilenen Hazine ve Maliye Bakanı’nın benim için en kayda değer açıklaması, gerçeklerle örtüşmeyen değerlendirmeleri oldu.

HAZINE VE MALIYE BAKANI NUREDDIN NEBATI, “2 YIL ONCE SALGIN TURKIYE’DE KUCULMEYE SEBEP OLACAK DIYENLERE KARSI, BURSA IS DUNYASI OLARAK SIZ INANCLIYDINIZ. IS INSANLARINI TEMSILEN ‘BURSA BU ISIN USTESINDEN GELECEK’ DIYORDUNUZ. SIMDI BEN DE SIZE SOYLUYORUM. RUSYA-UKRAYNA SAVASINDAN SONRA TURKIYE, SALGIN DONEMINDE OLDUGU GIBI POZITIF OLARAK AYRISAN ENDER ULKELERDEN BIRISI OLACAKTIR.  OZELLIKLE SAYIN CUMHURBASKANIMIZ’IN DURUSUYLA BIRLIKTE RUSYA-UKRAYNA ARASINDA BARISCIL GORUSMELERIN SAGLANMASIYLA BIRLIKTE TURKIYE’NIN TAVRI, BUTUN BUNLAR, TURKIYE’YI DUNYAYA YENI BIR GUC MERKEZI OLARAK SUNMA VE AYNI ZAMANDA BARISCIL SOYLEMLERIN UYGULANABILIR HALE DONUSTURULEREK TURKIYE’NIN ASLINDA TAM BIR GUVENLI YATIRIM MERKEZI OLMASI NOKTASINDA KENDINI KANITLAYACAKTIR” DEDI. FOTOGRAF:MUAMMER IRTEM/BURSA,(DHA)

Misal; “Özellikle son yıllarda artan tarımsal çeşitliliğe…” diye başlayan cümlenin sonrasını dinleyemedim bile, zira unun dahi kıtlığını çekmeye başladığımız, şeker, ayçiçeği krizi yaşadığımız şu günlerde, dün yazdığım pazar fiyatlarını ortaya koyan yazımın ardından, böyle bir çeşitlilikten bahsetmek çok saçma geldi bana.

Bakan, önüne koyulan rakamları elindeki teknolojide son nokta cihazdan okurken, geleceğe dönük bir tahmin yürütemediğinden olsa gerek zeytin üretimindeki, salça üretimindeki başarımızdan falan bahsediyordu da, zeytinci üretimi bırakalı çok oldu. Hatta o ağaçların altında maden arama izni çıkartıldığı için zeytinlikler sökülmesin diye sivil toplum kuruluşları ‘zeytinime dokunma’ eylemleri yapıyor şimdilerde.

“Turizm çeşitliliği açısından da yüksek potansiyel sahibi olan Bursa’mızda…” diye başlayan cümlede de öyle pek övülmeye değer gerçeklerimizin olmadığını bilmeyerek devam etti sayın bakan. Çünkü daha geçtiğimiz günlerde katıldığımız TÜRSAB değerlendirme toplantısında şehrimizde günlük konaklama oranının 1.2 gece olduğu belirtilmiş, ziyaretçilerin daha ziyade günübirlikçi olduğunun altı çizilmişti acı bir şekilde.

Bakan’ın söylediği tek bir sözde doğruluk payı vardı. “Bursa tam bir küçük Türkiye modeli olarak karşımıza çıkıyor” dedi Sayın Bakan.

Çok doğru…

Umutları giderek azalan Bursa, tam da bir küçük Türkiye modeli adeta…

HAZINE VE MALIYE BAKANI NUREDDIN NEBATI, “2 YIL ONCE SALGIN TURKIYE’DE KUCULMEYE SEBEP OLACAK DIYENLERE KARSI, BURSA IS DUNYASI OLARAK SIZ INANCLIYDINIZ. IS INSANLARINI TEMSILEN ‘BURSA BU ISIN USTESINDEN GELECEK’ DIYORDUNUZ. SIMDI BEN DE SIZE SOYLUYORUM. RUSYA-UKRAYNA SAVASINDAN SONRA TURKIYE, SALGIN DONEMINDE OLDUGU GIBI POZITIF OLARAK AYRISAN ENDER ULKELERDEN BIRISI OLACAKTIR.  OZELLIKLE SAYIN CUMHURBASKANIMIZ’IN DURUSUYLA BIRLIKTE RUSYA-UKRAYNA ARASINDA BARISCIL GORUSMELERIN SAGLANMASIYLA BIRLIKTE TURKIYE’NIN TAVRI, BUTUN BUNLAR, TURKIYE’YI DUNYAYA YENI BIR GUC MERKEZI OLARAK SUNMA VE AYNI ZAMANDA BARISCIL SOYLEMLERIN UYGULANABILIR HALE DONUSTURULEREK TURKIYE’NIN ASLINDA TAM BIR GUVENLI YATIRIM MERKEZI OLMASI NOKTASINDA KENDINI KANITLAYACAKTIR” DEDI. FOTOGRAF:MUAMMER IRTEM/BURSA,(DHA)

“İki yıl süren salgın Türkiye’ye çok şey kazandırdı. Küresel bir merkez, tam bir üretim merkezi ve tüm tedarikçilerin ihtiyaçlarını karşılayacak devasa yatırımların tamamlandığı ve her alanda cevap verebileceği bir imkanlar silsilesi içerisinde…”

Bu sözlerde tanımlanan ülkenin Türkiye olup olmadığı konusunda da ciddi endişelerim var.

Uzun uzun yabancı ülkelerin ekonomilerinden bahsetti ki, hiç derdimiz değil başka ülkelerin ekonomik sorunları, zira biz o ülkelerde yaşamıyoruz. Bize bizim ülkemizde durumun ne olduğu ve bu durumun düzeltilmesi için neler yapılacağı lazım değil mi?

Konuşması sırasında tam 7 kez içinde bulunduğumuz ekonomik çıkmazın nedeninin yaşanan pandemi süreci ve sonrasında komşularımız arasında çıkan savaş olduğunu belirtti Bakan Nebati. Yanlış değil aslında söyledikleri, ama vatandaşımız savaş halindeki Rusya’dan gelen ayçiçek yağı yüklü gemiyi sevinçle karşılayınca savaşın savaşan ülkelere dahi böyle bir etkisi olmadığı ortaya çıkmış oluyor gibi sanki.

Enflasyonun TÜİK verilerine göre yüzde 60’ın üzerinde olmasının sorun olduğunu kabul eden Hazine ve Maliye Bakanı, “Yıl sonunda enflasyonun makul bir seviyeye geldiğini hep beraber göreceğiz.

Piyasada işler iyi, piyasalar canlı, ticaret iyi, kapasite kullanım oranları iyi. Bundan sonra yapmamız gereken şey fiyatlarla ilgili davranış bozukluğu ile ve makroekonomik göstergelerdeki iyileşmelerle yatay bir geçişten sonra daha makul bir enflasyon sarmalından çıkacağımız döneme girmek” diyor.

Sonrasında da ekliyor: “Enflasyon davranışlarda bir bozukluğa sebep olmuştur, ama bunun atalet haline dönüşmesi noktasında beklentilerini enflasyon daha da yükselecek kurgusu üzerine kuranlar ve bunun üzerine fahiş fiyat uygulayan işletmeler takibimiz altındadır!”

Elbette ki stokçuluğun önüne geçilsin ve krizden fırsat yaratmaya çalışanlara engel olunsun. Buraya kadar söylenenlerde bir sorun göremiyorum, ancak;

“Sağlık sisteminde dünyaya örnek olacak sonuçlar elde edilmiştir…” sözüne benim de söyleyecek bir çift sözüm var: “Ve karşılığı öyle güzel ödenmiştir ki, tüm doktorlarımız Almanca kurslarına yazılmış, yurt dışında kendisine ikbal aramaktadır!”

Ekonomide büyük bir başarı elde edeceğimiz iddiasında Sayın Bakan ancak; “Öldük, bittik, yandık yaygarası yapanlarla değil…” diyor.

Bahsettiği kişi ben olabilir miyim diye düşündüm…

HAZINE VE MALIYE BAKANI NUREDDIN NEBATI, “2 YIL ONCE SALGIN TURKIYE’DE KUCULMEYE SEBEP OLACAK DIYENLERE KARSI, BURSA IS DUNYASI OLARAK SIZ INANCLIYDINIZ. IS INSANLARINI TEMSILEN ‘BURSA BU ISIN USTESINDEN GELECEK’ DIYORDUNUZ. SIMDI BEN DE SIZE SOYLUYORUM. RUSYA-UKRAYNA SAVASINDAN SONRA TURKIYE, SALGIN DONEMINDE OLDUGU GIBI POZITIF OLARAK AYRISAN ENDER ULKELERDEN BIRISI OLACAKTIR.  OZELLIKLE SAYIN CUMHURBASKANIMIZ’IN DURUSUYLA BIRLIKTE RUSYA-UKRAYNA ARASINDA BARISCIL GORUSMELERIN SAGLANMASIYLA BIRLIKTE TURKIYE’NIN TAVRI, BUTUN BUNLAR, TURKIYE’YI DUNYAYA YENI BIR GUC MERKEZI OLARAK SUNMA VE AYNI ZAMANDA BARISCIL SOYLEMLERIN UYGULANABILIR HALE DONUSTURULEREK TURKIYE’NIN ASLINDA TAM BIR GUVENLI YATIRIM MERKEZI OLMASI NOKTASINDA KENDINI KANITLAYACAKTIR” DEDI. FOTOGRAF:MUAMMER IRTEM/BURSA,(DHA)

Efendim tüm dünyanın bizi ilgiyle ve kaygıyla takip ettiği ekonomik modelin adı “Türkiye ekonomik modeli” imiş. Hazine ve Maliye Bakanı Nurettin Nebati, sistemin adını defalarca tekrarladı konuşmasında, sonra da işverenlere şöyle seslendi:

“İşletme sermayesiyle ilgili bir sorunla karşı karşıya kalırsanız bu konuda banka genel müdürleri dahil olmak üzere buradalar, Türk bankacılık sektörü sizlere kolaylıklar içiresinde ve çok düşük faiz oranları ile yol gösterici olacaklar. Önünüzü kapatan her türlü engelin savaşçısı biz olacağız. Yeter ki, siz kazanın, Türkiye kazansın!”

Peki, biz ne zaman kazanacağız Sayın Bakan?

Yeni köşemden merhaba

Yeni köşemden merhaba

Aslında çok da ara vermediğimiz için yeniden kavuşmak zor olmayacak diye düşünüyorum. Küçük bir mola verdim sadece. Annemi ziyaret edecek, balkonumdaki çiçeklerimin kuruyan yapraklarını ayıklayacak ve bana iyi dileklerini ileten dostların mesajlarına, telefonlarına yanıt verecek kadar küçük bir ara…

İşte yeniden birlikteyiz beni okumayı sevenlerle.

Tüm başlangıçların insanın karnında bir karıncalanma hissiyle beraber, mutluluk ve başarı ile dolmayı bekleyen bir boşluk oluşturduğu ne kadar da doğru…

Şimdi sizlere yeni bir köşeden, yepyeni bir mecradan sesleniyor olsam da aynı işi yapacağım ve aynı çizgiyi koruyacağım aslında. Elbette bunları yaparken bir yandan dijital medyanın hızına yetişmeye, bir diğer yandan da sizlere küçük sürprizler hazırlamaya gayret edeceğim.

İşin bundan sonraki kısmını da siz değerli okuyucularıma bırakıyorum. Beni ne kadar okursanız ve takip ederseniz o denli mutlu etmiş olacaksınız…

Selam faslını tamamladıysak hadi başlayalım…

4 DAL TAZE SOĞAN 5 LİRA OLUR MU? 

Beşevler Mahallesi’nin pazar günleri kurulan sebze meyve pazarı, hem bölgenin en büyük pazarı olması nedeniyle hem de hafta sonu kurulması nedeniyle, evdeki tüm yetişkin bireylerin çalıştığı ailelere de hitap ettiğinden, çokça tercih edilen bir alışveriş noktasıdır.

Bizim evde de tüm yetiştin bireyler çalıştığından alışverişimizi bu pazardan yapıyoruz yıllardır. Bir süredir yaptığımız işbölümü nedeniyle pazara eşim gidiyordu, dolayısıyla pazarın durumundan pek haberdar değildim.

Hani, “şöyle pahalılık var, bunun fiyatı şöyle yüksek” diye yazarken gerçeklerden haberi olmayan bir köşe yazarı olmak istemediğimden Ramazan mübarek günlerde pazarın nabzını kendi ellerimle bir tutmak istedim.

Düştük yollara…

Biz daha apartmandan çıkarken komşularımın “Pazara gidiyorsanız yanınıza koruma alsaydınız, dikkat edin soyulmayın, maşallah sizinki de cesaret işi, fiyatlardan haberiniz yok galiba, pazara diye gidiyoruz iki yeşillik alıp geliyoruz” sözleriyle uğurlandım.

Meselenin en başından kırılmıştı cesaretim…

Pazar yerine yaklaştığımızda normalde olması gereken insan yoğunluğunun yerinde yellerin estiğine şahit oldum ve hemen bu durumu Ramazan ayında olmamıza bağladım. Aslında gün ortasıydı ve bu bağlayış biraz saçma oldu ya da fazla iyimser.

Asıl beni şaşkına çeviren durum pazara girdiğimde gördüğüm manzaraydı.

Gözlerime inanamadım, dönüp dönüp baktım, pazarda kurulan tezgahların sayısında, dolayısıyla da ürün çeşitliliğinde ciddi bir azalma var. Tezgahların arasında kocaman büyük boşluklar göze çarpıyor. Eşime sordum, “Birkaç haftadır böyle” dedi. Yani durumun Ramazan ayında olmamızla da bir ilgisi yoktu.

Hani sürekli altını çizerek söylüyoruz ya, “bu ülkenin tarım politikası yok, gelişine yapılan tarım da ne üreticiye ne de tüketiciye fayda sağlıyor” diye. Tam da o noktayı yaşadım pazarın ortasında.

Yeşilliklerin satıldığı tezgah cebimizdeki parayı yutan bir kara delik gibiydi, tam 75 liramızı yuttu. Patatesin kilosu 9 liraydı. Bir kilo soğana da 7 lira verdim. Bundan bir yıl önce patatesler ve soğanlar çok ekildiği için depolarda çürümeye terk edilmiş, üretici ciddi zararlar etmişti. İki yıl önce ise patates ve soğanın fiyatı çok yüksek diye üretici “terörist” ilan edilmişti.

Şimdilerde de ayçiçek yağında stoklar eridi mi erimedi mi tartışmasını yaparken, bir yandan da savaş halindeki Rusya’dan ayçiçek yağı geliyor diye mutluluktan havalara uçuyoruz.

Güya zeytinin anavatanıyız, ama bizim pazardaki zeytinci “Neden zeytin fiyatları her hafta artıyor?” diye soran müşterisine “bu yıl siyah zeytin bulunmuyor, o yüzden fiyatlar sürekli artıyor” diye cevap veriyor. Biz de zeytinliklerin altında maden aranması için verilen iznin doğru olup olmadığını tartışıyoruz.

Ben ilkokula giderken, hayat bilgisi dersinde ülkemizin özellikleri konusunda öğrendiğimiz en önemli bilgi “dünya üzerinde kendi kendine yetebilen 7 ülkeden biri” olduğumuzdu.

40 yılda ne oldu bu ülkeye de kendi kendine yetemez, savaş halindeki memleketlerin ayçiçeği ekmesi için dualar eder hale geldi?

Elde olmayan tarım ürünleri için “Paramız var ki, alıyoruz’” diyerek ithalat yoluna giden, bunu düşünüp de bir tarım politikası oluşturmaya nedense çaba göstermeyen, köylerin okullarını ellerinden alan, sağlık ocaklarını kapatan, böylelikle kırsal kesimi tam anlamıyla bir mahrumiyet bölgesine çeviren tüm kamu yetkililerini, başta bakanlık olmak üzere, bu konunun asıl sorumlusu ilan ediyorum.

Yazıktır bu ülkenin insanına, Ramazan mübarek günde 4 dal taze soğan 5 lira olur mu?

Kuşlar göçüyor, göl uyuyor, Karacabey Belediyesi umutlu

Kuşlar göçüyor, göl uyuyor, Karacabey Belediyesi umutlu

Karacabey Belediye Başkanı Ali Özkan, 8’inci hizmet yılında gazetecilerin karşısındaydı.

Özkan’ın samimi açılış konuşması ile başlayan basın toplantısı, insana dokunan icraatları anlatan bir tanıtım videosu ile devam eti.

3D vizyonuna tekrar vurgu yaptı Sayın Başkan.

Benim ilk anda 3D yazıcılarla seri konut yapım işi geldi aklıma.

Ne var ki yukarıda söz ettiğim insana dokunan bambaşka bir vizyonu içeriyormuş 3D.

Doğum, Düğün, Defin.

3T takip ediyor bu vizyonu.

Teknoloji, Tarım, Turizm.

Geçmiş dönem faaliyetlerinde anladığım kadarıyla 3D konusunda oldukça mesafe kat edilmiş.

İleriye doğru.

3T konusunda kat edilen mesafe ise daha fazla geldi bana.

Geriye doğru.

Bunu bizzat Başkan’ın ağzından duyduk. Sayın Başkan, özellikle 1. sınıf olmayan tarım arazilerinin sahipleri tarafından çok kârlı hale geldiğinden ev ve araba almak için de satıldıklarından söz etti.

TEKNOSAB’dan söz ederken çok net rakamlar verdi.

Kaç kişinin burada istihdam edileceği (150.000 kişi), TEKNOSAB ve genişleme bölgesi dâhil kaç bin metrekare tarım arazisinin sanayi alanına çevrileceği gibi…

Ancak 350 bin-400 bin kişilik nüfusun bölgede iskânı ya da ulaşımı konusunda hiçbir şey net değil. Bu yönde çalışmalar başlamış, kervan yolda (dizilecek).

Sunum videosunda belediyenin örnek bir çalışması vardı. Evleri yıpranmış, neredeyse oturulamaz hale gelen yoksul evlerinin tamir onarımı örnek bir iş bence.

Başkan Sayın Ali Özkan, özellikle kendileri göreve geldikten sonra artan sosyal desteklerin geliştirilmesi konusunda özel bir sorumluluk duyduğunu ifade etti.

Bu çalışmaların içinde aşevi konusunda tüm Karacabey’de yaşanan dayanışmanın örnek ve nitelikli bir hizmet olduğunu vurguladı.

Bu kapsamda 100 kişi le başlayan sürecin şu anda bin 200 kişiyi aştığını anlattı.

Uluabat Gölü kıyısında gerçekleşen toplantı çıkışında, dünyada ender olan bu bölgenin havasını soluduk.

Göçtükleri yerlerin de Karacabey Belediyesi’nin yaptıklarından da bihaber sadece yaşamakla meşgul, çok güzel ve çeşitli kuş sesleri duyduk.

Göl gri bir kederle uyuyor gibiydi. Küresel iklim değişikliği başta olmak üzere çevrede ya da uzaktaki fabrikaların (artacak) su çekmesi ve atıklarını bırakması Uluabat Gölü’nü tehdit ediyor. En derin yeri 1-1,5 metreye düşen gölün 30-35 yılda yok olabileceğinden söz ediyor uzmanlar.

Sayın Başkan bunun sorumluluğunun çevre il ve ilçelerde olduğunu ifade etti.

Kuşlar sonbaharda göçüp gidecekler.

Göl kaderine mahkûm…

Biz RAMSAR koruma alanı ile TEKNOSAB rant alanı arasında, çevrenin, tarımın, doğanın kaderine terk edilmişliğine bir kez daha şahit olduk.

 

‘Düşünmeyi düşünmemek’

‘Düşünmeyi düşünmemek’

Özellikle yalnız kaldığınızda ya da herhangi bir meşguliyetiniz olmadığında kendinizi sonsuz düşüncelerde boğulmuş gibi hissettiğiniz oluyor mu?

Artık düşünmekten yorulduğunuz, kendinizi bir çıkmazda bulduğunuz, düşünmekten kaçmak isterken daha çok düşündüğünüz anlar yaşıyor musunuz?

Peki, nedir bu çok düşünme, bu durumdan nasıl kurtulabiliriz?

Bu hafta biraz bunlardan bahsedelim.

Overthinking” kavramı “fazla düşünmek” anlamına gelmektedir. Hayatımızın pek çok alanında karşı karşıya kaldığımız tüm konular üzerinde aşırı düşünmek, her şeyi detaylı olarak analiz etmeye çalışmak, mükemmel sonucu arzulamak, psikolojik anlamda tüketici olabileceği gibi stres ve kaygı seviyemizin artmasına neden olmaktadır.

Düşünce eylemi bizim hayatımızda her an olmaktadır. “Aşırı düşünme” evrimsel olarak insan doğasının ayrılmaz bir parçası ve tam da bu nedenle önleyebilmek ya da baş etmeye çalışmak, sandığımız kadar kolay olmayabilir.

Fakat düşüncelerimizi kontrol altında tutamadığımızda, bu durum günlük hayatımızın işlevselliğini olumsuz şekilde etkileyebilecek bir boyuta geldiyse eğer, bu noktada psikolojik destek almak gerekmektedir.

Kimi zaman çok sık yoğun düşünceler sonucunda depresyon, yeme bozuklukları ve diğer ruh sağlığı sorunlarının ortaya çıkması kaçınılmazdır.

Peki, aşırı düşünceleri nasıl kontrol altına alabiliriz?

Beynimiz, doğası gereği düşünce üreten bir makinaya benzetilmektedir. Günde milyonlarca kez fark ettiğimiz ya da fark etmediğimiz düşünceler aklımızdan geçmektedir.

Aşırı detaylı düşünmenin üstesinden gelmek için onu görmezden gelip önemsememek yerine onun varlığını kabul etmek iyi bir başlangıç olabilir. Böylelikle çözüm önerilerine daha açık hale gelebilir. Düşünceyle savaşmak çözüm üretmeyi engellemektir.

İster düşünceyi yok etmeye çalışalım, ister yok saymaya çalışalım; her iki tutumda da dikkatimizi rahatsız olduğumuz düşünceye yöneltiriz. Fazla düşündüğünüz zaman bunun bedeninizde ve zihninizdeki hareketlerini gözlemleyin. Kafanızın içinde sürekli düşüncelerin dönmesine izin vermek yerine düşüncelerinizi yazın. Gün içerisinde neler düşündüğünüzü, hangi konuyu daha ağırlıklı olarak düşündüğünüzü, ne kadar vakit ayırdığınızı not alın.

Fazla düşünme” eyleminiz kişi veya kişilerle ilgiliyse bu noktada sosyal medya sizi oldukça olumsuz etkileyecektir. Bu süreçte sosyal medyadan uzak kalmanız bir adım olacaktır.

Düzenli egzersizin psikolojik ve fizyolojik olumlu etkileri oldukça fazladır. Düzenli egzersiz mutluluk hormonlarınızın artmasına katkı sağlamaktadır.

Sürekli olarak aynı kişilerle aynı yerlerde benzer aktivitelerle devam etmek iyi gelmiyor olabilir. Yenilik her zaman için ferahlık ve fırsat anlamına gelmektedir. Geçmiş ya da geleceğe dair devamlı düşüncelerinizden kurtulmak için kendinize yeni düşünceler yaratabilmek adına taze fırsatlar oluşturabilirsiniz.

Zeytinlikler dünya mirasıdır!

Zeytinlikler dünya mirasıdır!

Yıllar önce ilk kez bir zeytinliğe gittiğimde şaşakalmıştım.

Zeytin ağacı gövdelerinin bir dans figürü sergiliyormuşçasına kıvrak, birbirlerine benzeşmezliğiydi şaşkınlığımın nedeni.

Yapraklarının narinliği ve rüzgârda fısıldaşmaya benzer sesleri ile o yeşillik cümbüşü baş döndürücü gelmişti bana.

Küçükkumla‘nın deniz gören yamaçlarından birinde Körfez’in lodosları ile sarmaş dolaş bir zeytinlikti.

Şimdi o zeytinlik yok!

Zeytinin insanlık tarihindeki önemine tüm kutsal kitaplarda, yaratılış ve kuruluş efsanelerinde yer verilmiş. Zeytin ağacının insanlık tarihindeki yeri neredeyse 40 bin yıl öncesine kadar uzanıyor.

Santorini Adası’nda yapılan arkeolojik çalışmalarda 40 bin yıllık zeytin yaprağı fosilleri bulunmuş.

Tüm bunların ötesinde çeşitli kültür ve inanıştaki toplumlarda farklı mit’lerle buna getirilen açıklamalar gösteriyor ki insanlaşmanın antik hafızasında da önemli bir yer tutuyor zeytinlikler.

Ve nihayetinde zeytinlikler kendi dönemlerinin yaşam alanları olarak, savaş alanları olarak, kültür sanat felsefe alanlarına ev sahibi yapar. Ticaret ve tarım için sürekli gelir kaynağıdır. Tapınma ve mabet alanlarına ev sahipliği yapmışlardır…

Tıp biliminin kurucusu sayılan Hipokrat, yıkanamayanlara, hiç olmazsa zeytinyağıyla vücutlarını ovmalarını önerir. Gimnazyum’da spor yapan atletler, kaslarını parlatıp yumuşatmak için zeytinyağı kullanırlar.

Her ne kadar artık meşale kullanılmaya başlamışsa da zeytinyağıyla yanan kandiller, evlerin vazgeçilmez eşyasıdır. Antik çağda bile günlük beslenmenin en değerli parçası zeytinyağı ve zeytindir.

Bu nedenle de antik çağda yedi bilgeden biri kabul edilen Solon’un koyduğu kanunlarla zeytin ağacı kesenlere ağır cezalar uygulanmıştır. Bu, tarihteki bilinen ilk zeytin koruma kanunudur.

Geldiğimiz noktada zeytin koruma kanununu yeni bir yönetmelikle neredeyse boşa çıkarma girişimleri, maden rantına kurban edilme hevesi anlaşılır gibi değildir.

Zeytinliklerin korunması için ülkemizin her yerinden sesler yükselmekte. Buna en anlamlı karşı çıkışlardan biri Mudanya Belediyesi’nden geldi.

“Mudanya’nın geleneksel zeytin yetiştiriciliği ‘UNESCO’ya somut olmayan kültürel miras’ olarak aday gösterildi.

Mudanya Belediyesi, zeytin yetiştiriciliğiyle ilgili geleneksel bilgi, yöntem ve uygulamaların, “İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası Temsili Listesi“ne alınması için kısa adı UNESCO olan Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu’na başvuru yaptı.

Tirilye Zeytini“nin geleneksel yetiştirme yönetimi, Mudanya Belediyesi’nin girişimleriyle Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından hazırlanan iki başvuru dosyasından biri oldu.

Kültür ve Turizm Bakanlığı Araştırma Eğitim Müdürlüğü ile İl Kültür Turizm Müdürlüğü’nün hazırladığı ortak araştırma dosyası sonucu başvurular yapıldı.

Mudanya Belediye Başkanı Hayri Türkyılmaz, UNESCO’nun kültürel mirasın çeşitliliğini göstermek ve önemi hakkında farkındalık yaratmak için belirlediği soyut kültürel miras listesine “Tirilye Zeytini“nin korunması için başvurduklarını belirtti.

Türkyılmaz, “Bir zeytin ülkesi Mudanya. Dağlar, vadiler zeytin yüklü. Denizden gelen poyraz rüzgarı, Mudanya’da denizin tadını doyumsuz kılıyor. Bu nedenle Tirilye’nin zeytini dünyaca ünlüdür, Tirilye’nin birinci derecede gelir kaynağıdır” diyor.

Hem zaten zeytinlikleri savunmak bize Nazım’dan mirastır.

“ … Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı” der Nazım Usta,

“yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,

hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,

ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,

yaşamak yanı ağır bastığı için…”

İnsanlığın bu büyük ozanı da bize anlatır ki

Zeytinlikler dünya mirasıdır!

 

 

 

Dürtüsel satın alma

Dürtüsel satın alma

Hayatımızı tehdit eden bir durum varken neden alışveriş yaparız?

Bildiğimiz üzere Covid-19, 2019’un Aralık ayında Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıkarak tüm dünyayı etkisi altına aldı.

Sokağa çıkma yasakları, kısıtlamalar, karantina ve izolasyonlar günlük hayatımızda en sık kullandığımız kelimeler haline geldi.

Tüm bu süreçte bizler alışveriş yapmayı, özellikle internet üzerinden satın alma işlemlerini sıklıkla gerçekleştirir olduk, değil mi?

Öyleyse bu durumun nedenlerini anlamaya çalışalım.

Dürtüsel satın almakendiliğinden, düşünmeden ve aniden gerçekleşen satın alma eğilimi” olarak tanımlanmaktadır.

Tüm dünyayı saran Covid 19‘la birlikte özellikle online alışverişler dürtüsel satın almanın etkisiyle oldukça artmıştır. Tüm bu satın alma işleminin altında yatan şey birçoğumuza eşlik eden kaygıdır.

İnsanların hastalığa karşı tehdit algısı ne kadar artarsa kaygı seviyeleri de o yönde artış gösterecektir.

Artan kaygı ise dürtüsel satın alma davranışını artıracaktır. Bu kriz durumunda insanlar kaygılarını azaltmak için dürtüsel satın alma davranışını sergileyebilirler.

Dürtüsel satın almanın duygu ile ilgili bir davranış olduğu kolaylıkla söylenebilir.

Dürtüsel satın almayı etkileyen özellikler ise üç şekilde ele alınmaktadır. Bunlar kişisel, çevresel ve ürünle ilgili özellikler olarak sıralanabilir.

Amerikan Psikoloji Derneği (APA), kaygıyı “bir bireyin yaklaşan tehlike veya felaketi beklediği, kaygı ve somatik gerilim semptomları ile karakterize edilen duygu” olarak tanımlamaktadır.

İçinde bulunduğumuz pandemi süreci en basit şekli ile beklenmedik ve aniden ortaya çıkan bir durumdur. Kişiler kontrollerinin olmadığı bu tarz durumlarda hayatlarını kontrol altına almak isteyebilirler. Dolayısıyla bu kontrol isteğine “bir şeyler satın almak” eşlik edebilir.

Gördüğümüz gibi tüm bu karmaşanın ortasında bir şeyler satın almak birçoğumuzun sergilediği bir davranış haline geldi. Elimizin altındaki telefonlarla bu işlemi çok da kolay yapar hale geldik.

Peki siz pandemi süreci boyunca dürtüsel satın alma davranışınızın arttığını fark ettiniz mi?

TOSYÖV ve iş hayatında kadın

TOSYÖV ve iş hayatında kadın

Sivil toplum örgütlerinde kadın yöneticilerin çoğalması iş hayatındaki yerlerine dair de önemli birtakım farkındalıklar yaratmaya devam ediyor.

Farkındalık oluşturmaya ilişkin katkılardan biri de TOSYÖV Başkanı’ndan geldi.

TOSYÖV, özellikle 90’lı yıllarda bir KOBİ cenneti olan Bursa’da KOBİ kavramının anlatılması ve sorunlarına dikkat çekilmesi açısından da önemli bir rol oynamıştı.

Şimdiki başkanı Dr. Gül Çiçek Zengin Bintaş, “kadın çalışanlar” için de dernek olarak öncülük yaptıklarını belirterek, “Kadının İş Hayatındaki Varlığı ve Kadın Girişimcilerin Sıkça Yaşadığı Engel ve Sorunlar” anketinin sonuçlarını paylaştı.

Yıllarca kullanılan “iş adamı” sıfatından çıkıp “iş insanı” deyiminin yaygınlaştırılması iş hayatında kadının varlığına dair farkındalık açısından umut verici.

Gelelim anket verilerine.

“Çalışan Kadınlar” anketi katılımcılarının yüzde 78.6’sı lisans ve üstü eğitimli olup yüzde 46.3’ü sanayide, yüzde 46.3’ü hizmet sektöründe, yüzde 7.3’ü ise kamuda çalışıyor. Bu kadınlarımızın yüzde 63.3’ü “iş hayatında kadın olmanın erkeklere göre daha zor” olduğu görüşünde.

Kadın girişimcilere “İş hayatınızda yaşadığınız zorluklar nelerdir?” sorusu sorulmuş:

Genç olanlar belirli bir çevre ve etkili ilişkiler oluşturmamak konusunda zorluklardan söz etmiş. Her ortama rahat girip çıkamamaları, satışlarda yaşanan zorluklar, özellikle hizmet sektöründe kaliteli iş tanımı ve karşılığının olmaması başlıca şikayet konuları. Bunu yetişmiş uzman personel eksikliği, cinsiyet eşitsizliği, devletten ve STK’lardan yeterli destek alamamaları, vergilerin yüksekliği, çalışma saatleri, gerek global gerekse ulusal ekonomik krizlerden fazlasıyla etkilenmeleri de dikkat çekici.

Aslında bir kısmı tüm iş insanları için geçerli zorluklar bunlar. Ancak kadın olarak iş sorumluluklarına ev sorumluluğunun da eklenmesi bu sorunların sonuçlarını daha da arttırıyor sanki.

İŞ KADINI… GİRİŞİMCİ KADIN… ÇALIŞAN KADIN…

Ben bu deyimleri de cinsiyetçi buluyorum.

Ancak sorunlara farkındalık sağlaması ve bu sorunların aşılmasında izlenecek yola dikkat çekmesi açısından olumlu.

Bu ankete ilişkin verilerin açıklandığı toplantıda TOSYÖV Başkanı Dr. Gül Çiçek Zengin Bintaş’ın davetlisi akademisyenler ile girişimci kadın temsilciler de vardı.

Yaptıkları kısa konuşmalarda aynı noktaya vurgu yaptılar.

Erkek egemen iş süreçlerinde kadın olarak güçlü bir duruş sergilendiğinde kapıların yüzlerine kapanmadığı, bilakis açıldığını belirttiler.

Özellikle iş hayatında bulunmayı, yükselmeyi, gelişmeyi erkek egemen kural ve alışkanlıkların bir lütfu olarak görmeyip, kendi duruşunu sergilemenin önemi vurguladılar.

Bu kararlılık arttıkça kadının iş hayatındaki rolü güçlenecektir.

Kadının iş hayatındaki varlığı ve kadın girişimcilerin çoğalıp güçlenmesi için zor ama sürdürülebilir yol da bu sanki.

Buradaki en önemli şans kadın dayanışması gibi görünüyor.

Dr. Gül Çiçek Zengin Bintaş gibi STK temsilcileri ve iş insanlarının konuya ilişkin kararlılığı ve öncü rolü çok önemli.

Her sektörden STK’larda kadın yönetici ve başkanların çoğalması dileği ile…

Çanakkale’den bir kesit: Ziruh mu, bîruh mu?

Çanakkale’den bir kesit: Ziruh mu, bîruh mu?

Yıl 1915… Çanakkale’de 19 Şubat’ta başlayan deniz savaşları 18 Mart’ta biter. Müttefik donanması Çanakkale’yi geçemez. Ancak savaş sona ermemiştir. Kara savaşları 25 Nisan’da, şafak vakti Anzak çıkarmasıyla başlar.

Haziran sonlarında düşman Arıburnu cephesinde gösteri niteliği taşıyan baskınlar yapmaya başlar. Baskınların Türk birliklerini yerinde tutmayı amaçladığı anlaşılınca Cesaret Tepe’de bulunan 18. Alay’la Yüksek Sırt’a saldırı kararı alınır. (18. Alay, Albay Mustafa Kemal’in komutasındaki 19. Tümen’e bağlı 4 alaydan biridir. Diğerleri 27.,57. ve 72. Alaylar).

19. Tümen Komutanı Albay Mustafa Kemal’in emri aynen şöyledir:

Düşmanın saldırdığı cephedeki kuvvetinizi takviye ederek karşı saldırıya geçiniz…”

Taarruz 29 Haziran gecesi saat 22.10 sıralarında başlar. 72. ve 57. Alayların yanı sıra 18. Alay da Cesaret Tepe’den Yüksek Sırt yönündeki Anzak siperlerine doğru hücuma kalkar. Anzak mevzileri üzerine atılan birlikler büyük bir başarı sağlar. Soldan saldıran 1. Tabur üç bölüğüyle düşman siperine girer. Sağdan saldıran 2. Tabur da düşmanın birinci ve ikinci hat siperlerini ele geçirir.

18. Alay (Komutanı Binbaşı Mustafa Bey, Çanakkale’de şehit olmuştur) 2. Tabur Komutanı Yüzbaşı Celal, o gece yaşananları şöyle anlatır:

Nihayet 29/30 Haziran gecesi taburumla düşmana taarruz emri almıştım.

Harimimize saldırmış olan düşmanla nihayet göğüs göğüse çarpışabileceğimiz, intikam keskinliği ile parıldayan süngülerimizi göğüslerine saplayabileceğimiz saatler işte gelmişti.

Emir gece yarısı verilmişti.

Vazifemiz on adım ilerimizde bulunan birinci düşman siperlerini ve yine aynı mesafelerle bunun arkasında bulunan siperleri almaktı.

Bu taarruza, alayımızın birinci taburundan Yüzbaşı Rıfat Bey kumandasında bulunan bir bölükle takviye edilen taburum memur edilmişti.

Bulunduğumuz siperler, meşhur Mehmet Çavuş siperleri, yerimizin ismi Yüksek Sırt’taki Cesaret Tepe, sağ cenahımız bir yar, sol cenahımız Korku Deresi ve taarruz edeceğimiz düşman mevzilerinin bulunduğu tepe de Hain Tepe idi.

Düşman kendi siperlerini, bizim tarafımızdan zapt edildiği takdirde yandan çok şiddetli tüfek, makineli tüfek ve top ateşine alabilecek şekilde tertip etmişti.

Taarruz emri verildiği zaman taburumun iki bölüğü ateş hattında, iki bölüğü ihtiyatta idi. Beni takviyeye memur edilen bölük de sol cenahımda ateş hattında idi.

Emir aldıktan on beş dakika sonra taarruzumuz başlamış ve biraz sonra da düşmanın birinci, ikinci ve üçüncü siperlerine girmiştik.

Cepheden bize bir şey yapamayacağını gören düşman, evvelden hazırladığı yan ateş tertibatını bütün dehşet ve şiddeti ile aleyhimize kullanmaya başladı. Ayrıca, ele geçirdiğimiz siperlerini karadan ve denizden tevcih ettiği projektörlerle gündüz gibi aydınlatmış ve her nevi ateşle cehenneme döndürmüştü.

Tam mevcutlu taburum tamamen erimişti.

Şafak vakti büyük kumandanı (Mustafa Kemal) yanımda görünce ondan taze iman ve kuvvet almıştım. Emsalsiz dehası ve ihatasıyla her şeyi herkesten daha iyi gören, kavrayan ve anlayan kumandan, vaziyeti, içinde bulunan benden daha iyi anlamış olmasına rağmen bana şu suali sordu:

– Celal, Taburun nerede!

– Kumandanım, işte düşman siperleri üzerinde yatıyor.

– Ziruh mu, bîruh mu?(*)

– Gördüğünüz gibi kumandanım…

Büyük kumandana daha fazla söz söylemek hadnaşinaslıktan (kendini bilmezlikten) başka bir şey olmazdı. Vaziyeti derhal kavrayan komutanım bana:

– Üçüncü taburu da sana verdim. Vaziyeti muhafaza et!, emrini verdi…”

Albay Mustafa Kemal, taarruz sonunda verdiği tümen emrinde o geceyi şöyle anlatır:

18. Alay’ın Yüksek Sırt’a karşı giriştiği taarruz ve hücumla düşman felakete uğratılmış ve birliklerimiz her zaman ve her an üstün saldırı kuvvetini ve fedakarlığa hazır bulunduğunu düşmanımıza bir daha kahramanca göstermiştir. Giriştiği taarruz ve hücumda düşmana çok ağır kayıplar verdiren 18. Alay’ın fedakarlığı ve kahramanlığı takdire değer…

Yüksek Sırt’taki Anzak siperlerinde göğüs göğüse süren mücadele günün aydınlanmasıyla birlikte kendiliğinden son bulurken, taarruzda 800’den fazla kayıp verilir.

Çanakkale, bu toprakları vatan kılan en önemli savaşımın adıdır!

Ve o savaşım kuşkusuz Mustafa Kemal’siz anlatılamaz!

(*) Canlı mı cansız mı?

İnşaat sektörü ve kalkınma

İnşaat sektörü ve kalkınma

İnşaat sektörü, diğer sektörlere göre ekonominin hareketlendirilmesi ve hızlı para döngüsünün oluşturulması bakımından en dinamik sektör.

60 civarında ana ve 100’ü aşkın alt sektörü de tetikleme özelliğine sahip.

O yüzden de ülkemizde hem 80’li yıllardaki liberal ekonomi hamlelerinin hem de AK Parti iktidarının gözdesi olan bir sektör.

Ancak esas önemli olan ülke kalkınmasında oynayacağı rol.

Bu rolü belirleyen de sektörel yükselişin sürdürülebilir olup olmaması.

Neden-sonuç ilişkisi ile bakınca konu anlaşılıyor.

Mevcut tablo şu:

Türkiye İstatistik Kurumu’nun bu yılın başında yayınladığı İnşaat Maliyet Endeksine göre bile durum iç açıcı değil. Buna göre, inşaat maliyet endeksi, 2022 yılı Ocak ayında bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 79,91 artmış. Ayrıca bir önceki yılın yine  aynı ayına göre malzeme endeksi yüzde 98,20, işçilik endeksi yüzde 41,02 artış göstermiş.

***

Yönetilebilir para politikaları, reel faiz oranları ve enflasyon hedeflerinin öngörülebilir olması; sizi kırılgan ekonomi girdabından kurtarır.

Ne var ki siyasi sorunları aşmak için ekonomiyi kısa vadeli karar ve uygulamalar ile yönetmek kırılganlığını arttırıyor.

Dövizin dünya piyasalarına açık etkisini de göz önünde bulundurduğunuzda durumun vahameti artıyor.

Çünkü ‘her şeyimiz’ dışa bağımlı!

Sektörel başarı ve ihtiyaçların karşılanmasını sürdürülebilir olmaktan çıkaran etkenler bunlar.

İnşaat sektörünün bir önemli avantajı, hiç doymayan bir iştaha sahip.

Gerek kamu yatırımları, gerekse konut alanındaki talep artışı sektörü canlı tutsa da verimliliğini düşürmüş durumda.

Konut üretiminde, maliyetler artmaya devam ediyor.

Artan nüfus, konut talebini de artırmaya devam ediyor.

Bu da beraberinde konutların satış fiyatlarında ‘hiper’ artışa neden oluyor.

Böylelikle satışlar düşüyor.

Ve tüm alt sektörlerin krizi giderek derinleşiyor.

Bu krizi yıllar önce öngören bazı ekonomistler hain ilan edilip sesleri kısıldığından beri, yeni bir şey söyleyen olmadı.

Şimdilik “2023 te Lozan’ın son bulmasını” bekleyenlerin iyimserliği ile beklemedeyiz.

 

 

 

 

 

 

 

 

Savaş haberleri çocukları nasıl etkiliyor?

Savaş haberleri çocukları nasıl etkiliyor?

En yaygın ve en etkin kitle iletişim aracı olan televizyonda, son günlerde dünyada gündem olan savaşla ilgili haberler biz yetişkinler kadar çocukları da olumsuz etkilemektedir.

Savaş ortamında bulunmayan ama akranlarının çaresizliğini televizyon aracılığıyla öğrenen ya da çocuğun bulunduğu bir ortamda ebeveynlerin savaş hakkında konuşmaları, çocukların dünyasında korku ve kaygı yaşamasına neden olabillir.

Geçmişte savaş mağduru olan ya da bir yakınını savaşta kaybetmiş olanlar, diğer çocuklara göre haberlerden daha fazla etkilenirler. Bu süreçte birtakım olumsuz davranışlar kendini gösterebilir. Bu davranışlar ortaya çıktığında ebeveynin tutumu çocuğun ruh sağlığı açısından oldukça önemlidir.

ÇOCUKLARDA GÖZLEMLENEN DAVRANIŞLAR

Savaş haberleriyle kaygı ve korku geliştiren çocuklarda, kendilerini güvende hissetmeme sebebiyle ebeveyne fazla bağlanma görülebilir.

Sürekli savaşla ilgili  soru sorması, ölümle ilişkili korku, uyku problemleri ya da uykudan ağlayarak uyanma, okula gitmek istememe gibi durumlar ortaya çıkabilir.

Akranlarından uzaklaşma olabileceği gibi saldırgan davranış ve tutumlar da oluşabilir. Herhangi bir açık neden olmadan ağlama ve öfke krizine girme vb. davranışlar çocuğun ruh sağlığının olumsuz etkilendiğinin göstergesidir.

Bazı çocuklar kendi duygularını ifade etmekte zorlanabilirler. Böyle bir durumda çocuklarla oyun oynamak ve resim çizmek, öykülerle korkularını anlamaya çalışmak önemlidir.

Çocuğunuzda bu tarz davranışların oluştuğunu  gözlemlediğinizde, yetişkinlik döneminde ortaya çıkabilecek herhangi bir psikolojik problemin önüne geçmek amacıyla ruh sağlığı uzmanından destek almak faydalı olacaktır.

EBEVEYNLERİN BU SÜREÇTE ÇOCUKLARA YAKLAŞIMI NASIL OLMALIDIR?

Çocuklar gördüklerini anlayabilmek için soru sorarlar. Savaş haberlerini gören çocuklar, sonrasında örneğin “İnsanlar neden birbirlerini öldürüyorlar? Bizi de öldürürler mi? Bizim ülkemizde savaş çıkacak mı? Nereye gideriz? Ölecek miyiz?” gibi korkuyla birçok soru sorabilir.

Çocuklar kaygıyla böyle sorular sorduklarında, cevapları oldukça zor olmakla birlikte, gerçekler ve nedenleri sade, samimi ve anlaşılır cümlelerle anlatmak en uygunudur.

Çocuğunuz ile uygun ortamda olduğunuzdan emin olduktan sonra dünyada savaş gibi bir gerçeğin de var olduğunu, çocuğunuzun kaygısını en az düzeyde tutacak şekilde tüm gerçekliğiyle anlatmanız doğru olacaktır. Aksi takdirde çocuğunuzun haberlerle alakalı geliştirmiş olduğu korku ve kaygı yanıtsız kalacaktır ve yanıt bulamadığı her soru için çocuk, korku ve kaygının geliştirmiş olduğu her türlü etkiyi yetişkinlik dönemine kadar taşıyacaktır.

Çocukları soru sormaktan alıkoymayın, soruları sormaları için ortam sağlamak önemlidir. Çocuklar hazır olana kadar onları konuşmak için zorlamayın.

Ebeveynlerin çocukların yanında konu ile ilgili konuşmalarına dikkat etmeleri ayrı bir önem taşır. Genel bir ortamda çocuğun sizi dinlemediğini düşündüğünüzde çocuk her zaman bu konu geçtiğinde sizi dinlemiyormuş gibi yapsa da aslında sizi dinliyor olacaktır. Sizin genel bir ortamdayken konuyla ilgili yapmış olduğunuz açıklamalar ile çocuğunuza yapmış olduğunuz konuşmalar farklı olursa o zaman çocukların kafasındaki soru işaretleri artar. Bu yüzden çocukların bulunduğu ortamlarda konuyla ilgili konuşmalara dikkat etmek gerekir.

Bizi affet çocuk!

Bizi affet çocuk!

Bizi affet çocuk!

Yaşıtların karlı bir güne uyandılar bugün… Tıpkı senin gibi…

Yaşıtların pencereden baktıklarında bu sabah, akıllarına gelen ilk soru okulların tatil olup olmayacağıydı…

(Fotoğraf: Samet Doğru-İhlas Haber Ajansı)

Sen ne düşündün kim bilir, pencereden baktığında?

Bugün ne kadar üşüyeceğini mi?

Belki de bakacak bir penceren bile yoktu!

Yaşıtların derslerde okulun penceresinden dışarıyı seyrettiler…

Karın devam edip etmediğine baktılar…

Teneffüse çıktılar, kartopu oynadılar, kardan adam yaptılar…

Yarın okul tatil olur mu, diye düşündüler…

Kimileri akıllı telefonlarıyla Vali amcalarına tweet attı!..

Senin için ise kar oyun değil, zulümdü!

Ağırlığından kat be kat ağırdı yükün!

Bir de ıslandı o yük, daha da ağırlaştı!

Nasıl çektin onca yükü!

Bilenlerin yalancıyım: Günde ortalama 30 kilo yükle en az 8 kilometre yürüyormuşsun!

Nasıl gezdin bu soğukta onca sokağı?

Nasıl çektin soğuktan hissetmediğin parmaklarınla o yükü?

Durup durup fotoğrafına bakıyorum.

Çocuk değilsin sen, çoktan büyümüşsün.

Gözlerindeki çocuğu arıyorum.

Senin gözlerin ise kadraja girmeyen bir noktada.

Ne var o noktada?

Bir çöp yığını mı? Geri dönüşüm malzemesi mi? Pet şişe mi, poşet mi, kağıt mı?

Yoksa annesinin elinden tutmuş bir yaşıtın mı?

Gözlerinde bile bir çocuk göremiyorum.

Gözlerindeki çocuğu yitirmene neden olan her şeye isyan ediyorum.

Bizi affet çocuk!