İş dünyası daha fazla yara sarmalı

İş dünyası daha fazla yara sarmalı

Yüzyılın en büyük felaketlerinden biriyle mücadele ediyor Türkiye.

İki dev depremle gelen deprem fırtınası 10 ilimizde çok acı manzaraları karşımıza çıkardı.

Felaketin boyutları daha yeni yeni anlaşılır hale gelmeye başladı. Yaklaşık 13 milyon vatandaşın yaşadığı deprem bölgesinde neredeyse etkilenmeyen kimse yok bu felaketten.

Şu andaki tek teselli enkaz altından canların kurtarılmaya devam edilmesi! Felaket bölgesinden gelen kurtarma haberleri ana moral kaynağımız.

Halen hayatta olan canlara ulaşılması birinci öncelik!

Ve elbette ki yaraların acilen sarılması ivedilikle sağlanmalı. Yani tüm topluma her birimize görev düşüyor fazlasıyla.

Çünkü zamana karşı bir yarış var. Kurtarılmayı bekleyenler var. Yaralı olarak kurtulanların kaliteli sağlık hizmetine ihtiyacı var.

Sağlık malzemesi, ilaç, gıda, su, giyim, battaniye, ısıtıcı… Çok uzun bir ihtiyaç listesi var felaket bölgesine ulaşması gereken! Numaralı gözlük bile önemli ihtiyaç malzemesi konumunda.

Ama aynı zamanda enkazların temizlenmesi yolların açılması zarureti de net biçimde görülüyor. Yoksa ihtiyaç sahiplerine ulaşmak ve yardımları teslim etmek de kolay olmayacak.

Herkese bu anlamda karınca kararınca görev düşüyor. Bu anlamda yoğun bir gayret de göze çarpıyor. Milletin seferber olma çabası çok değerli!

Ama koordinasyon ihtiyacı da net biçimde göze çarpıyor. Özellikle sosyal medya üzerinde bilgi kirliliği de var. Haber akışının sağlıklı olmasını engelleyen yoğun bir trafik de dikkat çekiyor… Yardımların organize şekilde yürütülmesi ve resmi yetkililere ulaştırılması hayati önemde!

Ve yardım malzemelerinin de kullanılmamış olması gerektiği resmi makamlarca sıkça ifade ediliyor.

Kısacası yardım etmenin çok boyutu var. Belli kurallar çerçevesindeki yardımların gerçek anlamda bir faydası olacağı unutulmamalı!

Ancak, bireysel yardımlar kadar kurumsal desteğin önemi de aşikar. Yani özel sektörün ve iş dünyasının elini taşına altına bir an önce sokması gerekiyor.

Mesela yardım turları yola çıkmaya başladı Bursa’dan. Bunlar örnek hareketler.

Ama çok daha geniş kapsamlı ve organize biçimde iş dünyasını sahada görmeye ihtiyacımız var!

Örneğin iş makinaları, prefabrik konteyner ve jeneratör gibi ekipmanlar bir an önce deprem bölgesine ulaştırılmalı.

Bu konuda harekete geçen bazı SİAD’lar var. Ancak henüz yeterli düzeyde değil yapılanlar. Hazırlıklar yapıldığına dair duyumlar var. Umarız ki hazırlıklar somut sonuca dönüşür kısa sürede.

Özellikle barınma ihtiyacı adına geniş çaplı çözüm için özveri şart görünüyor!

Çadırlar çok kısa süre için geçici çözüm. Keza öğrenci yurtları da öyle. Zaten yeterlilikleri de ayrı bir mesele.

Gözler turizm sektöründe!

O cepheden umutlu haberlerin gelmeye başlaması sevindirici.

Türkiye Otelciler Federasyonu TÜROFED, ilk etapta 50 bin yatağı depremzedelere tahsis edeceklerini açıkladı. Bursa da dahil çeşitli şehirlerdeki TÜROFED üyesi oteller depremzedeleri kabul edecek. Ama elbette ki ihtiyaç sahiplerinin ulaşımı ayrı bir mesele olarak karşımıza çıkıyor bu kez!

Havayolu ve otobüs firmalarının daha fazla katkı sağlaması gerekeceği aşikar.

Açıkçası özellikle ecza depoları başta olmak üzere özel sağlık kuruluşları, zincir marketler, ülkenin ünlü giyim markaları da bir an önce yardımlarını organize edip bölgeye ulaştırmalı. İş dünyasında hiç kimsenin bu yara sarma sürecinin dışında kalmaya hakkı yok!

Özellikle de bölgedeki insanlar sayesinde yıllardır kar elde eden ulusal çaptaki firmaların bol bol yardım etmesi boyunun borcudur.

Ve unutmayalım ki çok uzun soluklu bir yara sarma sürecinin daha çok başındayız.

Devletin olanakları yanında gücü yeten herkesin organize ve uzun vadeli bir destek süreci için şimdiden kafa yormasında fayda var!

Sorumlu devlettir!

Sorumlu devlettir!

İnsan ne düşünüyorsa onu yazabiliyor. Zaten başkası meziyet ister bana göre. Hele de içinde bulunduğumuz bu kara günlerde yaşadıklarımız dışında bir konuyu kaleme almak hiç kolay değil.

Öncelikli olarak dünkü yazımda belirttiğim, ‘en azından deprem sonrasında müdahale etmek için daha hazırlıklıyız’ sözünü geri almam gerekiyor.

Çünkü erken saatlerde yazılmış bu satırları ilerleyen süreçte deprem bölgelerinden gelen haberler ve sosyal medyada yapılan paylaşımlar çürüttü ne yazık ki.

1999 yılında yaşadığımız depremin ardından geçen dönemde depremin öncesine de sonrasına da hazır olmadığımızı, 24 yıl gibi bir süreci boşa harcadığımızı görüyoruz.

Acı, ama gerçek olan bu…

Özellikle Hatay, Adıyaman ve Kahramanmaraş kurtarma ekiplerinin, yardımların, desteklerin en az ulaştığı iller. Vatandaşın isyanı ‘Devlet nerede?’ sorusunda vücut buluyor.

1999 yılındaki depremi bizzat yaşayan, deprem bölgelerinde günlerini geçirerek muhabirlik yapan ve sürecin en vahşi anlarına dahi tanıklık eden biri olarak şunu söyleyebilirim; o dönemde devleti yönetenlerin derhal refleks göstermemesi büyük eleştiri konusu olmuş, sonunda da bu durum hükümeti koltuğundan etmişti.

Unutmayalım!

Şimdi yaşadıklarımız bana göre daha da manidar. Zira hem 24 yılda bir arpa boyu yol kat edemediğimizi görüyoruz hem de bu süreçte yapılan yolların, köprülerin, hastanelerin yıkımlarına şahit oluyoruz.

Hadi apartmanları, siteleri, rezidansları geçtim; kamu binalarının, yolların bu hale gelecek biçimde yapılmasına nasıl izin verdiniz? Nasıl yapıldı bu planlamalar, kim denetledi bu yapıları?

Depremdir, doğal afettir, yıktı geçti…

Hepsini anladım da; yol yok yol!!!

Yol olmadığı için karanlıkta, yağmurun altında, aç, susuz kurtarılmayı bekliyor insanlar!

Ulaşamıyoruz, ulaşılamıyor!!!

Buna nasıl izin verirsiniz!

Bir de ‘Bugün birlik olma günüdür. Siyaset yapma günü değildir!’ diyerek aslında çok doğru bir noktaya temas eden, ancak temas ettiği noktada dimdik duramayan siyasiler, yöneticiler, bakanlar, bakmayanlar var.

Elbette ölümün siyaseti olmaz!

Eeee… Yapmayın o zaman!

Niye vatandaşın sitemini dinlemekten imtina ediyorsunuz? Neden kurtarma ekiplerini eşit dağıtmak yerine bazı bölgeleri kayırıyorsunuz? Neden vatandaşı vatandaşa düşman eden ‘öteki mahalle’ anlayışını halen sürdürmekte ısrar ediyorsunuz?

Siyaset ile eleştiriyi karıştırmayın! Siz eleştiriye gelemiyorsunuz…

Yine hesap numaraları veriliyor vatandaşa, yine siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları, muhtarlıklar, esnaf ve kişisel çabalarla toplanan yardımlar ulaştırılıyor deprem bölgelerine. Yine vatandaş gönüllü olarak kurtarma çalışmalarına katılmak için düşüyor yollara.

Elbette sormak hakkımız ‘Devlet nerede?’ diye.

Şunu da unutmayalım, bugün doğu sallandı, yarın batı sallanacak. Bir deprem ülkesi olduğumuz gerçeğini kabullenmemekte ısrar edersek, aynı acıları yaşamamız da kaçınılmaz olacak.

Bugün Norm Haber stüdyolarına konuk olmak üzere ziyaretimize gelen İnşaat Mühendisleri Odası Bursa Şube Başkanı Ülkü Küçükkayalar ile yaptığımız sohbette öğrendim ki, 24 yılda Bursa için sağlıklı bir yapı envanteri oluşturulmamış. Daha doğrusu Türkiye’nin neredeyse hiçbir bölgesinde böyle bir çalışma yapılmamış. İzmir’de sınırlı olarak yapılan çalışma hariç.

Yani işin ABC’sinden dahi başlamamışız.

Oysa tam 24 yıldır 17 Ağustos depremine yönelik anmalar düzenliyor yetkililer hiç aksatmadan. Ama açıkça görünüyor ki, bir deprem uzmanı getirmek, birkaç slayt göstermek ve yaşanan sürecin sıkıntılarını anımsatan dokunaklı konuşmalar yapmak sadece günü kurtarmanın yolu. Geleceği kurtarmanın yolu ise meseleye bilimsel ciddiyetle eğilmekten geçiyor.

Yapı stoğu ve içeriği hakkında detaylı bir envanter hazırlamak, binaları depreme dayanıklı hale getirecek projeler geliştirmek ve yeni yapılan binaların denetimlerinin dürüstçe yapıldığından emin olmak en önemli adımlar.

Oysa Jeoloji Mühendisleri Odası Güney Marmara Şube Başkanı Engin Er’in yaptığı açıklamalara göre, fay hatlarında çok ciddi yapılaşmalar olan Bursa’da, imar planlarına fay hatlarının işlenmesini dahi sağlamış değiliz. Yani kaçak olmayan, planlı, programlı yapınızın altında fay hattı geçiyor olabilir!

Neden?

Çünkü bu konuda yapılan bir çalışma yok! Nereden fay hattı geçiyor bilinmiyor planlar yapılırken.

“Devletin bir binaya iskan ruhsatı vermesi, vatandaşına o yapıda güvenle oturabileceği yönünde güvence sunması anlamına gelir” diyen Ülkü Küçükkayalar’ın bu sözlerinden yola çıkarak şunu söyleyebilirim; depremlerdeki maddi ve manevi tüm kayıplardan devlet sorumludur!

Depremin öncesi ve sonrası, geliyor gelmekte olan Bursa depremi

Depremin öncesi ve sonrası, geliyor gelmekte olan Bursa depremi

Gerçek olan şu: Türkiye de Japonya da deprem kuşağında olan iki ülke. Türkiye’de ara sıra deprem oluyor, Japonya’da ise her gün.

Japonya’da insanlar depremle yaşamaya alışmışlar. Bizler ise depremi hala şaka zannediyoruz.

Türkiye’de deprem oluyor, binlerce kişi hayatını kaybediyor, on binlerce kişi yaralanıyor, yüz binlerce bina zarar görüyor.

Japonya’da deprem olduğunda ise kimsenin burnu kanamıyor, hasar da yok denecek kadar az…

Deprem mi öldürüyor yoksa bina mı?

Karar sizin…

İşte bu noktada 1999 yılında meydana gelen Marmara ve Düzce depremleri, bizler için bir milattı. O zaman ülke genelindeki yapı stoğumuzu yenilemeye başlasaydık, ne Van’da ne Elazığ’da yaşanan, ne de önceki gün Kahramanmaraş’ta meydana gelen ve 10 ilde etkisi hissedilen depremde can kaybımız olurdu.

Ama biz bu fırsatı kaçırdık…

Şimdi bir tarafta bunu ifade ederken, diğer tarafta 20-25 yıllık binaların yıkıldığını, yeni yapılan şehir hastanesinin çatladığını, bölünmüş yolların bölündüğünü, havaalanı pistlerinin çatladığını görünce ne demeli…

Bu konuda tek bir şey denmeli.

Sorumlular teker teker yargı önünde hesap vermeli, gerekirse de mal varlıklarına el konmalı..

Ama bu detaya girmeden önce ülkemizde uygulanan, geçen hafta da köşemize taşıdığımız yapı denetim meselesinden bahsetmek gerekir.

Gölcük ve Düzce depremlerinin ardından 13/07/2001 tarih ve 24461 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun ile 19 Büyükşehir Belediyesi’nde yapıların denetimi zorunlu hale geldi.

Yine daha sonra 13.07.2010 tarih ve 27640 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan değişiklik ile yapı denetim uygulaması tüm illere yaygınlaştırılmıştır.

Şimdi bu on ilde yıkılan birçok inşaatın, kanunun uygulamaya koyulmasından kısa bir süre önce ruhsatlandırıldığını söylemek mümkün.

Bunu bir tarafa yazmak lazım.

Bir de kamuya iş yapan (işini layığı ile yapan müteahhitlere lafımız yok), yaparken malzemeyi doğru kullanmayan, eksik kullanan müteahhitlere, bu daha borcu bitmeyen çatlayan yıkılan hastaneler, yıkılan belediye binaları bölünen yollar var ya, onları yaparken hiç mi vicdanınız sızlamadı…

Onları kim denetledi, kim kabul etti?

Onlar da ayrıca hesap vermeli.

Bu yaşanılan son depremde ülke olarak canımızın yandığı bir gerçek. Ama bir gerçek daha var ki o gerçek de ateş düştüğü yeri yakar.

O da bu depremde bizler de ailemizden beş yakınımızı kaybettik. Adıyaman Kahta’da 4’ü biri de Malatya’da olma üzere beş yakınımızı sakladık. Rabbim tüm kaybettiklerimize rahmeti ile muamele eylesin.

Geride kalanlara da acil şifalar versin.

Belki belirli bir süre sonra insan aklı bunları unutacak. Ardından yeni bir deprem gelene kadar.

Yeni bir deprem de muhtemelen İstanbul ve Bursa’da olacak.

Kağıt helva gibi yıkılan evlerin, sitelerin, apartmanların bir benzerini belki Bursa’nın dar sokaklarında, Altıparmak, Çarşamba gibi mahallelerde görmek istemiyorsak bugünden tezi yok hemen gereğini yapmalıyız.

Yoksa bir sonraki depremde belki bizler de etkileneceğiz.

O zaman yazmaya bile fırsat kalmayacak.

Hazır fırsat varken bir an önce adı gerçekten kentsel dönüşüm olan dönüşümü başlatalım.

Yoksa yarın çok geç olacak…

Kentsel dönüşüm ve DASK aciliyeti

Kentsel dönüşüm ve DASK aciliyeti

Acı gerçekle yine yüzleştik.

Vefat edenlere Allah rahmet eylesin. Deprem felaketinden sağ kurtulan vatandaşlarımıza acil şifalar diliyorum.

Umarım ki; devlet, sivil toplum örgütleri ve vatandaşlar el ele yaraların sarılması için bir an önce elinden geleni yapar.

Bu konuda çok ciddi tecrübe kazandığımız da aşikar!

Zaman zaman koordinasyon sorunları yaşansa da yardıma koşmayı seven bir millet olarak yaraları sarma gayretimiz takdire değer.

Umutların taze tutulduğu bir kurtarma mücadelesi ile mucize kurtuluşlara şahit olmayı diliyorum, bu çabaların karşılığı olarak.

Zorlu kış koşullarında bölgede depremden etkilenen vatandaşların ihtiyaçları da hayati önem kazanmış durumda! Bu anlamda en ufak katkının bile hayati önemi olduğu unutulmamalı.

On ilimizi vuran depremlerin ardından oluşan manzaranın verdiği mesaj ise yine depreme dayanıksız binaların varlığı olarak karşımıza çıkıyor!

Binlerin hayatına mal olan, binlerin yaralanmasına yol açan, on binleri evsiz bırakan çok büyük iki deprem, hazırlıksız yakalanmış bir görüntüyü çıkarıyor karşımıza.

Hazırlıksızlığın en temel göstergesi depreme dayanıklı bina stokunun yeterince geliştirilememiş olması!


Deprem tatbikatları, okullarda verilen eğitimler, farklı çalışmalar elbette ki çeşitli seviyelerde yapıldı.

Yeterlikleri ise bölgelere göre farklılık göstermekte.

Ancak, vatandaşın canını malını koruyacak olan en temel hazırlık depreme dayanıklı bina yapımının teşvik edilmesidir.

Hızlandırılması hatta aşırı hızlı hale getirilmesidir.

Bu anlamda açıkçası özellikle nüfus yoğunluğu açısından kritik seviyede olan Batı bölgeleri ve elbette ki Marmara Bölgesi’nin yapı stoku açısından olası depremlere karşı yeteri derecede dayanıklı hale gelmediğini söylemek zor!

Bunun temel nedeni ise kentsel dönüşüm çalışmalarının farklı nedenlerle çok yavaş ilerliyor olması.

Vatandaşın kendi cebini düşünen beklentileri diğer tarafta inşaat sektörü temsilcilerinin de kendi menfaatlerini düşünmesinin doğallığı ortada.

Bu paradoksun aşılması ve kentsel dönüşümün ihtiyaç gösterdiği yasal düzenlemelerin hızlandırıcı bir rolde bir an önce hayata geçmesi şart.

Kaçak yapılaşma, imar afları ve değişik dönemlerde ekonomide yaşanan sıkıntılar da deprem güvenliğinin hızlıca sağlanmasında engelleyici faktörler olarak dikkat çekiyor.

Ancak, Ankara’nın bir an önce devreye girerek yüksek deprem riski taşıyan bölgelerdeki binaların kentsel dönüşüme tabi tutulması için elinden gelen tüm gayreti göstermesi hayati önem taşımakta!

Yerel yönetimlerle sektör temsilcilerini ve meslek örgütlerini daha koordineli çalışmaya ve sonuç üretmeye yöneltecek düzenlemelere ihtiyaç var. Hatta gerekirse farklı teşvikler yanında bazı zorlama tedbirleri de uygulamaya konmalı.

Kısacası yoğun bir önlem paketi ile vatandaşın hızlı biçimde daha güvenilir binalara geçmesi için bir sistem oluşturulmalı.

Çünkü deprem beklemez! Bu gerçeği çok net ve acı biçimde yaşadık yine ne yazık ki.

Öte yandan canını kurtarmasına karşın malını kurtaramayan çok sayıda insanımız var. Ciddi hasarlara karşı mal güvenliği açısından da deprem sigortasının ihmal edilmemesi şart!

Yani DASK kapsamında deprem sigortasını muhakkak yaptırın.

Zaten yasal olarak zorunlu bir sigortadan bahsediyoruz.

Ama şu andaki tablo Marmara Bölgesi’nde riskin yüksekliğine karşı sigorta oranının hala yeterli düzeyde olmadığını gösteriyor.

Özellikle de Bursa farklı açılardan riskler taşıdığı halde bölgenin en düşük sigortalanma oranına sahip illerden biri olarak dikkat çekiyor.

DASK verilerine göre şu anda Bursa ili sınırları içinde 754 bin kayıtlı konut mevcut.

Bunların 440 bin 492’si zorunlu deprem sigortası yaptırmış. Yani Bursa’daki sigortalı bina oranı yüzde 58,50 seviyesinde bulunuyor.

Afetler karşısında temennimiz…

Afetler karşısında temennimiz…

Sabah saatlerinde çok acı bir haberle yüz yüze geldik.

Coğrafyamızın jeolojik özellikleri bizi bir kez daha sarstı…

Sarsıldık; hem Richter ölçeği ile 7,7’ye ulaşan onlarca deprem art arda gerçekleşmesi ile, hem de can kayıpları ve yaralıların verdiği üzüntünün endişesi ile sarsıldık. On ilimizde birden.

Şüphesiz 99 Marmara depreminden sonra afet yönetimi konusunda ciddi mesafeler alındı. Hem resmi kuruluşlar hem de yarı resmi ve sivil toplum kuruluşlarımız arama kurtarma dernek ve organizasyonları hızla harekete geçebiliyor.Ancak etkilenen bölgenin 10 ili kapsadığı düşünüldüğünde, yaşanılabilecek imkansızlıkları tahmin etmek de zor değil.

Bu elim depremin bu büyük felaketin sonuçları ile arama kurtarma ve yardım sağlama çabaları yardım organizasyonları ile dört koldan devam ediyor bu yazının yazıldığı saatlerde de.

Konunun diğer bir yönü de; deprem bölgesinde bir yandan aralarında 10 metre olan binalardan birinin yerle bir olması hemen yanındakinin ise sapasağlam olup, içindekilerin burnu kanamadan binadan tahliyesinin mümkün olduğu binalar!

Bu nedenle “Deprem değil, bina öldürür” sözünü asla unutturmadan tekrarlamamız gerekiyor. Bütün şehirlerimizi depremlere uygun dönüştürmeyi ne pahasına olursa olsun başarmamız gerçeği ile yine yüzleştik.

Aksi takdirde ödenen bedeller çok ağır olmaya devam edecek maalesef.

Böyle dönemlerde yaşadığımız üzüntü ve endişe, dayanışma duygusunu da tetikler.

Böylesi zamanlarda harcanan enerji ve yardım imkânlarının verimliliği açısından kitle iletişiminin önemi çok büyük oluyor. Öyle ki yardım amacıyla çabalarken bunun kontrolsüzlüğü ve duygusal tepkilerle organize edilme çabaları, yeni kayıplara hatta kaynakların boşa harcanmasına neden olabiliyor. O nedenle öncelikle dikkat edilmesi gerekenleri yetkililer de ifade ediyor.

-Size en yakın kuruluşun yardım organizasyonun bir parçası olmak yeni bir organizasyon planlamaktan çok daha hızlı fayda sağlayacaktır. Bu amaçla öncelikle yetkililer ile irtibat kurularak hareket edilmeli.

-Yardım araç gereçleri toplanması esnasında kullanıma uygunluğu denetlenmeden tasnif edilmeden gönderimi ya da toplanmaması ayrı bir önem taşıyor.

-Deprem bölgesindeki insanlara en önemli faydayı deprem dışında olanlar sağlayabilir. Bu düşünce ile bölgenin ihtiyaçları başlıklar altında duyurulduğunda çocuk ve kadınlar başta olmak üzere yaşamsal ihtiyaçlar için öncelik verilmeli.

-Bursamızda da çok sayıda yardım toplama merkezi oluşturulmuş durumda. Başta belediyelerimiz olmak üzere birçok kurum ve kuruluş bu merkezleri sitelerinden duyurdular.

-Bunlar arasında örneğin Bursaspor taraftarları Timsah Arena’da, Çağdaş Eğitim Kooperatifi 3 Mart Eğitim Kurumları Yerleşkesi’nde, Nilüfer Kent Konseyi Agora Çarşısı’nın karşısındaki belediye hizmet binasında yardım toplama merkezi oluşturmuş durumda.

Doğal olarak böyle dönemlerde kitle iletişiminde bilgi kirliliğinin önlenebilmesi özel bir öneme sahip oluyor. İletişimin oldukça kolaylaştığı günümüzde doğru bilgiyi ayırt etmek yardım sağlamanın ilk kuralı olarak görülüyor.

En büyük temennimiz bu afetlerde can kaybını önceden önleyecek, en aza indirecek tedbirlerin mutlak bir devlet politikasına dönüşmesi gerektiğidir.

Ülkemizin başı sağ olsun…

Deprem gerçeği kendini bir kez daha hatırlattı

Deprem gerçeği kendini bir kez daha hatırlattı

Türkiye’nin gerçeği olan depremle bir kez daha yüzleştik. Merkez üssü Kahramanmaraş’ın Pazarcık ve Elbistan ilçeleri olan depremler 15’den fazla ilde etkili oldu.

7.7 ve 7.6 büyüklüğündeki depremlerde binlerce bina yıkıldı, binlerce yaralı, yüzlerce de can kaybımız var.

Hala kurtarılmaya bekleyen canlarımız mevcut.

O canlar içinde bizlerin de yakınları mevcut.

Rabbim yar ve yardımcımız olsun.

Bu konuyu ilerleyen günlerde daha etraflıca kaleme alacağız.

Ama bugünden diyeceğimiz o ki yüreklerimiz yanıyor…

PERİNÇEK’TEN KRİZDEN ÇIKIŞ YOLU

Bursa medyasının pazartesi sabahı konuğu olan isim Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek idi.

Daha doğrusu bizler onun konuğu olduk.

Perinçek’in İşçi Partisi’nden Vatan Partisi’ne uzanan uzun ince bir yolu var.

Girdiği her seçimde 0,25 ile 0,30 arası oy alan bir siyasi parti olmasına rağmen gündemden düşmeyen bir lider.

Öte yandan, Hazine yardımı almamasına rağmen kendi medyası olan bir siyasi parti.

Bugün Ulusal TV ve Aydınlık gazetesi Vatan Partisi’nin yayın organı demek yanlış olmaz…

Kimilerine göre çok derin…

Kimilerine göre sadece lider.

Ama Türk siyasi tarihinde üzerinde durulması gereken bir politikacı…

Gelelim buluşmaya;

Pazar günü partisine katılımlar için Bursa’ya gelen Perinçek, pazartesi günü basın buluşmasında hedefine önce ABD, ardından da altılı masayı aldı.

Perinçek, konuşmasına “Türkiye’nin 500 milyar dolar borcu var” diyerek başladı. Ardından bu durumun sürdürülebilir olmadığına işaret etti.

Çözüm yolu olarak da üretimi gösterdi.

Konuşmasının satır aralarında “Türkiye hem askeri hem de ekonomik anlamda kuşatma altında” dedi.

Bunu derken de ABD’nin Dedeağaç’taki silahlanmasını örnek gösterdi.

NATO’nun dost olmadığına, aksine Kur’an-ı yakan zihniyet olduğuna işaret eden Perinçek, ekonomik krizden çıkışın, yurtdışında bulunan paraların ülkeye getirilip istihdama kazandırılması ile mümkün olacağını düşünüyor.

Altılı masa ile ilgili olarak da ABD’nin derin devlet raporunda var olduğunu ifade ediyor.

Yine AK Parti’de ABD konusunda tutarsızlık olduğuna dikkat çeken Perinçek, “Soylu, ABD’yi eleştirirken Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu da ‘müttefikimiz diyor.’ Burada bir tutarsızlık var.” dedi.

Seçimlerde yüzde 7 barajını geçeceğine inanan Perinçek, seçim sloganını da “Güçlü Devlet, Üreten Millet” olarak açıkladı.

Birçok soruya yanıt veren Perinçek, partisine ülke çapında büyük katılımlar gerçekleştiğini ifade etti.

Onu bunu bilmem.

Perinçek, 0,25 oy almasına rağmen bu kadar moralinin yüksek ve iddialı olması takdire şayan.

Ama son tahlilde en doğru anketi halk söyler…

Onu da 14 Mayıs’ta öğreneceğiz.

Bakalım, Perinçek “yüzde 7 oy alacağız” diyor.

Acaba 0,7 oy alacak mı, onu da hep beraber göreceğiz.

ORHANELİSPORLU FUTBOLCULAR ÖLÜMDEN DÖNMÜŞ!

Hafta sonu Orhanelispor ile İnegöl Orhaniyespor müsabakası esnasında yaşananları görenler savaş var zannedecek.

Maçın 75. Dakikasına kadar hiçbir olay olmadan devam eden müsabaka, Orhanelispor’un gol atmasının ardından savaş yerine dönmüş.

Sportmenlik ruhundan yoksun bazı kişiler sahaya giriyor, Orhanelili futbolcuları tekme tokat ve sopayla dövüyorlar.

Kimi karnından, kimi kafasından yaralanıyor.

Konuyla ilgili bilgi aldığımız, maçı seyreden Orhaneli ve Orhanelispor Belediye Başkanı Ali Aykurt, sportmenlik ruhuna yakışmayan maçta yaşananları şöyle özetledi:

“Bizlerin yapması gereken, gelecek nesillere nitelikli ve ahlaki değerlerin himayesinde olacak bir sportif faaliyet alanı bırakmak olmalıyken, ne yazık ki bu maçta biz bu anlayışımıza çok ters düşecek bir durumla karşılaştık. Bu tarz spor müsabakalarına şiddet tohumlarını ekmemeliyiz. Saha içinde mücadele her zaman olacaktır. Kazanmak veya kaybetmek olacaktır. Sporcu arkadaşlarımızın arasında ufak tefek atışmalar illa ki olacaktır.

Ama bizim kabul etmediğimiz bir şey var ki kulüp yöneticileri her zaman sağduyulu olmalı ve kendi taraftarını yatıştırmalıdır.

Fakat bugün gözü dönmüş bir kulüp yöneticisi ve oyuncu grubu ile karşı karşıya kaldık. Rakip takımın hocası maç boyunca bizim oyuncularımıza ağza alınmayacak hakaretler etmiş, kendi taraftarını özellikle galeyana getirmiştir. Bunun sonucunda tüm oyuncularımız rakip takımın yedek kulübesi, tribünü ve başkanı tarafından ilk maçta olduğu gibi bugün de yine organize bir şekilde art niyetle tahrik edilmiş ve sonucunda arkadaşlarımızı darp etmişlerdir.” .

Fair-Play ruhuna yakışmayan bu olayların yasal takipçisi olacaklarını belirten Başkan Aykurt, İnegöl Orhaniyespor Kulübünü kınadığını da bizlerle paylaştı.

 

 

 

 

Deprem bekleniyordu; peki ne yapıldı?

Deprem bekleniyordu; peki ne yapıldı?

Daha önce de görmüştüm bu filmi. Mağduru olmak dışında izleyeni olmanın bile tek kelime ile berbat olduğu. Çaresizliğin, hüznün, eli kolu bağlı oluşun iliklerinize kadar hissedildiği, içinden çıkamadığınız bir dejavu…

Deprem!

Her an kapımızı çalacağını bildiğimiz, şimdilik bizi es geçtiği için şükrettiğimiz, yaşayanlarla birlikte yüreklerimizin yandığı bir doğa olayından bahsediyorum.

Güne böyle uyandık. Daha doğrusu geceyi bu duygularla kapattık.

Deprem bölgesinde neler yaşandığını hepiniz yakından izliyorsunuz, biliyorum. Aksi mümkün değil zaten.

Depremden kurtarılanların verdiği mutluluk ile enkazlardan yükselen sessiz yardım çığlıklarının birbirine karıştığı bir atmosferde bulundunuz mu hiç?

Henüz muhabirlik yaptığım dönemde 1999 depreminde yaşamıştım bu ruh halini. Mağdur değildim, şahittim çok şükür. Depremin yaralarının sarılmaya çalışıldığı süreçlerde yapılan toplantılardan ümitlenmiş, ülkemizin tıpkı Japonya gibi tıpkı Amerika gibi depremi ölümle karşılamayacak düzenlemelere kavuşacağını düşünmüştüm.

Cahillik işte!

Aradan geçen 24 yılın sonunda, şimdi yine kapımızı bir deprem çaldığında ve deprem bölgelerinden aynı acı haberler gelmeye başladığında, hiçbir şeyin değişmediğini daha da iyi anlıyorum.

Yeni yapılan lüks binalar, lüks oteller, hatta hastaneler birer enkaza dönüşüyor gözlerimizin önünde.

1999 depremine göre daha iyi hale getirdiğimiz tek şey kurtarma çalışmaları

Buna rağmen pek çok bölgeye halen ulaşılamamış olduğuna yönelik haberler alıyoruz.

Kolay değil. Çok geniş bir alandan ve maalesef çok fazla yıkılan binadan bahsediyoruz.

1999 depreminden sonra çıkarılan deprem yönetmeliğine uygun yapılmış, denetimden dürüstçe geçmiş, bina zemini yapılaşmaya müsait yerlerde kurulmuş binaların yıkılmadığından eminim. Ama kaç bina bu özellikleri taşıyor?

İşte en büyük soru bu!

Bir ülkenin ekonomisi ve gelişmişlik düzeyi ne kadar iyiyse, depremden etkilenmesi o kadar düşük düzeyde oluyor. Çünkü gelişmiş ülkelerde insanlar kurallara uyuyorlar ve depreme dayanıklı konutlar yapıyorlar. Yapmak zorundalar! Aksi halde başları çok ciddi derde girer. Vatandaşlar da depreme dayanıklı binalarda oturmanın önemini biliyorlar ve tercihlerini bundan yana kullanıyorlar.

Lüks görünümden ziyade dayanıklılık birincil öncelik.

Sonuç; Japonya ve Amerika gibi büyük depremlere maruz kalan ülkelerde bizde yaşanan yıkımlara pek rastlamıyoruz.

İşin çözümünün ne olduğunu biliyoruz aslında. Hatta konuyla ilgili bugün TMMOB bir basın toplantısı da düzenleyecekti. Yaşanan felaketin ardından ertelenen toplantının konusu; ‘Kaçak yapılarla mücadeleye çağrı’ idi.

Çünkü bizde herkes uyanık!

Siyasi rant uğruna sürekli güncellenen imar affı kavramına sığınarak sürekli kaçak yapı yapıyor vatandaş. Düşünün, legal olarak yapılan yapıların ne kadar kurallara uygun yapıldığı muallakken, kaçak yapılar için konunun sorgulanması mümkün değil.

Bir yandan vatandaş kaçak yapı yaparken, diğer yandan kentsel dönüşüm gibi depreme karşı korunmak için gündeme gelmiş çok önemli bir kavram, içi boşaltılarak sunuluyor bize. Şehrin rantı yüksek kesimlerinde, yeni ve kentsel dönüşüme ihtiyacı olmayan binalar bu kapsama sokulup iş enteresan bir hal alırken, kentsel dönüşümün gerçekten gerektiği bölgelere vatandaş ‘sokakta kalırım’ endişesi ile kavrama yabancı ve uzak…

Genellikle kentsel dönüşüm bölgesi ilan edilen alanlarda vatandaşa; ‘Başının çaresine bak, her şeyi devletten bekleme…’ gibi sözler söyleniyor.

Dolayısıyla rantı yüksek bölgelerde vatandaş kentsel dönüşümün peşinde koşarken, kentsel dönüşüme ihtiyaç duyulan alanlarda kimse bu konuyu konuşmasın diye dualar ediliyor.

Oysa bal gibi biliniyor Bursa’daki yapı stoğunun ne kadar sorunlu olduğu. Özellikle şehir merkezindeki dar sokaklar ve bitişik nizam binalar bir deprem anında bölgeye ulaşımın dahi uzun süre sağlanamayacağını garanti ediyor bize.

Bugün Bursa’da kaç bölgede kaç metrekare ‘deprem sonrası toplanma alanı’ kaldı, onu dahi bilmiyoruz.

2040 Çevre Düzeni Eylem Planı yapılırken tüm bunlar göz önünde bulundurulur mu?

Yakın zaman önce, bir yandan plan yapılırken diğer yandan gizli ajandaların yürütülmeye çalışılmasına yönelik açıklamaları taşımıştım bu köşeye. Dolayısıyla sorunun yanıtı için; ‘Hiç sanmam!’ diyebilirim.

Altılı Masa Mutabakat Metninde de yer alan;

“- Kentsel dönüşümü rant değil çevre ve insan odaklı, afet risklerine karşı dayanıklığı artıran, kent kimliğini yok etmeyen, doğaya ve tarihe karşı saygılı, dezavantajlı ve engelli vatandaşlarımızı önceleyen bir anlayışla yürüteceğiz.

– Toplanan afet vergilerinin, afetin zararlarını azaltacak tedbirler ve afet sonrasındaki normale dönüş ile rehabilitasyon çalışmaları için harcanmasını sağlayacağız.

– İstanbul depremine karşı, risk azaltmayı hedefleyen Hayat İstanbul Projesini başlatacağız.

– Afet sonrasında evleri “oturulmaz” hale gelen mülkiyet sahibi ve kiracı yurttaşlara geçici barınma imkanları sunup, eşya ve kira yardımı yapacağız.

– Afet yönetimini etkisizleştiren imar afları çıkarılmasına son vereceğiz.”

Maddelerinin derhal ve harfiyen uygulanmaya başlamasını öneririm bir çözüm olarak.

Büyük bir felaketi yaşıyoruz birlikte. Hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, yakınlarına baş sağlığı, yaralılarımıza acil şifalar ve tüm ülkeye geçmiş olsun diliyorum.

 

STK’larda adaylık mesaisi

STK’larda adaylık mesaisi

Demokrasilerin vazgeçilmez unsurlarından biri de sivil toplum kuruluşlarıdır. Gelişmiş demokrasilerde sivil toplum kuruluşları önemli misyon üstlenir.

Kanunun kendisine verdiği yetki dahilinde çalışmalar yaparlar.

Bizlerde ise durum biraz daha farklı…

Son yıllarda önce il dernekleri ile başlayan sivil toplum kuruluşları ardından ilçe, sonrasında köy, nihayetinde mahalle derneklerine kadar devam etti.

Her biri ayrı telden çalıyor…

Demokrasinin gereği STK’lara saygı duyuyoruz siyasetten uzak ama siyasetçiye yakın bir çalışma içerisinde olması gerektiğini düşünüyoruz.

Bir tarafta bu gerçekler var iken diğer tarafta, yaklaşan genel seçimler öncesi siyasi partilerdeki hareketlilik gözlerden kaçmıyor.

Fakat ondan daha fazla hareketli olan kurum yada kuruluşlar var ki dikkatlerden kaçmıyor.

O da sivil toplum kuruluşları.

Özellikle bu bağlamda hemşehri derneklerindeki hareketlilik oldukça fazla.

Bu minvalde hemşehri derneklerindeki bazı isimler milletvekili aday adaylığı için nabız yokluyor.

Bunu nereden anlıyorsunuz sorusuna vereceğimiz yanıt gayet basit.

Sosyal medya sayfalarındaki hareketlere bakmak yeterli…

Yine sürecin girmesi ile beraber;

Hatta bazı hemşehri dernekleri bizim arkamızda şu kadar nüfus ve seçmen var demeye başladılar.

Bu minvalde önümüzdeki genel seçimler öncesi BAL-GÖÇ başta olmak üzere Batı Trakyalılar Derneği’nin bu anlamda hareketli olacağını düşünüyorum.

Bu dernek içlerinden en az iki ve daha fazla aday adayı çıkacak diye tahmin ediyorum.

Yine Erzurumlular, Muşlular bu dönem aday çıkaracak diğer hemşehri dernekleri içinde ön sıralarda yer alıyor.

Keza Karadeniz kökenli hemşehri derneklerinin de aday çıkaracağını söylemek müneccimlik olmaz.

Bunu yanı sıra Artvinlilerin de kendi içlerinden aday çıkaracağını tahmin etmek zor olmayacak.

Bursa’da yaşayan Anadolu’nun değişik coğrafyasından Bursa’ya göç edenler adaylık için nabız yoklarken Bursa’nın en büyük sivil toplum kuruluşlarından biri olan DAĞ-DER içinden kimlerin aday adayı olarak yola çıkacağını merak ediyoruz.

Bu arada meraklıları için Erkan Aydın DAĞ-DER Genel Başkanlığı, Hakan Çavuşoğlu Batı Trakya Türkleri Derneği Bursa Şubesi Başkanlığı yaparken İsmail Tatlıoğlu da DAĞ-DER’de akil insanlar grubunda yer aldı; Osman Mesten’in de geçmişte İHH Başkanlığı yaptığını hatırlatalım.

Yüksel Özkan da BAL-GÖÇ başkanı olarak STK’da görev yapmıştı.

Muhtemelen bu detaydan sonra hemşehri merkezli STK’larda hareketliliği daha rahat anlıyoruz. Ondan dolayı da bu hareketlilik normal.

Ama bir bizim merak ettiğimiz ise Bursa’nın hemşehri merkezli siyaseti kaldırıp kaldırmayacağı ve siyasi partilerin bu derneklerin ne kadar etkisi altında kalıp kalmayacağı…

Onu da zaman gösterecek…

Bekleyip, görelim…

 

Sinan Ateş faili meçhul kalmasın!

Sinan Ateş faili meçhul kalmasın!

Faili meçhul cinayetlere öylesine bir alışkanlığımız var ki, akıllara ziyan…

Anmalar, unutmadıklar, unutturmayacağızlar… Yıllarca süren, her geçen yıl etkisi biraz daha hafifleyen, bir ‘Kırmızı Pazartesi’ romanına benzer hikayelerle evlerinin, iş yerlerinin ya da en uğrak mekanlarının önünde katledilenler…

Sağcısını solcusunu, devrimcisini ülkücüsünü ayırmadan; hepsinin bu ülkenin evlatları, bu ülkenin düşünen, endişelenen, fikir üretenleri olduğunu söylemek boynumuzun borcu. Çünkü içinde bulunduğumuz ayrışma, bölünme, iki farklı uca itilme hali en azından ölülerimizin üzerinden, yaslı ailelerin üzerinden elini çekmeli.

Göz göre göre işlenen cinayetlerin failleri de azmettiricileri de hatta azmettiricilerinin arkasındaki güçler de hızla yakalanmalı, adalet sağlanmalı ki, yürekler soğusun…

Tam da böyle bir davanın ortasındayız yine.

Sinan Ateş cinayetinden söz ediyorum.

Şimdiye kadar haddim olmadığı için yazmaktan imtina ettiğim bir olay benim için. Ancak artık işin rengi çok başka. Ailenin susma hakkını kullanmasına dayanarak bu konuda kalem oynatmamıştım, görünen o ki; Ateş ailesinde de sabırlar taştı taşacak.

Öyleyse işin adli ve hiç bilmediğim perde arkası bölümlerinden ziyade duygulara yönelik kısmını yazmanın tam vaktidir.

Artık herkes öğrendi, Sinan Ateş’in Bursa’nın evladı olduğunu, ailesinin halen Bursa’da yaşadığını. Geçtiğimiz haftalarda ise acılı aile için daha yoğun bir süreç gelişti. İki önemli ziyaret söz konusuydu. Bunlardan biri İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun aileye yaptığı ziyaretti.

CHP’ye son derece mesafeli ve hiç oy vermemiş bir ailenin İmamoğlu’nu kabulü ülkücü camiada nasıl yorumlandı bilemiyorum. Bildiğim, bu görüşmeyi hemşeri bağları kuvvetli bir doktor olan, CHP Milletvekili Aday Adaylığını da yakın zamanda açıklayan Doğan Alpay’ın organize ettiği.

Konu başsağlığı dilemek olunca, kabul edilmiş ziyaretçi olarak Ekrem İmamoğlu. Önceleri soğuk başlayan ziyaret Giresun şivesi ile bezeli sıcak sohbet ile yer değiştirmiş kısa zamanda.

Aslında İmamoğlu ziyaretinde sosyal medya paylaşımlarından bir eş, bir anne olarak çok etkilendiğim Ayşe Ateş de hazır bulunacakmış. Kızı hastalandığı için katılamamış öğrendiğime göre.

İşin buraya kadarki kısmı ziyarette hazır bulunan kaynağımın bana aktardıklarından ibaret.

Bu arada şunu özellikle belirtmeliyim; Ayşe Ateş’in sosyal medya paylaşımları konusunda destek aldığına yönelik bir algınız varsa bunu aklınızdan silebilirsiniz. Bunca acının içinde sosyal medyada popüler olmak adına destek almak gibi duygudan uzak bir çabayı zaten hiç öngörmemiştim.

Bir ilkokul öğretmeni olan ve ifade gücü fark ettiğiniz gibi son derece kuvvetli olan Ayşe Ateş, tamamen içinden geleni yansıtıyor sosyal medyadaki paylaşımlarına.

Gelelim bu konunun ülkücü camiada yarattığı hüzne…

İYİ Parti Bursa teşkilatının en başından bu yana meseleyi nasıl sahiplendiğini vurgulamaya gerek yok. Ancak böylesi üzücü bir olayın aynı tabandan gelen iki partinin arasındaki bir çatışmaya dönüşmesi işin aslından uzaklaştırıyor meseleyi. İşte tam da bu nedenle İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in ziyareti İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun ziyaretinden sonra gerçekleşti bence.

Gerginliğin daha da büyümemesi adına…

Ateş ailesi yaşadıkları elim olayın peşine gönül verdikleri, uğruna bir mücadele yürüttükleri siyasi partinin düşmesini isterlerdi diye düşünüyorum. Böyle bir gelişme olmadığı gibi, konuyla ilgili çeşitli protestolar, eylemler ve sosyal medya paylaşımları da itibarsızlaştırılmaya çalışıldı aynı siyasi oluşum tarafından.

Hal böyle olunca, bıçağın kemiğe dayandığı noktaya gelindi. İlk olarak Ateş’in dayılarından Halil İbrahim Bozkurt’un; “Bizim evladımızın katili mecliste!” çıkışı yankılandı ülke gündeminde. Ardından Ateş’in bir diğer dayısı, Bursa Yıldırım Belediyesinin MHP’li Meclis üyesi Mustafa Bozkurt’un partisinden istifa ettiği haberi yapıldı genç gazetecilerden Ercan Çalışır tarafından.

Cinayetin üzerinde halen kara bulutların dolaşması vicdanları yaralarken hiç de şaşırtıcı değil verilen tepkiler.

Bir beklenti var Ateş ailesinde. Halen korunmaya çalışılan sessizliğin temelini bu oluşturuyor. Cinayetin çözümü için nereye kadar gidilmesi gerekiyorsa oraya kadar gidilip katilin ve azmettiricilerin tek tek ortaya çıkarılıp gereken cezayı alması, adaletin kesmesi gereken parmağı kesmesi bekleniyor günlerdir sükunetle.

Devletin ve uğruna bir ömür adadıkları davanın kendilerine sahip çıkmasını bekliyorlar.

Şimdilik korunan sessizlik tam da bu nedenle sürüyor. Daha nereye kadar devam eder bilemiyorum.

Önümüzdeki seçim süreci siyaset sahnesini iyice ısıtırken, Mustafa Bozkurt’un; “Sinan Ateş, bu ülkede artık faili meçhul cinayetlerin olmamasının mihenk taşıdır” sözünü bir temenni olarak alıyorum.

Erol Hatırlı da aday adayı oluyor

Erol Hatırlı da aday adayı oluyor

Yaklaşan genel seçimler öncesi siyasi partilerin aday adayları yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlıyor. Bu minvalde en çok aday adaylığı müracaatı olan partilerin başında AK Parti geliyor.

AK Parti’de genel kıstas olarak adayların belirlenmesinde birkaç detay ortaya çıkacak. O detaylardan ilki bölgeler ve ilçeler.

Buradan bakınca gerçek olan şu:

AK Parti listelerinde İznik, Orhangazi ve Gemlik bölgelerinden listede bir ismin kesin olacağı.

Mevcut durumda bu bölgeleri AK Parti’den Zafer Işık temsil ediyor. Işık, yeniden aday gösterilir mi ya da aday olur mu?

Onu şimdiden bilmek zor.

Bizim bildiğimiz bu bölgeden de birçok aday adayının olacağı.

Kulağımıza gelen bilgilere göre, Orhangazi Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Erol Hatırlı’nın da nabız yokladığı.

Çok büyük aksilik olmaz ise Hatırlı, AK Parti’den aday adayı olacak gibi gözüküyor.

Şansı ne olur?

Aday gösterilir mi?

Onu şimdiden söyleyemeyiz.

Ama geçmişte AK Parti Orhangazi Kadın Kolları Başkanı iken Tülin Erkal Kara aday gösterilmiş, seçilememiş, ardından bir dönem sonra il kadın kolları başkanı olmuş, sonra milletvekili seçilmişti.

Yine AK Parti Orhangazi İlçe Başkanı olan İsmail Aydın da ilçesini ve Bursa’yı TBMM’de temsil etmişti.

Geçmişte farklı siyasi partilerden Orhangazi’yi TBMM’de temsil eden, hatta bakanlık yapan isimler de mevcut.

Bu açıdan bakınca bu dönem Orhangazi’den bir isim AK Parti listelerinden seçilecek sıralamada olursa şaşırmamak gerekir…

İYİ PARTİ’DE ZAFER MİLLİ MİLLETVEKİLLİĞİNİ HAK EDEN İSİMLERDEN BİRİ

Bu dönem milletvekili aday adayı olmak için iktidar partisinden sonra en fazla kapısı çalınacak siyasi partilerin başında Bursa özelinde İYİ Parti gelecek.

Benim kişisel kanaatim İYİ Parti’de aday sayısının ana muhalefet partisi CHP’den daha fazla olacağı.

Geçen dönem kapısının önünden geçmeyenler, bu seçim döneminde kapıyı üç kez çalarak, “ben de aday olmak istiyorum” diyecektir.

Ama bir de partinin kurulduğu ilk günden itibaren taşın altına elini koyan isimler var.

O isimlerden biri de Zafer Milli.

Önceki yıllarda MHP’nin değişik kademelerinde görev yapan, İYİ Parti’nin kurulması ile kurulduğu ilk günden itibaren İYİ Parti’de siyaset yapan Milli de milletvekilliğini fazlasıyla hak eden isimlerden biri.

Kulağımıza gelen bilgilere göre Milli’nin de aday adayı olarak yola çıktığını öğrendik.

Biz de kendisine bu köşeden başarılar diliyoruz.

ÖZEL HASTANELERİ KİM DENETLEYECEK?

Bu köşeden zaman zaman özel hastanelerle ilgili yazı kaleme alıyoruz.

Ama yazdığımız yazının muhataplarından bir türlü yanıt alamıyoruz.

Bu sefer yazımızın muhatabı Sağlık Bakanı Fahrettin Koca ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin.

Sayın Bakanlar, özel hastanelerde en düşük muayene ücretinin SGK’lı hastalara 500 TL’den yukarı olduğunu biliyor musunuz?

Yine SGK ile anlaşma yapan hastanenin en fazla alması gereken rakam 100 TL civarı olması gerekiyor.

Üstüne üstlük bu ücretin içine rutin tahliller, röntgen ve ultrasonun dahil olduğunu biliyoruz.

Ama ne yazık ki birçok özel hastane bilmiyor…

Peki, bu konuda ne zaman denetime başlayacaksınız.

Geçmişte maliye memurlarının yapmış olduğu denetimler gibi siz de SGK memurlarını denetime çıkarırsanız vatandaşın mağduriyetini göreceksiniz…

Yoksa olan vatandaşa oluyor…

Bunun sonucu da sandıkta aleyhinize döner.

Bizden hatırlaması…

Enflasyonun durulmaya niyeti yok!

Enflasyonun durulmaya niyeti yok!

Kritik veri açıklandı.

Ve hayli şaşırttı.

Yılın ilk enflasyon rakamı beklentileri ikiye katladı çünkü!

İlginç olan aralık ayında bu manzaranın tam tersinin görülmesiydi.

Aylık TÜFE Aralık 2022’de yüzde 1,2 ile beklentinin yarısına bile ulaşamamıştı.

Ve o nedenle de TÜİK’in açıklayacağı ocak ayı rakamları için öngörülerde yüksek bir rakam öne çıkmamıştı.

Ancak, aralıkta yansımayan fiyat artışlarının her nasılsa ocak verilerine yansıdığını gördük!

TÜİK verilerine göre, geçen ay TÜFE aylık bazda yüzde 6,65 artış kaydetti. Beklenti 3,8 civarındaydı.

Aralıktaki artışın 4 katını aşan bir aylık değişim var tüketici fiyatlarında.

Ve aylık enflasyonda artış serisi 49. aya ulaştı! Yani eksi enflasyonu görmeyeli bu kadar uzun bir zaman oldu. Ayrıca daha da önemlisi ocak ayında kaydedilen aylık TÜFE rakamı, son 9 ayın en yüksek enflasyonunu temsil ediyor.

Kendi çapında rekor olan yüzde 6,65’lik enflasyon aslında 2023 yılı ücret zamlarının cebe girmeden bu oranda eridiğini de gösteriyor ne yazık ki!

Yıllık enflasyonda ise baz etkisiyle düşüş sürüyor. Ama gelinen nokta sevindirici olmakla birlikte düşündürücü de aynı zamanda.

Niye mi?

Ocakta tüketici fiyatları 2022’nin aynı ayına göre yüzde 57,68 arttı.

Enflasyondaki yıllık artış oranı çarşı pazarda etiketlere yansıyan fiyatlardaki değişimi pek de yansıtıyor gibi değil.

Son bir yıldaki ürün ve hizmet tüketiminizi bir düşünün. Eminim ki pek çoğunda en az iki katlık bir fiyat artışı yaşanmıştır!

Özellikle de gıda, ulaşım, eğitim ve sağlıkta… Ama bu fiili durum resmi enflasyona bir türlü yansımadı.

Nitekim hissedilen enflasyonun başka rakamlara denk geldiğini de son bir yılda asgari ücrete yüzde 100 zam yapılması da göstermiyor mu?

Birkaç ay öncesinde yüzde 150’yi aşmış olan üretici fiyat endeksindeki artışın tüketici fiyatlarına bir türlü yansımamış olması da tuhaf.

Ocak sonu itibarıyla yıllık bazda ÜFE’nin yüzde 86,46’lık artışa sahne olması da TÜFE ile arasında neredeyse 30 puanlık bir fark ortaya koymakta!

Yani baz etkisini dışarıda bıraksak bile TÜİK’in verileri bize tüketici enflasyonunun düşmeye pek de niyetli olmadığını gösteriyor.

ÜFE ile TÜFE’deki geçişkenlik ise devletin seçim bazlı sübvasyonlarının etkisi ile hızlanacak ya da yavaşlayacak.

Bu çerçevede seçime kadar denetimli kurun da etkisiyle enflasyonun az can yakması sağlanabilir!

Ancak enflasyonun baz etkisiyle de olsa yıllık olarak düşüyor gözükmesi fiyatların geri geldiği anlamını taşımıyor.

Vatandaşın aylık enflasyona bakması gerekli. Pozitif yönde gelen her TÜFE rakamı fiyatların arttığı anlamına geliyor çünkü.

Seçimlerin ardında dövizde kontrollü de olsa yukarı hareketin hız kazanması durumda da enflasyonun aylık bazda artışını sürdürmesi kaçınılmaz olur!

Ancak gelirlerdeki artışın enflasyonu ne oranda yakalayacağı çok belirsiz bir konu.

Unutmayalım ki asgari ücret dışındaki ücret dilimlerinde 2023 zam oranları asgari ücret artışının epey altında seyrediyor.

Sözün özü; vatandaş enflasyon canavarı altında ezilmeye devam ediyor.

Bu seçimin kaderini kişisel oy potansiyeli olan adaylar belirler!

Bu seçimin kaderini kişisel oy potansiyeli olan adaylar belirler!

Siyasi partilerin önümüzdeki seçimlerde en çok zorlanacağı konuların başında adaylar geliyor. Şu anki anketlere göre, Cumhur İttifakı ile Millet İttifakı’nın oyları arasında anormal farklar yok.

Tabiri caiz ise 3 aşağı 5 yukarı diyebiliriz.

Doğru aday tespitinde bu farklar hemen eriyebilir.

Eriyebilmesi için ittifaklar nasıl bir yöntem belirlemeli?

Başka deyişle halkta karşılığı olan adaylar demek daha doğru olacak.

Misal, Bursa özelinde kendine has oy potansiyeli olan siyasetçi sayısı iki elin parmaklarını geçmez.

Say deseler, merhum Mehmet Gedik’le başlar, Turhan Tayan ile devam eder, sonrasında Faruk Çelik der, ardından Recep Altepe ve İsmail Tatlıoğlu’nu yazabiliriz.

Bunun dışında yazsanız yazsanız listeye en fazla beş altı isim ilave olur.

Bu yazdığım isimlerin herbirinin ayrı oy potansiyeli vardır.

Yazdığım isimlerden biri merhum diğeri ise aktif siyaseti noktalamış durumda.

Diğer ikisini sürekli sahada görüyoruz.

Böyle kritik seçimlerde genel merkezlerin bu dengeyi gözeterek karar vermesi gerekir.

Yoksa sandıktan istedikleri sonucu almaları mümkün değil.

Bizden hatırlatması…

BURSA’NIN NEYE İHTİYACI VAR?

Yaklaşan genel seçimler öncesi müstakbel milletvekili aday adayları birer birer sahne almaya başladı. Bu minvalden bakınca bizler için oldukça hareketli günler çok yakında.

Öte yandan Bursa için bu hareket bereket getirecek mi acaba?

İşte asıl soru işareti orası…

Bursa’nın sorunları belli.

İktidar da aynı sorunlardan bahsediyor, muhalefet de aynı sorunları söylüyor.

Ama çözüm yolları noktasında iktidarı da muhalefeti de tek bir şey diyor.

Bu işi en iyi ben yaparım…

Belki gerçekten öyle.

Belki de değil.

Belki her ikisinin de yarım yamalak bilgileri var.

İkisini toparlarsanız belki o iş çok mükemmel olacak.

İşte asıl soru işareti burada.

Bursa’yı yönetenler ve yönetmeye talip olanlar hiçbir zaman ortak bir masa etrafında toparlanıp da Bursa’nın hangi sorunu var diye tartışmadıkları için bir türlü o eşiği geçemiyorlar.

İşte ortak sevdası Bursa olan Bursa’nın iki önemli ismi Faruk Çelik ve İsmail Tatlıoğlu’nun önceki gün buluşması bu noktada olabilecek en iyi örnek.

Her ikisi de bilgi ve birikim noktasında önemli tecrübeleri olan isimler.

Yeri geldiğinde uzlaşmacı kimlikleri ile Bursa’ya değer katmışlar ve katmaya devam ediyorlar.

Umarız ve temenni ederiz ki…

Bu dönem 20 milletvekili oturup aynı masada Bursa’nın sorunlarını tartışamadılar.

Ama önümüzdeki dönem seçilecek olan milletvekilleri bu sefer oturur, Bursa’nın sorunlarını tartışır ve çözümü noktasında ortak bir yol haritası belirler.

Yoksa olan Bursa’ya olacak.

Bizden hatırlatması ve yazması…

Hababam Sınıfı Bursa’da gerçek oldu!

Hababam Sınıfı Bursa’da gerçek oldu!

Okulunda güzel güzel okuyan çocuğunuz karnesini almış, yarıyıl tatili başlamış, tam bu sürecin keyfini çıkaracaksınız; birden bire, aniden, hiç beklemediğiniz bir anda, bir Pazar günü, telefonunuza gelen mesajla tüm düzeniniz alt üst oluyor.

Şöyle yazıyor mesajda;

Okulumuzun tahliyesi nedeniyle Pazartesi günü acil toplantıya çağrılıyorsunuz!

Daha kafanızda okul ve tahliye kelimesini bir araya getiremezken, alelacele gittiğiniz toplantıda okul müdürlerinin anlattığı kadarıyla ilginç bir hikaye öğreniyorsunuz…

Okul sahibi ile okulun mülk sahibi arasında bir süredir devam eden kira ödeme sorunları nedeniyle okulunuza çoktan tahliye davası açılmış. Anlaşılan o ki, daha önce eğitim öğretimin durmaması adına yaz tatillerinde verilen tahliye kararları, bundan 10 ay önce değişen bir kanun maddesine dayandırılarak, artık yarıyıl tatillerinde de verilir olmuş. Okulun sahibi ve okul binasının sahibi arasındaki durum tahliyeyi gerektirdiğinden, mahkemeden acil tahliye kararı çıkmış.

Sonuç; 350 öğrenci Hababam Sınıfı’nın bir sahnesinde olduğu gibi kış günü sokak ortasında kalmış adeta…

Velilerin karşısına çıkmayan okul sahibi yerine konuşan yöneticiler, velilerden öğrencilerin eşyalarını toplamalarını, hemen yakınlardaki başka bir okuldaki kontenjan boşluğundan yararlanarak o okula geçmelerini talep etmiş.

Başka bir okula geçmek derken öyle çantanızı alıp, aslında kayıtlı olduğunuz okuldaki koşullarda diğer okula gidiyor olduğunuz gelmesin aklınıza. Her özel okulun kendine ait bir fiyat politikası, bir ödeme biçimi var. Kısacası başka bir özel okula yeniden kayıt yaptırıyorsunuz aslında.

Hasılı kelam, Mudanya’da bulunan Hazar Koleji, kirasını ödemediği için tahliye ediliyor bulunduğu binadan. Olan elbette öğrencilere, öğretmenlere ve velilere oluyor.

Konuyu bana anlatan ve ‘Bizim okulu da yazar mısın abla? Kanun değişmiş, öğrenciler eğitim öğretim devam ederken bir anda sokakta kalabilir. Veliler bunu bilsin, bizim düştüğümüz duruma düşmesin insanlar’ diyen çocukluğumun mis kokulu hatırası bir tanıdığım oldu.

Geçtiğimiz günlerde yazdım; hükümetimizin, sosyal devlet politikası gereği parasız olarak vermesi gereken eğitim hizmetinden elini ayağını çekme çabası olarak özel okulların hayatımıza nasıl girdiğini ve bizim bu hizmeti nasıl da sevdiğimizi.

İşin bir başka boyutu daha var elbette. Özel okul, özellikle çalışan veliler için bir ihtiyaç halini aldı. Yarı zamanlı okullarda çocuk okutmak için ebeveynlerden birinin evde kalması lazımken, özel okullarda eğitim tam günlü olduğundan, veli böyle bir hizmeti tercih etmeye mecbur hale geldi.

Karşılığı ne olmalıydı?

Elbette, tam günlü devlet okulları ve okul bitiminden sonra velinin çocuğunu alabileceği süreye kadar çocuğun kalabileceği güvenli bir ortamın devlet kurumlarınca temin edilmesi

Var mı?

Hayır!

Şimdi özel okullarda ekonomik kriz ile birlikte görülmemiş hızla artan fiyatlar ve ek masrafların fahiş fiyatlandırılması sorunlarının çözümü için sosyal medyada bir araya gelen ve Özel Okul Velileri Platformu’nun açıkladığı rakama göre, ülke genelinde 250 bin öğrenci özel okullardan kaydını aldırmış durumda. Buna karşılık 20 bin öğretmen de ayrılmış eğitimin özelleştiği bu alandan.

Ne olacak bu çocuklar?

Sadece Bursa’da Eğitim İş Bursa Şubesi’nin tespit ettiği rakamlara göre 5 bin derslik açığı var ve bu açık her 3 ayda bir şehrimize gelen Milli Eğitimi Bakanı Mahmut Özer’in hep aynı vaatleri sanki ilk kez dile getiriyormuş gibi müjdelemesi ile kapanmıyor.

Ülke genelinde ise 2016 yılında dönemin Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz’ın yaptığı bir açıklamayı baz alırsak 77 bin derslik açığı mevcut.

Aradan geçen 7 yıllık sürede bu açığın kapanmak yerine daha da arttığını öngörmek sanırım doğru bir yaklaşım olur.

İşte Mudanya’da da durum benzer. Kısaca, yeni devlet okulu yapılmıyor, olanlar hınca hınç dolu ve zaten çalışan velilerin iş saatleri ile uyumlu değil eğitim saatleri.

Taaaa… 2016 yılında; “Bu kardeşiniz 75 kişilik bir sınıfta okudu. Ama istiyoruz ki evlatlarımızı 75 kişilik sınıflarda bir öğretmenle baş başa bırakmayalım…” diyen Yılmaz’ın isteklerinin gerçekleşmediği aşikar.

Gelinen nokta gösteriyor ki, ülkemizde bir eğitim kurumu işletmek ile bir butik işletmek arasında pek fark yok işletmeci açısından. Kira ödemeyebiliyor, kirasını ödemezse tahliye oluyor, ürünlerinin fiyatını kendisi belirliyor…

Fark; öğrenci, öğretmen ve veli tarafına geçtiğinizde ortaya çıkıyor.

Veli fahiş zamlar, ek ödemeler, yemek ve servis ücretlerinin anormal artışı ile cebelleşirken öğretmenler ise asgari ücret ile çalıştırılmanın acısını yaşıyor. Bu karmaşanın içinde minicik öğrencilerin her biri de ticari işletmenin sunduğu vitrin sayesinde kendisini Einstein sanıyor.

Öyle bir batağa saplandık ki, çıkmak için devrim lazım…

Bursa yarışa düşük viteste başladı

Bursa yarışa düşük viteste başladı

Yılın ilk makro rakamları dış ticaretten geldi..

İhracat artış hızı ithalattaki artışın yarısına bile yetişemedi ocak ayında!

Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) verilerine göre, ihracat ocakta yıllık yüzde 10,4 artışla 19,4 milyar dolar oldu. İthalat ise yüzde 21 artışla 33,7 milyar dolara yükseldi.

Doğal olarak dış ticaret açığı da ocak ayında 14,3 milyar dolarla rekor seviyeye ulaştı! Aslında bu beklenen bir tabloydu. Çünkü enerji cephesi 2023’ün ilk ayında faturayı ithalat tarafında kabartmaya başlamıştı.

Nitekim ithalatın dörtte birini enerjinin oluşturması boşuna değil.

Dolar endeksindeki değer kaybı, Çin’in talebi artırması ve Ukrayna’da alevlenen savaş enerjimiz pahalı hale getiren unsurlar oldu.

Ve şu andaki hakim manzaraya göre de birkaç ay daha bu trendin gündemde kalma ihtimali mevcut! Yani kabarık enerji ile yukarı giden ithalat rakamları yine gündemde olacak. Haliyle de cari açık üzerinde baskı oluşturacak.

Bu tablo da döviz kurlarını yukarı itmeye çalışacak. Buna karşın seçim arifesinde ekonomi yönetimi dövizi tutmak için bin bir yolla müdahale edecek!

Aslında ekonomi kurmaylarının elini rahatlatacak kalıcı gelişmenin ihracat artışı ile ortaya çıkması lazım. Ancak görünen manzara ihracatın doludizgin gitme şansının pek de olmadığına işaret ediyor!

Yüzde 10,4’lük artış trendi çok yeterli değil çünkü. Ve ihracatçının elini zorlayan başta yüksek maliyetler ve rekabetçi olmayan kur gibi faktörler ilk yarı yılda ihracatın artışını engellemeye fazlasıyla aday görünüyor.

Sevindirici tarafta ise otomotivdeki hafif toparlanma ve kg başı ihraç değerindeki yükseliş var! Kilogram birim ihracat değeri 2022’nin ocak ayına göre yüzde 24,2 artışla 1,56 dolara yükseldi.

Ancak bunun da temel nedeni küresel enflasyonun fiyatları bir miktar yukarı itmesi.

Gelelim ihracatın merkezlerinden olmakla birlikte son yıllarda kan kaybeden Bursa’nın durumuna.

Bursa İstanbul ve Kocaeli’nin ardından bir milyar 195 milyon dolarla 3. sırada başladı 2023 yılına.

Yani 3. olmayı kanıksayan bir görüntü var daha yılın başında!

Neyse ki Kocaeli ile aramızdaki fark şimdilik sadece 125 milyon dolar. Kapanabilir bir fark var kısacası. Ama Bursalı ihracatçının işi kolay değil.

Çünkü 2022’nin aynı ayına göre sadece yüzde 2,3 oranında bir artış sağlayabilmiş Bursalı ihracatçılar! Oysa ülke ortalaması yüzde 10,4 seviyesinde bir artışla karşımızda.

Bursa’nın Ocak 2023’teki ihracatı ise Aralık 2022’ye yani bir önceki aya göre yüzde 25 daralmış durumda üstelik.

Şanslı taraf ise yıllık karşılaştırmada ocak ayında Kocaeli’nin yüzde 9,2 kayıpta olması.

Yarışa son yıllarda katılan İzmir’in yüzde 7,5 artış oranı ile bir milyar 137,5 milyon dolara ulaşması ise bir alarm işareti olarak okunmalı! İzmir, sadece 57,5 milyon dolar farkla Bursa’nın ensesinde bulunuyor.

Bursa’yı yarışta geçen ay zayıflatan sektörlerin ise tekstil ve hazır giyim olması dikkat çekici. Tekstil yerinde sayarken hazır giyim ihracatı yüzde 2 küçülmüş!

Hatırı sayılır sektörlerden mobilyada da azalma söz konusu ihracat gelirlerinde.

Açıkçası otomotivdeki kısmi toparlanma olmasa Bursa’nın ocaktaki ihracatı eksi yazabilirmiş.

Bursa kent dinamiklerinin emek yoğun sektörlerdeki duruma şimdiden kafa yormasında fayda var.

Nefret yerine çözüm öneriyorum!

Nefret yerine çözüm öneriyorum!

Sahipsiz hayvanların, özellikle de köpeklerin yarattığı endişelerden ve sorunun insani, vicdani boyutta çözümünden yana yazmaya çalıştım hep. Çünkü mesele iki taraflı ve iki tarafı da yaralayıcı aslında.

Geçtiğimiz günlerde gündemimizde bu kez sahipli hayvan saldırısı sonucu küçük bir çocuğun yaşamını yitirdiği olay vardı. Hayvan sahipliydi, sahibi tarafından terk edildiği tespit edilmişti, ama gündeme gelen yine sahipsiz köpekler oldu.

Elbette ateş düştüğü yeri yakar, elbette sahipsiz hayvanların yarattığı bir endişe ortamı var ve bu sorun acilen çözüme kavuşturulmalı. Bütün bu gerçeklikleri göz ardı etmek mümkün değil. Ancak çözüm ‘tüm sokak köpeklerini öldürün!’ içeriği kadar basit de değil, çünkü bu cümle bir çözüm cümlesi değil.

Bu konuda en sağduyulu yaklaşımı Bursa Veteriner Hekimler Odası Yönetim Kurulu Başkanı Melike Baysal’ın sergilediğini söylesem sanırım bana herkes katılacaktır. Konuyla ilgili bir açıklama yayınlayan Baysal şöyle diyor;

“Sahipsiz hayvan popülasyonu giderek artmakta, bu konuda gerçekçi adımlar ise hala atılmamaktadır!”

Açıklamanın ilk cümlesi dahi konuşulmayı, tartışılmayı, açılımı hak ediyor aslında.

“5199 sayılı kanun, yerel yönetimlere büyük sorumluluk yüklüyor, ancak bu sorumluluk yerine getirilmiyor. Örneğin; Büyükşehir Belediyeleri, il belediyeleri ve nüfusu 75 bini aşan belediyeler 31 Aralık 2022, diğer belediyeler ise 31 Aralık 2024 tarihine kadar hayvan bakımevlerini kurmakla yükümlü oldukları halde, hala bakımevi olmayanlar çoğunlukta!” diyerek kanunla vurgulanmış bir sorumluluğun yerine getirilmemesine dikkat çekiyor Baysal.

Şehrimizde 6 belediyenin Veteriner İşleri Müdürlüğü var. Bursa Büyükşehir Belediyesi de bu belediyelerden biri. Ancak şöyle bir parantez açmak lazım, Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin kendisine ait bir hayvan bakımevi yok! Veteriner İşleri Müdürlüğü kanalıyla, özellikle kısırlaştırma operasyonları için destek sağlanıyor, fakat hayvanların istirahat dönemini geçirecekleri bir alan olmadığından bu konuda sıkıntı büyük.

Konuyla ilgili gerekli denetimleri İçişleri Bakanlığı’nın yapması gerektiğini, ancak henüz böyle bir denetimle karşılaşmadığımızı da belirtmek yararlı.

Burada Nilüfer, Osmangazi, Yıldırım ve Kestel belediyelerinin taşın altına ellerini koyduklarını söylemeden geçmeyelim. Gürsu, Orhaneli, Harmancık gibi merkeze uzak belediyeler ise Büyükşehir Belediyesi Veteriner İşleri Müdürlüğü’nden destek alıyorlar kısırlaştırmalar konusunda. Ama dedim ya, kısırlaştırma sonrasında bir dinlenme alanı mevcut olmadığından sorun büyük…

Kısırlaştırmalar demişken, çözümün buradan geçtiğinin altını da çizmek lazım. Çözüm kısırlaştırma, aşılama, çiple takip ve rehabilitasyon merkezlerinin varlığı dörtlemesinde, ama şehrimizde henüz bu dörtlüyü bir araya tam olarak getirebilmiş değiliz.

Kısırlaştırmalar konusunda hayvan bakımevleri olan belediyelerin dışında gönüllü kuruluşların da büyük çaba sarf ettiğinin altını çizelim.

Yetiyor mu?

Hayır!

Ciddi bir bütçe ve emek isteyen bir konudan bahsediyoruz. Şimdilik ülke gündemi önümüzdeki seçimlere kilitlendiğinden ve tüm bütçeler seçime yönelik planlandığından, konunun yine günlük nefret söylemleri ile geçiştirileceği kanaatindeyim.

Olması gereken sahipsiz hayvanların sokaklardan alınıp kısırlaştırılıp, çiplenip, aşılanıp gerekli tedaviyi gördükten sonra eğer saldırganlık emareleri göstermiyorsa alındığı bölgeye bırakılması, saldırganlık emareleri gösteriyorsa rehabilite edilmesidir.

Olabiliyor mu?

Anlattığım gibi kısırlaştırma meselesi kör topal ilerlemeye çalışıyor. Çiplenme işine gelince; ev hayvanlarına bile yeterli çip bulunamadığını, yaklaşık 6 milyon ev hayvanından verilen beyannamelerle birlikte sadece 2 milyon 100 bininin çipleneceğini düşünürsek, sahipsiz hayvanların çiple takibinin başka baharlara kaldığını söyleyebiliriz herhalde.

Hayvanların rehabilitasyona tabi tutulmaları ise hiç mümkün değil, çünkü yeterli alan zaten mevcut değil.

Burada en önemli konulardan birinin de Veteriner İşleri Müdürlüğü’nde çalışan personelin eğitimi. Zira hayvan severlerin sıklıkla gündeme taşıdığı hayvan barınaklarındaki trajedilerin nedeni bence personel eğitimsizliği. Bir de buraların, kamu personelinin bir tür sürgün yeri gibi değerlendirilmesi konusu var. İşin en talihsiz boyutlarından biri de bu.

Neden barınaklarda hayvan severler istihdam edilmez ki?

Tüm şehirde aynı anda tüm saydığım çözümlerin gerçekleştirilmesi mümkün değil elbette. Hayalciliğin anlamı yok. Fakat öncelikli olarak, Bursa Büyükşehir Belediyesi kendisine yakışır bir hayvan bakımevini hızla işler hale getirebilir. Ardından belediyeler ve gönüllülerin kurdukları hayvan bakımevlerinin imkanları bir araya getirilerek, şikayet alan bölgelerden başlanmak suretiyle hızlı bir kısırlaştırma ve rehabilitasyon çalışmasına girilebilir.

Çözüme yönelik küçük de olsa bir adımdır. Adımlar atılarak yollar yürünür…

Taban’ın son hizmeti alkışa değer

Taban’ın son hizmeti alkışa değer

Yerel yönetimlerin son zamanlarda hizmet ağlarında öne çıkan detaylardan biri de sosyal belediyecilik yönleri.

Bu noktada Bursa özelinde dikkat çeken çalışmalardan birini de Alper Taban’ın başkanı olduğu İnegöl Belediyesi yapıyor.

Taban’ın teknolojiyi en iyi kullanan belediye başkanı olduğunu daha önce defalarca kaleme almıştık.

Bu Taban’ın başarısı.

Yine son başlattığı hizmet de Taban’ı sosyal belediyecilikte farklı bir açıdan birkaç adım öne çıkarmış durumda.

Bu da oldukça anlamlı bir hizmet…

Yapılan hizmet şu:

Haftanın belirli günlerinde İnegöl merkezden Bursa’daki hastanelere servis.

Bursa’nın üç değişik bölgesine yapılan bu hizmetin tek şartı var.

O da kronik hasta olması.

Bu minvalde şehrin doğu yakasında bulunan Yüksek İhtisas Hastanesi, yine merkez diye tabir ettiğimiz Ali Osman Sönmez Onkoloji Hastanesi ve şehrin batısı olarak tarif ettiğimiz Bursa Şehir Hastanesi ve Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne haftanın belirli günlerinde İnegöl Belediyesi servis kaldıracak.

Özellikle ulaşımın her geçen gün zorlaştığı bu ortamda yapılan hizmet hastaların aile bütçesine ciddi katkı sağlayacak, diye düşünüyorum.

Yine hastaların o araçtan bu araca binip hastaneye yorgun argın gidip dönmelerine de engel olmuş olacak.

Bu da gerçekten vatandaş açısından baktığımızda önemli bir hizmet…

Bu noktada emeği geçen Alper Taban ve ekibini ayrıca tebrik ediyorum.

Bu hizmetten faydalanmak isteyenler İnegöl Belediyesi’ne başvurabilir.

Onu da biz buradan hatırlatmış olalım.

DÜNDAR’DAN MAHALLE MUHTARLARINA ZİYARET

Bursa merkezde yapmış olduğu başarılı hizmetlerle son 3 döneme damgasını vuran Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar’ın yapmış olduğu çalışmaları zaman zaman yerinde takip etme fırsatını bulanlardanız. Bunun yanı sıra bir de Dündar’ın ahde vefası var ki gerçekten takdire şayan.

O vefanın gereği olarak zaman zaman mahallelerdeki yaşlıları, zaman zaman da mahalle muhtarlarını ziyaret ediyor.

Bu minvalde Dündar, bizim de yaşadığımız mahallede bazı ziyaretlerde bulundu.

Bizler de o ziyaretlerde kendisine eşlik etme fırsatını yakaladık.

Dündar, önceki gün Alipaşa Mahallesi’nde Ulucami’nin emektar emekli din görevlisi Hacı  İsmail Arslan’ı ve eşini ziyaret etti.

Onların elini öperek hayır duasını alan Dündar, ardından Alipaşa Mahallesi Muhtarı Ali Bodur’u ziyaret etti.

Mahalle muhtarından bilgi alan Dündar, “Alipaşa Mahallesi bizim gözbebeğimiz” dedi.

Muhtar Bodur da Başkan Dündar’a şu ana kadar yapmış olduğu hizmetlerden dolayı teşekkür etti.

Borsa İstanbul’daki panik havası dağılacak mı?

Borsa İstanbul’daki panik havası dağılacak mı?

Piyasaların iki ana gündemi var.

Borsa İstanbul’daki düşüş furyası… Ve Amerikan Merkez Bankası Fed’in faiz kararı.

Biri beklenmedik diğeri ise beklentiler doğrultusundaki gelişmeler aslında.

Beklenmedik olan hisse senetlerindeki soluksuz düşüş trendi!

Dün itibarıyla BİST-100 Endeksi, düşüş serisini 8. işlem gününe taşıdı. Tam 8 işlem günü endeksin düştüğüne şahit olduk. Ama dün satışların hız kazandığı görüldü.

Ve BİST 100, son işlem saatine girildiğinde yüzde 5’i aşan değer kaybına uğrayınca devre kesici çalıştı!

Endeks, kapanışa doğru 4 bin 700 puan civarına yerleşirken 11 – 12 Ocak tarihlerinde görülen dip seviyelere geri dönmüş oldu.

Geçen hafta direnen bankacılık hisselerinin bu kez bu direnci gösterememesi BİST-100’ü aşağıya iten en önemli faktör oldu dün.

Bankalardaki günlük düşüş yüzde 7’ye ulaştı. Ve yılbaşından bu yana yüzde 19’luk kayıp gerçekleşti böylece bankacılık endeksinde!

Ama geçen haftaya damgasını vuran diğer lokomotif hisselerin de genel kayıp trendine uyduklarını unutmamak lazım.

Yine de tuhaf olan durum banka bilançolarının beklentilerin üzerinde gelmesine rağmen sektörde sert satışlar görülmesi oldu.

Geçen hafta KKM’yi cazip hale getirmek için mevduat faizlerini yukarı itecek karar bile böyle bir satışa yol açmamıştı çünkü

Ve üstelik dün sınai ve hizmet sektörlerinde ancak  yüzde 4 bandında bir düşüş kaydedilirken bankaların durumu tam anlamıyla kafa karıştırıcıydı.

Son iki haftaya damgasını vuran düşüş trendinde somut bir nedensellik bulmak zor aslında. KKM düzenlemesi çok hafif bir faktördü mesela.

Seçim sathına girilmesiyle oluşan belirsizlik de fiyatlanıyor elbette! Ama sert hareketleri gerektirecek bir siyasi gelişme de yok.

Şaşırtıcı bir anket de yok aynı zamanda. Zaten çok erken bu anlamda.

Ve hızlı koşulan geçen ardından bir düzeltme beklenmesine rağmen yaşananlar bunun da ötesine geçti!

Açıkçası panik satışların öne çıktığını söylemek mümkün. Çünkü somut nedenlere dayanmıyor satış trendi.

Mesela hisse fonlarında yoğun satış var. Riski yönetme konusunda aşırı titiz davranan fon yöneticileri, kurumsal yatırımcıları bile ürküttü.

Yani gereksiz bir panik atmosferi var. Ve bundan da faydalanan spekülatif işlemler söz konusu. Ancak unutmayalım ki spekülasyon borsalar için doğal kabul edilen bir kavramdır.

Önemli olan manipülasyon olmamasıdır!

Dolayısıyla düzeltme hareketinin bir süre sonra yerini tepki alımlarına bırakması kuvvetle muhtemel. Yani paniğe çok fazla bir neden yok.

Ve seçim belirsizliği aşıldıkça da istikrarlı bir çıkış ihtimali hala mevcut. Dolayısıyla uzun vadeli düşünüp şu andaki atmosferi alım için kullanmak da mümkün!

Yani iyimser olmak için nedenler var.

ABD piyasaları buna güzel bir örnek oluşturdu dün. Fed 25 baz puan faiz artırırken başkan Jerome Powell, nispeten şahin mesajlar verdi.

Enflasyonla mücadelenin sert biçimde sürebileceğini söylemesine rağmen borsalar uzun vadedeki pozitif tarafından bakıp gelişmeleri olumlu fiyatladı!

Dolar endeksi düştü altınsa yükseldi bu tepki ile beraber.

Amerika’daki bu yatırım iştahının aynı oranda olmasa da bize de uğraması mümkün.

Satışa geldin İznik!

Satışa geldin İznik!

Son dönemlerde kamu kurumlarının ve belediyelerin boşalan kasalarını doldurmak için mal varlıklarını elden çıkarmaya başladıklarını, işleri ancak böyle döndürebildiklerini daha önce de yazmıştım.

Bu kez benzeri bir çıkış İYİ Parti İznik İlçe Başkanı Mustafa Küçük’ten yükseldi.

Sosyal medya hesabından; “SATIŞA GELDİN! EY İZNİK HALKIM, UYAN!” başlıklı bir yazı paylaşan Küçük, İznik’teki satış hikayesini anlatırken, Bülent Arınç’ın meşhur ettiği “Parsel parsel” sözünü kullanmayı da ihmal etmedi.

Gelelim satışın hikayesine;

İznik Belediyesi 2022 yılı Temmuz ayında ihale yoluyla satmaya çalıştığı taşınmazlara alıcı bulamayınca 2022 Ekim ayında bir kez daha satış için ihale açtı. Satış yine gerçekleşmedi. Bu kez 8 Şubat 2023 tarihi için bir kez daha aynı taşınmazlar için ihale yolu ile satış kararı alındı.

Burada satışa itirazın dışında daha önemli bir noktaya itiraz ediliyor aslında; taşınmazların değerinin 2022 Temmuz ayından bu yana artan gayrimenkul fiyatları göz önüne alınmadan, tahmini satış bedellerinin sürekli düşürülüyor olması asıl mesele.

Bir diğer husus da göreve gelmeden önce, seçim sürecinde; “Bir karış toprak satmayacağız” sloganı ile yola çıkan İznik Belediye Başkanı Kağan Usta’nın bu satışların başındaki belediye başkanı olması.

İYİ Parti ekibi satışların neden gerçekleştirildiğini defalarca sormuş, ancak bir gerekçe, bir açıklama bildirilmemiş kendilerine. Sonunda konuyla ilgili verdikleri soru önergesinin yanıtını bugün aldılar. İYİ Parti İznik İlçe Başkanı Mustafa Küçük ile görüştüğümde belge eline yeni geçmişti.

Verilen yanıtta şöyle diyor;

İznik Belediyesi bugüne kadar toplam 7 adet taşınmazın satışını gerçekleştirmiş. 78 bin 239,47 metrekare yer satılmış. Karşılığında ise 20 milyon 22 bin 950 TL. gelir elde edilmiş.

Bu satışlardan elde edilen paranın kamulaştırma bedellerine harcandığı belirtiliyor Belediye tarafından.

İYİ Parti İznik teşkilatının bu meselenin üzerine gideceğini ve daha başka sorularla konuyu aydınlatmaya çalışacağını söyleyebilirim, çünkü kamulaştırma bedellerinin hangi kurum tarafından karşılandığının açıklanması gerekiyor.

Dikkat çekmek istediğim bir husus da en başından bu yana özellikle yeri ile ilgili eleştirilerimin yoğun olduğu İznik Göçebe Oyunları ile ilgili.

İYİ Parti İznik Belediye Meclis Üyelerinin verdiği soru önergesinde; ‘Göçebe Oyunlarına İznik Belediyesi’nin kasasından ne kadar para harcandı?’ sorusunun yanıtı aranmış.

Yapılan açıklama şu şekilde;

İznik Belediyesi Göçebe Oyunları için kasasından 1 milyon 556 bin 452 TL. 32 Krş. harcama yapmıştır.

Karşılığında İznik ne kazanmış?

Kalabalık sayesinde birkaç esnafımız biraz fazla ekmek ve ayran sattı hepsi o!” diye özetliyor durumu Mustafa Küçük.

Sanırım İznik gerçekten de satışa gelmiş…

TEMA VE ULUDAĞ ALAN BAŞKANLIĞI

Uludağ Alan Başkanlığı oluşturuldu. Artık bu durumu değiştirme gücümüz yok, ancak eleştirme hakkımız baki.

Hatta konuyla ilgili Akademik Odaların zaman zaman sosyal medyaya yansıyan tartışmalarını da keyifle takip ediyorum ki, atladığım bir nokta kalmasın.

Hükümetimizin tüm icraatlarında olduğu gibi, halis niyetlerle yürüneceğine ilişkin sözler verilen, iyi niyet mektupları içeren, güzel başlıklar, süslü içeriklerle kuvvetlendirilen bu icraatında da sonuca bakmak ve sonun nereye varacağını daha önceki örneklerden yola çıkarak tahmin etmek bence daha doğru bir ilerleme.

Tam da bu nedenle TEMA’nın, ‘Uludağ Neden Milli Park Olarak Kalmalı?’ başlıklı içeriğini sizinle paylaşmak istedim.

Öncelikle belirtelim ki, TEMA Uludağ gibi bir değerin şimdiye kadar hak ettiği biçimde yönetilmediğinin farkında. Bölgenin Milli Park ilan edilmiş olmasına rağmen, ancak bu kadar korunabildiğine yönelik bir atıfla başlıyor içerik.

Sonrasında dikkat çekilen üç husus birbiriyle doğrudan bağlantılı.

‘1-Alan başkanlığı yetkisine geçen bölgenin tamamı milli park ve aynı zamanda hem 1. derece hem de 2. derece doğal sit alanıdır.

2-Alan sınırı içinde yer alan, oteller bölgesi olarak anılan bölgede yapılaşmanın artması ve doğal sit alanlarının tahrip olması tehlikesi vardır.

3-Turizm yoğunluğunun artması sebebiyle meydana gelen insan kaynaklı olumsuz etkiler, ilan edilen alan üzerinde sınırlı kalmayacak, tüm milli park sınırları içindeki ekosistem değerlerini de tehdit edecektir.’

Hemen tek bir cümle ile özetleyelim; Uludağ’daki birinci ve ikinci derece doğal sit alanları üzerine kurulan Alan Başkanlığı, yapılaşmanın artmasını kolaylaştırmak için kullanılacak, böylelikle Milli Park sınırları içindeki ekosistem yok olacaktır!

33’ü Uludağ, 138’i Türkiye endemiği olan ve toplam 1320 türe ev sahipliği yapan Uludağ Milli Park sınırı içinde bulunan yaklaşık 2000 hektarlık alanın korunmasına yönelik bir de rica paylaşmış TEMA;

“Bu süreçte Alan Başkanlığı tarafından doğal sit kararlarının kaldırılmamasını, aksine korunarak daha da geliştirilmesini ve taraf olduğumuz Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi gereği endemik türlerin korunmasını bekliyoruz”

Konunun takipçisi olmaya devam edeceğim…

AK Parti’de potansiyel aday adaylarına yeni isimler

AK Parti’de potansiyel aday adaylarına yeni isimler

Seçimin ayak sesleri geldikçe kulis kazanları iyiden iyiye kaynamaya başladı. Hatırlatmakta fayda var, yazılarımızı takip edenler daha önce bu köşeden AK Parti’den potansiyel aday adaylarını okumuştu.

Bundan sonra da yazmaya devam edeceğiz.

Ama öncesinde genel bir bilgi paylaşalım.

AK Parti’de ülke genelinde mevcut milletvekillerinin birçoğunun yenileneceği iddiası kulislerde ağırlık kazanmaya başladı.

Yenileme yapılırken geçmiş dönemlerde ağabeylik yapan bazı isimlerin de havuzda tekrar değerlendirileceğini paylaşmış olalım.

Bu değişimden Bursa’dan kim ne kadar nasibini alacak, hep beraber göreceğiz.

Öte yandan AK Parti’de milletvekili aday adayı olabilecek isimler noktasında daha önceki yazdığımız isimlere ilave olarak bugün ilk yazacağımız isim iş dünyasının yakinen tanıdığı isimlerden biri MÜSİAD Bursa Şube önceki dönem başkanlarından Hasan Çepni.

MÜSİAD’ın Bursa’da kurumsal kimlik kazanmasında şu anki yere taşınmasında büyük emeği olan ve bu noktada önemli misyon üstlenen Çepni’nin ismi de adaylık kulislerinde fazlasıyla duymaya başladık.

Muhtemelen adaylık dosyası verecek bizim de çok sevdiğimiz isimlerden…

Bunun dışında merak ettiğimiz aday profillerinden biri de Muşlulardan kimin aday olacağı idi.  Daha önce birkaç isimden bahsetmiştik.

Yine bu noktada kulağımıza gelen bir başka isim Mudanya Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Gıyasettin Bingöl.

Muşlu olan Bingöl’ün eğitim alanında yapmış olduğu çalışmalar dikkat çekiyor.

Daha önce de aday adaylığı olan son dakikada listeye giremeyen isimlerden biri olan Bingöl’ün bu dönemde aday adayı olacağı iddia ediliyor.

Bingöl, aday gösterilirse Muş’tan mı yoksa Bursa’dan mı gösterilir?

Orası da ayrı bir soru işareti…

Konu Muş’tan açılmış iken, yeni kurulan çiçeği burnunda diye tabir edeceğimiz SİAD’lardan biri olan MUŞSİAD’ın başkanı Ayhan Durgun’un da  aday adayı olacağını ve AK Parti’ye dosya vereceğini söyleyenlerin sayısı da oldukça fazla.

Bunların dışında bir de aday olmayacak isimler var.

O isimlerden biri de zaman zaman kulislerde ismi aday olacak şeklinde çıkan AK Parti Bursa İl Yöneticisi Bursa Hayat Hastanesi Başhekimi Dr. Fatih Özkul’un aday olmayacağını bizzat kendisinden öğrendik.

Bu köşeden şunu ifade edelim. Bursa’da herkesin sevdiği muhtarlarda da karşılığı olan bir bürokratın adaylığı olursa da şaşırmamak gerekir!..

O isim şimdilik biz de saklı…

Bunun dışında aday adaylığı havuzuna her gün birçok isim fısıldansa da bizler gerçekten adaylık potansiyeli olan isimleri kaleme alıyoruz ve almaya da devam edeceğiz.

Bakalım takvim başlayınca kimler yola çıkacak?

Bunun dışında yola çıkmayıp da son dakikada AK Parti Genel Merkezi’nden dosyanı hazırla denilecek, kısaca bu dönem piyango vuracak isim olacak mı?

Onu da ilerleyen süreçte hep beraber göreceğiz…

Başta ana muhalefet partisi CHP olmak üzere, İYİ Parti ve DEVA’da kimler aday adayı olacak?

Daha önceki yazdığımız isimlere yeni ilaveler olacak mı?

Onları da süreçle beraber kaleme almaya devam edeceğiz.