Enflasyon canavarı ikinci raunda hazırlanıyor

Enflasyon canavarı ikinci raunda hazırlanıyor

Nihayet sıfırlı bir enflasyon gördük.

Mayısta enflasyon canavarı tatil yapmayı tercih etmiş görünüyor.

Ya da TÜİK öyle istiyor. Ama neticede mayısta yüzde 0,04 gibi durağan artış rakamı ile karşılaştık resmi olarak.

Fiyat artışlarının önceki aylara göre hız kesmesine rağmen pek çok ürün ve hizmetin zamlanmaya devam ettiğine de şahit oluyoruz.

Ancak 400 küsür kalem mal ve hizmetin oluşturduğu TÜFE sepetinin ağırlıklı ortalaması “enflasyon durdu” diyor! Oysa vatandaşın harcama kalemleri arasında öncelikle yer alan gruplarda aylık artış devam etmekte.

Mesela…

TÜİK’e göre giyim ve ayakkabı grubunda aylık artış yüzde 9,85 seviyesinde gerçekleşti. Lokanta ve oteller yüzde 7,10 zamlandı. Eğitim masrafları ise yüzde 5,14 arttı mayısta.

Muazzam rakamlar!

Dışarda yemenin lüks olması yanında giyim kuşam da zam rüzgarından nasibini almış görünüyor. Eğitim sektörü de fiyat artırmaya devam ediyor.

TÜFE endeksinde kapsanan 143 temel başlıktan 110 temel başlığın endeksinde artış gerçekleşmesi dikkat çekici.

Mayısta ana harcama gruplarında bir tek kalem düşüşle dikkat çekiyor! Doğalgaz fiyatının yansıdığı konut harcamaları aylık yüzde 13,79 gerilemiş geçen ay.

Sıfır enflasyonun ana nedeni olarak da seçim vaadi şeklinde ortaya çıkan bir aylık bedava doğalgaz oldu. Tek başına bu kadar ciddi etki yapması zor olsa da TÜFE’nin sepeti sıfır çekmesini sağlamış görünüyor TÜİK’e göre!

Geçici ve haliyle yanıltıcı bir rahatlama olduğu ortada. Çünkü tek seferlik bedava gaz meselesi gerçekçi hesaplama yapılmasını önlüyor enflasyon trendleri adına.

Neticede enflasyonda suni biçimde de olsa aylık olarak sıfırlamış bir rakam gördük.

Ve mevcut atmosfere baktığımızda bunların iyi günlerimiz olduğunu açıkça görmek ve söylemek mümkün !

Niye mi?

Öncelikle yıllık enflasyonda teknik olarak şu ana kadar fayda sağlayan meşhur baz etkisinin yavaş yavaş sonuna geliyoruz. 2022’de aylık bazda öne çıkan yüksek rakamları devre dışı kalmaya başladı.

Artık o cepheden ciddi bir destek imkanı yok gibi istatistiksel olarak.

Bir yıl boyunca 25 metreküp gazın bedava verilecek olması çok az bir destek sunacaktır.

Ve bir ihtimal yazın sağlayabileceği ucuz sebze meyve belki enflasyonu dizginleme konusunda fayda sağlayabilir.

Ama bunun ötesinde fiyatları yeniden yukarı itecek çok sayıda etken söz konusu.

En basitinden temmuzda ücretlere yapılacak olan zamlar otomatik olarak tüm kalemlere maliyet artışı olarak yansıyacak. Tabi ki tüketici fiyatlarına da zam anlamını taşıyor bu gelişme.  Hatta şimdiden etiket ayarlamaları başladı bile!

Dolarda başlayan yükseliş trendinin de kısa sürede hem doğrudan ithalat yoluyla hem de psikolojik olarak fiyatları yukarı yönlü iteceği kesin.

Mayıs ayı başından bu yana dolarda yüzde 9 prim kaydedildi.

Bir miktar daha yükseliş de henüz açıklanmasa da yeni ekonomi politikasının bir sonucu olarak gerçekleşecek!

Akaryakıtta başlayan zamların da kaçınılmaz olarak sürmesi söz konusu kurdaki yükseliş nedeniyle.

Üstüne bir de bütçe açığının dayattığı vergi artışlarını ekleyin. Yüzde 39,59’a düşmüş olan yıllık TÜFE’nin kısa vadede bir miktar daha düşmesinin ardından yeniden hızlı biçimde yükselmesi için pek çok sebep var görüldüğü üzere.

Sözün özü; alım gücümüz yine yerle yeksan olmaya aday.

Bursa festivali gün sayıyor

Bursa festivali gün sayıyor

Yaşı bizle olanlar hatırlar…

Geçmiş yıllarda Bursa’da yaz akşamları bir başka güzeldi.

O akşamlar içinde ilk aklıma gelen;

Bursa’da yıllar önce şehir içinin gözdesi olan Kültürpark’ta düzenlenen fuar…

Gündüz vakti, Kültürpark’ta önce alışveriş reyonları gezilir, sonrasında kamelyaların altında piknik yapılır ardından önce lunaparka uğrar sonrasında ise rahmetli Mustafa Taylan’ın sahibi olduğu Taylan Açıkhava Gazinosu’ndaki programlara giderdik.

O açık hava gazinosundan kimler geldi, kimler geçti.

Sadece orası mı?

Fırsat buldukça yine bir başka açık hava gazinosu Kültürpak Açık Hava Tiyatrosu’nda festival kapsamında gelen sanatçıları dinlerdik.

Bazen içerde bazen çimlerde, elimizde dondurmalarla, çekirdeklerle sanatçıları dinlemek, yakından canlı görmek başka bir duyguydu…

Hey gidi günler hey…

 

***

Dile kolay Uluslararası Bursa Festivali 1962 yılında başlamış, festival aralıksız 58 yıl devam etmiş.

Hatta askeri dönemlerde bile.

Ara verdiği dönem sadece istisna olarak pandeminin yoğunlaştığı dönem…

Gerçi o süreçte;

Sadece festivale mi, sosyal hayata dair birçok etkinliğe ara vermek durumunda kaldık.

Sonrasında festival kaldığı yerden devam etmeye başladı…

Bu yıl 61’incisi gerçekleşecek.

Bu minvalde 7-31 Temmuz tarihleri arasında yapılması planlanan 61. Uluslararası Bursa Festivali’nin basın toplantısına katıldık.

Toplantıya katılan büyük bir çoğunluğun yaşı festivalin yaşından küçüktü.

Bu açıdan bakınca festivalin önemi daha çok anlaşılıyor.

Bu seneki festivalde yine birbirinden değerli sanatçılar var.

Muazzez Ersoy da, Yıldız Tilbe de, Edis de Arif Susam, Cengiz Kurtoğlu, Ümit Besen de…

Bunun dışında burada ismini yazamadığımız, adını sayamadığımız isimler de festivalde.

***

Kısaca bu festival yaşanan sıkıntıları hafifletecek ilaç niyetine bir etkinlik.

Biletler 9 Haziran’dan itibaren satışta.

Yine bu seneki etkinlikte Kültür Bakanlığı da yine destek vermiş. Bu ayrıntıyı da burada unutmayalım.

Böyle bir zamanda büyük bir başarıya imza atarak taşın altına elini koyan emeği geçen herkese ve sponsorlar başta olmak emeği geçenleri şimdiden tebrik ediyorum.

Hayırlı uğurlu ve bol eğlenceli olsun!

Depremle al sat oyunu

Depremle al sat oyunu

Seçim bitti, yeni kabine açıklandı, hatta ana muhalefet partisinin yeni MYK’sı dahi belli oldu. Dolayısıyla vatandaşın gerçek gündemlerinden biri olan 6 Şubat depremleri ile birlikte bir kez daha hatırladığımız gerçekliğe dönüşün vakti gelmiştir.

Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından en çok konuşulan konulardan biri de İstanbul ve Bursa’da meydana gelmesi muhtemel depremlerdi. İşin enteresan yanı, bu kez olası İstanbul depreminden çok olası Bursa depremleri gündeme taşındı. Çünkü Bursa potansiyel 3 deprem beklentisi ile gündemi daha çok meşgul ediyor.

Birkaç gündür de küçük küçük depremcikler yaşıyoruz malumunuz. Özellikle Gemlik merkezli depremler bunlar.

Depremcik diyorum, çünkü Kentsel Dönüşüm Paneli’nde konuşan Jeoloji Mühendisleri Odası Güney Marmara Şube Başkanı Engin Er; ‘Biz 5 ve daha üzeri büyüklükteki yer sarsıntılarına deprem diyoruz. Bunlar deprem sayılmaz’ demişti.

Yine de bizi endişelendirdi bu depremcikler…

Bir de sözü edilen sarsıntıların üzerine Deprem bilimci Prof. Dr. Şener Üşümezsoy’un, Yeniçağ Gazetesinde yaptığı,

“Risk taşıyan faylar olarak Esenköy-Bozburun fayı ve Gemlik-Mudanya fayı kırmızı ile gösterilmiştir ve bu bölgedeki riskli olan faydır. Diğer 5.7’lik depremin oluştuğu Silivri ve Kumburgaz fayıdır. Gemlik-Mudanya fayı ile Bozburun fayı birlikte kırılırsa 7 büyüklüğünde deprem üretebilir. Tek kırılırsa 6 buçuk büyüklüğünde deprem üretebilme potansiyeline sahip” açıklamaları gelince endişeler iyice arttı.

Oysa daha iki, bilemediniz üç gün önce konuyla ilgili Engin Er’in yine Kentsel Dönüşüm Panelinde yaptığı açıklamada, ‘Bursa 7.4 büyüklüğünde bir depreme hazır olmalıdır’ dediğini yazmıştık.

Kimse umursadı mı?

Pek sanmıyorum…

Zaten bir Engin başkan bir de ben ‘Söylüyoruz, ama kim dinliyor’ kabilinden çok şikayetçiyiz bu konudan…

Bursa’nın deprem gerçekliğini aslında pek kimsenin dikkate almadığı sonucuna beni ulaştıran iki önemli husus var.

Bunlardan birincisi; depreme karşı güvenli yapılar oluşturmak adına başlatılan kentsel dönüşüm çalışmalarının nerelerde başlayacağını, nasıl beceriyorlarsa önceden tespit edip, ardından bölgeden bina toplayan, sonrasında kentsel dönüşümle birlikte değeri iki katına çıkacak olan binaların satışı sayesinde bir kazanç sağlamayı amaç edinen gayrimenkul yatırımcılarının oluşması.

Elbette vatandaşın yatırımını kentsel dönüşüm bölgesine yapıp yapmaması beni ilgilendirmez. Beni ilgilendiren kentlinin güvenli yapılarda yaşaması için kalkışılan kentsel dönüşüm projelerinin özellikle yabancı uyruklu yatırımcıların daha çok para kazanmasına yaraması kısmıdır.

Güvenli yapılarda oturması hayal edilen vatandaş ise zaten artık parası bu bölgelerde yaşamaya yetmediğinden, kendi bütçesine uygun ve yine güvensiz bir yapıya taşınarak barınma sorununa çözüm bulmaya çalışıyor.

İşte tam da bu nedenle Kentsel Dönüşüm kavramının sadece bina yapmaktan ibaret olmadığı ve işin sosyolojik boyutunun çok daha önemli olduğu sıklıkla vurgulanıyor.

Kısacası değerli okur, her kesimin simsarını oluşturan canım ülkem, kentsel dönüşüm simsarı oluşturmayı da başarmış bulunuyor.

Bursa depremle adeta al sat oyunu oynuyor…

İkinci neden ise ayrı bir yazı konusu. Bu sebeple yarın özel bir bölümde değerlendireceğim meseleyi…

Yemin töreninden yansıyan ‘Türkiye Yüzyılı’ mesajları

Yemin töreninden yansıyan ‘Türkiye Yüzyılı’ mesajları

Türkiye Yüzyılı’nı nakış nakış işleyeceğiz… Milletimiz, Cumhuriyet’in ikinci asrını Türkiye Yüzyılı ile taçlandıracaktır… Artık yeni şeyler söylemenin zamanıdır… Gün bin yıllık kardeşliğimizi perçinleme günüdür… Büyük kucaklaşmaya ihtiyaç var. Sivil bir anayasa için çalışacağız…” ahengiyle devam ettiği konuşmasını Ahmedi Xani’den aldığı ilhamla taçlandırmıştı; “İnsan en büyük kalemin çizdiği nakıştır…”

Türkiye Cumhuriyeti’nin 13. Cumhurbaşkanı seçilen Recep Tayyip Erdoğan, dünyayı misafir ettiği törende yeminini etmeden önce gerçekleştirdiği konuşmasında böyle sesleniyordu salondakilere ve ekran başındakilere…

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı konuşmada iki başlık ilgimi çekti; “artık yeni şeyler söylemenin zamanıdır” ve “yeni sivil anayasa…

Dikkatimi çektiler çünkü son yıllarda her iki başlığı ben de fazlasıyla kullanıyorum yazılarımda, konuşmalarımda, hayatımda. Evet yeni bir perspektif gerekiyor Türkiye’ye. Zira değişen-gelişen dünya kodları sosyolojik taleplerin tarzını ve tavrını da farklı bir mecraya taşıdı.

Dünya artık geçmişteki kavimler göçünü değil “Dünya Vatandaşlığı”nı konuşuyor. Misal son yıllarda şunu sıklıkla konuşuyorum; neden yüzlerce-binlerce yıl önce yaşamış düşünürlerin yazıp konuştukları hâlâ derslerde satır satır anlatılıyor? Neden günümüz gençliğinin de yeni felsefeler, akımlar, fikirler yaratmasına zemin hazırlamıyoruz? Neden bizim coğrafyamızdan düşünürleri yeterince tanımıyoruz ve onlara ait kaynaklara yeterince yer vermiyoruz?

Halbuki derslerde o ne demiş, bu ne demiş, şu ne yapmış üzerinde bu kadar zihinleri yormak yerine “biz ne diyoruz, ne üretiyoruz, ne bırakıyoruz” demeli günümüz dünyasında… Ve Cumhurbaşkanı Erdoğan da “artık yeni şeyler söylemenin zamanıdır” derken tam da bunu anlatmaya çalışıyordu aslında…

Sivil Anayasa talebi ise onlarca yıldır neredeyse ülkenin tamamına yakınının dile getirdiği bir şey. Mevcut anayasa belli noktalarda güncellense de az önce sözünü ettiğimiz değişim-dönüşüm tablosu karşısında milattan önce gibi kalıyor. Bu karşılıksız kalma hali hükümetin de elini kolunu bağladığı için Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın öncelikler listesinde yer alacaktır…

Gelelim yemin töreninde salonda yer alan ülkeleri ve oturma şeklini analiz etmeye. Salondaki yoğunluk Türki Cumhuriyetler, Arap ve Afrika Ülkelerinden yanaydı. Bu ülkelerin neredeyse tamamı Cumhurbaşkanı seviyesinde katılım sağlamıştı. Bu tüm dünyaya verilen önemli bir mesajdı. Başından beri söylediğimiz “Türkiye Yüzyılı sadece bize değil üzerinde bulunduğumuz coğrafyayla birlikte tüm dünyaya hitap edecek bir vizyon” cümlesinin cisim bulmuş haliydi yemin töreninde salondan yansıyan görüntüler…

Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı Neçirvan Barzani ise salonda ayrı yere sahipti. Cumhurbaşkanı Erdoğan ellerini tutup sohbet ettiği Neçirvan Barzani’nin samimiyetle omuzlarına teması “sen benim için ayrı bir yerde ve kadim değerdesin” mesajını veriyordu…

Aynı akşam Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıkladığı kabine listesindeki isimlere ise hiç şaşırmadım çünkü tam da beklediğim ve yazdığım çerçevede itinayla seçilmişler. Listede Doğu-Güneydoğulu isimlerin ağırlıklı olması önümüzdeki sürece dair de ipuçlarını veriyor. Bir sonraki yazımda yeni kabineye ve “nasıl okumalıyız”a dair anlatımlara uzun uzun değineceğim merak etmeyin fakat şimdilik şunu söylemek istiyorum; yeni bakanlar illerdeki ve bakanlıklardaki kademelerini hızlı bir değişime tabi tutacak, yazın bir yere…

Bir şehri anlamak

Bir şehri anlamak

Her şehrin kendine has bir ruhu vardır.

Ben bu söze tüm kalbiyle inananlar zümresindenim.

Son günlerin en popüler şehri üzerine alışılagelmişin dışında birkaç kelam, birkaç hatıra, az bir yaşanmışlık…

Modern kültürün insanları; şehirleri anlatırken ya yiyeceklerden ya giyeceklerden ya da gezilecek yerlerden başlıyor anlatmaya. Ama ben Diyarbekir Kalesi’nden başlayacağım size Diyarbakır‘ı anlatmaya…

Aşkı, sevdayı, dostu, düşmanı ve en çok da hasreti…

Çoğu bilmez insanlığın ilk yerleşim yerinin bu coğrafya olduğunu. Ve yine çoğu bilmez bazı coğrafyaların kader olduğunu.

Aslında Diyarbakır denince akla gelen ilk şey ne karpuz ne ciğer ne de son yıllarda sıkça duyulan olumsuz olaylardır. Diyarbakır denilince akla gelen ilk şey insan ve insanlıktır.

Şehirde gezerken aynı sokakta hem cami hem kilise görmek mümkün. Yine Sur içinde Ermeni komşusu olmayan çok az insan vardır. Çok değil 15-20 yıl öncesine kadar Diyarbakır’da akşam namazından sonra avludaki son insan dağılmayana kadar cami cemaati evine gitmezdi. Herkes dışardan gelen misafirleri alıp evinde misafir ederdi. Ancak zaman hem bu geleneği bitirdi hem de bu manada yozlaşmaya zorladı apartman kültürüyle büyüyen insanlığımızı. Fikirler, düşünceler, sosyal ve siyasal tercihler bizi komşumuzla bazen arkadaşımızla bazen de ileri giderek kardeşimizle karşı karşıya getirdi. Diyordu ya Ahmed Arif, Diyarbakır Kalesinde:

“Bunlar,
Engerekler ve çıyanlardır,
Bunlar,
Aşımıza, ekmeğimize
Göz koyanlardır”

Ve;

“Yürü üstüne üstüne
Tükür yüzüne celladın
Fırsatçının fesatçının hayının
Dayan kitap ile
Dayan iş ile
Tırnak ile diş ile
Umut ile sevda ile düş ile
Dayan rüsva etme beni…”

dizeleriyle Anadolu insanının hayata bakışını anlatıyordu bize.

Yolumuz birbirimizi anlamaktan geçmiyorsa, hiçbir yere varamayacağız demektir. Bir şehri anlamak için önce o şehrin insanını anlamak gerekir. Kardeşiz demekle kardeş olunmayacağını bilmek gerekir.

Sur‘un ve sırrın bir arada olduğu bu şehri anlamak beraberinde birçok şeyi anlamayı getirecektir. Coğrafyamız kader olmaktan da keder olmaktan da çıkacaktır.

Her şey bir hayalle başlar ve bunun temelinde inanç yatar.

Ben anlamın ve anlamanın olduğu bir düzlemde hasretini çektiğimiz o eski insani düzenin geleceğine kalbiyle inananlar zümresindenim…

Bunun ne zaman olacağını bilmiyorum ama nasıl olacağını gayet iyi biliyorum…

Bazen kitap ile, bazen iş ile, bazen de tırnak ile diş ile…

Ama en çok da umut ile, sevda ile, düş ile…

Yeni kabine açıklandı, kabinenin şifreleri…

Yeni kabine açıklandı, kabinenin şifreleri…

Cumartesi akşamı Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde görev yapacak bakanların açıklanması ile toplumun merakı giderilmiş oldu.

Ama öncesinde bakan toto tahminlerinin de havada uçuştuğunu gördüğümüzü ifade etmek gerekir.

Bu açıdan bakınca tahminlerde tek tutan isim beş yıl aradan sonra ekonominin başına geçen Mehmet Şimşek ismi oldu.

Muhtemelen Şimşek isminin yansıması bugünden itibaren piyasalara olumlu olarak yansıyacaktır.

Bakanlar kurulunun genel değerlendirmesini yapacak olursak;

AK Parti’nin geçmiş hükümetlerinde, geçmiş dönemlerinde milletvekilliği ve bakanlık yapan isimler olduğu gibi, bir önceki dönemde bakan yardımcılığı görevinde bulunan isimlerde bulunuyor.

Bunun yanı sıra teknokrat kökenli, konunun uzmanı isimler de bulunuyor.

Bunun dışında milletvekilliği sayısının kritik sayıda olmasından dolayı milletvekillerinden bakanlık görevine atanan isimler olmadı…

Yeni kabine ile ilgili diğer bir detay da;

Belki hiç kimsenin aklına gelmeyen isimlerin yanı sıra geçmiş kabinede göreve devam eden isimler de mevcut…

Netice olarak bakanlar kurulu şu isimlerden oluştu:

Cumhurbaşkanı Yardımcısı – Cevdet Yılmaz
Adalet Bakanlığı – Yılmaz Tunç
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı – Mahinur Özdemir Göktaş
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı – Vedat Işıkhan
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı – Mehmet Özhaseki
Dışişleri Bakanlığı – Hakan Fidan
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı – Alparslan Bayraktar
Gençlik ve Spor Bakanlığı – Osman Aşkın Bak
Hazine ve Maliye Bakanlığı – Mehmet Şimşek
İçişleri Bakanlığı – Ali Yerlikaya
Kültür ve Turizm Bakanlığı – Mehmet Nuri Ersoy
Milli Eğitim Bakanlığı – Yusuf Tekin
Milli Savunma Bakanlığı – Yaşar Güler
Sağlık Bakanlığı – Fahrettin Koca
Sanayii ve Teknoloji Bakanlığı – Mehmet Fatih Kacır

Yeni bakanlar kurulunda üzerinde durmak istediğim birkaç isim var. O isimlerden ilki Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı görevine getirilen Mahinur Özdemir Göktaş.

Kendisi Avrupa’da Belçika’da başörtülü olarak milletvekili seçilen isim.

Seneler önce Mahinur Özdemir Göktaş ile Osmangazi Belediyesi’nin Brüksel’deki AB günleri etkinliğinde tanışmıştım.

Babası Hasan Özdemir ise uzun yıllardır Brüksel’de yaşayan ülkücü dünya görüşünde sevilen sayılan bir isim. Kardeşi Alperen Özdemir ise o da CDH’den meclis üyesi adayı olmuş isim.

Bana göre son yıllar içerisinde Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına gelmiş en iyi isimlerden biri Mahinur Özdemir Göktaş…

Yine bu dönemin en çok dikkat çeken bakanlarından biri de Hakan Fidan olacak. MİT Başkanlığı’nda yapmış olduğu çalışmalarla tüm dünyanın dikkatini çeken Fidan yine tüm dünyanın dikkatini çekebilecek bir yere, Dışişleri Bakanlığı görevine getirildi.

Bursa açısından değerlendirdiğimizde ise Bursa’ya bu dönemde bakanlık yok.

Muhtemelen bakanlık yardımcıları ile yetineceğiz.

Bu vesile ile yeni kabinenin ülkemize hayırlar getirmesini dileriz.

Dirençli değil uyumlanan kentler…

Dirençli değil uyumlanan kentler…

TMMOB’a bağlı odalar tarafından düzenlenen Kentsel Dönüşüm Panelinde dikkatimi en çok çeken ve en yeni bakış açısı, depremden sonra üretilen, ‘Dirençli kentler’ tanımının yanlışlığının vurgulanması ve yerine, ‘Dayanım gösteren, uyumlanan kentler’ tanımının gelmesi gerektiği konusundaki görüş oldu. Prof. Dr. Tülin Vural’a bakış açımı değiştirdiği için çok teşekkür ederim.

Zira depreme direnç gösteren binalar yıkılmaya mahkum akademisyenlere göre, yıkılmamak için depremle birlikte salınım yapmak yani depreme uyumlanarak dayanım göstermek gerekiyor.

Harika…

Yazımın bundan sonraki çatısını direnç göstermek ve uyumlanmak tanımları oluşturacak, çünkü konumuz depremden korunmak için mutlak olan kentsel dönüşüm…

Tüm kurumlar, şehir dinamikleri ve vatandaşlar olarak kentsel dönüşüm konusunda birbirimize öyle çok direnç gösteriyoruz ki, gidip gidip bir arpa boyu yol alamıyoruz. Oldu da yol aldık diyelim, arkamıza bir dönüp bakıyoruz, gittiğimiz onca yol yanlış kapıya çıkıyormuş meğer…

Kentsel Dönüşüm Paneli bu konuyu ele alan tüm toplantılar gibi çok önemliydi bence. Ancak böylesine önemli bir toplantıya kentsel dönüşüm düğmesinin en yanlış iliklendiği yer olduğu sürekli olarak vurgulanan ilçeyi temsilen Nilüfer Belediye Başkanı Turgay Erdem’in katılmamış olması bir eksiklikti.

Başkan Vekili Remzi Çınar tarafından temsil edildi Nilüfer Belediyesi. Çınar konuşmasında;

2014-2015 yıllarında Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından 0.50 emsal artışı ile başlayan kentsel dönüşüm akımının kentsel dönüşümün en ihtiyaç duyulduğu bölgelerde uygulanmasının önünde bir engel oluşturacağını odalarda yaptığımız çalışmalarda hazırladığımız raporlarla da ortaya koymuştuk. Tam da raporlarda üstünde durduğumuz gibi oldu. Parsel bazlı dönüşümlerle düğme yanlış iliklendi” dedi.

Remzi Çınar’ın tek eleştirisi kentsel dönüşüm konusunda değildi. 2040 Çevre Düzeni Planının yapımında neden tüm akademik odaların yer almadığını da sorguladı;

Eski planın üzerine birkaç parametre koyarak değil gerçek bütüncül bir plan olarak hazırlayalım 2040’ı” diye seslendi.

Çınar bir direnç göstererek topu Büyükşehir Belediyesine attı, ancak sesine ses gelmedi…

Çünkü kendisinin bu sorularına muhatap olacak olan eski ve yeni Bursa Büyükşehir Belediye Başkanları salonda değildi.

Keşke olsaydılar ve her gittikleri yerde kentsel dönüşümü ne çok istediklerini anlatan Alinur Aktaş ile 0.50 emsal artışı konusunda çok doğru bir adım attığında ısrar eden Recep Altepe kendilerine yöneltilen soruları yanıtlasaydılar.

Böylece belki bir uyumlanma olurdu…

Belki başka panellerde bunları da görürüz ve daha samimi, daha doğru ilerleriz bu konuda.

Peki salonda kim vardı?

Kentsel dönüşüm konusunda en doğru adımları attığını tüm akademik oda temsilcilerinin de sıklıkla dile getirdikleri Yıldırım Belediye Başkanı Oktay Yılmaz.

Kentsel dönüşüme bence de en mantıklı açıdan bakan ve kendi ilçesindeki vatandaşın olabilecek en iyi koşullarda yaşaması için çalıştığını düşündüğüm bir isim Oktay Yılmaz.

Binanı yıkalım yeniden yapalım paneli değil bu. Kentsel dönüşüm de mühendislik bilimlerinden daha çok sosyolojik açıdan değerlendirilmesi gereken bir vakadır. Aksi takdirde siz binalar yaparsınız, ancak terk edilmiş, kimsenin yaşamadığı bölgeler yaratırsınız” dedi.

Sanıyorum panelin en doğru belediyecilik anlayışını sundu bizlere yaptığı konuşmayla.

Başkanı vatandaşına direnç gösteren değil de uyumlanan anlayışı ile yolcu ettik panelin bir bölümünden sonra…

Sadece belediyelerin değil inşaat şirketlerinin de paydaşı olduğu bir konu kentsel dönüşüm. Dolayısıyla İMSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Şeref Demir’in konuşmasına da değinmek lazım. Bir direnç hikayesi de kendisinde var çünkü.

6 Şubat depreminin hemen ertesinde Akpınar Mahallesindeki vatandaşın ‘Aman hemen yapın binalarımızı’ diyerek kapılarını çaldığını anlattı Demir, aradan biraz zaman geçinceyse pazarlıkların başladığını, hatta bitmediğini söyledi. Üstüne para ödemeden kendi metrekaresi kadar yapı alacak olan vatandaşın buzdolabından tutun da kilere kadar çeşitli isteklerle geldiğini anlattı.

Tüm bunlara yönelik tek çözümü kamu erkinin devreye girmesi ve gerekirse vatandaşa rağmen vatandaşın iyiliği için harekete geçilmesi oldu.

‘Direnç gösterelim vatandaşa, uyumlanmaya gerek yok!’ diyor bu cümleler…

Konuşmasındaki bir direnç noktası da Nilüfer ilçesindeki kentsel dönüşümlerin yanlış binalara uygulandığı tezinin hatalı olduğuna ilişkindi. “0.50 emsal uygulaması sağlam olmayan binalara uygulanmıştır, ancak bir yıkıp iki yapmak bana göre de yanlıştı” dedi.

Sözleri havada kaldı, zira karşısında muhatap yoktu…

Tüm panelin en dirençli ve en neşeli konuşmasını ise ‘Köyün delisi gibi yıllardır aynı şeyleri anlatıyorum, ama beni kimse dikkate almak istemiyor. Fay hatlarının şakası yoktur, depremin şakası yoktur. Başlarına gelince anlayacaklar herhalde’ diyerek her karşılaştığımızda sohbete başladığımız Jeoloji Mühendisleri Odası Güney Marmara Şube Başkanı Engin Er yaptı.

6 Şubat depreminin ardından yapılan protokollerle başlatılan çalışmalar konusunda;

Zemini denetlemiyorsanız yaptığınız işin yarısı sakat. Şu an Bursa’da fay hatlarının üzerinde hastane var, otel var, öğrenci yurdu var. 2012 yılında kabul edilmiş bir fay haritası mevcut ama imar planlarına işlenmedi. Heyelan bölgeleri haritalarda yok…” diyerek sıraladı şikayetlerini.

Engin Er, bu konuları sadece bugün değil yıllardır dile getiriyor, ancak akademik oda olarak dikkate alınmamak can sıkıcı olmaya başlamış onun için.

Haksız mı?

Bence sonuna kadar haklı…

Burada önemli ve bir kez daha hatırlatılması gereken bir ayrıntı var. Bir direnç de ben göstererek bu ayrıntıyı vurgulayayım. Yapı denetim şirketleri binaların yerin üstünde kalan kısımlarını denetliyorlar, yerin altı için yapılan çalışmalar ve sondaj sonuçlarını denetleme yetkileri yok. İşte tam da bu nedenle binaların sağlam temeller üzerinde oturup oturmadığı meselesi çoğunlukla muallakta kalıyor.

Panelin açılış konuşmasını yapan İKK Sekreteri ve Mimarlar Odası Bursa Şube Başkanı Şirin Rodoplu Şimşek en uyumlanmış, dirençsiz konuşmayı yaptı desem inanır mısınız?

Kendisini genellikle kent ile ilgili mücadeleler verir ve tartışmalar içinde bulunurken bulduğumuz Şimşek;

Yüzde 65’i niteliksiz yapı stoğundan oluşan bir şehirden bahsediyoruz. Değişelim deyince hemen 5 yıl içinde yenilenemeyiz, kolay değil. Ancak bir yerden başlamak, eyleme geçmek lazım…” diyerek çok önemli bir vurgu yaptı.

‘Bir yerden başlamak lazım…’

Panel için emeği geçenlere çok teşekkür ederim…

Tüm konuşmacıların direncine sağlık…

CHP’nin rafa kaldırdığı ön seçim ve açmazları

CHP’nin rafa kaldırdığı ön seçim ve açmazları

Genel seçimler ve cumhurbaşkanlığı seçimleri bitti. Şimdi gözler önümüzdeki 2024 yılında gerçekleşecek yerel seçimlere çevrilmiş durumda.

Hal böyle olunca bizler de siyasi partilerdeki olası gelişmeleri kaleme alıyoruz. Bu minvalde dün ilk olarak AK Parti’yi yazdık.

Bugün de ana muhalefet partisi CHP’ye bakalım.

Gerçi CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun siyasi geleceğinin ne olacağı belli değil. Devam mı edecek?

Yoksa nokta mı koyacak?

Belli değil…

Ama belli olan yerel seçimlerin zamanında yapılacağı.

Bursa özelinde ise Kılıçdaroğlu’nun iki açıklaması var.

Onlardan ilki Bursa Büyükşehir Belediye Başkan adayının Mustafa Bozbey, Osmangazi Belediye Başkan adayının ise Erkan Aydın olacağı.

Şimdi sormak lazım.

Bu açıkladığınız adaylar partinizin mi yoksa Millet İttifakı’nın mı adayı…

Partinizin adayı ise belki siz genel başkan olarak devam etmeyeceksiniz.

Etseniz bile belki de İYİ Parti ve diğerleri Millet İttifakı’nda yer almayacak.

Kendi adayları ile seçime girmek isteyecek ya da onlar size diyecek ki geçen dönem sizin aday gösterdiğiniz belediyelerden biz, bizim gösterdiklerimizden sizler aday gösterin diyebilecek.

İhtimaller çok.

Kılıçdaroğlu için bir ihtimal daha var.

O da kurultaydan başkan olarak çıkmak…

Kılıçdaroğlu, başkanlığa devam etse bile;

Eğer partinizin adayı açıkladığınız isimler ise yine sormak lazım o sizin çok bahsettiğiniz parti içi demokrasi, ön seçim bu dönem de mi gerçekleşmeyecek?

Ya da parti içinde başka adaylar çıkarsa onlara çıkmayın mı diyeceksiniz?

Bu soruları uzatmak mümkün.

Ama Millet İttifakı devam etse de etmese de ittifakla seçilen bazı belediye başkanlarının bu dönem seçilme şansı geçen döneme göre daha az.

CHP seçime tek başına girerse ittifakın kazanacağı iller ve ilçeler de sınırlı.

İzmir, Çankaya, Kadıköy gibi belli başlı belediyeleri kazanırsın.

Gerisi de hikâye…

Velhasılı CHP’nin genel ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonraki durumu deveye hendek atlatmaktan daha zor.

Bakalım ana muhalefet partisi bu durumdan babalar gibi çıkacak mı?

Yoksa çıkmadan ağır aksak yoluna devam mı edecek?

Bekleyip, görelim…

‘Türkiye Yüzyılı’ tamam peki ya partilerden ne haber?

‘Türkiye Yüzyılı’ tamam peki ya partilerden ne haber?

14-28 Mayıs Seçimlerini fazlasıyla konuştuk gibime geliyor, bu sebepten şimdi “Türkiye Yüzyılı” başlığının altı nasıl doldurulacak ve “Türkiye’de muhalefet” bundan sonra nasıl bir vitrine kavuşacak demenin vaktidir.

2023 Seçimi sadece bir tercih olmayacak dediğim yerdeyim hâlâ. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı elbette. Ve önümüzdeki 5-10 yılda yeni taşların yavaş yavaş oturacağı bir sürece hepimiz tanık olacağız. “Türkiye Yüzyılının” ipuçlarını herkesten önce 1 Ocak 2021 tarihli “Kocaman Tohum” başlıklı yazımda vermiştim. Şu an konuştuğumuz ve ileriki süreçte fazlasıyla konuşacağımız pek çok başlığın detaylarını 2,5 yıl önce yayınlanan o yazımda sizlerle paylaşmıştım vaktiniz olursa yeniden okumanızı tavsiye ederim.

Evet Türkiye Yüzyılı gerçek anlamda yeni bir yüzyıl olacak. Türkiye’nin son yıllarda kat ettiği zorlu yolların, önüne atılmaya çalışılan kösteklerin, küresel oyunlara rağmen pes etmeyişlerin temelinde zaten “Türkiye Yüzyılı” perspektifi var.

Peki bu yüzyılda siyasi partilerimiz bilhassa da muhalefetimiz nasıl bir şekil alacak? Zira bu topraklar başarılı bir iktidarla birlikte başarılı, aktif, zinde, mantıklı, gelişen, geliştiren, kucaklayan, çözümler üreten, gerektiğinde iktidara fren olabilen bir muhalefet işleyişini de hak ediyor… Her ne kadar mevcut muhalefet bu çerçeveden çok uzaksa da umutlu olmaya devam edeceğiz.

Bu soru CHP, HDP, İYİ Parti, HÜDA PAR başta olmak üzere şu an tüm partilerin zihnini meşgul ediyor.

Yoğunlaştığım alan Doğu ve Güneydoğu olduğu için öncelikle HÜDA PAR ve HDP diyorum. Atılan tüm taşlara rağmen HÜDA PAR yönetimi, teşkilatları ve seçmeni büyük bir siyasi olgunluk sergiledi. Aylar öncesinde belirttiğim “HÜDA PAR kucaklayıcı bir vizyona sahip olursa önce bölgeden sonra da ülke genelinden kendisine doğru ciddi bir göç hareketi yaratacaktır” cümlemi yineliyorum. Çünkü HÜDA PAR’ın işi asıl şimdi başlıyor. Dini ve ideolojik uçta-lıktan yorulan, bıkan, kabul etmeyen zamanın insanına göre; “istiyorsam ben de HÜDA PAR’da rahatlıkla siyaset yapabilmeliyim” mantığı hakim.

Yani muhafazakar kodlarıyla birlikte kadın, erkek, genç, başı açık, başı kapalı ayrımı asla olmamalı diyorum.

HDP ise HÜDA PAR’ın tam aksine çöküş dönemini yaşıyor. Şimdiye kadar “Kürt düşmanlığı” vizyonuyla yol alan HDP ile bir kesim Kürt arasındaki “toksik ilişki” bölge insanını mutsuzluğun dibine mahkum etti. Mutsuz olmasına rağmen HDP’nin yaşattığı toksik ilişkiden bir türlü kopamayan Kürtlerin panzehiri ise yine “Türkiye Yüzyılı”nın doğru cümlelerle anlatılmasından geçiyor, çünkü “Kürtler tek muhatap olarak halâ Erdoğan’ı görüyor.” Ve beş yıl önce konuştuğum zaman adeta taşlandığım “HDP parçalanacak içinden irili ufaklı yeni oluşumlar belirecek” cümlemin gerçekleşmesi yakındır. HDP; muhafazakar, koyu Kürtçü ve marjinal kollara ayrılabilir.

“Aktif siyasete bu aşamada ara veriyorum” diyen Selahattin Demirtaş başlığının altına yazacak fazlasıyla cümlem olduğu için şimdilik bu mevzuya girmiyorum.

CHP de tıpkı bölünme girdabına kapılan HDP gibi iflah olmayacaktır.14 ve 28 Mayıs sonrası suçlanan Kemal Kılıçdaroğlu alınan yenilginin tek sorumlusu değil elbette. Arka plandaki “yön-gaz” verici-samimiyetten uzak-üstten bakan- havai mantıklılar CHP’yi terk etmediği sürece de kazan dip tutmaya devam edecek. Ve kimbilir CHP de yeni doğumlara gebe olabilir.

İYİ Parti’nin güven yelkenleri büyük hasar aldığı için bu hasar yamalarla giderilecek gibi görünmüyor. Yani İYİ Parti de “yelkenler yenilenmeli” diyorum…

DEVA, GELECEK, Yeniden Refah’ı ise dipten dipten kendi duvarlarının içini güçlendirecek hamlelerde göreceğiz; önce can sonra canan mantığıyla…

MHP ise bu seçimde gönülleri fethetti ve bu fethedişler hızla devam edecek gibi. Polemiklerden uzak, menfaat gözetmeyen ve istikrarlı yapısıyla bu fırtınalı günlerde seçmenin yöneldiği güvenli liman olduğu için bu seçimde ciddi bir çıkış yakaladı MHP.

Farkında değilsiniz fakat MHP çoktan “Türkiye Yüzyılı” perspektifini odağına aldı. Milliyetçi kodlarına sadık kalmakla birlikte kucaklayıcı “Türkiye Vatandaşlığı” yaklaşımını başarıyla sergileyen Genel Başkan Devlet Bahçeli ve MHP teşkilatları “herkesin kendine ait bir yer bulduğu” vizyonuyla oldukça takdir aldı alacak….

Şimşek rüzgarı yetecek mi?

Şimşek rüzgarı yetecek mi?

Nebati dönemi bitiyor, Şimşek dönemi başlıyor.

Piyasalar bu olasılığa sıkı sıkıya sarıldı.

Daha yeni kabine açıklanmadan ciddi bir borsa rallisini, ilk cümledeki atmosfer nedeniyle yaşadık!

Ekonomi yönetimindeki olası değişiklik kavramsal olarak bile yatırımcıya moral verdi.

Yani seçim sonrasında oluşacak kabine ve icraatlarına dair umutvar bir tablo sadece bir kişinin ismi üzerinden zikredilir oldu.

Beklentiyse mevcut para ve ekonomi politikalarının değişmesi.

Ve ortodoks kavramı yeniden moda oldu umut tablosunda!

Peki gerçekte mevcut strateji ne oranda değişecek?

Asıl kritik soru bu. Ve henüz ciddi bir yanıt söz konusu değil!

Buna rağmen Borsa İstanbul’da kısa sürede yüksek primler gerçekleşti.

Özellikle de bankacılık hisseleri aşırı ilgi görmüş vaziyette.

Bir haftalık işlem süresi içerisinde bankacılık endeksinin yüzde 18 civarında prim yapması dikkate değer.

Sadece bir umut rüzgarı bu atmosferi yarattı.

Elimizde tam olarak yeni ekonomi yönetimi kadrosuna dair net bir bilgi yok.

İzlenecek politikalara dair ise hiçbir fikrimiz yok.

Sadece Mehmet Şimşek ismi üzerinden bir beklenti rüzgarı estirilmiş vaziyette!

Yani hisse senetlerinin gerçekten rüzgarı dolu dolu yelkenlerine doldurup da yol alması için somut hiçbir neden yok.

Peki önümüzdeki aylarda neler olabilir?

Eğer ki istediği kadroyu kurar ve tam yetkili olarak istediği politikaları uygulayabilirse Mehmet Şimşek mevcut pozitif beklenti tablosunun içi dolmaya başlayabilir.

Ancak bir yol ve yöntem ve aynı zamanda zamanlama çok önemli kavramlar.

Öncelikle mevcut faiz politikası, kur politikası ve bankacılık uygulamalarına dönük stratejinin değişip değişmeyeceği önemli.

Değişimin nasıl, ne zaman ve nasıl olacağı daha büyük önem taşımakta.

Şimdiye kadar izlenen politika, verilen mesajlar bir anda bir U dönüşü şeklinde bir beklentinin gerçekçi olmadığını gösteriyor.

Ayrıca Merkez Bankası’nın kasaları boşalmış vaziyette. Döviz ihtiyacı da yüksek seviyesini korumaya devam ediyor.

Kur korumalı mevduat üzerinden biriken yük ayrı bir soru işareti!

Dolayısıyla piyasadaki çifte faiz ve kur kavramının değişmesi, kur korumalı mevduatın tasfiye süreci, ihracatçı firmalara dönük döviz tedbirleri ve bankaları kısıtlayıcı tedbirlerin nasıl bir sistemle normalize edileceği çok ciddi soru işaretleri olarak durmaya devam ediyor.

Ve elbette ki çok yönlü biçimde enflasyonla mücadelenin birinci gündem maddesi olması da şart.

Yani kapsamlı bir yol haritasının çalışılması öncelikle ve ivedilikle şart. Ne zaman, nasıl ve hangi adımların atılacağının net olarak belirlenmesi ve içi somut mesajlarla dolu bir açıklamanın kamuoyuyla paylaşılması büyük önem taşımakta.

Bunlar gerçekleşmediği sürece piyasalardaki iyimserlik havasının kalıcı olması mümkün değil.

Ve muhtemelen farklı açılardan uygulanması gereken acı reçetelerin yerel seçim öncesi nasıl uygulanacağı ise apayrı bir mesele.

Özellikle de seçim döneminde pompalanan para, yeni maaş zamları ve yükselen kurun dayattığı ciddi enflasyon riski karşımızda net biçimde dururken.

Dolayısıyla kısa vadede iyimserliğin belli sınırları içinde kalması mümkün.

Ancak satın alınmış beklentiler gerçekleştikçe piyasanın kar satışına girmesi de normal bir süreç olacaktır.

Kalıcı iyimserlik somut adımların atılarak sonuç alındığının görülmesi ile gelir.

Sonrasında da hem sıcak para hem doğrudan yabancı sermaye girişini beklemek zor olmayacaktır.

Neticede ekonominin istikrarlı büyüme ortamına girmesi, iş ve aş üreterek nefes aldırması ancak orta vadede görülecektir.

AK Parti neden kazanıyor?

AK Parti neden kazanıyor?

Cumhuriyet Halk Partisi’ndeki değişim büyük ölçüde yoluna girdi gibi görünüyor. Bence kaçınılmaz olan, tazelenme ihtiyacı sanıyorum artık daha da mantıklı geliyor kulaklara. Yine de bu konuda süreci takip etmek gerekiyor. Çünkü seçmenin de örgüt ya da teşkilat adı ne olursa olsun parti tabanlarının da tercihlerini nasıl şekillendirdiklerini anlamak güç.

Tam da bu noktadan bir bakış sunmak istiyorum size.

Nasıl oluyor da Anadolu’nun iç kesimlerindeki şehirlerinden ya da köylerinden kalkıp büyük şehirler olarak tanımlayabileceğimiz İstanbul, Ankara, İzmir gibi şehirlere yerleşenler ile bulundukları yerlerden göç etmeyenler arasındaki bakış açısı bu denli farklı olabiliyor?

İşin bu kısmına sosyolojik bir bakış getirmek şart bence. Aksi takdirde oylar konusunda baskın olduğu aşikar olan halkı anlamak mümkün değil.

Sosyolog Sevinç Doğan’ın çalışmalarına yer vermeyi bu nedenle istedim. Zira AK Parti’nin hakim olduğu bölgelerde çalışmalarını sürdüren Doğan, ilginç tespitlerle çıkıyor karşımıza.

Öncelikle muhalefetin neden yine muhalefette kaldığı ile başlamakta fayda var. İğneyi kendimize bir batıralım bakalım neler olacak?

Konuyla ilgili Doğan’ın tespitleri;

“Deprem oldu. Büyük bir felaket ve kayıp yaşandı. Bunun üstüne umuda ihtiyaç doğdu. Bu muhalefetin üzerindeki duygusal ağırlığı atmasına atıllıktan uzaklaşmasına da yol açtı. Erdoğan’a oy verenler de karşı çıkanlar da onu eleştirmeye başladı. “Ne yaparsa yapsın artık korkmuyoruz” dediler. Bu umut dalgası içinde bazı şeylerin görülemediğini düşündüm. Aslında araştırmalar da ilk turda yüzde 1 -2 puan farkla önde olacağını söyledi. Yani aradaki fark çok büyük değildi. Ama muhalefet ‘İlk turda alıyoruz’ ruh haline girdi.”

Çok doğru …

İşte kaybettiren ruh hali… ‘Biz zaten kazandık hissiyatının verdiği rehavet ve üsttencilik…’

İkinci tura hazırlanamama konusunda da önemli bir eleştirisi var Sosyolog Sevinç Doğan’ın;

İlk tura aşırı duygusal yatırım yapılması, ikinci turun hiç olmayacağı varsayımından hareket edilmesinin yanlış olduğunu düşünüyorum. Milyonlarca kişiyi buna hazırlamamak bir eksiklik. İlk turun akşamında insanlar duygusal çöküntü içinde bırakıldı.

Sanırım bu durumu evinde yaşamayan muhalif aile yoktur. Bizim evde bahsedilen havanın yeni yeni dağılmaya başladığını söylesem yeridir…

Pekala, iğneyi yeterince batırdığımıza göre neden kazanıldığını da anlamalıyız ki, nereden yola devam edeceğimizi bilelim, öyle değil mi?

Tam da bu noktada yapılan sosyolojik araştırmaların büyük önem kazandığını düşünenlerdenim.

Mesela deprem bölgesinde, AK Parti’nin yerle bir olmasını beklerken, yaşanan onca felaketin ve üst üste yapılan yanlışların ardından muhalefetin oy patlaması yaşaması umulurken ne olmuş biliyor musunuz?

Güçlünün yanına sığınmış insanlar…

Ekonomik, kültürel ve sınıfsal olarak ne kadar alt grupta iseniz, o kadar çok temsilciye ve sözcüye ihtiyaç duyarsınız. AK Parti’ye oy veren biri AK Parti ile ilgili bir politikaları savunmuyor ki. Mikrofon tutuluyor, “Zengin daha zengin fakir daha fakir oldu” deniyor “Sendikal haklar alındı” deniyor. Bunların hepsine katılıyor ama ne diyor, “Dünyaya kafa tutuyor, boyun eğmiyor, eğilmiyor” diyor. Kendisi ile ilgili özdeşlik kuruyor. Maddi bir kazanım olmasa da duygusal anlamda bir kazanma hissi yaşıyor, özdeşlik kurarak.”

Meşhur gönüllere girme lafının gerçek anlamı bu olsa gerek.

Dünyaya kafa tutan lider olarak görülen Erdoğan aynı zamanda “Seni kurda kuşa yedirmeyiz” denilerek korunup kollanan, sahip çıkılan biri haline geliyor. Hastalık ve yaşlılık vurgularının yapılması da belki bunu güçlendiriyor ve Erdoğan’ı dış etkenlere karşı korunması gereken bir emanet haline getiriyor.

Kısacası hayatın her noktasında kaybediyorsun, ama AK Parti’ye ya da Recep Tayyip Erdoğan’a oy vererek kazanıyorsun. Kazanan tarafta yer alıyorsun.

Tüm bu parametreler daha ziyade Türkiye haritasının çerçevesi dışında kalan orta bölgesi için geçerli. Çünkü büyük şehirlerde geçirgenlik daha fazla olduğundan ve yaşanan ekonomik sorunlar çok daha derinden hissedildiğinden AK Parti oy kaybediyor.

Ekonomi ve baskıcı politikalar, ötekileştirici dil bu şekilde devam ettikçe kaybetmeye de devam edecek.

Fakat muhalefet bu kaybedişten nasıl yararlanır işte onu kestiremiyorum. Çünkü aslında ortada duran sonuçlar ve çıkarımlardan ders alarak ilerlenmesi gerekirken kısır tartışmaların içinde sıkışmak gibi bir adet hasıl oldu son günlerde.

Ben bu anlamda üzerime düşeni  yaptım, önemli bir sosyolojik çalışmanın sonuçlarından bazılarını derleyip kendi yorumlarımı da eklediğim bu yazıya benzer pek çok çıkarım yazısı olduğuna eminim. Önümüzdeki süreçte muhalefet partilerinin kimin kaç lira verdiğine göre oy oranlarının belirlendiği anket sonuçlarından daha ziyade böylesi çözümlemelere çalışarak politikalar belirlemesi gerekiyor bence.

Aksi halde yerel seçimlere çeyrek kala yeni bir hezimete hazırlanmak lazım…

Bir de şu değişim işini bir düşünüp bir an evvel hayata geçirin rica ederim…

AK Parti’de hangi ilçe başkanları müsaade ister, hangileri devam eder?

AK Parti’de hangi ilçe başkanları müsaade ister, hangileri devam eder?

AK Parti’de ana prensiplerden biri de seçimin bittiği günün ertesinden itibaren diğer seçimlere hazırlık yapılır.

Bu minvalde AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, yerel seçimlerin startını önceki günlerde İstanbul’dan verdi.

AK Parti Genel Merkezi’nin hedefi Ankara, İstanbul, Adana gibi kaybettiği büyükşehirleri belediye seçimlerinde geri alabilmek…

Bunun için yeni hükümetin açıklanmasının ardından çalışmalar süratle başlayacak.

Hal böyle olunca bize de süreci takip etmek düşüyor.

Bu süreç içerisinde AK Parti’de öncesinde yaşanılacaklar var.

O da kongre süreci…

AK Parti’de kongrelere start verilecek. Bu noktada önce delege seçimleri gerçekleşecek.

Sonrasında ilçe ve il kongreleri.

Arkasından da yerel seçimler.

Asıl soru burada başlıyor.

Bursa özelinden bakacak isek, AK Parti’nin bu dönem hedefi Cumhur İttifakı bileşenleri ile 18 belediyenin tamamını almak.

Ama öncesinde yazdığımız gibi ilçe kongreleri olacak.

Bizim de kamuoyunun da merak ettiği, hangi ilçe başkanları kongrelerde yoluna devam eder, hangileri devam edemez?

Ya da diğer bir ifade ile hangi ilçe başkanları yerel yönetimlerde belediye başkanı adayı olmak için müsaade isteyecek.

Bu madalyonun ön tarafı, arka tarafında ise yerel seçimlere kadar teşkilatın başında dur, sonra aday ol denilecek isim de olur mu?

Hatırlatmakta fayda var:

Bir önceki yerel seçimlerde mevcut belediye başkanlarından Oktay Yılmaz Yıldırım, Mehmet Keskin Keles, Ali Aykurt Orhaneli, Mehmet Kanar Mustafakemalpaşa, Ahmet Korkmaz Büyükorhan, Yılmaz Ataş Harmancık İlçe Başkanı olarak görev yapıyordu.

Bu isimler daha sonra ilçe belediye başkanlığına terfi ettiler.

Şimdi benzer bir durum bu dönem de gerçekleşir mi?

İlçe başkanlığından belediye başkanlığına terfi edecek isimler olacak mı?

Ya da bu olmasa bile ilçe başkanlarında nöbet değişimi gerçekleşecek mi?

Onları da ilerleyen süreçte hep beraber göreceğiz.

Ama bizim bugünden gördüğümüz en az üç dört ilçe başkanının hedefinde belediye başkanlığına terfi etme arzusu var.

Bakalım onların bu arzusuna nasıl yanıt verilecek?

Yine bugün akşam saatlerinde göreceğimiz diğer unsur ise muhtemelen yeni kabine olacak.

Yeni kabinede kimler olacak, kimler olmayacak?

Onları da hep beraber öğreneceğiz.

Bekleyip, takip edelim.

 

Asgari ücretteki dolar bilmecesi ve emeklinin refah derdi

Asgari ücretteki dolar bilmecesi ve emeklinin refah derdi

Herkesin gözü kulağı dolarda.

Nedenler farklı farklı olsa da toplumun ekonomik barometresi olarak dolar öne çıkmakta artık.

Eğer dolar yükseliyorsa kriz işareti olarak algılanıyor genelde.

Düşüyor veya istikrarlı kalıyorsa sakin ve güvenli bir ekonomiden bahsetmek mümkün oluyor vatandaşın bakış açısına göre.

Ancak bu tablo düne kadar böyleydi.

Şimdi toplumun çok geniş kesimi dolar yükselsin diye dört gözle bekliyor!

Yani yarattığı negatif etki umursanmıyor.

Üstelik bu beklenti içinde olanların büyük bir bölümünün cebinde bir doları dahi yok.

Peki niye bu döviz merakı?

Çok kritik bir söz sarf edildi seçimler öncesinde.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin, asgari ücretin temmuzda 500 dolar civarında olacağını ifade etti.

Hal böyle olunca herkes dolar hesabı yapmaya başladı doğal olarak.

Sanki Türkiye’nin para birimi dolarmış gibi cebine maaş olarak girecek doların değeri ile çok fazla ilgilenmeye başladı vatandaş.

Her şeyden önce bu vaat stratejisinin ve de vatandaşın yaklaşımının ciddi bir hata olduğu net biçimde ifade edilmeli!

Çünkü Türkiye’nin para birimi TL’dir.

İkinci bir para biriminin devrede olması ve ona göre tüm davranışların sergilenmesi ciddi problemler yaratmakta.

Üstelik dövizdeki her bir kuruşluk artışın enflasyon olarak geri döndüğü ve fiyatları tırmandırdığı gerçeği unutulmamalı.

Aynı zamanda daha gerçekleşmemiş olan ücret artışlarının maliyet kalemi olarak fiyatlara, etiketlere yansıtılmaya başlandığı gerçeği de dikkate alınmalı!

Erken zamanda ve dolar bazlı olarak ifade edilen asgari ücret ayarlaması enflasyonu şimdiden özellikle de fırsatçılar üzerinden tetiklemiş durumda.

Vatandaşın neredeyse doların çıkışını kutlayacak hale gelmesi psikolojik açıdan sağlıklı değil bu tablo itibariyle.

Ancak açıklandığı dönem itibariyle geçerli olan kura göre 9 bin 750 lira civarında bir rakama denk geliyordu yeni asgari ücret. Seçim sonrasındaki kur artış hızı ile bugün itibarıyla 10 bin 500 TL’ye dayanmış durumda!

Ve ortalama artış hızı korunduğunda temmuz başında muhtemelen 11 bin 500 lira civarına gelmiş olacak.

Ama asıl önemli olan hükümetin hangi kuru dikkate alarak bir ayarlama yapacağıdır.

Ya da daha gerçekçi ve doğru bir yaklaşımla TL bazlı bir ayarlama tercih edilmelidir. O da ilk 6 aylık enflasyon ve refah payı şeklinde olmalıdır.

Yani vatandaşı dolar bazlı maaşa alışmaktan alıkoymak şart!

Bu durumda yüzde 18 – 20 düzeyindeki ilk 6 ay enflasyonuna yüzde 4 – 5 civarındaki ilk yarı milli gelir artışı eklemlenmeli refah payı olarak. Neticede yüzde 23 – 25 civarında bir zam gelme ihtimali mevcut görünüyor.

Bu da net asgari ücret olarak yaklaşık 10 bin 50 liraya denk gelmekte.

O da iyimser tahminle. Ufukta yerel seçim olmasa bu rakamlar telaffuz edilmezdi bile!

Google aramalarında son haftalarda daima ilk 10’da yer alan asgari ücret zammı ve emekli maaşı soruları vatandaş duyarlılığını göstermekte. Dolayısıyla siyasilerin bu hassas konuyu es geçmesi biraz zor!

Ancak yöntem bilmecesi hala gündemde.

Mesela emekli maaşı rutin enflasyon farkı ile artacak. Ancak bir de vaat edilen ve maaş düzeyine göre kademeli refah payı eklenmesi söz konusu olacak.

İşte burada da maaş dilimlerine göre refah payı oranları hala bilmece.

Bu ciddi soru işaretlerine dair yanıtları Google da bilmiyor!

 

Yeni milletvekillerine yerel seçim öncesi bir öneri

Yeni milletvekillerine yerel seçim öncesi bir öneri

Seçim bitti, milletvekilleri mazbatalarını aldı,  yemin töreni ile de mazbataları gerçek noktada anlam kazanmaya başlayacak.

Tabiri caiz ise 28. Dönem resmen de fiilen de başlamış olacak.

Öncelikle bu dönemin ülkemize hayırlar getirmesi en büyük temennim.

Gerçek olan şu: Demokrasi sandıktan çıkan sonucu hazmedebilmek, onun gereğini de yapabilmektir.

İşte bu noktada sürekli her fırsatta batı demokrasisinden bahseden ana muhalefet partisi lideri Kemal Kılıçdaroğlu ne hikmetse demokrasinin gereğini yapmamak için elinden geleni yapıyor.

İstifa etmiyor…

Sadece o mu?

DP Genel Başkanı Gültekin Uysal da aynı şekilde…

SP Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu da…

Hepsi maşallah koltuğa yapışmış durumda.

Umarım koltuklarını bırakırlar da gençlere yer açarlar.

Türk siyasetinde yeni dönem de bu şekilde başlamış olur.

Bir tarafta bu gerçekler var iken diğer tarafta da önümüzdeki 2024 yılının mart ayında gerçekleşecek yerel seçimler var…

Yerel seçimlerde kim ya da kimlerin aday olacağını yazmayacağım.

Yazacağım tek şey var o da…

Belediye başkan adayları ile ilgili.

Benim bu konuda net bir önerim var.

Belediye başkan adayları, başkan adayı olduğu belediyenin de aynı zamanda 1. sıra doğal belediye meclis üyesi adayı olmalı.

Seçimi kaybetseler bile partisi meclis üyesi olmak için yeterli oyu almış ise doğal olarak da partisi adına o mecliste üye olarak görev yapabilmeli.

Bunun paralelinde büyükşehir başkan adayları da aynı zamanda bir belediye meclisinden de aday gösterilmeli.

Seçimi kaybetse bile o parti büyükşehire meclis üyesi gönderme hakkını kazanırsa bu üye ilk olarak büyükşehir belediye başkan adayı olmalı.

Yeni yasama yılında bununla ilgili bir an önce bir düzenleme yapılmalı ve ilk yerel seçimlerde hayata geçirilmeli.

Öneri bizden değerlendirmek yetkililerden.

YENİ MİLLETVEKİLLERİNİN KATILACAĞI İLK ETKİNLİK BİHMED’İN PİLAV GÜNÜ OLACAK

TBMM’de milletvekilleri yemin ederek resmen göreve başlayacak. Bu minvalde yeni milletvekillerinin yemin sonrası Bursa’da gidecekleri ilk etkinlik muhtemelen BİHMED’in Merkez İHL binasında cumartesi günü gerçekleşecek mezunlar etkinliği olacak.

Hatırlatmakta fayda var: AK Parti Bursa Milletvekili Mustafa Yavuz, uzun yıllar BİHMED yönetiminde bulunan isim.

Keza Osman Mesten, Ahmet Kılıç Bursa ve Anadolu İHL mezunu…

Ayhan Salman da İnegöl İHL mezunu…

Efkan Ala, Mustafa Varank da İHL mezunu…

Bu açıdan bakınca BİHMED’in bu seneki mezunlar etkinliği önceki yıllara göre daha fazla önem arz ediyor.

Vakti olanlar 3 Haziran Cumartesi saat 17.00’da Merkez İHL bu etkinliğe katılabilir.

Bizden hatırlatması…

Altında rekor serisi sürecek mi?

Altında rekor serisi sürecek mi?

Türkiye büyüdü.

Yani milli geliri arttı.

TÜİK’in açıkladığı rakamlara göre 2023’ün ilk 3 ayında milli gelir değişimi yüzde 4 seviyesinde gerçekleşti.

Geçen günün aynı dönemine göre milli gelirimizde reel olarak bu oranda bir artış söz konusu olmuş.

Peki nasıl okumalı bu rakamı?

Türkiye’nin normal potansiyel büyüme rakamının bu seviyelerde olduğu zaten biliniyor.

Dolayısıyla şaşırtıcı değil.

Aslında dinamik nüfus hareketlerine bakacak olursak daha yukarıda olması gerekli.

Üstelik de yüklü seçim yatırımlarının gerçekleştiği bir dönemden söz ediyoruz.

Ancak depremsellik faktörünün büyümeyi belli oranda sekteye uğrattığı da dikkate alınmalı!

Depremselliğin büyüme verisine tam olarak yansıyıp yansımadığı ise ayrı bir soru işareti.

Diğer taraftan seçim nedeniyle piyasalara pompalanan paranın sınırlı bir etki yarattığını söylemek mümkün.

Ve açıkçası vatandaşın gözünde de milli gelirin nereden nereye geldiği pek de önem taşıyan bir konu değil!

Vatandaş cebindeki paranın değerine bakıyor.

Alım gücünün nereden nereye gittiğine odaklanıyor.

Bir de 28 Mayıs seçimleri sonrasında dolarla altının nereye koştuğuna odaklanmış durumda!


Yani ekonominin barometresi dolar olmaya devam ederken vatandaşın en önde gelen güvence unsurlarından biri de altın olarak gündemde kalmayı sürdürüyor.

Dolar seçim öncesi iddia edildiği gibi büyük yükselişlere sahne olmuyor.

Ancak, günlük artış hızının yüzde 1’lerin üzerinde seyrettiği bir döneme girdik dolar kurunda!

Neticede 21,03’lük bir tarihi zirve ile karşılaştık. Kısa süre gündemde kalan bu rekorun ardından kur 20,70’lere doğru çekilip enerji toplamaya başladı.

Dolardaki çıkış ivmesinin en hızlı biçimde kendini hissettirdiği alansa altın.

Altında ons fiyatın az da olsa yukarı yönlü hareketi yanında doların lira karşısındaki hızlı seyri yeni rekorları karşımıza çıkardı!

Aylardır dile getirdiğimiz senaryo gerçek oluyor.

Ons fiyattaki oynaklığa karşın yeni rekor ihtimallerinin gündemde olduğunun altını çizmiştik.

Seçimlerin ardından doların lira karşısında öyle ya da böyle bir yükseliş trendine gireceğini ifade etmiştik!

Bu trend birinci tur sonrasında başladı ikinci turun arkasından ise hız kazandı.

Yaklaşık 3 haftalık dönem içerisinde dolar yüzde 6 civarında prim yaptı.

Ve bu prim otomatik olarak altın fiyatlarına da iç piyasada yansıdı.

Sonuç yeni rekor olarak bin 314 TL’yi aşan seviyelerde gram altın fiyatı ile karşılaşmamıza yol açmakta!

Bu seviyeleri daha önce telaffuz etmiştik.

Dolar/TL gelişim hızının özellikle ikinci yarıda 25 lira ve üzerine doğru bir hareket sergileme ihtimali mevcut. Ons fiyatın da yeniden 2 bin doları denemesi durumunda gram fiyatının bin 500 liraya kadar tırmanma olasılığını daha önce dillendirmiştik.

Bu senaryo geçerli.

Ancak orta vadede daha olanaklı bir görüntü vermekte!

Peki ya kısa vadede?

Özellikle gram fiyatın bin 250 lira civarında olduğu anlarda ciddi bir alım fırsatı olduğunu da defalarca ifade ettik.

Artık o seviyelere dönüş ihtimali çok zayıfladı. Dolayısıyla yeni destek ve dirençler öngörülerde karşımıza çıkıyor.

Gram fiyatının kısa vadede bin 277- bin 345 TL aralığında dalgalanması kuvvetle muhtemel görünmekte.

Yıl sonuna kadar bin 500 TL’lik psikolojik sınırı aşması yanında bir yıl içinde bin 800 lira üzeri gram fiyat da olasılık dahilinde.

Yerelde ve genelde seçim bedelleri…

Yerelde ve genelde seçim bedelleri…

Elbette seçim sonuçlarının bir bedeli olacaktı.

Hatta ben seçim gecesi ilk adımın atılmasını ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun parti yönetimi ile birlikte istifa ederek seçmenden özür dilemesini beklerdim…

Hakkım değil mi?

Bir seçmen olarak yaşanan başarısızlığın sorumluluğunu üstüne alan ve gerekeni yapan, başaracaklara yol açacak olan siyasiler görmek istiyorum hayatımda.

Olamaz mı?

Misal bakınız; bugün yaptığı açıklamada aktif siyaseti bıraktığını açıklayan HDP’nin tutuklu eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş paşalar gibi söylemiş söylenecek olanı;

Ben kendi adıma, halkımıza layık bir politika ortaya koyamadığımız için içtenlikle özür diliyorum. Pratikteki çabalarımla bu eksiklikleri giderme sözü veriyorum. Ayrıca, bana yönelik yapıcı eleştirilere teşekkür ediyorum. Eleştirilerden yararlanmaya çalışacağım…”

Olması gereken tam da budur…

Bir işe soyunuyorsanız ve bu işin koşullarını önceden biliyorsanız ve bazı vaatlerde bulunuyorsanız ve bu vaatleri seçimler boyunca yerine getiremiyorsanız, yapmanız gereken tam da budur…

Darılmaca gücenmece yok…

Zaten aklı başında insanlar olarak CHP kurmayları da seçimin neticelendiği gece, peş peşe yapılan iki toplantının neticesinde, istifalarını vermeyi teklif etmişlerdi.

Yazmıştık…

Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘şimdilik gerek yok’ dediğini de iletmiştik…

Artık gerek olduğuna kanaat getirilmiş anlaşılan, zira CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partinin Merkez Yönetim Kurulu’nu oluşturan genel başkan yardımcılarının istifasını istedi.

Fakat kendisinin nasıl bir aksiyon alacağı konusunda elimizde bilgi yok.

Aslında örgütün kurultay sürecine girilmesine ilişkin ciddi bir baskısı var. Yerelde de genelde de hissedilen bu baskıya, ‘Önümüzde yerel seçimler var. Seçimler tamamlanana kadar kurultay sürecine girip yıpranmayalım. Süreci yerel seçimlerden sonraya bırakalım’ şeklinde söylemlerle karşı çıkılıyor.

Genel seçimler öncesinde de baskın bir seçim yapılabilir endişesi ile ertelenen kurultay süreci giderek uzayan bir yılan hikayesine dönmeye başladı.

İstifa ise gündeme dahi gelmeyen bir konu.

Oysa bence en onurlu olan, hatta seçmenin de gönlünü kazanacak davranış bu olurdu. Şimdilik kulaklar tıkalı. Ülkeye değişim getirmek isteyenlerin kendilerinin değişimine bu kadar tavırlı olmaları samimiyetsizliğin bir göstergesi gibi duruyor.

Bilinsin isterim…

5 yıl boyunca yaşanan ekonomik krizin yanında göç dalgasının güçlenmesine, deprem felaketinde ülkece enkaz altında kalmamıza, sellerden tutun da su kıtlığına kadar onca sorunun ardından rakibiniz oyunu koruyarak seçilmeyi başarıyorsa, burada sizin hanenize yazılan bir başarısızlık yok mudur?

Belki de elde edilen tek başarı muhalefetin bir kutup etrafında toplanmasının sağlanmasıdır.

Tüm bu veriler ışığında, bence yapılması gereken en doğru şey hızla kurultay sürecini başlatmak ve tazelenmiş biçimde yerel seçimlere hazırlanmaktır.

Öyle parti kurmaylarına ceza kesmekle bu iş olmaz…

Genelden yerele geçecek olursak, CHP Bursa’da ilk bedel ödeyenin partinin basın danışmanı Tayfun Çavuşoğlu olması enteresan geldi bana.

Dün itibariyle yaptığı küçük bir paylaşımla İl Başkanı Turgut Özkan’ın tasarrufu ile görevden alındığını duyuran Çavuşoğlu’nun ardından bilgilendirme yapan Özkan, ‘İşten çıkarma yoktur, karşılıklı iş akdimizi sonlandırdık. Çalışma koşullarımızda uzlaşamadık…’ gibi yuvarlak sözler kullandı. Şimdiye kadar, yani 5 yıldır partinin basın danışmanlığı işini yapmak için var olan koşullarda uzlaşan bir çalışan, koşullar değiştiği için uzlaşma sağlayamamış olsa gerek…

Benim duyumlarıma göreyse, CHP Bursa basınla ilişkilerini bundan sonra sosyal medya üzerinden sağlayacakmış.

Eğer duyumlarım doğruysa, enteresan ve gerçekten süreci hiç analiz edememiş bir tavır.

Gördük ilişkilerini sosyal medya üzerinden yürütmeye çalışanların nasıl çuvalladıklarını ve sosyal medyanın nasıl da günlük baloncuklardan ibaret olduğunu.

Oysa bir siyasi partinin ‘okunmuyor, izlenmiyor, kaç kişi takip ediyor…’ diye düşünülüyor olsa dahi, basınla alakasının olması şarttır. Zira ‘kaç kişi’ diye sorgulanan kişiler sizi gerçekten takip eden kişilerdir…

Yani insan hiçbir şey bilmiyorsa bile bu konuda iktidar partisi temsilcilerinin nasıl tavır aldıklarına bakarak doğruyu bulabilir.

Anlaşılan o ki, bugün itibariyle CHP Bursa’nın bir basın ofisi yok!

Bundan sonra olacak mı?

Bilemiyorum…

’27 Mayıs’ı güncel kodlarla okuduk!

’27 Mayıs’ı güncel kodlarla okuduk!

Cumhuriyet‘in 100. yılında depremler, seller, fırtınalar ve akıllara zarar “muhalefet travmaları” eşliğinde sandıklara gidip seçme hakkımızı kullandık…

Ülkemize ve coğrafyamıza hayırlı olsun.

Evet, 2023 Seçimi siyasi bir tercihten çok daha fazlasıydı. Türkiye ile birlikte tüm Ortadoğu’nun, Türki Cumhuriyetlerin ve komşularımızın odaklandığı bu seçimin beklenen sonucu herkese derin nefesler aldırdı.

Bilhassa Ortadoğu diyorum, çünkü mevcut küresel tehditler karşısında Türkiye coğrafyanın denge, huzur, güvenlik, istikrar sigortası niteliğinde.

27 Mayıs’a Dair Güncel Okumalar” başlığı ile 26-27 Mayıs’ta Aydın’daydım; 27 Mayıs Darbesini konuşmak, yansımalarını anlatmak, günümüze kadar ulaşan sosyolojik analizlere saha notları eşliğinde değinmek ve geçmişin karanlık yüzünü gençlere anlatıp mevcut kazanımlarımıza sahip çıkmak adına…

Yaklaşık bir ay öncesinden plânladığımız programda, “seçim öncesi sonucun ne olacağını bilmeden nasıl böyle bir riske giriyorsun?” diyenlere cevabım şu oldu:

Darbe mantığına otuz yıl önce de karşıydım, şimdi de karşıyım, otuz yıl sonra da karşı olacağım. Ayrıca doğruları konuşmanın devri olmaz, bu ülkenin ve vatandaşlarının menfaatlerini her zaman her yerde konuşmak hepimizin boynunun borcu…”

Evet, Aydın’da başlığımız “27 Mayıs’a Dair Güncel Okumalar” idi.

Bu başlığı hem Aydın Adnan Menderes Üniversitesi hem de Kadem Aydın İl Temsilciliği ile masaya koyduk ve gerçekleştirdiğimiz iki panele de ilgi yoğundu.

26 Mayıs’ta Aydın Adnan Menderes Üniversitesi’nde gerçekleştirdiğimiz panelin konuşmacıları; Adnan Menderes Müzesi Müze Uzmanı Sevilay Durmuş, Adnan Menderes Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünden Dr. Öğr. Üyesi Ali Bilgenoğlu, Adnan Menderes Üniversitesi Öğr. Gör. Cemal Koyuncu ve bendeniz idim. Ali Bilgenoğlu hocamız merhum Başbakan Adnan Menderes dönemini uluslararası çerçevede ele alıp günümüze kadar uzanan küresel oyunlara sıklıkla vurgu yaparken, Cemal Koyuncu hocamız da geçmişin verilerini siyaset penceresinden sentezleyerek aktardı.

Adnan Menderes Müzesi Müze Uzmanı Sevilay Durmuş ise Adnan Menderes’in biyografisini özetle anlattıktan sonra müzenin Türkiye siyasi-sosyolojik tarihindeki yerine ve önemine dair cümleleri aktardı. Sevilay Durmuş’un konuşmasındaki en özel cümleler ise merhum Başbakan Menderes’i tanıyan canlı tanıklara aitti. Durmuş, Menderes’i tanıyan ve bilhassa son dönemlerinde yanında bulunan isimlerle bire bir görüşüp müze adına son derece önemli bir arşiv oluşturmuş.

Anlattıkları arasında beni en çok etkileyen Adnan Menderes’in cezaevi günlerinde yanında görevli askerin anlattıkları oldu. Aradan geçen onlarca yıla rağmen milletin iradesine vurulan prangaların acısı hâlâ unutulmamış. Salondakiler o döneme şahit olmasa da o acıyı ve haksızlığı gayet iyi anlıyordu ve hissediyordu, çünkü o dönem oynanan küresel oyunlar hâlâ aynı acımasızlıkta ve hâlâ çok aktif.

Aydın Adnan Menderes Üniversitesi ile gerçekleştirdiğimiz panel sonrasında 27 Mayıs’ta da Aydın Kadem İl Başkanlığı vesilesiyle Aydınlı kadınlarımız ile buluştuk…

O buluşmaya dair cümlelerimi de müsaadenizle bir sonraki yazıma saklamak istiyorum…

Aydın’da beni fazlasıyla mutlu eden bir şey daha vardı. Aydın Valisi Hüseyin Aksoy ile Diyarbakır yıllarını konuşurken her şey film şeridi gibi gözümün önünden akıp gidiyordu. “Ne zorlu günler yaşamışız, Allah bir daha yaşatmasın inşallah Sayın Valim” derken, Vali Aksoy’un gözlerinden geçenler de beni destekler nitelikteydi.

15 Temmuz darbe girişimi, kurumların FETÖ terör örgütünden temizlenmesi, hendek terörü, kayyumlar sürecine geçiş, patlayan bombalar, şehit olan asker-polis-vatandaşlar… Daha kötüsü olmaz derken daha da kötüsüyle tanıştığımız yıllardı maalesef.

Evet Diyarbakır’ın ve bölgenin en sıkıntılı yıllarında tüm kademeleri ve tüm başlıkları başarıyla koordine eden Vali Aksoy şehre yönelik ciddi yatırımları da hayata geçirerek Diyarbakır’ı bir dünya şehri yapmıştı. Bunları yaparken vatandaşa güven ve huzur veren dokunuşlarıyla da gönüllere damgasını vurmuştu.

Şu an Diyarbakır’da istihdama, turizme, tarıma ve yatırıma dair çoğu projede Vali Hüseyin Aksoy’un imzası olduğunu hatırlatmak isterim.

Yeni kabine ekonomiyi nasıl etkileyecek?

Yeni kabine ekonomiyi nasıl etkileyecek?

Değişim zamanı.

Bugünlerin moda kelimesi kabine!

Özellikle cumhurbaşkanlığı sistemi ile hayatımızda daha fazla duyar olduğumuz bu kelime klasik ifade ile bakanlar kurulu yeni gündem maddemiz.

İki turlu yoğun seçim maratonunun ardından seçmen ‘Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la devam’ dedi.

Kulislerden yansıyan hızlı bilgi trafiğinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın mevcut kabine ile yola devam etmek istemediği yönünde!

Ve muhtemelen cumartesi günü açıklanması beklenen yeni kabinede tüm isimlerin de yeni olması beklentiler dahilinde öne çıkmış durumda.

Aslında geçmiş birkaç yıla baktığımızda akılda kalacak icraatları ile dikkat çeken birkaç bakan ismi hatırlamak zor değil.

Yani ciddi işlere imza atmış bakanlığında kurumsallaşmayı sağlamış isimlerin devamlılık anlamında yeni kabinede değerlendirilmesi yanlış bir tasarruf olmaz aslında.

Ancak kulis bilgilerine inanacak olursak topyekün bir değişim rüzgarının esmesi daha kuvvetli bir ihtimal olarak öne çıkıyor.

Bunun çevrede birkaç nedeni olabilir.

Öncelikle son birkaç yıl çeşitli sorunlarla boğuşma dönemiydi.

Pandemi, ekonomik krizler, deprem ve benzeri konular açıkçası genel çerçevede yıpratıcı süreçlerdi.

Dolayısıyla yeni döneme yeni umutları da aşılayacak biçimde yeni isimlerle girmek psikolojik açıdan da daha umutvar bir tablonun temel taşı olabilir!

Dünyadaki değişim rüzgarlarına da farklı açıdan bir cevap niteliği taşıyabilir böyle bir hamle.

Yeni sistem gereği özellikle profesyonellerin kabinede yer alması da çok yadırganacak bir durum değil.

Özellikle yaklaşmakta olan yerel seçimler adına da daha somut adımların özellikle ekonomide atılması gereği de ortada.

Bu anlamda Mehmet Şimşek kendi ekibi ile beraber bir ekonomik kadro oluşturabilir yeni bakanlar kurulunda.

Piyasalar bu gelişmeyi kısmen satın alma çabası ile teyit etme pozisyonuna girdi bile.

Ancak Mehmet Şimşek ismi henüz kesin değil.

Kesinleştiğinde de istediği ekiple yola devam edip etmeyeceği ve uygulamak istediği stratejileri ne oranda uygulama olanağı sunulacağı ayrı bir soru işareti ekonomi açısından…

Ancak birikmiş ekonomik sorunlara kısa, orta ve uzun vadeli stratejilerle bir an önce çözüm için yola çıkılması gerekli.

Bir miktar rota değişikliği de mevcut politikalar açısından şart görünüyor.

Vatandaşın ekonomide bir iyileşme sinyali görmesi gelecek seçimler adına siyaseten büyük önem taşımakta.

En azından daha kötüye bir gidişi kimsenin kabullenmeyeceği ortada.

Dolayısıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yepyeni bir ekonomi vizyonu ve farklı isimlerle icraatçı bir kabineyi oluşturarak topluma umut aşılaması yanında somut gelişmelerin meydana gelmesini sağlaması şart görünüyor.

Ayrıca oy potansiyeli açısından yıpranmış olan bölgelerin yerel seçime kadar toparlanması da büyük önem taşımakta AK Parti adına.

Bu anlamda kabine dışı kalacak ancak milletvekili olan isimlerin motor bir güç olarak lokomotif rolde sahne almaları büyük olasılık.

Ancak yine de bir iki ismin mevcut kabine de devamlılık içerme ihtimalinin olması da bence mümkün.

Yani ağırlıklı olarak yepyeni isimlerle umut rüzgarların estirildiği farklı bir kabineyi hafta sonunda karşılamamız söz konusu.

Bu gelişmeye piyasaların pozitif reaksiyon vermesi kısmen mümkün.

Belli oranda da bu ihtimaller satın alındı.

Ancak önemli olan yeni kabinenin ortaya koyacağı icraat planı ve uygulamadaki gerçekler.

Unutmayalım ki birikmiş çok sayıda sorun var ekonomi cephesinde. Ve kimsenin de elinde anında çözüm için sihirli değnek yok!

Sözün özü; ekonomide ne olup biteceğine dair gerçek manzarayı ancak yaz sonuna doğru görüyor olacağız.

Bursa’nın kentsel dönüşümü, çevre planı ve kuş katliamı…

Bursa’nın kentsel dönüşümü, çevre planı ve kuş katliamı…

Bugün Norm Haber ekranlarında hazırlayıp sunduğum Ortak Akıl programının gündemi ve Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin gündemi birbiri ile çakışınca ben de konuşmaların örtüşen ve ayrışan yanlarını sizin için derlemek istedim.

Depreme Dirençli Bursa Paneli’nin açılış konuşmasını Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş yaptı. Kendi programına yetişemeyen ilk gazeteci olmamak adına katılamadığım toplantıda, şehir için bundan sonraki sürecin ana mottosunun ‘kentsel dönüşüm’ olduğunun altını çizen Başkan Aktaş;

“Kentsel dönüşümü daha fazla konuşmamız, önemli kararlar almamız, riskler almamız lazım. Bursa gibi Türkiye’nin dördüncü büyük şehrinde bu işle alakalı önemli kurumsal adımlar atmamız gerekiyor” diye seslendi salondaki haziruna.

Oysa aynı Aktaş, daha birkaç hafta önce, yine bir Su Panelinde, Bursa’nın ‘bir bölü yüz binlik plan’ olarak da adlandırılabilecek, 2040 Çevre Düzeni Planını yapamadıklarını söylemişti. Üzerinde 2020 yılından bu yana çalışılan planın nihayete eremediğini vurgulamıştı.

Konuyla ilgili bugüne kadar Bursa Büyükşehir Belediyesi’nden bir açıklama gelmedi. Neyse ki, program konuğum İKK Sekreteri ve Mimarlar Odası Bursa Şube Başkanı Şirin Rodoplu Şimşek, plan çalışmalarının sonlandırılmadığını, yavaş da olsa 2040 Çevre Düzeni Planı üzerinde çalışıldığını belirtti.

Bu planın üzerinde sıkça duruyorum, çünkü böyle büyük ölçekli ve geleceği öngörerek yapılmış bir planınız varsa, şehrinizin Ankara’dan yönetilmesi gibi bir olgudan büyük ölçüde muaf oluyorsunuz. Bu şehirde oturmayan, sorunlarını bilmeyen kişilerin çizdikleri ve çokça sorun çıkaracak yollarda yürümek yerine;

Bizim şehir planımıza istediğiniz sanayi bölgesi uymuyor, orası mutlak tarım arazisi’ diyebiliyorsunuz mesela. Elbette bu cümleyi kurmadan önce biraz yürek yemenizi de öneririm, laf aramızda. Yine de sözünüzü geçirmek için direnme noktanız oluyor böyle bütüncül planlar ve plan itirazlarının büyük bölümü de bu planlara uygunluğun gözetilmesi neticesinde gündeme geliyor.

Şimdilerde yapılma süreci büyük ölçüde yavaşlayan planın içerisine kentsel dönüşüm için alınacak kararları ve atılacak cesur adımları da ekleyebiliriz misal. Elbette bu ekleme için Alinur Aktaş’ın da belirttiği gibi gerçekten irade koymak lazım.

Başkanın konuşmasında geçen şu cümleleri de eklemek isterim;

“Türkiye’de bazı belediyeler kentsel dönüşümü hiç konuşmuyor. Çok riskli bir alan! Böyle riskli bir alana hangi siyasi girmek ister? Son yıllarda ciddi adımlar atıldı, ama yeterli mi? Şehir özelinde tüm paydaşların yüreklerinin beraberce vurması lazım. Beraberce irade koymak lazım! Siyaseten birilerini geri düşürmek adına, eleştirmek adına araç olarak görürsek bir arpa boyu yol almamız mümkün değil!”

Şirin Rodoplu Şimşek de aynı cümleleri kurarak açıklıyor 2040 Çevre Düzeni Planı ile ilgili görüşlerini.

Planı yaparken cesur olmak, siyasi baskılara, yukarıdan gelen zorlamalara boyun eğmemek ya da nelerin sineye çekilip nelerden asla taviz verilmeyeceği konusunda çok net olmak gerekiyor!”

Her iki cümleden de net olarak anlaşılan odur ki, boğazına kadar işe ve insana boğulan İstanbul’un doluluğunu boşalttığı liman olarak adlandırabileceğimiz Bursa da istiap haddine yaklaşmakta, ancak şehirle ilgili emeller noktalanmış değil.

Eski ve depremselliği yüksek bir şehrin en acilinden kentsel dönüşüm planlarına ve elbette bu planların işlendiği şehir anayasası adı verilebilecek Çevre Düzeni planına ihtiyacı var.

Planın hazırlanması ile ilgili gereken iradeyi vatandaş olarak bizler gösteremeyeceğimize göre, şehri yönetenlerin göstermesi, masaya yumruğunu vurması, bu noktada tavizsiz davranması gerekiyor.

Kentsel dönüşüm konusunda da benzeri bir yol izlenmeli, ancak önümüzde yerel yönetim seçimleri varken böyle bir risk alınabilir mi? Emin değilim…

Bursa’nın açmazlarından biri olan sanayi olarak büyüme çabasının tarım alanlarının sanayileşmeye açılması riskini içinde barındırması konusuna da İKK Sekreteri ve Mimarlar Odası Bursa Şube Başkanı Şirin Rodoplu Şimşek’ten harika bir öneri geldi;

Gerekirse bu planı biraz da geliştirip 2050 Çevre Düzeni Planı olarak tasarlayalım ve sadece Bursa ölçeğinde değil şehri yakın çevresini de ele alarak düşünelim. Böylece sanayinin büyüme isteğini yakın çevredeki sanayileşmeye uygun alanlara aktararak şehre nefes aldırır, ayın zamanda tarım arazilerimizi de bir tür güvenceye alabiliriz…”

Bence kesinlikle değerlendirmeyi hak eden bir öneri. Özellikle tarım alanları sanayiye açılmayacaksa ve sanayinin gelişmesi ile birlikte üretime ağırlık verilmesi söz konusu olacak, üretimle birlikte işsizliğin düşmesi de ilaveten gelecekse, ben buna bir taşla kuş katliamı derim

Öyleyse en kısa sürede masalara yumrukların vurulmasını ve ‘bu şehir Ankara’dan yönetilmeyecek!’ denmesini bekliyoruz…