Bursa turizm hedeflerinde üst akıldan ortak akla

Bursa turizm hedeflerinde üst akıldan ortak akla

Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından turizm sektör profesyonellerinin yoğun ilgi gösterdiği bir toplantı düzenlendi.

Toplantının konusu turistlerin Bursa algısı hakkında yapılan bir çalışma.

500’ün üzerinde acentenin katılımı ile yapılan araştırmanın sonuçları hakkında ilgili firma bir sunum yaptı.

Yapılan anket ve odak grup çalışmasında öne çıkan ilginç sonuçlar var.

Bu sonuçlara göre sıralanan başlıca şikâyetler şunlar:

1) Bursa’ya İstanbul’dan otoyol köprü vb. ile ulaşım maliyetleri çok yüksek.

2) Bursa’nın gece hayatına dair eğlence mekânları yetersiz.

3) Otopark ve turistik alanlara kişisel erişim olanakları yetersiz.

4) Tesisler, fazlası ile Arap turiste odaklanmış durumdalar

Ve sıkı durun, Bursa’yı çok pahalı buluyormuş turistler!..

Artık nasıl bir turist profili geliyor Bursa’ya bilmem!

Sanırım o da ayrı bir araştırma konusu.

Bursa’ya yabancı turist gelen ülkeler sıralamasının ilk beşinde Arap ülkeleri var.

1) Katar

2) Kuveyt

3) Suudi Arabistan

4) Ürdün

5) Bahreyn

Türkiye’de yerli turistler için turizm destinasyonlarında yüzde 15.6 ile Kapadokya ilk sırada yer alıyormuş, onu yüzde 13.2 ile Bursa takip ediyor.

Yabancı turistler için turizm destinasyonlarında ise Bursa yüzde 19,6 ile İstanbul, Kapadokya ve Antalya’nın ardından dördüncü sırada yer alıyor.

Bursa’da tercih edilen turlar sıralamasında yüzde 76,5 ile kültür turizmi ilk sırada, yüzde 49,7 ile kış turizmi ikinci sırada ve yüzde 15,8 ile doğa turizmi üçüncü sırada…

Bu sıralama da sürpriz değil.

Bursa’yı tercih eden turistlerin önceliği de kültür, tarih ve doğal özellikleri olarak öne çıkmış. Bu da önümüzdeki yıllarda Bursa’nın marka vaadinin ne olması gerektiği konusunda bir yön belirliyor.

Bursa birçok niteliği ile bir doğa ve kültür şehridir. Osmanlı’ya, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın metinlerine, Nazım Hikmet’in Bursa yıllarına ev sahipliği yapmış bu kadim şehrin kimliği çok yönlülüğü ile dünyada tektir.

Öyle ki sadece, “Bu şehirde muayyen bir çağa ait olmak keyfiyeti o kadar kuvvetlidir ki insan ‘Bursa’da ikinci bir zaman daha vardır’  diye düşünebilir. Yaşadığımız, gülüp eğlendiğimiz, çalıştığımız, seviştiğimiz zamanın yanı başında, ondan çok daha başka, çok daha derin, takvimle saatle alakası olmayan; sanatın ihtirasla imanla yaşanmış hayatın ve tarihin bu şehrin havasında ebedi bir mevsim gibi ayarladığı velut (doğurgan) ve yekpare zaman…”larını (*) anlatmak bizim Bursa’ya borcumuzdur.

Bu toplantıda bana öncekilerden farklı olarak umut veren önemli bir şey de şu oldu:

Süreç yönetimi turizm ve markalaşmada “üst akıl”dan “ortak akla” evirilme aşamasına nihayet gelmiş gibi görünüyor.

Gerek Büyükşehir Belediyesi gerekse Valilik konunun takipçisi ve özellikle Büyükşehir Belediyesi maddi açıdan destekçi.

Ancak bu desteği, sektöre patronluk taslamadan yapmasının önemini vurgulamak gerek.

Nitekim toplantıda bulunan Bursa Büyükşehir Belediye başkanı Alinur Aktaş, yaptığı kısa konuşmada, öncelikle sektörün ilgi ve duyarlılığının önemine vurgu yaparak, turizm hedefleri doğrultusunda sektöre destek vermeye devam edeceklerini ifade etti.

Ve yine sürpriz olmayan bir diğer sonuç:

Bursa’ya gelen turistlerin memnuniyet oranının yüzde 83 olması sürpriz değil, çünkü “Billur bir avizedir Bursa’da zaman” (*) yeter ki gölge edenleri olmasın.

(*) Ahmet Hamdi Tanpınar

‘Değnek’ politikası!

‘Değnek’ politikası!

On günden fazla bir süredir Rusya’nın Ukrayna’ya gerçekleştirdiği saldırıyı izliyoruz.

Bombardımanlar, görüşmeler, tehditler, planlar gırla gidiyor politika dünyasında. Eline değneğini alıp televizyona çıkan herkes bir strateji anlatıyor. İş dönüp dolaşıp bizim ne kadar süper bir memleket olduğumuza bağlanıyor.

Çünkü, değnekli abilerin tamamı her lafın sonunda bunu söylemek zorunda. Çünkü çoğunluğunun mevcudiyetinin temeli bu sihirli cümlelere bağlı.

Her biri bilmem neyin uzmanı olan bu beyefendiler hemen hemen her akşam bir konuyu masaya yatırıyor, konuyu masada bırakarak programı kapatıyor.

Sürüncemede kalan şeylerden hoşlanıyoruz biz millet olarak, neden nihayete erdirilsin ki?

Envai çeşit laf ediliyor, önce bir Rusya’ya yanlar gibi olundu baktılar ki insan hakları daha bir prim yapıyor Ukrayna kanadına seğirtildi. Aslında konuşanların çoğunluğunun herhangi bir fikri yok ama zaten önemli değil. Önemli olan değneği sallayıp haritada gelişigüzel bir iki nokta göstermek.

Önünde harita olmayanlar ise Ukraynalı kadınlar üzerinden saçma sapan şakalar yaparak gündemde kalacağını umuyor. Orada insanlar ölüyor, bu densizlik farklı kişilerde zuhur ediyor. Kimse kınanmıyor, tepki gösterilmiyor, o kişi ‘uzman’lığına devam ediyor.

Ancak biz işin özüne gelirsek; Rusya’nın planı tutmadı.

4 günde alınması planlanan Kiev yerli yerinde, verilen zayiat cabası, yenilen ambargoları da hesaba katınca fatura epey pahalıya patlayacak Putin için.

İşin başında ‘Her gece yeminler ediyorum, her şeyi göze aldım’ dese de bu saatten sonra istediklerini kabul ettirse de Ukrayna saldırısı Putin ve Rusya için ‘Pirus zaferi’nden öteye geçemeyecek.

Zira Putin hem saldırı ile Ukrayna’nın milli şuuruna büyük katkıda bulundu hem de baştan beri ‘komedyen’ diyerek küçümsediği Zelensky karşısında fiyakası çizildi.

Avrupa yeniden ABD’ye yakınlaştı, birlikten ziyade ‘kına gecesi’ hüviyetine büründü. Yaşananları çok sert bir şekilde kınamakta üstlerine olmadığı bir kez daha görüldü.

Rusya’nın 20 senedir planladığı idealleri büyük sekteye uğradı. Gürcistan’da başlayan ‘ayrılıkçıları destekleyerek toprak tırtıklama’ planı Avrupa’nın ortasında durdu.

ABD ise Irak’ı, Suriye’yi, Afganistan’ı unutturup yeniden insan haklarının hamisi sıfatına büründü, Rus tehdidinden tırsanlara ‘abilik’ yaptı, kısa vadede kazançlı çıktı.

Biz mi?

Biz çoktan unuttuk savaşı falan yağ kuyruklarına dadandık.

Benzine mazota motorine doğalgaza elektriğe neden bu kadar fiyat bindirildiğini sorgulamadan marketlerde izdihamlara yol açtı benim canım halkım.

Bizi yönetenler de işi gücü bıraktı zeytin ağaçlarını kafaya taktı.

Her biri kendi başına bir mucize olan zeytin ağaçlarının katledilmesi için vakti zamanında soru önergesi veren vekil, bugünlerde yeni Tarım ve Hayvancılık Bakanımız oldu, hayırlı olsun.

Bir vakitler tarımda ve hayvancılıkta kendi kendine yetmekle övünen, topraklarının bereketliliği üzerine methiyeler düzülen Türkiye’de şimdi neredeyse ithal edilmeyen tarım ürünü yok.

Vakti zamanında kendi sınırlarımızda yetişen ayçiçeğinin kıymetini bilemediğimiz için şimdi Ukrayna’daki ayçiçeklerinin derdine tasasına düştük, kuyruğuna giriyoruz. Yarın öbür gün benzer durum zeytin için de yaşanacak, onun için de böyle hayıflanılacak.

İş işten geçtiği zaman değnekli abiler yine televizyonlarda konuşacaklar, ancak bu sefer üzerinde konuştukları harita bizim kıtlığımızı ve kuru topraklarımızı gösterecek.

 

Ukrayna Savaşı’nın bilinçaltı!

Ukrayna Savaşı’nın bilinçaltı!

Bütün savaşlar ekonomiktir!..

“Spotify-Abonelik için ödeme yapılamıyor.

Sony-Film dağıtımına blok.

Twitter-Rus vatandaşlarını hesap açamaz kıldı.

Toyota-2 bin 600 çalışanı işten çıkarıldı.

Nike-Tüm mağazaları kapatıldı

Nintendo-Ruble cinsinden satın alma yasağı konuldu.

Nestle-Rusya’daki 6 fabrikanın tamamını kapatıyor.

OnlyFans-Rusya’da kapandı.

Paysera-Engellendi.

PayPal-Para çekme hesaplarını dondurdu.

YouTube-Yüzlerce RF kanalını ve bunların para kazanmasını engelledi.

Warner Bros-Tüm film dağıtımlarını iptal etti.

Webmoney-İşlem yasağı geldi.

Wolkswagen-Ülke dışında.

Zoom-Yazılım geliştirme lisans iptali.

UEFA-St. Petersburg’daki Şampiyonlar Ligi finalinin iptali, kulüplerin Şampiyonlar Ligi ve Şampiyonlar Ligi’nin yasaklanması genel sponsor Gazprom ile sözleşmenin feshi.

Parimatch-Franchise geri çekildi.

Play Station-Ödeme tamamlanamadı.

Pornhub- İçerik yasaklandı.

Porsche-Rusya Federasyonu’ndan çıkıyor.

Renault-Pazardan çıkıyor.

Samsung pay-Hizmet engellemesi.

Snapchat-Rusya ve Beyaz Rusya’daki uygulamadan çıktı.

Scania-Rusya Federasyonu’ndan çıkış.

SpaceX-Starlink’in Ukrayna’ya teslimatı.

Shell-Gazprom ile sözleşmenin feshi

Apple Pay-Tam blok.

Apple-Piyasadan çıkış.

Adidas-Rusya milli futbol takımıyla çalışmayı reddetti.

Audi-Rus pazarından çıkış.

AMD-Mikroçip tedarikinin yasaklanması.

Amazon-Tüm perakende satışlara blok.

Adobe-Tam blok.

British Petrolium-Rosneft’ten yüzde 20 hissesini geri çekti.

BBC-Yayın lisanslarının iptali

BMW-Fabrikalar kapatılıyor, malzemeleri engelleniyor.

Bolt-Piyasada çıkış.

Boeing-Pazardan çıkış.

Chevrolet-Pazardan çıkış.

Cannes Festivali-Rus heyetine blok. 

Cadillac-Pazardan çıkış.

Carlsberg-İhracat kısıtlanmış.

Cinema- 4D uygulaması çalışmıyor.

Coca Cola-Pazardan çıkış.

Danone-Piyasadan çıkıyor.

Disney-Tüm filmleri iptal edildi.

Dell-Piyasadan çıkıyor.

Dropbox-Birkaç gün içinde ülkede çalıştırılamayacak.

DHL-Pazardan çıkıyor.

Eurovision-Rusya’ya diskalifiye.

Ericsson-Piyasadan çıkıyor.

Exxon Mobil-Rus petrol şirketlerinden tüm uzmanları geri çağırdı.

Etsy-Rus hesaplarındaki tüm bakiyelerin bloke edilmesi.

Facebook-Rus medya hesaplarını yasakladı.

FedEx-Teslimatları tamamen yasaklandı.

Formula 1-Sochi’deki turnuvanın iptal.

Ford-Tüm mağazaları kapatıldı.

FIFA-Milli takımı Dünya Kupası için diskalifiye edildi, Rusya’da uluslararası maç düzenleme yasaklandı. 

Google Pay-Kısmi engellendi.

Google Haritalar-Rusya için bilgi sağlamıyor.

General Motors-Rusya’ya aktarım yasağı.

HP-İçe aktarma yasağı.

Harley Davidson-Malzeme tedariki kesildi.

Instagram-Rus propagandasını engelledi.

Intel-Mikroçip tedariki yasaklandı.

Jaguar-Rusya pazarından çıktı.

Jooble-Hizmet kaldırıldı.

KUNA-Pazardan çıkış.

Lenovo-Pazardan çıkış.” (*)

Yukarıdaki liste okunduğunda ortaya çıkan net bir manzara var!

Bu manzara sadece ürün ve hizmetlerin savaşta yoksunluk yaratmak üzere düşman aleyhine kullanılmasından çok öte bir anlam taşıyor.

Bu da özellikle ABD ve AB’nin ürettikleri ve hizmetleri ile Rusya dahil tüm dünyada kültürel bir hegemonya kurduğu gerçeği!

Bu hegemonyanın savaşlara yansımasına bu boyutu ile ilk kez Ukrayna Savaşı’nda şahit oluyoruz.

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği (SSCB), esasen o kültürel hegamonyanın çekiciliği ile yıkılmıştı.

Rusya eğer bu savaşta yenilirse, teknolojik ve askeri olarak savaşabildiği düşmanı ile kültürel olarak baş edemediği için olacaktır.

Savaşlar ;  kapitalist buhranların kurtarıcısı, insanlığın bilinçaltı kâbusu olmaya devam ediyor.

(*) Ukraynalı Gazeteci Gulsum Khalilova’dan alıntıdır.

Savaşlarınızı ‘metaverse’de yapın!

Savaşlarınızı ‘metaverse’de yapın!

Dünya Sovyetler‘in dağılmasından sonra soğuk savaşın bitmesi ile sözüm ona yeni bir uygarlığa adım atmıştı.

Sovyetler’in kurduğu ve Nazizm’in sonunu getiren Sosyalizm’in bittiğini sevinç naraları ile ilan edenler, neler söylüyorlardı bir bakalım:

– Tek kutuplu dünyanın kalkınmış ülkelerin askeri harcamaları azalacağından bütçeler eğitime, sağlığa ve geri kalmış toplumların kalkınmasına harcanacak.

– Nükleer savaş tehdidi yok olacak.

– Nükleer silahlanma yarışı son bulup, silahları imha edilecek.

– Uzay yarışı askeri amaçlarla değil, insanlığın hizmetinde amaçlarla yapılacak.

Başta ABD ile Avrupa ülkelerinin dünyaya vadettiği mutluluk tablosu bunlarla sınırlı değildi tabii.

Küresel ekonomi balonunu bir dünya rüyası gibi sundular.

Sonuç?

– Tek kutuplu emperyalistler daha azgın ve iştahla sömürmeye koyuldular.

– Nükleer silahları Ukrayna gibi ülkelere imha ettirip kendi rezervlerini korudular.

– Bölgesel paylaşım savaşları ile kan ve barutu bütün dünyaya yaydılar.

– Ekonomik amaçlarla uzayı bir çöplüğe çevirdiler.

– Teknolojik ve kontrolsüz üretimin neden olduğu doğa katliamları geri dönülmez bir hâl aldı.

– Dünyayı iklim krizi ile karşı karşıya bırakan sorumsuz politikalar kalıcı hale geldi.

ABD emperyalizmi kendi ikizi olan Rusya’yı yaratmıştı çoktandır.

Üstelik bir soğuk savaşı da başlatmışlardı zaten.

İlk kez Ukrayna’da bu soğuk savaşın sıcak savaşa dönüşme ihtimali dünyanın üzerine bir kâbus gibi çöktü.

Pandeminin hırpalamaya devam ettiği dünyanın sosyo-ekonomik iklimi buz kesti.

Sosyal medya, savaş acılarının romantik görüntüleri ve kimi kesimlerin kimi taraflara öfkesiyle savrulup duruyor.

Ancak her şeyin herkese yetebileceği bu üretim çağında dahi savaş çıkarmaya devam ediyor kapitalistler.

Doymak bilmez bir iştahın neden olduğu savaşın en büyük acılarını yine kadınlar ve çocuklar çekecek.

O yüzden diyorum savaşlarınızı da “metaverse” adıyla planladığınız ve yoksulları yöneteceğiniz o yeni krallığınızda yapın.

Kârlarınız sömürgeleriniz gerçek olsun tamam.

Savaşları sanal yapın.

 

Kitap yüklü eşeklere ithafımdır!

Kitap yüklü eşeklere ithafımdır!

“Ayasofya’nın camiye çevrilmesi Kur’an’ın kabul etmediği bir eylem!” demiş, Mustafa İslamoğlu.

Geçmişte de Türkiye’den Hac farizasını yerine getirmek için Kabe’ye giden vatandaşlarımızın üzerindeki Türk Bayraklı armaya takılmış, kutsal görmüş olduğumuz bayrağımızı, Tevhid’i bozan bir simge olarak nitelemişti!

Hadi diyelim ki bu dedikleri doğru veyahut da tartışmaya açık konular; lâkin ülkenin, milletin ve ümmetin bu kadar derdi ortada dururken, milli bir dava hâline gelmiş olan Ayasofya konusunu, milli ve manevi değerlerimize karşı bakışı net olan birinin programında dile getirmek, karşı mahalleye şirin gözükme çabalarından başka bir şey değildir.

Cübbeli Ahmet Hoca’nın; “Sümük-ü Şerif, Kertenkele Öldürmenin Sevabı!” gibi çıkışları, ne kadar yersiz, gereksiz ve ilm-i siyasetten uzak bir duruş ise İslamoğlu’nun Ayasofya konusunu gündeme taşıması ve tartışmaya açması da bir o kadar yersiz, gereksiz, gayr-i milli ve ilm-i siyasetten uzak bir tavırdır.

Sayın İslamoğlu’nun sabıkaları bununla da sınırlı değildir.

Kendisi; milliyetçilik, Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti Devleti rejimi düşmanı olduğu gibi, bu değerlere düşman olarak her kim var ise onlara da dosttur.

Kendisinin geleneksel İslam çizgisi dışında yapmış olduğu yorumlardan dolayı, kendisini bir de merhum Yaşar Nuri Öztürk ile aynı kefeye koyup, zaman zaman kıyaslamaya dahi girmektedirler.

Hâlbuki Yaşar Nuri Hoca; etten-kemikten yaratılmış bir insan olması dolayısı ile doğruları ve yanlışları olan bir insan olduğu gibi, doğruları her dâim daha ağır basan, iliklerine kadar Türk ve Müslüman, Türkiye Cumhuriyeti Devleti taraftarı, devlet-i ebed müddet çizgisinde, milli ve yerli, sözünü dudaktan, gözünü budaktan esirgemeyen, vatan, millet ve bayrak hassasiyeti tavan yapmış, tüm dünyada ilim noktasında kabul görmüş bir otorite, münevver bir mütefekkir, çağımızın aydınlık savaşçısı, yiğit bir Serdengeçti, ebedi istirahatgâhına taşınırken, tabutu şanlı Türk bayrağımıza sarılarak omuzlarda taşınmış, bu toprakların, Anadolu’nun asi ruhlu bir çocuğu idi.

İslamoğlu’na bakınca; Necip Fazıl Kısakürek’in, MHP ve Başbuğ Alparslan Türkeş lehinde yayınlamış olduğu beyannameden dolayı, hayal kırıklığına uğradığını dile getiren, milliyetçilik anlayışını, ırkçılık olarak algılayabilecek kadar idrâk sorunlu, gayr-i milli bakış açısına sahip olan bir bireydir.

Sayın İslamoğlu belki hasmımız değildir, lâkin milli konularda dostumuz olmadığı da kesindir.

Velhasıl-ı kelâm; Yüce Allah, Hazret-i Kur’an’da “ kitap yüklü eşekler” diye bir tabir kullanır. Ben bu Yüceler Yücesi Sözü, İslami hassasiyetleri olup da milli hassasiyet noktasında fukara olan herkes için algılıyor ve bu Yüce Ayet’i, tüm bu gayr-i milliler nezdinde, Sayın İslamoğlu’na ithaf ediyorum.

Selâm, sevgi ve muhabbet ile…

Sandık senaryoları, muhalefet şarkısı!

Sandık senaryoları, muhalefet şarkısı!

Ankara’da 6 muhalefet liderinin bir araya gelmesiyle birlikte olası bir erken seçim senaryosunda ‘Kimler kimlerle beraber’ faslının önemli bir kısmını geçmiş olduk, kalanı da bugün ben tahminlerle desteklemek isterim.

Öncelikle;

Millet İttifakı bileşenlerine mevcut tabloda DEVA Partisi ve Gelecek Partisi’nin kıyıdan köşeden dahil olma ihtimali hayli yüksek görünüyor.

Bindelik partilerin bile artık önemli olduğu bu sistemde Bağımsız Türkiye Partisi’nin de Millet İttifakı’nda yer alması sürpriz olmaz.

CHP LIDERI KEMAL KILICDAROGLU, SAADET PARTISI LIDERI KARAMOLLAOGLU, IYI PARTI LIDERI MERAL AKSENER, GELECEK PARTISI LIDERI AHMET DAVUTOGLU, DEVA PARTISI LIDERI ALI BABACAN VE DEMOKRAT PARTI LIDERI GULTEKIN UYSAL, CALISMA YEMEGI ONCESI BIRLIKTE POZ VERDI. FOTO-ANKARA-DHA

Cumhur İttifakı’nda AK Parti, MHP ve BBP’nin kader ortaklığını devam ettirmesi yüksek bir olasılık gibi görünse de Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Mustafa Destici’nin ‘İttifaka ortağız iktidara değiliz’ çıkışını yabana atmamak gerekiyor. Tabii AK Parti ve MHP’nin liderler düzeyinde olmasa da partililer düzeyinde zaman zaman fırtınalı seyreden ilişkisini de…

İşte tam bu noktada memleket siyasetinde bir şekilde belirleyici unsur olan HDP’yi de konuşmak gerekiyor. Bugünlerde Türkiye Komünist Partisi, Sol Parti ve EMEP ile ‘Sol İttifak’ arayışında olan HDP, bu girişimde başarıya ulaşırsa hem Meclis’in çok sesliliğine katkıda bulunur, hem de Cumhur İttifakı’nda olası senaryolara büyük sekte vurur.

Ancak, seçim yaklaştıkça AK Parti-HDP flörtlerine ilişkin sıkça haber okuyacağımızı, MHP’nin de bu konuda tepkili olacağını söylemek sürpriz olmaz. Sandık yaklaştıkça denge unsurları değişir, bakarsınız yeni mektuplar, yeni süreçler beliriverir önümüzde. Kim şaşırabilir ki?

Ya da Cumhur İttifakı bünyesine Vatan Partisi’ni de katar ve bindelik dilimlerin usta ismi Perinçek’in TBMM’de boy göstermesine olanak sağlar…

Öte yandan Cumhur İttifakı’na katılma ihtimaline ilişkin ’20 yılın günahına son dakika dahil olunmaz’ demecini veren Yeniden Refah Partisi Lideri Fatih Erbakan’ı, Muharrem İnce’nin Memleket Partisi’ni ve kah türkü söylediği kah il başkanı fırçaladığı TikTok videoları ile siyasette anormal bir seyir izleyen Mustafa Sarıgül’ün TDP’sini, yeniden teşkilatlanma çabası içinde olan Genç Parti’yi, geçmişini mumla arayan DSP’yi ve ANAP’ı ne şekillerde görürüz orası muamma.

Ayrıca seçim öncesinde milyonlarca insanın beklediği EYT ve 3600 ek gösterge meselesinin, genel af mevzusunun, sağlık ve eğitim atamalarının da çözüme kavuşturulacağının sinyali veriliyor. Bakarsınız ilerleyen günlerde faturalar da ‘incelir’, pavyon hesabından normal rakamlara iner.

Elinde ekonomik açıdan çok da hamle şansı olmayan, günübirlik çözümlerle pansuman yapmak durumunda olan iktidar için seçimin zamanında yapılması mı erkene alınması mı daha riskli, varın siz hesap edin.

31 Mart 2019’daki yerel seçimlerde elindeki büyük şehirleri kaybeden, yalnızca Bursa ile yetinen iktidar için de, Millet İttifakı için de seçimler bu sefer gerçekten ‘beka’ meselesi.

2019’dan bugüne gidişatın iyiye doğru yönelmediğini varsayarsak, tabandan tavana yayılacak bir ‘değişim’ çağrısı çok şeyi yerinden oynatır.

Seçime adım adım yaklaşırken Tarkan’ın yeni şarkısının ana muhalefeti hareketlendirdiği, iktidarı ise tedirgin ettiği şu siyasi düzlemde güvenlik uzmanlarına ve TV yorumcularına büyük iş düşüyor. Saatler sürecek havanda su dövme çalışmalarında ortaya kim bilir ne parlak fikirler çıkacak.

Şarkıyı muhalefetin marşı sananlara da, ilk dakikadan müzikalitesini sorgulayan muhteremlere de kulak asmayın. Müzik ruhun gıdasıdır, dinleyin keyiflenin.

Ama unutmayın da: Geççek geççek elbet bu da geççek

İçerik ve medya

İçerik ve medya

Yerel medya hazin bir yaşam döngüsü içinde.

Hazin, çünkü haberciliğin yarattığı etkileşimi reklam yoluyla gelire dönüştüren model çökmüş durumda.

– Reklam gelirleri düşük,

– Haberciliğin etkileşimi düşük.

Bunun çok yönlü nedenleri var.

Şüphesiz önde gelen nedenlerden biri G. Orwell ifadesi ile açığa çıkıyor.

Gazetecilik birilerinin yayınlanmasını istemediği haberleri yazmaktır, gerisi halkla ilişkilerdir.”

Ben konuya gazetecilik açısından değil, kurumsal iletişim ve marka yönetimi açısından bakarak devam edeceğim.

Okurlarına dayalı gelir modeli medya bağımsızlığının tek güvencesidir.

– Tiraj kavgalarının yerinde artık haber portlarının “tık”ları var.

– Artık fiziki aboneliklerin yerine mail bültenleri ve giriş panelli abonelikler geçerli.

– Reklamlar ise (Google) arama motoru tabanlı ve etkileşime bağlı bir yapay zekânın kontrolünde.

Dolayısıyla okura dayalı gelir modeli, çok daha zorlu bir rekabet ve çeşitli değişkenlere bağlı zorlu bir sürece döndü.

Öte yandan (G. Orwel’a bir selam daha verelim) birilerinin yazılmasını istemediği haberlerin yazıl(a)bilmesi neredeyse bir kahramanlık hikâyesine dönüşmüş durumda.

Yani medya içeriklerinin önemli bir kısmı medyalara akıtılan kamu bütçelerinin karşılığı olarak birer halkla ilişkiler çalışmasının ürünü olmaktan öteye geçemiyor.

Orwel’ın 1984 isimli kült romanında anlattığı “büyük abi” medyaya hakim.

Öte yandan, mesleğinin erbabı yıllarını, 10 yılını; 20 yılını; belki 30 yılını haberciliği vermiş basın emekçilerinin karşı karşıya kaldığı haksız rekabetin sonuçları da medyanın hazin döngüsünü hızlandırıyor.

Bu haksız rekabetin önlenmesinin en kesin yolu, kamu kurum ve kuruluşlarının bütçelerinin şeffaf ve belirlenmiş niteliklere bağlı dağıtılması.

Bu haksız rekabetin önlenmesinde, bundan çok daha önemli bir güç var:

İçerik Pazarlama.”

Reklam pazarlama çağı çoktan kapandı!

Marka ürün ve hizmetlerin, hedef kitlesini kapsayan içerik oluşturmak ve bu içerik üzerinden o hedef kitleye ulaşmak pazarlama iletişiminin esasına dönüşmüş durumda.

Uygun bir “startup”, uygun içerik ve medya misyonunu yani, toplumsal faydayı gözardı etmeyen yayın politikası ile Norm Haber önümüzdeki günlerde bu alanda öncülük yapacak.

2.5 saatlik AK Parti-EYT görüşmesinin perde arkasında neler yaşandı?

2.5 saatlik AK Parti-EYT görüşmesinin perde arkasında neler yaşandı?

Yıllardır “Bizi bizden dinleyin!..” diyen emeklilikte yaşa takılanlar (EYT) çok uzun zamandır bekliyordu bugünü.

Aslında randevu iki hafta önce gelmişti. Görüşme 1 Şubat 2022 Salı günü yapılacaktı. Ne var ki AK Parti Grup Başkan Vekili Muhammet Emin Akbaşoğlu’nun kayınpederi vefat etti. Görüşmenin bir hafta ertelendiği haberinin üzerine Meclis 15 Şubat’a kadar tatile girince kritik randevu bugüne kaldı.

EYT ÇALIŞMA KOMİSYONU TBMM’DE

EYT Federasyonu’nca oluşturulan EYT Çalışma Komisyonu sabah erken saatlerde Ankara’da buluştu.

Kimler mi vardı heyette?

-EYTFED Başkan Yardımcısı ve İstanbul EYTSYD Derneği Başkanı Arzu Lastikci,

-EYTFED Genel Sekreteri ve Bolu-Düzce-Sakarya EYTSYD Derneği Başkanı Mehmet Ali Çelik,

-Ankara EYTSYD Derneği Başkanı Ersin Kotan,

-İzmir EYTSYD Derneği Başkanı Doğan Türker,

-Kayseri EYTSYD Derneği Başkanı İsmail Yılmaztürk,

-Bolu-Düzce-Sakarya EYTSYD Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Züleyha Aktaş.

Saatler 14:00’ü gösterdiğinde EYT’liler Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeydi.

EYT KİTLESİNİN MHP’YE KIRGINLIĞI ANLATILDI

İlk durak MHP Grubu oldu.

EYT’liler MHP Grup Toplantı Salonuna saat 14:20’de girdi. MHP Grup Başkan Vekili Erkan Akçay ile görüşme yaklaşık yarım saat sürdü.

Çaylar içilirken, dernek başkanları tek tek söz aldı, taleplerini ve çözüm önerilerini aktardı.

EYT kitlesinin MHP’ye kırgın olduğu hatırlatıldı, sitemler iletildi.

Sosyal medyada karşılaşılan birtakım olumsuzlukların EYT Federasyonu’nun kurumsal yapısına mâl edilemeyeceği belirtildi.

Sorunu zaten çok iyi bilen Akçay, EYT’lilere destek sözünü yineledi.

AK PARTİ İLE EYT’LİLER ARASINDA 2.5 SAAT SÜREN GÖRÜŞME

Asıl kritik görüşme AK Parti Grubu’ndaydı.

EYT’lilerle AK Parti Grup Başkan Vekili Muhammet Emin Akbaşoğlu’nun görüşmesi saat 15:10’da başladı.

Görüşme bitip de hatıra fotoğrafı çektirilirken saat 17:23’ü gösteriyordu.

Akbaşoğlu 2.5 saat boyunca EYT’lileri dinledi. Görüşmeyi oldu bittiye getirmedi, sorular sordu, notlar aldı.

Çaylar ıhlamurlar içilirken, dernek başkanları tek tek söz aldı.

Akbaşoğlu’na EYT mağduriyeti, Genel Sağlık Sigortası (GSS) nedeniyle yaşanan sorunlar, aylık bağlanma oranlarının (ABO) yol açtığı garabet, stajyer ve çırakların emeklilikte karşılaştığı tablo gibi- çalışan kesimin sosyal güvenlik alanında karşı karşıya kaldığı tüm sıkıntılar ayrıntılarıyla anlatıldı.

EYT’liler anlattıkça Akbaşoğlu’nun ilgisi daha da arttı. EYT’nin bütçeye yük olmaktan öte acil çözüm bekleyen toplumsal bir sorun olduğu iktidar partisinin en yetkili isimlerinden birine birebir aktarılmış oldu.

Görüşme uzayınca Akbaşoğlu EYT’li konuklarına meyve ikram etti. Ülkenin genel ekonomik durumunu değerlendirdi ve daha önce açıkladığı “öncelikler sıralamasını” hatırlattı:

-Asgari ücret,

-Memur ve emekliye zam,

-3600 ek gösterge,

-Sözleşmeli personelin kadro sorunu,

-EYT.

Akbaşoğlu 3600’de sona gelindiğini, sözleşmeli personel konusundan sonra da sırayı EYT’nin alacağını yineledi ve son sözünü söyledi:

EYT’yi 2022’de AK Parti çıkaracak!..”

EYT’liler “Öncelik sıralamasında biz üçüncü sırada yer almalıydık” görüşünü dile getirdiler.

Akbaşoğlu’nun yanıtı “3600 ek gösterge sözünü daha önce vermiştik” şeklinde oldu.

Hatırlarsanız 3600 sözü Haziran 2018’de seçim meydanlarında verilmişti!

EYT’LİLER AKBAŞOĞLU’NDAN ‘MASAYA DAVET’ SÖZÜ ALDI

EYT Federasyonu Başkan Yardımcısı ve İstanbul EYTSYD Derneği Başkanı Arzu Lastikci’ye telefonla ulaştığımda Ankara’dan İstanbul’a hareket etmek üzereydi.

Hem MHP hem AK Parti grup başkan vekilleriyle son derece olumlu bir görüşme yaptıklarını söyledi.

Dosya sundunuz mu?” diye sordum:

Bizim formülümüz tek. Onun için de dosyaya gerek yok. Mağduriyetimize yol açan geriye dönük uygulamaya son verilmesi. ‘Nasıl 3600’de memur sendikalarıyla görüşülüyorsa EYT için de EYT Federasyonu masada olmalı’ dedik. Bu talebimize de ‘evet’ yanıtını aldık” dedi.

‘EYT FEDERASYONU HİÇ KİMSENİN ARKA BAHÇESİ DEĞİL’

Uzun süredir muhalefetin EYT’ye ilgisi herkesin malumu. Başkan Lastikci’ye bu durumu da sordum.

Acaba muhalefetin ilgisi ve EYT Federasyonu’nun “Yanımızda olanın yanındayız” söylemi iktidar cephesinde nasıl yankı buluyor? Akbaşoğlu ile görüşmede siyasi bir gerginlik yaşandı mı?

Yanıtı netti Arzu Başkan’ın:

Son derece sıcak karşılandık. Nazikâne bir görüşme yaptık. Kaderdaşlarımızın yaşadığı tüm sorunları aktardık. Rencide edici hiçbir tavırla karşılaşmadık. Kimsenin arka bahçesi değiliz. Herkese gitmek, sesimizi herkese duyurmak zorundayız.

EYT MÜCADELESİNDE 15 ŞUBAT DÖNÜM NOKTASI

EYT’liler için 15 Şubat gerçekten de önemli bir tarihti. Yıllardır iktidar sahiplerine “Bizi bizden dinleyin!..” diye seslenen EYT’lilerin temsilcileri sonunda bu fırsatı yakaladı. EYT meselenin insanî tarafı, ki asıl mesele budur, çözüm mevkiinde olanlara etraflıca anlatıldı.

Şimdi EYT’lilerin biraz daha sabırla beklemesi, beklerken de EYT mücadelesine destek vermesi gerekiyor. Bu desteğin ilk adımı hiç kuşkusuz EYT derneklerine üye olmak!..

 

Bursa UNESCO Derneği ve Bursa’da ‘ikinci zaman’

Bursa UNESCO Derneği ve Bursa’da ‘ikinci zaman’

İyi bir dans ayakkabınızın olması iyi dans edebileceğiniz anlamına gelmez!

Nitekim Bursa sahip olduğu olanca öyküye, esere, geçmişe rağmen bir dünya kenti olamıyor.

Esas neden de  üst kimlik yaratıp buna bağlı olarak turizm değerleri ve markalaşma kurgusunu bütünleştirememiş olması.

Algı, imaj, kimlik gibi markalaşma kavramları “mış” gibi yapmayı kaldırmıyor maalesef.

Pazarlamanın kendi kuralları da rasyoneldir çünkü.

Olması gereken olmuyorsa doğru sonuca ulaşmak neredeyse imkânsız.

Dolayısıyla Bursa uzun yıllardır turizm pastasından alması gereken payı alamadığı gibi, bu alanda önemli gelirlere sahip dünya kentleri ile bırakın yarışı, kıyaslanması bile mümkün olmayacak kadar küçük gelirler ile yetiniyor.

Oysa bu kısır süreç sivil toplum örgütleri ve yerel yönetimlerin dinamizmi ile aşılabilir.

Tek bir şartla!

Merkezi idarenin politik bürokrasisi yasal önlemler ve kolaylaştırıcı desteklerle yol göstermekle misyonunu yerine getirip sürdürülebilir planlamayı yerel dinamiklere bıraksa daha iyi olacak sanki.

Çünkü geleceğe dönük siyasi hesaplar ya da görev süresi bittiğinde bu şehri arkasında bırakıp giden atanmışların bu konuda başlattıkları, yaptıkları çoğu zaman sürdürülebilir olmuyor.

Bu da her seferinde sürecin yeniden kurgusu ile zaman ve kaynak israfına sebep oluyor. Çünkü istisnalar hariç, bürokrasi aklı genellikle ortak bir akla tabi ol(a)maz.

Kent markalaşması o kentin kendi değerleri ve değerlerin anlamını bilip sahiplenen kişi ve kurumlarca sürdürülebilirdir.

Yazının girişindeki  benzetmeye dönersek, Bursa markası rakipleri ile dans edebilecek yetenek ve özelliklere sahiptir. Bunun en önemli nişanelerinden biri de sahip olduğu “dünya mirası” ve özellikle “somut olmayan kültürel miras” eserleri alanındaki zenginliğidir.

Bu zenginliğin ortaya çıkarılmasında STK’ların öncülüğü dünyanın bütün şehirlerinde her zaman özel bir öneme sahip olmuştur.

Bu açıdan Bursa’nın önemli bir şansı var:

Bursa UNESCO Derneği

Öncelikle uzun yıllar önce UNESCO ile bu kentte  başlayan kurumsal işbirliği, eğitim kardeşliği ve kültürel mirasın korunması amaçları ile bu dernek çatısı altında birleşmiştir..

Bu  çerçevede UNESCO Türkiye Milli Komisyonu ile çeşitli işbirlikleri ve akreditasyonu ile ülkemizde de özel bir yere sahip Bursa UNESCO Derneği.

Son genel kurulda yeniden başkan seçilen İlker Özaslan‘ın vurgu yaptığı gibi;

Bursa UNESCO Deneği Üyeleri hem bu kentin hem bu ülkenin “dünya mirası” özelliklerine sahip değerlerine karşı sorumluluk duygusu ile derneğe üye oluyorlar.

Yakın zamanda gerçekleştirilen genel kurulda oluşan yeni yönetim önemli hedeflerle yola çıkmış durumda.

Yukarıdaki konulara ilişkin duyarlılıklara sahip tüm, kurum, kuruluş ve kişilerin bu amaçlar doğrultusunda harekete geçirilmesi, konuya ilişkin kamuoyu ilgisini canlı tutması ve UNESCO tarafından kabul gören değerlerimize yenilerin eklenerek sürdürülebilir bir kalkınma için anlamlandırılması, dernek hedeflerinin başlıcaları arasında yer alıyor.

Ve hepimiz biliyoruz ki “Bursa’da ikinci bir zaman vardır!..”

Biricik ömrümüzü geçirdiğimiz bu kadim şehir için, Ahmet Hamdi Tanpınar böyle söyler.

Bu ikinci zamanın da bizden beklediği, onu tüm mirası ile bu günden geleceğe taşımak, ardıllarımızın mutluluğuna ışık tutacak bir aydınlıkla onu dünyaya tanıtmaktır.

İşte misyonu bu olan bir dernek, herkesin desteğini hak etmez mi sizce de?

İçimizdeki ‘boş’luk…

İçimizdeki ‘boş’luk…

Bazen her şey hazırdır. Sadece ‘asıl mevzunun’ gerçekleşmesi için küçük bir kıvılcım gerekir.

Tıpkı, 1.Dünya Savaşı’nın başlama sebebinin Avusturya Arşidükü Franz Ferdinand’ın vurulması oluşu gibi.

Tıpkı, o bugün bile anlata anlata bitiremediğimiz ‘Eski Türkiye’nin son yılına ait olan ve bir esnafın dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’e ‘Sayın Başbakanım al ben bir esnafım’ sözleri ile fırlattığı yazarkasanın tetiklediği 2001 krizi gibi…

Kritik bir dönemeçten geçiyoruz.

Ekonomik parametrelerin iyiye işaret etmediğini hepimiz görüyoruz. Markette, pazarda, cüzdanda beklendiği gibi durmuyor para. Alıp başını gidiveriyor bir yerlere.

Gittiği yerlerden getirdiği ise maalesef yeterli olmuyor.

Elektrik ve doğalgaz faturalarının başı çektiği, benzin ve motorin zamlarının iştirak ettiği zam kumpanyalarına necip ahalimizin verdiği tepki biraz ciddileşince devlet ricalinden iki mühim açıklama geldi:

Birincisi Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez kabarık faturalar hakkında, “Temel sorun elektrik üretim maliyetleri. Geçen yıl enerji ürünlerine devlet desteği 165 milyar TL. 100 TL’lik elektrik maliyetinin 50 TL’sini devlet ödüyor” demiş. Bakan Dönmez, ayrıca hükümetin dar gelirli vatandaşlar için son 3 yılda 2,1 milyon haneye toplamda 6,4 milyar liralık destek sağlandığına dikkati çekerek, “Isınma yardımı alan hanelere destekler genişletilerek doğalgaz da dahil edilmiştir. Yaklaşık 3 milyar liralık doğalgaz desteğinden 4 milyon hane yararlanacak. Hane başı yıllık doğalgaz destek miktarı ise 450 ila 1150 lira arasında olacak” açıklamasını da yapmış.

Birisi Sayın Bakan’a hanelere fatura ödeme desteği sağlandığında değil, hanelerin faturalarını rahatça ödediğinde ekonomik kalkınmanın gerçekleşeceğini lütfen hatırlatsın.

İkinci olarak da AK Parti Afyonkarahisar Milletvekili İbrahim Yurdunuseven kabarık faturalar hakkında “Türkiye’deki elektrik ödemelerinin yüzde 50’sini, doğalgazın da yüzde 80’ini devlet sübvanse etti. Yani bu ne demek? Vatandaş aslında 10 liralık doğalgaz kullandı ama 2 lira ödedi” yorumunu yapmış.

Bunlar ne güzel yorumlar değil mi? Sizin de mevcut faturanın iki katını ödeyesiniz gelmedi mi? Bir de üstüne iktidar kanadından ‘Aslında kullandığının tam karşılığını ödemiyorsun’ diskuru da gelmiş, mis.

Yalnız soyadı güzel sayın vekil halkımızın büyük bir kısmının elektrik-doğalgaz-ev kirası üçlemesini ödedikten sonra cebinde para kalmadığını unutmuş olmalı. Eğer kendisi unuttuysa danışmanı boldur, ona da biri hatırlatsın.

Söz konusu açıklamaların her biri ‘kıvılcım’ hüviyeti taşıyor aslında. Seçim öncesi iktidarın hanesine eksi yazan, vatandaşın hanesinde ‘boş bir bakış’ bırakan sözcükler silsilesi… Anlaşılan o ki belagatin şehveti iktidarı zor durumda bırakmaya devam edecek.

Hal böyleyken;

Yaşanan bu tablo sonrası ‘boş’luk sıralamasına cebin yanına mide de eklenince esnafımız yine irfanını göstermiş ve içi boş olan gıda maddeleri ile sofralarımızı şenlendirmeye karar vermiş.

Önce ‘boş baklava’ ile başlayan bu akım son olarak ‘Tostçu Erol’ ismiyle maruf arkadaşın icadı olan ‘boş tost’ ile devam ediyor. Bu arada boş baklavanın 20 liradan, ekmek-biber-ketçaptan oluşan boş tostun ise 2 liradan satıldığını söyleyeyim.

Bu dar günlerimizde destek amacı ile Bursa’ya özgü olarak boş cantık, dönersiz İskender kebap ve sadece Kemalpaşa tatlısı şerbeti satışları da gündeme gelebilir, önceden söylemiş olayım. Neticede hizmet hizmettir.

Hatta konuyla ilgili olarak Bursalı şarkıcı Fettah Can da meşhur ‘Boş bardak bir gün taşar’ sözlerine sahip şarkısını seslendirebilir.

İşte tam bu noktada engin bilgileri ve derin siyasi analizleri ile her YouTube yayınını şenlendiren ve memlekette ekonomik sıkıntı olmadığını iddia eden enine çizgili vatandaşlarımızı da özellikle sevgiyle anmış olayım.

Hali pürmelalimiz budur kıymetli okur.

Sohbetlerin, kafaların içinin boşaldığı kıymetli ülkemde artık tostlar ve baklavaların da içi boş. Hadi bunu kutlayalım mesela. Yalandan bir zafer şenliği ile süsleyeceğimiz güç gösterimizi, ‘Biz bize yettik, kuru ekmek yedik ama yedi düvele teslim olmadık’ diye manşetlere taşıyalım.

Hakikaten ha, biz bize yettik değil mi gerçekten?

Ekopanorama

Ekopanorama

Tedarik zincirindeki kırılmalardan söz ediliyor.

Finansal piyasalar ve reel piyasalar neden-sonuç ilişkisi ile birbirine bağlı.

Böyle olunca etkileri katlandığı gibi bizim gibi faniler için iz sürmek zorlaşıp, olan bitene bakmak istendiğinde, ana hatlar dışında pek bir şey görünmüyor.

İnşaat: Demir için yolladığım çekleri geri verip, siparişim olan 20 ton yerine yeni fiyattan yalnızca 2 ton satmak istediler.

Sanayi: Üretim hedeflerine hammadde tedariki ve enerji kaynaklı sorunlar nedeni ile ulaşamadık. Oluşan ciro ve kâr kaybı nedeni ile iç piyasaya sınırlı ürün veriyoruz.

Tarım: Lojistik maliyetler ve ithalat rejimi nedeni ile fiyat istikrarını kaybettik. Satabileceğimiz en yüksek rakamla satıp zararı azaltmaya, önümüzü görmeye çalışıyoruz.

Market: Çok önceden üretimi ile birlikte planlayıp ödemelerle fiyatını sabitlediğimiz perakende mamuller için yeni fiyatlar geçerli olduğundan biz de fark ödüyoruz.

Özel Okullar: Erken kayıt şartıyla anlaştığımız fiyata yüzde X fark eklemek zorundayız, anlayışınız için teşekkür ederiz.

Bankalar: (Derviş) zamanında çıkarılan yasalar nedeniyle finansal disiplinimizi koruyoruz.

Devlet: Ne kur hedefini tutturabildik ne enflasyonu kontrol edebildik.

Ekonomi karikatürü diyebileceğimiz bu sonuçların nedenleri, oldukça tartışmalı.

Nedenlerin tartışılmasını uzmanlarına bırakalım.

***

Bu tablonun altında kalan vatandaşlar ile işletmeler şimdilik dolaylı ve direkt yardımlarla ayakta durmaya çalışıyor.

İşletmelerin büyüklüğüne göre, vergi silmeden tutun, öde(ye)meyeceği belli olan krediler ile devlet bankalarından fonlanması mümkün.

Vatandaşlara gelince, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı’nın açıkladığı gibi, iki milyon hanenin elektrik faturalarının devlet tarafından ödenmesine dek genişliyor. Bir yandan da çoğu, vakıf-dernek gibi, iktidara bağlı organizasyonlar eliyle gerçekleşen gıda vb yardımlar ile yok edilme umudu kalmamış yoksulluğun, yardımlar yoluyla kutsanması ülkemizde olağan hale geldi.

Siz yardım edilmiş yoksullar istiyorsunuz, biz ise ortadan kaldırılmış yoksulluk.” diyor Victor Hugo.

Yardım edilmiş yoksullar ile nepotizm yoluyla zenginleşmişlerin ittifakında ekonomik panayırımızın hali pür meali şimdilik bu.

 

 

Peygamber oğlu olsanız ne yazar!

Peygamber oğlu olsanız ne yazar!

Senelerce tarikat-cemaat ve siyasal İslamcı taifenin takınmış olduğu; üstünlük taslayan, ırkçı tutumu, şimdi de kalkmış CHP zihniyeti takınıyor!

Neymiş; “Kemal Kılıçdaroğlu, Hazret-i Peygamber’in soyundaymış.”

İslam’da üstünlük soy ile değil, takva iledir. İslam’ın en azılı düşmanı ve Hazret-i Allah’ın ayet ile lanetlediği sabit olan Ebu Leheb de Peygamber Efendimiz’in amcası idi.

Şimdi Hazret-i Peygamber’in amcası olduğundan dolayı, Ebu Leheb’e sağlanmayan imtiyaz, Kemal Kılıçdaroğlu’na veyahut da herhangi bir gruba veya kişiye mi sağlanacak?

Irkçılık-üstünlük taslamak, şeytan işi birer pislik olduğu gibi, aynı zamanda şeytanın da manifestosu ve besin kaynağıdır.

Her kim ki ırkı ve bulunmuş olduğu hizbinden dolayı üstünlük taslıyor ise şeytana hizmet ediyor demektir.

“Ne Arap’ın Acem’e, ne de Acem olanın Arap olana üstünlüğü vardır, üstünlük ancak takva iledir.” sözü, Hazret-i Allah’ın sözü olduğu gibi, Peygamber Efendimiz’in de Sünnet’idir.

İslam adı altında yalanlar üretip, Hazret-i Peygamber’e, dolayısı ile Allah’a iftira atacağınıza, Peygamber ahlâkı ile ahlâklanmak en doğru tavır olduğu gibi, ihya edilecek olan bir Peygamber Sünnet’idir de aynı zamanda.

Ahlâk; kafanıza sarık sarıp, üzerinize cübbe giymek ile oluşan bir şey değildir, bu yapmış olduğunuz ancak bedeninizi örter, cehaletiniz ise baki kalır.

Velhasıl-ı kelâm, Cenab-ı Allah’ın Yüce Kitab’ı Hazret-i Kur’an’da da dediği gibi:

Aldatıcılar, sizi Allah ile aldatmasın.

Değil Peygamber soyundan gelmek, Peygamber’in oğlu dahi olsanız, ölçünüz Hazret-i Kur’an olmadığı sürece, bu size hiçbir üstünlük ve imtiyaz sağlamaz!

Irk ve soy üzerinden üstünlük taslamaya kalkanlar; hangi makam ve hangi kurumda olursalar olsunlar, ruh hastası olduklarından dolayı, ivedi bir şekilde tedavi altına alınmaları, insanlığın selâmeti açısından, kaçınılmazdır.

Selâm, sevgi ve muhabbet ile…

Bu yazıyı sadece Sezen Aksu okusun!

Bu yazıyı sadece Sezen Aksu okusun!

Kimse açık bir şekilde deklare etmediği sürece, hiç kimseye “Müslüman değil” diye bir söylemde bulunup, ne haddimi aşar ne de Allah adına hüküm vermek gibi bir yetkiyi kendimde görebilirim.

Eğer ben Müslüman olmasaydım, bunu da açık yüreklilik ile dile getirir, kimseden de bu konuda çekinmezdim. Çünkü kimsenin değerine sövme gibi bir gelenek ruhumda barınmadığı için, Atsız’ın deyimi ile Türklerin milli dini olan İslam ile de herhangi bir sorun içerisinde olmazdım.

Lâkin yapmış olduğu besteler ile genel kabul görmüş olan Sezen Aksu öyle mi yapmış? Tabii ki hayır! Yıllar önce çıkarmış olduğu bir şarkıda, ilk insanlar olan Havva anamız ve Adem babamıza, cahil diye bir söylemde bulunmuş.

Bu yapmış olduğu ne demokratik bir haktır, ne de farklı fikirlere saygı noktasında kabul edilebilir bir tavırdır. Eğer sanat noktasında bir yerlere gelmiş olan şahsiyetler bu şekilde söylemlerde bulunurlarsa, toplumu kutuplaştırır, ötekileştirir ve ekserisi Müslüman olan bir toplumda, türlü hakaretlere maruz kalırlar.

Bilmeyenler ve Sezen Aksu gibi tahammül seviyesi düşük olanlar için, Cenab-ı Allah’ın En’am Suresi 108. ayetinin kulaklarına küpe olmasını niyaz ederim:

“Allah’tan başkasına tapanlara (ve putlarına) sövmeyin; sonra onlar da bilgisizce, düşmanca Allah’a söverler. Böylece biz her ümmete kendi işlerini câzip gösterdik. Sonunda dönüşleri Rablerinedir. Artık O ne yaptıklarını kendilerine bildirecektir.”

Velhasıl-ı kelâm; Sezen Aksu’nun yakın arkadaşı veyahut da mesai arkadaşı değilim. Herhangi bir teşrik-i mesaimiz de olmadı. Bu yüzden dolayı, inanç noktasında bir yorumda bulunamam, bu konuda iyi niyetimi kullanır, gaflettir derim. Lâkin milli değerlerimiz ile arasının hiç iyi olmadığını net bir şekilde söyleyebilir, kendisinin baktığı yönün tam tersinde konuşlandığımızı bildirir, bir dahaki tepkimizin üzerine giymiş olduğu, sarı-kırmızı-yeşil olan kıyafetten, kırmızı kadar sert olacağını, dost-düşman herkese bu köşeden deklare ederim!

Selâm, sevgi ve muhabbet ile…

AK Parti’nin EYT formülü: EYT’siz EYT!

AK Parti’nin EYT formülü: EYT’siz EYT!

İktidar cephesinde emeklilikte yaşa takılanlar (EYT) ile ilgili nasıl bir hazırlık yapıldığı sorusu milyonlarca kişinin gündeminde.

Artık “EYT çıkacak mı?” sorusu güncelliğini kaybetti. Bu sorunun yerini “EYT ne zaman çıkacak?” ve “EYT nasıl çıkacak?” soruları aldı.

“Ne zaman?” sorusunun karşısına iktidarın “öncelikler” sıralaması çıkıyor:

– Asgari ücret 4 bin 253 liraya bağlandı.

– Enflasyondaki yükseliş ve asgari ücrete yapılan artış memur maaşlarına ilave zammı gündeme taşıdı. Bu sorun henüz masada.

– 3600 ek gösterge düzenlemesinin 2022’nin ilk ayında Meclis’e sunulması bekleniyor.

– Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin, bütçe görüşmelerinde, 3600’ün ardından sözleşmeli personel konusunu çalışacaklarını söylemişti.

– Emeklilerin durumu ancak beşinci sırada.

Hadi, listeyi uzatmadan EYT meselesinin de emeklilerle birlikte ele alınacağını varsayalım ve AK Parti’nin EYT formülü için neden “EYT’siz EYT” dediğimi anlatayım.

Bunun için yakın geçmişte yapılan bazı açıklamaları hatırlatmam gerekiyor.

İlk açıklama Bakan Bilgin’den. Bilgin, kasım ayı sonunda yaptığı bir açıklamada, emeklilik sisteminin yeniden düzenlenmesinin “mecburiyet” olduğunu söylüyor ve ekliyor:

Biz bakanlık olarak çalışmamızı yaptık, diğer bakanlıklarla görüşüyoruz.”

Bakan Bilgin, 11 Aralık’taki bütçe görüşmelerinde de ısrarlı EYT sorularına karşılık “emeklilerle ilgili çalışmamız var, emekli gelirleriyle, onların düzeltilmesiyle ilgili çalışmamız var. Bu çalışmayı çok kapsamlı bir şekilde yürütüyoruz.” demekle yetiniyor.

O çalışmanın ayrıntısına ilişkin ilk bilgi ise birkaç gün önce AK Parti Grup Başkan Vekili Cahit Özkan’dan geldi.

Diyor ki Özkan, “… emeklilik sürecini doldurmuş, ancak çalışmaya devam eden vatandaşlarımızın ödemiş oldukları prim karşılığında maaşlarında artışı sağlayacak bir sistem ne olabilir…”

Diyor ki Özkan, “… emekliliklerinde gün sürelerini doldurduktan sonra akabinde devamlı prim ödemeye de devam etmeleri durumunda, emekli oldukları zaman ödedikleri ekstra primden pay alabilecekleri düzenlemeleri planlıyoruz.”

Yani ABO’dan, yani çalıştıkça düşen emekli maaşlarından, yani bin 200 lirayken bin 500 liraya tamamlanan aylıklardan söz ediyor Özkan…

Yaştan bir taviz vermeden” diye de ekliyor…

Şimdi anlatabildim mi AK Parti’nin EYT formülüne neden “EYT’siz EYT” dediğimi…

Anlaşıldığı kadarıyla iktidar 2008’de bizzat kendisinin yaptığı ABO düzenlemesiyle ortaya çıkan garabete el atmaya karar vermiş. Böylece kendi hatasını düzeltmiş olacak!

Yine anlaşıldığı kadarıyla iktidar DSP-MHP-ANAP koalisyonunun çalışanlara armağanı olan EYT konusunda esaslı bir düzenleme yapmaya pek de sıcak değil.

Ne de olsa EYT’yi kendileri çıkarmadı!..

Çıkarmadı ama “o yanlışı da biz düzelttik” deme fırsatını kaçırmayacaklardır! Bu da olsa olsa EYT için yeni bir “kademe” anlamına gelecektir.

Kur(t)larla dans!

Kur(t)larla dans!

Kurtlarla Dans” filmi var, yönetmenliğini Kevin Costner yapar. Kevin Costner, başrol oyunculuğunu da üstlenmiştir, sinema severlerde iz bırakan bu filmin…

Dans deyince aklıma bir de “Paris’te Son Tango” filmi gelir. Film 1972 yapımı ve bilindiği gibi Marlon Brando‘nun kült filmlerinden biri. Çeşitli yönleri ile hâlâ tartışılıp konuşulur.

Ama bu alan, değerli dostum ve Yayın Koordinatörümüz sevgili Bülent Civanoğlu’nun alanı. Özellikle filmlerin isim ve repliklerini gerçeklerle yüzleşmek üzere metafora çeviren o analitik zekâsı ve film kültürünün derinliğinden oluşan yazılarını, nefessiz okumak benim için daha konforlu. Bu sularda kulaç atmadan kendi konuma döneyim.

Bir iletişim stratejisi olarak danstan söz ediyorum.

Politik bir yeniden konumlanma süreci.

Yeniden yerleşme, yeni(leş)me süreci.

İktidarın, yılların verdiği yorgunluğunun ulaşmadığı neredeyse hiçbir alan kalmadı.

Eski yüzler gitti

Gitmeyenler eskidi.

Söylemler kendinin tekrarı haline geldi.

Yaratılmaya çalışılan umutlar eskisi kadar heyecan vermiyor.

Güç ‘sarhoşluğu’ neşesiz bir hal aldı sanki! (Neşesiz sarhoşluk da başa beladır.)

Ve tam da bu anda karşımıza çıkar.

Alfred Marshall’ın “toplumsal koşulların değişmesi yeni bir ekonomik doktrinin gelişmesini gerektirir” diye yazdığı durum.

Öyleyse dans!

Yeni bir ekonomik doktrin elbette yok.

Bu yönde doğan ihtiyacın oryantalist bir tarzda karşılanması hamlesi var. Bu da iktidar tarafından denenmiş yöntemlerin konforunda bir kitle iletişimi hamlesi aslında.

Öncelikle bu güne dek neredeyse bütün iktidarların kur-faiz-enflasyon denklemindeki dalgalanmalarda yaşadıkları şaşkınlık ve ezikliğe şahit olduk hep. 2001 krizinde Başbakan olan Bülent Ecevit’e yazar kasa fırlatılmıştı. Ecevit’in bir anlık şaşkınlıktan sonra zavallıca ve cılız adımlarla aracına doğru yönlendirilmesi hâlâ toplumsal hafızamızda canlı duruyor.

Ancak bu kez tam tersi oldu. İktidar yüksek bir özgüven ve sesle mevcut durumu olağanlaştırıp savundu.

Bu da dansın başlangıcı için oldukça kıvrak bir hareketti. Günlerdir neden-sonuç ilişkisini tartışıyoruz.

“Ekonomik Kurtuluş Savaşı” başlarken “stokçular”, “kahraman bakkalı öldüren hain süper marketler”, “ekonomik teröristler” suçluydu.

Körfez ülkeleri ile milyar dolarlık iş birliği anlaşmalarının muhteviyatını bilmesek de müjdeleri havalarda uçuştu. Sayın Cumhurbaşkanı, külliyenin astronot ekibinin de katıldığı toplantıda Elon Musk ile uzay çalışmalarına hız veriyordu.

Çünkü iddia edilen ekonomik doktrinin en önemli ihtiyacı güç ve özgüven gösterisi aslında.

Bu söylemler toplumun öğrenme değil, inanma ihtiyacı duyan kesimlerinin neredeyse tamamınca satın alındı.

Muhalefet kendi ekonomik programı ekseninde bir çıkış yapmak yerine, bu söylemlerin gerçek dışılığı üzerine nutuklar atmaya başlayınca da dans hızlandı.

Bu dansta muhalefetin ayaklarının dolanması an meselesi, diye düşünüyordum. Nitekim muhalefet kalakaldı. Ne toplumsal muhalefete dair bir enerji gösterebildi ne de ilgili esnaf odaları, tüketici kuruluşları, sendikalar gibi sivil toplum örgütlerine önayak olabildi.

TÜSİAD’ın cılız bir açıklaması oldu. Şimdi ise onun tam tersi, kat be kat güçlü bir iktidar övgüsü an meselesi!

Çünkü iddia edilen bu ekonomik paradigmaların tersine gidiş ve söylemlerini iktidarın yanılgısı olarak kitlelere anlatmak için zamanları, güçlü kanalları ve de toplumsal bağlantıları yok muhalefetin, bu bir kez daha ortaya çıktı..

Ekonominin iyi halli gidişatına ergenlerin telefonunu referans alan dayılar var. Onların iknası için onlarla dans edeceksiniz. Onlara dokun(a)madan bu dansın başlamayacağı da ortada. Muhalefetin dansın ilk kuralının dokunmak olduğunu öğrenmesi için bir seçim yenilgisine daha ihtiyacı mı var, bekleyip göreceğiz.

İktidarın bu süreçte ekonomik doktrin tezlerinin özellikle kendi seçmenlerini konsolide etme amacı ile varmak istediği nokta, muhtemelen bir erken seçime diriltilmiş bir ruhla girmek olacak.

Er kişi niyetine!

Er kişi niyetine!
11 Aralık, Türk Milliyetçiliği Fikriyatı’nın en kallavi kalemlerinden ve kalemden öte şahsiyetlerinden biri olan, Hüseyin Nihal Atsız’ın vefatının 46. yılı.
O Hüseyin Nihal Atsız ki Milliyetçi Hareket Partisi’nin efsanevi lideri Alparslan Türkeş’e hocalık etmiş bir şahsiyet.
O Hüseyin Nihal Atsız ki inançları uğruna öğrencisi Alparslan Türkeş ile tüm bağlarını koparmış bir şahsiyet.
O Hüseyin Nihal Atsız ki doğru bildikleri uğruna tek başına mücadele verip, siyaseti elinin tersi ile itmiş bir şahsiyet.
O Hüseyin Nihal Atsız ki tabutluklarda, işkencelerde; türlü zulümlere maruz kalmış, yine de yılmamış bir şahsiyet.
Şahsi kanaatim odur ki inanmış olduğu dava uğruna, siyaset ile arasına mesafe koyan, eğilmeyen, bükülmeyen, defaat ile sürgün yiyen merhum Atsız, şahsiyet ve omurgalı duruş olarak, bugün Türk Milliyetçileri’nin örnek alması gereken yegane şahsiyettir.
Siyaset, makam, para, pul ve şöhret uğruna türlü kılıklara girip, bulunduğu kabın şeklini alanlar bilmelidirler ki:
 
Gönüllerde taht kurabilmek için, dava adamı olabilmek için, şöhretin zirvesine çıkabilmek için, er kişi olarak anılabilmek için, doğruya yanlış, yanlışa doğru demenin lüzumu yoktur!
 
Adam gibi yaşayıp, adam gibi can vermek yeterlidir!
Ruhun şad olsun, Ruh Adam.
Selâm, sevgi ve muhabbet ile…

20 yıl önce sorulan o soru!

20 yıl önce sorulan o soru!

Olay gazetesinde gece muhabiri olarak çalışıyorum.

İçişleri Bakanı Sadettin Tantan, her şehre ya Çerkes ya da Gürcü bir emniyet müdürü uyduruyor. Aydın Genç de Bursa Emniyet Müdürü koltuğuna bu kontenjandan oturmuş.

Yeni emniyet müdürünün Bursa kadrosuna bakış açısı şu: Hiçbiri devletin yetiştirdiği memur değil!..

İşi gücü bırakmış şöyle davranıyor: Emniyet müdür yardımcısından bekçisine herkes mafyanın adamı!..

Bugün İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun açıklayamadığı gibi onlar da bilinmeyen karanlık ellerden maaş alıyorlar!

Belirtmekte fayda var. Ben hiç o gözle görmedim. Çoğu pırıl pırıl, dürüst insanlar vardı aralarında.

Hemen önemli şube müdürlüklerinden hepsinin başındakileri kendi kontenjanından değiştirmeye başladı. Başka bir ilden Terör Şube Müdürü getirdi. Ben kendisini hiç görmedim ama telsizden sesi duyuluyor, memurlar illallah etmiş, kulağımıza geliyor.

Ağabeyimde hava şöyle: Bursa, sanki Hakkari olmuş, bu da kasabanın şerifi… Her taşın altında terörist arıyor.

O zamanlar Çarşı Karakolu’nun eski bir ekip otosu var, Toros… Sabaha karşı bastı telsizin mandalına, biz de dinliyoruz:

Merkez kurşun atıyorlar!..”

Haber Merkezi 155, anonsa karşılık verdi:

Anonsu eden istasyon, konumunu ve yerini bildir.”

Haber Merkezi sanıyor ki havaya birileri ateş açıyor. Panik halinde Kuştepe’de bulunan memurun anonsu geldi:

Merkez bize sıkıyorlar!..”

O ana kadar sanki üzerlerine ölü toprağı serpilmiş bütün ekipler anonsa başladı.

Şimdiki gibi el kadar telefonlarla fotoğraf, görüntü çekmek yok. Kamera 20 kilo, fotoğraf makinesi 5 kilo. Biz de bastık gittik.

Ne kurşunu ne ekip otosu taraması…

Gençler sokak lambasının altında alkol alıyorlar. Polis ekibi bunları görünce kovalıyor. Gençler alkolün verdiği cesaretle bir sokak yandan dönüp ekip otosuna taş atıyorlar. Gaz tenekesi gibi olan o Toros’un tavanından bir ses geliyor aracın içerisine. Memur da basıyor telsizin mandalına, “merkez kurşun atıyorlar” diye.

Bu emniyet müdürü ağabeyimiz, Bursa’da bir terör eylemi olmuş da kendisinin nasıl cevval bir polis olduğunu kanıtlayacak ya, fırlamış yataktan pijamalarla gelmiş. Olayın adeta bir komedi olduğunu görünce büyük hayal kırıklığına uğradı. Biz gazeteciler de olayı önemsemedik, bir kenarda bekliyoruz.

Bu cevval polis bize döndü ve dev kamerayı, elimizdeki mikrofonu, boynumuzdaki koca fotoğraf makinesini ve saatin sabah 4 olduğunu görmemiş gibi bize sordu:

Siz burada ne iş yapıyorsunuz?..”

Bu saçma soruyu duyunca ağzımdan çıktı. Arkada bulunan pastaneyi gösterdim, “Müdürüm, pastaneciyiz biz, poğaça ve börek yapmaya geldik” dedim.

Bu cümleleri duyunca bir anda hiddetlendi. “Sen benimle kafa mı yapıyorsun?” dedi.

Ben de “asıl sen benimle kafa yapıyorsun, görmüyor musun?” deyip, elimizdeki makineleri ve kameramanı gösterince ortam bir anda gerildi.

Daha sonra da o müdür ile hiç yıldızımız barışmadı. Geçen günlerde haberini aldım. Emekli olmuş, Ankara’ya yerleşmiş, Allah selamet versin!

Bugün şöyle bir olay yaşanıyor: İçişleri Bakanı Meclis’te açıklama yapıyor: İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne teröristler dolmuş!

Şöyle diyor, Sayın Bakan Soylu: “İBB’ye 33 bin personel alındı. 14 bin kişinin bilgisi bize intikal ettirildi. 12 bini incelendi. 557 kişinin terör kaydı olduğu belirlendi. İncelenen 12 bin kişiden 455’inin PKK/KCK, 80’inin DHKP-C, 20’sinin MLKP, 2’sinin MKP kaydı var.”

Peki Sayın Bakan, yıllar önce o emniyet müdürünün, cevabını bilerek sorduğu o soruyu şimdi biz yöneltelim. Bu teröristler hakkında neden işlem başlatılmıyor? Niye kapıları kırılarak, sabah şafak operasyonu ile gözaltına alınarak, yargıya teslim edilmiyor? Siz sabahları o makama terörist yakalamaya gelmiyor musunuz?

Tamam anladık, görevinizin başındasınız. Biz de huzur içerisinde uyuyalım. Ama şu soruyu sormadan da geçmeyelim:

Oturmuşsunuz İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde kaç terörist olduğunu belirlemişiniz. Peki, Cumhur ya da Millet ittifakının ya da kayyımla yönetilen belediyelerde kaç kişi FETÖ bağlantılı. Bunun istatistiği neden yok? Neden sadece İstanbul Büyükşehir Belediyesi?

Tüm Türkiye’de belediye çalışanı kaç kişinin FETÖ soruşturmalarında adı geçiyor, kaç kişi FETÖ davalarında yargılanıyor? Bu istatistik içerisinde bu belediyeler, FETÖ ve teröristleri neden yok?

Sendikalar EYT meselesinin neresinde?

Sendikalar EYT meselesinin neresinde?

Sorunun yanıtı net: Tam da göbeğinde…

Yaklaşık 5 milyon EYT’linin çok büyük bir bölümü işçi. Bir kısmı çeşitli sendikalara üye. Kalanları Türkiye’de örgütlenmenin genel sorunları nedeniyle sendikalı değil.

Peki, Türkiye’deki işçi sendikaları EYT meselesine sahip çıkıyor mu?

Bu sorunun yanıtı da net: Hayır!

Hadi, daha “diplomatik” bir dille ifade edeyim: Yeterince değil!

Bu kanıya nereden mi varıyorum?

Anlatayım…

***

Temmuz 2021 verilerine göre, Türkiye’de en büyük işçi sendikası TÜRK-İŞ. Üye sayısı 1 milyon 154 bin 177.

TÜRK-İŞ’in 1999’daki yönetiminin “mezarda emeklilik” yasasına karşı yeterli mücadeleyi verip vermediği tartışmalarını bir kenara bırakıp bugün ne yaptığına bakalım.

TÜRK-İŞ Başkanı Ergün Atalay’ın EYT meselesini nadiren dillendirdiği görülüyor. O da sorulursa…

Yaptığı değerlendirmeler de maalesef 2019’daki kamu toplu iş sözleşmesinde takındığı tavrı hatırlatıyor. Hani, önündeki mikrofonların açık olduğunu unutmuş da şöyle deyivermişti:

Uzasa işi karıştıracağız, en azından kapattım böyle.”

İşte TÜRK-İŞ, EYT meselesini de uzatmadan kapatmak niyetinde. Onu da 29 Kasım 2021’de Cumhuriyet gazetesinin sorusuna verdiği yanıttan anlıyoruz:

EYT’liler benim sorunum. Bir yerden başlamak gerek. Hükümet diyor ki 5 milyonluk bir insan topluluğu var bir seferde halledemem. Bazılarının hoşuna gitmeyecek ama benim makul olanı söylemem gerek. Kısa bir zaman diliminde 4-5 yılda bunu eritmek gerekir.”

Söze “EYT’liler benim sorunum” diye başlayan birinin yeni bir “kademeli geçiş” formülüne razı olmasına, “4-5 yılda bunu eritmek gerekir” demesine, zaten 4-5 yıldır haksız yere bekletilen bir EYT’li ne der acaba?

Yine de hakkını yemeyelim Atalay’ın. EYT’lileri 2019’da dönemin Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Vedat Bilgin’le tanıştıran isim olduğunu da ekleyelim.

İktidara TÜRK-İŞ’ten daha yakın olduğu söylenen 730 bin 516 üyeli HAK-İŞ’in EYT konusundaki tavrı da farklı değil.

Milyonlarca insanın mağduriyetini kırk yılda bir hatırlayan HAK-İŞ Başkanı Mahmut Arslan için EYT, muhalefete IMF sopasını sallamak için bir fırsat gibi. Zira ne zaman EYT meselesi sorulsa yanıtı aynı:

Bugün EYT olarak karşımıza çıkan sorunun kaynağı IMF’dir. Özellikle bizim önümüze koyduğu dayatmadır. O para fonunun baskılarıyla Türkiye’de insanlar primleri doldurduğu halde emekli maaşı alamıyor. Aradan 22 yıl geçti. Hâlâ biz IMF’nin dayattığı inatçı reçetelerin faturalarını ödemeye devam ediyoruz.”

İyi de neden? Neden hâlâ fatura ödüyor EYT’liler. IMF’ye veda etmemiş miydik, IMF’ye borç verir hale gelmemiş miydik?

Elbette HAK-İŞ’in de hakkını yemeyelim ve 4 Temmuz 2019’da açıklanan 13 maddelik başkanlar kurulu bildirisinin 9’uncu sırasına EYT’yi koyduğunu hatırlatalım.

Gelelim 206 bin 640 üyeli DİSK’e.

Yarın EYT meselesi çözülürse EYT’liler kuşkusuz DİSK’i ve başkanı Arzu Çerkezoğlu’nu ayrı bir yere koyacak.

Belki TÜRK-İŞ ve HAK-İŞ kadar “yetki” sahibi değil DİSK. Belki onlar gibi yağmur yapacak bulut değil. Hiç olmazsa yağmasa da gürlüyor.

Bakın Çerkezoğlu’na, EYT her daim gündeminde. Daha dün Twitter’ı yıkan bir sohbet odasında EYT’li kadınlarla birlikteydi. Tıpkı EYT’nin tüm kitlesel eylemlerinde yanında olduğu gibi…

DİSK’ten daha fazlasını beklemek de EYT’linin hakkı…

Peki, sendikalar bunca güç sahibiyken, iktidar ile onca pazarlık masasına otururken, EYT meselesine ve EYT Federasyonu’na neden sahip çıkmıyor?

Çünkü EYT örgütlenmesi yavaş yavaş açılan bir şemsiye gibi.

Çünkü EYT giderek bir çatı örgüte dönüşüyor. O çatı örgütte TÜRK-İŞ’lisi de HAK-İŞ’lisi de DİSK’lisi de var.

Çünkü EYT sadece EYT demek değil. EYT demek ABO demek. EYT demek stajyer ve çıraklar demek. EYT demek borçlanma haksızlığına uğrayan kadın demek. EYT demek prim günü eksik olanlar demek…

EYT demek sağcısıyla solcusuyla çalışma hayatındaki haksızlıkların mağdur ettiği insanlar demek.

Üstelik EYT Federasyonu’nun kapısı bütün hak mağdurlarına açık ve o kapıdan girmek çok kolay.

EYT DERNEKLERİNE ÜYE OLMAK İÇİN TIKLAYIN

Onur ve Adalet

Onur ve Adalet

Başlıkta gördüğünüz sözcükler iki büyük erdemdir.

İlk olarak adaletten başlayalım.

Tom Hanks’in oynadığı bir film vardır. Türkçe adı “Casusular Köprüsü”dür. Steven Spielberg’ün yönettiği filmde Tom Hanks, çok ünlü bir avukatı canlandırır.

Film bu ya, Amerika’ya sızmış bir Rus ajanı yakalanır. Baro avukat olarak Tom Hanks’i yollar. Tom Hanks, bunu kabul etmez ve itiraz eder. Rus casusu albayın sonu bellidir. Ama adalet sistemi Hanks’e biraz da zorla avukatlığı kabul ettirir. Hanks, bu zorlamayı sorguladığında şöyle bir cevap alır: “Sen savun, sen savun ne kadar adil yargılandığı görülsün!..”

Tom Hanks, Rus albay ile görüşmelere başlar. Albay, ona güvenmiş ve eksiksiz her şeyi anlatmaktadır.

Hanks, yağmurlu bir gecede işinden evine döndüğü sırada takip edildiğini fark eder. Peşindekilerden kaçarken bir araca saklanır, ama adamlar onu bulur. Ortaya çıkar ki bu insanlar CIA’dendir. Bir bara otururlar. Peşindekiler açık açık Rus albayın kendisine neler anlattığını rapor olarak sunmasını ister,  tabii ülke, vatan ve bayrak edebiyatı eşliğinde…

Avukat Hanks, bir soru sorar: “Etnik kökenin ne?..”

CIA ajanı Alman olduğunu söyleyince Hanks, “ben de İrlandalı’yım, ama bizi bir arada tutan nedir biliyor musun? Vatan, bayrak, dış güçler değil, Anayasa…” der.

Kısacası hukuk ve adalet herkese lazımdır ve bütün unsurları bir arada tutar. Bu konu ile ilgili en basit anlatım Hz. Ali’ye atfedilen şu cümlede gizlidir: “Devletin dini adalettir!..”

Bugün bakın Sedat Peker’e, Türkiye’de akademisyenlerin kanıyla duş alıyordu. Ne konuşursa savcılar tarafından takipsizlik veriliyordu. Yanında polis korumalarla; ışıldaklı arabalarla gezerken, Türkiye’nin ne kadar demokratik olduğunu haykırıyordu meydanlarda. Sonra Süleyman Demirel’in dediği oldu: “Keser döndü sap döndü gün geldi hesap döndü…”

Bugün kendisine hukuksuzluk yapıldığını, adaletsiz davranıldığını söylüyor. Dün iktidarın gücünü arkana alarak kan ile duş alırken, peşinde hukuksuz olarak polis korumaları gezerken, tarikatlar seni alkışlarken iyiydi. Bugün Birleşik Arap Emirlikleri ile bir seri ticari anlaşmaya kurban gittin.

Şimdi daha iyi anladık mı, insanların denizleri geçerken çoluk çocuk neden boğulduklarını? Çünkü aradıkları şey adalet ve sosyal devlet.

Geçen gün Turhan Çömez’in bir röportajını okudum Sözcü gazetesinde ve tüm bu yaşananlar geldi aklıma. Turhan Çömez, dönemin başbakanını ve iktidarı FETÖ tehlikesine karşı uyardığı için bir anda istenmeyen adam olmuştu.

Allah’tan Ergenekon denen kumpas çuvalına sokulurken İngiltere’deydi. Peki soruyorum, bir Arap ülkesinde olsaydı? Ne yasa ne hak hukuk… Bir dizi seri anlaşma sonrası yakalanır, Türkiye’ye getirilir, belki de cezaevinde yaşamını yitirirdi.

Ama Londra’nın bu tip konular üzerinde hiçbir yaptırımı bulunamaz. Nasıl o ünlü hikâyedeki gibi Berlin’de hakimler varsa Londra’da hakimler vardır. Ortadoğu’da ise şeyhler, sultanlar, emirler ve savaş lordları…

O yüzden Türkiye’de anayasayı delik deşik etsek de Ortadoğu’dan farkımız laik Cumhuriyet olmaktır.

Peker bir Avrupa ülkesinde olsaydı? Sen bırak 10 milyar doları 10 trilyon dolar  ver. Siyasi idare seni hakimlere sormadan veremezdi.

Sedat Peker’i iade edeceklerini hiç sanmıyorum. Osmanlı’nın, prensleri sarayda rehin tutmaları gibi, iktidarın başında Demokles’in kılıcı gibi tutacaklardır. Altın yumurtlayan tavuğu kimse kesmek istemez.

Gelelim bir diğer erdem onura.

Geçen akşam tarafsızlığı, güvenirliği ayaklar altına alınmış bir medya şirketinin magazin eki bilmem kaçıncı ödüllerini veriyor. Yılmaz Güney çakması İbrahim Tatlıses, ödül alıyor. Kadına şiddeti, mafyatik yaşamını, her şeyi geçtim. Ödül aldığı kategoriye taktım:

Yaşam boyu onur ödülü…”

Bu ülkede Kenan Evren’in 12 Eylül darbesinden sonra 650 bin kişi gözaltına alındı, 230 bin kişi askerî mahkemelerce yargılandı, 1 milyon 683 bin kişi fişlendi. 50 kişi idam edildi, 171 kişi işkencede öldü.

Tüm bu yaşananlara karşı Aziz Nesin’in öncülüğünde bin 383 aydın, Kenan Evren’e ve Türkiye Büyük Millet Meclisine dilekçe yazarak, ülkedeki durumu eleştirdi. Evren ve Milli Güvenlik Konseyi buna tepki verince, imza atanlardan birkaçının orası burası sabit durmamaya başladı.

Bakın, aynen şöyle diyorlardı:

Öztürk Serengil: “Ben1982 anayasasına “evet” demiş, solcu olmayan birisiyim. Sosyal konut yapacaklarını sandım, kiracıyım.”

Fikret Hakan: “Ben dilekçeyi pişpirik oynarken imzaladım, okumadım.”

Sami Hazinses: “Kahvede kağıt oynuyordum, imzala dediler, sıra bana gelmişti imzaladım.”

En ilginç açıklamayı da Kartal Tibet yapıyor ve şöyle diyor: “Demokratik bir ülkede dilekçenin suç olduğunu düşünmedim.”

Ya, ülke demokratikse neden bu dilekçeye ihtiyaç duyuldu, sen niye imzaladın, soran yok.

Gelelim “yaşam boyu onur ödülü” sahibi İbrahim Tatlıses’e. O ne diyor:

Atıf ağabey (Yılmaz) getirdi, toplu konut dilekçesi sandım…”

Bugünlerde “yetmez ama evet“çiler nasıl U dönüşü yapıyorsa dün de çakma aydınların dönüşüne böyle tanıklık etti bu ülke.

O artık adına basın kuruluşu bile diyemeyeceğim medya şirketine bir önerim var. Bir sonraki ödülleri Kenan Evren adına dağıtırlarsa daha şık olacaktır.