Model sorgulatan açık rekoru

Model sorgulatan açık rekoru

Bir rekor daha.

2022 rekorlar yılı.

Borsada, dolarda, altında, enflasyonda, açlık sınırında, ihracatta, ithalatta… Rekor üstüne rekor kırdık.

Ve taze bir rekor da haliyle dış ticarette geldi. Dış ticaret açığı tarihi zirvesine tırmandı geçen yıl.

2022’de ihracat 2021’e göre yüzde 12,9 artarak 254 milyar 172 milyon dolarla rekor seviyeye yükseldi.

Zorlu şartlarda ciddi bir başarı. Ama bu başarıyı gölgeleyen rakamlar var ne yazık ki.

Geçen yıl ithalat yüzde 34 artışla 363 milyar 711 milyon dolarla rekora koştu.

Böylece Ocak-Aralık döneminde dış ticaret açığı yüzde 137 artarak 46 milyar 211 milyon dolardan, 109 milyar 539 milyon dolara yükseldi.

Yani rekor kırdı Türkiye’nin ithalatı ile ihracatı arasındaki fark!

Finanse etmek zorunda kaldığımız bu açık tarihi zirveyi temsil ediyor. Yaklaşık 46 milyar doları turizm gelirleri ile karşılansa da dış açık tutarımız açıkça gösteriyor ki tarihi seviyede bir cari açık da bekliyor bizi.

Henüz açıklanmayan cari açık yani Türkiye’nin döviz açığı da rekor tazeleyecek!

Dövizi tutmakta niye zorlandığımızı ortaya koyan bir dış ticaret tablosu var karşımızda.

İhracatın ithalatı karşılama oranı da bu tablo neticesinde 2021 yılının Ocak-Aralık döneminde yüzde 83 düzeyindeyken, 2022 yılının aynı döneminde yüzde 69,9 seviyesine geriledi.

İhracatın yüzde 30’unun sadece 5 ülke; Almanya, ABD, Irak, Birleşik Krallık ve İtalya’ya yapılmış olması pazar çeşitlendirme çabalarına rağmen hala geleneksel pazarlara mahkumiyetin sürdüğünü gösteriyor.

Diğer taraftan geçen yıl Rusya’dan 58,9 milyar dolar, Çin’den ise 41,4 milyar dolarlık ithalat yapılmış olması çarpıcı bir görüntü verdi. Toplam ithalatın yüzde 27’sini sadece iki ülke oluşturmuş. Ciddi bir bağımlılık göstergesi.

Aynı zamanda enerji hammadde ve aramalı ithalatının büyüklüğü de 2022’nin ithalat karnesine yansımış durumda!

Yani ihracat yapabilmek için ciddi oranda ithalat da yapmak zorundayız hala.

Dolayısıyla yeterince hazırlanmadan ve biraz zamanlama hatası ile yola çıkılan yeni ekonomik modeldeki en temel argüman da bu tabloya göre gerçekleşmekten uzak duruyor.

Temel amaç dış ticaret açığını minimize ederek cari fazla vermekti.

Ne yazık ki bu hedefin çok uzağında kaldık!

Birçok nedeni var.

Ama öncelikle yapısal olarak başta enerji olmak üzere ihracatın ithalata olan bağımlılığı hala çok güçlü.

Bu manzarayı değiştirmek için kalıcı bir strateji henüz oluşmuş değil.

Yüksek katma değer ve teknoloji odaklı ihracattan da halen uzaktayız.

2022’de yüksek teknoloji ihracatının toplam içindeki payı sadece 0,1 puan artışla yüzde 3,1’e çıkabildi!

Nitekim yıllık ihracattaki artış yüksek katma değer veya yüksek miktardaki ürün satışından kaynaklanmadı. Küresel enflasyon ihracat gelirlerimize de olumlu yansıdı. Artıştaki temel gerekçe de bu aslında.


Öte yandan yüksek küresel enflasyonun özellikle ithalat yoluyla dış açığımızı körüklediği bir gerçek. Yani elimizde olmayan bir handikapla yüzleştik.

Ancak, kur politikasının yılın büyük bölümünde ihracatçının aleyhine gelişmesi asıl büyük handikaptı. Yüksek maliyet düşük karlılık manzarasını doğuran uygulamalar rekabet gücümüze zarar verir hale geldi!

Yeni ekonomi modelinin temel argümanlarını doğru bulsam da yapısal hazırlık olmadan, yüksek enflasyon ortamında yanlış kur politikaları ile doğru sonuç alınamayacağını da düşünüyordum.

Nitekim veriler bunu ispatlar nitelikte geldi!

Model daha verimli hale getirilecekse biran önce atılması gereken adımlar var. Yoksa boşuna çile çekilmiş olacak!

Konumuz: Su!

Konumuz: Su!

Bu kez farklı bir taktikle ilerleyeceğiz ve üç dosya konusunun birbirini nasıl etkilediğini göstermek, zincirin nasıl ilerlediğine işaret etmek adına birlikte yol alacağız.

Üç dosyanın da ana temasının su olduğunu vurgulayalım ve başlayalım;

TMMOB Çevre Mühendisleri Odası Bursa Şubesi tarafından geniş kapsamlı bir çalışma sonucu hazırlanmış olan 2022 Bursa Su Durum Raporundan bir kesit alıntılayarak şöyle bir tespit aktarmak istiyorum;

Bursa’da Akdeniz İklimi etkisi görülürken, son yıllardaki iklim değişikliği etkileriyle Karadeniz İklim etkileri görülmeye başlanmıştır

Son dönemlerde yaşadığımız ani ve yoğun yağışların, yağışlarla birlikte karşılaştığımız sellerin nedenini böyle özetlemek mümkün gibi görünüyor.

2010-2050 Yılları Arası İklim Değişikliğinin Bursa Su Kaynaklarına Etkisi Proje Raporu’nda şöyle bir tespite yer verilmiş;

Bursa Uludağ yöresinde 2020 yılından sonra sürekli olarak, Bursa Merkez’de ise yaklaşık 2050 yılından sonra yine sürekli yağış azalmaları beklenmektedir. Uludağ’da 2100 yılında yağışların yüzde 50 azalması beklenirken, bu durum Bursa Merkez’de yüzde 16 civarındadır!”

İşte bu da susuzluğun özeti…

Bursa, su kaynaklarının önemli bir bölümünü besleyen Uludağ’ın yağışlarını kaybediyor, kaybetmeye devam edecek.

Buradan Uludağ’da Alan Başkanlığı oluşturarak bölgeyi diledikleri gibi yapılaşmaya açma hedefine ulaşanlara da bir uyarıda bulunalım; şimdiden kar gördüğünde sevinir hale gelen Uludağ’daki otel yatırımlarınız 2050 yılından sonra hepten çöp olabilir!

Bence bir kez daha düşünün bu işlere girerken. Hani bir sorun, bilenlerden, raporlar hazırlayanlardan biraz fikir alın…

Neyse, bol parası olan yatırımcıları düşünmek değil bizim işimiz. İşimiz vatandaşın geleceği için kaygılanmak ve doğru bilgilendirmek.

Görüldüğü üzere, su kaynaklarımız, Uludağ’a yağan kar artık beklenen ölçüde yağmadığından ve Bursa artık eskisi gibi yağış almadığından yeterince beslenemiyor.

Peki, biz ne yapıyoruz su ihtiyacımızı karşılamak için?

Kuyular açıyoruz. Elimdeki rapora göre Bursa İli sınırları içerisinde içme-kullanma suyu amacıyla açılan 786 adet su kuyusu bulunmakta. Bilgi 2021 BUSKİ faaliyet raporundan alınmış ve bir not düşülmüş; kayıtlar dışında Bursa ovasında özellikle endüstriyel amaçlı kullanılan birçok kuyu bulunmaktadır!

Bu paragraf bize yer altı sularının da hızla azalma eğrisi içinde olduğunu gösteriyor. Hattı zatında 2018 yılında ilk obruğunu gören Bursa’nın yakın gelecekte nasıl bir felaketle karşı karşıya olduğunu öğrenmek üzere aradığım, Jeoloji Mühendisleri Odası Güney Marmara Şube Başkanı Engin Er’den tam da bu konuyu görüştükleri bir toplantıda olduğunu öğrendim.  Birincisi çok ses getiren, TMMOB Bursa İl Koordinasyon Kurulu’nun düzenlediği Su Paneli’nin ikincisini organize etmek üzere toplanmış tüm paydaş odalar. Büyük bir ihtimalle 15 Şubat tarihinde BAOB’da yine su gündemi ile toplanacağız.

Şimdiye kadar verdiğim bilgiler ışığında suyumuzun nasıl hızla azaldığını ve bölgemizin ikliminin de nasıl değiştiğini ortaya koyduğumuza göre gelelim ikinci dosyaya.

İkinci dosyamız çok da izaha gerek olmayan bir dosya aslında. Pazar ve market fiyatlarından bahsediyorum.

Elimize poşeti alıp alışverişe çıkınca hepimiz görüyoruz ki, durum hiç de Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati’nin “Enflasyonun boynunu kırdık” dediği rahatlıkta değil.

Pazardaki en ucuz sebze lahana, onun da en küçüğü 10 liradan başlıyor. Bugün itibariyle elbette sera olduğu için kıyas kabul etmeyen salatalığın ve domatesin kilosunun da 40 lira olduğunu söylemem lazım. Ispanak 20 liradan satılıyor, pırasanın en ucuz demeti 12 lira.

Şöyle bir yeşillik salatası yapıp sağlıklı yaşayayım deseniz, salata tabağınıza helalinden 40 lira sıkıştırmanız gerekiyor.

Çiğ sütün kilosu 20 liraya dayandı. Yumurtanın tanesi çoktan 3 lira oldu.

Yani nedir? Artık beslenmek çok pahalı…

Veee… Son dosya…

Ziraat Mühendisleri Odası Bursa Şube Başkanı Fevzi Çakmak, Türkiye’de yaşanan kuraklığın tarıma etkilerini değerlendirmiş ve demiş ki;

“Özellikle kuraklıkla beraber kışlık ürünlerinin ekiminde ciddi sıkıntılar yaşandı. Ekinlerin çıkışı gecikti. Sulama imkanı olanlar sulayarak ürünleri çıkarttılar, ancak bu da maliyet artışlarına neden oldu. Girdi maliyetlerinin yüksekliği ile ezilen çiftçi daha çok maliyet artışına maruz kaldı. Bundan sonraki süreçte, özellikle buğday ve arpa gibi kışlık ekilen ürünlerde, ciddi anlamda verim düşüklüğü görebiliriz. Üretimde azalmalar söz konusu olacaktır!”

Sorunlar bununla da bitmiyor. Kentin suyunun yüzde 70’inin sulamada kullanıldığı düşünülürse suyun azalmasının sulama ile üretimi gerçekleştirilen tüm ürünleri yakından ilgilendireceği ve verim düşüklüğüne neden olacağı aşikar.

Bu da demek oluyor ki, önümüzdeki yıl beslenme daha da pahalı olacak!

Üçüncü dosyanın da sonuna geldiğimize göre, bir durum tespiti yapabiliriz artık sanırım.

Öncelikle hızla adapte olmamız gereken konu, değişen iklim koşullarına göre yaşamak olacak. Sonrasında ise en kritik mesele, suyu daha dikkatli kullanmak! Bu da elbette öncelikle tarım ve sanayideki su kullanımının minimalize edilmesiyle mümkün.

Bir yıldan uzun süredir yaptığı açıklamalardan feyz aldığım ve dikkat çektiği konuları gündeme taşımaya çalıştığım Fevzi Çakmak’ın hep söylediği önerileri bir kez daha sıralayalım;

“AR-GE çalışmalarına önem vererek değişik iklim koşullarına adapte olacak yeni çeşitlerin ıslah edilmesi için kaynak aktarılması gerekiyor. Ekimden hasada kadar geçecek sürede bakım işlemlerinin yeniden gözden geçirilip değişen iklim koşullarına göre yeniden ele alınması gerekiyor. En büyük tasarrufu da sulamada kayıp-kaçak oranını minimize ederek barajlardan tarlaya geçen kanal şeklindeki sulamalar yerine kapalı sistem kayıp-kaçak oranlarını azaltacak sistemleri gündemimize almamız gerekiyor!”

Çok da zor değil aslında. Daha ucuz yemek için biraz bilgi, biraz ilgi bir de saçma yerlere yapılan harcamaların tarımsal üretime yönlendirilmesi yeterli. Yoksa hem ülkenin hem de Bursa’nın hali harap…

EYT’de BAĞ-KUR’da gün şartı 7 bine iniyor

EYT’de BAĞ-KUR’da gün şartı 7 bine iniyor

Çalışma hayatını uzunca süredir meşgul eden konuların başında gelen EYT meselesinin çözümüne sayılı günler kaldı, desek abartmış olmayız.

Konunun müjdesini Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2022 yılının son günlerinde vermişti.

Yaklaşık bir aydır da beklenti Meclis gündemine gelmesi idi.

Şubat ayı ile birlikte EYT konusu TBMM gündemine gelecek.

Geçen hafta AK Parti grubunda imzaya açılmıştı.

Hatırlatmakta fayda var:

8 Eylül 1999 öncesinde, yani 4447 sayılı yasa öncesinde işe girenlerden kadınlarda 20 yıl, erkeklerde 25 yıl sigortalılık süresi ve 5000 prim gününü dolduran tüm vatandaşların emekli olabilmesi sağlanacak.

Son anda bu da kademeli olarak 5975’e çıktı. Ancak bu durumun komisyonlarda düzeltileceği bilgisine ulaştık.

Değişmeyen ise EYT için herhangi bir yaş sınırı bulunmayacak.

Ama bunun yanı sıra olayın bir de BAĞ-KUR yönü var. Orada da prim şartı.

9 bin…

Ya da diğer bir ifade ile 25 yıl-9000 gün şartı.

Özellikle bu noktada ciddi mağduriyetlerin olacağı ifade olunuyor.

Geçmişte sigortalı olup sonradan muhtar olan ya da basit iş yeri açanlar mevcut.

Önceki haftalar içerisinde bu durumda olan, Bursa’dan muhtarlar Ankara’ya giderek konuyu ilgili makamlara anlatmıştı.

Sorunun muhataplarını dinleyenler konuyu masaya yatırmışlar.

Kulağımıza gelen bilgilere göre, BAĞ-KUR’da gün şartında bir esneme olacak, gibi duruyor…

O esneme de muhtemelen komisyonlarda görüşme sırasında şöyle olacak:

25 yılı doldurmak şartıyla toplam 7000 gün primi dolduranların da emekliliğe hak kazanması bekleniyor.

Öte yandan, stajla ilgili bir borçlanmanın olmayacağı, dünyada da benzer bir uygulamanın olmadığı ifade olunuyor.

EYT teklifinin Meclis’te önce Aile Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonunda, ardından Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmesi bekleniyor.

Teklif daha sonra Meclis Genel Kuruluna gelecek.

Tahminen şubat ayının ikinci haftasında kanunun TBMM’den çıkması, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından imzalanması ve resmi gazetede yayınlanması bekleniyor.

Bekleyip, takip edelim.

IŞIK: BURSA’DA 300 BİN KONUTUN DEPREME DAYANIKLILIĞI KONTROL EDİLMELİ

Bursa’nın 1855 yılından itibaren beklediği ve ne zaman geleceği belli olmayan bir konuğu var; o da deprem.

Malum Bursa deprem kuşağında…

28 Şubat 1855 tarihinde meydana gelen depremde binlerce bina yıkılmış, 300’e yakın insanımız hayatını kaybetmiş.

Ardından artçı olarak 17 Nisan 1855 tarihinde meydana gelen depremde yıkılan bina sayısı ile can kaybı da artmış.

O zamanki rakamlara göre, her iki depremde kayıp 2 binli rakamlara ulaşmış.

Bir tarafta deprem gerçeği, diğer tarafta ise yapı stoğunun durumu.

Konu ile ilgili olarak geçen hafta içinde Yapı Denetimleri ve Deprem Mühendisleri Derneği Bursa Şubesi Başkanı Serkan Işık ile sohbet etme fırsatını yakaladım.

Önce kendi mesleği yapı denetiminde yaşanan zorluğu anlattı.

İş olmadığı için büyük sıkıntıdayız, bugün bir yapı denetim bürosunda en az 8 çalışan olmak zorunda. Böyle giderse birçok yapı denetim firması büyük sıkıntılar yaşayabilir” dedi.

Ardından 1999 depreminden sonra çıkan kanun sonrası durumu anlatan Işık, “Bursa’da yaklaşık 500 bin bağımsız bölüm yapıldı. Bursa’nın nüfusu 3 milyonu geçmiş durumda. Her hanede 4 insanımızın yaşadığını ve yazlıkları da düşündüğümüzde en az 300 bin binanın deprem konusunda sıkıntılı olduğunu düşünüyoruz” şeklinde görüşlerini bizimle paylaştı.

Biz de Allah korusun diyoruz.

Yerel ve genel yönetimin bir an önce 3 kat ve üzeri binalarda bağlayıcı önlemler almasını bekliyoruz.

 

Sözün gücü mü, gücün sözü mü?

Sözün gücü mü, gücün sözü mü?

Böyle bir yazı yazılır mı, yazılsa nasıl yazılırın muhakemesini yaparken; sevdiğim bir dostun sözüyle başlamanın uygun olacağına karar verdim.

“Yazmasam ölecektim”…

Meşhur bir kıssadır Hz.Ömer ve Nuşirevan meselesi…

Hz. Ömer’in halifeliği döneminde Mısır’da yapılacak bir cami için Yahudi bir vatandaşın miktarının iki katı bir bedelle arazisine el koyulur ve bunun üzerine Yahudi vatandaş buna rızası olmamasına rağmen ses çıkaramaz ama çarşıya dönerken onu gören bir arkadaşı Mekke’ye gidip Halife Ömer’e şikayet etsene der. İkna olup yola çıkan adam Mekke’de bir ağacın altında uyuyan bir adam görünce  önce onun halife olacağına inanmaz sonrasında orAdan geçen  insanların Ey Halife diye selam verdiklerini görünce ikna olur ve durumunu arz eder.  Halife Ömer adamın dediklerinin üzerine yerde bulduğu bir kemik parçasına bir yazı yazar ve adama verir.

Adam umutsuz bir şekilde kemik parçasını alır ve Mısır’a döner . Onu gören arkadaşı ne yaptın diye sorunca boşuna gittim bir kemik parçasına bir şey yazıp beni gönderdi. Adam Ömer yazmışsa sen onu götür valiye ver der. Yahudi vatandaş korku içinde ikna olup kemiği vali Amr Bin As’a götürür. Valinin huzuruna çıkan Yahudi, Halife Ömer’in selamı var size deyip kemiği uzatır.

Kemiğin üstündeki yazıyı okuyup boncuk boncuk terleyen valiyi görünce şok yaşayan Yahudi vatandaş, valinin telaş içinde gidip camiyi yıkın parayı da geri almayın  demesi üzerine bir dakika ne oldu diye sorar. Bunun üzerine Amr Bin As sen beni öldürtecek misin? Biz gençlik yıllarında İran bölgesine ticaret için giderdik. Bir seferinde bizim mallarımıza el koydular. Oradaki bir vatandaş gidip krala durumu anlatmamızı istedi. Gidip anlatınca çıkışta bize bir kese altın verip gönderdiler. Adama gidip senin adil dediğin adam bu muydu deyince adam, bu işte bir yanlışlık var sizi en iyisi ben götüreyim deyip bizi kralın yanına götürdü. Kendi aralarındaki kısa bir konuşma sonrası bize gidin yarın tüm mallarınız size fazlasıyla geri verilecek, yalnız biriniz doğu kapısından biriniz batı kapısından çıkın dedi. Tamam deyip ayrıldık. Sabah gittiğimiz yönde kervanlarımız yüklü bir şekilde bizleri hazır bekliyordu ve az ilerde şehrin girişinde asılı birini gördüm. Asılan kişi ilk gidişimizde bize tercümanlık yapan adamdı.

O şokla şehirden çıkarken Ömer’i gördüm dehşet içindeydi. Ne oldu ya Ömer deyince anlattı. Onun çıktığı kapıda da kral mallara el koyan oğlunu asmıştı.

Ve sen biliyor musun bu kemiğin üzerinde ne yazıyor ?

Nuşirevan bizden daha mı adildi?

Halife Ömer en az Nuşirevan kadar adildir bunu bilesin Amr…

Son dönemlerde ülke ve dünyadaki sosyal, siyasi hareketlilik bir yana dursun özellikle seçim atmosferi ülkenin ana gündemi haline gelmiş durumda. Kahvehanelerde, okullarda, alışveriş merkezlerinde, toplu taşıma ve dahası yaşamın olduğu her yerde siyaset konuşulmaya başlandı. Darbeler sonucu baskı ortamında geçen seçim süreçlerini tarih kitaplarında ve yaşayan tarihimiz büyüklerimizden duyunca elbette ki bu demokratik ortam bizleri sevindiriyor ve bir o kadar da heyecanlandırıyor.

Bir yanda hükümetin yaptığı icraatlar ve yeni dönemde yapacağı atılımlar, bir yanda her toplantısı mizah dergilerine ve skeçlerine konu olan altılı masa, bir yanda cezaevinden tweetle seçim propagandası yapan HDP ve her gün artan Cumhurbaşkanı adayları gündemin dolu dolu geçmesine vesile oluyor.

Tüm bu hengame bir yana dursun devletin farklı kurumlarında bulunan bazı bürokrat ve yöneticilerinin seçim yaklaştıkça hal ve hareketlerinin değiştiğini görmemek elde değil. Daha düne kadar iktidar partisinin makul hatta bazen makul olmayan taleplerini bile anında yerine getiren amirler ve müdürler bugünlerde olması gereken işleri bile ya yapmıyorlar ya da yapana kadar kırk dereden su getiriyorlar.

Tabi bu ortam bugüne kadar çokça kullandığımız ve anlamının peşine çokta düşmediğimiz bazı deyimleri daha iyi anlamamıza yardımcı oldu.

Mesela ipe un sermek, herkese mavi boncuk dağıtmak gibi gibi 😉

Mavi boncuk dağıtmak derken bazılarının alttan alttan diğer siyasi partilere aracılar vasıtasıyla mesajlar göndermesi, farklı ziyaretler ve “ben herkese eşitim(!)” pozlarını paylaşanlar da bugünlerde gözden kaçmıyor. Ancak yıllar önceki bir Kurtlar Vadisi repliğini hatırlatmakta fayda var diye düşünüyorum.

“Devlet arşivinde hiç bir şey kaybolmaz”

Elbette kimse ebedi olarak bir koltukta kalmaz, kalmamalı da. Zaten seçimin ve demokrasinin önemini en iyi bilenlerden ve bunların olmamasından dolayı cezaevine giren Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bunu hepimizden  iyi bildiğini de anlatmaya gerek yok. Ülkenin içinde bulunduğu onca buhranı ve krizi yöneten , dünya siyasetine yön veren böyle bir liderin içerideki bu yozlaşmış düzene, “Osman, Ebubekir ve Ömer (ra)” diye karşısına getirilen ve aslında bunun tam tersi olan tiplere (bazı engellemelere rağmen) , bürokrasinin bazı noktalarındaki çürümüşlüğe ve benzeri bir çok sorun ve sıkıntının  farkında olduğuna inananlardanım.

Yahudi vatandaşın Halife Ömer’e arzuhalini anlattığı gibi Cumhurbaşkanına arzuhal edenler muhakkak vardır. Ve şüphesiz bu milletin öz evladı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bu tipler için  bir kemik parçasına yazacağı bir iki kelam olmalı, olacaktır…

Kurt kışı unutur ama yediği ayazı asla unutmaz diyerek söze son dönemlerin en popüler cümlesiyle son veriyorum…

…Yeter söz milletindir…

EYT düzenlemesi beklentileri karşıladı mı?

EYT düzenlemesi beklentileri karşıladı mı?

Milyonlar yıllardır sabırla bekliyordu.

Ve zorlu mücadelelerin ardından nihayet yolun sonu göründü.

Emeklilik için yaşa takılmadan yola devam etme hayali kuranların gözü son durak olan TBMM’de artık!

Teklifin Plan Bütçe Komisyonu’nda görüşülmesinin ardından en geç haftaya salı veya çarşamba günü yasalaşması bekleniyor.

Hedef prim gün ve sigortalılık süreleri dolduğu halde yaşa takılanları, yani EYT’lileri yasal hakları ile buluşturmak.

Yani yıllardır dile getirilen hakkın tescili gerçekleşecek. Demek ki olabiliyormuş istenirse!

Oysa çok yakın zamana kadar böyle bir düzenlemenin düşünülmediği defalarca dile getirilmişti.

Ancak görüyoruz ki seçim sandığı ufukta görününce yapılabileceklerin sınırı da pek olmuyor!

Hem de bu yıl için 2 milyon 250 bin kişiyi olmak üzere toplamda 5 milyon vatandaşı emekli edecek bir formül bulunmuş.

Ve topu topu 4 madde ile bu iş hallediliyor. Pek de zor olmadığı buradan belli. Kaynak da israf edilen alanlardan bir şekilde yaratılırdı.

Ama düzenleme yürürlüğe girdiğinde de mağduriyet tam olarak giderilmiş olmayacak!

Çünkü 9 Eylül 1999’den itibaren devreye giren yasal düzenleme, şartları doldurduğu halde yaş kriteri yüzünden çok sayıda insanı emeklilik hakkından mahrum etti.

Örneğin 1999’daki düzenlemenin geriye dönük işlemeyeceği prensibi korunsaydı pek çok kişi birkaç yıl önce emekli olabilirdi!

Yine de zararın neresinden dönülse kardır diye bakarak TBMM’ye ulaşan düzenlemeye bir göz atalım.

Öncelikle düzenleme yaşa takılma engelini kaldırıyor. Çok şükür sonunda!

Yapılan açıklamalara göre de prim gün sayısı ile çalışma süresini dolduran herkes emekli olabilecek gibi görünüyor.

Ancak bu yöndeki açıklamanın beklentileri tam olarak karşılamayan bir tarafı da var.

Çünkü…

Yaş şartının kalkması ile birlikte prim gün sayısının da 5 bin ile sınırlı olacağı beklentisi oluşmuştu.

Oysa ki TBMM’ye sunulan teklifte 4447 Sayılı Kanun’la gelen kademeli prim günü kavramına dokunulmamış.

Bu durumda sigorta başlangıç tarihine göre farklı prim gün sayıları devrede olacak emeklilik için!

Yani SSK’lılar için 5 bin ile 5 bin 975 gün arasında değişen prim günü gerekiyor.

Emekli sandığı ve BAĞ-KUR’lularda ise kadınlarda 7 bin 200, erkeklerde 9 bin prim gününün dolmuş olması gerekiyor.

Süre ise beklendiği üzere kadınlarda 20, erkeklerde 25 yıl olarak kanun teklifinde yer alıyor.

Kısacası prim gün sayısı konusunda evdeki hesabın çarşıya uyması anlamında sorun yaşayacaklar muhakkak ki olacaktır!

Diğer yandan stajın sigorta süresi başlangıcı olarak sayılması yönünde oluşturulan algı da boş çıktı! Oysa o yönde kayda değer açıklamalar gelmekteydi.

EYT cephesinde tüm kriterleri aşacak olanları da bekleyen bir hayal kırıklığı var aslında!

Bunun da temel nedeni yapılan açıklamaların belli beklentileri oluşturmuş olması. Mesela EYT’lilerin ilk emekli maaşlarına mart ayında kavuşacakları defalarca ifade edildi.

Oysa ki teorik olarak doğru olan bu ifadeler pratikte bir gerçeklik ifade etmiyor!

Niye mi?

SGK normalde ayda 40-50 bin arasın emeklilik işlemi yapmakta. Bu hızı ikiye de üçe de katlasanız 2 milyon 250 bin kişinin işlemlerinin sonuçlanması yıl sonunu rahatlıkla bulur!

Marttan başlamak üzere maaş almaları baki olsa da paranın ellerine geçmesi pek çok kişi için ayları bulacaktır. Yüksek enflasyon ortamında bunun bir kayıp olduğu ortada.

Ayrıca marttan itibaren alınacak paraya güvenerek hesap kitap yapmanın negatif yansımaları da olacaktır!

Bir de açlık sınırının şimdiden 8 bin 864 TL’ye dayandığı düşünülürse EYT’lilerin sabırla bekledikleri ve kavuşacakları maaşların yeterliliği apayrı bir mesele olarak kafaları yoracaktır.

Akademik Odalar’dan Karacabey’deki plan değişikliğine iptal davası

Akademik Odalar’dan Karacabey’deki plan değişikliğine iptal davası

Kabına sığmayan Bursa’da özellikle şehrin Karacabey ile birleşmesine ramak kala, ilginç pek çok gelişmeyi ele aldık bu köşeden. Konulardan biri de birden bire gündeme gelen ve enteresan biçimde onaylanıveren, şimdiki Karacabey Sanayi Bölgesinin üç katına çıkmasına vesile olacak plan revizyonuydu.

Konuyla ilgili karşı duruşlarını ilk yazdığım yazıda vurguladığım TMMOB Bursa İl Koordinasyon Kurulu, Bursa Barosu ve Bursa Tabip Odası ortak bir açıklama yaptı;

“Bursa’nın yaşanılabilir şehir olmasına hizmet etmek inancıyla…” diye başlayan açıklamada, yapılan değişikliğin öncelikle Karacabey halkının sağlıklı yaşam hakkı hiçe sayılarak sonrasında ise şehircilik planlama ilkeleri ile birlikte hukuka da aykırı davranılarak gerçekleştirildiği vurgulanıyor.

Açıklamanın en rakamlara dökülmüş, en resmi bölümünü alıntılamakla başlayalım işe;

“Bursa Büyükşehir Belediye Meclisi’nin 15.09.2022 gün ve 1102 sayılı kararlarıyla onaylanan, Karacabey Planlama Bölgesi’nin bir kısmına ilişkin Bursa 2020 yılı 1/100000 ölçekli Çevre Düzeni Planı değişikliği ile Bursa Büyükşehir Belediye Meclisi’nin 15.09.2022 gün ve 1103 sayılı kararlarıyla onaylanan Karacabey merkez mahalleleri (21 adet) ile 7 adet kırsal mahalleyi (Bakırköy, Gönü, Hotanlı, Küçükkaraağaç, Şahinköy, Taşlık, Yolağzı) kapsayan 1/25000 ölçekli Karacabey Nazım İmar Planı revizyonu ve plan hükümlerinin yürütmesinin durdurulması istemli olarak Bursa İdare Mahkemesi’nde dava açılmıştır.

Bursa 2020 yılı 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planı’nın güncellenmesi için Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından çalışmalar başlatılmış ve davalı belediyenin davetiyle akademik odalar, BTSO ve STK’ların katıldığı, yeni 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planı için çalıştaylar düzenlenirken, alelacele güncel planda değişiklik yapılmasını fırsatçılık olarak görüyoruz. Yangından mal kaçırırcasına yürürlükteki planı değiştiren Bursa Büyükşehir Belediye Meclisi’nin çelişkili davranışının iptal hükmü ile yargıdan döneceğini düşünmekteyiz…”

Burada üzerinde durmamız gereken iki konu var.

İlki; 2017 yılında Büyük Ova Koruma Alanı ilan edilen Karacabey Ovası’nda sanayi tesisi yapılmak istenmesi iklim krizi, gıda krizi, su krizi gibi yaşamsal krizlerden bahsettiğimiz bir dönemde Bursa’ya yapılabilecek en büyük ihanetlerden biridir.

İkinci konu ise ilkinden daha da hassas; bir yandan yapılan planların çalışmaları sürerken, diğer yandan alelacele gündeme gelen değişiklikler şehri dizayn etmeye çalışanların gizli gündemleri olduğu kanaatini uyandırıyor bende. Bu da tüm Bursa için aynı yaklaşımlarla karşılaşabiliriz demektir.

Konuyla ilgili bir bardak suda fırtına kopartılıyor yaklaşımı geliştirenlere de şöyle bir yanıtım olsun; ben, bahsedilen sanayi bölgesi genişletilmesi planı için Karacabey Harası ve Türkiye Jokey Kulübü Pansiyon Harası gözden çıkarılan alanlar diyeyim, gerisini siz anlayın…

Açıklamada yer alan; “Geçmişte yapılmak istenen sanayi alanlarına karşı kazanılmış davalardaki değerlendirmeleri dikkate almayan Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin, Bursa’ya İstanbul’ un “tamirhanesi” gözüyle bakanlara karşı hiçbir direnç göstermediği ortaya çıkmıştır!”  sözleri bence çarpıcı gerçeği alenen söylüyor zaten.

PVC YAPIYA YENİ PLAN


Benzeri bir ‘ben yaptım oldu’culuk ve ardından gelen tepkilere karşı ‘vurdumduymazlık’ örneğini de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Bursa ziyaretinde öve öve bitiremediği, benim de sonundaki kazanımların neler olacağını merakla beklediğim Tarihi Hanlar Bölgesi projesi için söyleyebiliriz.

Bölgedeki yapıya hiç uygun olmayan, bir anda yükseliveren ve tüm itirazlara rağmen balonlu süslü açılışı da yapılan PVC yapıdan bahsediyorum.

Yapı ile ilgili bir uzlaşı sağlanmış görünüyor son aldığım bilgilere göre.

Hanlar Bölgesi Projesini birincilikle kazanan ekip ve Bursa Büyükşehir Belediyesi, bölgenin doğal dokusuna uygun yeni bir proje üzerinde çalışarak bahsettiğimiz çirkinliğin kalkmasını sağlayacakmış.

Merakla bekliyorum o anı…

EYT’lilere bu kazığı kim attı?

EYT’lilere bu kazığı kim attı?

Emeklilikte yaşa takılan milyonlarca yurttaşın büyük bir merakla beklediği yasa teklifi sonunda Meclis Başkanlığına sunuldu.

4 maddelik EYT yasa teklifinin tam adı şöyle:

Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi.”

Yasanın Resmi Gazete’de yayımlandığında uygulamaya gireceğini ve yasa hükümlerini Cumhurbaşkanı’nın uygulayacağına ilişkin maddeler dışında esasla ilgili iki maddeye bakalım.

Teklifin ikinci maddesi “zorunlu emeklilik” ile ilgili. Buna göre, 696 ve 375 sayılı kanun hükmünde kararnamelerle, belediyeler dahil kamuda geçici işçi statüsündeyken kadro alan kişiler istemezlerse emekliye sevk edilemeyecek.

Teklifin asıl merak edilen birinci maddesi ise EYT’lilerin akıllarındaki sorulara yanıt veriyor.

Birinci maddede atıf yapılan 3 yasa var: 506 sayılı yasa SSK’lıların, 1479 sayılı yasa BağKur’luların, 2925 sayılı yasa tarım sigortalıların emeklilikteki yaş ve prim günlerini düzenliyor.

Madde metninde bu yasaların ilgili maddeleri sıralandıktan sonra “… söz konusu hükümlerde yaş dışındaki diğer şartları taşımaları halinde yaşlılık veya emekli aylığından yararlanırlar.” deniyor.

Maddenin gerekçesinde de yine bu yasaların ilgili maddeleri sıralandıktan sonra “… yaşlılık veya emekli aylığı hak kazanma koşullarından prim ödeme gün sayısı ve/veya sigortalılık süresi şartları değiştirilmeksizin, sadece yaş sınırlamasının kaldırılması…” deniyor.

İktidar teklife şu hükmü koymayı da unutmuyor:

“… geriye dönük herhangi bir ödeme yapılmaz ve geriye dönük hak talep edilemez.”

Özetle, EYT yasa teklifi 8 Eylül 1999 ve öncesinde sigorta girişi olanların emeklilik hesabında yaş koşulunu ortadan kaldırıyor. Ancak EYT’liler yukarıda atıf yapılan yasalarla belirlenen prim gün sayılarına ulaşmak durumunda. Bu da SSK’lılar için 5000 prim günü ile başlayıp 5975 güne kadar uzuyor.

Kısacası iktidarın EYT şapkasından prim tavşanı çıktı.

Oysa EYT’lilerin temel talebi emeklilikte 8 Eylül 1999 öncesi duruma dönülmesiydi. Yani yaş koşulu olmaksızın 5000 prim günü ve 20/25 yıl sigortalılık süresi.

Temel talebin ne kadarının karşılandığını elbette her EYT’li kendine göre değerlendirecektir. Bana göre, ortaya çıkan teklif EYT’liye prim kazığıdır!

Bu sonuca sosyal güvenlik alanını düzenleyen iradenin 11 Kasım 2022 tarihinde söylediği sözlere bakarak ulaşıyorum.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin’in bakanlığının 2023 bütçe görüşmeleri sırasında Meclis Plan ve Bütçe Komisyonunda yaptığı açıklamaları Meclis tutanaklarından aynen aktarayım:

“ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI VEDAT BİLGİN – “… EYT konusunda çok açık söyledim. Bugün, bizim tespit ettiğimiz, 1,5 milyon civarında dediğim rakam, bizim haziran ayında aldığımız veri. Bu yıl sonu itibarıyla bu rakam değişir çünkü orada neye bakıyoruz? Prim gün sayısına, prim gün sayısıyla prim güne takılanlar mı gibi bir laf söylendi, doğru değil; öyle bir şey yok.

GARO PAYLAN (Diyarbakır) – Prime takılanlar

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI VEDAT BİLGİN – Prime takılanlar olmayacak neden olmayacak? Çünkü o günkü yani 8 Eylül 1999 öncesi prim gün sayısı şartını değiştirmiyoruz.

GARO PAYLAN (Diyarbakır) – 5 bin mi olacak?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI VEDAT BİLGİN – Değiştirmiyoruz, 5 bin ve 5.400. Onu değiştirmiyoruz, bırak. Bu şeyleri, bu kötü senaryoları kafanızdan silin, öyle bir şey yok.”

Şimdi merak ediyorum. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının hazırladığı taslak AK Parti Grubu tarafından değiştirildi mi?

EYT’lilere bu kazığı kim attı?

Azmin zaferi: Milletvekili Serkan Bayram’ın hikâyesi Buğday Taneleri

Azmin zaferi: Milletvekili Serkan Bayram’ın hikâyesi Buğday Taneleri

Uzun zamandır merak ettiğim filmlerden biri de AK Parti Milletvekili Serkan Bayram’ın hayatını konu alan “Buğday Taneleri” filmi idi.

Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin davetlisi olarak filmi Pazar günü Tayyare Kültür Merkezi’nde izleme fırsatı yakaladım.

İzlerken hem hüzünlendim, hem düşündüm, hem şükrettim, hem de avuçlarım patlayana kadar Bayram’ı alkışladım.

Bayram’ın filminin tek kelime ile özeti ”azmin elinden” bir şey kurtulmaz…

Gerçekten de o azim…

Buğday tarlasında çıkan bir yangında iki elinin önemli bir kısmının yanması sonucu 41 gün yoğun bakımda kalan, ondan sonrasında hayata tutunan bir bebek…

Ondan öncesinde de 41 gün boyunca yoğun bakımın önünden bir dakikalığına ayrılmayan eli öpülesi anne baba var…

Sonrası filmde bahsedilmese de babanın ekmek mücadelesi için İstanbul’a gitmesi…

Ardından başlayan zorluklar…

Önce ilk, orta ve lise bitiyor.

Sonrasında ise İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi kazanılıyor.

Başarı ile biten okul…

Ama onun tek hedefi var…

Hâkim ve savcı olmak…

O sadece elleri yandığı için bu dileği gerçekleşmiyor.

Başarılı bir avukat olan Bayram’ın sonraki hedefi ise üniversitede öğretim üyesi olmak; o da bir şekilde engellenince yılmıyor, pes etmiyor, milletvekili oluyor.

Önce 2015 seçimlerinde Erzincan tarihinde bir ilk yaşanıyor, CHP buradan milletvekili çıkaramıyor.

Bayram, AK Parti’den 2.sıradan milletvekili seçiliyor.

Sonra İstanbul’dan bir daha milletvekili seçiliyor, hala görevine devam ediyor.

O kendine konulan engeller başkalarına konulmasın diye TBMM’de çalışmaya başlıyor.

Önce engellilerin hakim ve savcı olma hakkını yasa ile güvence altına alacak bir çalışma yapıyor ve yasalaşıyor.

Hem de oy birliği ile…

Sonrasında zamanının büyük bir bölümünü engellilerle geçirerek onların sorunlarına çözüm üretmeye çalışıyor.

Ama o bunları yaparken kadere inanmış biri olarak şükretmeyi de biliyor.

Mücadelesini beyaz perdeye taşıyan Bayram’ın senaryosunu yazdığı film gerçekten çok güzel.

Yakında 22 ülkede vizyona girecek.

Sonrasında ise uluslararası film yarışmalarına katılacak.

Geliri de engelliler için harcanacak bir yapıt.

Şahsen ben filmi çok beğendim.

Film anlayana, kaybettim derken nasıl kazanılacağını gösteriyor.

Yakında bir buğday tanesinin binlerce, milyonlarca filizlenen buğday olacağını düşünüyorum.

Umarım herkes ilk önce kafasındaki engelleri kaldırır, ondan sonra engellilere gereken desteği verir.

İnanın onlara engel olmayın yeter.

Gerisi kendiliğinden gelecek…

İYİ PARTİ’DE NE YAZDIYSAK O ÇIKTI…

Normalde bugün benim İYİ Parti’nin kongre sürecini uzunu uzadıya kaleme almam gerekiyordu. Kongreye gitmediğim ve izlemediğim için uzun yazı yerine ikinci yazı olarak birkaç cümle ile geçirmek istiyorum.

Dünkü yazımızda ne kaleme almıştık?

Adaylardan biri çekilir demiştik.

Çekildi mi?
Evet…

Merak ettiğimiz diğer bir konu ise  Yahya Bahadır’ın Büyük Kongre delegesi yazılıp yazılmayacağı idi.

Mehmet Hasanoğlu’nun listesinde göremedim.

Sürpriz oldu mu?

Bu sorunun da yanıtı hayır…

Kazanan Hasanoğlu oldu…

Bakalım asıl bundan sonra neler olacak?

Bekleyip, takip edelim…

İYİ Parti’de Hasanoğlu’nun listesi nasıl olacak?

İYİ Parti’de Hasanoğlu’nun listesi nasıl olacak?

Son birkaç gündür Bursa siyaset sahnesinde Millet İttifakı partilerinin geçişlerine şahitlik ediyoruz.

Önceki gün İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun ziyareti vardı.

Ne ziyaretti!

Gemlik’ten başladı, Mudanya’ya kadar uzadı.

Akşama da seçmece yemek vardı.

Kılçıksız balık gibi…

O yemeğe bazı basın mensupları çağrıldı, bazıları çağrılmadı.

İşte bu da Bursa CHP’nin demokratlığı…

Ama programın öncesi ve sonrasındaki şov maşallah barekallah…

İmamoğlu gitti ama dedikodusu da altılı masa adayını açıklayana kadar devam edecek.

Bunlar yaşandı…

Bir de yaşanacak olanlar var.

O da İYİ Parti’nin 29 Ocak 2023 Pazar günü gerçekleşecek kongresi.

Görünürde üç adaylı kongrede tek adayın favori olduğunu sağır sultan bile biliyor.

Belki de siz bu yazıyı okuduğunuz saatlerde adayların biri çekilmiş olacak.

Ama biz skoru şimdiden yazalım.

Bu kongrenin kazananı muhtemelen Mehmet Hasanoğlu olacak.

Ama asıl merak ettiğimiz, Hasanoğlu’nun listesinin nasıl şekilleneceği…

Hasanoğlu’nun listesi Osmangazi ağırlıklı mı olacak yoksa görevi bırakan Selçuk Türkoğlu’nun son yönetimi ağırlıklı mı?
Ya da karma mı?

Karma derken önemli bir detayı da yazmak gerekir:

Kabul etseler de etmeseler de İYİ Parti’de bazı isimlere oldukça soğuk bakılıyor. O isimler arasında daha önceki yönetimlerde ve kurucu olarak görev yapanlar da var.

Onlardan da yönetimde isim olacak mı?

Listede merak ettiğim diğer konu ise Ankara Büyük Kongre delege listesi…

Bu delege listesinde kurucu İl Başkanı Yüksel Yılmaz yer alacak mı?

Muhtemelen o da kurucu il başkanı olduğu için doğal delege…

Yine İl Başkanı olarak görev yapan Yahya Bahadır büyük kongre listesinde yer bulabilecek mi?

En önemlisi kendilerini milletvekilliğine hazırlayan Hasan Toktaş ve Selçuk Türkoğlu doğal delege olacağız diye düşünüyorlarsa, müstakbel il başkanı listede kendilerine nasıl bir pozisyon öngörüyor?

Muhtemelen bu isimler;

Kendileri milletvekilliğini garanti görüyorsa Ankara Büyük Kongre Delegesi olarak yazılmalarını istemeyeceklerdir, buna gerek yok diyeceklerdir…

Eğer garanti görmüyorlarsa muhtemelen delege listesinde yer alacaklardır…

Bunun dışında kongrenin divan başkanlığını yapacak İzmir Milletvekili Müsavat Dervişoğlu hangi mesajları verecek?

O mesajlar içerisinde belki bazı isimlere milletvekili adayı ol ya da olma denilecek.

Kim bilir?

Onları da kongrede öğrenmiş olacağız.

Öncesinde öğrendiğimiz, İYİ Parti Grup Başkanı İsmail Tatlıoğlu’nun kongrede Bursa’da olmayacağı.

Bize düşen, hayırlı olsun demek…

Eğitim ve sağlıkta çuvalladık!

Eğitim ve sağlıkta çuvalladık!

Zaman zaman biz sıradan vatandaşlar için verdiğim, ‘kazanda kaynayan kurbağa’ örneğini bir kez daha vererek başlamak istiyorum yazıma.

Bu kez bahsedeceğim alan eğitim ve sağlık.

İşin en temelinde, yani kazandaki su henüz ortam ısısındayken ve bizler eğitim ve sağlık hizmetleri konusunda ciddi sorunlar yaşadığımızı düşünüyorken, kulağımıza inceden bir ses ‘kazana girersek her şeyin daha güzel olacağını’ fısıldadı, hatta kazanda rahat edelim diye şöyle en afillisinden mayolarımızı, kokteyl bardaklarımızı da alıverdi.

Eğitimde özel okul tercih edenlere okul fiyatlarının yarısına, bazen yarısından da fazlasına tekabül eden devlet destekleri, sağlıkta ise neredeyse cep harçlığına rast gelecek rakamlarda el üstünde tutularak alınan muayene, görüntüleme ve tahlil hizmetleri…

Giriverdik kazana…

Ooohhhh… Ne rahat…

Su da tam kıvamında bir sıcaklıkta, elimizde kokteyllerle adeta tatil modundayız…

O dönemden ileriyi görenler, devranın böyle devam etmeyeceğini, uygulanan politikaların bir mecbur bırakma, devletin hizmetlerden çekilmesine vatandaşı alıştırma taktiği olduğunu söyledi, ama kulak astık mı?

Elbette hayır…

Günü kurtarma, üstelik de rahat ve lüks içinde kurtarma derdiyle, devletten hizmet eksikliğini tamamlama konusunda talepte bulunmak yerine, özel hizmet veren kurumlara alışıverdi ayağımız.

Yıllar böyle su gibi akıp giderken, zaman içinde suyun ısındığını hissediyorduk da ‘olur o kadarcık’ kıvamında pek de sesimiz çıkmıyordu aslında.

İşin alacası yaşanan pandemi süreci ve ardından gelen ekonomik kriz ile iyice ortaya döküldü.

Pandemi sürecinde anladık ve öğrendik ki, devletin sağlık hizmetlerinden elini eteğini çekmeye çabalaması neticesinde hastanelerimizde ciddi bir uzman hekim açığı ortaya çıkmış. Hastaneler ve ekipmanlar eskimiş, personel sayısı yetersiz…

Tüm olumsuzluklara rağmen insanımızın fedakar tutumundan zerre taviz vermeyen doktorlarımız sayesinde ayaktayız bugün. Bunu kabul etmek lazım.

Fakat sonrasında doktorlara ‘gidiyorlarsa gitsinler…’ denirken hiç ses çıkarmayanlar grubunda yer alıyorsanız, siz kaynayan kazanın rehavetine çoktan kapılmışsınız demektir.

Biz kaynaya duralım kazanın içinde, doktorlarımız da bu kadar vefasızlığı kaldıramadıklarından gitmeye karar verdiler. Özel sağlık kuruluşlarına ya da başka ülkelere…

Sağlıkta kıyamet burada koptu işte…

Eski hastaneler, eski ekipmanlar silsilesine doktor ve sağlık personeli yokluğu da eklendi, takım tamamlandı…

Eğitim konusunda da yaşanan ekonomik kriz büktü belimizi veliler olarak. Özellikle sürece göbeğinden bağlanmış çalışan veliler, yüzde 300’lere varan oranlardaki, görünen ya da gizliden yapılan zamlara karşı nasıl direneceklerini düşünürken, direnemeyeceklerini kabul eden pek çok veli de çocuğunu devlet okuluna alma telaşesinde.

İyi güzel de devlet okulu mu kaldı?

Birkaç yazı öncesinden değinmiştim, daha önce de defalarca yazdık, Bursa’nın şimdiden 5 bin derslik açığı mevcut diye.

Kulağıma gelenlere bakılırsa devlet okullarındaki yöneticileri çaresizliğe mahkum eden bir durum var ortada. Çocuğunu kapan devlet okulunun yolunu tutuyor ve bu durum anaokulundan liseye kadar fark etmeksizin böyle devam ediyor.

Oysa okulun kapasitesi belli. Bursa’da yıllardır yapılamayan okullar belli, Milli Eğitim Bakanının her üç ayda bir Bursa’ya gelerek açıkladığı müjdelerin içeriği bile belli ve bu müjdeler nedense hep müjde kapsamında kalıp icraatta geçemiyor bir türlü.

Eee… Nerede okuyacak bu çocuklar?

Aynı binada aynı okul müdürü ve mevcutla, sadece isimleri değiştirilerek yeni okul algısı yaratmakla çözülecek işler değil bunlar.

Bir de İmam Hatip okullarında ısrarcılık sürüyor. Sınıf mevcutları bazı yerlerde 20 ila 10 arasında değişen bu okulların sıklığı ciddi açmaz. Vatandaş tercih etmiyor, devlet ısrar ediyor, diğer okullarda yeterli sınıf yok.

Sonuç; çocuklar balık istifi gibi okumaya mahkum ediliyor ya da istemedikleri okullara gitmek zorunda kalıyorlar…

İşte sonunda olan oldu; kazan kaynadı…

Haşlanıyoruz hep birlikte…

Elimizden kokteyl bardağımız düştü, baya baya acı çeker olduk hem eğitimde hem de sağlıkta…

Bu iş kime hiç dokunmuyor, kimler özel eğitim ve sağlık hizmetlerinden memnun diye hala soruyorsanız hemen yanıt vermeye hazırım;

Elbette parası olanlara…

Eğitimin ve sağlığın bir nebze de olsa tercih edenler için özel olabilmesini anlarım. Bütçesi uygun olanlar daha lüks bir hizmet almak isteyebilir, bu normal. Ancak bunun özellikle Türkiye gibi alt ve orta gelir grubu yüksek bir ülkede yaygınlaştırılmasını asla anlayamam.

Zaten takıldığımız nokta da budur.

 

NOT: Bize zamanında öğretilenlere ve yaşadığımız gazetecilik tecrübelerine dayanarak şunu söyleyebilirim ki; basın mensupları toplantılara davet edilir ya da toplantılar basına kapalı yapılır ve toplantı sonrası açıklamalar alınır… Bu silsile hayli zamandır bozulmuş gibi görünüyor.

Şimdilerde uygulanan sistem şu; bir toplantı düzenleneceği zaman basın konusunda bilgisine güvenilen bir ya da birkaç kişiye ‘kimleri çağıralım’ diye soruluyor, alınan cevap üzerine de davetler yapılıyor. Haliyle bizler de davetli olmadığımız, yani istenmediğimiz yere gitmiyoruz.

İşin bu noktaya gelmesi belki de basın mensuplarının sayısındaki artıştandır. Bilemiyorum, ancak bu noktada benim de gazetecilik adına şöyle sorularım olacak;

Herkes kendisini destekleyenleri çağırırsa ya da danıştığı kişinin beğendiği gazetecileri toplantıya davet ederse bu işin objektif tarafı kalır mı? Gazetecilik objektiflik gerektirmez mi? Bütün toplantılara davet edilmeyi garantilemek için hep cicili bicili yazılar mı yazmak gerekir? Herkesi pohpohlarken, eksikleri görmezden gelirken, nasıl olur da mesleğin iyisi, sevileni, işini iyi yapanı, duayeni… olunur? Tersten düşünürsek eleştirel yazılar kaleme alan yazarlar görmezden gelinmeye mahkum mu edilmektedir? Eleştirel yazılar yazmayıp sevimli görünmeye çabalamak işimizin gereği haline mi gelmiştir?

Sanırım bu konuda en azından Bursa basını ile muhatap olanların şapkalarını önlerine alarak düşünmeleri gerekiyor biraz…

Borsa İstanbul’un tuhaf rekoru!

Borsa İstanbul’un tuhaf rekoru!

Çok tuhaf bir hafta geride kaldı.

Piyasalarda nedensiz hareketlere şahit olduk.

Aslında dolar, faiz ve altında hava hayli sakindi hafta boyunca. Yani mevsim normalleri görüldü.

Ama hisse cephesinde olağanüstü bir atmosfer öne çıktı!

Borsa İstanbul’da kayıp serisi kendi çapında bir rekora imza attı çünkü.

Nasıl mı?

Haftaya 5 bin 500 puanlık bir seviyeden başlangıç yapan BİST 100 Endeksi, 5 işlem gününde de düşüş yaşadı.

Neticede haftalık kayıp yüzde 8 düzeyinde gerçekleşti!

Beş günlük ortalama kayıp yine de sindirilebilir düzeyde aslında.

Ancak seri düşüş trendi dikkat çekici.

Çünkü…

Önceki düşüşler dikkate alındığında BİST-100’de üst üste 5 günlük düşüş serisi son olarak 2021’de görülmüştü.

Yani bir yıldan fazla bir süredir görülmeyen bir olay yaşandı Borsa İstanbul’da!

2023’teki trende baktığımızda ise oynaklık dikkat çekiyor.

Ve aşırı bir geri çekilme olmasa da küresel çapta olumsuz bir seyir ocak ayına damgasını vurdu.

2022’de yüzde 197’lik artışla rekor yükseliş kaydeden BIST 100 Endeksi, 2023’ün ilk ayında en çok kaybeden endeks olarak dünya piyasalarından negatif ayrıştı.

Bu düşüşe yüzde 19’luk kayıpla bankaların öncülük etmesi ise dikkat çekti!

Ancak özellikle son bir haftadaki düşüşe anlam vermek hayli zor. Ciddi bir küresel etki yok çünkü. Zaten yerli ağırlıklı bir hareket var borsada.

Hisselerin neredeyse tümüne yayılan seri bir düşüş için iç piyasa kaynaklı ciddi bir neden de yok üstelik!

Sadece Kur Korumalı Mevduat’ı yeniden cazip hale getirmek için faiz üst sınırının kaldırılması durumu söz konusu. Yani haftanın kayda değer tek somut gelişmesi faizi hafif dozda cazip kılacak bir düzenlemeydi.

Ancak, yüzde 12 civarındaki mevduat faizinin en fazla yüzde 16’ya çıkmasını sağlayacak olan bu düzenleme BİST’teki satışı açıklayacak boyutta bir etkiye sahip değil.

Siyaseten de artık netleşmiş olan 14 Mayıs’ta genel seçim kararının resmen duyurulması dışında bir etki faktörü yok. Seçim sürecinin kısmen de olsa geçtiğimiz haftalarda fiyatlandığına şahit olduk zaten!

Dolayısıyla bu haftanın spekülatif işlemleri ile hatırlanacağı kesin.

Yani küçük yatırımcıyı hırpalayan bir atmosfer haftaya hakim oldu Borsa İstanbul’da. Büyüklerin bir strateji çerçevesinde ucuz hisse toplamak üzere panik satışları tetiklediğini varsaymak mümkün!

Doların haftalık bazda sadece 5 kuruş yukarı gittiğini unutmayalım. Eğer piyasalarda kayda değer bir risk olsaydı dolar bu kadar rahat olamazdı.

Keza onsun da etkilediği iç piyasadaki gram altın bile hafta başına göre 5-6 lira yükseldi ancak.

Neticede bu hafta ortaya çıkan manzara hisse cephesinde suni bir oynaklığın gündemde olduğunu gösteriyor!

Yani bireysel yatırımcının soğuk kanlı olması şart. Uzun vadeli düşünüp hareket edenleri kazanç ihtimali hala çok yüksek çünkü.

İmamoğlu Bursa’yı ikiye böldü

İmamoğlu Bursa’yı ikiye böldü

Ben hak yemem, hakkımı da yedirmem!” diyerek yollara düşen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tartışmalara da mazhar olan, özellikle iktidar cephesinin eleştirilerine maruz kalan gezileri hepimizin malumu.

Olmalı mı, olmamalı mı tartışmasını bir yana bırakarak işin gerçekliğini konuşmak lazım. Ekrem İmamoğlu İstanbul’a talip olmasından ve talip olduğu makamı almış olmasından kaynaklı bir mağduriyeti çeşitli boyutları ile yaşıyor 4 yıldır.

Halkımız vicdanlıdır, bu ülkede mağduriyet her zaman çalışır…

Dolayısıyla, zamanında AK Parti’nin bölge halkını konsolide etmek için mafya üyelerinden dahi medet umduğu göz önüne alınırsa, Ekrem İmamoğlu’nun şehir şehir gezerek yaşadığı mağduriyeti anlatmasında bence hiçbir sakınca yok.

Hatta bu gezilerin benim gibi siyasetin arka yüzüne meraklı gazeteciler için büyük faydalar da sağladığı kanısındayım.

En son söyleyeceğimi en önce söyleyerek Ekrem İmamoğlu’nun Bursa gezisinden çıkardığım sonucu hemen dillendireyim;

İmamoğlu, sağın kalesi sayılan illerden Bursa’da, bir yanına Turhan Tayan’ı bir yanına Mehmet Gazioğlu’nu alarak ve CHP’li mağdur bir belediye başkanı olarak yaptığı ziyaretlerde şehri ikiye böldü.

Gerek Kapalı Çarşı’daki esnaf ziyaretlerinde gerekse Ulucami’de kıldığı Cuma namazında gördük ki, vatandaştan hem sevgi seli hem de karşı duruş geldi İmamoğlu’na. Hatta zaman zaman vatandaşların birbirlerine sözlü müdahalelerine de tanık olduk.

Biri sevip bağrına basarken, öbürü ‘neden seviyorsun!’ diye çıkıştı adeta.

Bu konuda basın da ikiye ayrıldı. Kimi ‘dinlemeye kimse gelmedi’ dedi, kimi ‘gayet coşkulu bir kalabalık vardı’ dedi…

İşte size önümüzdeki seçimlerin nasıl bir atmosferde geçeceğine ve çıkacak sonuca dair kısa bir özet…

Gelelim günün son programına…

Altılı masa bileşenlerinin temsilcilerinden sivil toplum kuruluşlarına, akademik odalardan hemşeri derneklerine kadar geniş bir davetli grubunun olduğu toplantıya CHP Milletvekillerinden Erkan Aydın katıldı sadece.

Masada İmamoğlu’nun bir yanında Millet İttifakı Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mustafa Bozbey, diğer yanında CHP İl Başkanı Turgut Özkan vardı. İçişleri Eski Bakanı Mehmet Gazioğlu ve ağırlıklı olarak sağ tandanslı partilerde siyaset yapmış, Milli Eğitim ve Savunma Bakanlığı görevlerinde bulunmuş, 24’üncü dönem CHP Bursa Milletvekili Turhan Tayan tüm ziyaret programında olduğu gibi yemekte de kendisine eşlik etti.

Tüm konuşması boyunca devlet adamlığının, devlet yönetiminin nasıl olması gerektiğinden, şimdilerde nasıl olduğundan bahseden Ekrem İmamoğlu’nun belediyecilik üzerine neredeyse hiç konuşmamış olması dikkat çekiciydi.

Hani konuşmaya kalksa Bursa’da konudan bol bir şey yok…

İşin bu yanından bakıldığında ‘İmamoğlu devlet adamlığına ısınma turları yapıyor’ diyeceğim de, her an siyasi yasaklı olma riski taşıyan bir ismin en azından şimdilik böyle bir girişimi olamaz diye düşünüyorum…

Aslında anlatılmak istenen, benim de yazılarımın ana konusu haline gelen mesele ülkede adalet çarkının doğru dönmemesi ve bu doğru dönmeyişin vicdanları artık yaralamaktan ziyade kanattığıydı.

Çok doğru, çok haklı bir çıkıştı…

“Bursa’ya geldim, çünkü derdimi Bursalılarla paylaşmak istiyorum. Yaşadığımız haksız müdahaleyi ve önümüzdeki seçimlerin önemini konuşmalıyız…” diye başlayan cümle meselenin aslını net şekilde ortaya koyuyor zaten.

‘Bana yapılan haksızlıklar yarın size de yapılacak, hatta iş bu kadarla kalmayacak bu işin şiddeti artacak’ diyordu İmamoğlu konuşmasının alt perdesinde.

Ben Ekrem İmamoğlu ziyaretinden gördüm ki, seçimler bıçak sırtı, seçmen ciddi kutuplaşmış durumda ve doğru bir aday çıkarılması halinde, ibresinden neredeyse hiç şaşmamış Bursa’da dahi değişim rüzgarları estirmek mümkün…

İmamoğlu’nun rüyaları ve rol çalma çalışmaları

İmamoğlu’nun rüyaları ve rol çalma çalışmaları

Yaklaşan genel seçimler öncesi dikkat çeken iki husus var; bir tarafta altılı masa toplanıyor, dağılıyor…

Adayımız bir sonraki toplantıda açıklanacak diyor.

Ama somut bir şey yok.

Muhtemelen, hazır toplandık biraz sohbet edelim diyorlar.

Sohbete başlayınca, muhtemelen anılarından ve eskilerden sohbet ediyorlardır.

Kimi nasıl başbakanlık yaptığını anlatıyordur.

Kimi nasıl AB’de baş müzakerecilik yaptığını…

Kimi AK Parti’nin kurucusu olduğunu, tüzüğü nasıl hazırladıklarını…

Kimi de Sivas’ta belediye başkanlığındaki hatıralarını…

Kimi de Afyon’dan ABD’ye uzanan hatıralarını…

Biri de hayaller ve gerçekler deyip Cumhurbaşkanı olabilme adına gördüğü rüyaları, ardından,

Senelerdir ana muhalefet olarak nasıl kaldığını…

Bu masa ve etrafında gerçekleşenler.

Aktörleri belli…

Bir de bu masanın görünmeyen aktörü var.

Onu da daha sonra kaleme alacağız.

Bir de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun ziyaretleri var…

Önce kutsal topraklara ziyarete gitti.

Sonrasında ise Büyükşehir ve Anadolu ziyaretlerine başladı…

Ama bu ziyaretlere baktığımızda ziyaretin sebebini anlamak için biraz geriye gitmek lazım.

Önce mahkemenin kendisi hakkında verdiği karar…

Ama yargı aşaması devam ediyor.

Olası bir durumda İmamoğlu, Erdoğan olabilir miyim diyor?

Hatırlatmakta fayda var: Cumhurbaşkanı Erdoğan okuduğu bir şiir yüzünden, geçmişte yargılandıktan sonra hapse girmiş, tahliyesinin ardından adım adım Anadolu’yu gezmiş, ardından AK Parti’yi kurmuştu.

Sonrasında ise ilk seçimlerde iktidar olmuştu…

Şimdi acaba ben de Erdoğan’ın yolundan gidersem onun gibi olur muyum diyen bir İmamoğlu portresi ile karşı karşıyayız.

İlleri geziyor, nokta mitingler yapıyor, mazlum rolünü oynamaya çalışıyor…

Bu arada ziyaretleri yaparken kendi bütçesinden mi yoksa İBB. bütçesinden mi gerçekleştiriyor?

Bunun da ayrıca İmamoğlu tarafından açıklanması gerekiyor.

Ama İBB Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun gözden kaçırdığı veya unuttuğu nokta şu:

Yargı süreci henüz bitmedi…

İstinafı var, Yargıtay süreci var…

Ama o çalışmalarını siyasi yasak alacak, İBB. koltuğuna veda edecek gibi devam ettiriyor.

Adım adım Bursa’yı da dolaştı.

Akşamında da yemekte buluştu…

Muhtemelen bir sonraki adımda ya CHP’nin başına geçmek isteyecek ya da kendisine bir parti kurup yoluna devam edecek?

Bu prim yapar mı?

Onu zaman gösterecek.

Ama bugünden gördüğümüz İmamoğlu’nun altılı masadan rol çaldığı…

Bakalım bundan sonra CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, İmamoğlu ile nasıl bir karar mekanizması işletecek?

Onu da zaman gösterecek…

Bekleyip, takip edelim…

HASANOĞLU’NA HALKLAR DOSTLUĞU NİŞANI

Osmangazi Belediye Başkan Yardımcısı Cem Kürşat Hasanoğlu, 10 parmağında 10 marifet olan bir isim.

Kendisi yüksek inşaat mühendisi, ana dili gibi Fransızca, Arapça, İngilizce biliyor.

Keza kendisi şimdi farklı bir dalda doktora yapıyor.

Çanakkale Boğazını yüzerek geçen bir isim…

Annesinin kökleri Doğu Türkistan’a, merhum babasının kökleri Batı Trakya’ya…

Kendisi siyasete girdikten sonra Osmangazi Belediye Başkanlığı’nda önemli bir misyon üstlendi.

Başkan Mustafa Dündar’ın da tensipleri ile Türk Dünyası ile köprü vazifesi üstlendi.

Nerede bir Türk’ün ihtiyacı varsa Hasanoğlu yetişmeye çalışıyor.

Türk Dünyası ile Osmangazi Belediyesi arasında köprü kuran Hasanoğlu’nu ayrıca bizler de tebrik ediyoruz.

Onun çalışmaları Özbekistan’da dikkat çekti…

Özbekistan Bakanlar Kurulu kararıyla Özbekistan Bursa Fahri Konsolosu Ali Baklan’ın da katıldığı törende Özbekistan İstanbul Başkonsolosu Amirsaid Agzamhodcaev tarafından  kendisine “halklar dostluğu nişanı” verildi.

Bizler de kendisini ayrıca tebrik ediyoruz…

İslam karşıtı alçakça eylemler, ‘Yeni Dünya Düzeni’ girişimleri ve Türkiye

İslam karşıtı alçakça eylemler, ‘Yeni Dünya Düzeni’ girişimleri ve Türkiye

Haysiyet yoksunu İskandinav ülkelerinin son günlerde İslam’ın kutsal değerlerine ve kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’e karşı yaptığı alçakça saldırılar şüphesiz ki yeni dünya düzeninde önemli yapı taşlarını teşkil etmektedir.

Tarihsel süreçte birçok etken üzerinden körüklenen dünya savaşları tekrar Orta Çağ Avrupasının haçlı zihniyetiyle karşı karşıya.

İslamafobi ve antisemitizm ekseriyetli bu zihniyetin son mahsulleri bugün yine aynı sinir uçlarına dokunmaya başladı.

İsveç ve Norveç merkezli bu alçak eylemler yeni dünyanın din, dil ve ırk denkleminde yeniden inşasında ne denli etkili olacak hep birlikte bekleyip göreceğiz.

Tüm bunlar bir yana dursun bu saldırılara Arap dünyasının yoneticilerinin tepkisiz kalması akıllara yeni Lawrencelar mı türedi sorusunu getirmiyor da değil açıkçası.

Danimarka’da Yahudi toplumuna ve Tevrat’a yapılacak olan eylem İsrail’in karşı çıkmasıyla durdurulunca Arap ülkelerinin acizliği bir kere daha gözler önüne serildi.

Sözüm ona şeriatla yönetilen o devletlerin sessizliğini görünce ümmetin sessizliğini Allah’a şikayet eden Filistin intifada hareketinin lideri Şeyh Ahmed Yasin’i biraz daha iyi anlamama vesile oldu. Bir grup azgın azınlığın başlattığı bu alçak eylemin arkasında hangi üst aklı barındırıyor zamanla hep beraber göreceğiz.

Peki dünyada bu olaylar olurken Türkiye nasıl bir tavır takınıyor…

Tarih boyunca İslam’ın sancaktarlığını yapan Türkiye her zamanki gibi kendine yakışanı yapmaya devam ediyor. Şairin “Umut” kelimesinin karşılığı Türkiye olmalı söylemi adeta İslam beldelerinde bugünlerde tecelli ediyor. Dünya vicdanının sesi olmaya devam eden Türkiye diplomatik alanda bu ülkelere karşı her türlü tavrı en yüksek dozajdan gösteredursun korkak Arap ve İslam ülkelerinin yöneticileri (istisna hariç) pısırık tavırlarını devam ettiriyorlar.

Peki bu olaylar bu alçakça tavırla devam ederse ne olur?

Üzerinde uzunca konuşulabilir ve birçok senaryo çizilebilir. Mesela bu olayların neticesinde birçok örgüt türeyecek, marjinal grupların yapacakları ses getirecek eylemler dünyada yeni bir İslamafobi dalgasına sebebiyet verecek ve daha buna benzer başkaca birçok şey …

Avrupa’da körüklenmek istenen bir diğer kavram antisemitizme İsrail ve Yahudi lobisi ne kadar karşı koyabilecek ya da başka bir deyişle Avrupa Yahudileri bu sefer sindirebilecek mi hep beraber göreceğiz…

Her zamanki gibi ülke düzeyinde birkaç ufak destekçisi dışında tek başına İslam’ı ve insanlığı savunan Türkiye’nin mukkades yükün koruyucusu olarak yıllar sonra tarih sayfalarında yerini alacağı aşikar.

Peki biz müslümanlara düşen nedir?

Allah’a, Resul’üne ve mukaddes kitabına karşı yapılacak her türlü alçak eyleme kayıtsız ve şartsız karşı çıkmak ve onurlu bir mücadele göstermektir.

Rahmetli Nuri Pakdil’in tabiriyle bu durumda ihtiyacımız olan tek şey esaslı ve soylu bir öfkedir…

Zulmü alkışlamayan ve zalimi asla sevmeyen tüm ülkelere ve bu şuurdaki müslümanlara selam olsun…

Bursa’nın sağlık alanında çıtası…

Bursa’nın sağlık alanında çıtası…

Şüphesiz sadece sağlık alanında Bursa’nın çıtasının yüksek olduğu ya da yükselmekte olduğunu söylemek, Bursa’ya haksızlık olur.

Bursa, sağlıktan eğitime, eğitimden turizme, turizmden tarıma çok önemli bir potansiyel barındırıyor. Bu potansiyelin sağlık alanında olduğu gibi dünya standartlarında yatırım alması ve hem Bursa için hem ülkemiz için, çekim alanına dönüşme ihtimalinden söz ediyorum. Bunun için uzun vadeli bir yatırım anlayışı gerekli. Kentin orta ve uzun vadeli ihtiyaçlarını hesaba katacak şeffaf bir yönetim anlayışı güç kazandıkça, bu yapılacak yatırımlar Bursa için daha anlamlı hale gelecek.

Katıldığımız lansman toplantısında, Doruk Nilüfer Hastanesi yatırımı kendi alanında çıtayı Bursa için, hatta ülkemiz için önemli bir yere çıkarmış görünüyor. Tabi bizim görebildiğimiz, inşa edilen binanın yüksek standartları ve teşhis tedavi sürecinde kullanılacak teknolojinin en üst seviyede bütçelerle yapıldığı çok belli bir yatırım olması…

Ancak gerçek değeri yaratacak olan bu hastanenin sağlık hizmetlerindeki kalitesi olacak. Nitekim bu yöndeki bir soruya Doruk Hastaneleri Yönetim Kurulu Başkanı Doktor Ömer Yavuz Namlı’nın yanıtı şu oldu; “Burası her ekonomik seviyeden hastanın gerektiğinde teşhis veya tedavisini yaptırabileceği, aynı zamanda üniversite hastanesi standartları ile hizmet veren bir eğitim merkezi olacaktır”

30 yıl önce küçük bir semt polikliniğinden bugünlere ulaşan hekimlik kariyerinin vereceği en değerli güvence de bu olsa gerek.

Gerisi teknoloji ve yatırım bütçeleri ile halledilebilecek şeyler. Halledilebilecek derken de dile kolay…

Sayın Namlı, toplam yatırım maliyetini resmi açılışta açıklayacaklarını bildirdi. Ancak bunun önemli rakamlara ulaştığı çok açık. Bu konuda spekülatif bir tahminde bulunayım. Kabaca 130 milyon dolar civarında bir yatırım olsa gerek

-370 yatak kapasiteli
-100’ü aşkın uzman hekim
-750’yi aşkın yardımcı personel
-13 ameliyathane
-50.000 M2 kullanım alanı
-400 araçlık kapalı otopark

Bu arada şunu eklemek gerekir ki özellikle pandeminin sağlık sektöründe yol açtığı değişim ve olası ihtiyaçlar hesaba katılarak yeni bazı uygulamalar ve proaktif bir yönetim anlayışına uygun olarak tasarlanmış hastane.

Dr. Ömer Yavuz Namlı, “Bildiğiniz gibi İmparatoriçe Theodora M.S. 500’lü yıllarda Bursa’da termal sularda tedavi görmüştür. Biz özellikle sağlık turizmi açısından Bursa’mıza kazanç olsun diye 11 adet hidroklimatoloji termal havuz oluşturduk. Tıbbi teknolojik olarak Bursa’da kamu ve özel hastaneler dahil, hiçbirinde olmayan intraoperatif 3 Tesla MR’ına sahibiz. Hastanenin çatısında 6,5 ton ağırlığında bir helikopterin inip kalkmasına müsait bir heliport alanı hazırlandı” diyor.

Öyle anlaşılıyor ki sağlık turizmi açısından Bursa’yı rekabetçi bir yere çekecek iddialı bir yatırım olması da göz önünde bulundurulmuş…

Doruk’tan sağlık sektörüne marka yatırım

Doruk’tan sağlık sektörüne marka yatırım

Gezdik gördük dinledik.

Bursa basını kentin yeni yatırımı ile tanıştı.

Yatırımın sağlık alanında olması kent adına çok daha katma değerli bir katkının işareti.

Bursa ile özdeşleşmiş sağlık markalarından biri olan Doruk Sağlık Grubu, yeni üyesine kavuşmuş durumda.

Hasta kabulüne kısa süre sonra başlayacak olan Doruk Nilüfer Hastanesi’nde çok başarılı bir imza atılmış!


Hastane yönetiminin yaptığı açıklamalar ve hastane ziyaret turu kenti aşan bir sağlık markasına dönüştüğünü gösterdi Doruk Sağlık Grubu’nun. Yani Mustafa Esgin ve ekibinin uzun yılların hayaline kavuştuğuna şahitlik ettik.

Peki neler gördük?

Şu an açıklanmayan ancak birkaç ekonomik krizin de etkisiyle çok yüksek meblağlara ulaştığı kesin olan yatırım bütçesi Bursa’ya çok değerli bir tesis kazandırmış.

Paylaşılan teknik detaylar haydi dikkat çekici.

İleri teknoloji donanımları, 13 ameliyathane, 370 yatak kapasitesi, 11 termal havuzu, 78 yoğun bakım yatağı ve 100 uzman hekimle hasta kabulüne başlanacak.

Kısa sürede uzman doktor sayısı 150’ye çıkacak.

Nörolojik ve fizik tedavi hastaları için rehabilitasyon havuzları hizmet verecek. Bir onkoloji merkezi olarak da hizmet verecek olan Doruk Nilüfer Hastanesi, radyoterapi ve kemoterapinin en ileri teknolojileri umut dağıtmaya hazır!

İstihdamda hayli iddialı bir yatırım var karşımızda. Altı ay içinde bin 200 kişiye istihdam sağlayacağı ifade edildi.

Helikopter pisti ve 400 araçlık otopark da ciddi bir ayrıcalık sağlayacak.

Bu rakamlar Bursa’yı sağlık alanında kısmen rahatlatacak ve kalite çıtasını yukarıya taşıyacak bir hastanenin varlığını ortaya koymakta!

SGK anlaşmalı hizmetlerin sunulacağı, yüksek kalitede yüksek teknolojinin sağlık sektörü ile buluştuğu marka değeri yüksek bir tesisle karşılaştık gezdiğimizde.

Bazı cihazlar Türkiye’de çok az bulunur cinsten. Bir bölümü de Bursa’da hiç yok!

Termal turizmin hayli ıskalandığı Bursa adına hastanenin bir katının komple olarak özgün hizmetlerle termale ayrılmış olması çok simgesel bir değer taşıyor.

İç mimarinin modern tarzlarını alışılmışın dışında bir havada görmek mümkün.

Teknik kapasitenin dışında hastaların rahatının ve moralinin de düşünüldüğü çok net biçimde görülmekte.

Özellikle yoğun bakım ünitesinin 10. katta hizmet veriyor olması çarpıcı bir farklılık yaratıyor!

Yoğun bakım hastalarının gün ışığına kavuşabilmesi dışarıyı görebilmeleri psikolojik açıdan ciddi bir avantaj sağlayacaktır.

Sağlık turizmi adına da ciddi bir örneklik arz ediyor Doruk Nilüfer Hastanesi.

Yeni hastanenin Bursa’ya hayırlı olmasını diliyorum.

Akıllı hastaneden vatandaş nasıl yararlanacak?

Akıllı hastaneden vatandaş nasıl yararlanacak?

Pandemi gibi çok kritik bir sürecin üzerinden daha 14-15 ay geçti. Yine de bu sürede öğrenmiş olduğumuzu umut ettiğim gerçeklikler var. İlk olarak öğrenmemiz gereken şey sağlık kuruluşlarının ve sağlık çalışanlarının önemiydi. Sağlık çalışanları ile ilgili aynı şeyi söylemek zor ancak, sağlık kurumlarının öneminin farkına vardık, eksikliklerimizi gördük, gerek kamu gerekse özel sektör açısından bu eksikliklerin giderilmesi konusunda da bir çaba var.

Bu yazımın konusu da bu çaba olacak.

Benim için öncelik vatandaşta olduğundan, ilk olarak kamuya bir göz attığımda, Ali Osman Sönmez Devlet Hastanesi’nin yapımının belli bir aşamaya gelmiş olmasını kıymetli buluyorum. Memleket Hastanesi’nin de önümüzdeki günlerde ihale aşamasına geçeceği yönünde bir bilgi var elimde, umarım doğrudur ve şehrin merkezindeki en bu önemli hastanemiz bir an önce sağlık hizmeti vermeye başlar hale gelir.

Özel sektör açısından bakıldığında da Bursa’ya bir ilgi olduğu gerçekliği görülüyor. Daha doğrusu Bursa’daki eksiklik giderilmeye çalışılıyor.

Bugün itibariyle misafir olduğumuz Doruk Sağlık Grubu’nun Nilüfer bölgesindeki hastanesi de bu girişimlerden.

6 katı yer altında olmak suretiyle 20 katlı bir yapıdan bahsediyoruz. 6 kat derine inildiği için hastane yapımı sırasında komşulara zarar verilmemesi adına iş güvenliği açısından ciddi önlemler alınmış. Bu konudaki duyumlara bir açıklık getirmiş olalım böylece.

Açılış için Sağlık Müdürlüğü onayı tamam, Sağlık Bakanlığı’nın izninin de yaklaşık 10-15 gün içerisinde gelmesi bekleniyor.

Bana göre, Doruk Nilüfer ile ilgili bizleri bilgilendiren Hastane ortaklarından Dr. Ömer Yavuz Namlı’nın verdiği en önemli bilgi, şehrimizde olmayan branşların uzman doktorlarının da hastane bünyesinde yer alacak olması.

Bir önemli detay daha; artık kritik ameliyatlar için çok daha iyi cihazları olan hastaneler İstanbul’da olduğundan Bursa’dan kalkıp İstanbul’a gidilmesine gerek kalmayacak. Benim mini minicik tıbbi bilgimin anladığı kadarıyla şunu söyleyebilirim ki, ‘Akıllı hastane’ olarak da nitelendirilebilecek olan yapının inşaat maliyetinden daha fazlası cihazlara yatırılmış gibi duruyor. Çok kıymetli görüntüleme cihazları ve gerçek bir ameliyathane konforu var.

Hani Allah esirgesin de basit bir sağlık sorunu ile boğuşmuyorsanız, başka illerde çözüm aramadan önce gitmeniz gereken adreslerden biri olacak burası. Şöyle söyleyeyim; özellikle beyin ameliyatlarında kullanılan ve Türkiye’de sadece 5 tane bulunan bir MR cihazı ile ameliyat devam ederken çekim yapabilecek doktorlar.

Üçüncü basamak hastane olarak hizmete girecek olan Doruk Nilüfer, üniversite hastanesi düzeyinde bir donanıma sahip, büyük ihtimalle de yakın gelecekte Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi ile paydaşlık yapacaklar bu konuda.

Bu köşeden sıklıkla okuduğunuz bir konu da Bursa’nın sağlık turizmi, özellikle de termal turizm için çok uygun bir kent olmasına rağmen bu potansiyelinin değerlendirilememesi durumudur malum.;

Doruk Nilüfer hedeflerinden biri olarak sağlık turizmini koymuş ortaya. Sunumu sırasında sorulan sorulara yanıt verirken Namlı, ‘Bursa olarak sağlık turizminden hak ettiğimiz payı almadığımızı düşünüyorum. Bu konuda bilgilenmek için yaptığımız geziler sırasında Kütahya’da bize ‘Biz tarlanın ortasından çıkan sıcak suyu satıyoruz. Siz şehrinizdeki meşhur hamamları satamıyorsunuz’ demişlerdi. İşte o noktada hastanemizde termal sağlık hizmetine yer vermeye de karar vermiştik” diyor.

Termal kaynakların kıymetinin bir biçimde biliniyor olması dahi umut verici.

Bu sıralar aklını estetik yapılara ve iç mekan tasarımlara takmış biri olarak, insanın kendisini özel bir kozanın içinde gibi korunaklı hissettiği binadan da söz etmek isterim. Mimari proje Yüksek Mimar Hasan Sözüneri’ye ait, hayran kaldığım içi tasarım ve uygulamalar ise Zoom Mimarlık tarafından ele alınmış.

Peki helikopter pistine kadar düşünülmüş olan bu tam teşekküllü hastaneden vatandaş nasıl yararlanacak? Bence asıl soru buydu ve sordum da.

Efendim, hastanenin SGK ile anlaşması olacakmış. Sadece bir doktor SGK kapsamı dışında çalışacakmış tercihi nedeniyle. Tıpkı diğer Doruk Hastanelerinde olduğu gibi bir sistem diye düşünmek lazım burada mevzuyu…

Doktorların çalışma koşullarına gelince, çoğunluk personel bordrolu çalışan olurken, isteyen doktorların şirket kurarak kurdukları şirket üzerinden de çalışması mümkünmüş.

Buraya kadar övgüyle bahsettiğim, özellikle de şehrimizde mevcudiyeti olmayan Çocuk Kardiyoloji bölümü için İstanbul’dan bir doktorun geleceğini öğrendiğim hastaneden bendenizin de minik bir talebi olacak; bir de Çocuk Üroloji doktoru olsa şehrimizde hiç fena olmazdı değil mi?

Doruk Sağlık Grubu’nun amiral gemisi gün sayıyor

Doruk Sağlık Grubu’nun amiral gemisi gün sayıyor

Özellikle son yıllarda dikkat çeken detaylardan biri de sağlık alanında yapılan yatırımlar. Gerek devlet eliyle gerekse özel sektör eliyle bu noktada ciddi yatırımlar yapılıyor.

Bursa’da bu minvalde yatırımlardan nasibini alıyor.

Bu noktada Bursa’nın içinden çıkan Doruk Hastaneleri yatırımlarına bir yenisini ekledi. O yatırım da Doruk Nilüfer Hastanesi.

Doktor Ömer Yavuz Namlı’nın yönetim kurulu başkanı olduğu hastanenin lansmanı için soluğu yeni yapılan hastanede aldık.

Toplantının detaylarına girmeden Doruk Hastaneleri’nin tarihçesi hakkında bilgi paylaşayım.

Doruk Sağlık Grubu’nun kökleri bundan yaklaşık 30 yıl önceye dayanıyor. Bağlarbaşı’nda küçük bir poliklinikle başlayan süreçte önce Doruk Tıp Merkezi açıldı, sonrasında Bursa’nın ilk özel hastanesini bünyesine katarak, Doruk Yıldırım ve Doruk Çekirge hastanelerini açtı ve Setbaşı Tıp Merkezi’ni de bünyesine kattı.

Son olarak da Nilüfer’de tanıtımı yapılan hastanenin temeli atıldı ve 2021 Ağustos ayında açılması planlandı.

Ama önce pandemi, ardından yaşanan ekonomik kriz nedeniyle açılış gecikmeli oldu.

Muhtemelen önümüzdeki bir ay içerisinde hasta kabülüne başlayacak.

Tahmin ediyorum ki fiili açılışın ardından resmi açılışı, Ankara’dan konukların da Bursa’da olacağı bir günde muhtemelen 14 Mayıs tarihinden önce gerçekleşecek…

Bu kadar detaydan sonra gelelim Namlı’nın yaptığı sunuma…

Hastane yapılırken sıradan özel hastane gibi değil üniversite hastanesi gibi planlanmış. Fiziki yapı da buna göre inşa edilmiş.

İçeriği de hem teknolojik olarak hem de yetişmiş hekim olarak doldurulmuş.

İlk etapta Bursa dışından, farklı illerden de transferlerle 100 uzman hekimle hastane işbaşı yapacak.

Zonguldak’tan tutun Afyon’a, oradan tutun Kütahya’ya, İstanbul ve Ankara’dan konusunda uzman birçok hekim işbaşı yapacak.

Bunu yanı sıra 750 yardımcı personele de istihdam alanı açılmış olacak.

Çok yakın bir tarihte uzman hekim sayısının 150’ye, yardımcı eleman sayısının bin 250’ye çıkacağını Namlı ile ayaküstü sohbetimizde öğrendik.

Hastaneyi diğer hastanelerden ayıran en önemli özelliği teknolojik yatırımları…

Bu minvalde alınan cihaz kanser tedavisinde, radyoterapi anlamında çığır açabilecek. Keza beyin ameliyatı sırasında bile kullanabilecek MR cihazı da en ufak tümörün kalıntılarını engelleyebilecek.

Kısaca yapılan teknolojik yatırımlar sayesinde hayat standardını yükselterek, hastalıktan tamamen kurtulma şansını elde etmek mümkün.

Bunu yanı sıra farklı konseptte ışık gören yoğun bakım odaları, acildeki ameliyathane ile Bursa’da tek. Termal suyun fizik tedavi ve önleyici tedavi olarak kullanılacağı hastane 5 yıldızlı otel konforunda.

Lansmanda toplamda 50 bin metrekare kullanım alanı ve 400 araçlık otoparkı olan Doruk Nilüfer Hastanesi’nin Güney Marmara’nın en büyük özel hastanesi olacağını ifade eden Dr. Namlı, “13 ameliyathanemiz var. Özel hastaneler içinde en fazla ameliyat yapabilme kapasitesine sahip olacağız. Yine 370 yatak kapasitesine çıkabiliriz. Türkiye’de hiçbir özel hastanede olmayan bazı bölümlerimiz var” diyerek hastanenin fiziki yapısı dışında teknolojik özelliklerini de sıralamış oldu.

Bizim diyeceğimiz odur ki neticede Doruk Sağlık Grubu’nun amiral gemisi gün sayıyor.

Umut ediyoruz ki yeni açılacak hastane herkesin ulaşabileceği bir hastane olsun.

Bize düşen hayırlı olsun demek…

 

 

GESİAD’ın derdi ne?

GESİAD’ın derdi ne?

İş insanları dertli.

Aslında dertli demek hafif kalır.

Bursalı genç iş insanlarını çatısı altında buluşturan GESİAD yönetiminden gelen mesajlar tam anlamıyla dert küpü haline geldiklerini gösteriyor!

Murat Kaya başkanlığındaki GESİAD yönetimi düzenlediği basın toplantısı ile 2022’yi masaya yatırdı. 2023’e dönük dileklerini ifade etti.

Talepleri yerine dileklerini diyorum çünkü beklentiler konusunda iyimserlikle karamsarlık bir arada görünüyor! Daha ziyade temennilerin ağırlık kazandığı bir bakış açısı söz konusu mevcut belirsizlikler nedeniyle.

2022, ağır küresel enflasyon, dolar kurunun getirdiği maliyet baskısı ve farklı alanlardaki negatif gelişmeler neden ile GESİAD yönetiminin ifadesi ile “en hafif deyimle zor bir yıl” olarak geride kaldı.

Söz alan iş dünyası temsilcilerinin ifadeleri ile birikmiş tonla sorun var ve 2023’ün kendi çapındaki belirsizlikleri de gündemde.

“2023’e düşmekte olsa da hala çok yüksek bir enflasyon oranı, büyümede yavaşlama, dış açık ve kamu açığında artışla girdik.”

Dolayısıyla umutvar olmak öncelikli mesajları oldu.

“Biz üreten, katma değer sağlayan, ihracat yapan ve istihdam oluşturan genç müteşebbisler, önümüze bakmak istiyoruz.” diyen Kaya umutları tazeleme çabasındaydı.

Peki 2023’ten beklenti ne?

Özetle düşük enflasyon ortamında yüksek kur avantajının sağladığı rekabetçilikle yol almak istiyor GESİAD yöneticileri.

“2023’te ekonomi yönetiminin ana gündem maddesi her durumda enflasyon ile mücadele olmalıdır. Enflasyonist ortamdan mümkün mertebe uzaklaşılması gerekiyor. Üzerindeki baskının gevşetilerek döviz kurunun üretebilir ve rekabet edebilir seviyeye gelmesi sağlanmalıdır.”.

Dolar adına kur beklentileri ise iddialı.

“Devletimizin ihracatçıların üzerindeki maliyet baskısını hafifletecek önlemleri alması büyük önem taşımaktadır. Bu kapsamda 2023 yılı ortalama dolar kuru beklentimizin üretebilmek ve istihdamımızı sabit tutabilmek için 25 TL, karlılık için de 30 TL bandında olması gerektiğini önemle belirtiriz”.

Bu beklentilerin gerçekçiliği sorgulanır nitelikte! Çünkü netice itibarıyla seçime kadar kur yükselmesini ciddi manada beklemek akıl kârı değil.

Genel seçimden sonra da kim gelirse gelsin kolayca kuru yükseltecek bir lükse sahip değil. Enflasyon canavarı halen formda çünkü. Ve unutmayalım ki 2024 aynı zamanda bir yerel seçimi getirecek!

Kısacası 2023’te enflasyonun hortlamasına izin verecek bir yönetim anlayışını beklemek zor.

Diğer taraftan herhangi bir enflasyon tahmini yapmamaları iş dünyası temsilcileri adına ayrı bir ilginç dipnot olarak karşımızda!

Enflasyon muhasebesine geçiş beklentilerinin şimdilik boşa çıkıyor olması bu anlamda ayrı bir sorun olarak karşımıza çıkarmakta.

Ücretlerin yarattığı baskı olumsuz bir unsur. Nasıl baş edecekleri hala belirsiz. Eleman çıkartmaktan bahseden GESİAD yöneticileri oldu!

Öte yandan kalifiye eleman bulma konusunda özellikle teknoloji firmalarının sıkıntı çektiği de dile getirildi.

Ancak özetle bakacak olursak Bursalı iş dünyası temsilcileri dış piyasaları önemsemekte. Dolayısıyla rekabetçi bir kur ve maliyet avantajının ellerinde olmasını şiddetli istemekte.

“2023’ten ortak beklentisi, enerji maliyetinin stabil, döviz kurunun olması gereken yere gelmesi ve satışlarının yüzdelik diliminde ihracata ağırlık verme isteği yönündedir”

İç piyasaya dönük beklentilerse daha uygun koşullarda vergi politikalarının sahaya sürülmesi ve yüksek enerji maliyetlerinin kontrol altına alınması olarak öne çıkmakta.