Yerel seçime kim katılacak: Bozbey mi CHP mi?

Yerel seçime kim katılacak: Bozbey mi CHP mi?

Bursa basını iki haftadan beri CHP ile yatıp kalkar oldu.

Normaldir, kongre süreçleri bilhassa muharrirlerin en keyif aldığı yerlerdir. Kulisi, dedikodusu, gürültü patırtısı çok olur.

Önceki hafta Osmangazi’de başlayan ‘değişim’ ateşi, geçen hafta sonu Nilüfer’de Fırat Yılmaz’ı yaktı. Yıldırım’da ise ‘işaretleri’ takip eden delegeler sürprize mahal vermedi.

Bursa, yıllardır CHP’nin kazanamadığı bir şehir.

2019’da ittifakla gelen ‘oy rekoru’ seçimi kazandıramasa da görünen o ki o süreçte kim aktörse kerameti kendinden biliyor. İşte bu düşünce de CHP’nin Bursa’da neden başarılı olamadığını ortaya koyuyor.

Ortada bir örgüt başarısı olmayınca şahıs isimleri ön plana çıkıyor.

Vekil listesinde, Ankara’da lobisi kuvvetli olan kendini hasbelkader bir yerlere atıyor. Belediye başkanlığı için kim işaret ediliyorsa o aday oluyor.

Şimdi diyeceksiniz ki; bu saydıkların iktidar partisinde de var.

İyi de CHP’nin AK Parti’den ayrıştığını iddia ettiği noktalar bunlar değil miydi?

Mesela, nerede ön seçim? Ya da örgütün etkisi var mı bu tercihte? Parti içi demokrasi kültürü denen kavramı gören var mı?

Parti kadrolarının buluştuğu her toplantıda her kongrede sıklıkla dile getirilen ‘kardeşlik, adalet, eşitlik, ortak akıl’ gibi kavramlar, iş ciddileştikçe yerini ‘bizim tayfa’ sendromuna bırakıyor. Adaylar, örgütle ekip çalışması yapmak yerine ‘yanımızda bizim çocuklar olsun’ seçeneğini tercih ediyor.

‘Bizim çocuklar’ becerse de beceremese de sürecin başat aktörü oluyor, programlarda, eylemlerde söylemlerde kopukluk ve perde arkasında güç savaşları yaşanıyor, dışarıya ise ‘ayrılık gayrılık yok, kemik gibiyiz’ mesajı veriliyor.

Sonuç;

Kaybedilen seçimler, boşa giden oylar, değişim çağrıları, değişemeyen isimler, kürsüler, kongreler, listeler, birlik ve umut mesajları vs…

Bu gördüklerimiz mutat bir döngü yani.

Mayıs ayındaki ağır yenilginin yılgınlığı geçmeden, mart ayında (görünen o ki) tek başına, Mustafa Bozbey ismi ile büyük bir sınava girmeye hazırlanıyor CHP, Bursa’da…

Bu, şüphesiz ki Bozbey için hem rövanş hem de büyük bir meydan okuma anlamı taşıyor.

Bakalım örgüt bu sınavın yükünü sadece Bozbey’in sırtına mı yükleyecek yoksa gerçekten de birlik beraberlik ruhuyla mı hareket edecek?

İl kongresi tamamlansın, onu da görürüz…

***

BELEDİYELERE YENİ ÇAĞRI: ÇÖP KONTEYNERLERİ TEMİZLENSİN

Yaz mevsiminin teoride sonlarına geldiğimiz, pratikte ise ortalarında olduğumuz şu günlerde (malum artık eylül de sonbaharlıktan istifa ederek yaz saflarına katıldı) ciddi bir problem ile karşı karşıyayız:

Konteyner temizliği!

İsmi fark etmeksizin merkez ilçe belediyelerinin tamamı bu dertten mustarip.

Görünen o ki, konteynerlerin temizliği konusunda belli bir süredir herhangi bir eylemde bulunulmamış. Zira hangi sokaktan geçilirse geçilsin ağır bir koku kendini hemen belli ediyor. Evet çöpler toplanıyor ama bence konteynerlerin temiz olması da önem arz ediyor. Hele ki şu sıcak günlerde.

Şehir merkezinin doğusunda da batısında da şahit olduğum bu sorun, yarın öbür gün sağlık problemlerine de yol açabilir. Çünkü kokunun yanı sıra ürettiği sineğin de haddi hesabı yok.

Belediyelerin ilgili birimleri bu konuya eğilseler de bir çözüm üretseler çok güzel olacak…

 

Bursa Gastronomi Festivali nasıl önem kazanır?

Bursa Gastronomi Festivali nasıl önem kazanır?

Bursa Büyükşehir Belediyesi, Bursa’nın sahip olduğu mutfak kültürünü turizme kazandırmak amacıyla düzenlediği Gastronomi Festivali‘nin bu yıl ikincisini yapıyor.

İlki “İpeksi Lezzetler” sloganıyla gerçekleştirilen gastronomi festivalinin ikincisini “Yeşil Bursa, Yeşil Gastronomi” sloganı ile 15-17 Eylül tarihleri arasında Merinos Park’ta yapılacak.

Bu yılki “Yeşil Bursa, Yeşil Gastronomi” festivalinin lansman toplantısında Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş, festivalin geçen yıl 3 gün içinde 400 bin kişinin katılımı ile yapıldığından bahisle, bu yıl özellikle firmaların katılım konusunda gösterdikleri talebe vurgu yaptı. Bu başarının giderek ivmelenmesi için kente bir çağrıda bulundu:

Bu festival kişilere, kurumlara, firmalara özel bir festival değil. Bu Bursa’nın festivali. Bursa’nın gastronomi festivali. Büyükşehir Belediyesi olarak böyle bir konuya öncülük etmek, aracılık etmek, bu işin arkasında olmak bizim için son derece büyük bir mutluluk. Bursa, sahip olduğu tüm değerlerin yanında, aynı zamanda bir tarım şehri. Bursa’nın bereketli topraklarında yetişen ve tarladan sofralarımıza kadar gelen coğrafi işaret tescilli 30 civarında ürünümüz var. Dolayısıyla bu yıl özellikle temamızı ‘Yeşil Bursa, Yeşil Gastronomi’ olarak belirledik. Lütfen hep beraber sahip çıkalım. Çok daha güzele taşıyalım. Ve bunu bir çığ misali büyütelim, geliştirelim.”

Böylelikle ikincisi düzenlenen gastronomi festivalinin ziyaretçi sayısının yüksekliği yanında bir anlamda ticari amaçlarla orada yer alan işletmelerin talebine bağlayarak başarısını ilan etmiş oldu.

Benim merak ettiklerim ise şunlar:

– Geçen yıl Bursa dışından kaç turizm acentesi katıldı bu etkinliğe ve geçen sürede bu acentelerin Bursa turizmine katkıları konusunda bir çalışma yapıldı mı?

– Bu yılki festivale (geçen yılın deneyimleri ışığında) turizm sektör profesyonellerinin katkı ve talepleri neler oldu?

– Yurt dışından turizm acentaları ya da gastronomi profesyonellerinin katılımı sağlanabildi mi?

Bir “Gastronomi Festivali“ni “Yiyecek İçecek Panayırı“ndan ne ayırır?

Bursa Büyükşehir Belediyesi, ama özellikle Sayın Alinur Aktaş‘ın heyecanı sayesinde Bursa gastronomisini görünür kılma konusunda şüphesiz önemli adım atıldı bu festivalle, herkes bunda mutabık.

Keşke Bursa Büyükşehir Belediyesi, turizmcilerin çağrılarına kulak verip Sıcaksu bölgesini bir turizm alanı olarak Bursaya kazandırmaktan imtina etmeseydi.

Turizm alanında verimlilik, süreçlerin birbirini tamamlayıp eklemlenmesi ile bazen kuşaklara sirayet eden bir devamlılık ile ancak sonuç verebiliyor.

Yatak kapasitesi, otopark alanları, hedef turizme dönük pazarlama çalışmaları gibi birbirinden bağımsız süreçler, ortak bir vizyon ile yönetilmediği sürece turizmde nafile sonuçlarla avunmaktan öteye geçilmiyor.

 

1071’den 2023’e ulaşan ‘Türkiyecilik’

1071’den 2023’e ulaşan ‘Türkiyecilik’

1071’den 2023’e ulaşan sese kulak verelim mi bugün…

Bu yıl düzenlenen “1071 Malazgirt Ruhu” anma programını, Türkiye Yüzyılı takviminde önemli bir eşik olarak işaretleyebiliriz.

Zira benim o programdan aldığım mesajlar; Türk-Kürt-Laz-Arap ve daha nicesiyle tüm milliyetçilik kavramlarından ve homojen zihin yapısından sıyrılmaya çalışıp “aidiyet duygularıyla” hareket eden güçlü ve huzurlu bir devlet işleyişinin gelmesinin yakın olduğundan yanaydı…

Evet, tüm milliyetçilik akımlarının yerini; bireyi ve saygıyı ön plana çıkaran devletçilik anlayışı almaya başlıyor…

Duygusal söylemlerden ziyade kurumsallığın ve yasaların ön plana çıkmasını beklediğim “Türkiye Yüzyılı” anlayışına yönelik başından beri yaptığım tüm yorumlarda Doğu-Güneydoğu-Ortadoğu’ya öncelik verdim. Çünkü Türkiye Yüzyılı bu bölgelerin insanının asırlık sorunları ve beklentileri doğrultusunda can buldu. Bilhassa Kürtlere bu aşamada önemli bir “sahiplenme” görevi düşüyor, çünkü son 20 yılda atılan tüm çözüm adımlarına köstek olan maalesef Kürtler oldu. Halbuki aklı başında her Kürt, geçmişin kendisine bıraktığı travma enkazını evladına bırakmamak adına sahip çıkmalıydı “Türkiyeli Olma Köprülerine.”

Peki, o malum kösteklerden sonra bir şey değişti mi Kürtlerden yana diye sorarsanız; kesinlikle evet derim.

“Hendekler Süreci” ile başlayıp; pandemi, İran ve Irak’ta yaşanan gerginlikler, arka arkaya yaşadığımız seçimler, Rusya-Ukrayna Savaşı, 6 Şubat depremleri ve daha nicesiyle devam eden süreçte Kürtler şunu gördü:

Türkiye büyük ve köklü bir ülke olmakla birlikte Kürtlerin de sırtındaki tek güç

Gelelim şimdiye… Bu aşamadan sonra geçmişe dönük olumsuz her şeyi bir kenara bırakıp o-cu, bu-cu, şu-cu değil “Türkiyeci” olmak düşer hepimize.

İnanıyorum ki; 26 Ağustos 2023 sonrası ve bugün itibariyle “Türkiye Yüzyılı” anlayışını bürokrasi-diplomasi-siyaset kademelerinde hızlı bir şekilde her zerrede görüp yaşayacağız.

DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN, IRAK CUMHURBAŞKANI REŞİT İLE GÖRÜŞTÜ (İHA/BAĞDAT-İHA)
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, temaslarda bulunmak üzere geldiği Irak’ta Cumhurbaşkanı Abdullatif Reşit ile görüştü.

Geçtiğimiz hafta Dışişleri Bakanı olarak Irak’a ilk ziyaretini gerçekleştiren Hakan Fidan’ın çizdiği görüşme tablosunda da “1071 Malazgirt Ruhunu” okudum.

Geniş bir yelpazede yaklaşık yirmi resmi görüşme gerçekleştiren Bakan Fidan’a, Irak’ın resmi-siyasi makamlarıyla birlikte kamuoyunun da ilgisi yüksekti, çünkü alanım olduğu için yakinen biliyorum, Iraklıların yürekten güvendiği ve yöneldiği tek ülke Türkiye.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Irak ziyareti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yakın zamanda gerçekleşmesi beklenen Irak ziyareti açısından da çok önemliydi. Bir nevi alt yapı görüşmeleri gerçekleştiren Bakan Fidan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın imzalayacağı Türkiye-Irak arasındaki önemli anlaşmaların da sinyalleri niteliğindeydi.

CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN, MALAZGİRT ZAFERİ’NİN 952. YILI ETKİNLİKLERİ ÇERÇEVESİNDE MUŞ’UN MALAZGİRT İLÇESİNDE DÜZENLENEN KUTLAMA ETKİNLİKLERİNE KATILDI. (İHA/MUŞ-CUMHURBAŞKANLIĞI)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Sanmayın ki bunların derdi Türklerdir, Kürtlerdir, Araplardır, diğer köken ve inançlardan insanlarımızdır. Sanmayın ki bunların gayesi haktır, özgürlüktür, eşitliktir, demokrasidir, refahtır. Bunların tek derdi hepimizi de kuşatan ve maziden atiye uzanan o kadim köprüyü yıkarak yeniden kendilerine alan açmaktır” dedi.

Evet, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yakın zamanda gerçekleştireceği Irak ziyareti önemli iş birliği anlaşmalarını gün yüzüne çıkaracak. Öne çıkan başlıklarda; terörle mücadele, su, vize, karşılıklı ticari ilişkiler ve tabii ki Ovaköy Kalkınma Yolu projesi.

Evet, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Irak ziyaretinde Ovaköy Kalkınma Yolu Projesi’ne dair önemli görüşmeler olacaktır, çünkü neredeyse dünyayı birbirine bağlayacak bu proje henüz tam inşa-işleyiş şekline kavuşmadı, bu sebepten Türkiye de önemli bir denge olarak kendi menfaatleri doğrultusunda şartlarını masaya koyacaktır.

Dünya işleyişi ihtiyaçlar doğrultusunda hızla değişirken bu değişimde Türkiye de üzerine düşeni yapmaya çalışıyor. Bu süreçte de en önemli pay Kürtlere düşüyor elbette. Türkiye nüfusunun yaklaşık beşte üçüne denk gelen Kürtler, asırlık acılarından aldığı dersleri şimdi panzehir üretme ve “bazı odaklar tarafından dayatılanlara körü körüne biat etmeyi bırakıp Türkiye odaklı hareket etme ve birlikte güçlenme noktasında hareket etmeli…

Yıldırım Kongresinde İl Başkanlığı yarışı…

Yıldırım Kongresinde İl Başkanlığı yarışı…

CHP Yıldırım İlçe Kongresini izlemeye gidip İl Başkanlığı yarışının tam ortasına düştüğü hissini yaşayan tek gazeteci ben değilimdir sanırım.

Bu kez kitabı biraz ortasından okumaya başlayarak kürsü konuşmaları sırasında söz alan ve ‘daha önceki kongrelerde yaptığım konuşmaların biraz dışına çıkacağım’ sözleri ile perşembenin gelişini çarşambadan belli eden CHP İl Başkanı Turgut Özkan politik olmaktan çok uzak, doğal tabiatı gereği heyecanlı konuşmasında;

“Yıldırım’da siyaset çok kıran kırana yapılıyor. Nilüfer gibi değil. Sizinle çok samimi bir şey paylaşmak istiyorum. Nihat Başkan il başkan adaylığını açıkladı ya, ben de il başkanıyım, birkaç cümle etmek istiyorum. Allah insanı iddialı olduğu yerden sınar derler. Üç şey söyleyeceğim; bildiğim kadarıyla ön seçimin öncelendiği maddeyi kaldıran tüzük kurultayında önergeye oy veren delegelerimizden biridir kendisi. İkincisi her ilçe başkanlı toplantımızda kardeşlikten bir olmaktan bahseder, ama benim yönetimim 30 kişidir. 30 kişi geldik hala 30 kişiyiz. Yıldırım’da durum nasıl, sorun kendisine. Üçüncüsü ilçe çalışmalarındaki karneniz.  Üye sayınızın azaldığı gerçekliği var. Söylerken güzel de uygulama söyleminizle uyuşmuyor” deyiverdi.

Evet Turgut Özkan’ın konuşmasından önce söz almış olan CHP Yıldırım İlçe Başkanı Nihat Yeşiltaş;

“Ben bu seçimde aday değilim. Bir veda konuşması da yapmıyorum. Bu birliği il başkanlığına götüreceğimizi açıklıyorum” diyerek ilk resmi il başkanlığı adaylık açıklamasını yapmıştı aslında.

Turgut Özkan’ın da yakın çevresine, ‘Bir oy alacağımı dahi bilsem aday olacağım’ dediği geliyor kulis bilgileri arasında. Doğal olarak il yarışının ilk ateşi Yıldırım İlçe Kongresinde yapılan bu konuşmalar ile yakılmış oldu.

Ancak Turgut Özkan sadece il başkanlığı konusundaki muhtemel rakibine yönelik konuşmakla yetinmedi. Hatta bana göre konuşmasının en can alıcı bölümü, CHP Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’e seslendiği kısımda saklıydı.

“Şimdi il başkanlığına soyunanların hangi ilçelerde görevden alındığını bilmiyor muyuz? Hangi ilçelerde kapılara siyah çelenk bırakıldığını bilmiyor muyuz? En ufak bir eleştiride tarih olduklarını bilmiyor muyuz? Sadece kendi adamları belediye başkanı olsun, sadece kendi adamları meclis üyesi olsun, sadece kendi adamları milletvekili olsun diye bu partiye zarar verildiğini bilmiyor muyuz? Sayın Bozbey, siz Büyükşehir Belediye Başkanlığını kaybederken bunun il yönetimiyle çalışamadığınızdan dolayı olduğunu herkes bilmiyor mu? Şimdi aynı grup il yönetimine soyunmadı mı? Siz bunlarla beraber misiniz? Arkadaşlar herkesin bir vicdanı vardır. Özel olarak söylemiyorum, ama insanın yaptığı ile söylemi birbiriyle uyuşmalıdır”

Bence salonda soğuk duş etkisi yaptı bu sözler…

Oysa yine bu konuşmadan hemen önce CHP Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mustafa Bozbey son derece yapıcı bir konuşma gerçekleştirmiş, önümüzdeki seçim döneminde benimsenmesini istediği ‘sandık bazlı çalışma’ prensibinden bahsetmiş ve “Önce örgüt olmayı, bu kavramın içini doldurmayı öğrenmemiz lazım” demişti.

Turgut Özkan’ın bahsettiği ilişkiler ise bambaşka bir alemin kapılarını aralıyordu dinleyenler için. Elbette bu konuşmanın dikkat çektiği hususların önemini ve İl Yönetimi kavgasına kimlerin ortak olduğuna ilişkin işaret ettiği noktaları kongrenin heyecanı ile salondakiler ne kadar anladı bilemiyorum. Belki de ben ilk kez gerçekleri bu kadar çıplak bir anlatımla işittiğimden böylesi şaşırdım da aslında herkesin bildiği konular dile getirilenler…

Kısacası Yıldırım Kongresine Turgut Özkan vurdu bu kez damgasını…

Elbette adaylardan bahsetmeden olmaz…

Yurdumun özellikle doğusundan ve Karadeniz bölgesinden yoğun göç alan ilçesi Yıldırım’da kongre yapılır da şarkısız, şiirsiz olur mu?

Osmangazi ve Nilüfer kongrelerinde görmediğimiz duygusallık, şiirlerle, şarkılarla, marşlarla bezenmiş konuşmalar bence son derece seviyeliydi.

Her ne kadar Süleyman Ayyıldız ‘orantısız bir çalışma yaptık’ diyerek eşit şartlarda yarışmadıklarını dile getirmiş olsa da günün sonunda kol kola girdikleri salondan kol kola ayrılacaklarını ve birlik beraberlik içinde çalışmaya devam edeceklerini söyledi adaylar.

Aday konuşmaları da dahil bütün konuşmacılar, örgütün adaylıkların tüm basamaklarında önseçimle belirlenen isimlerin arkasında durduğuna ve önseçimin mutlak yapılması gerektiğine yönelik vurgulamalarda bulundu.

Yine Yıldırım’da sol yumruk havada marşlar söylenen salonda CHP’nin sol siyaset kimliğini yeniden takınmasının zorunluluğu dile getirildi. Kuruluş ayarlarına hızla dönüş talep edildi.

Bir aksaklığa da değinmeyim mutlaka. Osmangazi ve Nilüfer Kongrelerinin sonuçları en geç saat 19.00 gibi belli olmuşken, Yıldırım’da işler biraz uzadı. Beyaz liste ile seçime giren Süleyman Ayyılmaz’ın il delege listesine, İlhami Gün’ün ekibi kadın ve gençlik kotasına uyulmadığı gerekçesi ile itiraz etti.

Divan Başkanı Ali Mahir Başarır, genel merkez ile görüşüp listenin tüzükte gerekli hükümlere aykırı olmadığı kanaatine vardı, Ayyılmaz’ın kazanması halinde İlçe Seçim Kurulu’na itirazda bulunabileceği taraflara iletildi ve seçime ancak böyle geçilebildi.

Sonuç malumunuz. Nihat Yeşiltaş’ın açık desteğini alan İlhami Gün artık CHP Yıldırım İlçe Başkanlığı koltuğunun sahibi…

Nihat Yeşiltaş da önümüzdeki tabloya bakıldığında İl Başkanlığı için eli en güçlü adaylardan biri…

 

Nilüfer’de dengeler değişti; yeni başkan Özgür Şahin…

Nilüfer’de dengeler değişti; yeni başkan Özgür Şahin…

CHP Nilüfer Kongresi ile ilgili bir şeyler yazmadan önce kongrenin asıl amacının ne olduğunu kısaca vurgulayalım ki, bundan sonra yazacaklarımızın gerçek anlamı, yani konunun ana fikri de ortaya çıksın…

CHP Nilüfer İlçe Başkanlığı makamı demek, Nilüfer Belediye Başkanı ve Belediye Meclis Üyelerini belirlemekte etkin güç olmak demek! Yani Nilüfer İlçe’ye sözünü geçiren, Nilüfer Belediyesi’nde son sözü söyler

Kongre bugündü malum.

Nilüfer Belediye Başkanı Turgay Erdem kürsüde yaptığı konuşmada yol arkadaşlığının çok önemli olduğuna vurgu yaptı…

“Bazen uzun yıllar birlikte yol yürüyenler birbirlerine güvenmiyorlar. Nilüfer’de düzen uzun zaman güzel yol arkadaşlığı yapmaktan geçiyor” dedi.

Sözlerinde hem uzun zaman birlikte yol yürüdüğü ve şimdi Nilüfer Belediye Başkanlığı makamı konusunda karşı karşıya geldiği Mustafa Bozbey’e sitem vardı hem de 3 yıl 8 ay gibi bir süre birlikte uyumla yol yürüdüğü Fırat Yılmaz’a çaktırmadan bir destek hissediliyordu…

Konuşmasının sonunda ‘Sosyal medya çıktı, durumlar da duruşlar da değişti…’ gibi bir cümle de yakaladım. O zaman anlayamamıştım, sonra işin aslı çıktı meydana…

Gelelim CHP Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mustafa Bozbey’e;

Nilüfer’de başarılı olamadık, 4 siyasi parti bir listeyi oyladığı halde 2018 seçimlerinin oy oranını ancak yakaladık. Demek ki, iyi organize olamadık, seçimi iyi yönetemedik, Genel Başkanımızı iyi anlatamadık…” dedi Bozbey.

Tarafını açık açık belli etmeyi, hatta CHP Genel Merkezinin ‘örgütün iç işlerine karışmayın!’ uyarısına rağmen bir adaydan yana doğrudan saf tutmayı, diğer adayı ise başarısız ilan etmeyi tercih etti…

Bozbey’e göre Nilüfer İlçe Yönetimi başarısızdı, karşısına kendisinin başarı hikayesini koyan Bozbey, adeta seçimi Fırat Yılmaz ile kendi arasında geçiyormuşçasına sırtlanmış oldu.

Bu konuşmanın karşılığını CHP Nilüfer Gençlik Kolları Başkanı Ata Erk Şanlı delegeye şöyle seslenerek verdi;

“Ben kongrede projeler yarışsın isterdim. Üçüncü kişiler gençlerle adayları arasına girmesin isterdim. İki adayı eşit şartlarda gençlerle buluşturduk. Sonra da ben gençlik kolları başkanı sıfatımı bir yana bıraktım. Genç delege arkadaşlarımla konuştuk, gençler Fırat Abilerinin yanındalar…”

Sırada dananın kuyruğunun koptuğu, yazının en başında pek de anlayamadığım sosyal medya göndermesinin de açığa çıkacağı aday konuşmaları vardı…

İlk konuşmacı Özgür Şahin öncelikle birilerinin adamı olduğuna dair iddiaların asılsız olduğunu anlattı delegeye. 19 yıllık üyeliği boyunca çok çalıştığını, geldiği her makamı hak ettiğini söyledi ve dedi ki;

“Görev al dedilerse aldım, dur dedilerse durdum, git dedilerse gittim… Görevini yarıda bıraktı diyorlar. Yönetim görevden alınmasın diye istifa edip örgütü rahatlattım. Bana görevini basamak olarak kullandı diyorlar. Siyasette basamak basamak ilerlenir. Aldığım görevi kazandım, çıktığım basamakları kişisel zenginleşme alanı olarak kullanmadım! Üyesini tanımayan başkan istemiyorum ben Nilüfer’de. Seçimi kazandıktan sonra Fırat Yılmaz’ın listesindeki dostlarla da birlikte çalışacağız. Pazartesi günü bekliyorum hepsini partiye…”

Siyasete verdiği 8 yıllık aranın ardından adaylık süreci ile birlikte dönmüş olmanın kendisinin unutulması için yeterli olmadığını vurgulamak istercesine kürsüden delegelerin, mahalle temsilcilerinin isimlerini sayarak bu konudaki iddiasını perçinledi Şahin.

Konuşmada tek bir eksik vardı, yazının en başında aklıma takılan ve bir açıklamasını bulamadığım ‘sosyal medya’ konusu… Bunun yerine ‘kişisel zenginleşme aracı olarak makamları kullanmak’ teması ön plandaydı.

Son konuşan ve kendisine yöneltilen bütün ithamlara da yanıt vermesi gereken CHP Nilüfer İlçe Başkanı Fırat Yılmaz uzun bir süre kürsüde kaldı. Konuşması yaklaşık yarım saat sürdü. Önce yaptıklarını, partide geliştirmeye çalıştıkları dayanışma ruhunun önemini anlattı Yılmaz. Bu konuya kendisinin bana yaptığı ziyarette değinmiştim. Gerçekten kıymetli çalışmalar hepsi…

“Rakibimiz AK Parti ise dışa dönük siyaseti kurgulayıp büyütmeliyiz diye bir perspektif ortaya koyduk ve bunu uyguladık. Biz göreve geldiğimizden bu yana AK Parti Nilüfer İlçe Başkanını üç kez değiştirdi. Seçimlerde alınan sonuçlar tatmin etmeyebilir, ama bize kimse çalışmadı diyemez. Ülkede esen rüzgar Nilüfer’de de esti, tıpkı daha önceki dönemlerde estiği gibi…” sözleri Bozbey’in kendisine yönelttiği ‘Başarısız yönetim’ ithamına bir yanıttı…

Rakiplerinin ‘Nilüfer elden gidiyor’ söylemlerine de sitem etti Yılmaz; “Nilüfer’in bir yere gittiği yok. AK Partililerin yapmadığını siz yapmayın!” diyerek…

Hamle sırası kendisine geçtiğinde ise;

“Biz Özgürle düşman değiliz. Bu bir yarış, ben sandıktan çıkamazsam ertesi gün ilçedeyim, ama sen bir önceki seçimde kaybedince partiye gelmedin, 8 sene seni bekledik be arkadaş. İnsan evine gelirken davet bekler mi?” diye sordu…

Sonunda benim çok merak ettiğim sosyal medya meselesi de açıklığa şu konuşma ile kavuştu;

Dün akşam sosyal medya üzerinden sahte bir hesap açıldı. AK Parti taraftarı bir site de bu hesaptan benimle ilgili paylaşılan yalan ithamları 20 dakika içinde haber yaptı. Bütün bu paylaşımlara yönelik dava açtım. Herkes bir kendine gelsin. Şimdiye kadar kimseye dava açmamıştım. Ama bu kez durum çok farklı. Benim bir ailem var, iki kızım bir eşim var, bu ithamları kaldıramazdım. Bundan sonra da herkes ayağını denk alsın. Özellikle FETÖ ithamına yönelik söylüyorum, o yakıştırma bu kumaşta tutmaz arkadaşlar!”

Bu açıklamanın amiyane tabiri Hollanda’dan açılan bir hesaptan Fırat Yılmaz’a yönelik bir son dakika operasyonu çekildiğidir. Adalet önünde gereken yapılır elbette, buna şüphe yok, ancak işin içine AK Parti taraftarı bir medya kuruluşunun dahil olması oldukça enteresan dengelere işaret ediyor.

Hiçbir gerginlik çıkmayan, fakat son derece sert konuşmalara sahne olan Nilüfer İlçe Kongresinde 401 oy kullanıldı. 3 oy geçersiz sayılırken Fırat Yılmaz 197 oy aldı. CHP Nilüfer İlçe’nin yeni başkanı 201 oy ile Özgür Şahin oldu.

Bıçak sırtı geçen ve son anda pek çok şeyin değiştiğine yemin edip ispat edemeyeceğim kongreye kadar gelen süreç ve kongre sonucu İl Başkanlığı’na yönelik pek çok şeyi etkileyecek gibi…

Madene yer mi açılıyor?

Madene yer mi açılıyor?

Deprem ülkesi olduğu gerçeğini yeni yeni kabullenme aşamasında olan, bu gerçeklikle nasıl yaşayacağına ilişkin yollar arayan ve uygulamalar içinde olan Türkiye’nin başa çıkmayı öğrenmesi gereken bir sorunu da orman yangınları.

Çok büyük orman yangınları ile karşı karşıya kaldığımız, iklim koşulları nedeniyle yangınla mücadele konusundan dezavantajlı olduğumuz doğrularını bir kenara bırakırsak, bu yangınların büyük bölümünün kundaklama sonucu çıktığı, yani insan eliyle bir amaç uğruna çıkartıldığı gerçekliğini kabullenmek zorundayız.

Buradaki ‘bir amaç uğruna çıkartıldığı’ konusuna özellikle dikkat çekmek isterim. Çünkü yangından kısa bir süre sonra yanan bölgelerin turistik amaçlar için kullanılan imar değişikliklerine maruz kalması tesadüf değil!

Gelelim daha yeni yeni kontrol altına alınan, köyleri yanan insanların acı dolu çığlıklarını hala kulaklarımızdan silemediğimiz, içimizi, taaa ciğerimizi yakan Çanakkale yangınına…

Bir fahri Çanakkaleli olarak ayrıca üzüldüğüm, yanan yerlerin ne kadar kıymetli ormanlık alanlar olduğunu bildiğimden, bölgenin ülkemiz için de ciğer görevi gördüğüne emin olduğumdan daha da çok etkilendiğim bir faciaydı benim için, ‘7 ev hasar aldı, 4 bin 80 hektarlık alan etkilendi’ demek dile kolay, yaşayana zor anlayacağınız…

‘Kesin bu doğa harikası yerlerde yine birilerinin turistik tesis imarı çıkarttırmayı kolaylaştırmak, yanan yerlere kısa bir süre sonra dizi dizi oteller dikmek gibi bir arzusu vardır, olay kontrolden çıkmış, çıkmamış kimin umurunda ki…’ diyordum içimden…

Taaa ki, bu sabaha kadar…

Eski Sanayi ve Teknoloji Bakanı, yeni Bursa Milletvekili Mustafa Varank’ın Lapseki’deki bir maden firmasını ziyareti sırasında sarf ettiği sözler bir anda aydınlattı kafamın içindeki sisli görüntüyü…

Yangından 20 gün önce gerçekleştirilen ziyarette yapılan konuşmanın basına yansıyan kısmı aynen şöyle;

“Şu anda Çanakkale bölgesinde tahminlere göre 80 ila 100 milyar dolarlık değere sahip altın madeni yatıyor. Burada maden işletmeciliği yapan firma sayımız çok az. TÜMAD Madencilik, dünya standartlarında üretim yapması, çevre ve üretim süreçlerinde aldığı tedbirlerle örnek işletmelerden bir tanesi. Dünyada bu tip üretim yapan 800 altın madeni var. Bunlardan bir tanesi Lapseki’de. Kanada’da madencilik yapan bir firma hangi standartlarda üretim yapıyorsa ondan belki daha iyi bir şekilde üretim yapan bir tesisimiz!”

Yangının Lapseki bölgesinde çıkmadığını, Çanakkale Çan yolu arasında Işıklar, Kayadere, Belen ve Damyeri bölgelerinin en çok etkilenen yerler olduğunu söylemek lazım, fakat şunu da ekleyelim, Çanakkale’nin hangi bölgelerinde hangi maden rezervleri var, bilmiyoruz…

Açıklama şöyle devam ediyor;

“Bununla ilgili çok ciddi ithalatlar olduğunu düşündüğümüzde bizim bu değerleri asla toprak altında bırakmamamız gerekiyor. 800 kişi çalışıyor. Maaşları da sordum. Ortalama maaşların 12-13 bin lirayı bulduğu bir işletmeden bahsediyoruz. Yüzde 80-90 Lapseki’de, Gelibolu’da yaşayan vatandaşlarımızın istihdam edildiği bir işletme.”

Sayın Varank bu açıklamaları yaptıktan sonra kamuoyunun vicdanını da hatırlayarak olsa gerek madenler konusundaki tartışmalara değinmeden edemiyor.

“Bunların çoğunluğunun siyasi saiklerle olduğunu bilmemiz gerekiyor. Çanakkale bölgesinde 80 ila 100 milyar dolarlık altın ve gümüş şu anda toprak altında yatıyor. Bunların gün yüzüne çıkarılması durumunda Çanakkale ekonomisinin geleceği durumu tahayyül etmemiz ve ona göre hareket etmemiz lazım. Dünya standartları ve almanız gereken tedbirler çok açık. Madencilik yaptıktan sonra sahaların rehabilitasyonuyla ilgili kurallar çok açık. Kurallara uyulduğu müddetçe madenciliği asla kötü bir uygulama olarak görmememiz, kamuoyunu yanıltmamamız lazım. ABD, Kanada ve Avrupa’da bu işler yapılıyorsa bizde de bunların önünün açılması gerekiyor.”

Türkiye’de altın madenciliği 2001 yılında Bergama Ovacık madeninin kurulmasından bu yana tartışılıyor. Avrupa kıtasında en çok altın madenciliği yapılan ülkelerden biriyiz. Bu madenlerin işletilmesi konusunda da maden mühendisleri arasında fikir ayrılıklarına zaman zaman rastlıyoruz.

Bir taraftan siyanür gibi çeşitli zehirli maddelerin kullanımıyla gündemde olan madencilik yöntemlerinin insan sağlığı için risk oluşturduğu ve etkilerinin uzun yıllar boyunca sürmesi nedeniyle ekosistem dengelerinin tehlikeye atıldığı söyleniyor.

60 yıl sonra dahi metal kirliliğinin bölgede devam ettiği, fazla su kullanımı nedeniyle yer altı su kaynaklarının tüketildiği, maden işletmelerinin insan sağlığına olan olumsuz etkileri bu başlık altında sıralanabilir.

Diğer taraftan ise doğru yönetim ve denetim uygulamaları ile altın madenciliğinin güvenli bir şekilde yapılabileceği, hasar gören sahaların ise onarılabileceği ifade ediliyor.

Bu konuya da birkaç doğru örnek vermek isterim, ama benim içime sinen, doğru örnek budur diye gösterebileceğim bir projeye rastlamadım ne yazık ki…

Türkiye’de 2012’den bu yana maden ruhsatı için yapılan müracaat sayısı 20 binden fazla, bu süre içinde düzenlenen arama ruhsat sayısı ise yaklaşık 19 bin.

Şimdi yeniden Çanakkale yangınına ve Varank’ın açıklamalarına dönecek olursak, bu pilav daha çoookkk su kaldırır gibi geliyor bana…

CHP Nilüfer’de kim sevinecek?

CHP Nilüfer’de kim sevinecek?

CHP kongre süreçlerinde bir önemli dönemeç alındı, Osmangazi ilçesine artık kimin başkanlık edeceği belli oldu. Oradaki hesaplar şimdilerde ‘İl Başkanlığı için kimi aday çıkarabiliriz’ üzerine dönerken, bu kez gözler Nilüfer İlçe Kongresi’ne çevrildi.

CHP’nin Bursa’da elinde tuttuğu en güçlü belediye olan Nilüfer Belediyesi Başkanlığı seçimlerini de doğrudan etkileyecek olan CHP Nilüfer İlçe kongresi, iki başkan adayı üzerinden yürüyor. Adaylardan biri Özgür Şahin, diğeri de şimdiki CHP Nilüfer İlçe Başkanı Fırat Yılmaz

Kendisiyle bir ortak paydamız olan, kariyer geçmişi itibariyle meslektaşımız olarak nitelendirebileceğim Fırat Yılmaz bugün Norm Haber’deydi. Günü, gündemi, geleceği, elbette kongre sürecini değerlendirdik birlikte.

Ama öncesinde çok daha önemli bir noktaya temas etmek lazım…

Nilüfer İlçe Kongresi hiçbir zaman sadece Nilüfer İlçe Kongresi olarak kalmayan bir yapıya sahiptir. Kongrenin adayları muhakkak ki, yerel yönetimlerde emelleri olan isimler tarafından desteklenirler ve kongrenin galibi de yerel yönetimlerde aday olacak isme işaret etmek adına büyük önem taşır.

Bundan önce böyle olmuştu, bundan sonra da durum pek farklı seyretmeyecek gibi görünüyor…

Fırat Yılmaz’ın üç yılı aşkın ilçe başkanlığı sürecinde Nilüfer Belediye Başkanı Turgay Erdem ile uyumlu bir çalışma içinde olduğunu ve mümkünse önümüzdeki süreçte de bu uyumlu çalışmayı sürdürmeyi arzu ettiğini biliyoruz.

Mehmet Turan Tansal ve Şemsi Oğuz’un da Yılmaz’a destekleri tam, aldığımız kulis bilgilerine göre…

Özgür Şahin’in ise arkasında Fırat Yılmaz ile aralarının açık olduğu iddia edilen CHP Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mustafa Bozbey’in olduğu söyleniyor.

Yine bir küçük hatırlatma; Mustafa Bozbey, 2015 seçimlerinde Fırat Yılmaz’ın da yönetiminde bulunduğu Mehmet Turan Tansal’a destek vermişti.

Ama işte siyaset bu, şişede durduğu gibi durmuyor, hele hele aradan geçen zamanda köprülerin altından çok sular aktıysa demek ki…

Konuyu Bozbey’in kendisine de sordum. Daha önce yaptığı bir açıklamada olduğu gibi;

“Ben bir parti üyesiyim. Neticede elbette ki bir düşüncemiz var. Nilüfer’de partiye katkı sağlayacak biri olmasını isterim. Şu anda gördüğüm kadarıyla mevcut ilçe yönetimi başarısız. Matematiksel olarak bunu ortaya da koyabilirim. Beni arayanlara da fikrimi söylerim. Ben kimseyi aramam. İstesem ararım ben de neticede bir üyeyim, ama aramam. Sadece benim fikrimi soranlara size şimdi açıkladığım gibi fikrimi beyan ederim” dedi Bozbey…

İddialardan ‘Bozbey’in desteği Özgür Şahin’e’ kısmı doğru, ancak ‘Bozbey’in üyeleri arayıp oy istediği’ yönündeki bölüm yanlış anlaşılan.

Kulislerde bu kadarcık hata payı olur her daim…

Kahvelerimizi içerken bu konuyu sorduğum Fırat Yılmaz ise “Benim Mustafa Bozbey ile hiçbir sorunum yok, olamaz. Kendisi Büyükşehir Belediye Başkan Adayımızdır ve kongre sürecinden sonra kendisinin bu makama seçilmesi için çalışmalara hemen başlayacağız” diyor.

Son derece siyasi bu yanıtın gerçekçi olmasını diler, küskün adaylar ve ilçe teşkilatları ile çalışmaya gönlü olmayan örgüt üçlemesinin getirdiği sonuçların vahim olduğunu hatırlatmak isterim.

Bursa’nın en kıymetli ilçelerinden biri olan Nilüfer’de bu kadar kıyamet kopması elbette ki, şaşırtıcı değil.

Gelelim, Fırat Yılmaz’ın çalışmalarına…

Normalde kongre salonunda divan heyetinin yönlendirmesi ile okunması gereken 2020-2023 faaliyet raporunu tak diye önümüze koydu Yılmaz.

Kendisi en çok ilçesinin kırsal bölgelerinde faaliyet yapmamakla eleştiriliyor malum. O da “faaliyetin yok” diyenlere belgesiyle gitmeyi daha uygun bulmuş.

Gazeteci kökenli olmasının alışkanlığı ile öyle bir arşiv tutmuş ki, faaliyet yapılmadı diye iddia edilen bütün yerlerdeki çalışmalarına yönelik fotoğraflar ve belgeler önümüze koyulan bu dev dergide mevcut.

Faaliyet raporu kongre günü delegelere dağıtılmak üzere hazırlatılmış.

İlçe yönetimine geldiği günden bu yana ‘Parti içi siyasi kaosu reddettiğini’ belirten Yılmaz, çalışmalarını pandemi süreci ve ardından gelen deprem felaketi ile birlikte ‘dayanışma prensibi’ üzerine kurduklarını söylüyor.

Bunu yaparken de ihtiyaçlar üzerinden ilerledik, kişilerin hangi partiden olduğuna, siyasi eğilimlerine takılmadık” diyor.

Nilüfer İlçe’nin sosyal yardımlaşma anlamında son derece başarılı işlere imza attığı bir gerçek. Özellikle mama fiyatlarının artışı ile birlikte hayata geçirilen ‘bebek market’ projesi bence takdire şayandı.

Tabii bir de CHP Nilüfer’e kazandırılan ilçe binası var. Bina inşaatının Fırat Yılmaz döneminde tamamlanması hayli kıymetli…

Bir oturup konuşma fırsatı bulmuşken, ‘değişim’ kavramından ne anladığına ilişkin soru sormadan olmazdı elbette.

Örgütün pek çok dinamiği gibi CHP Nilüfer İlçe Başkanı Fırat Yılmaz’ın da değişim anlayışı, partinin kuruluş kodlarına dönüşü ile birlikte her kademede ön seçim sisteminin kullanılması ihtiyacı olarak yorumlanabilir.

CHP Nilüfer Cumartesi günü itibariyle yeni ilçe başkanını belirlemek için kongre salonunda toplanacak, adayları dinleyip ardından sandığa gidecek.

Seçmen yapısı itibariyle daha analitik düşünen, oy geçişleri daha az olan Nilüfer’de, Fırat Yılmaz’ın döneminin başarılı bir dönem olduğuna ilişkin açıklamalarını en doğru biçimde yapması, Özgür Şahin’in ise neden siyasete tekrar döndüğünü delegeye iyi anlatması lazım.

Sonrasına sandık karar verecek…

Eğitsek mi, eğitmesek mi?

Eğitsek mi, eğitmesek mi?

Üniversite sınav sonuçları açıklandığından bu yana yakın ve uzak çevremde sürekli olarak konuşulan konu sınav sonucuna göre bir biçimde bir üniversitenin bir bölümüne yerleşme hakkı kazanmış çocukların aileleri tarafından nasıl okutulacağı, daha da önemlisi bu okuma işlemini gerçekleştirmek için gerekli olan barınmanın nasıl sağlanacağı oluyor…

Değinmeden olmaz…

Bir yakınımın kızı Kütahya Dumlupınar Üniversitesi’ni kazanınca ev kiralarının el yaktığı gerçekliğinin yanında barınma sorununun da dağları aştığını öğrenmiş olduk.

Bizim zamanımızda da öğrenci olarak ev kiralamak ve özel yurt seçeneği vardı. Ancak en azından eğitim hayatının bir bölümünü mutlaka devlet yurdunda geçirirdi üniversite öğrencileri.

Günümüz gerçekliğinde üniversite okuyan öğrenci sayısı boyumuzu aşmış, devlet yurdu kapasitesi sınıfta kalmış, hatta bazı üniversitelerin oldukları bölgelerde devlet yurdu bulunmuyorken, benim üniversite okuduğum dönemdeki gibi eğitim hayatının en azından birkaç yılını devlet yurdunda geçirerek aile bütçesini rahatlama olanağı yok öğrencilerin.

Hemen belirtelim Kütahya’da iki oda bir salon evin kirası 6 bin lira…

Hatırlatayım, en düşük emekli maaşı 7 bin 500 lira…

Anneler babalar çoktan yollara düştüler. Bir yandan üniversite kaydı oluşturmaya, diğer yandan çocukları için kalacak güvenli bir yerleşim yeri bulmaya çabalıyorlar.

Dar gelirli vatandaş için üniversite öğrencilerine verilen burslar bir çare olur mu sorusu geliyor akıllara, ama 2023 eğitim yılı için 1250 lira olan KYK bursunu gündeme getiren CHP’li Deniz Demir’in açıklamasına kulak verdiğimizde öğrencilerin bu bursla memleketlerine gidiş dönüş otobüs bileti dahi alamadıklarını görüyoruz.

Sadece barıma koşulları değişmiş değil, üniversitelerin çeşitliliği de değişmiş aradan geçen zamanda.

Bizim dönemimizde sadece devlet üniversiteleri vardı, gündüz eğitim veren ve pek çoğu devam mecburiyeti olan kurumlardı bu üniversiteler. Üniversitelerin her bölümünde kendi alanında uzmanlaşmış profesörler olurdu. Derslerin önemli bir bölümüne de bu hocalar girerler, geniş salonlu sınıflarda ilgiyle onları izleyen biz tıfıl gençleri bilgi sahibi olmak ne demekmiş konusunda detaylıca aydınlatırlardı.

Ülkenin entelektüel, okumuş yazmış, yetişmiş beyinleriydi bu hocalar…

Şimdi üniversiteler gündüz eğitim dışında akşam eğitim veren bölümleri ile birlikte bir de online, yani uzaktan eğitim veren bölümleri ile de öğrencilerin hizmetindeler. Elbette vakıf üniversiteleri de var tabii. Tamamen özel olan, yıllık ödemeleri dudak uçuklatan, ama puanı daha düşük, konforu daha yüksek üniversiteler.

Hooooppp… Bu yıl bir de 34 yaş ve üzerinde olan, şimdiye kadar üniversite sınavına girmemiş kadınlara açılan kontenjanlar meselesi var ki, evirip çevirip hiçbir yere koyamadım bu ayrıntıyı.

Neden 34 yaş ve üzeri? Neden hiç üniversite sınavına girmemiş olma şartı? Hepsinden önemlisi, neden bu iltimaslı durum?

Bu tabloya baktığımda devletin bir biçimde gençlerin eğitim hayatının içindeki varlığı sürsün diye büyük çaba harcadığını görüyorum, ama bunun sonucu nereye varır onu göremiyorum…

Çünkü 6 bin lira kira ile ev tutarak okutmaya çalıştığımız, tüm masrafları ile birlikte bize aylık eğitim maliyeti asgari ücretin çok üzerinde olacak çocuğumuz, yarın öbür gün işe başladığında asgari ücretle çalışacak!

Aynı çocuk lise mezuniyetinden sonra fabrikada vasıfsız eleman olarak çalışmaya başlasa da asgari ücret alacak. Hatta sendikalı falan olursa ya da bir makinenin kullanımında ustalaşırsa iyi bir gelir sahibi olma ihtimalinin de kapısını aralayacak…

Eeee… Hani bu işin karı?

Ben üniversitede çocuk okutma işinin orasından burasından çekiştirirken, AK Partili Eski Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik de boş durmamış ve Serbestiyet’te ‘Eğitim S.O.S. veriyor’ başlıklı bir yazı yazarak;

“Benim dönemimde yüzde 51 olan memnuniyet oranı yüzde 21’lere düştü. Rektörler, çoğunlukla liyakat ve ehliyete göre değil, biat ve sadakate göre atanıyor. Bilimsel araştırma alanında İran’ın bile gerisindeyiz!” demiş…

Meseleyi sürekli değişen bakanların her değişimde personel değiştirmesine bağlıyor Çelik ve bunu yaparken de çok daha acı bir gerçekliği dile getiriyor;

“Bugün Milli Eğitim Bakanlığı’nın kurumsal hafızası olan binlerce yetişmiş eğitim yöneticisi, sonbaharda dökülen gazeller gibi ‘havuza’ dökülmüş durumda. Bu insanlar elini soğuk sudan sıcak suya koymadan, çoğunlukla da evde oturarak maaş alıyor. Artık maaş almak için bankamatiğe gitmeye bile gerek yok. Hesaba yatırılır yaptırılmaz mobil telefon aracılığıyla maaş kullanıma hazır. Zaten artık onların adı ‘Havuz’ personelidir.

Eskiden, üst düzey bürokratlar görevden alındığı zaman APK uzmanı olarak atanıyordu. Her bakanlığın APK birimi, o zaman bankamatik elemanları ile dolu idi. APK’nın açılımı ‘Araştırma, Planlama ve Koordinasyon’ idi, ama uygulamada bu ‘Al Paranı Kaybol’ anlamına geliyordu. Artık APK diye bir birim yok. Şimdi görevden alınanlar ‘araştırmacı’ olarak atanıyor!”

Ülkemizde kaç kişi bu durumda acaba?

Şimdi gelin kısaca özetleyelim; her ay en az bir asgari ücret harcayarak okutmaya çalıştığımız çocuğumuz önümüzdeki süreçte büyük ihtimalle asgari ücretle ya da asgari ücretin biraz üzerinde bir maaşla çalışmaya mahkum hale gelecek, çünkü kendisi gibi üniversite mezunu çok sayıda genç var.

Bu arada devlet ne yapıyor? Her yeni bakan atamasıyla bir kez daha tüm kurumların içini liyakate bağlı olmadan boşaltıyor ve eski zamanın ‘bankamatik memuru’ diye adlandırdığı memurlar yığınına hızla yenilerini ekliyor.

Bizler ülkemizin katma değer üretmesine izin verilmeyen memurlarına her ay tıkır tıkır maaşlarını öderken, bozulan eğitim sisteminin ve yaşanan ucuz işçiliğin acısını çekiyoruz.

Ülkemiz ise bu darboğazdan kurtulmak ve aldığı eğitimin kıymetini bilecek ülkelere gidebilmek için birbiriyle yarışan genç beyinler ülkesi olarak anılır hale geliyor.

Yetişmiş insan göçü verdiğimiz, eğitimsiz insan göçü aldığımız, daha önce de yazdığımız gibi içi boşaltılmış bir ülke olmaya doğru hızla gidiyoruz…

Üniversite eğitiminden nerelere geldik. Zamanında derslerine girme şerefine de nail olduğum, Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın anlatımları gibi oldu.

Nerede başladık, nerede bitirdik…

Benzinle yaşayan insanlar ülkesi

Benzinle yaşayan insanlar ülkesi

Yakın zamanda beni şok eden bir gerçeklikle yüzleştim, sizin de bu gerçeklikten payınızı almanızı isterim. Efendim, tespitime göre biz insanlar aslında hava, su ve çeşitli gıdalarla yaşamıyormuşuz. Modern dünyanın insanlarının temel yaşam kaynağı akaryakıtmış da haberimiz yokmuş.

Benzin fiyatları litrede 40 liraya gelip dayanınca öğrendik ki, tüm yaşam kaynaklarımız aslında benzine bağlıymış. Dolayısıyla bizim gıda ile hava ve su ile yaşadığımızı iddia etmek günümüz şehir hayatında gerçeklikten uzak kalıyor.

Bizler, şehirlerde yaşayanlar, benzinle yaşıyoruz!

Benzin fiyatları arttığında kapımıza gelen içme suyundan, soframıza koyduğumuz ekmeğe, yanına katık ettiğimiz peynir zeytinden, salatalık domatese kadar her şeye zam geliyor.

Bu sıralamaya elbette kişisel bakım ve hijyen ürünlerini de ekleyebiliriz de gerek var mı, emin değilim…

Tüm dünyada bir düşüş eğiliminde olan, ancak bizim ülkemizde ateşi bir türlü sönmeyen gıda enflasyonunun temel nedenlerinden biri de mazota yapılan zamlar elbette.

Çiftçi tarlasına her gittiğinde, tarlasında ürün yetiştirme ile ilgili attığı her adımda mazot kullanıyor. Son olarak üretilen ürünlerin üretildikleri bölgelerden satılacakları noktalara gelmesi için de mazot kullanılıyor tahmin edeceğiniz gibi…

Akaryakıt fiyatları öylesine hızlı artıyor ki, devletin verdiği teşvikler devede kulak kalıyor.

Buradan hareketle söylemek lazım ki, zeytin üreticisi teşvik de alamadığı için darda.

Hemen hatırlayalım; dünyadaki kuraklık nedeniyle üretici ülkelerin darboğaza düşmesinin ardından Türkiye’nin yılın ilk 6 ayında yaptığı zeytin ve zeytinyağı ihracatı, geçen yılın tamamında yapılan ihracatı sollamıştı.

Bir iddiaya göre Tarım Kredi Kooperatiflerindeki zeytinyağı fiyatlarını gören Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın çok sinirlendiği ve vatandaşın yağ tüketebilmesi için ihracat yasağını gündeme getirdiği söylenmiş, sonrasında da iç piyasada artan fiyatları dizginlemek için ihracatçıya ekim ayı sonuna kadar yasak getirilmişti.

Uzun zamandır para kazanamadığı için ağaçlarını bakımsızlığı terk eden zeytinci tam para kazanacakken hevesi kursağında kaldı.

İhracata yasak gelmesi tartışmalara neden oldu.

Yağ üreticileri canlarından bezdiklerini açık eder cümlelerle hükümetin aldığı bu kararı sorgularken, üreticiye elindeki yağı ucuza sattırmanın yolu olarak görülen yasağın fiyat artışlarını durdurmakta bir şey ifade etmeyeceğine vurgu yapıldı.

Üstüne bir de mazota gelen zamlar eklenince, üreticinin bir kez daha darboğaza düştüğünü söylesek pek de yalan olmaz hani.

CHP İznik Belediye Meclis üyesi ve İznik Ziraat Odası Meclis Üyesi olan, aynı zamanda zeytin üreticiliği de yapan Hüseyin Kutlu’nun sosyal medya paylaşımı bu noktada dikkat çekiyor.

Marmara Birlik’e ‘Ortakların mağdur!’ diye seslenen Kutlu, “Neden ülkemizde üretilen bütün ürünlere destek verilirken zeytine verilmiyor? Zeytinin kaderi ne olacak? Zeytin enayi malı mı?” diye soruyor.

Marmara Birlik’in seçim öncesinde üreticilere vaatler verdiğini, ancak sonrasında çiftçinin yanında hiçbir kurumu göremediğini dile getiren Hüseyin Kutlu;

“Mazot olmuş 40 lira insanlar traktörlerinin marşına basamıyor, zeytinlerini sulayamıyor, ilaçlamalarını yapamıyor! Siz neredesiniz, niye destek olmuyorsunuz bu insanlara?” diyerek dillendiriyor şikayetlerini.

Sosyal medya paylaşımı ile yapılan açıklamanın altındaki yorumlar ise ya zeytinciliği bırakacağını ya da pek çok zeytincinin üretimden çoktan vazgeçtiğini dile getiren çiftçilerin feryadı ile dolu.

Zeytin tıpkı fındık gibi ülkemizin bence en stratejik tarım ürünlerinden. Dolayısıyla üreticisinin ve ürünü işleyenlerin devlet tarafından desteklenmesi ve üretimin artırılması son derece kıymetli.

Bu vesileyle hatırlatmış olayım isterim…

Benzinle yaşayan insanlar ülkesinde zeytin üreticisi bir kez daha isyanda!

Bursa’da CHP için yerel seçimin anahtarı o afişte saklı!

Bursa’da CHP için yerel seçimin anahtarı o afişte saklı!

Millet İttifakı’nın kaybettiği, Cumhur İttifakı’nın Meclis çoğunluğunu elde ettiği, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da yeni bir dönem için milletten vize aldığı seçimlerin üzerinden yaklaşık üç ay geçti.

14 Mayıs’ta ilk turu, 28 Mayıs’ta ise ikinci turu gerçekleştirilen seçimler sonrası muhalefet cephesinde ‘ittifak’ bazında derin çatırdamalar kendini gösterirken, en büyük sarsıntı şüphesiz Cumhuriyet Halk Partisi cenahında gerçekleşti.

Önce ittifak bünyesinde yer alan DEVA, Gelecek, Saadet ve Demokrat Partilerinin CHP listelerinden seçime girerek yaklaşık 40 vekil çıkarması, sonra söz konusu vekillerin partilerine dönerek CHP’ye yönelik eleştirilerde bulunması; oy oranını artıran CHP’nin vekil sayısının bu sebepten düşmesi; ittifakın Cumhurbaşkanı Adayı Kılıçdaroğlu’na ilişkin ortaya atılan ilk turda HDP’yle işbirliği iddiası, ikinci turda Kılıçdaroğlu’nun ittifaktaki diğer partilerle görüşmeden Zafer Partisi lideri Ümit Özdağ ile mutabakat imzalaması gündemi hayli meşgul etmişti.

İttifak içerisinde seçim sonrası bir fetret devri yaşanmış, İYİ Parti mevcut tabloda yoluna tek başına devam edeceğini açıklamıştı.

Ama yine de söylemek lazım, siyaset uzun maratondur. İlerleyen günlerde ittifak konusu yeniden değerlendirilebilir.

Hal böyleyken en sert eleştirilerle yüzleşen isim de Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı Adayı ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu oldu.

Seçimin hemen ardından sorumluluğu üzerine alarak görevden çekilmesi beklenen Kılıçdaroğlu, genel kanının aksine genel başkanlıkta kalmayı tercih etti.

Seçim öncesi tüm anketlerde (iddialara göre) ittifakın en az oyu alan ismi olan Kılıçdaroğlu, 31 Mart 2024’te yapılacak yerel seçimler için umutlu konuşuyor, yetmiyor partinin kurmaylarından ve altı dönemdir vekil koltuğunda oturan Faik Öztrak, bu seçimde Konya’yı bile kazanacaklarını söylüyor.

Elbette siyaset iddia işidir. Bakarsınız bu iddia da gerçek olur ancak konumuz bu değil.

Yerel seçimlere 6-7 ay kala CHP tabanının bir kısmı İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu genel başkan olarak görmek istedi. İmamoğlu da bu amaçla bir dizi toplantı yaptı ancak son kararı İBB adaylığı oldu.

Şimdilerde Özgür Özel’in adı geçse de değişim sancısının ardından CHP’de ne doğacak göreceğiz.

Gelelim Bursa’ya…

Hararetli ve değişim mesajları ile öne çıkan Osmangazi İlçe Kongresi’nin ardından bu hafta sonu Nilüfer ve Yıldırım’da kongre heyecanı yaşanacak. Sonrası zaten bildiğiniz gibi il başkanlığı seçimi…

Peki CHP, Bursa’da ne yapar?

Açık konuşmak gerekirse İYİ Parti’nin kendi başına seçime girdiği bir senaryoda CHP’nin 2019’daki gibi bir oy oranını yakalaması zor görünüyor.

Mustafa Bozbey ismi tabanda bir heyecan yaratsa da parti içerisinde sorun yaşadığı isimlerin çokluğu, uyum içerisinde çalışma ihtimalinin az olduğunu ortaya koyuyor.

Hatırlarsınız, 2019’da da Bozbey, dönemin CHP İl Başkanı Hüseyin Akkuş ile görüş ayrılığına düşmüş, seçim sonuçlarının ayrı noktalardan takip edilmesine kadar varan bu süreç belki de Bursa’nın muhalefet açısından kaybına, Kılıçdaroğlu’nun içerisinde bir yara olmasına sebep olmuştu.

2024’te ne olur, şimdiden kestirmek güç.

Ancak aşağıdaki fotoğraf, size partinin içerisinde bulunduğu ruh halini yansıtması açısından fikir verir diye düşünüyorum.

Fotoğrafta CHP Bursa İl Başkanlığı çatısına asılan bir afiş göze çarpıyor.

Afişte “İlk turda salladık, ikinci turda kazanacağız” yazıyor.

Doğru tahmin, afiş üç ay önceki seçimden kalma.

Bozbey, Osmangazi kongresinde yaptığı konuşmada umut vurgusunu öne çıkarmış, Kılıçdaroğlu da tahmin edileceği üzere ‘kolları sıvayarak’ seçim gezilerine başlama kararı almıştı.

Hani diyorum ki;

Hazır kollar sıvanmışken, ‘değişim’ heyecanı CHP’nin başında duman iken, biriniz de çatıya çıkıp şu afişi indirse nasıl olur?

En azından işleri biraz daha ciddiye aldığınızı göstermiş olursunuz.

Bu atalet devam eder ise CHP’nin genel seçimlerde yaşadığı sallantı, yerel seçimlerde esaslı bir yıkıma neden olacak.

Benden söylemesi…

Dikkat! Veteriner hekiminiz bugün iş bıraktı!

Dikkat! Veteriner hekiminiz bugün iş bıraktı!

‘Ahhhh… Ahhh… Beni ne doktorlar, ne mühendisler istedi de ben gitmedim…’

Bu cümledeki nostalji kokusunu aldınız mı?

Bizim çağımızın son zamanlarına rast gelen bu cümlede, yüceltilen akademik meslek sahiplerinin evlenecekleri kişiye de toplumda aynı oranda prestij ve kaliteli yaşam vaadi gizli aslına bakarsanız…

Şimdilerde devir değişti…

Anne babalar çocuklarının topçu, popçu, influencer, youtuber, video içerik üreticisi gibi meslekleri olanlarla evlenmelerini tercih edecek, evlilik öncesinde ‘işin gücün var mı, askerliğini yaptın mı?’ sorularının yerine ‘Kaç takipçin var, kaç tık alıyorsun?’ sorularını soracak hale geldi.

Peki, bizim devrimizin en gözde mesleklerine ne oldu?

Bu köşeden sıklıkla yazdığım gibi, akademik meslekler önce her köşe başına açılan üniversitelerden ihtiyacın çok üzerinde mezun verilerek ve ‘elini sallasan mühendise çarpıyor’ imajı yaratılarak, ardından doktorluk gibi insan yaşamı için kutsal meslek sahiplerine uygulanan şiddete göz yumularak itibarsızlaştırılmaya başlandı.

İş o noktaya geldi ki, ‘mesleğini yapan kişi dayağı yer’ mantığı yerleşti kafalara…

Sağlık sisteminin durumu ile ilgili fikri sorulan vatandaş, ‘Artık doktor dövebiliyoruz, sağlık sistemimiz bu noktaya geldi’ sözünü bir ilerleme olarak anlatır oldu gözümüze bakarak…

Şiddet engellenmedi, mezunlar akın akın gelmeye devam etti ve bu işin ucu elbette yine sağlık sisteminin önemli bir parçası olan veteriner hekimlere de dayandı…

Hatırlarsınız geçtiğimiz günlerde yaşanan şiddet olayını…

Öncesinde ve sonrasında, hayvan severlerden ya da hayvan sevmezlerden, çalıştıkları kurumların yöneticilerinden ya da hasta sahiplerinden ya da sadece vatandaştan, açıklanan ve açıklanmayan pek çok saldırıya, ithama maruz kaldıklarını biliyoruz veteriner hekimlerin.

Hayvan ve dolayısıyla insan sağlığı için çalışmak bu kadar zor olmamalı diye düşünmüşümdür hep…

Tüm bunlar bir yana veteriner hekimler, sağlıkta şiddet yasası kapsamına da girmiyor üstelik…

Bugün itibariyle saydığım bu hak kayıplarına ve yaşananlara dikkat çekmek için veteriner hekimler bir günlük iş bırakma eylemi yaptılar. Elbette tüm sağlık çalışanlarının yaptığı eylemler gibi acil müdahaleler bu eylemin dışında kaldı.

Sonuçta veteriner hekimler de hekim ve onlar için de hasta sağlığı her şeyin önünde gelir…

Veteriner muayenehanelerinin kapılarına, ‘Mesleğimize karşı artan fiziki, psikolojik ve ekonomik şiddete, yok sayılmaya hayır demek için 21 Ağustos’ta kapalıyız’ yazıldı…

Konuyla ilgili tüm veteriner hekim odaları eş zamanlı bir basın açıklaması yaparak anlatmaya çalıştılar meramlarını. Bursa Veteriner Hekimler Odası Başkanı Melike Baysal’ın okuduğu açıklamadaki en çarpıcı paragrafı aktarıyorum size;

“Sağlık çalışanları için düzenlenen yıpranma payı, ek gösterge, maaş iyileştirmesi vb. tüm özlük hakları konularında ve Sağlıkta Şiddet Yasası’nda veteriner hekimler kapsam dışı bırakılmış ve dışlanmışlardır. Meslektaşlarımız büyük umutlarla başladıkları mesleklerini bırakmakta, özellikle genç meslektaşlarımız geleceklerini yurt dışında aramaktadırlar.  Veteriner hekimler, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda Sağlık Hizmetleri Sınıfında tanımlanmıştır, vakit kaybetmeden gereği yapılmalı, veteriner hekimliğin hangi alanında olursa olsun yaptıkları hizmetlerle kamu sağlığını koruyan tüm veteriner hekimler, ‘Sağlıkta Şiddet Yasası’ kapsamına alınmalıdır. Şiddeti oluşturan unsurlar ortadan kaldırılmalı, şiddet tavizsiz cezalandırılmalı, kanunlar ve bilimsel gerçekler önünde sağlık çalışanı olan veteriner hekimlere hakları iade edilmelidir.”

Hak verilmez alınır şiarından yola çıkarak, taleplerin son derece haklı olduğunu, yapılan eylemin de yerinde olduğunu düşünüyorum.

Bugün itibarsızlaştırmak için büyük çaba harcanan bu mesleklerin sahiplerinin bir bir ülkemizi terk ettiklerini bir kez de ben hatırlatmış olayım.

Böyle giderse, önümüzdeki 10 yıl içinde içi beyin göçüyle tamamen boşaltılmış, orman kanunlarının hüküm sürdüğü ve hiç de mutlu mesut yaşayamayacağımız bir ülke olacak Türkiye!

 

***

Bozbey’den mesaj var…

Osmangazi Kongresine ilişkin iki yazı kaleme aldım malum, yazılarımdan ilkini tamamen kongreye ayırdım, ikinci yazımda da kürsü konuşmalarındaki detayları ve değişim taleplerini iletmeye çalıştım.

İlk yazımda aldığım kulisler doğrultusunda CHP Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mustafa Bozbey’in Baran Güneş’i desteklediğine dair bir bilgi paylaşmıştım.

Yazımın ardından beni arayan Mustafa Bozbey, kongrede herhangi bir adayı desteklemediğini, adaylara eşit mesafede olduğunu, bir adayı desteklemesinin de doğru olmadığını vurguladı.

Takdir edersiniz ki,  kulis bilgileri her daim doğru olmuyor. Bizim de kulis adı verilen gizli kapaklı konuşmaları belgesiyle, detayıyla doğrulatma şansımız pek bulunmuyor.

Bu bilgiyi doğrudan Bozbey’den almış olmak benim için de sevindirici oldu. Çünkü CHP ne çektiyse gerginliklerden, küslüklerden çekti şimdiye kadar. Bir bakarsınız milletvekili adayı örgütle uzlaşamaz, bir bakansınız belediye başkan adayı ilçe başkanları ya da il başkanı ile küstür…

Sonuçta örgüt aday için çalışmaz, olan da seçimi kendi desteklediği parti kazansın diye üç dört yılda bir sandığa taşınıp, her defasında umutla bekleyip, hayal kırıklığına boğulan seçmene olur…

Bu kez böyle bir duruma mahal vermek istemiyor anladığım kadarıyla Mustafa Bozbey…

Bir kez daha dile getirelim, Mustafa Bozbey Osmangazi Kongresinde yarışan iki adaya da eşit mesafede olduğunu beyan etmiş ve aldığım kulis bilgisinin doğru olmadığını vurgulamıştır…

Osmangazi’de kürsü konuşmaları…

Osmangazi’de kürsü konuşmaları…

CHP Osmangazi İlçe Başkanını belirleyecek olan yarış çok önemliydi. Zira İl Başkanlığına, oradan da Genel Merkeze uzanacak yapının taşlarını döşeyen en güçlü noktalardan birinin Bursa’nın en büyük ilçesi olan Osmangazi olduğunu siyasetle ilgilenen herkes biliyor.

Tam da bu nedenle kongreyle ilgili izlenimlerimi yazarken işin siyasi yarış kısmını ayrı tutmak ve önce onu ele almak ilk tercihim oldu, fakat gözden kaçırılmaması gereken bir diğer bölüm de kürsü konuşmalarıydı bence.

Çünkü CHP içinde günlerdir, haftalardır konuşulan, hatta CHP dışında da ülkenin en büyük derdi haline gelen, ‘parti içi değişim’ sürecine ilişkin önemli mesajlar verildi Bursa’dan, Osmangazi İlçe Kongresi’nde söz alan konuşmacılar tarafından…

İlk sözü alan, Divan Başkanlığını üstlenen CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Kocaeli Milletvekili Tahsin Tarhan oldu. CHP iç sorunlarını sürekli gündeme taşıyarak ülkenin gerçek gündemi olması gereken ekonomik darboğazı geri planda tutan hükümetin değirmenine su taşındığını söyleyen ve bu konuda da kendisini son derece haklı bulduğum Tarhan, “Eğer bir değişim gerçekleştireceksek biz, Cumhuriyet Halk Partisi’nin kurultayıdır adres!” diyerek çok doğru bir noktaya parmak bastı.

İşin bu kısmında başlıyor işte siyasetin cilveli düğümleri, çünkü partinin genel merkezinde hummalı bir çalışma ile yenilenmeye çalışılan tüzüğün şimdiki hali dahi parti kurultayında genel başkan istemediği sürece onu koltuktan kaldıracak gücü pek de tanımıyor örgüte. Bundan sonrası ne olur Allah bilir…

Tabandan tavana doğru yükselen, ancak tavan pek yükseklerde kaldığından tabanın pek umursanmadığı bu yapının değişmesi ise değişim denilen kavram, o halde nereden başlamak lazım bu çabaya…

Kongrenin ilk konuşmacısı CHP Bursa Milletvekili ve Parti Meclisi Üyesi Orhan Sarıbal oldu. Kulislerde genellikle; konuşma, konuşturulmama, konuşmacı sıralaması gibi münakaşaların içinde olduğu kulaklara fısıldanan Sarıbal, bu kez hiç sorunsuz çıktığı kürsüden seslendi örgüte…

Değişime ilişkin çok da önemli noktalara temas etti…

“Kongrenin başında oy birliği ile seçimin blok liste ile yapılmasını kabul ettik. Bence blok liste tarihe karışmalıdır arkadaşlar… Üyelik başvuruları ilçe ve il yönetimlerinin keyfiyetine bırakılmamalıdır… Dün üye olanlar bugün bana oy versin diye delege yapılmamalıdır… Mahalle delegasyonu özgürleşmeli… Parti tüzüğü yönetimin her aşamasında tam ve eksiksiz uygulanmalı… Parti Meclisi üyeliği 81 kişiden oluşmalı, her ilin bir temsilcisi olmalı ve Parti Meclisi Üyesini İl Kongresinde oylarıyla partililer seçmeli… Her kademede yönetici için önseçim yapılmalı…” önerileri büyük alkış aldı…

Sarıbal’ın en çok alkış alan önerisi ise ‘Delege sistemi kaldırılmalıdır’ önerisiydi. Salonda bulunan delegelerin bu öneriyi ayakta alkışlaması, delege sisteminden örgütün ne kadar ağzının yandığının en açık göstergesi bence…

Sarıbal bu konuşmayı yaparken, örgüt üyelerinin kendisinin neden dördüncü kez milletvekili adaylığını kabul ettiğine ve milletvekili olduğuna dair eleştirileri fısıl fısıl dolaşıyordu etrafta…

CHP Bursa Milletvekili Kayıhan Pala’nın konuşmasını da yabana atmamak lazım. Geçtiğimiz günlerde yaptığım naçizane CHP değişim analizi ile bağdaşan bir yapısı vardı konuşmanın.

“Dile getirilen değişim çerçevesini konuşmamız lazım. Ama isimler üzerinden konuşulmasına karşıyım. Öncelikle sol duruşun daha çok ön plana çıkarılması gerektiğini düşünüyorum. Milletvekilliği için bir zaman sınırlaması getirmemiz lazım iki hatta belki bir dönem dahi yeterli olabilir. Aksi halde gençlerimiz, kadınlarımız kendilerine yer bulamadığı için çekilmektedir. Bir de siyasetin finansmanını açık şekilde konuşmamız lazım. Herkes bu konuyu konuşmaktan çekiniyor, ama konuşmazsak ve bir çözüm bulmazsak, siyaset varlıklı kişilerin yapabildiği bir durum olarak kalacaktır!”

Konuşmanın iki önemli yeri var ki, partinin can damarlarının nasıl da tıkandığına işaret ediyor. Bunlardan biri, sol siyasetin ön planda tutulması gerekliliği, diğeri de siyasetin çok para harcanarak ulaşılan makamların bitmeyen saltanatına dönüşmesi olayı…

Bu iki önemli döngüyü kırabilirse CHP, özüne dönecek diye düşünmekteyim…

Gelelim partinin eli kulağında yerel seçimler için Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olarak yıllar öncesinden işaret edilen ismi Mustafa Bozbey’in konuşmasına.

Aslında kürsüye çıktığında hitabeti son derece iyi olan bir konuşmacıdır Mustafa Bozbey, hani derler ya ‘sahnede devleşir’ diye, kendisi için bu tabiri kullanmak hiç de garip olmaz. Ama bu kez bende pek öyle duygular uyandırmadı konuşması…

Belki de sadece değişim odaklı konuşmalar beklediğimdendir…

Bozbey’in konuşmasında değişim yoktu, daha çok umut vardı.

Belki en çok umuda ihtiyacı olduğundandır bu süreçte…

Bolca, ‘Umudunuzu kaybetmeyin, umudumuzu ayakta tutmalıyız, önümüzdeki seçimleri kazanmak zorundayız…’ kelimeleri ile başlayan cümleler kurdu CHP Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı.

Konuşması sırasında sadece üç merkez ilçenin kongresine katılacağına dair CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile konuştuğunu da söyledi. Şimdiye kadar kongresi yapılmış ilçelere neden gitmediğine yönelik küçük ayrıntılı bir açıklamaydı bence.

Değişime, dönüşüme, partinin gelecekteki yapılanmasına bir destekte bulunmak isteyen tüm üyelerin genel merkeze nasıl bir CHP görmek istediklerine yönelik önerilerini iletebileceklerine yönelik bir bilgi de paylaşıldı. Hazır tüzük değişikliği ile ilgili çalışılıyorken, ülkenin tüm kılcal damarlarına hakim olan tek adamlık hegemonyasını devirmenin tam zamanı…

Adaylık konuşmaları öncesi kürsü seslenişlerini de ele aldığımıza göre, Bursa CHP için kartların yeniden karıldığını, hesapların tekrar gözden geçirildiğini ve seçim akşamından başlamak üzere il kongresine kadar pek çok kez ittifakların yapılıp bozulabileceğini, dolayısıyla kulislerin pek bir hareketli olacağını söyleyelim.

26 Ağustos tarihindeki, zaten kendi içindeki çekişmesi ile şimdiden heyecanı doruğa taşıyan Nilüfer İlçe Kongresini ve 27 Ağustosta sakin bir atmosferde biteceğini düşündüğüm Yıldırım İlçe Kongresinin Osmangazi kongresinden çıkan sonucun ardından çok daha hararetli bir atmosferde geçeceği kanaatindeyim artık.

Son bir not bırakarak yazımı tamamlayayım, kongre salonundaki örgüt üyelerinin neredeyse hepsinin ağzında aynı cümleyi duymak mümkündü bugün;

Keşke parti içi seçimlere çalıştıkları kadar cumhurbaşkanlığı seçimlerine de çalışsaydılar. Şimdiye seçimi biz almış olurduk!’

Başkan Aktaş’tan bir ilk…

Başkan Aktaş’tan bir ilk…

Özellikle yaz dönemlerinde hafta sonları bizler için gündem yok denecek kadar azdır. Bu minvalde cumartesi ve pazar günü Bursa açısından oldukça hareketli idi.

Bu hareketliliğin ilk ayağında Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’ın başkanlık konutu yıkımı daveti var idi.

Dile kolay 63 yılda Bursa’da görev yapan 10’un üzerinde belediye başkanına ev sahipliği yapan emektar ev de resmen boşaltıldı.

Bölgede ilk yıkım gerçekleşti…

Muhtemelen arkası da gelecek…

Ama asıl üzerinde durulması gereken, alanın manevi mimarı Süleyman Çelebi ve çok sayıda ecdadımızın mezarının bulunduğu bu alanda 1960 yılının öncesinde bu konutun yapılması.

Allah korusun şairin ifade ettiği gibi,

 “Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı

Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı”

İşte bu açıdan bakınca oldukça önemli.

Bir anlamda Başkan Aktaş kimsenin yapamadığını yaparak burayı boşalttı, milletin emrine tahsis etti. Gerçi boşaltılması noktasında buranın geçmişini bilenler tarafından da ricalarda bulunulmuş…

O tam o sıra boşaltmayı düşünürken araya pandemi girince biraz uzamış…

Ama sonunda boşaltıp kendi evine geçmiş…

Netice olarak;

Burası, yan taraftaki külliye  ve TÜMSİAD’ın kullandığı alan ile beraber 28 dönüm olarak yakın bir tarihte Millet Bahçesi ve külliye olarak hizmet edecek…

Başkan Aktaş’ın toplantıda ifade ettiği birkaç söz var ki gerçekten akıllarda yer edinmesi gerekiyor. Bu noktada ‘Yerel yöneticilerimize lojmana gerek yok. Bir sonraki dönem var olacak mı, var olmayacak mı bunu düşünmek lazım’ diyerek önemli bir saptama yaptı.

Gerçekten de öyle… İş hayatından siyasi hayata geçen yerel yöneticilerin bir daha aday olmamaları, aday gösterilmemeleri ya da seçime girdiklerinde seçilememeleri durumda hayatlarında beş yıl kopuk oluyor. Bu açıdan bakınca da önemli.

Umarız ki Başkan Aktaş’ın bu davranışı diğer yerel yöneticilerimize de örnek olur, onlar da başkanlık konutunu boşaltır, o alanları kamu yararına farklı bir şekilde kullanırlar…

***

Kısa bir mola…

Yaz tatilinin sonlarına geldiğimiz bu günler yoğun geçen seçim döneminin ardından bizler de oldukça yorulduk.

Yakın bir tarihte yerel seçim süreci başlayacak. Bizlerin de bu sürece daha iyi hazırlanabilmesi için sizlerden kısa bir mola istiyoruz.

Allah nasip ederse 2 Eylül tarihinde buluşmak üzere hoşça ve dostça kalın…

 

Çelikten bu yarışı kazandı!

Çelikten bu yarışı kazandı!

Uzun süredir açığa çıkamayan enerjinin büyümesi sonucu yaşanan patlamanın şiddeti gibi geçiyor CHP kurultay süreci.

‘Önümüzde seçim var, enerjimizi seçime saklayalım’ denilerek bastırılan örgüt, enerjisini boşaltmak, yani tepkisini göstermek için önce delege seçimlerini kullandı, şimdi de ilçe kongrelerinde benzer sahneleri yaşıyoruz.

Ortada kaybedilen bir seçim ve bu kaybın sorumluluğunu üstlenmeyen makam sahiplerinin olduğu gerçeğini de unutmamak lazım. Kısacası, yaşanan üzüntünün yöneltileceği bir adres yok. İşin içine bir de nereyi nasıl basamak yaparak nerelere ulaşırım derdiyle hareket edilerek peşinde koşulan delegelik, ilçe başkanlığı, il başkanlığı gibi makamların belirlendiği kongre süreci girince yaşanan gerginliklere şaşırmamak gerekiyor.

İlk olarak İl Yönetiminden Yaşar İlbay, Cengiz Çelikten’in ekibinden Burak İleri’ye yumruk attı iddiası geldi gündeme. Konunun iddiadan daha öte olduğu, tarafların darp raporu ile birlikte şikayette bulunduklarını öğrendik sonra. İşin daha da ilginç olan yanı, Çelikten ekibinden olan Burak İleri’nin CHP Eski İl Başkanı İsmet Karaca’nın bu konuyu alevlendirdiğine, hatta tehditler savurduğuna dair iddiaları…

Buradan çıkarabileceğimiz sonuç şudur ki; İsmet Karaca Çelikten ekibinin karşısında açıkça taraf olmuşa benziyor.

Bir diğer gerilim de Atatürkçü Düşünce Derneği Bursa Şubesi’nin eski başkanlarından Nedret Yayla kürsü konuşmasında ‘seçimi HDP ile iş birliği yaptığımız için kaybettik’ deyince yaşandı. Salonda tansiyon hayli yükseldi, Yayla salonu terk etmek zorunda kaldı.

Bunlar işin daha aday konuşmaları yapılmadan önceki kısmı aslında…

Adayların salona ve birbirlerine yönelik konuşmalarında da iddialı cümleler vardı…

İlk konuşmayı ‘örgütün adayıyım’ sloganıyla yol yürüyen Cengiz Çelikten yaptı. Kura çekmişler, hatta dört adaylı bir yarışma olacağını düşündükleri süreçte kura çekmişler, ilk konuşma sırası Çelikten’e çıkmış…

Çelikten’in konuşmasını bir kelime ile özetle deseniz ‘YOKTUNUZ!’ derim size…

Çünkü üzerinde ısrarla vurgu yapılan konu buydu. CHP Osmangazi İlçe örgütünün uzun süredir yok oluşu…

Binasıyla, eylemsizliğiyle, sessizliğiyle…

Çelikten daha görünür bir lokasyon, daha görünür bir eylemlilik ve daha görünür bir örgütlülük vaadinde bulundu…

Bunu yaparken öyle sessizce de yapmadı.

Konuşmasında hayli heyecanlıydı. Rakiplerinin örgütün içine son derece iyi nüfuz etmiş kişiler olduğuna, dört koldan ablukaya alınmış haldeyken bir seçim mücadelesi verdiğine vurgu yaptı.

Hiç çekinmeden İl Başkanı Turgut Özkan dahil, partinin tüm ağır toplarının delegeleri aradığına, adayları için oy topladığına ilişkin iddialarda bulundu. Bu iddiaları elbette bizler de duyuyorduk kulislerde, ancak sonuçta iddiadır bahsi olunan…

Kulislerde her konuşulanı buralara yazsak…

Sıra Baran Güneş’e geldiğinde son derece profesyonel bir tanıtım hazırlığı yapıldığını, Baran Güneş’in kariyerine yönelik ciddi bir lansmanla karşı karşıya olduğumuzu anlamamız uzun sürmedi.

Güneş’in konuşmasının ilk cümlesi de böyle başladı zaten; “Ben isterdim ki, bu konuşmalarda adaylar kendilerini tanıtsınlar, karşılarındakilere iftira atmasınlar…”

Kariyeri gerçekten dolu dolu bir avukat olan Güneş’in kendisini tanıtması sırasında hafiften bir rakibini ezme, hatta ileri gidersek biraz da suyunu çıkarma durumu hissettim, ama sonuçta bu iki adayın arasındaki bir meseledir, fazla da karışmamak gerekir…

Cengiz Çelikten, Baran Güneş için, ‘İsmet Karaca’nın ve Mustafa Bozbey’in adayıdır’ derken, Baran Güneş de “Genel Merkezden gelen bir üst akılla aday çıkarıyorlar. Biz yönetime geldiğimizde Osmangazi Belediye Başkanı kim olsun diye örgütümüze soracağız. Eğer örgütümüz bu makama iki kere aday olmuş, iki seçimi de kaybetmiş bir ismi yine aday olarak görmek isterse, biz onun için yine çalışırız” ifadeleri ile Cengiz Çelikten’in Erkan Aydın’ın adayı olduğunu, Aydın’ın Osmangazi Belediye Başkan Adaylığı sürecinde örgütle paralel çalışmak için kendi adayını desteklediğini iddia etti…

Şimdi kafanızı yeterince bulandırdıysam, gelelim dananın kuyruğunun koptuğu yere…

Divana sunulan imzalara bakıldığında Cengiz Çelikten’in listesi 186 imza toplamıştı, Baran Güneş’in listesine imza atanların sayısı ise 224 olarak görünüyordu.

Çelikten kürsüden delegelere şöyle seslendi; “Divan başkanımız imza sayıları toplandığında delege sayımızın üzerinde bir imza olduğunu söyleyerek fazla olan delege sayısını ikiye bölmeyi önerdi, ancak ben kabul etmedim. Çünkü bize imza atan arkadaşlarımız gönülden biziz destekleyenlerdir. Biz öyle rica ile eski belediye başkanlarının, il başkanlarının telefonları ile imza toplamadık

İşin bu kısmı önemli, çünkü son noktada bana gelen kulis bilgileri arasında, ‘Oyunuzu bize vermeseniz de bari imzanızı bizim listemize atın’ ricalı telefonlar ile delegelerin arandığı söylentileri çoğunluktaydı.

Sonuç olarak Baran Güneş’in “Seçimi kim kazanırsa kazansın Cengiz Çelikten benim abimdir, biz bu salondan abi kardeş olarak ayrılacağız, Cumhuriyet Halk Partisi kazanacak” sözleri umarım yerini bulur.

Çünkü 197 delegenin oyunu alan Cengiz Çelikten CHP Osmangazi İlçe’nin yeni başkanı oldu

Bundan sonrasında bu derece eleştirilen yönetimlerden neyi farklı yapacağı konusunda ciddi gözlem altında olacak Çelikten. Kendisinden önceki yönetimlerden çok daha zor olacak işi…

Bir kez daha hayırlı olsun…

NOT: Cengiz Çelikten’in kürsüden eşini anons ederken ve eşine teşekkür ederken gözlerinin dolması ve sesinin titremesine zor mani olması bir kadın olarak beni çok etkiledi doğrusu. Umarım bundan sonraki süreçte CHP’nin kadınlara daha çok değer veren ve kadın üyeleri ile genç üyeleri ile barışan bir Osmangazi İlçe örgütü olur…

Vatandaşın bacasız ekonomi ile ilgili önerileri

Vatandaşın bacasız ekonomi ile ilgili önerileri

Dün yazdığımız yazıda Bursa’nın artık bacasız ekonomiye ihtiyacı olduğunu kaleme aldık. Yazdığımız yazının ardından bazı okurlarımız geçmişte yazdığımız bir yazımıza vurgu yaparak düşüncelerini bizimle paylaşmışlar.

Geçmişte kaleme aldığımız yazımızda özellikle şöyle bir önerimiz olmuş:

Bursa’nın sahilleri Eşkel ve Esence, Ayvalık’ın Sarımsaklı sahillerine alternatif olabilir, demişiz.

Öneri olarak da mevcut sahili değil, köy içini (mahalleleri) turizm bölgesi ilan ederek bunu sağlamak mümkün, diye önerimizi kaleme almışız.

Gerçekten de öyle…

Sarımsaklı sahillerine en yakın kum plaj özelliğine sahip sahiller Mudanya’nın sahilleri. Bugün yukarıda yazdığımız gibi Esence, Eşkel sahillerinin kumu birçok yerde yok.

Ama bu kumu yeterince pazarlayabiliyor muyuz?

Bu sorunun yanıtı kocaman hayır…

***

 

Bugün gerek Mudanya gerekse diğer sahillerimizde yapılaşmaya gitmeden köy içinde bazı alanları zeytinlere zarar vermeden plan değişikliğine gidilerek buraları turizm bölgesi ilan edilebilir…

Ama bunu isteyecek irade lazım…

Laf ebeliğine ve rant peşine girmeden ya da rantını Bursa yiyecek şekilde bölgeye yeni turizm tesisleri, oteller kazandırmak mümkün…

Hatta kurulacak tesisler yap işlet devret modeline arsa tahsisi yapılıp 29 ya da 49 yıllığına verilir.

Sonrasında ise ilgili belediyeye devrolunabilir….

Bu sayede bölgenin turizmden aldığı pay da yükselir, rantı da yerel yönetimlere kalmış olur. Sahil kenarında bulunan eski tip barakalar da farklı bir şekilde hizmet vermeye başlayabilir.

Bu örnekleri, Gemlik’teki Küçükkumla, Kurşunlu ve sahili olan köylerde de uygulamak mümkün.

Ama üzerinde biraz kafa yormak gerekli…

***

 

Bunun yanı sıra diğer bir bacasız ekonomi modeli olarak bir okuyucumuz da Bursa’nın bazı bölgeleri doğal film platosu, buraları daha iyi pazarlayabilir, çekilen dizi ve filmlere cazibe merkezi yapabiliriz diye düşüncesini aktarmış.

Bu da makul öneri…

Geçmişte Kınalı Kar dizisi ile Cumalıkızık’ı ülke genelinde duymayan kalmadı. Şu an günü birlik başta olmak üzere Bursa’ya ziyarete gelen şehir dışından misafirlerin gezmek istedikleri yerlerin en başında geliyor.

Benim de kişisel kanaatim Bursa artık sanayiye doymuş…

Rotasını bacasız ekonomiye çevirmek istiyor.

Ama bu noktada kendine yol gösterecek birisi yanına gelmediği için bekleyip duruyor.

Kim bilir 2024 yılında gerçekleşecek yerel seçimlerde adayların seçim vaatlerinde bu yazdıklarımız ilk sırada yer alır.

Biz bekleyip, takip edelim…

CHP’nin değişim analizi

CHP’nin değişim analizi

CHP delege seçimlerini tamamladı, kongre sürecine girdi ve önümüzdeki süreçte örgütün görevlendirdiği delegenin örgütün bazı kesimlere göre ‘öfke’ ile dillendirdiği ‘değişim’ kavramından yana mı tavır alacağını, yoksa eski hamam eski tas düzenin devam mı edeceğini göreceğimiz günler geldi…

Bir yandan da henüz ilçe başkanlıkları için adaylıkların açıklandığı, il başkanlığına adaylık koymayı düşünenlerin dahi havayı kokladığı süreç, genel başkanlıkta Kemal Kılıçdaroğlu’nun karşısına birilerinin çıkıp çıkmayacağı konusunda bize fikir vermekten çok uzak aslında.

Hatta genel başkanlık yarışının ne zaman yapılacağı bile havada…

Yani değişim diye inleyen örgütün ve CHP seçmeninin taleplerinin ne kadar dinlendiği, ne kadar ‘tıpış tıpış…’ vakalarına yenilerini ekleme hevesinde olunduğu muamma…

Bütün bu belirsizliğin içinde partinin asıl sorununun ne olduğuna ilişin CNN Türk ekranlarında dinlediğim şahane bir analizi, üzerinden zaman geçmiş olsa da sizinle paylaşmak isterim.

CHP’nin ağır toplarından, görmüş geçirmişlerinden bir isim olan, hatta 2010 yılında kısa bir dönem partinin başına da geçen ve 2011 yılında aktif siyaseti bırakma kararı veren Kemal Anadol’un benim de çok katıldığım, karmaşık düşüncelerimin toparlanmış halinin seslendirilmesi olarak gördüğüm analizin ilk etabı şöyle başlıyor:

Sayın Kılıçdaroğlu’nun istifasını istemek asla ona hakaret anlamına gelmez. Çağdaş dünyada seçimi kaybeden liderin ayrılması bir uygarlık, demokratlık, görgü ve en önemlisi sorumluluk göstergesidir. Buna ters bir uygulama antidemokratik bir görünüm sergilemekte ve kamuoyunda olumsuz etki yaratmaktadır.”

Son dönemlerde Kemal Kılıçdaroğlu’nun parti içi kargaşadan uzaklaşabildiği ölçüde yapmaya çalıştığı ‘Ana Muhalefet Partisi Liderliği’nin neden vatandaş nezdinde inandırıcılıktan bu kadar uzak kaldığını bu cümlenin yeterince iyi açıkladığını düşünüyorum.

Bir de benim sıklıkla merak ettiğim ve herkesin dilinde olan, ancak söylendikçe içinin boşaldığını, düşündüğüm ‘değişim’ konusu var.

Anadol, “Değişim tartışması olumludur. Ama en tehlikeli yanı değişim kavramının içinin boşaltılmasıdır. CHP’de değişim, kişilerin ve kadroların yer değiştirmesinden ibaret değildir; olmamalıdır. Aksi halde bunun adı eskiden beri olduğu gibi hizipler mücadelesinden ibaret kalır. CHP’nin sorunu yapısaldır. Değişim ancak bu yapının yenilenmesiyle gerçekleşir” diyerek açıklıyor bu konuyu.

Burada bana kalırsa iki türlü değişimden bahsetmek mümkün. İlk olarak partinin ağır toplarının, yıllardır söz söyleyenlerinin, yıllardır yönetimde olanlarının, o koltuktan kalkıp bir başka koltuğa oturarak bir döngü varmış gibi gösterip aslında hep aynı grup içerisinde parti yönetimini tutanların, hani şu sesinin tınısından, şivesinden, kurduğu cümlenin yapısından kim olduğunu artık ezbere söyleyeceğimiz isimlerin değişmesinden bahsediyorum.

Kemal Anadol bu yapıyı en özlü ve en güzel biçimiyle şöyle özetliyor:

“Siyasi geleceğini ve siyasal yazgısını tamamen genel başkana bağlamış olan bir kadro var. Bunlar belediye başkanlarını seçiyorlar. Belediye başkanları da işe adam alma, ihale gibi işlere giriyor. Türkiye’de bunu bilmeyen yok! İster iktidar belediyesi ister muhalefet belediyesi olsun. Dolayısıyla il kongrelerine onlar egemen oluyor ve mahalli delege seçimlerinden itibaren ilçe, il kongrelerine belediye başkanları doğrudan ya da dolaylı müdahale ediyorlar ve kurultay delegelerini seçtiriyorlar. O kurultay delegeleri de genel başkanı ve oligarşiyi seçiyor. O genel başkan da belediye seçimlerine katılacak adayı yani belediye başkanını belirliyor. Tam bir saadet zinciri! Bunun demokrasiyle falan alakası yok. Tüm partilerde bu durum böyle. Buna CHP’de dahil!”

Nasıl olacağını bilmem, ama ben bu yapının değişmesini isteyenlerdenim…

Kırılsın artık saadet zincirleri…

Değişimin ikinci aşaması ise partinin ülke ve dünya sorunlarına bakış açısının sürekli kayan eksenini yeniden kuruluş ayarlarına çevirmek yönünde olmalı bence. Anadol CHP’nin sol bir parti olarak kurulduğunu üzerine basa basa belirtirken şöyle diyor;

“Değişim derken bana yönetim anlayışında neyi değiştireceğinizle gelin. Sol bir parti ücretsiz eğitimi savunur, ücretsiz sağlığı savunur, işçinin emekçinin ve emeklinin belli bir hayat standardını korumasını savunur, tüketim değil üretim toplumunu savunur, ülke gelirlerinin hakça adaletçe paylaşımını savunur…”

Günümüz Türkiye’sinde çıkar ilişkileri böylesine iç içe geçmişken, ‘paranın dini imanı yok’ cümlesi hiç bu kadar anlam yüklü olmamışken Anadol’un söylediği ve benim de gönlümden geçen bu anlayışla ülkeyi yönetmek için yola çıkacak bir CHP gemisini görür müyüz limanda?

Emin değilim…

Tam da buradan hareketle ve özetle, önümüzdeki süreçte ‘değişim’ kelimesinin anlamını değiştirme yönünde bir yol izleneceğini düşünüyorum. Tekrarlanma sıklığı nedeniyle zaten giderek anlamını yitirmeye başlayan kelimeden, yönetenlerin işine gelecek bir değişim anlayışı ortaya koyularak yararlanılacak gibi.

Kısaca böyle giderse partinin değişeceği yok, değim dejenere edilerek, anlamı kaybettirilerek, hatta belki komik hale getirilerek, tereyağından kıl çeker gibi sıyrılıverecek işin içinden koltuk ve makam sahipleri bir kez daha…

Bursa’da artık bacasız ekonomi tütmeli

Bursa’da artık bacasız ekonomi tütmeli

Gerçek olan şu:
Bursa kent olarak sanayide alacağı yükü aldı. Bundan sonrası kent için hayra alamet olmaz.
İstisnası savunma sanayi, yerli otomobil ve havacılık endüstrisi.
Yerli otomobil TOGG üretime başladı, bu üretim ilerleyen süreçte daha da artacak…
Bunun dışında havacılık sektörü ile ilgili çalışmalar devam ediyor.
Keza savunma sanayiinde çip üreten firmalar var.
Bunlar önemli…
Yeter mi yetmez…
O zaman yapılması gereken amaları kaldırarak çalışmalar yapılmalı.

***

Onlardan ilki;
Sağlık turizmi
Bu konuda çalışmalar yapılıyor, fakat hâlâ henüz istenilen sonuca ulaşılmış değil.

Bu konunun desteklenmesi ve prosedürlerin azaltılması gerekiyor.
Yine bir başka gelir kaynağı içinde, eğitim sektörüne yönelik yatırımlar olabilir.
Bugün misal olarak;
Avrupa’nın en küçük ülkesi Malta‘nın en önemli gelir kaynakları arasında turizm gelirleri yer alıyor. O kalemin içinde de İngilizce kurslarından elde edilen gelirler var.

Yine;
Britanya üniversitelerinde resmi rakamlara göre 500 binin üzerinde yabancı öğrenci bulunuyor.
Ortalama bir öğrencinin okul harcı 8 bin pound…
Hesabı siz yapın…
Bir de buna dil okulu için gelenleri düşünün…
O zaman bacasız ekonomi gelirini hesap etmeye hesap makinesi yetmez.

Öte yandan,
ABD ve Avustralya da bu noktada önemli gelir kaynağına sahip diğer ülkeler.
Yine ülkemizden her yıl ortalama 100 bin öğrencinin çeşitli amaçlarla yurt dışına eğitim görmeye gittiği biliniyor.
Ortalama eğitim için ödenen rakamın 2 milyar dolar olduğu tahmin ediliyor.
Bir anlamda baktığımızda bunun en az dörtte biri de ülkemizden döviz olarak gidiyordur.
Bu örnekleri çoğaltmak mümkün…

***

O zaman bizim hükümetimiz ne yapmalı?
Özel eğitim bölgelerini teşvik etmeli.
Hatta olaya sanayi bölgesi gibi bakarak, özel üniversite kurulmalarını teşvik etmeli.
Hatta bazı bölümlerde sadece yabancı öğrencilere eğitim verilmeli.
Bu sayede ülkeye önemli gelir kaynakları elde edilebilir.
Bursa özelinde ise;
Gerek Uludağ Üniversitesi gerekse özel Mudanya ve BTÜ’de yabancı öğrenciler var.
Fakat yeterli değil.
Bu sayı daha da artmalı.

Teşvikler verilmeli, tanıtımları sağlanmalı…
Yine alternatif olarak;
Kıyı şeridinde bazı bölgelerde eğitim yaz kampları şeklinde dil kursları düzenlenebilir.
Buralarda hem dil öğretilir hem ülkemiz tanıtılır hem de önemli bir gelir kaynağı elde edilir.

Geçmişte Limosollu Naci’nin Kastamonu’nun Abana ilçesinde yazın dil kurslarını açtığını duymuştum.
Bursa’nın sahillerinde neden bu tür çalışmalar olmasın…
Velhasılı çok lafın özeti artık bundan sonra Bursa’da artık bacasız ekonomi tütmeli…
Bu noktada iş milletvekilleri ve yerel yöneticilerimize düşüyor.
Biz önerimizi bu köşe aracılığıyla iletelim.
Karar onların…

Bir Bursa var bende benden içeri

Bir Bursa var bende benden içeri

Türkiye yakın tarihinde deprem gerçeğinin en acımasız yüzüyle 17 Ağustos’ta karşılaştı.

Mesleğinin ilk yıllarını yaşayan genç bir muhabir ve genç bir anne olarak o geceyi ve sonrasında deprem bölgesi olarak adlandırılabilecek tüm noktalarda geçirdiğim bir haftayı hafızamdan asla çıkaramayacağımı öğrendim artık.

Belki de bu nedenle, en azından yaşadığım şehri ve şehrin sade vatandaşlarının insanca yaşam haklarını savunmak benim için çok önemli…

Böylesi hüzünlü bir duygusallık içinde katıldım, Türk Mühendis ve Mimar Odaları birliği Bursa İl Koordinasyon Kurulu tarafından düzenlenen 17 Ağustos depremi anma programına.

17 Ağustos itibariyle mezarların üzerine dökülen kireç tozlarından arta kalanların hafızalarımızın üzerini örttüğünü ve deprem gerçekliğini o saniye unutmaya başladığımızı düşünerek geçen 24 yılın ardından, ülkece suratımızda patlayan 6 Şubat depremleri tokadı ile şöyle bir silkelendiğimizi ve kulağımızın üzerine yatarak yapmadıklarımızı biraz da yerel seçimlerin ittirmesi ile yapmaya başladığımızı söylesem yalan olmaz herhalde.

Bu minvalde Akademik Odalar, üniversiteler ve yerel yönetimler işbirliği ile başlatılan bazı protokoller vardı. İKK Sekreteri Şirin Rodoplu Şimşek’in sorulan sorulara verdiği yanıtlardan çıkardığım özetle şöyle söyleyebilirim; Bursa Büyükşehir Belediyesi ile imzalanan protokolden özellikle şehrin riskli yapı stoğu yoğun mahalleleri ile ilgili çalışmalara yönelik sonuçlar çıkmaya başlamış. Önümüzdeki birkaç hafta içinde sonuçlar bir lansmanla hem basına hem de şehre duyurulacak.

Merakla bekliyorum bu toplantıyı…

Ancak işin bundan sonrasında nasıl bir yol izlenir, bahsi edilen mahallelerde bir kentsel dönüşüm çalışması başlayabilir mi, başlasa bu çalışma iyi bir sonuç verir mi, tüm bu konular ayrı ayrı değerlendirilmesi gereken başlıklar.

Zira Bursa’nın hali hazırda kentsel dönüşüm için rezerv alan olarak kullanabileceği, Büyükşehir Belediyesi’ne ait arsalarının uzun süredir parça parça satıldığını, seçimlerin yaklaştığı şu canım günlerde satışların daha da bir hız kazandığını, hatta bir yanlış anlaşılma nedeniyle benim de bu arsalardan birinin alıcısı sanıldığımı daha önceki yazılarımda kaleme almıştım. Ben yazmadığım süre boyunca bu satışların devam ettiğini de biliyorum…

Çünkü kim durduracak ki bu satışları!

Buradan varmak istediğim nokta şudur; Bursa Büyükşehir Belediyesi bir rezerv alan kullanarak domino etkisi yaratıp kentsel dönüşümü bütüncül bir plan doğrultusunda parça parça yürütmek yerine, parsel bazlı planlardan kendisine konut stoğu yaratarak rezerv oluşturmaya çalışma yoluna gitmekte ki; bu yolun çıkmaz bir yol olduğunu aklı fikri yerinde olan herkes dile getirir herhalde.

Satılan arsaların satışının da Büyükşehir Belediyesinin yaptırdığı işlerden borçlu olduğu müteahhitlere yapıldığı iddiası var ki, tadından yenmez…

Bir diğer taraftan da bugünkü toplantıya katılamayan Şehir Plancıları Odası Bursa Şube Başkanı Murat İlkme’nin ilettiği mesajda olduğu gibi, ‘baştan yanlış planlanmış bir şehirde’ küçük kurtarma operasyonlarının peşindeyiz aslında hepimiz…

İşin daha da ironik tarafı, Jeoloji Mühendisleri Odası Güney Marmara Şube Başkanı Engin Er’in sıklıkla dile getirdiği ve bu toplantıda da dile getirmekten çekinmediği fay hatları konusudur bence. Şöyle düşünün; kentsel dönüşüm çalışmaları sürecinde imar planlarına halen fay hatları işlenmediği için, belki de depreme dayanıksız bina yerine depreme dayanıklı diye yapılan binanın fay hattı üzerine inşa edilebilme ihtimali var gündemimizde…

Yine Engin Er’in üzerinde hassasiyetle durduğu bir başka konu da 2040, belki de 2050 Çevre Düzeni Planının hazırlanıp onaylanması ve bu bütüncül plan çerçevesinde kentsel dönüşüm çalışmalarının yürütülmesi.

Elbette bu görüşe tüm akademik odalar katılıyor, ama malum, plan şimdilik askıda…

Daha doğrusu Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş tarafından ‘Biz bu planı yapamıyoruz!’ denilerek plan üzerindeki çalışmalar durduruldu. Güya 2023 yılına girilmeden plan onaylanacak yürürlüğe girecekti…

Sebep de gayet açık ortada aslında. Şehrin içinde söz sahibi odakların birbiri arasındaki rekabette anlaşamadıklarından ve işin bu ucu yerel seçimler öncesinde bir çirkinlik yaratmasın diyerekten, askıya alındı plan çalışmaları.

Belki de bundan sonra hiç böyle bir planımız olmaz.

Belki de kendi ileriye dönük bütüncül planını yaptığı için planlama konusunu kendi merkezinden yürütebilme ayrıcalığını ele geçirmiş olan Bursa’nın kıymetli rantını daha rahat kullanmak üzere, şehrin Ankara merkezden planlaması birilerinin daha çok işine gelir…

Çünkü 2020 Çevre Düzeni Planı yavaş yavaş geçerliliğini yitirmeye başladığından bu yana işler bir miktar bu yönde yürüyor ve bu durum bazı çevrelerin çok daha kolayına gidiyor…

Koltuk altına alınan dosyalarla tutulan Ankara ili Bakanlıklar mevkii yollarını hatırlatmak isterim…

Sonuçta, 17 Ağustos 1999 ve 6 Şubat 2023 tarihlerinde yaşadığımız büyük depremler ve acı kayıpların artık bizi uyandırması ve Bursa’nın bu konuda gerçekçi ciddi adımlar atması gerekiyor.

Ben bu ciddi adımlar kısmını sadece yerel yönetimlerden beklemiyorum, muhalefetin de ciddi adımlar attıracak tutumda ve kuvvette olması, olamıyorsa bir araya gelerek güçlü bir itme etkisi uyandırması şart…

NOT: 19 Mayıs tarihinde Atatürk Anıtı önünde açıklama yapmalarına müdahale edilmek istenen, 24 Temmuz tarihinde Atatürk Anıtı önünde yapacakları açıklama engellenmeye çalışılan ADD, Eğitim İş ve Birleşik Kamu İş, 30 Ağustos Zafer Bayramında bahsettiğim itme etkisini uyandırmak ve kimin kime dişinin geçebileceğini göstermek adına bir güç birliği oluşturmaya çalışıyor.

Kendi deyimleri ile Atatürk Anıtına sahip çıkma girişimi olarak çıktıkları yolda birliğin gücünün nereye varabildiğini göstererek bir şehri uyandırmalarını yürekten diliyorum.

Yoksa Bursa yattığı bu tatlı kış uykusundan uyandığında ne başında damı, ne ayağının altında toprağı kalacak…

 

 

 

 

 

Bursa’da toplu taşımada ‘HO’ dönemi

Bursa’da toplu taşımada ‘HO’ dönemi

Bursa’da şehir içi toplu taşıma ile ilgili düzenleme yetkisi BURULAŞ’ta.

Mevcut durumu değerlendirdiğimizde toplu taşımada belediyeye ait olan otobüsler, BURULAŞ’a ait olan otobüsler, M plakalı ve yüzde usulü ihale edilen halk otobüsleri faaliyet göstermekte…

Koordinasyon görevi de BURULAŞ’ta…

Bunun yanı sıra İnegöl, Mustafakemalpaşa ve Karacabey gibi bazı ilçelerde de BURULAŞ uhdesindeki kamu ya da özel sektörün elindeki araçlarla toplu ulaşım sağlanmakta…

Bursa genelinde toplamda 2 bin 280 araç BURULAŞ’ın koordinesi ile çalışıyor.

Bu minvalde değerlendirdiğimizde toplamda 510 M plakalı araç, diğerleri de ya özel halk otobüsü ya da BURULAŞ veya Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne ait otobüsler.

Daha da ayrıntılı olarak değerlendirecek olursak, “BURULAŞ’a ait otobüs sayısı 516 iken, Özel Halk Otobüsü 499, Alt İşletici 391, ilçelerde faaliyet gösteren toplu taşıma araç sayısı 874.”

Genel olarak değerlendirdiğimizde içlerinde resmi plaka da resmi olmayan plaka da M plakaları da mevcut.

Bu dağınıklığı giderme adına mayıs ayı içerisinde gerçekleşen toplantıda, İçişleri Bakanlığı İller İdaresi Genel Müdürlüğü’nün geçmişte aldığı bir tavsiye kararı gündeme geldi.

O karar bütünleşik bilet sisteminin uygulandığı illerde HO plakalarına geçme kararı idi.

Genel hatları ile bütünleşik bilet sistemi Bursa’da uygulanıyor.

Bundan dolayı da Bursa özelinde bütünşehir sınırlarında faaliyet gösteren BURULAŞ koordinasyonunda çalışan araçlarda HO plakalarına geçme kararı alındı.

Bütünleşik bilet sistemine dahil olan toplu taşıma araçlarının bu yıl sonuna kadar belirli şartların sağlanması durumunda HO plakaya geçmesine kararlaştırıldı.

Alınan kararla,

Osmangazi, Nilüfer, Yıldırım ve Kestel’de toplu taşımaya kayıtlı araçlara HO plakalarından ayrılan numaralar 1000-4999 arası,

Gemlik’te 5000-5499,

Mustafakemalpaşa’da 5500-5999,

İnegöl’de 6000-6499

İznik’te 6500-6999

Karacabey’de 7000-7499

Yenişehir’de 7500-7999

Mudanya’da 8000-8499

Orhangazi’de 8500-8999

Keles’te 9000-9249

Orhaneli’de 9250-9499

Büyükorhan’da 9500-9749

Harmancık’ta, 9750-9999 numaraları arası HO plakaları tahsis edildi.

Çok büyük aksilik olmaz ise önümüzdeki sene toplu taşımada Bursa yollarında HO plakalı araçları göreceğiz.

Ama asıl merak ettiğim ise özel statüleri olan M plakalı araçların ne olacağı…

Onu da bekleyip, göreceğiz.

Ne diyelim şimdiden hayırlı olsun…