AK Parti’de ilçe başkanları tamam ve bir detay

AK Parti’de ilçe başkanları tamam ve bir detay

Yerel seçimlerde en çok konuşacağımız siyasi partilerin başında AK Parti olacak.

İşte bu açıdan bakınca yerel seçimlerde aday adayı olmak isteyen AK Parti ilçe başkanları arasında görevini bırakanlar vardı.

O isimlerin yerine kimin geleceği merak konusu idi.

Gerçi biz konu ile ilgili olarak yaklaşık bir hafta öncesinde Yıldırım İlçe için bu köşede İrfan Akkaya isminin öne çıktığını kaleme almıştık.

Ve o atamalar gerçekleşti.

Daha önce yazdığımız gibi;

Yıldırım’a İrfan Akkaya ilçe başkanı olarak atandı, görevi de AK Parti Teşkilat Başkanı Erkan Kandemir’den aldı.

Akkaya’nın ardından görevlendirme yazısı alan diğer isimler de şunlar oldu:

Gemlik İlçe Başkanlığına Tevfik Yılmaz atanırken, Mustafakemalpaşa İlçe Başkanlığı görevine Mutlu Turgut, İznik İlçe Başkanlığı görevine İnanç Şahin, Karacabey İlçe Başkanlığı görevine Gültekin Saygısever getirildi.

Partilerini önümüzdeki yerel seçimlere hazırlayacak olan yeni ilçe başkanlarının, görevlendirme yazılarının ardından yönetim kurulu üyelerini oluşturmak üzere çalışmalara başladıklarını da ifade edelim.

Muhtemelen yeni yönetim kurulları da birkaç güne kadar açıklanır.

Hayırlı olsun…

Bu arada, söz AK Parti’den açılmış iken bir detaydan daha bahsedelim.

Önceki yıllarda AK Parti’de il yönetimlerinde görev yapan, mali işler başkanlığı görevinde bulunan isimlerden biri de Mehmet Babacan idi. Babacan, önceki yıllarda ani kalp krizi sonucu hayatını kaybetti…

Oğlu da babasından aldığı mirası devam ettiriyor.

Hem mesleki hem de siyaset olarak babasının izinden giden Oğuz Babacan da yıllar sonra Mali İşler Başkanlığı görevine atandı…

Babacan için muhtemelen bu görev oldukça anlamlı bir görev…

Seneler sonrası babasının görev yaptığı koltukta ona da görev yapmak nasip olacak…

KESTEL VE GÜRSU MHP’YE VERİLİR Mİ?

Yerel seçimlerde merak edilen konuların başında partiler arası ittifaklar geliyor.

Bursa özelinde ise Cumhur İttifakı’nı oluşturan iki siyasi parti MHP ve AK Parti arasında ittifakın devam etmesi, beraber seçime girilmesi durumunda hangi belediyelerin MHP’ye verileceği fazlası ile merak ediliyor.

Bu noktada temel bilinen, bir önceki dönem MHP’ye verilen Yenişehir’in aynen devam edeceği. Fakat bunun üzerine ilave belediyeler alınacağı konuşuluyor.

O kulis bilgilerine göre Orhaneli’nin de verilebileceğinden bahsetmiştik… Fakat buna ilave olarak Gürsu ve Kestel’in de MHP’ye verileceği kulislerde konuşulmaya başlandı…

Bu bilginin doğruluğunu teyit etmek bayağı zaman alacak. Amma velakin bu bilgi bile kulisleri hareketlendirmeye yetti arttı bile…

Biz süreci bekleyip takip edelim…

Saadet Partisi’nden Cumhur İttifakı’na yeşil ışık

Saadet Partisi’nden Cumhur İttifakı’na yeşil ışık

Ülke siyasetinin önümüzdeki günlerde çok değişik dengelere gebe olduğunu şimdiden söyleyebiliriz.

Artık ideolojilerden daha çok matematik hesaplarla yapılan ve ‘Birleşerek güçlenme’ gibi tatlış da bir isim verilen siyasi arenadaki bu değişik alışverişin yeni örneği Saadet Partisi ve AK Parti arasında yaşanabilir…

Nereden varıyorum bu kanaate hemen açıklayayım…

Saadet Partisi’nin 10 milletvekilinin ‘Milletin vekilleri milletin yanında’ sloganıyla yola çıktıkları ve önümüzdeki süreçte 81 vilayeti iki kez turlayacakları etkinlikler çerçevesinde gerçekleşen STK buluşmaları vardı bugün.

Basın mensupları olarak yerimizi aldığımız buluşmada Saadet Partisi Antalya Milletvekili Şerafettin Kılıç’ı dinledik.

Yazımın başında şunu belirtmekte fayda görüyorum, Saadet Partisi gerek ittifak çatısı altında yer alırken, gerekse ittifak sonrasında son derece centilmence yürüttü süreci. İttifak içerisindeyken de siyasi argümanlarını değiştirmedi ve verilen sözlere sadık kaldı, ittifak sonrasında da farklı söylemler içerisine girerek ortaklarını kötüleyip prim yapmaya çalışmadı.

Ben partinin izlediği bu yolun seçmenin gözünde ciddi bir artı değer yarattığı kanaatindeyim.

Şimdi gelelim Şerafettin Kılıç’ın Bursa STK’ları ile gerçekleştirdiği toplantıdaki konuşmalarının satır başlarına…

Türkiye kötü yönetiliyor! Ekonominin çöktüğü, yandaşlara peşkeş çekildiği bir ortam var… 20 yılı aşkın iktidarları sonucunda ülkeyi getirdikleri durum ortada… Milletin dertlerini büyüten, yandaşına servet aktaran partinin ne ortağı ne de destekçisi oluruz… İsraftan vazgeçmeyen, hakkaniyetten uzak duran partinin yanında olmayız… Biz kişilerin değil, işlerin karşısındayız…

Uzun soluklu konuşmanın en vurucu cümlelerini seçtiğimi en baştan kabul ediyorum ve yine kabul ediyorum ki; bir muhalefet partisine de böylesi cümleler kurarak memnun olmadığı hükümeti eleştirmek yakışır…

İşin caf caflı tarafı bundan sonra geliyor zaten…

Tüm bu konuşmalar ışığında elbette yaklaşan yerel seçimlerde Saadet Partisi’nin nasıl bir tutum takınacağı önemliydi. Benim de sorum bu yönde oldu.

‘Yerel seçimlerde yeni bir ittifak içerisinde yer almanız mümkün mü?’

Soruma diğer konuşmalarının aksine kısa ve net bir yanıt verdi sayın vekil;

İttifak düşünmüyoruz, kendi adaylarımızla seçime gireceğiz, ama tüm siyasi partilerle dirsek teması içinde olabiliriz.”

‘Tüm siyasi partilerden kastınız hükümet eden partileri de kapsıyor mu?’ diye de sormak gerekiyordu.

Görevimizi yaptık elbette…

Elbette, neden olmasın. Bize öncelikle bir teklif gelmesi gerekiyor dirsek teması kurmamız için. Teklif geldiği sürece hükümette bulunan siyasi partilerle de ilişki içerisinde oluruz!”

Bana bu kadarı yetti…

Siz ne düşünüyorsunuz bilmem, ama önümüzdeki süreçte Saadet Partisi’ni bir biçimde Cumhur İttifakı’nın yakınında görürsem bundan sonra şaşırmayacağım…

KESTEL ZİRAAT ODASI SES YÜKSELTTİ: BUNGALOV İSTEMİYORUZ!

Bendenizin muhabirlik yaptığı dönemde Ziraat Odaları son derece önemli odalardı. Neredeyse her hafta tarımla ve hayvancılıkla ilgili açıklamalar yaparlar ve yaşanılanları gündeme taşırlardı. Ne oldu nasıl oldu kısmını bir yana bırakarak şunu söyleyebilirim ki, artık Ziraat Odalarının gerek şehir gerekse ülke gündeminde esamİsi dahi okunmuyor.

Bugün itibariyle Kestel Ziraat Odası Başkanı Eyüp Kılıç’ın yaptığı açıklama sadece şehir suçları açısından değil, Ziraat Odalarının seslerinin çıkabildiğini hatırlamak açısından da önemliydi benim için.

Gelelim açıklamadaki çok önemli mevzuya…

Son dönemlerin modası haline gelen bungalov inşaatlarından biri de Kestel Belediyesi tarafından başlatılmış. 69 bungalov konutun yapılacağı projenin verimli tarım arazileri üzerine yapılması dışında bir sıkıntı yok elbette…

Kestel Ziraat Odası Başkanı Eyüp Kılıç açıklamasında;

“Kestel Belediyesinin tarım arazisine başlatmış olduğu hobi bahçesinin su basmanları atılmış. DSİ’nin sulama havzasının bulunduğu yerlerde yapılıyor bu hobi bahçeleri. Bulunduğumuz her yerde, her platformda, tarım arazilerinin korunması gerektiğinin savaşını veriyoruz. Son zamanlarda bir kooperatifleşme furyası gündeme geldi, Bunlar zaman zaman bizim odalarımıza da geliyorlar, biz bunlara müsaade etmiyoruz ve bunların oda kayıtlarını yapmıyoruz. Zaten elimizde avucumuzda bir avuç tarım arazisi kaldı. Bu kooperatifçiler, bu tarım arazilerini beşer yüz metre, altı yüz metre kare bölerek burada hem kendilerine yer devşiriyorlar, hem de tarım arazilerimizi tahrip ediyorlar.

Bu örnek teşkil eder, bunun önünü arkasını alamazsınız, neye istinaden buraya hobi bahçesi yapıyorsunuz. Hemen dibinde ayva bahçesi, diğer tarafında armut bahçesi, öteki tarafında mısır tarlası. Bakın siz bunu yaparsanız, bu örnek teşkil sayılırsa, yarın kimseye bu konuda bir şey söyleyemezsiniz” diyor ve Kestel Belediye Başkanına yönelik şu soruyu soruyor;

“Bu yaptığınız hobi bahçeleri kimlere verilecek?”

Bir süredir sadece Bursa’nın değil tüm Türkiye’nin imara açılamayan alanlarını bir biçimde imara açma yöntemi olarak kullanılan ‘hobi bahçeleri, bungalov ev kooperatifleri ve tiny house projeleri’ yapılanmaları bu kez Kestel’in verimli topraklarını tehlikeye atıyor anlaşılan.

Daha önce de çeşitli vesilelerle dile getirdiğim böylesi doğa tahriplerinin her daim karşısında oldum, olmaya devam edeceğim.

İnanıyorum ki, kaçak yapı ile mücadelesine kararlılıkla devam eden, tarım alanlarının korunmasına büyük önem veren Kestel Belediyesi de projenin yanlışlığının farkına varacak, en kısa sürede bir açıklama ile kamuoyunun karşısında olacaktır.

 

 

 

 

 

AK Parti İstanbul adayımı açıklıyorum!

AK Parti İstanbul adayımı açıklıyorum!

Bundan 5 yıl önceydi…

AK Parti, ‘ak saçlı’ Binali Yıldırım’ı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı yapmıştı.

Seçimi kazanacaklarından öyle eminlerdi ki bir dönem önce İzmir’de tokatlandıkları akıllarına bile gelmiyordu.

Anketler 5 ya da 6 puanla Binali Yıldırım’ın kazanacağını gösteriyordu. Binali Yıldırım rahat, Erdoğan rahattı. Gelen dip dalgayı görmemişlerdi.

Seçim günü geldi çattı. Sandıklar açılana kadar herkes rahat ve her şey kontrol altındaydı. Ama oylar sayılmaya başlandığında bir anormallik hissediliyordu. CHP’nin adayı Ekrem İmamoğlu öndeydi.

Anadolu Ajansı veri akışını kesiyordu. İmamoğlu, elinde bir kağıt peçete ile alnının terini silerken, kameraların karşısında örgütüne sesleniyor ve ‘Öndeyiz, sandıkları bırakmayın’ diyerek, adeta emir veriyordu.

Daha sonraki süreçte Ekrem İmamoğlu’na oyları çalan hırsız damgası vuruluyor, seçmenlerin evlerine polis yollanarak kime oy verdikleri sorgulanıyordu.

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Ali İhsan Yavuz, yenilgiyi öyle hazmedemiyordu ki kendilerinin kazandığı seçimlerde ‘millet iradesi’ diye gezerken, seçim kaybedilince İstanbulluların tercihini kabullenemiyordu. Polis soruşturmasından da bir şey çıkmayınca “Hiçbir şey olmasa bile kesinlikle bir şey oldu” açıklamasını yapıyordu.

Neticesinde seçim iptal edildi. Sonra CHP ve İmamoğlu ikinci seçimi kazanmak için flaş bir isim transfer etti(!). Bu isim sınırlarımızın ötesinden bir diktatördü. Seçim falan tanımaz, direkt darbe yapardı. Ekrem İmamoğlu’nun ortağı olarak bir anda ortaya çıktı.

Bu isim, Mısır Devlet Başkanı Abdülfettah es-Sisi’den başkası değildi. Adamın işi gücü yokmuş gibi gelip Ekrem İmamoğlu ile bir masa kurmu hem İstanbul seçimlerini yönetiyor hem de oy istiyordu.

Artık seçimlere öyle müdahale etmeye başlamıştı ki Cumhurbaşkanı Erdoğan, seçime birkaç gün kala şöyle diyordu:

“Değerli kardeşlerim işte pazar günü Sisi mi diyeceğiz Binali Yıldırım mı diyeceğiz?”

Neyse seçim oldu bitti, bu Sisi 830 bin oy farkla İstanbul’u kazandı.

Aradan 5 yıl geçti…

Şimdi AK Parti’nin tek hedefi İstanbul’da CHP zihniyetine son vermek.

Benden size tavsiye; futbolda olduğu gibi kazanan takım bozulmaz. Sisi ile Hindistan’da G-20 Zirvesinde madem kanka oldunuz, hemen Türk vatandaşlığına alın. Rabia heykellerini de gece yarısı çaktırmadan söktüğünüze göre, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı yapın, çünkü ne de olsa ‘Katil Sisi’ Hindistan G-20 Zirvesinde ‘Dostum Sisi’ye terfi etti.

5 yıl önce İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde perde arkasından seçimi kazanmıştı. Ayrıca büyük avantajı var. Ülkede ‘Turist Ömer’ gibi gezen 10 milyon Suriyeli’nin katılacağı Arapça mitingler de düzenler. Yani İstanbul çantada keklik olur.

Hatta önerimi yükselteyim; 5 yıl sonra böyle giderse Hatay’da azınlığa düşeceğiz ne de olsa…

Esad ya da Esed ile bu süre içerİsinde kanka olacağınız kesin. 5 yıl sonra da Hatay’da Suriyeli nüfusu bizi beşe katlayacağına göre, Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Adayı olarak Beşar Esad’ı gösterirseniz böylece Hatay da CHP zihniyetinden kurtulmuş olur…

AK Parti’de 14 Mayıs’ta listeye giremeyen vekiller yerel seçimlerde aday gösterilir mi?

AK Parti’de 14 Mayıs’ta listeye giremeyen vekiller yerel seçimlerde aday gösterilir mi?

Yerel seçimlere sayılı günler kala siyasi partilerdeki hareketlilik devam ediyor.

Partiler bir yandan ilçe kongrelerini gerçekleştirip il kongrelerine hazırlanırken, bir yandan da yerel seçimlerde sahaya çıkaracakları potansiyel adayları bulabilme adına saha araştırmalarını, birden fazla kamuoyu araştırma şirketliyle, yapıyor.

İşte bu noktada son günlerde Ankara merkezli kamuoyu araştırma şirketlerinin telefonlarona fazlası ile yanıt vermeye başladık.

O telefonda sorulan soruların başında “hangi partiye oy verirsiniz?” geliyor.

Bu isme oy verir misiniz?

Son seçimlerde kime oy verdiniz?

Bir daha aday gösterilirse oy verir misiniz?

Şeklinde sorulara fazlasıyla muhatap oluyoruz.

Bu sorulara verilen yanıtlar siyasi partilerin aday tercihlerini nasıl etkiler, onu zaman gösterecek?

***

Anketler sürerken, AK Parti açısından merak edilen konuların başında, geçen dönem milletvekili olarak görev yapan, son genel seçimlerde partisi tarafından aday gösterilmeyen isimlerin durumu geliyor.

Mustafa Esgin, Zafer Işık, Atilla Ödünç ve Vildan Yılmaz Gürel ile üç dönem kuralına takılan Hakan Çavuşoğlu’nun yerel yönetimlerde değerlendirilip değerlendirilmeyeceği…

Hatırlatmakta fayda var: Zafer Işık, partisinin Gemlik İlçe Başkanlığını yapmıştı, Atilla Ödünç partisinden Gürsu ve Bursa Büyükşehir Belediye Meclis Üyeliği görevlerinde bulunmuştu.

Hatta Büyükşehir Belediye Başkan Vekilliği görevini Recep Altepe zamanında yapmıştı.

Yine Hakan Çavuşoğlu, Başbakan Yardımcılığı görevinde bulunmuştu.

Kendileri ifade etmese de Mustafa Esgin ve Hakan Çavuşoğlu için “Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığına yakışır” diyen birçok AK Partili’ye rastladık.

Yine iktidarın muhalefet olduğu ilçe Gemlik’te önceki dönem milletvekili Zafer Işık’ın başkan adayı olabileceğini ifade eden birçok isim bulunuyor.

Bunların yanı sıra yerel yönetimlerde tecrübeli olan Atilla Ödünç için Gürsu ya da merkez ilçelere yakışır, diyenler de var.

***

Bakalım bu yazdığımız isimler aday gösterilecek mi?

Onu zaman içinde öğrenmemiz mümkün olacak.

Daha yakın zaman içinde ise bu isimlerden AK Parti MKYK’sına giren olacak mı?

Onu da 7 Ekim 2023 tarihinde iktidar partisinin büyük kongresinde öğrenmiş olacağız.

O durumda dengeler biraz daha değişecek, Bursa özelinde kartlar yeniden dağıtılacak, o zamanki yorumlarımız daha farklı olacak.

Bekleyip süreci hep beraber, takip edelim…

 

CHP’de kimleeeerrrr kimlerleee…

CHP’de kimleeeerrrr kimlerleee…

İl kongresinin tarihi yaklaşırken hem yönetim kademesinde hem de örgütler içerisinde yayık ayranı gibi çalkalanmaya devam ediyor Cumhuriyet Halk Partisi.

Dört adaylı gidilecek kongrenin dördüncü adayı olan Şükrü Er’den şimdiye kadar sosyal medya beyanları dışında bir açıklama gelmediğinden, kongrenin üç aday arasında geçeceğini düşünebiliriz artık.

Kabul edelim ki, CHP tarihinin belki de en çekişmeli kongre süreçlerinden biri yaşanıyor Bursa’da. Üç merkez ilçenin ikisi bıçak sırtı farklarla kazanıldı. Son ana kadar kimin kazanacağını söyleyebilmek de hayli güçtü malum.

İl Kongresi için de benzeri bir yarış izleyeceğimiz çok açık. Bu kez aday sayısı üç olduğundan, adayların birbirlerinin lehine çekilmeleri ihtimalini en başından ortaya koymuştuk zaten. Şimdilerde yaşanan, daha doğrusu Pazartesi akşam saatlerinde Nilüfer İlçe Delegeleri ile üç başkan adayının buluşmasından önce yaşanan görüşmenin perde arkasında da böylesi bir durum var.

Önce şunu belirtelim, yakın bir geçmişe kadar aralarından su sızmayan, Şahin Sevinç ve Mustafa Bozbey bu kez farklı taraflarda yer alan adayları destekliyor. Daha doğrusu; Mustafa Bozbey Nihat Yeşiltaş’a yönelik desteğini açıkça ortaya koyarken ve bu konuyla ilgili Yıldırım İlçe örgütünde çarşı pazar karışırken, Şahin Sevinç Turgut Özkan ve Gürhan Akdoğan görüşmesi için ‘Gerekirse taşın altına elini koyacak biri olmalı’ diyerek kolları sıvayan isim…

İki ismin bir araya gelişlerindeki sebep elbette ekipleri birleştirip Nihat Yeşiltaş’ın karşısına daha güçlü olarak çıkmak.

İlk görüşme açıkça belirtilmese de her iki ismin; ‘Ben daha güçlüyüm, sen benim lehime çekil’ minvaldeki konuşmaları ile noktalanmış görünüyor.

Konuyla ilgili görüştüğüm Gürhan Akdoğan, “Görüşmeler siyasetin doğası gereğidir. Ancak ben bir pazarlık noktasında değilim. Yani anlayacağınız delege pazarlığında biz yokuz!” dedi.

Turgut Özkan’ın meseleye daha matematik olarak baktığına ilişkin bilgiler aldığım ilk görüşme çok olumlu geçmemiş olsa da bu işin devamının geleceği yönünde sinyaller kuvvetli. Turgut Özkan ya da Gürhan Akdoğan’ın birbirlerinin lehine çekilmeleri mümkün olur mu bunu biraz da zaman gösterecek. Çok değil iki, üç gün gibi bir zamandan bahsediyorum. Zira muhtemelen Cuma günü Gürhan Akdoğan CHP Bursa İl Başkanlığı’nda bir basın toplantısı düzenleyerek adaylık açıklamasını yapacak…

Bakarsınız bu açıklamada iki aday birleşme kararlarını açıklar…

Kim bilir…

Gelelim bu görüşmenin hemen sonrasında gerçekleşen Nilüfer İlçe örgütü ile başkan adaylarının buluşmasına…

Salondan bana yansıyan bilgilere bakılırsa Gürhan Akdoğan beklenmedik bir ilgi ile karşılaşmış…

Akdoğan’ın sürekli olarak dillendirdiği;

Partinin önemli yerlerinde görev yapmış bazı arkadaşlar bana ‘elinde kaç ilçe var?’ diye sordu. Benim elimde hiçbir ilçe yok. Aslında bu soruyu ‘şu ilçe benim elimde’ diyenlere sormak lazım. Ben hiç kimsenin ve örgütün sahibi değilim. Biz örgütün parçasıyız. Başarı örgütün başarısıdır. Her zaman bu anlayışla ilerlemeye gayret edeceğiz. Delegenin oyu özgürdür…” söylemlerinin bir karşılığı varmış gibi görünüyor…

Yine de kongrenin en güçlü isminin Nihat Yeşiltaş olduğu ve Yeşiltaş’ın Mustafa Bozbey’in açık desteğini aldığı gerçekliği ortada.

Zaten mevcut görüşmeler de buna yönelik olarak gerçekleştiriliyor. Bu köşeden sıklıkla dillendirdiğim, Yıldırım İlçe Kongresi’nde Mustafa Bozbey’e yönelik olarak CHP İl Başkanı ve İl Başkan Adayı Turgut Özkan’ın ‘Geçtiğimiz seçimlerde size kaybettiren ekiple mi yol yürüyeceksiniz Sayın Bozbey?’ sorusunun yanıtı aslında çekinceli bir ‘evet.’

Durumu böyle tarifliyorum, çünkü  Bozbey, Nihat Yeşiltaş’ın adaylık açıklamasında başkan adayının hemen yanında ayrılan koltuğa oturarak yıllardır kendisine seçimi kaybettiren isimler olarak lanse ettiği Orhan Sarıbal ve Hüseyin Akkuş ile aynı karede gülümsedi bu kez.

Yukarıda bir takım hesaplarla aynı ekipte yer alabiliyor yöneticiler, ancak iş örgüte, delegeye geldiğinde oyların ne kadar ipotek altında olduğu, ilçelerin blok oylarla destekledikleri adayın yanında yer alıp almadıkları, daha doğrusu seçimde tepki oylarının kullanılıp kullanılmayacağı Pazar gününe kadar bilemeyeceğimiz bir muamma…

Bir küçük hatırlatma da kongre süreçleri ile yerel seçimlere partiyi taşıyacak olan CHP yönetimlerine gelsin; parti kendi iç hesaplaşması ile birlikte ittifak hesaplaşması ile de boğuşurken öylesine kan kaybetti ki, pek çok seçmen sandığa gitmeme kararında şimdilerde…

Yıl dönümü

Yıl dönümü

Nazım Hikmet’in en duygu dolu şiirlerindendir bence, “Ben içeri düştüğümden beri…”

Bir olayın yıl dönümüyse aklıma hep bu şiir gelir, nedense!

Belki Bursa’da yazdığı, belki de bir yıl dönümü bu kadar duygulu anlatılamayacağı için.

Ben içeri düştüğümden beri, güneşin etrafında on kere döndü dünya

Ona sorarsanız, lâfı bile edilmez, mikroskobik bir zaman

Bana sorarsanız, on senesi ömrümün

Evet, bugün 12 Eylül’ün yıldönümü. O kara gün bugün yaşadığımız günlerin tamamının başlangıcıydı.

Kenan Evren cuntasının toplumun üzerinden tanklarla geçtiği, dar ağaçları kurup 17 yaşında çocukları astığı…

Üzerinden tam tamına 43 yıl, 2 bin 236 hafta, 15 bin 695 gün ve 376 bin 680 saat geçti.

“Vatan elden gidiyor” nameleri söylenerek başlayan darbe, ABD Başkanı Jimy Carter’ın opera seyrederken kulağına eğilen bir kişi tarafından şöyle müjdelenmişti:

Bizim çocuklar başardılar.”

Darbeyi yapanlar “Biz olmasaydık vatan elden gidiyordu” sloganları atıyordu. Ama aslında, Kore’de yüzlerce çocuğumuzu uğruna verdiğimiz gibi, 43 yıl önce asılan, işkenceden geçirilen ve hapse atılan gençlerimiz Amerika’nın amaçları doğrultusunda mikroskobik bir olaydı.

Çünkü o çocuklar ABD’nin olmadığı gibi diktatör Evren’in de değildiler. O diktatör yıllar sonra katıldığı bir programda gevşek gevşek “Asmayalım da besleyelim mi?” diye soruyordu.

Nazım, şiirine şöyle devam eder:

Bir kurşun kalemim vardı, ben içeri düştüğüm sene

Bir haftada yaza yaza tükeniverdi

Ona sorarsanız: “Bütün bir hayat.”

Bana sorarsanız: “Adam sen de, bir-iki hafta.”

İşte böyle Türkiye “Yeşil Kuşak” projesine dahil edildi. Siyasal İslam Rusya’yı sıkıştırmak için kullanılırken, neoliberal politikalar ile bu coğrafyadaki insanlar inim inim inletildi ve inletilmeye devam ediyor.

Türkiye toplumu sendikalardan derneklerden koparılarak, tarikat ve cemaatlere teslim edildi.

Türkiye bir kurşun kalem gibi tükenirken, ABD için amaç komünizmin yeşeren filizlerini çürütmekti.

Daha sonra topluma hesap sormak yerine yarı aç yarı tokluğuna şükredilmesi öğretildi.

Hal böyle olunca halk sağcıları seçti de seçti. Sağcılar da başarısızlıklarının suçunu 43 yıl önceki politikacılara atıp durdular.

Özal, “Bana oy vermezseniz 12 Eylül öncesine döneriz” derken, iktidarımız 12 Eylül öncesi yağ ve benzin kuyruklarını yandaş kanallarda göstererek seçim kazandı.

Bugün de ağır bir ekonomik krizden geçiyoruz.

43 yıl önce başımıza gelen bu musibet başka bir Nazım şiiri de getirdi aklıma, usta şöyle diyor:

bu dünyada, bu zulüm
                                    senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
                      kabahat senin,
                                     - demeğe de dilim varmıyor ama -
                      kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!

 

Eğitimin ilk gününde bir garip dava

Eğitimin ilk gününde bir garip dava

Yaklaşık bir aydır çocuklarını bir okula yerleştirmek için çaba harcayan, bu çabanın hemen ardından da çocukları okutmanın ne kadar pahalı hale geldiğini fark edip yaşadığı sorunları nasıl çözeceğini düşünen veliler bugün itibariyle okul yollarına düştü…

Bu tumturaklı cümleyi kurarken zerre-i miskal abartmıyorum…

Eğitime verdiğimiz önemin maşallahı var, memleketin nüfusu 85 milyon, bu nüfusun 20 milyonu okul yollarında. Bu rakamın ilk, orta ve lise eğitimi için geçerli olduğunun altını çizmek isterim. Zira çeşitli biçimlerde eğitim veriyor adı altında her köşe başına bakkal dükkanı gibi açılan üniversiteler sayesinde annem bile ikinci üniversitesini okumak suretiyle öğrenci statüsüne girebilir…

Tüm bu yapılanların nedeninin, biraz işsizliği gizlemek, biraz da bir umut ‘çocuğum bu işten paçayı sıyırırsa güzel bir geleceğe kavuşursa’ diyerek varını yoğunu döken vatandaşın üzerinden ülke ekonomisini canlandıracak parayı sağmak olduğunu artık öğrendik de geç kaldık…

Bundan önce okul, kitap ve kırtasiye masraflarının nasıl el yaktığına değinmiştim. Bir kez daha hatırlatmakta fayda var, hatta konuyu şöyle minimalize edip; bir köy anaokulunda istenen malzemelerin küçük bölümünün en ekonomik marketlerden yapılan alışverişlerle dahi bin liranın üzerine çıktığını, bu masraflara ilaveleri de eklenince köyde bir anaokuluna adım atmanın aileye maliyetinin 2 bin 500 lirayı geçtiğini söyleyebilirim…

Elbette bu masrafı yapmakla iş bitmiyor.

Çocuğun cebine harçlığını, yol parasını da koymalısınız.

Bir yandan gıda fiyatlarındaki artış özellikle dışarıda yemek yemeyi lüks hale getirmişken, diğer yandan ulaşıma gelen zamlar akaryakıt zamları ile birlikte her geçen gün artarken, harçlık ve yol masrafı olarak günlük 100 lira gibi minicik bir rakamdan söz etseniz; haftanın 5 günü için 500, kursa giden öğrencilerin hafta sonunu da hesaba katarsak 700 lira hesap çıkıyor veliye.

Bir öğrencinin cep harçlığı ve yol parası aylık olarak en düşük seviyede hesaplandığında 2 bin lira ile 2 bin 800 lira arasında değişiyor…

Bu eğitim öğretim yılımızda Milli Eğitimimize Bakanlık edecek isim olan Yusuf Tekin, Erdoğan’ın 21 yıllık iktidarında Milli Eğitim Bakanlığı görevine tayin ettiği dokuzuncu isim.

Kabaca bir hesapla 2 buçuk yılda bir bakan değiştiren Milli Eğitim ülkemizin en çok şikayet edilen kurumlarının başında geliyor.

Bakanlar bu koltuğa oturduklarında önce kendilerinden önceki bakanın ‘eğitimde devrim’ olarak sunduğu program çerçevesinde yaptıklarını bozuyor, ardından kendi ‘devrim’ini ilan ediyor. Bir de her bakanın ortak icraatı olarak imam hatip liselerinin sayısı adeta otomatikleşmişçesine artırılıyor.

Bu eğitim sistemi içinde kendi diline hakimiyetten dahi uzak, temel bilimlere yabancı, günümüz global dünyasına uyumu için gereken yabancı dil bilgisine asla ve asla sahip olmayan bir gençlik yetişiyor. Bu gençliğin özelliklerine çok başka verileri de ekleyebiliriz, ama şimdilik gerek yok…

Bizim elimizde eğitim aldırmak için kendimizi paraladığımız çocuklarımızın elde var sıfır kadar vasat hali dururken, durumdan vatandaşın dışında kimsenin rahatsız olmaması da ayrı bir garabet.

Amaç dininde, kininde bir nesil yetiştirmekse, işin o kısmı ayrı tabi…

Bu noktada herkes emeline ulaşmış görünüyor…

Türkiye ekonomisinin 2024-2026 dönemine yönelik hedeflerinin yer aldığı Orta Vadeli Program da gösteriyor ki; iktidarın, “Aslan payını ayırıyoruz” dediği eğitime öngörülen bütçe 2023 yılında 461 milyar 649 milyon 548 bin TL, 2024’te 1 trilyon 90 milyon 229 bin 668 TL olarak planlandı.

Öte yandan Diyanet İşleri Başkanlığı için kesenin ağzı açılıyor her zamanki gibi. 2023’de 36 milyar 186 milyon 871 bin TL’lik bütçesi ile toplam bütçeden yüzde 0,65’lik pay alan Diyanet’in bütçe payının 2026’ya kadar yüzde 0,31 oranında artırılması hesaplanıyor. MEB’in bütçe payında 2026’ya kadar öngörülen yüzde 0,5’lik artışa karşın Diyanet’te yüzde 0,31’e ulaşan artış oranı var elimizde.

Veriler ortada, yakın tarih o kadar yakında ki, takibi için usta olmaya hiç gerek yok…

Eğitim yeterince ele yüze bulaştırıldıktan sonra da yapılacak icraatlar var elbette.

Mesela sorunları dile getiren eğitimcileri sudan bahanelerle dava etmek gibi…

(Fotoğraf: Bursa Muhalif)

2021 yılında öğretmenler gününde öğrencilerinden çiçek alan öğretmenlerin dahi rüşvetçilikle suçlandığı açıklamaya karşılık olarak; “Katar’dan ‘Hediye’ uçak alan iktidarın bakanlığı öğretmenlere hediye konusunda ahlâk satamaz!” diyerek tepki gösteren Eğitim İş Bursa Şube Başkanı Yeliz Toy, bu cümlesi üzerine dava edildi.

Bu kez de davayla ilgili konuşan Toy;

Bu dava bir ‘suç’ davası değil, ‘sus’ davasıdır, susturma davasıdır. Dosya sumen altından çıkarılmıştır, iddianamesi 9 Mart 2023’de, yani Milli Eğitim Bakanlığı’nın Bursa’daki çadır skandalının ortaya çıkarıldığı 7 Mart 2023’den 2 gün sonra hazırlanmıştır. Özel bir davadır, savcısı da özeldir, kurgusu da özeldir!” diyor.

Milli Eğitim Bakanlığının ipliği pazara çıkmış, çıkarılmış, üstelik bu işler bir kadın tarafından yapılmış, hatta bu kadın parasız ve eşit eğitim politikasını savunan bir anlayışa sahip.

O halde elbette dava edilmeli, davalar ile gözü korkutulmalı ki, sussun!

Benim bildiğim Yeliz Toy kendisine açılan bir dava ile susmaz, susturulamaz!

Sorunlar söylenmeye, anlatılmaya, saçma uygulamalar ortaya çıkarılmaya devam edilecektir. Ben de konunun bu köşeden özenle takipçisi olacağım.

 

 

 

İYİ Parti’nin Bursa stratejisi

İYİ Parti’nin Bursa stratejisi

Önümüzdeki seçim döneminde merak edilen konuların başında Millet İttifakı’ndaki partilerin durumu var.

Bu noktada en çok merak edilen ise İYİ Parti ile CHP’nin durumu…

Geçen hafta içinde İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, Bursa’ya geldi. Geldiğinde de yerele ilişkin kısa bir açıklama yaptı. Orhaneli Belediye Başkan adayını açıkladı.

Bursa Büyükşehir Belediyesi adayının kim olacağı sorusuna da yapmış olduğu açıklamada, satır aralarında belediye başkan adayının mevcut il başkanı ya da mevcut milletvekillerinden birinin olabileceği ihtimalinden bahsedildi.

Yine önceki dönem belediye başkanı Recep Altepe’nin de ismi geçti.

Yine Bursa özelinde İYİ Parti’nin önceki dönem grup başkanı İsmail Tatlıoğlu’nun da Bursa Büyükşehir Belediye Başkan adaylığı gündemde.

Tatlıoğlu’nun konuyla ilgili açıklaması net, ”şu an gündemimde böyle bir şey yok” diyor.

Bu gündem kasım ayına kadar çok su götürür…

Ama biz şu ana kadar yaşanılanların perde arkasını anlatmaya çalışalım.

Hem Altepe hem de Tatlıoğlu’nun ortak özelliği, kaybedecekleri seçime girmek istemez. Bunu yazın bir kenara.

Her ikisinin de kazanması için Bursa özelinde “olmazsa olmaz“lardan biri de ittifak.

İttifak olursa o zaman kısmen de olsa kazanma ihtimali söz konusu olabilir

Böyle bir durum gerçekleşir mi?

Onu ilerleyen süreçte hep beraber göreceğiz.

İYİ Parti’de yaşanılan gelişmeler, kulislerden edindiğimiz bilgilere göre şöyle:

Evet, İYİ Parti kurmayları Recep Altepe’ye adaylık teklifinde bulundu. Özellikle teklifte bulunulurken, “İYİ Parti’nin Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı adayı olur musunuz?” dendi.

Altepe, bu teklifi reddetti.

Ama yakın çevresinden edindiğimiz bilgilere göre, her iki taraf da kapıları kapatmadı.

Eğer ittifakın adayı olursa olabilirim” imasında bulunulmuş.

Bu konu İYİ Parti lideri Meral Akşener’e iletildi. Onun da bu konuya çalışacağı ifade olundu.

İşte bu ne demek, biraz da onun üzerinde duralım.

Akşener’in İstanbul ve Ankara’da CHP’nin adaylarını destekleme karşılığında Bursa’yı isteyeceği konuşuluyor.

Bunun gerçekleşmesi durumunda Recep Altepe’nin adaylığı tekrar gündeme gelir.

Sadece Altepe’nin değil böyle bir durumda İsmail Tatlıoğlu’nun da adaylığının gündeme gelmesi normal.

Sonrasında konuşulacak diğer gündem maddesi ise CHP’nin Bursa’da aday olarak açıkladığı Mustafa Bozbey’in durumu…

Bozbey, böyle bir durumda Nilüfer’e mi dönmek ister?

Yoksa siyaseti bırakmak mı?

Onu zaman gösterecek?

Bekleyip, takip edelim…

 

Yüzyıllardan gelen miras

Yüzyıllardan gelen miras

“Doğusunda Keles, batısında Mustafakemalpaşa, kuzeyinde Bursa (Osmangazi ve Nilüfer ilçeleri) ve güneyinde Büyükorhan ve Harmancık ilçeleriyle çevrilidir. Linyit, mermer, krom, sıcak su, maden suyu ve orman gibi yeraltı ve yerüstü kaynakları bakımından oldukça zengindir” diyor Wikipedia.

İnsanda merak hissi uyandıran bu coğrafik tanımlama Bursa’nın Orhaneli ilçesi için yapılmış.

Orhaneli Belediye Başkanı Ali Aykurt, geçtiğimiz hafta yaptığı basın toplantısında, Wikipedia’dan alıntıladığım bu tanımlamaya paralel bir vizyon çizdi.

Onun da ötesinde somutlaştırdığı bir dizi yatırım ve planlamadan söz etti.

Peki, bu vizyon ve planlama 20 bin civarında hemşerimizin yaşadığı ilçeye, daha çok bilinirlik, daha çok yatırım ve nihayetinde daha çok gelir sağlamaya yetiyor mu?

Henüz değil!

Gelir kaynaklarının yetersizliği, proje ölçeklerinin büyüyüp hızlanması önünde en büyük engel. Belediyenin merkezi idareden aldığı paya yerelde de ek destekler oluşturmak tabii ki çok önemli. Bunun için de kira gelirleri, çeşitli bağışlar, sponsorluklar yoluyla bütçe sağlama çabaları devam ediyor. Bu çabalar ise Başkan’ın kişisel ve siyasi ilişkileri yanında bürokrasi ile dirsek teması sayesinde oldukça iyi sonuçlar vermiş.

Pandeminin de etkisi ile tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de kırsal turizmin önemi arttı. Düşünün ki Orhaneli’nin doğa sporları alanında sahip olduğu benzersiz imkânlar 22 milyon nüfusun barındığı bir coğrafyanın tam ortasında. Bu nüfusta Orhaneli’ye ilişkin farkındalık kazandırılabilir ve alt yapısı geliştirilirse, Orhaneli’nin tüm güzelliklerini gelir ve istihdama çevirebilir.

Bu arada, özellikle üzümsü meyve tarımı konusunda ciddi mesafeler alınmaya başlanmış. Bunun yöre köylerinde yaygınlaştırılması konusunda desteklerin önemine vurgu yaptı Belediye Başkanı Ali Aykurt.

Altını çizeceğim bir diğer nokta Başkan’ın konuşmasını tamamlarken ifade ettiği sloganları:

Doğanın ve Doğal İnsanların Şehri Orhaneli…

Bu slogan bana doğru gelmedi.

Fazla gerçekçi. Net genellemeler içeriyor. Oysa bir slogan hitap edeceğiniz kitlelerin hayal gücünü harekete geçirebilmeli. Hayal gücü ile tetiklenmiş insanları yönlendirmeniz, fikir ya da vaatlerinizin algılanıp sahiplendirilmesi daha kolaydır.

Nitekim bu doğrultuda bir iletişim biçimine dair anısını,basın toplantısı sonrası sohbet esnasında ı anlattı Başkan Ali Aykurt.

Orhaneli’ne daha önce gelmiş olsun ya da olmasın  bir misafiri kendisi davet ettiğinde, bu hayal ve merak duygularına hitap eden cümleler kurduğunu anlattı.

Böyle bir davetle bitirelim yazıyı:

Orhaneli’ye gelirken camları açın, esen kokuları ve orman seslerini duymak için daha yavaş sürün arabanızı. Akarsuların sesini duyabileceğiniz dere ya da çeşme kenarlarında duraklayabilirsiniz. Acele etmeyin, film platosunu andıran kayalık ve dik yamaçların heybetine bakakalın. Eğer Orhaneli’ye gelirseniz, kanyonda büyülü bir yürüyüşte ya da rafting yapanların heyecan ve neşeli sesleri ile “Beyce”nin bir yüzyıldan, diğer yüzyıllara  miras bıraktığı güzelliklerinden payınızı alacağınızı unutmayın…

Not: Basın toplantısı için oldukça keyifli bir program düzenlemiş olan Orhaneli Belediyesi Basın Halkla İlişkiler ve İdari personeline teşekkürler.

Şimdi okul zamanı…

Şimdi okul zamanı…

Yaklaşık üç ay önce ‘Okullar kapanıyor yaz tatili başlıyor’ diye yazı kaleme almıştık. O yazımızın ardından geçen hafta ilk defa anaokulu ve birinci sınıfa başlayacaklar için okul açılmıştı.

Onlar sınıfları doldurdular bile.

Şimdi sırada diğer boş olan sınıfları doldurma zamanı.

Ya da diğer bir ifade ile tatile çıkan öğrencilerin okula dönüş zamanı.

O zaman, sabahın erken saatlerinden itibaren başlamış olacak. Bu sene eğitim ve öğretim biraz farklı olacak.

Yeni bakan, yeni yönetmelikler, yeni ders planları.

Hem öğrenciler hem de öğretmenler yeni plana göre eğitim ve öğretim faaliyetlerine katılacak.

Ders başı yapacak.

BAŞKAN TÜRKYILMAZ, ÖĞRENCİ VE ÖĞRETMENLERİN DE TALEPLERİNİ DİNLEYEREK YERİNE GETİRECEKLERİNİ KAYDETTİ. (İLYAS ŞEN – KADİR ARSLAN/KIRIKKALE-İHA)
Kırıkkale’nin Yahşihan Belediyesi tarafından, kademeli normalleşme sürecine geçilmesiyle yüz yüze eğitime başlayan öğrencilere süt dağıtıldı.

En önemlisi bizim zamanımızda olan, sınıfta kalma sistemi tekrar geri geliyor

Böyle bir durumda kimseyi memnun etmek mümkün değil.

Kimi fiziki binalardan memnuniyetsizliğini ifade edecek, kimisi hayat pahalılığından.

Amma velakin gerçek olan ders zilinin çalacağı.

Okulların şenleneceği.

Bir diğer gerçek olan ise velilerin ceplerinden de önemli miktar paranın çıkacağı.

Başka bir gerçek ise özel okullardan devlet okullarına geçiş sayısının bu sene önceki yıllara göre daha fazla olması. Bunun yanıtı belli…

Artan enflasyon hayat pahalılığı sebebiyle velilerin o gücü karşılayacak durumda olmaması…

Hal böyle olunca devlet okullarında öğrenci sayısı artacak. Belki yeni açılan okullardan artan derslik sayısından dolayı sınıf mevcut sayıları pek artmasa da birkaç gün sonra yeni tablo daha net ortaya çıkacak.

İleride karşılaşılacak sorunlardan biri de bugünden ben yazmış olayım. Bazı özel okullar kepenkleri indirirse, yıl içinde bazı öğrenciler mağdur olursa şaşırmamak lazım!…

Demedi demeyin…

Bursa özelinde 10 Eylül itibari ile bilançoya baktığımızda 2015 okulda 24 bin 841 derslik bulunuyor. Toplamda görev yapan öğretmen sayısı 43 bin 481 öğretmen bulunuyor.

Okullara kayıtlı öğrenci sayımız 794 bin 797 öğrenci.

Sınıflarda derslik başına düşen öğrenci sayısı ilk ve ortaokullara 27 öğrenci olurken buna liseyi de ilave (meslek liseleri hariç) edersek ya da diğer bir ifade ile orta öğretim de derslik başına düşen öğrenci sayısı 22’ye düşüyor.

Mesleki teknik öğretim de derslik başına düşen öğrenci sayısı ise 21…

Temennimiz odur ki sorunsuz, pandemiden uzak bir eğitim ve öğretim yılının gerçekleşmesi.

Bugünden itibaren trafikteki sürücülerin biraz daha dikkatli olması.

Bu arada Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’ın öğrencilere eğitim ve öğretim yılının ilk üç günü toplu taşımayı ücretsiz yapması da ayrıca tebrik konusu…

Bize düşen de bu yazı vesilesi  ile yeni eğitim ve öğretim yılının tüm herkese hayırlar getirmesini dilemek…

CHP’de örgütü takan lider yok!

CHP’de örgütü takan lider yok!

Ana muhalefet partisi CHP’yi anlayabilene aşk olsun!

Daha doğrusu lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nu demek daha doğru olacak.

Kendi partilileri dışında ya da diğer bir ifade ile herkesi bir yerlere getiriyor.

Amma velakin ömrünü CHP’de harcayanlara bir makamı çok görüyor.

İşte örnekleri…

Son yerel seçimlerde hayatı boyunca CHP’ye oy vermemiş Mansur Yavaş’ı Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı yaptı, yok bu yetmezmiş gibi önceki genel seçimlerde İYİ Parti’ye ödünç milletvekili verip TBMM’de temsil edilmesini sağladı.

Yine aynı seçimlerde uzun yıllardır Millî Görüş siyasetinden tanıdığımız Mehmet Bekaroğlu’nun milletvekili olmasını sağladı.

Bunlar da yetmedi, geçmişte DYP ve ANAP’ta siyaset yapan İlhan Kesici, Bursa özelinde Turhan Tayan gibi isimleri senelerdir sırtında TBMM’ye taşıdı.

Son genel seçimlerde toplamda yüzde 1 oyu olmayan partilere 40’a yakın milletvekilliği dağıttı…

Bu dağıtımı çok sevmiş ki önümüzdeki yerel seçimlerde Millet İttifakı partilerinin seçimlerde sandığa tek başına girme kararı almasının ardından bu sefer Millet İttifakı’nın son genel seçimlerde aday olan isimlerini partisine almaya başladı…

Şimdi Bursa özelinde ise uzun yıllardır DP başta olmak üzere son seçimlerde de İYİ Parti’nin milletvekili adayı listesinde yer alan İbrahim Alagöz’ü partisine kabul etti.

İddialara göre de İbrahim Alagöz’ü önümüzdeki seçimlerde Nilüfer Belediye Başkan Adayı yapacakmış.

Lafa geldi mi mangalda kül bırakmayan, emeğe saygı diye bas bas bağıran Kılıçdaroğlu, ne hikmetse aynı saygıyı kendi partisine göstermiyor.

Şimdi sormak lazım; Bursa özelinde yıllardır partinin emekçisi olan, il başkanlığı yapan, önceki dönem il başkanları Hüseyin Akkuş, Şadi Özdemir, İsmet Karaca gibi isimlerin İbrahim Alagöz kadar da mı bu partide emekleri yok!

CHP açısından baktığımızda kazanılması garanti olan ilçede bunların başkanlık yapmaya CV’leri mi yetersiz?

Yok bu isimler yetersiz diyorsan, adı CHP ile özdeşleşen genç nesil siyasetçi olarak sayabileceğimiz Kıvanç Atmaca, Erman Aydıngün gibi isimlerin Alagöz’den neyi eksik?

Yok bunlar da yetmiyor dersen, senelerdir partinin emekçisi, mevcut belediye başkanı Turgay Erdem’in yeniden aday gösterilmesi noktasında Alagöz’den neyi eksik?

Sormak lazım Kemal Kılıçdaroğlu’na, her fırsatta emek emek diye bağırmasına bağırıyorsunuz amma velakin kendi örgütünüzün emekçilerine aynı saygıyı göstermiyorsanız o zaman size samimiyet yoksunu demezler mi?

O açıdan CHP’nin her hali yapmacık geliyor bana…

CHP’de önce lider değişmeli, ardından başka şeyler.

Bu kafayla gidilirse CHP’nin oyu bırakın artışı dibe vurur.

Son genel seçimlerde başka partilerle yapılan iş birliğinin CHP’ye bir faydası olmadığı ortaya çıktı. Başka partilerden ithal edilen adayların da CHP’ye pek faydası olmaz.

Benden hatırlatması…

Bakalım bu gidişle Kılıçdaroğlu kaç yerde partisi kökenli olmayan, başka partilerden ithal ettiği adayları yerel seçimlerde başkan ya da meclis adayı gösterecek.

Bekleyip görelim…

 

Gemlik tehdit altında!

Gemlik tehdit altında!

Bir yandan tarih, bir yandan turizm, bir yandan tarım, bir yandan da sanayi şehri olduğu iddia olunan Bursa’nın bu hepsi birden olma durumu bir türlü aynı kapta karılamıyor, doğanın kanununa aykırı olduğundan olsa gerek, olması istenen olmuyor, olamıyor…

Şimdiye kadar sıklıkla tarım alanlarının sanayileşmesinden, imara açılmasından ya da başka başka şeytanın aklına zor gelir biçimlerde işgalinden sıklıkla bahsettiğimi, ama özellikle deniz kirliliği ve denize kıyısı olan bölgelerdeki tehlikeleri daha az dile getirdiğimi fark ettim.

MKS Marmara Kimya’nın Gemlik tesislerindeki soğutma ihtiyacını karşılamak için tasarladığı deniz suyu ile soğutma sistemi tartışmalarına hiç değinmemişim mesela. 2022 yılı Mayıs ayında gündeme gelen tartışmayı şimdi köşeme taşıyor oluşum ise konuyla ilgili bilirkişi raporunun ve oda görüşlerinin hazırlanmış olmasına dayanıyor.

Önce benim gibi konuyu atlamışlar için sürecin ilerleyişinden bahsedelim…

MKS Marmara Kimya Sanayi’nin Gemlik Körfezi’ne kurulu tesisinin kapasitesini genişletme ve buna bağlı deniz deşarjı projesine aslen çevre ile pek işi olmadığını düşündüğüm, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın verdiği onay tartışma, daha doğrusu dava konusu olmuş zaten bundan bir buçuk yıl önce.

Dava ikiye bölünmüş. Deniz suyunu soğutma için kullanmak ve kapasite artırımına izin almak…

İddialar karşılığında firma da bir karşı açıklama yayınlamış ve şöyle denmiş;

“Denizden alınacak su hiçbir kimyasala temas etmeyecek, sadece soğutma amaçlı kullanılacaktır. Projenin körfezin suyunu 1-2 derece ısıtacağı bilimsel bir temele dayanmamaktadır. İddia edilen değerlerle bu ısınmanın gerçekleşmesi mümkün değildir!”

Açıklamanın devamında firmanın da beyanından anlaşıldığı üzere MKS Marmara Entegre Kimya Sanayi AŞ. Türkiye, İtalya, Hindistan arasında kalan coğrafyada tekel olarak faaliyet gösteriyor.

Firmanın ‘Özellikle ABD ve AB ülkeleri başta olmak üzere dünyanın pek çok ülkesine ihracat yapmaktayız’ yönündeki beyanının gerçekçi olmadığı ise Akademik Odaların konuyla ilgili hazırladıkları raporda açıkça görülüyor.

Konuyla ilgili madde şöyle;

“MKS Şirketinin üretimi ve kapasite artışıyla ilgili olarak İlçe Belediyesinde geçmiş dönemde yaptığı sunumdaki şekliyle formaldehit reçinesinin (formalin) kritik bir ürün olduğu; dünya çapında talep edilen bir ürün olduğu ve üretimin büyük kısmının AB ile ABD’ye ihraç edildiği ile bu ya da başka bir kritik ürünün ise, buz çözücü olarak talep edildiği beyan edilmiştir. Endüstriyel yapıştırıcı dünya pazarının %95’ine hakim ve domine eden ilk beş şirket AVA Biochem, Robinson Brothers, Penta Manufacturer, NBB Company ve Beijing Lys Chemicals olup, bunların pazardaki ürünü Hidroksimetil furfural kimyasalı olup, içerdiği formaldehitin Dünya Sağlık Örgütü Kanserojen Maddeler Listesinde 2A Sınıfında olması nedeniyle  formalin terk edilmiş veya terk edilmektedir. Buz çözücü pazarında ise, benzer olarak başta Clariant gibi 3-4 dünya şirketi tarafından üretilen metil etil glikol ile domine edilmektedir ki, MKS’nin ne mevcut ürünlerinde ne de kapasite artışı ile üretmeyi öngördüğü ürünler arasında yer almamaktadır.

Akademik bir dille hazırlanan bu maddenin sade vatandaş dilindeki açılımı şöyle; firmanın övünçle üretim yaptığı maddeler zaten gelişmiş dünya ülkeleri tarafından kanserojen etkileri ve üretimdeki çevresel kirlilik düzeyi yüksekliği nedeniyle terk edilmiş, hatta piyasaya bu ürünlerin sağlıklı versiyonları çoktan sürülmüş. Üretilen ürünlerin genel pazarı bizim ülkemiz ve üçüncü dünya ülkeleri olarak özetlenebilir.

Dolayısıyla bu iş biraz tekstil üretim merkezi olmakla övünmemizin temel nedeninin aslında su kaynaklarını tükettiği gerekçesi ile gelişmiş dünya ülkelerinin bu üretimden çekilmiş, üretimi de bizim gibi az gelişmiş ülkelere bırakmış olmasına benziyor. Bizim su kaynaklarımız tükenirken, daha ucuz üretim bizim ülkemizde yapılırken, dünyanın güçlü ülkelerine bizim paramızdan çok daha güçlü olan paraları ile o ürünleri almak kalıyor.

Böylece hem üretim anlayışlarını başka yöne çevirecek enerjileri ve paraları kalıyor hem de daha temiz bir çevreleri…

Bir taşla kuş katliamı…

Allah tarafından bu kez MKS’nin deniz suyu ile soğutma projesine bilirkişi raporu onay vermemiş. Ancak ikiye bölünmüş olan davada firmanın kapasite artırma planı bir kişi dışında tüm bilirkişi heyeti tarafından kabul görmüş.

Benim için de sürecin sorunlu tarafı burada başlıyor…

Firmanın kapasite artırımı isteği Gemlik Belediyesi ve Bursa Akademik Odaların itirazına rağmen sürüyor.

Akademik Odaların raporunda konu şöyle özetlenmiş;

“Firmanın Kapalı çevrimli ve Dolaşımlı Akışkan Yataklı Kömür Yakma ile Buhar Eldesi ile mevcut kazanlarını devreden çıkarıp, ama kapasitesi en az yüzde 50 daha yüksek buhar kazanı yenileme projesi için bir başka keşif yapıldı; bu kez bilirkişilerden biri hariç diğerlerinin rapordaki görüşleri olumlu oldu.  Firma bu projesini ÇED’e tabi olmadan Bursa Valiliğinin onayı ile yürüttüğünden, Gemlik Belediyesi buna da ayrı bir dava açmış durumda”

Konunun ÇED onayına girmesi talebi var belediyenin…

Aslında, enerji kapasitesi düşük olmakla birlikte, niteliği açısından adeta küçük, ama ikinci bir kömürlü termik santral ile bu kez Gemlik tehdit altında!

Kömür yakma ile buhar elde etme işlemimin hem insan hem hayvan hem de doğa sağlığı açısından ciddi sakıncalar doğurduğunu artık hepimiz biliyoruz sanırım…

Bir kömür yakma tesisini ne kadar yeni teknoloji ile işletilirse işletilsin, ‘temiz enerji ile çalışıyor’ olarak değerlendiremeyeceğimiz çok açıktır.

Bu tür enerji tesislerinin yarattıkları sağlık sorunları ve çevre sorunları göz önünde bulundurulduğunda, bu sorunların çözümü için devletin kaynak ayırmak durumunda kaldığı dikkate alındığında, ülke ekonomisine de ağır bir yük getirdikleri ortadadır.

Böyle bir kapasite artırımının ÇED raporu istenmeden Valilik onayı ile yürütülmeye çalışılması, devletin şehrimizdeki en büyük temsiliyeti olan Valilik makamını da zor duruma düşürür kanaatindeyim.

Hasılı kelam, adli tatil sona erdiğinde görülmesi beklenen Gemlik Belediyesi’nin MKS’nin kapasite artırımını Valilik onayı ile değil ÇED raporuna dayandırması talebine ilişkin davası son derece haklı bir davadır. Konuyla ilgili Akademik Odaların hazırladıkları 8 maddelik, detaylı bir rapor da mevcuttur.

Konuya dahil herkesin incelemesini, çevre bilinci olan herkesin, özellikle muhalefet partilerinin konuya dahil olmasını öneririm…

 

Nereden nereye: Bir maçın ardından…

Nereden nereye: Bir maçın ardından…

2009 yılıydı.

Türkiye, açılım üzerine açılım yapıyordu.

Komşularla “sıfır sorun” yaşamak için elimizden geleni yapıyorduk. Hatta, Esed ya da Esad; ne diyeceğimi bilemedim, Suriye Devlet Başkanı, ailesiyle tatilin keyfini çıkarıyor, Türk karasularında çimiyordu.

Her şey toz pembeydi. Suriye daha karışmamış, “Şam’da namaz kılacağız” diyerek, 10 milyon mülteci hala bize girmemişti.

Avrupa Şampiyonası elemelerinde Türkiye’nin grubuna Ermenistan düştü. Bu iki kanlı bıçaklı ülkenin futbolda karşı karşıya gelmesi bütün dünyada “ne olacak şimdi?” tartışması başlatmıştı.

O dönem milliyetçilik ayaklar altında olduğundan hükümetimiz ne kadar liberal ve özgürlükçü olduğunu göstermek için Ermenistan ile hemen sıcak meltemler estirmeye başlamıştı.

İlk maç Ermenistan’da oynanmış, Abdullah Gül maçı Ermenistan Cumhurbaşkanı ile Erivan’da seyretmişti.

İkinci maç Bursa’da oynanacaktı.

Ben de Habertürk gazetesinde muhabir olarak çalışıyordum. İlk tartışma Azerbaycan bayrağı üzerinden yaşandı. Bursa Atatürk Stadına girişi yasaklanacak mıydı? Dönemin valisi aynı gün içerisinde 2 ya da 3 açıklama yapıyordu. Bir serbest diyordu, bir yasak…

Bursaspor tribünleri milliyetçi sloganlar atmamaları, tekbir getirmemeleri ve Azerbaycan tezahüratları yapmaması konusunda polis tarafından öyle sıkıştırılmıştı ki canlı yayınlara bağlanıp Ermeni kardeşlerini nasıl bağırlarına basacaklarını, tarihsel olarak nasıl kardeş olduklarını anlatıyorlardı. Polis baskıyı biraz daha artırsa, neredeyse Ermeni kardeşlerini nüfuslarına alacaklardı.

Maç öncesi polis aşırı milliyetçi lise öğrencilerine operasyon yapıp büyük bir provokasyonu önlüyordu!

Hatta dönemin FETÖ’cü valisi Şahabettin Harput, eylem hazırlığındaki çoluk çocuğun planladıkları sözde eylemi ABD’deki “İkiz Kuleler” saldırısına benzetip “Bursa’yı 11 Eylül’e çevireceklerdi.” ifadesini kullanıyordu.

Eylem planına göre, bu çok tehlikeli çoluk çocuk bir model uçak bulacaklar, arkasına Azerbaycan bayrağı bağlayıp stadın üzerinde uçuracaklardı.

Güler misin ağlarmı sın bir olayın içeresindeydik. Vali’nin 11 Eylül dediği olaya biz gazeteciler ağzımızı bırakıp başka bir tarafımızla gülüyorduk.

Gün geldi çattı, Ermeni heyeti ve takımı Bursa’da bir otele yerleşti. Maç biletleri “aman Ermeni kardeşlerimize kötü sözler söylenmesin” denerek memurlara dağıtıldı.

Futbol seyircisinin içeri girmesi böyle engellenmeye çalışılıyordu. Engellenen sadece milliyetçi seyirci değildi, Azerbaycan bayrakları da içeri alınmıyordu.

Sonunda maç düdüğü çaldı. Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan ile Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, birlikte izledi maçı ve UEFA Başkanı Michel Platini dahil “hepsi oradaydı!..”

Ama bu sıcak meltemlerden rahatsız olan isimlerin başında Devlet Bahçeli ve İlham Aliyev geliyordu.

Abdullah Gül’ün ilk maçı seyretmek için Erivan’a gitmesine MHP Genel Başkanı Bahçeli, “haysiyet kırıcı” yorumunu yapıyordu.

Azerbaycan, öyle öfkelenmişti ki ülkesinde bulunan Türk şirketlerinin önündeki Türk bayraklarını indirmiş, şehitliklerdeki Türk bayraklarını yasaklatmıştı.

Dün akşam yine moralim bozulmasın diye milli maçı seyretmedim, iyi de yapmışım. Ama sabah maç hakkında yazılıp çizilenleri görünce eskileri hatırladım.

Devletler, iktidarlar ve halklar 14 yılda nereden nereye evriliyor!

Bir zaman tüneli içerisinde hatırlayınca yazmak istedim.

Bugün Türk ordusu Bakü’de geçit töreni düzenliyor.

Ne değişti ya da ne değişecek, ömrümüz varsa daha nelere şahit olacağız.

NOT: Bursa’daki otele Ermenistan takımı yerleştiğinde bir şey gözlemledim. Bir mili takımdan çok maddi ve sportmen anlamda amatör futbol kulübünü andırıyordu. Ermenistan gibi bir takımla son dakika gölü ile berabere kalan bizim futbolculara tavsiyem milyon dolarları kıvırtırken bırakın kameralar karşısında “dua şov” yapmayı da futbol oynayın. Sahada ter dökmedikten sonra bırak duayı, hatim indirsen olmaz!

 

 

Ali Aykurt’un en büyük hedefi

Ali Aykurt’un en büyük hedefi

Önceki gün Orhaneli Belediye Başkanı Ali Aykurt’un davetlisi olarak soluğu Orhaneli’de almıştık.

Başkan Aykurt’un yaptıklarını kısmen anlattık.

Bir de yapacakları var.

Daha doğrusu şarta bağlı hedefleri demek daha doğru olacak.

Onun da ilk şartı partisi tarafından tekrar aday gösterilmesi, diğer şart ise seçimleri kazanıp Orhaneli halkının bir dönem daha vize vermesi.

İşte o vizenin verilmesi durumunda Aykurt belediyenin mülkiyetinde olan bir arazide özel sektör iş birliği ile engelsiz bir köy ya da mahalle demek daha doğru olacak, kurmak istiyor.

Yaklaşık 15 dönüm üzerinde 100’e yakın iki katlı engelsiz ev kurulacak. Alt katta engelli olan çocuk yaşayacak, üst katta ise aile…

Alt katta engelli bir bireyin kendi başına hayata tutunabilmesi için tüm olanaklar sağlanacak. Bu sayede engelli bireylerin yaşama tutunma umutları artmış olacak.

Aykurt’un hedefi şu: “Engelli ebeveynlerin duası olan, ‘Allah’ım benim canımı evladımdan önce alma’yı, ‘evladıma benden daha uzun ömür ver’ duasına çevirmek.”

Temennimiz inşallah olur.

Projenin hedefi de;

Aileler buraya gelip engelli çocukları ile 15’er gün kalabilecek. Evlerin etrafındaki parkur da engellerin olmayacağı engelsiz bir kent olarak planlanacak.

Projenin hayat bulması durumunda Aykurt çok önemli bir sosyal projeye imza atmış olacak. Bunun dışında Aykurt’un bölgede yaşayan çiftçilerle ilgili yurt dışında üretimi yapılan bir üzümsü bitkiyi de Orhaneli’de yetiştirmek için özel gayreti var.

Bakalım, bu ürün Orhaneli’de yetişecek mi?

Onu yakın bir tarihte öğrenmiş olacağız.

Bize düşen bu tür projelere destek olmak ve takip etmek…

AK PARTİ YILDIRIM İLÇE’DE BAŞKANLIK İÇİN KİMLERİN İSMİ GEÇİYOR?

AK Parti’de önceki hafta içinde görevinden ayrılaran isimlerin başında Yıldırım İlçe Başkanı Ali Erbay geliyor. Erbay’ın istifası sonrası koltuğa kimlerin atanacağı da ayrı bir merak konusu.

İşte bu noktada AK Parti Bursa İl Başkanlığı’nın çalışması devam ediyor. Fakat kulislerden edindiğimiz bilgilere göre birkaç ismin adı ön plana çıkmış durumda.

O isimlerden ilki, il ve Yıldırım ilçe yönetiminde uzun dönem görev yapan, önceki dönemlerde de milletvekili adayı gösterilen, ilçede eczacılık yapan ve halk tarafından sevilen bir isim olan Ali Ömeroğlu.

Yine kulislerde ismi geçen bir başka isim ise son genel seçimlerde partisi tarafından milletvekili adayı gösterilen ve öncesinde de il yönetiminde görev yapan İrfan Akkaya

Bu isimlerin yanı sıra birkaç kişinin daha kulislerde isminin geçtiğini biliyoruz.

Bakalım bu yukarıda saydığımız iki isimden biri mi yoksa bir başka isim mi ilçe başkanı olarak atanacak?

Onu da yakın bir tarihte görmüş olacağız.

Bekleyip, takip edelim…

CHP’nin İbrahim Alagöz sancısı

CHP’nin İbrahim Alagöz sancısı

İYİ Parti ile CHP arasındaki seçim ittifakının sona erdiğini, Millet İttifakı’nın resmen dağıldığını Ortak Akıl programına konuk ettiğim İYİ Parti Bursa Milletvekili Selçuk Türkoğlu da üstüne basa basa belirtmişti hatırlarsanız.

Her ne kadar Meral Akşener’in bu konudaki açıklamaları kafaları karıştırmış olsa da Türkoğlu, ‘Bazı büyük şehirlerde bir seçim mutabakatı yaparak ilerleyebiliriz’ diyerek toparlamıştı durumu…

İstanbul ve Ankara için durum böyle olabilir, ama Bursa için neler olacağı henüz bilinmiyor derken biz, iki gündür kulisler, CHP’nin İbrahim Alagöz transferi ile çalkalanıyor.

Bir yandan görüşme ve parti değiştirme talebi kimden geldi konusu konuşuluyor, diğer yandan İbrahim Alagöz’e hangi belediye başkanlığının teklif edildiği meselesi var masada…

Sözcü gazetesi yazarı İsmail Saymaz’ın yazdıklarından yola çıkacak olursak, konu Akşener’in geçtiğimiz hafta sonu Bursa’da eşinin yeğeninin düğününe katılmak için geldiği salonda başlamış. Alagöz, bu salonda Akşener’den Kemal Kılıçdaroğlu’nun kendisine Nilüfer Belediye Başkanlığı teklif ettiğini ve kendisinin de bu teklifi kabul ettiğini söyleyerek partiden ayrılmak için izin istiyor. Akşener de ‘Hayırlı olsun’ diyor.

CHP cephesi ise görüşme talebinin Alagöz’den geldiğinde ve bir belediye başkanlığı teklifinin yapılmadığında ısrarcı…

Doğrusu ben o kadar net olamıyorum, hele hele Ümit Özdağ konusunda ‘Aramızda bir anlaşmaya varmıştık. Danışmanlarımın da haberi yoktu!’ sözlerini işittikten sonra Kılıçdaroğlu’nun ağzından, her ihtimale hazırlıklı olmakta yarar var.

Nilüfer Belediye Başkanı Turgay Erdem’in bir dönem daha başkanlık yapmak istediğini, eski CHP Nilüfer İlçe Başkanı Fırat Yılmaz ile uyum içinde çalışmaya devam etmeyi tercih ettiğini yazmıştık Nilüfer kongresi öncesinde bu köşeden. Sonuç olarak Yılmaz ilçe başkanlığı yarışını kaybetti. CHP Nilüfer’in yeni ilçe başkanı Özgür Şahin oldu. Bu durumda Nilüfer Belediye Başkanlığı koltuğuna kimin oturacağı meselesi de biraz daha çetrefilli hale geldi.

Neden?

Çünkü dengeler değişmeye başladı…

Bozbey’in Nilüfer İlçe seçimlerinde nasıl bir performansla müdahil olduğunu, bence seçimin belirleyici etkeni haline geldiğini herkes bildiğine göre, Nilüfer Belediye Başkan Adayının belirlenmesinde de aynı etkiyi göstereceğini düşünmek garip olmayacaktır.

Bir aralar yeniden Nilüfer Belediye Başkanı olmak istediği iddiası kulislerde dolaşan, ancak CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun böyle bir talebe olumlu bakmadığı, kendisini Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olarak görmeyi tercih ettiği söylenen Bozbey, Nilüfer’de kendi tercih ettiği bir ismin başkanlık koltuğuna oturmasını ister mi?

İster elbette…

Üzerinde düşünülmesi gereken konu da bu bence…

İl ve ilçe kongrelerinin böylesine önemli olmasını elbette seçilen ekibin belediye başkanları ve belediye meclis üyelerini belirleme gücüne bağlamak gerekiyor. Şehrin özellikle merkez ilçelerinde koltuklar el değiştirdi. İki ilçede yarış kıran kırana geçti. Bundan sonra belediye başkan adayları için de hassas dengelerin zamanı…

Tüm bu konularla ilgili görüştüğüm Mustafa Bozbey bu transfere tepkili olan tarafta değildi. “Alagöz ailesi Görükle’nin yerlilerinden, son derece demokrat ve Bursa’da güçlü bir ailedir. Ben ailenin önümüzdeki seçimlerde üzerine düşen görevi en iyi şekilde yerine getireceğine ve partimize büyük katkı sağlayacağına yürekten inanıyorum” dedi Bozbey ilk olarak.

Benim merakım ise Kılıçdaroğlu’nun Alagöz’e Nilüfer Belediye Başkanlığı teklifinin doğru olup olmadığıydı. Elbette Bozbey’den siyaset kokan bir yanıt aldım; “Genel Başkan’ın İbrahim Alagöz ile ne konuştuğunu bilemem tabii, ama ben pek ihtimal vermiyorum.

Belediye başkanlıkları meselesini pek konuşmak istemeyen Bozbey, dört il başkan adayı ile yapılacak olan kongrede bir aday üzerinde uzlaşılmasını ve tek adaylı il kongresine gidilmesini arzuladığını, demokratik toplumlarda bu pek mümkün olmasa da partide bir dağılmanın gerçekleşmemesi ve örgütün tüm gücü ile yerel seçimler için çalışmaya başlaması açısından böyle bir birlikteliğin çok uygun olacağını vurgulamayı tercih etti.

Kulislerde ise Bozbey’in Nihat Yeşiltaş’ın ekibiyle sıkı bir görüşme içerisinde olduğu söyleniyor. Eğer görüşmelerde bir uzlaşı sağlanırsa kongrede hem Yeşiltaş’ın hem de Bozbey’in eli daha da güçlenir. Bu durumda İbrahim Alagöz ihtimali daha da kuvvetlenir mi, yoksa Turgay Erdem bir dönem daha başkanlık yapar mı?

Matematik bir kez daha gözden geçirilir…

Turgut Özkan aradan sıyrılan isim olur mu?

Turgut Özkan aradan sıyrılan isim olur mu?

Şimdilerde Bursa siyasi gündeminin en önemli meselesi İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’e danışmanlık görevi de görmüş olan İbrahim Alagöz’ün CHP’ye geçişi sırasında CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile yaptığı görüşmeler sırasında menüde neler olduğu…

Bir iddia Nilüfer Belediye Başkanlığı diyor, hemen ardından yalanlama geliyor, ‘Böyle bir pazarlık söz konusu olamaz’ diye…

Bir diğer iddia Mudanya Belediye Başkanlığı diyor, henüz bu iddiaya ilişkin bir yalanlama gelmedi sanırım, ancak Mudanya Belediye Başkan adayının bu kez farklı bir isim olacağına ilişkin duyumlar giderek kuvvetleniyor…

Hatta resmi açıklamalarda Kılıçdaroğlu ile Alagöz arasındaki görüşmeler ve görüşmelerin sürelerinin doğruluk içerdiği, ancak görüşme içeriğinin yerel seçimler olmadığı söyleniyor…

Bursa küçük İstanbul olma yolunda hızla ilerlerken, güçlü bir şehir portresi çizerken, elbette üzerinde pazarlıkların yapılacağı belediye başkan adaylıkları olacak. Tüm bu görüşmelere ve pazarlık iddialarına hiç şaşırmıyorum…

Oysa CHP’nin yerel seçim pazarlığından önce tamamlaması gereken bir kurultay süreci var. En azından kongrelerin yerel seçimlerden önce tamamlanması ve yerel seçimler için partinin çalışmalarını organize edecek yönetimlerin koltuklarına oturması şart.

İlçe kongreleri tamamlandıktan sonra il kongresine odaklanan CHP kulisleri bu açıdan da oldukça hareketli.

İşin garip olan tarafı ‘Bir oy alacağımı dahi bilsem İl Başkanlığına aday olacağım’ diyerek yola çıkan CHP Bursa İl Başkanı Turgut Özkan, yarışın güçlü isimleri arasında sayılmazken, dengeler değişmeye başladı.

Yıldırım İlçe Kongresi sırasında yaptığı konuşmada CHP Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mustafa Bozbey’e ‘Geçen seçimde size oy kaybettiren ekiple mi yol yürüyeceksiniz?’ diye seslenen Özkan’ın enteresan bir matematiğin içinde aradan sıyrılan aday olabileceğini düşünenlerin sayısı giderek artıyor.

Eğri oturup doğru konuşmak lazım, CHP Bursa İl Başkanlığının en kuvvetli adayı Nihat Yeşiltaş, fakat Osmangazi’de ve Nilüfer’de yaşanan gibi bir sürprizle karşılaşabilir miyiz?

Bu soruyu sormak için doğrudan Turgut Özkan’ın yanına uğradım geçtiğimiz günlerde. Doğrudan da sordum sorumu; ‘İl Başkanlığı için şansınızı nasıl görüyorsunuz?’ diye…

Ben İl Başkanlığı için yapılan matematik hesapların geçerliliğine pek inanmıyorum. Bu bir kere partinin il delegelerine yönelik bir saygısızlıktır. İnsanlar bakarlar, kim neler yapmış, nereden nereye getirmiş partiyi, nasıl bir yol yürümüş, kimleri kırmış, kimleri sarıp sarmalamış, buna göre tercihini yapar…” yanıtını aldım.

Öncelikle şunu söylüyor Özkan, ‘Ben atanmış değil yönetim kurulunun seçimi ile göreve gelmiş bir başkanım’ burası önemli. Çünkü atanmış tüm isimlere parti içinde haklı olarak bir tepki var. Yönetim kurulunun seçimi ne denli ön seçim gibi tüm üyelerin katıldığı bir seçimin havasını verir, orasını tartışmak gerekir elbette.

Sadece bu argümanla yola çıkmıyor tabii ki, bir diğer iddiası partiyi asla terk etmemiş olmasına yönelik.

Ben göreve geldikten sonra ve il başkanlığı adaylık çalışmalarımı yürüttüğüm sırada, bizden çok büyük partililerimizden işittiğim; ‘Başkan biz seni takip ediyoruz. Sen ne olursa olsun, partiyi bırakmadın, küsmedin, hep sana verilen görevleri yapmak için çabaladın’ sözleri dahi benim için büyük gurur. Bu partiye emek vermenin en büyük ödülü bu benim için” diyor Başkan Özkan.

Oysa küseni, bırakanı, bırakıp yıllar sonra geleni, partiden istifa edeni, yeniden üye olanı, başka partiye gideni boldur CHP’nin…

Bana gösterdiği bir fotoğrafla ‘Ben bu partiye 60 yıldır hizmet eden bir ailenin çocuğuyum’ diyen Turgut Özkan’ın tüm bu konuşma boyunca gözlerinin dolu dolu olması beni söylediklerinden daha çok şaşırtıyor.

Son bir önemli argümanı da şöyle özetleyebilirim; genel seçimler sırasında CHP Bursa İl Başkanı olarak görev aldığından, il başkanının değişmesinin seçimlere hazırlanmak konusunda partiye zaman kaybettireceği düşüncesinde Turgut Özkan.

Yeni başkanın tebrikleri kabulü bir ay sürecek. Oysa ben bugün seçilsem ertesi gün sahalara inmek için hazırım” diyor.

Tüm bu argümanlar elbette il delegeleri ile yapılan konuşmaların konuları. Oysa işler bu kadar masumane dönmüyor ne yazık ki…

Bir saati geçen konuşmamız boyunca değişimden hiç bahsedilmediğini de söylemekte yarar var. Burası iyi tarafı mı meselenin, yoksa kötü tarafı mı artık ayırmakta zorlanıyorum. Çünkü herkes değişim istiyor, herkesin istediği değişim bambaşka. Bir de ‘her şey değişsin sadece ben değişmemeyim’ anlayışı herkeste baki…

Özkan’ın en büyük avantajının yazımın başında da belirttiğim gibi aradan sıyrılan olma ihtimali olduğunu düşünüyorum.

Nihat Yeşiltaş ve Gürhan Akdoğan’ın partinin iki kutbunu temsil ettiği bir gerçek. Bir de bu kutuplaşmadan sıkılmış olanlar mevcut. Kutuplaşma karşıtlarının tercih edeceği isim Özkan olabilir bu noktada.

Daha önce özellikle Nilüfer İlçe Kongresinde Mustafa Bozbey isminin son derece etkin olduğunu hepimiz biliyoruz. İl Başkanlığı seçimlerinde de yerel seçimler için kendisiyle uyumla çalışacak bir yönetimin olması tercihi olacaktır Bozbey’in. Adayları şimdiden yoklamaya başladığını ve kendisiyle en uyumlu çalışacağını düşündüğü adayı destekleyeceğini kulislerde duyuyoruz. Bu isimler arasında Özkan’ın olma ihtimali de kuvvetli…

Bir de işin Genel Merkez boyutu var tabi…

Aldığım bir duyuma göre Mustafa Sarıgül’ün ekibi Turgut Özkan’ın il başkanı olmasının doğru karar olacağını düşündüklerini belirtmişler ve bu konuda birlikte çalışmak için Özkan’la temasa geçmek üzereymişler…

Gürhan Akdoğan’ın ‘ADD’den istifa ettim diyor ama etmedi, ADD’yi basamak olarak kullandı…’ iddialarıyla boğuştuğu şu sıralarda, seçime de 10 gün kalmışken, Turgut Başkan ihtimali tam da aradan sıyrılmak gibi olabilir…

Ruhaniyetli şehir Bursa’ya ruh katan yeni eser

Ruhaniyetli şehir Bursa’ya ruh katan yeni eser

Yaklaşan yerel seçim olunca belediye başkanları son düzlüğe girmeden heybelerinde taşıdıkları icraatları da birer birer gün yüzüne çıkarmaya başladılar.

İşte bu noktada gerçekleşen bazı icraatlar var ki onlara ayrı bir parantez açmak gerekiyor.

Onlardan biri de Bursa Mevlevihanesi.

Kökleri 17. yüzyılın başına kadar dayanan, 20. yüzyılın başına kadar açık olan Bursa Mevlevihanesi’nde, önce semalar durdu, ardından Mevlevihane yok oldu.

Ne külü kaldı…

Ne de izi….

Sadece kalan sandukalardı…

default

Bizim de doğduğumuz büyüdüğümüz mahalle olan Pınarbaşı Mezarlığı’nın ve Üftade Hazretleri’nin kesiştiği noktada bulunan Mevlevihane, önce merhum gönül insanı Cahit Çollak’ın gayretleri ile yeniden gündeme gelmiş, ardından bu sese dönemin Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe ses vermişti. Buranın, tabiri caizi ise insanoğlunun kıyamette tekrar can bulacağı acbü-z can kemiğinden tekrar can bulması için harekete geçti.

2017 yılında Altepe döneminde başlayan hareket, ardından Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevine Alinur Aktaş’ın da gelmesi ile daha da ivme kazandı.

Burası tekrar hayat buldu diyebiliriz.

İşte bu noktada salı akşamı Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’ın da katılımı ile burada ilk sema ve sema mukabelesi gerçekleşti.

Aktaş, burayı anlatarak nereden nereye geldiğini hatırlattı.

Resmi açılış da gün sayıyor.

7 Ekim 2023 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’un katılımı ile gerçekleşecek.

Ama gerçek olan şu:

Ruhaniyetli şehir Bursa bu eserle de ruh bulmuş durumda.

Bu eser hem ulemanın evliyanın yattığı Pınarbaşı Mezarlığı’nın bulunduğu, Üftada Hazretleri’nin ve yüzlerce evliyaullahın bulunduğu bölgeye değer kattı.

Hem de burayı yapanların vesile olanların amel defterinin belki de kıyamete kadar açık olmasına vesile olacak.

Hayırlı olsun bereketli olsun…

ORHANELİ’DE BİR ŞEYLER OLMUŞ!  

Dağ yöresi ata ocağı olunca, yapılan veya yapılacak her şeye kulak kesiliyoruz.

Belki de bizler de ecdadımıza borcumuzu böyle ödüyoruz.

İşte bu noktada çarşamba günü Orhaneli Belediye Başkanı Ali Aykurt’un davetlisi olarak soluğu Orhaneli’de aldık.

İlk durağımız Sadağı Kanyonu oldu…

Burada hem kahvaltı yaptık hem de Aykurt’un göreve geldiği andan beri yaptıklarını dinledik…

Aykurt, “bu süreçte çok gittik, çokça gitmeye çalıştık, Orhaneli’yi hizmetle tanıştırma adına baya efor sarfettik” dedi, dersek abartmış olmayız.

Bu dönemde ekoturizm de can bulmuş, çiftçiye para kazandıran tarım da hayat bulmuş.

Çocuklar sporla tanışmış, gençler başta olmak üzere herkes raftingle tanışmış.

Kısaca Orhaneli’yi duymayan kalmamış.

Kısaca Orhaneli’de bir şeyler olmuş…

Sonrasındaki durağımız ise Orhaneli Karagöz piknik alanı oldu. Burası için 5 yılda nereden nereye geldi desek abartmış olmayız.

İlçeye artı bir değer katmış…

Bungolowlar hayat bulmuş.

Ali Aykurt’un dört yıl önce attığı tohumlar filizlenip ürün vermeye başlamış velhasıl…

Bundan sonra da bu tohumlar ürün vermeye devam edecek.

Bizler de emeği geçenleri tebrik ediyoruz…

RTÜK’e bir önerim var

RTÜK’e bir önerim var

Benim yaşamımda bazı kitapların değişik bir yeri vardır…

Ya çok okumak isterim elime geçmez, ya da elime geçince okumaya fırsatım olmaz.

Bu kitaplardan biri de Metin Kaçan’ın Ağır Roman’ıdır.

Geçen sene Yazı İşleri Müdürümüz Furkan Kahraman hediye ettiğinde bile açıp okumak içimden gelmedi. Filmi o kadar sevmiştim ki, belki de o büyü bozulacak diye korktum.

Metin Kaçan’ın yazdığı bu hikayenin en sevdiğim karakterlerden biridir, Zafer Algöz’ün oynadığı Gaftici Fethi. Biraz çapkın biraz üç kağıtçı, her zaman parayı bulmak için türlü dümenler çeviren kurnaz bir adamdır.

Her türlü pisliğin cirit attığı Kolera Sokağı‘nda parasız kalınca kafasında bir ampul yanar ve bir broşür çizdirerek bunu bastırıp satınca parayı yeniden bulur.

Kolera sakinleri bu öğretici ve aydınlatıcı kitabı satın almak için adeta birbirlerini ezerler. Bu kitabın adı ‘Oğlunuzu i… olmaktan nasıl kurtarırsınız’dır.

Hala bu sahneyi seyredince gülmekten kendimi alamam.

Geçtiğimiz günlerde Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) tarafından oy çokluğuyla İstanbul Aile Vakfı’nın düzenleyeceği ‘LGBT propagandasına dur de‘ etkinliğiyle ilgili kamu spotuna onay verildi.

Açıklamada, “RTÜK, İstanbul Aile Vakfı’nın Saraçhane’de düzenleyeceği ‘LGBT propagandasına dur’ toplantı duyurusunun kamu spotu olarak TV’lerde yayınlanmasına oy çokluğuyla karar verdi. Vakfın gerekçesi ‘Bu gidişe dur denmezse 23 Nisan ve 19 Mayıs’ı kutlayacak çocuk ve gençlerimiz olmayacak!” cümleleri dikkat çekti.

23 Nisan’dan ve 19 Mayıs’tan kimlerin kıl kaptığı ortada. Yani bu ulusal bayramları kutlamayan, hatta “Yunan galip gelseydi” diyenler LGBT’li mi oluyor?

Ayrıca bu kamu spotları her derde deva ise; kaçak yapıdan kadına şiddete kadar her gün her konuda bu videolar televizyonlarda boy dönüyor. Bizim toplumumuz bunları seyrederek bir İsveç mi oldu? Olduysa bizim neden haberimiz yok?

Bu kamu spotu gençleri LGBT’li olmaktan kurtaracaksa RTÜK’e bir tavsiyem var:

Hemen LGBT karşıtı kamu spotları çeksinler. Bu filmlerde Zafer Algöz, Gaftici Fethi karakterini oynasın. Kamu spotunun başlığı ‘Oğlunuz LGBT’li olmaktan nasıl kurtulur’ olsun.

Kamu spotlarından milyonlar vuran, imar affı kamu spotunda oynayarak affın ne kadar güzel bir şey olduğunu anlatan, ancak 60 bin insanımızı kaybettiğimiz deprem sonrası ortalıkta görünmeyen Ağır Roman kitabının yazarı Metin Kaçan’ın ağabeyi Hasan Kaçan da filmi çekip cukkayı cebine koyarsa bütün Türkiye LGBT’li olmaktan kurtulur belki.

Madem bu vakıf 23 Nisan’ı, 19 Mayıs’ı kutlayacak genç kalmayacağını iddia ediyor, RTÜK de buna hak veriyorsa sormak gerek. LGBT’nin yanı sıra tarikat ve cemaat yurtlarında parmak kadar çocuklara tecavüz taciz gırla gidiyor. Çocuklarınızı oralardan uzak tutun diye bir kamu spotu yayınlansa fena olmaz mı?

RTÜK’e, cemaat ve tarikatların çocuklara karşı faziletlerini anlatan bir kamu spotu çekmesini; ‘Küçüğün rızası var’ diyen eski Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ı ve ‘Bir kereden bir şey olmaz’ diyen eski Aile Bakanı Selma Aliye Kavaf’ı oynatmasını şiddetle tavsiye ediyorum.

 

Bursa’nın trafiğine selam olsun!

Bursa’nın trafiğine selam olsun!

Bursa’nın sorunlarını büyük bir titizlikle dile getiren, benim de dikkat çektiği sorunlar hususunda özenle takip ettiğim kıymetli bir isim İnşaat Mühendisi Cengiz Duman, okulların oryantasyon sürecinin başladığı bu ilk haftada Bursa trafiğinde dikkat edilmesi gereken hususları sıralamış tek tek…

Paylaşım şöyle;

“Bursa’da 2022-2023 eğitim öğretim döneminin başlamasıyla 612 bin 340 öğrenci ve 41 bin 638 öğretmen 1944 okulda ders başı yapmış, yarım milyondan fazla öğrenci ve öğretmen!!!

Muhtemelen bundan daha fazlası 11 Eylül 2023 günü yine ders başı yapacak! Hatta bu rakama veliler de dahil olduğunda rakam büyüyecek de büyüyecek…

Peki, bir hafta zamanımız kaldığı düşünülecek olursa, yerel yöneticiler ve idareciler bu durum için nasıl önlemler aldı acaba?

Toplu ulaşım, okul saati ayarlaması, trafik polisi planlaması, sinyalizasyon, yaya geçiş ve güzergahlarının kontrolü gibi çalışmalar umarım yapılmış ya da yapılacaktır!

Şimdiden uyaralım, şimdiden önlemleri alalım, billboardlarda bahsedildiği kadar akıllı kavşaklarımız yok maalesef. Söz verildiği gibi iki yılda gündemden çıkan bir trafik sorunumuz da! Her eğitim dönemi yaşadığımız kronik sorunları umarım bu dönemde yaşamayız!”

Cengiz Duman’a yetkililerin vermesi gereken yanıttan önce ben bir yanıt vermek isterim…

Geçen yıl yaşadığımız sorunların daha da katmerlisini 11 Eylül Pazartesi sabahı itibariyle yaşamaya başlayacağımızdan adımdan emin olduğum kadar eminim…

Eğitim sistemimiz öyle bir hale geldi ki, herkes çocuğunu servislere koyup oradan oraya sürükleyerek iyi bir okulda okutmanın derdinde. Mahallesindeki, kapısının önündeki okula giden çocuk yok. Bu nedenle ne kadar pahalı olursa olsun servisler yine trafiğin göz bebeği olacaktır. Elbette servise gücü yetmeyen, dolayısıyla çocuğunun okula toplu ulaşımla gitmesini isteyenlerin sayında da bir artış gözlemlenecek. Hal böyle olunca bir okulun önünde durduktan hemen sonraki durakta bir kişi dahi alamadan yoluna devam etmek zorunda kalan otobüsleri, dolayısıyla yollarda perişan olan vatandaşları da çokça göreceğiz yine bu yıl…

Üstelik geçen yıldan bu yıla sürekli göç alan Bursa’nın göbeği, yaşadıkları deprem felaketi sonrasında mecburen şehrimize gelen depremzede vatandaşlarımızla da epey bir şişti. Onlar başımızın tacıdır, orası ayrı, ancak bu şehirde rahat bir yaşam sürmeleri için yapılması gerekenler yapılmadığından, onlar da bizim yaşadığımız sıkıntıları yaşayacaklar maalesef…

Gelelim tüm bu keşmekeşin ortasındaki trafik hengamesine…

Geçen yıldan bu yıla trafiği rahatlatacak bir gelişme yaşandığını ben hatırlamıyorum…

Siz de hatırlamadığınıza göre, aynı manzaralara, hatta daha da tumturaklısına hazırlıklı olmakta yarar var…

Özellikle Nilüfer’deki benim ‘Özel okullar adası’ olarak adlandırdığım bölgenin girişine ‘Giriş var, çıkış yok!’ yazıp bıraksalar bence daha iyi olacak…

Depreme yönelik hazırlık yapalım diye bunca kalkışma yaşayan Bursa’nın halen tek bir ana arter üzerinde ilerleyen trafiğine ve bu ana artere alternatif yol üretme gayretine girmeyen, yerel yöneticilerine de selam olsun…

TAKSAV ÖDÜLLERİ BURSA’DA VERİLECEK  

İsmini kaçınız duydu bilmiyorum, ama eleştirel gazeteciliğin önemli temsilcilerindendi Erbil Tuşalp. Anısına her yıl düzenlenen ödül töreninin bu yıl Bursa’da yapılacak olması bence bizim için büyük şans.

Tören organizasyonunu kısa adı TAKSAV olan, uzun uzun anlatmak gerekirse; Toplumsal Araştırmalar Kültür ve Sanat İçin Vakıf Genel Merkezi diyeceğimiz kurum üstleniyor. Üç yıldır yapılan bir etkinlik ‘Erbil Tuşalp Gazetecilik Günleri

Etkinlik içerisinde daha ziyade genç gazetecilerin dahil olmasının çekici olacağına inandığım panel ve ardından ödül töreni yer alıyor.

Kurucuları arasında Can Yücel, Korkut Boratav, Emil Galip Sandalcı, Haluk Gerger, Oğuzhan Müftüoğlu, Hayri Kozanoğlu gibi isimlerin yer aldığı TAKSAV Bursa Temsilcisi Şermin Pank ve genç meslektaşım Sibel Kahraman ile ödül törenine davet için ziyaretime geldikleri sırada yaptığımız mini sohbette dahi mesleğimizin sorunlarını tek tek masaya yatırmamızdan yola çıkarak, panelin ne kadar verimli geçeğini tahmin edebilirsiniz aslında.

Bu yılki ödülün sahibi Gazeteci-Yazar Hale Gönültaş. Panelde bir konuşma yapacak olan Gönültaş, ödülünü de Bursa’da alacak…

Haktan, adaletten, güçsüzden yana duran gazetecileri takdir eden ödüllerin sayısı o kadar az ki, tam da bu nedenle çok kıymetli etkinlikler bunlar…