İmkansızlıklarla boğuşan çocuklar

İmkansızlıklarla boğuşan çocuklar

Hayli bir zaman oldu, down sendromlu çocukların annelerinin anneler gününü kutlamak için hazırlanan bir videonun editöryal çalışmasını yapmıştım.

Orada beni en çok etkileyen, bir annenin;

Herkes evladından önce ölmeyi, evladının acısını yaşamamayı ister. Ben, evladımın benden önce ölmesini isteyen bir anneyim” sözleri olmuştu.

Gözleri yaşlarla dolu halde, kendisinden sonra evladının yaşamını sürdürmesinin zorluklarının bilincinde bir annenin dudaklarından dökülen bu sözleri yıllar içinde aynı duyguları paylaşan pek çok anneden duydum defalarca.

Hafta başında Mina Otizmle Yaşam Derneği’nin düzenlediği toplantıya katıldığımda da benzer duygular hakimdi salonda.

Yine de mini mini bir umudun filizlendiğini söylemek mümkün.

Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu tarafından finanse edilen, Engelsiz ve Mutlu Yaşam Derneği, Tohum Otizm Vakfı, Türkiye Spina Bifida Derneği ve Türkiye Down Sendromu Derneği ortaklığındaki ‘Engelli Çocuk Hakları Ağı’nın Güçlendirilmesi Projesi kapsamında, 15 ECHA üyesi sivil toplum örgütüne, kolaylaştırıcılık eğitimi ve 120 engelli çocuğa da özsavunuculuk atölyeleri eğitimi verilecek.

Projeye katılan Mina Otizmle Yaşam Derneği kolaylaştırıcılığında ilk Özsavunuculuk Atölyesi Ekim ayında Bursa’da başlatıldı. Toplam 12 atölyeden oluşan bu projeye şu anda sekiz otizmli genç katılıyor.

Hayli kalabalık, süslü cümleler kurduğumun farkındayım, ama projenin adını doğru biçimde telaffuz etmek önemli diye düşünüyorum.

Yukarıda pek çok dernek adının ve teknik terimlerin sıralanmasından oluşan cümlenin özeti ise şöyle;

Annelerin en çok korktukları ‘Ben öldükten sonra çocuğuma ne olacak, ona kim bakacak?!’ sorununun bir ölçüde çözümü için atılan küçük, ama etkili bir adımdan bahsediyoruz.

Şöyle ki; bir biçimde çalışma hayatının içinde olabilen bireyin himaye edilmesi haliyle daha kolay olacağından, endişeler büyük ölçüde ortadan kalkacaktır. Verilen atölye çalışmalarında iş hayatına katılıma yatkın olan gençler, içinde bulundukları zorlu maça bir sıfır önde başlayacaklardır.

Biz Mina Otizm Vakfı’nın projeye katılan 8 üyesi ile tanıştık. Hepsi de nevi şahsına münhasır pırıl pırıl gençler. İçlerinde gelecek hayali olarak simit satmak isteyen de var, anne babasının ömrünü uzatmanın formülünü bulmak isteyen de. Anlayacağınız zihinler kirlenmemiş olunca hayal dünyasının önü açık, skala geniş.

Toplantının en önemli kazanımı ise yine çocukların kendilerini ortaya koyma becerileri sayesinde gelişti.

Bir gencimiz “Ben önceden bilgisayarlı ofiste çalıştım. Artık çalışmıyorum, ama yine çalışacağım…” diyerek kendisiyle ilgili bilgi verince, asıl sorun da ortaya çıkmış oldu.

Engelli erkek çocukları çalışma hayatına başladıkları anda SGK sistemine girmiş oluyorlar ve sonrasında da birey olarak kabul ediliyorlar. Oysa bu gençlerin çalışma hayatlarını ne kadar sürdürebilecekleri, bir kez çalışmaya başladıktan ve bıraktıktan sonra çalışma hayatına yeniden dönüp dönemeyecekleri tam bir muamma

Burada sorun şu noktada ortaya çıkıyor; devletin normal birey olarak kabul ettiği erkek çocuğu çalışma hayatına bir kez dahil olup SGK sistemine girdikten sonra artık çalışmıyor da olsa babasının emekli maaşını alma hakkını kaybediyor.

Oysa bu bireyler normal vatandaş olarak nitelendirilemez, onlar engelli ve engelleri özellikle sosyalleşmek konusunda onları son derece zorluyor ve böylece engelli bireylerin çalışma hayatına katılması noktasında aileler de çekinceli davranıyorlar, çünkü endişeleri var.

Katıldığımız toplantıda Kent Konseyi Başkanı Şevket Orhan da vardı. Mevzu tüm ayrıntıları ile kendisine anlatıldı. Orhan bir rapor istedi velilerden ve gerekli tüm bakanlıklara bu raporu sunacağına dair söz verdi.

Bir gelişme olur mu?

Umarım olur.

Zira biliyoruz ki, her yıl bir önceki yıldan daha fazla engelli çocuk geliyor dünyaya. Biz bu çocukların eğitimi için öylesine az destek veren bir ülkeyiz ki, tarifi imkansız. Bu çocukların bakımı için öylesine az destek veren bir ülkeyiz ki, tarifi imkansız, bu çocukların ailelerine öylesine az destek verebilen bir ülkeyiz ki, tarifi imkansız.

İmkansızlıklar içinde var olmaya çalışan çocuklarımız onlar bizim.

Bir imkanları olsa ne güzel olur…

NOT: Engelli işe alımlarında daha çok fiziksel engelli ve engel oranı düşük bireyler tercih ediliyor. Şehrimizde bu algıyı kıran Eker Süt 5 yıldır bünyesinde 12 otistik çocuğu istihdam ederek güzel bir örnek oluşturuyor. Almira Otelin bünyesinde de bir otistik çocuğumuz çalışıyor hali hazırda.

Kutluyorum.

Eker Süt’ün konuyla ilgili çalışmalarından yola çıkarak otistik çalışanlara kucak açmaya hazırlanan Algida, Myfren, Golf Dondurma ve Orhan Holding’e bağlı Nobel Otomotiv’e de başarılar dilerim.

 

Altın hangi sinyalleri veriyor?

Altın hangi sinyalleri veriyor?

Piyasalarımız huzurlu bir haftayı geride bıraktı.

Borsa İstanbul alıştığımız ve de sürekli öngördüğümüz üzere yine tarihi zirvelerde gezdi.

Rekorlar kırıldı. Ve haftanın kapanışı da BİST 100 endeksinde 4 bin 874 puanla yine tarihi rekor seviye olarak kayıtlara geçti!

Genel trend de olağanüstü bir gelişme olmadığı taktirde yeni rekorların mümkün olduğunu söylüyor borsa yatırımcılarına.

Doların ise biraz dalgalanmakla birlikte haftalık bazda sadece 3 kuruş yükseldiğine şahit olduk. Kurun 18,60 – 18,63 TL gibi dar bantta hareketi dolara olan ilginin canlanmasını sağlamaktan uzak kalmış görünüyor!

Artık dövizde güçlü bir hareketin kısa vadede gündemde olmadığına dair bir kanıksama havası oluşmaya başladı. Ancak, geçmiş dönem hatıraları yatırımcıyı yine de dikkatli olmaya itmekte.

Piyasalarda yön konusunda borsa ve dolar oldukça net görüntü verirken akıbeti konusunda ser ve sır vermeyen altının olası yönü ciddi bir merak kaynağı haline gelmiş durumda!

Ons fiyatın kararsız seyri açıkçası kafaları karıştırmış görünüyor. Dolar/TL’nin sakin seyri iç piyasada yeni rekor denemeleri yapan gram altının kaderini ağırlıkla onsun belirleyeceğini söylüyor bizlere.

Peki ons fiyat nereye gidebilir?

Klasik arz talep dengesi yaklaşımı fiyatları belirlemekten uzak artık. Pek çok jeopolitik risk de fiyatlanmış durumda.

Bu çerçevede altının ana belirleyicisi olarak ABD’nin para politikası karşımıza çıkmakta!

Yani Fed’in attığı faiz adımları bir yandan doların küresel değerini belirleyerek onsa yön vermekte. Diğer yandan da ABD tahvil fiyatları yoluyla yatırım iştahının altına yöneltip yönelmeyeceğini göstermekte.

Söz konusu olan bu kriterlerin teknik bazda hangi trendleri önceleyeceğine bakalım şimdi de!

Fed tutanaklarının doları kısmen aşağıya itmesi ons altında önce bin 800 ardından da bin 830 doları gündeme taşıyabilir.

Nasıl mı?

Amerikan tahvil faizlerinin yüzde 3,85’in altına düşme eğilimi de alternatif yatırım aracı olarak onsa destek veren bir zemin oluşturuyor

Dolar endeksinin 107 seviyesinin altında kalması önemli bir unsur. Endeks bu hafta test ettiği 105’in altına sarkma olursa ons daha da yukarı ivme kazanır!

Yani bu haftaki hareket alanı olan bin 725 – bin 760 dolar bandının yukarı yönlü kırılması ihtimali kısa vadeli geri çekilmelere rağmen güçlü bir olasılık.

Teknik analizde 104,5 civarı bir dolar endeksi ve yüzde 3,50 civarı tahvil faizi ons altını bin 800 dolara doğru itme potansiyeli taşımakta.

Ancak öyle hemen gerçekleşecek opsiyonlar olmadığını da belirtmekte fayda var!

Çünkü dolarda tepki alımlarının gündeme gelmesi zor değil.

Bu bağlamda onsun yeniden bin 700 – bin 725 dolar bandına inmesi mümkün. Bu süreç de altın yatırımcısı için güzel bir alım fırsatı oluşturabilir.

Kısacası ons bin 700’e doğru inerken alım fırsatı bin 800 aşıldığında ise kar satışı fırsatı doğacaktır.

Gram altının da bu çerçevede kısa vadede bin 38 TL ile bin 82 TL aralığında dalgalanma opsiyonu ortaya çıkmakta.

Türk bilim adamları SMA için harekete geçmeli 

Türk bilim adamları SMA için harekete geçmeli 

Özellikle sağlık açısından değerlendirdiğimizde, gündemde ilk sırada yer alan konuların başında kamu hastanelerinde yaşanan randevu sıkıntısı bulunuyor.

O randevu meselesi bir şekilde çözülüyor.

Zaman zaman araya aracılar giriyor, zaman zaman doktor sizi randevu almadan muayene edebiliyor.

Ama çözülmesi zor konulardan biri, adını çok sık duymaya başladığımız, çoğunlukla bebeklerde görülen kas hastalığı SMA

Spinal Müsküler Atrofi adıyla bilinen ve kısa adı SMA olan hastalıkla ilgili haberleri fazlasıyla görmeye başladık.

Tedavisi var.

Amma velakin çok pahalı.

İşte bu noktada aileler valilik onaylı yardım kampanyaları düzenliyor.

Düzenledikleri kampanyalar da pek sonuca ulaşamıyor. Sonrasında yüreğimiz yanıyor.

Bilmeyenlere hatırlatalım:

SMA’nın tedavisi için kullanılacak ilacın fiyatı 2 milyon 125 bin dolar.

Bu ilaç Novartis firması tarafından üretiliyor.

Tek seferlik gen tedavisi için üretilen bu ilaçla SMA hastalığında sonuca ulaşmak mümkün.

Ama ekonomik şartlardan dolayı ilaca ulaşmak pek mümkün değil.

İşte bu noktada…

Ülkemizde yaklaşık 2 bin SMA hastası var.

Tedavi için gereken rakam 4 milyar 250 milyon dolar…

Bir de olayın geri ödeme kısmı var:

O konuyla ilgili olarak da önceki gün Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, Bilim Kurulu’nun SMA hastaları için etkisini göstermiş ikinci bir ilacın kullanımını önerdiğini belirterek, bir açıklama yaptı.

İşte o açıklama:

Bu ilacın kullanıma alınması için işlemleri başlattık. SMA konusu kesinlikle bir ödeme sorunu değildir. Binden fazla SMA hastamız var ve tedavilerini etkinliğini ispat etmiş ilaçla masraflarının tamamını devletimiz karşılayacak şekilde kullanıyoruz. Bunun mali bir konu olmadığı şu örnekle izah edilebilir: Türkiye’de toplam 250 hasta için başka iki nadir hastalıkta kullanılan, sadece iki enzim türü için yıllık SMA hastaları için ödenen toplam miktarın iki katı ödeme yapıyoruz. 60 milyon avro SMA için, 120 milyon avro iki enzim için ödüyoruz. 250 hasta için. Sorun nerede? Zolgensma isimli gen tedavisinin ödeme kapsamında olmaması. Bahse konu tedavinin etkinliğini SMA Bilim Kurulumuz değerlendiriyor. Bu bilim kurulu fakültelerimiz ve sahada özellikle hastaları tedavi eden hocalarımızdan oluşan bir bilim kurulu. Bakanlık karar vermiyor. SMA Bilim Kurulumuz, SMA hastası çocuklarımızın tedavisini üstlenen bilim insanlarından oluşuyor.”

Şimdi bu açıklamadan ortaya çıkan sonuç bazı hastalara Novartis’in ilacının yaramadığı ya da tavsiye edilmediği.

Sevindirici tarafı alternatif bir ulaca daha ulaşılması.

Ama daha önce çalıştığımız kurumda yazdığımız gibi konuyla ilgili olarak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan talimat verse, bilim adamlarımız SMA hastaları için ilaç üretimi için çalışmalara başlasa nasıl olur?

Böyle bir çalışma sonucunda ortaya çıkacak başarı tüm bebeklerimizi kurtarmaya yeter.

Hem paramız kasamızda kalır.

Hem de dünya çocuklarına hediye etmiş oluruz.

Öneri bizden, değerlendirmek Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’dan…

Şiddetin çözümü kadınlarda

Şiddetin çözümü kadınlarda

Bir kadın gazeteci olarak 25 Kasım’da, benim için çok daha büyük anlamları da olan, ancak tüm dünyanın ‘kadına karşı şiddetle uluslararası mücadele günü’ olarak bildiği bugünde, kadına ve şiddete yönelik birkaç satır yazmasam olmazdı elbette.

Konuyla ilgili bugün pek çok basın açıklaması yapılıyor ve haliyle kadına yönelik şiddet tüm bakış açılarında kınanıyor.

Bu mevzu da öğretmenler günü kutlaması gibi bir günlük hareketliliğin ardından bir yıl rafa kaldırılan işlerden biri aslında.

Önemli olan konunun içe sindirilmesi, toplumda kabul görmesi…

O da şu anda mümkün mü?

Açıp birkaç haber sitesi dolaşın, birkaç bülten izleyin ve ne kadar çok şiddet bilgisi ile karşı karşıya olduğunuzu görün, sonrasında imkansızın peşinde koştuğumuz konusunda bana hak vereceksiniz.

Hatta anladığım kadarıyla bir görüş, ‘kadına karşı şiddete yönelik açıklamalar yapıldıkça konu sürekli gündemde kalıp daha sıcak hale geliyor’ fikrine sahip olmaya dahi başlamış.

Aynı bakış açısını çocuk taciz ve tecavüzlerinde, intihar vakalarında da görmüştük.

Peki üstü örtülen meselelerin ortadan kalkması sağlanıyor mu? Sağlandı mı?

Elbette ki, hayır!

İnsanları sessiz sedasız bir köşede kaderleri ile baş başa bırakmış olduk sadece.

O halde şimdi aynı tecrübeyi kadınlara da yaşatmaya mı geldi?

Uzmanlar;

Tüm dünyada toplumsal cinsiyet ilişkilerinin uzlaşmaya değil, keskinleşmeye gittiği bir dönemden geçiyoruz ve bir “erkeklik krizi” ile birlikte “Eril restorasyon” sürecine girildiğini deneyimliyoruz. Yeni sağ popülist otoriter iktidarlar “Aile Dostu Gruplar” oluşturuyorlar ve bu bir tesadüf değil.

Tarihsel süreç içinde var olan erkek egemen ayrımcı üstünlüğü beslemek için, ataerkilliği dayatmak için hem daha fazla şiddete başvuruyorlar hem de devlet ideolojik aygıtlarını harekete geçiriyor.

Geleneksel şiddet kalıpları değişiyor. Kadına yönelik şiddet sadece aile içinden ve yakın çevreden gelmiyor artık. Erkekler hiç tanımadığı kadınlara, LGBTİ bireylere sokakta kıyafetini beğenmediği için tokat atabiliyor, saldırabiliyor. Şiddet “Erkeklik kriz” ile birlikte çok geniş bir zemin buluyor. “Hakkı yenilmiş”, “hak ettiğini alamayan mağdur” erkekler var. Bu “mağdur grup” şiddeti olağan bir yönteme dönüştürdü. Sadece fiziksel şiddet biçimlerinin yönü ve biçimi değişmedi toplumsal olarak da psikolojik şiddetin uygulandığı bir süreç inşa ediliyor.’ diyerek tanımlıyorlar içinde bulunduğumuz sürecin anlam veremediğimiz yönlerini.

Sürecin bu biçimde işlemesinin bize sunduğu sonuçlar da var elbette.

Hem de çok acı sonuçlar…

Birleşmiş Milletler’in raporuna göre geçtiğimiz yıl dünyada bir saatte 5’den fazla kadın veya kız çocuğu yakınları tarafından öldürülüyor. Bu 2021 yılı için 81 bin kadın cinayeti demek.

Yine aynı rapor bize birçok kadın ve kız çocuğunun evlerinde güvende olmadıklarını söylüyor.

Konuyla ilgili DEVA Partisi’nde yaptığımız sohbet sırasında söylediğimi yinelemek istiyorum;

Şiddeti önlemede en büyük etken biz kadınlarız, önce biz bu konuda eğiteceğiz kendimizi, biz vereceğiz mücadelemizi, biz isteyeceğiz verilmeyen haklarımızı, biz talep edeceğiz bize karşı kullanılan dilin düzeltilmesini, biz değiştireceğiz iş dünyasının erkek egemen kurallarını… Hasılı kelam kadını kadının kurdu olmaktan çıkarmakla başlayacak her şey

NOT: Şiddetin toplumdaki yansımalarından yoğun olarak bahsettiğim bir yazıda sokak hayvanlarına son günlerde uygulanan şiddet olaylarını yok sayamazdım elbette.

Bundan bir hafta kadar önce Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sözlerinin yeniden yanlış anlaşılmasından ve sokak hayvanlarına karşı şiddetin dozunun artmasından endişelendiğimi belirtmiştim.

Korktuğum başıma geldi ne yazık ki, barınakları büyütmek, koşullarını iyileştirmek yerine vahşeti tercih etti insanoğlu. Bu zulmün son bulmasını ve sokak hayvanları konusuna vicdanları kanatmayan bir çözüm bulunmasını talep ediyorum.

 

Sanayici dertlerine çare bulacak mı?

Sanayici dertlerine çare bulacak mı?

Reel ekonomi cephesinden ilginç sinyaller geliyor.

Özellikle imalat tarafında trend aşağı yönlü bir manzara çizmeye başladı.

Geleceğe dönük beklenti göstergeleri de pek pozitif bir manzara içermiyor!

Son verilerin ışığındaki analizimize imalat tarafındaki somut tablo ile başlayalım.

Ekonominin üretim tarafında yavaşlamanın fren izlerini artık rakamlarda net biçimde görebiliyoruz. Açıklanan son istatistiki veriler kasımda Türkiye’de imalat sanayinde kapasite kullanım oranının bir puan gerilediğini gösterdi!

Kapasite kullanımı yüzde 75,9’a geriledi.

Yani daha az çark devredeymiş kasımda ekim ayına göre…

Kasım ayı itibarıyla sanayicinin mevcut durum ve geleceğe dönük beklentilerini ifade eden ve reel kesim güven endeksindeki sert düşüş de dikkat çekti.

Endekste 2,4 puanlık gerileme kaydedildi. İnilen 97,9’lik seviye bu yılın en düşük düzeyi olarak karşımıza çıktı!

Kasımdaki verilerin detaylarına kısaca baktığımızda üretim tarafında özellikle dış ticaret anlamında yavaşlama kendini hissettiriyor.

Nitekim gelecek 3 aya dönük ihracat tarafındaki  beklentiler pek de iyimser değil.

İç talebin de eski formundan uzaklaştığına dair izlerin varlığı söz konusu! Maliyetler fiyatlara eskisi kadar yansımıyor. Dolayısıyla verimlilik ve karlılık da eski tadında değil.

Kur hareketlerinin de ihracat üzerinden üreticiyi desteklemediği aylardan geçiyoruz.

Dolayısıyla sanayicinin hem maliyetler özellikle yüksek enerji maliyetleri bağlamında hem de rekabetçi kur bağlamında beklentileri giderek artmakta!

Sanayicinin şikayetleri de doğal olarak artmış vaziyette.

Nitekim güven endeksleri bunu net biçimde gösteriyor.

Özellikle de küresel anlamda enflasyon baskısı hala gündemdeyken dünya ekonomisinde yavaşlamasın sinyallerinin artıyor olması sanayicimizin de doğal olarak endişelerini arttırmakta!

Peki bu anlamda ekonomi yönetimi neler yapıyor?

İlk olarak hemen göze çarpacak faaliyet faizlerdeki indirim süreci.

Merkez Bankası Para Politikası Kurulu toplantısı sonrasında dün itibariyle 150 baz puanlık indirimle birlikte iki yıl arının ardından politika faizimiz tek haneye yüzde 9’la inmiş oldu!

Ancak bankacılık sektörünün para kaynakları açısından bu faiz oranı belli bir rahatlamayı sağlamakla birlikte hala çok yetersiz.

Çünkü…

MB’nin fonladığı tutar bankacılık sektörünün ihtiyacının üçte biri bile değil. Bankacılık sektörünün kredi faizlerinin yüzde 30 civarında bir tabanda olduğunu görüyoruz bu nedenle!

Ve sektör temsilcilerinin genelde çok zor kredi kullandırdıklarını görüyoruz ayrıca. Haliyle mevcut kredi tablosu üreticinin de tüketicinin de yanında bir görüntü vermiyor.

Ancak, kuvvetle muhtemeldir ki Kredi Garanti Fonu mekanizması ile yılbaşından itibaren sanayicinin artacak olan yüklerinin hafifletilmesi için adım atılacak!

Piyasayı seçim öncesi canlandıracak adımlar da geleceği için ilk yarı itibariyle 2023’ün iç piyasa talebi açısından pozitif geçme ihtimali güçlü.

Buna karşın yüksek maliyet faktörü gündemde hala. Dış talebin nispeten zayıf kalması ihtimali da mevcut!

Dolayısıyla 2023’ün ilk yarısının total anlamda sanayici için kamu destekli ılımlı bir büyüme olacağı görülüyor. Ancak seçim sonrası aynı tablonun görülesi kolay değil.

Neticede üreticinin gelecek yıla şimdiden çok iyi hazırlanması şart!

Öğretmen yoksul, borçlu, umutsuz…

Öğretmen yoksul, borçlu, umutsuz…

24 Kasım Öğretmenler Günü’nde elbette öğretmenliğe övgüler düzen bir yazı yazabilirdim ve çok da yerli yerinde olurdu. Hepimizin yetişmesinde katkı sunan, en kıymetli mesleğin sahibi öğretmenler böylesi övgü dolu yazıları fazlasıyla hak ediyor.

Ancak ben yine övgüleri bir kenara bırakarak işin aslına, yani sorun kısmına gelmek istiyorum. Çünkü biliyorum ki, başlığı süslü, içi boş her türlü izahatten, tantanadan, kutlamadan ve törenden herkes son derece sıkılmış durumda.

Bize, toptan hepimize, sadece çözüm gerek!

Bahsettiğim sıkılmışlığın emaresi olarak, tek bir güne sığdırılan övgüleri kabul etmeme kararı alıp, Başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk’ün anıtı önünde öğretmenlerin sorunlarını bir kez daha dile getirmeyi tercih eden Eğitim İş Sendikası’nın öğretmenler günü kutlamasını gösterebilirim.

Böylesi bir günde, gururlu olduğumuz kadar buruğuz da. Çünkü bugün, Cumhuriyet tarihinde öğretmenliğe en çok zarar vermiş, onu en çok değersizleştirmiş, açlığa ve itibarsızlığa sürüklemiş olan yöneticilerin öğretmenleri riyakârca övmek için sıraya girdiği bir gün!” diyerek aktarıyor duygularını Eğitim İş Sendikası Bursa Şube Başkanı Yeliz Toy.

Bahsettiğim sıkılmışlığın sirayet ettiği öğretmenler için en önemli sorunlardan biri ülkemizde pek çok mesleğe bence bilinçli bir biçimde uygulanan itibarsızlaştırma meselesi. Bu ana başlığın ardından sıralanan diğer sorunlar da en az itibarsızlaştırma kadar önemli elbette.

‘Sıkıntılar belli de öğretmenleri ne oranda etkilediğini daha net ortaya koymak gerekiyor’ diyerek 16 bin öğretmenin katıldığı bir araştırma yapmış Eğitim İş Sendikası.

Araştırmaya göre;

*Öğretmenlerin yüzde 83.1’inin hane geliri yoksulluk sınırının altında, yüzde 61.40’ının ise geliri giderlerini karşılamıyor.

*Yüzde 90’ı kredi kartı borcunu ödemekte zorlanıyor, yaklaşık yüzde 32’sinin şahıslara borcu var, yüzde 43’ü ise her ay borç para bulmaya çalışıyor.

*Öğretmenlerin yüzde 94’ü kıyafet ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanıyor. Yüzde 90’ından fazlası çocuklarının eğitim masrafları karşısında çaresiz. yüzde 97’si köyüne ve ailesinin yazlığına gitmek dışında bir tatil bilmiyor.

*Öğretmenlerin yüzde 91’i ek iş arıyor.

*Öğretmenlerin yaklaşık yüzde 97’si maaşlarının düşüklüğü nedeniyle toplumdaki saygınlığının azaldığını düşünüyor.

Tablo bize şunu söylüyor; öğretmenler hayat pahalılığını iliklerine kadar hissediyor!

Avrupa Eğitim Bilgi Ağı verilerine göre; Avrupa’da son 11 yılda öğretmen maaşlarının düştüğü tek ülke Türkiye oldu. Verilere göre, Avrupa’da öğretmen maaşının en yüksek olduğu ülke Lüksemburg. Mesleğe yeni başlayan ilkokul öğretmenleri Lüksemburg’da yıllık 69 bin 76 Euro kazanırken, bu oran Türkiye’de 8 bin 330 Euro olarak kayda geçiyor.

Öğretmenler gününde bir açıklama yapan Cumhuriyet Halk Partisi İzmir Milletvekili Atila Sertel ise konuşmasında;

Bugün ise öğretmenlerimiz ciddi geçim sıkıntısı çekiyor, hatta borçlarını ödeyemeyip intihar ediyor!” diyor.

Çocuklarımızı yetiştirsinler, hayatı ve hayatta lazım olacak tüm bilgileri öğretsinler diye emanet ettiğimiz öğretmenlerimizin başlarının üstünde kara bulutlar gibi dolaşıyor geçim sıkıntısı.

Buna bir çare olarak ‘kariyer basamakları sınavı’nı ortaya koyan Milli Eğitim Bakanlığı ise sınav sonucunda verilecek ek gelire ihtiyaç duyduğu için; inanmadığı halde, karşı durduğu halde, eylemlerle boykot ettiği halde bu sınava giren öğretmenlerin adeta akılları ile dalga geçiyor.

Aylarca videolar izleyerek, kitaplar okuyarak sınava hazırlanan öğretmenlerin karşısına çıkarılan ilkokul düzeyindeki sorularla öğretmenlerin yaşadığı sıkıntılara bir yenisi daha eklendi bence.

Öğretmenlerin gururları kırıldı!

Geçim sıkıntısı ile boğuşan, bizim çocuklarımızı yetiştirmeye çalışırken kendi çocuklarına maddi olarak yetemeyen, borçlu, saygınlığını yitirmiş ve gururu kırılmış öğretmenlerimizin öğretmenler gününü kutlamak sadece onlarla aynı kaderi paylaşan biz velilere düşer diye düşünüyorum.

Gerisi allı, pullu terane olur ancak…

24 Kasım Öğretmenler Gününüz kutlu olsun…

Öğretmenlik kariyer sınavı ve düşündürdükleri

Öğretmenlik kariyer sınavı ve düşündürdükleri

Malum 24 Kasım tarihini Öğretmenler Günü olarak kutluyoruz…

Bu günü doyasıya kutladık.

İşin aslı ise öğretmenlerimiz bir gün değil, 365 gün saygıyı hak ediyor.

Ama öncesinde şunu da eleştirmeden geçemeyeceğim.

Ülkemizde 1978 yılında hızlandırılmış bir şekilde 3 ayda öğretmen olanlara ilaveten, yine 1990’lı yıllarda pedagojik formasyon şartı ile dört yıllık mezunlara öğretmenlik hakkı verildi.

O zaman öğretmen olanlar içinde öğretmenlikle hiç ilgisi olmayan bölümlerden- misal olarak iktisat fakültesi, ziraat fakültesi mezunları oldukça fazla.

Bunları da konuşmak gerekiyor.

Bu kabahat öğretmenlerin değil, o zaman bu yasayı çıkarıp atama yapanların.

Bundan sonra böyle hatalar yapılmamalı.

Bakanlık yetkilileri başta olmak üzere hükümetlere düşen, geçmişte yapılan bu tür hatalardan ders alıp geleceğe güvenli adımlarla ilerlemeye yönelik çalışmalar yapmak.

Bize de düşen aksayan tarafları kamu adına zaman zaman bu köşeden kaleme almak.

Bursa özelinde ise Milli Eğitim Bakanlığı tarafından eğitim ve öğretim yılı başında illere gönderilen öğrencilere dağıtılsın denilen yardımcı ders kitaplarının yağmur altında kaldığını biz kaleme aldık.

Birçok okulda yardımcı ders kitapları ile ilgili sıkıntı mevcut. Bazıları ıslanmış, buruşmuş halde.

Bazı okullarda henüz dağıtımlar tamamlanmamış durumda.

Bu işin bir yönü.

Diğer yönünde ise öğretmenler vardı. Onlarla ilgili gündemde uzun süre sıcaklığını koruyan konu uzman öğretmen ve başöğretmenlik (öğretmenlik kariyer) sınavı idi.

Sınava birçok sendika karşı geldi.

Bu karşıtlığa rağmen katılım oldukça yüksekti.

Ve geçen hafta sonu ülke genelinde 81 ilde bin 489 okulda 28 bin 650 salonda düzenlenen sınavda soruların çok kolay olduğu iddia edildi.

Buna rağmen maalesef sınavda geçerli notu alamayan öğretmenler mevcut.

Ya da diğer bir ifade ile 70 barajını geçemeyen demek daha doğru olacak.

Bu sınava giren öğretmenlerin en az 10 yıllık öğretmen olduğunu da hatırlatalım.

Uzman öğretmenlik sınavında sınava giren 432 bin 672 öğretmenden 422 bin 368’i başarılı oldu.

Toplamda 10 bin 304 öğretmen başarısız oldu.

Şimdi sorgulanması gereken 10 bin 304 öğretmen sınava girip mi başarısız oldu yoksa sınava girmedi mi!

Gerçekten sınava girip başarısız oldu ise bunun üzerine kafa yormak lazım.

Sonuç itibari ile muaf tutulanlarla birlikte toplamda 516 bin 974 öğretmene uzman öğretmen olma hakkını verildi…

Başöğretmenlik sınavında ise 66 bin 422 öğretmen başarılı oldu.

Bu sınavı bana başka bir şekilde yorumla deseler hükümetin yakın bir tarihte sağlık çalışanlarının gelirlerinde bir iyileştirme yaptığını biliyoruz.

Gerçekleşen kariyer sınavının da kolaylığını göz önünde bulundurursak bu sınavın öğretmenlerin gelirlerinde bir iyileştirme için araç olduğunu düşünüyorum.

Neticede sınavda başarılı olan öğretmenlerin maaşlarının önümüzdeki yıl 2 bin ile 3 bin TL arasında ilave olarak artacağını ifade edebiliriz.

Bize düşen hayırlı olsun demek…

 

Şefik Öğretmen’in hikayesi

Şefik Öğretmen’in hikayesi

Bana çiçek getirin, dünyanın bütün çiçeklerini buraya getirin.”

Genç yaşta hayata veda eden bir öğretmenin, son sözleridir bunlar…

Şefik Eren Sınıg

1925 yılında Konya Seydişehir’de dünyaya gelir. Küçük yaşta hem öksüz hem yetim kalır. Denizli’nin Çivril ilçesinde yaşayan eniştesi sahip çıkar ona. Orada da bir öğretmen: Çivrilli Osman Gürkan

Osman Gürkan, Isparta Gönen Köy Enstitüsü‘nün Tarım Öğretmeni’dir. Küçük Şefik’in elinden tutar. Şefik de Enstitü’yü bitirir, öğretmen çıkar. Afyon’un Dinar ilçesine bağlı Sütlaç köyünde göreve başlar.

Şefik Eren Sınıg ve öğrencileri

Yakın arkadaşı Mehmet Aydeniz de komşu köyde öğretmendir. Bir hafta sonu Bostancı köyünde buluşurlar, gençlerle top oynamaya başlarlar. Ne var ki futbol topu patlar. Şefik Öğretmen ve arkadaşları, topu onarmak için okula girerler. İşte ne olduysa o an olur. Okulun duvarı ansızın çöker. Şefik Öğretmen altında kalır. Güçlükle çıkarılır enkazdan, güçlükle Çivril’e taşınır. Ancak hekimler çaresizdir. Şefik Öğretmen, Sütlaç köyüne geri götürülür.

Artık ölüm döşeğindedir. Bilinçli bilinçsiz, sadece öğrencilerini sayıklamaktadır. Son nefesini vermeden son sözlerini söyler:

Bana çiçek getirin, dünyanın bütün çiçeklerini buraya getirin.”

Takvimler 1949 yılının ekim ayını göstermekte, günlerden perşembedir. 24 yaşında hayata veda eden Şefik Öğretmen, bir Cuma vakti Çivril’de toprağa verilir.

Ceyhun Atuf Kansu

O gün cenaze törenine katılanlardan biri, şair Ceyhun Atuf Kansu‘ya anlatır yaşananları. Aslında bir hekim olan ve meslek yaşamı boyunca Anadolu’nun en ücra köşelerini dolaşan Kansu, öylesine duygulanır ki bir anda dökülür kaleminden bu eşsiz mısralar…

Aradan yıllar geçer ve “Dünyanın Bütün Çiçekleri” bu kez Selda Bağcan‘ın sesi ve müziğiyle işler yüreklerimize…

Şefik Öğretmen’in mezarı Çivril’de, yüksekçe bir tepede… O tepe, özellikle de ilkbaharda rengarenk çiçeklerle bezeniyor. Kır ve dağ çiçekleriyle.

Dünyanın bütün çiçekleriyle…

(Not: Şefik Öğretmen ve Dünyanın Bütün Çiçekleri’nin hikayesi ilk kez emekli Öğretmen Mümtaz Başkaya tarafından kaleme alındı ve Öğretmen Dünyası Dergisi’nin Nisan 2000 tarihli 244. sayısında yayımlandı.)

DÜNYANIN BÜTÜN ÇİÇEKLERİ

“Bana çiçek getirin, dünyanın bütün

çiçeklerini buraya getirin!”

Köy öğretmeni Şefik Sınığ’ın son sözleri.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum

Bütün çiçekleri getirin buraya,

Öğrencilerimi getirin, getirin buraya,

Kaya diplerinde açmış çiğdemlere benzer

Bütün köy çocuklarını getirin buraya,

Son bir ders vereceğim onlara,

Son şarkımı söyleyeceğim,

Getirin getirin…ve sonra öleceğim.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,

Kır ve dağ çiçeklerini istiyorum,

Kaderleri bana benzeyen,

Yalnızlıkta açarlar, kimse bilmez onları,

Geniş ovalarda kaybolur kokuları…

Yurdumun sevgili ve adsız çiçekleri,

Hepinizi hepinizi istiyorum, gelin görün beni,

Toprağı nasıl örterseniz öylece örtün beni.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,

Afyon ovasında açan haşhaş çiçeklerini

Bacımın suladığı fesleğenleri,

Köy çiçeklerinin hepsini, hepsini,

Avluların pembe entarili hatmisini,

Çoban yastığını, peygamber çiçeğini de unutmayın.

Aman Isparta güllerini de unutmayın

Hepsini, hepsini bir anda koklamak istiyorum.

Getirin, dünyanın bütün çiçeklerini istiyorum.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum.

Ben köy öğretmeniyim, bir bahçıvanım,

Ben bir bahçe suluyordum, gönlümden,

Kimse bilmez, kimse anlamaz dilimden,

Ne güller fışkırır çilelerimden,

Kandır, hayattır, emektir, benim güllerim,

Korkmadım, korkmuyorum ölümden,

Siz çiçek getirin yalnız, çiçek getirin.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,

Baharda Polatlı kırlarında açan,

Güz geldi mi Kopdağına göçen,

Yörükler yaylasında Toroslarda eğleşen.

Muş ovasından, Ağrı eteğinden,

Gücenmesin bütün yurt bahçelerinden

Çiçek getirin, çiçek getirin, örtün beni,

Eğin türkülerinin içine gömün beni.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,

En güzellerini saymadım çiçeklerin,

Çocukları, öğrencilerimi istiyorum.

Yalnız ve çileli hayatımın çiçeklerini,

Köy okullarında açan, gizli ve sessiz,

O bakımsız, ama kokusu eşsiz çiçek.

Kimse bilmeyecek, seni beni kimse bilmeyecek,

Seni beni yalnızlık örtecek, yalnızlık örtecek.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,

Ben mezarsız yaşamayı diliyorum,

Ölmemek istiyorum, yaşamak istiyorum.

Yetiştirdiğim bahçe yarıda kalmasın,

Tarümar olmasın istiyorum, perişan olmasın,

Beni bilse bilse çiçekler bilir, dostlarım,

Niçin yaşadığımı ben onlara söyledim,

Çiçeklerde açar benim gizli arzularım.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,

Okulun duvarı çöktü altında kaldım,

Ama ben dünya üstündeyim, toprakta,

Yaz kış bir şey söyleyen sonsuz toprakta,

Çile çektim, yalnız kaldım, ama yaşadım,

Yurdumun çiçeklenmesi için daima, yaşadım,

Bilir bunu bahçeler, kayalar, köyler bilir.

Şimdi sustum, örtün beni, yatırın buraya,

Dünyanın bütün çiçeklerini getirin buraya.

Ceyhun Atuf Kansu

CHP Genel Merkez yazısında dikkat çeken ayrıntı

CHP Genel Merkez yazısında dikkat çeken ayrıntı

Malum seçim sürecine girmiş bulunuyoruz. Her ne kadar durum iktidar tarafından kamuoyuna böyle lanse edilmese de bir süredir yapılan manevralar gemi dümeninin nereye doğru kırıldığını işaret ediyor. Zaten artık tarih de net sayılır.

Seçim en kötü ihtimalle zamanında, yani haziran ayında yapılacak.

Hal böyle olunca muhalefet partileri de seçim prosedürlerini işleme koydu. İYİ Parti kongre sürecini başlattı.

Hafta başında da Cumhuriyet Halk Partililer için süreç başladı. CHP’lilerin sosyal medyalarında paylaştığı Genel Merkez yazısı konu olarak ‘milletvekilli aday adaylığı için istifalar hakkında’ diye başlıyordu.

Normal bir prosedür gereği partiyi seçime götürecek kadroların oluşturulup çalışır hale gelmesi için gerekli kaynaşma süresi olarak 6 ayı seçmiş olan CHP’de bu beklenen bir şeydi.

Buraya kadar her şey yerli yerinde.

Hatta konuyla ilgili istifa edip etmeyeceğini sormak için aradığım CHP Bursa İl Başkanı İsmet Karaca’nın, daha istifa için vakit olduğunu, böyle bir kararı vermeden önce ekip arkadaşları ile birlikte fikir alışverişinde bulunmasının gerektiğinipartinin her kademesinde görev almanın büyük bir onur olduğunu söylemesi de son derece politik ve doğru bir çıkış.

Burada enteresan olan, gönderilen yazının hemen sonundaki paragraf;

İstifa edenlerin yerine Parti Örgütü, Örgüt Yönetimlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı’nın bilgisi olmadan herhangi bir seçim ya da atama yapılmaması, boşlukların doldurulmaması hususunda gereğini bilgilerinize önemle rica eder…”

Metin tam olarak böyle.

Şeytan da ayrıntıda gizli elbette.

Genel Merkez belki de CHP’nin siyasi tarihinde ilk kez böyle bir dipnotla gönderiyor istifa çağrısını ve şöyle bir mesaj veriyor;

Milletvekilliği için istifa ederken yerinize sizi destekleyecek, ekibinizden birini yerleştirmenize bu kez müsaade etmeyeceğiz. Yerinize geçecek kişileri Genel Merkez olarak biz seçeceğiz. Seçimde çalışacak ekibi Genel Merkez olarak biz oluşturacağız!”

Altını kalın kalemle çizmemiz gereken bir mesaj bu, zaten metinde önemli yerlerin altı da kalın kalemlerle çizilmiş.

İşte bu ayrıntıdan sonra istifa kararını vermeden düşünüp taşınmak kısmı daha da önem kazanıyor bence.

HAYATIMIZ BU KADAR UCUZ MU?

Ülke tarihinin gördüğü en büyük depremlerden ikisi 1999 yılında yaşanmıştı. 17 Ağustos Gölcük ve 12 Kasım Düzce

Her iki depremi de sahada aktif muhabir olarak yakından takip ettim vakti zamanında. Depremin yarattığı hasarlar üzerine sarsıcı bir yazı yazacak kadar da acı yüklü anı biriktirdim aslında. Ancak hedefim daha çok acıyı bir kez daha sayfalara taşımak değil, aslında hiçbir şeyin değişmediğini anlatmak olacak.

23 Kasım sabaha karşı hepiniz gibi sarsıntı ile uyandığımda tek algıladığım bir sarsıntının olduğuydu. Sarsıntıya dair korunma ve sonrasında yapabileceklerim konusunda bu konuyla ilgili okuyup yazan bir insan olarak benim dahi yeterli bilinç geliştirmemiş olmam, toplumun geneli hakkında da fikir verir sanıyorum.

Bir deprem ülkesinde yaşadığımız gerçeğini kabullenerek şehirlerimizi, evlerimizi ve son olarak da hayatımızı kurgulamak zorundayız.

Bunu yapıyor muyuz?

Hayır!

Bunu başaran ülkelerin çok daha büyük depremleri çok az zararlarla atlattıklarını gördüğümde ülkemizde insan hayatının ne denli kıymetsiz olduğunu bir kez daha anlıyorum.

Oysa bunun için yapılacaklar basit;

Misal, kentsel dönüşüm denilen kavram ‘rantsal dönüşüm’ şekline bürünmemeli ve amacına uygun yapılmalı.

Misal, şehir planlarında toplanma alanı olarak bırakılan bölgeler hoyratça yapısal kullanıma açılmamalı.

Misal, yeni binaların denetimleri tarafsız kurumlar ve işinin uzmanı kişiler tarafından yapılmalı.

Misal, birkaç oy uğruna emlak barışı umutları bir kez daha yeşertilmemeli

Misaller çok da…

En mühimi insan hayatı bu kadar ucuz olmamalı  

Doğduğu, doyduğu, siyaset yaptığı kentlere imza atan siyasetçi: Faruk Çelik

Doğduğu, doyduğu, siyaset yaptığı kentlere imza atan siyasetçi: Faruk Çelik

Öncelikle şunu net ifade etmek gerekiyor: Bursa siyasetinin yetiştirdiği, taban siyasetini en iyi bilen üç isim say deseler onlardan biri Faruk Çelik’tir.

Diğer ikisi de merhum Mehmet Gedik ve Turhan Tayan’dır.

Çelik, hem Bursa’da siyaset yaptı hem de Şanlıurfa’da…

Şanlıurfa’da laf olsun diye siyaset yapmadı.

Gittiğinde 400 proje sözü verdi.

Belki de bin 400 proje yaptı.

Hepsi de hayata geçti.

Bazı siyasetçiler Bursa’nın mahallelerinde kaybolurken, Çelik ise hem Bursa’yı, hem Şanlıurfa’yı, hem de ata ocağı Artvin’i mahalle mahalle bilen bir isim.

Bu üç ilden kim ararsa telefonlarına bakan, sorunlara çözüm üreten bir siyasetçi.

Sorundan kaçmayan, sorunların üzerine giderek politika yapan bir isim.

Sorunları sigara kağıdının üzerine değil, ajandasına yazan bir siyasetçi…

Bu özellikler Çelik’i klasik siyasetçilerden farklı kılıyor.

Bugün bu üç ilde de Çelik’in kente değer katan birçok hizmette imzası var desek abartmış olmayız.

Hatta geçen haftalar zarfında ASRİAD yönetiminin Güneydoğu Bölgesi’ne yapmış olduğu kardeşlik köprüsü ziyaretinde duraklardan biri de Şanlıurfa olmuştu.

Bu bağlamda Başkan Mehmet Karakoyun, Şanlıurfalı vatandaşlarla sohbetinde Çelik’in yapmış olduğu icraatlardan memnuniyeti kulakları ile duymuş.

Öte yandan, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın son Artvin ziyareti ve Yusufeli’ndeki açılışlarda yanında bulunması da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Çelik’e verdiği değerin ayrı bir ölçüsü.

Yine son zamanlarda parti içi görevlendirmelerde öne çıkan isim de Çelik.

Yine en son Artvin ziyareti ile hatırlatmakta fayda var: Artvin’e iki uçak davetli gitti.

Faruk Çelik ise Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın uçağında olan isimlerdendi

Bu ne demek?

Erdoğan’ın ajandasında Faruk Çelik’in her zaman ilk sıralarda yer aldığı.

Aynı zamanda yakın dost olduğunun göstergesi.

Şimdi sormak lazım.

Bir kentte Faruk Çelik gibi bir siyasetçinin bulunması kime fayda getirir?

Kime getirmez?

Bunun yanıtı sadece tek kelime…

Faydası o kente olur.

Zararı ise AK Parti karşıtlarına…

BURSA’DA ÖĞRETMENLER MÜJDE BEKLİYOR

Bugün 24 Kasım Öğretmenler Günü

Öğretmenlerle ilgili kaleme alınacak çok yazı var. Özellikle geçen hafta sonu yapılan kariyer sınavı da bunlardan biri.

Fakat Bursa özelinde bazı ilçelerde öğretmenlerin dört gözle beklediği kararların başında promosyon ihalesi var.

Promosyon ihalesinde hala istenilen teklifler gelmiş değil.

İşte birçok öğretmenin gözü kulağı bu ihalede…

İhalede gelecek 25 ve 30 bin TL gibi rakamlar onların bir açığını kapatacak.

Umarım bu ihale çabuk sonuçlanır, öğretmenlerimiz de nefes alır.

Bu vesile ile tüm öğretmenlerimizin bu özel gününü tebrik ediyorum.

Her şey gönüllerince olsun diyorum.

Siyasilerin tuhaf kurtuluş reçeteleri

Siyasilerin tuhaf kurtuluş reçeteleri

Ekonomi ve siyaset ilişkisinin en girift dönemlerinden birinden geçiyor.

Her daim siyaset sahnesinin bir belirleyicisi olmayı başarmış olan ekonomi bu kez tam anlamıyla başrol oyuncusu.

Vatandaşın açık ara bir numaralı sorunu hayat pahalılığı ve eriyen gelirler! Hal böyle olunca yani alım gücü dibe vurunca ekonomi bir numaralı gündem maddesi haline gelmekte.

Ve elbette ki siyasiler açısından başlıca sınavın ekonomik gidişat olduğu açıkça ortaya çıkmakta.

Dolayısıyla seçim sandıklarının kurulması için geri sayımın çok yakın hale gelmesi siyasileri  kurtuluş reçeteleri yazmaya yöneltiyor.

İktidar ve muhalefetin ekonomiye bakışının yüksek fiyat artışlarını benimseme dışında taban tabana zıt olduğunu görüyoruz öncelikle!

Kimin haklı olduğunu ise zaman ve kullanılan oylar belirleyecek.

Vatandaşın gidişata dair bakışını ifade eden göstergelerden bir olan tüketici güven endeksinin kasım itibarıyla yılın zirve değeri olan 76,6 puan seviyesine çıkmış olması ise ilginç bir gelişme!

Dönelim siyasilerin bakışına ve yavaş yavaş beliren vaatlerine…

İktidardaki ekonomi yönetimi temsilcilerine göre ekonomi iyi yolda ve alınmış olan önlemler sayesinde kendiliğinden düzelecek.

En taze değerlendirme dün Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati’den geldi.

Nebati, küresel ekonomik büyümenin yavaşlamasına rağmen Türkiye’nin, uygulanan politikalarla, diğer ülkelerden pozitif ayrışmaya devam ettiğini iddia etti!

Bakan’ın dikkate değer tespit ve öngörülere kısaca yer verelim.

“Yaklaşık bir yıl önce uygulamaya başladığımız yüksek olmayan faiz politikasıyla çok sert eleştirilere maruz kaldık. Ancak şimdi diğer ülkeler de bizim politikamızı takdir etmeye başladılar. Hatta son dönemdeki faiz artırımlarına rağmen 131 ülkede politika faizi enflasyonun altında belirleniyor.”

Merkez Bankası’nın bu haftaki kararı öncesi faizlerde düşüş trendinin devam edeceği mesajı verilmiş oldu böylece. Yani negatif reel faize devam dendi uzun vadeli bakış açısından da!

Diğer yandan büyüme konusunda da Nebati’nin övgüsel ifadeleri dikkat çekti.

“Uluslararası kuruluşlar, her ne kadar enflasyonun altında olsa da faiz artırımında bulunan birçok ülkeye yönelik büyüme tahminlerini aşağı yönde revize ederken, ülkemize yönelik büyüme tahminlerini yukarı yönde revize ediyorlar” dedi.

İlginçtir ki; bu açıklamanın geldiği saatlerde OECD, Türkiye’nin bu yılki büyüme tahminini yüzde 5,4’ten yüzde 5,3’e indirdi. 2023 için ise yüzde 3’lük beklenti açıkladı!

Ve enflasyona dönük mesaj da kritik önem taşıyordu.

“Şunu çok iyi biliyoruz ki, biz üretim ve ihracat bazımızı güçlendiren, makroekonomik ve finansal istikrarı destekleyen sağlam adımları attıkça enflasyonu beraberce kalıcı olarak düşüreceğiz. Enflasyonun, çok yakın bir zamanda da düşüş eğilimine gireceğine hep birlikte şahit olacağız.”.

Görülüyor ki Bakan Nebati’ye göre enflasyon kendiliğinden düşecek.

Peki enflasyon hangi hızda ve hangi seviyeye düşecek? Ve halihazırda erimiş alım gücü ne oranda telafi edilecek?

Bu soruların somut bir yanıtı ise yok ne yazık ki! Oysa vatandaşı bu yanıtlar ilgilendiriyor.

Peki ya muhalefet ne öneriyor?

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu dünkü konuşmasında sihirli bir formülden bahsetti. Ama detay vermedi. Topu 3 Aralık tarihine attı.

Emin olun çok güzel şeyler açıklayacağız. Belli aralıklarla bir krize giren bir Türkiye değil, sonsuza kadar krizi bitirecek bir vizyon açıklayacağız.

Sonsuza kadar bu krizleri bitirmemiz lazım. Siyaset kurumu da bunun gereğini yapmalı. Ekiplerimiz, yatırımcılar hazır, taze para da hazır. Türkiye’yi bu beladan sonuna kadar kurtaracağız. Geliyor gelmekte olan” diyen Kılıçdaroğlu, kurtuluşu alenen dışarıda gördüğünü de teyit etmiş oldu.

Yani tek reçete yabancı sermaye. Nasıl bir kurtuluş reçetesi ise elin parası ile mutluluk.

Ve hangi şartlar altında yabancı fonlar Türkiye’de yatırım yapacak meselesi çok kritik.

Sözün özü; iktidar Batı sermayesinden uzak duracak bir strateji izlerken muhalefet kucağını tümüyle Batı’ya açmış görünüyor!

Seçimin kaderini de bu tercih belirleyecek bu gidişle.

Kertenkelenin başını ezmek lazım!

Kertenkelenin başını ezmek lazım!

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, CHP Yoksulluk Dayanışma Ofisi Kurucusu Hacer Foga ile kameralar karşısına geçerek, Türkiye’nin uyuşturucu parasıyla cari açık kapattığını ve ülkede bir metamfetamin salgını olduğunu iddia etmişti.

İşin cari açık kısmını bilemem. Büyük paralar benim işim değil, ancak şunu biliyorum ki; ülkemizde gerçekten de bir salgın olarak nitelendirilebilecek kadar yaygın halde metamfetamin meselesi.

Kullanım yaşı ilkokul düzeyine kadar düşmüş durumda. Okullarda peynir ekmek gibi satılıyor, her köşe başında eğer böyle bir madde arıyorsanız gerçekten de bulabiliyorsunuz.

Bu durum sadece bizim şehrimiz için değil büyük şehirlerden başlamak kaydı şartıyla tüm ülke için ciddi bir sorunu haline geldi.

Farkında olalım ya da olmayalım, eminim ki, bütün anne babaların yüreği sıkışıyor bu satırları okurken.

Çocukları kapıdan dışarıya çıktıktan sonra hangi tehlikelerle karşı karşıya kalacak diye düşünen her veli hisseder bu paniği.

Şehrimizde mesele ne kadar ileri boyutta tahmin etmek zor. Ancak şunu biliyoruz; 20 Eylül ve 7 Kasım tarihlerinde iki büyük operasyon düzenlendi uyuşturucu satıcılarına yönelik.

Operasyonları bizzat İçişleri Bakanı Süleyman Soylu başlattı, yerinde izledi, operasyon sonrasında da gereken açıklamaları yaptı kamuoyuna.

20 Eylül’de düzenlenen operasyonlarda 130 noktada 132 kişi yakalandı, 7 Kasım’da düzenlenen operasyonlarda ise 70 adresten 95 uyuşturucu satıcısı gözaltına alındı.

Operasyonun adı ‘Kökünü Kurutma Operasyonu’ oldu.

Kameralar karşısında uyuşturucu ile mücadelede yapılanları anlatan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu;

Haftada ortalama 5 bin uyuşturucu satıcısını gözaltına alıyoruz!” diyordu.

Soylu’nun açıklamalarının yayınlandığı haber portallarında yapılan yorumlar ise dikkat çekici.

Önemli olan baronları içeri almak Sayın Bakan! Satıcı içeri alınır, güzel, ama üretici başka satıcı bulmakta zorlanmaz!..’

Hadi buna bir de ben ekleme yapayım;

Kertenkelenin kuyruğunu kesmek yetmiyor, kesiyorsunuz bir daha uzuyor, kesiyorsunuz bir daha uzuyor, kertenkelenin başını ezmek gerekiyor!’

Çünkü kertenkelenin başını ezmezseniz, siz arkanızı döner dönmez aynı olaylar yeniden cereyan etmeye devam ediyor.

Haftada 5 bin satıcının yakalandığından bahsedilince insanın kanı çekiliyor. Bu kadar satıcı yakalanıyor ve halen uyuşturucu satışı devam ediyorsa, bu işin içinde kaçırdığımız bir ayrıntı var demektir.

Saadet Partisi Yıldırım İlçesi Yıldırım Mahalle Başkan Yardımcısı Hüseyin Çil’in gönderdiği görüntüler 7 Kasım tarihinde düzenlenen operasyonun üzerinden 17 gün geçmeden Bursa’da benzer manzaraların yaşandığına dikkat çekiyor.

UNESCO Dünya Mirası Listesine giren Yıldırım Bayezid Cami, medrese, imaret, hastane, ahır, mektep, mutfak, hamam ve türbeden oluşan külliye etrafındaki manzara içler acısı.

Külliyenin hemen yanında ilkokul, ortaokul, lise ve halı sahanın bulunması, yani bölgenin çocukların ve gençlerin uğrak noktalarından olması daha da üzücü.

Hani insan hangisine yansa bilemiyor; UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne 2014 yılında alınan Yıldırım I. Bayezid Külliyesi’nin uğradığı tahribata mı üzülmeli, yoksa çocukların, gençlerin arasında umarsızca alınıp satılan, kullanılan uyuşturucu maddelerin varlığına mı?

Memleket’te Şahin dönemi

Memleket’te Şahin dönemi

Daha önce bu köşeden Hasan Yıldırım’ın Memleket Partisi’ndeki Bursa il başkanlığı görevinden istifa etmesinin ardından yerine gelecek ismin büyük bir ihtimalle Mesut Şahin olacağını kaleme almıştık.

Atamanın da pazartesi veya salı günü gerçekleşeceği bilgisini vermiştik.

O atama gerçekleşti.

Mesut Şahin, Genel Başkan Muharrem İnce’nin oluru ile ilçe başkanlığından il başkanlığına terfi etmiş oldu.

Şimdi sırada il yönetimini oluşturma ve boşalan ilçe başkanlıklarını atama görevinde…

Bu arada merak ettiğimiz konu Yıldırım İlçe Başkanı’nın kim olacağı.

Bizler de hem süreci takip edelim hem de Şahin’e yeni görevinde başarılar dileyelim.

MHP OSMANGAZİ 26 KASIM’DA TOPLANIYOR  

Seyfi Seyfioğlu’nun istifası sonrası boşalan MHP Osmangazi İlçe Başkanlığı, önümüzdeki seçimlere yoğun şekilde hazırlanan siyasi partilerden biri.

Bu minvalde bir yandan mahalle teşkilatlarını kuran ilçe, diğer yandan da bu hafta sonu mahalle başkanları, delegeler, il ve ilçe yöneticilerinin yanı sıra milletvekillerinin de katılacağı genişletilmiş divan toplantısını gerçekleştirecek.

26 Kasım 2022 günü saat 20.00’de gerçekleşecek İlçe Divanı Merinos AKKM’nde toplanacak.

Bakalım MHP Osmangazi İlçe Teşkilatı bu toplantıda nasıl bir yol haritası belirleyecek, belirlenen haritanın sahaya yansıması nasıl gerçekleşecek?

Bekleyip, görelim…

ASRİAD’DAN KARDEŞLİK KÖPRÜSÜ  

Sivil toplum kuruluşlarının üstleneceği misyonlardan biri de yaşadıkları kentle, doğdukları kent arasında köprü vazifesi yapabilmektir.

Bu görev kapsamında zaman zaman STK’ların çoğu doğdukları kenti Bursa’da farklı buluşmalarla anlatmaya çalışıyorlar…

Aslolan bu etkinlikleri doğdukları kentte de gerçekleştirebilmek.

Bu minvalde, zaman zaman bazı STK’lar doydukları kentten doğdukları kente gezi düzenliyorlar.

Bu geziyi en son gerçekleştiren STK’lardan biri de Mehmet Karakoyun’un başkanı olduğu Asrın İş İnsanları Derneği ya da kısa adı ASRİAD oldu.

Yaklaşık 40 kişilik iş insanının içinde bulunduğu heyet Diyarbakır, Gaziantep, Şanlıurfa, Adıyaman, Mardin’i kapsayan bir haftalık gezi düzenlediler.

Aynı zamanda Diyarbakır doğumlu olan Mehmet Karakoyun, hem doğduğu kadim toprakları ziyaret etti hem de arkadaşlarına tanıttı.

Bir anlamda derneğin Bursa Şubesi ile kardeşlik köprüsü kurmuş oldu.

Öte yandan, ziyaret kapsamında heyet, yaklaşık 3 yıldır bölücü terör örgütünün eline düşen evlatlarını kurtarmak için mücadele eden Diyarbakır Annelerini de ziyaret etti.

Başkan Karakoyun ve arkadaşları buradaki anneleri dinlediler, “Kahrolsun terör, yaşasın İslam kardeşliği” diyerek annelere destek oldular ve Bursa’nın kestane şekerini ikram ettiler.

Ziyarete önceki dönem milletvekili Ahmet Sünnetçioğlu, iş insanları Ali Turgut, Yüksel Uğur, Mustafa Kaya gibi isimler katıldı.

Darısı bu tür ziyaretlerin diğer STK’larca da yapılmasına…

Kiminle dalga geçiyorsunuz?

Kiminle dalga geçiyorsunuz?

Öğretmenlerin kariyer basamakları sınavına en yoğun biçimde Eğitim İş Sendikasının karşı durduğunu, sürecin en başından bu yana öğretmenliğin bir uzmanlık mesleği olduğuna ve öğretmenlerin mezun olurken ‘uzman öğretmen’ olarak mezun olduklarına dikkat çektiğini biliyoruz.

Eğitimcilerin bütün bir yaz tatilini, ardından da eğitim yılının ilk çeyreğini videolar izleyip sorular çözmek suretiyle, isteyerek ya da istemeyerek bu sınava hazırlanmak için geçirirken bir yandan da haklarını en iyi savunan sendikalara yöneldiklerini, yani belirgin bir hızla sendika değiştirdiğini de biliyoruz.

Tüm bu değişimlerin ve karşı duruşların bahsi olunan sınava karşı durmama hadisesine bir son verdiğini ve son tahlilde bütün sendikaların ‘öğretmenler zaten uzmandır’ sesini yükselttiğini de biliyoruz.

Her bir bilgiyi alıp bir kenara koyarsak, cumartesi günü yapılan ve öğretmenlerin kariyer basamaklarını çıkma yeterliliğinde olup olmadığını ölçeceği iddiasında olunan sınavın ilkokul üçüncü sınıf düzeyinde olmasını açıklayamıyorum kafamda.

Eğitim İş Sendikası Genel Başkanı Kadem Özbay, “Öğretmenlik Meslek Kanunu Cumhuriyet tarihi boyunca öğretmenlere yapılmış en büyük saygısızlık olarak tarihe geçmiştir!” diyerek açıkladı bu durumu.

Ama bana göre bu tarif yeterli değil.

Şimdi burada iki mühim mesele var.

Birincisi öğretmenlerin yeterliliğini ölçmek için gerçekten ilkokul üçüncü sınıf düzeyi soruları kullanıyorsanız bu öğretmenlere bir hakarettir!

İkincisi ve bir veli olarak beni de ilgilendiren kısım ise bir sorudan oluşuyor. Eğer ‘öğretmenlere hakaret gibi bir sınav yapmadık, amacımız gerçekten yeterliliklerini ölçmekti’ diyorsanız bizim ülkemizin gelecek nesillerini ilkokul üçüncü sınıf bilgisiyle sınırlı öğretmenler mi yetiştiriyor?

Nerden baksan tutarsızlık, nerden baksan…

Yani demem o ki; biz velilerle mi dalga geçiyorsunuz yoksa öğretmenlerle mi?

Nasıl düşünülüp de hayata geçirilmesine karar verildiyse artık, içinden çıkılamaz bir hal alan kariyer basamakları sınavı adeta bir inat uğruna, yapılmasından vazgeçilmeyerek uygulanmış gibi görünüyor.

Acı, çok acı…

KÜÇÜK ORTAK ARTIK KÜÇÜK DEĞİL!

İYİ Parti’nin merkez sağ seçmen ağırlıklı Bursa’da çok iyi bir ivme yakaladığını hep söylüyorum. Görünen köyün kılavuza ihtiyacı yok bu konuda. Ancak İYİ Parti Bursa İl Başkanı Selçuk Türkoğlu’nun dün sosyal medyadan paylaştığı anket sonuçlarının başlığı ‘Bursa’da dengeler değişti’ olunca konu daha bir dikkat çeker oluyor.

ORC Araştırma Şirketinin çalışmasına göre İYİ Parti Bursa birinci bölgede neredeyse AK Parti’yi yakalamış durumda.

Bir şaşkınlık oldu farkındayım. ORC’nin sonuçlarına göre Bursa birinci bölgede ilk sırayı burun farkıyla da olsa CHP yüzde 25.43’lük oyla alıyor, AK Parti yüzde 25.41’lik oyla ikinci sırada ve hemen arkasında da yüzde 25.18’lik oyla İYİ Parti geliyor.

Sonuçlar 2018 seçimleri ile karşılaştırıldığında CHP’nin oylarında yüzde 0.39’luk bir düşüş var. CHP oylarını stabil tutmuş diyebiliriz, ancak aynı cümleyi AK Parti için kuramayacağım maalesef. AK Parti 2018 yılı seçimlerinde aldığı oya oranla oylarını yüzde 17.73 düşürmüş görünüyor. Bu da büyük ölçüde İYİ Parti’ye yaramış. Çünkü İYİ Parti oylarını yüzde 10.87 oranında arttırmış.

Anketi bu kadar incelemişken ikinci bölge sonuçlarından devam edelim.

Bursa ikinci bölgede AK Parti alışılagelinmiş gücünü koruyor, oy oranı yüzde 31.64, ancak oylarında yine yüzde 17.68’lik bir düşüş var 2018 yılı seçimlerine göre. İkinci parti olan CHP oylarında yüzde 0.88 oranında bir artış sağlamış ikinci bölgede ve yüzde 20.39 oy almış araştırmaya göre. İYİ Parti’nin oy artışını burada da gözlemek mümkün. Yüzde 8.87 oranında bir oy artışı ile İYİ Parti yüzde 19.51 oy alıyor Bursa ikinci bölgede.

“Vatandaşın seçime doğru daha da politize olacağını düşünüyorum. Sonuçların halen doğruları yansıtmadığı kanaatindeyim. Çünkü insanlar anketlere doğru yanıt vermekten çekiniyorlar. Bu nedenle anketler hep iktidar lehine sonuçlar veriyor” diyor İYİ Parti Bursa İl Başkanı Selçuk Türkoğlu.

Evet, Bursa’da dengelerin değiştiği çok açık. 6’lı masanın küçük ortağı artık küçük değil.

Bu durum Selçuk Türkoğlu’na çok istediği milletvekilliği listesindeki üst sıralardan bir yer getirir mi? Bence ihtimal yüksek. Ama bundan daha kesin olan bir gerçeklik var ki, o da şudur; bu durum, hatta önümüzdeki seçimlerde İYİ Parti’nin alacağı oyların oranı Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığına kimin ya da kimlerin aday olacağını kesinlikle etkiler!

Benimkisi bir his: İsmail Ertekin’i de mi istemiyorlar!

Benimkisi bir his: İsmail Ertekin’i de mi istemiyorlar!

Menemen‘in tadı damaktaydı, gül reçeli, suyu ile yıkandık, o da bitti gitti!

İsmail Ertekin hocamın geçen hafta içi açıklamalarını okudum:

Bu ligde hakemler inanılmaz derecede kötüler. Bütün hataları da bize yapıyorlar. Sezon başından beri böyle aleyhimize kararlar veriyorlar. Sanki özel yapıyorlarmış gibi. Alınıyoruz. Onları da yenmek zorunda kalacağız gibi görünüyor” demişti.

BURSASPOR TEKNİK DİREKTÖRÜ İSMAİL ERTEKİN DİKKAT ÇEKEN AÇIKLAMALAR YAPTI. (BARIŞ YALIM/BURSA-İHA)
Bursaspor Teknik Direktörü İsmail Ertekin, hakem kararlarından dert yandı. Ertekin, “Bu ligde hakemler inanılmaz derecede kötüler. Bütün hataları da bize yapıyorlar. Sezon başından beri böyle Aleyhimize kararlar veriyorlar. Sanki özel yapıyorlarmış gibi. Alınıyoruz. Onları da yenmek zorunda kalacağız gibi görünüyor” dedi.

Ah be hocam, bırak sen hakemleri! Senin dükkanda arıza var! Sen ona bak. Trafo arızası varsa o büyük iş, seni meşgul etmesin bu konular. Bu konularla yönetim ilgilensin, TFF‘nin 1. Başkan Vekili, hemşerimiz İbrahim Burkay ilgilensin. Sen kardeşlerimize, seyircimizin önünde heyecanlanmadan, ayakları titremeden rahat oynamalarını söyle.

1-0 mağlupken sakatlık sonrası centilmence topu taçtan niye auta atarsın? Zaten zaman geçirmenin yollarını arayan kaleci tam da yakınındayken ona atsana… Zaman geçirmesin.

Gençlere akılcı hareket etmelerini öğret hocam.

Şunu da belirteyim; benimkisi tamamen bir his, Tahsin Tam hocayı istemeyen birkaç futbolcu aynısını şimdi İsmail Ertekin’e mi yapıyor?

Benimkisi tamamen bir his, sonra demedi demeyin!

BURSASPOR SAHASINDA ISPARTA 32 SPOR’A 2-1 YENİLDİ. (BARIŞ YALIM/BURSA-İHA)
TFF 2. Lig Beyaz Grup 15. hafta maçında Bursaspor sahasında Isparta 32 Spor’u ağırladı. Konuk ekip sahadan 2-1’lik galibiyetle ayrıldı.

YİNE HAKEM DERNEĞİ YİNE BAŞKANI!

Yer: Atıcılar Sahası

Müsabaka sırasında hakem, kendisine küfür eden şahıstan önce şikayetçi oluyor. Sonrasında, iddiaya göre şikayetinden vazgeçmek için hakem derneğine 5 bin lira bağış talep ediyor.

Eyvah eyvah 3!

Sırada ne var bakalım!

Sayın başkan, güzel bir konuda kendi derneğin yerine Türkiye Gaziler ve Şehit Aileleri Vakfı, LÖSEV, Mehmetçik Vakfı ya da tüm sahalarda kullanılmak için üzere ilk yardım malzemesi isteseydin daha iyi olmaz mıydı?

Bunun benzerini daha önce ben yaptım, hem de kimseye duyurmadan.

“İyilik yapacaksan, diğer el görmeyecek” yazmıştın tffhgd.org sitesine ve kendi sosyal medya hesabında.

Hani Ramazan ayında dağıttın ya, hatırla öyle yazmıştın.

Kendinle çelişme!

Bakın ne geldi aklıma; geçen hafta yazmıştım.

Fethiyesporlu yöneticinin, yardımcı hakeme fiziki saldırısı sonrası hakemlere  “Şikayetçi” olmayın diye telkinde bulunmuşsun ya, birlikte görüntü verdiğin o yöneticilerden de dernek adına bir bağış talep ettin mi?

Ya da şöyle ifade edeyim, o olayda hakeme fiili bir saldırı var. Şikayetten vazgeçilmesi için buna ne kadar değer biçtin başkan?

TEŞEKKÜRLER SAYIN BAŞKAN ALİNUR AKTAŞ

Yetmez ama evet! Hem de çok güzel…

Timsah Park önünden geçip, Acemler’e bağlanan köprüye Bursaspor’un efsane kaptanı Sedat Özden‘in adının verilmesi çok muhteşem oldu.

Daha önce Belediye Başkanımız Alinur Aktaş‘a bizzat ben demiştim; başta Merinos Stadı‘na emektar, efsane Erdoğan İzmirli, diğer futbol sahalarına da mevcut isimlere ilave olarak örneğin Atıcılar’a Gündüz Özcebe, Fethiye Sahası‘na Muhtar Tucaltan, Soğanlı Sahası‘na Abdi Parlakay, Fidyekızık Sahası‘na Necmi Güzey isimleri verilebilir…

Aslında daha çok unutulmaz isimlerimiz var: Faik Tinel, İsmail Bavlı, Sinan Bür, Müfit Gürsu gibi…

Bunun için bir komisyon oluşturulabilir.

Ne dersiniz; Bursa futbolunda vefayı işletelim mi?

Paranın yönü tek adresi gösteriyor

Paranın yönü tek adresi gösteriyor

Piyasalar yeni haftaya odaklandı.

Özellikle de gözler Borsa İstanbul’da

Rekor üstüne rekor kıran BİST’te hisselerin performansına dair beklentiler ana gündemi oluşturuyor.

Çünkü rekor serisinin sürdürülebilir olup olmadığı yavaş yavaş tartışılmaya başlandı.

Giderek daha fazla sayıda yatırımcının ilgisini çeken borsanın yeni kayıpların adresi olmaması ve yatırımcıların yüzünü güldürmesi için hala pozitif bir zemin olduğu inancı ağırlıklı olarak öne çıkıyor!

Peki neden?

Öncelikle sıkça dile getirdiğimiz gibi geçmiş dönem kayıplarından kaynaklanan hisse bazlı ucuzluk kavramı hala gündemde.

Yani pratik olarak bakıldığında son bir yılda yüzde 160 seviyesinde yükseliş kaydeden biz üzerindeki hala ciddi oranda ucuz hisseler barındırıyor.

Yıllık bazdaki analizde dünyanın yerel para birimi cinsinden en fazla kazandıran borsası olan Borsa İstanbul, dövizdeki son aylara sahne olan nispi istikrar sayesinde dolar bazında da dünyanın en çok kazandıran borsası haline geldi.

Ancak, ilginçtir ki dolar bazlı rekora rağmen yabancı yatırımcı nerede ise yok gibi yeni işlemler bazında!

Halen risk primimiz yüksek seyrettiğinden dolayı yabancının tereddütleri olduğu açıkça ortada. Diğer yandan yüksek enflasyon ve kur riski, yabancının Türkiye’ye gelip dolar bozdurarak işlem yapma zorunluluğu nedeniyle çekimser davranmasına yol açan bir faktör olarak görünüyor.

Küresel çapta kaçmakta olan yatırım iştahı da bize yönelimi nispeten zayıf kılan bir gerçek.

Ayrıca yaklaşmakta olan genel seçimlerdeki manzaranın net olmaması nedeniyle bekle gör taktiğinin de yabancı yatırımcı tarafından tercih edildiğini görüyoruz!

Kısacası yakın vadede yabancı girişini beklemek biraz hayalperestlik olur.

Ama orta ve uzun vadede gelecek olan yabancı fonların borsaya yukarı yönlü ivme katma ihtimali hayli güçlü.

Kısa vadeye baktığımızda ise sektör ve şirket performanslarının kısmi belirleyiciliğini görüyoruz. Spekülatif hareketlerin de elbette eksik olmadığı bir dönemden geçmekteyiz!

Bu tablo itibari ile bakıldığında hisse senedi yatırımcısının yukarı yönlü trend beklentisinin korunduğunu söylemek mümkün. Bunun başlıca nedeni de faizlerdeki düşüş trendinin devam edecek olması.

Merkez Bankası bu haftaki toplantısında muhtemelen 150 baz puanlık bir indirime daha gitmiş olacak.

Böylece politika faizimiz yüzde 9 seviyesine inerek tek haneyi görecek uzun bir aranın ardından!

Dövizin de bir miktar serbest seyrine izin verilecek olsa da muhtemelen en azından yılbaşına kadar daha stabil bir seyir izlemesi kuvvetle muhtemel.

Bu çerçevede yatırımcının parayı yönelteceği tek adres olarak hala Borsa İstanbul görünmekte. Yani olağanüstü bir olay olmadığı sürece endeksleri yukarı yönlü bir trend içerisinde görmek çok mümkün. Dolayısıyla rekor serisinin devamı beklenmeli!

Ancak zaman zaman kar satışları ve düzeltme hareketlerinin olması da çok muhtemel.

Çünkü çok hızlı çıkan hızlı koşan bir piyasa ortamı söz konusu. Zaman zaman ters yönlü hareketler yani oynaklık gündeme gelecektir!

Bu anlamda özellikle kurumsal olmayan, yani klasik ifade ile küçük yatırımcının çok dikkatli olması gereken günlerdeyiz.

Döviz tarafına bakacak olursak hafif de olsa yukarı yönlü hareket haftanın gündeminde beklentiler arasında yer alıyor.

Çünkü bir yandan faiz indirimi gerçekleşecek. Diğer yandan da dolar endeksi yükseliş hareketini hafif de olsa sürdürecek. Ama ekonomi yönetimi dolar arzını kontrol ederek denge sağlayacak.

Dolar/TL’de ekstrem bir hareket beklemenin zor olduğu günlerdeyiz hala. Haftalık bazda 18,56 – 18,67 bandı öne çıkıyor öngörülerde!

Devlet okulları hafta sonu dershanelere kiralanabilir mi?

Devlet okulları hafta sonu dershanelere kiralanabilir mi?

Geçen hafta içinde Milli Eğitim Bakanlığı’nın yapmış olduğu uygulamayı bu köşeden aktarmıştım.

Bina yapmadan, ilave öğrenci olmadan, ilave öğretmen olmadan okul açmaktan bahsetmiştim.

Bu minvalde Bursa’da 100 öğrenciyi geçen ilkokul bünyesine bağlı olarak çalışan 9 anaokulu müstakil okul binasına dönmüş oldu.

Şimdi bu okullarda nakiller gerçekleşiyor.

Bürokrasinin kuralları işliyor…

Vergi dairesine bildirim yapılıyor.

Yeni banka hesapları açılıyor.

Yakında müdür yardımcıları için kadrolar açılır, atamalar gerçekleşir.

***

Şimdi asıl yazmak istediğim konu; bakanlığa bağlı ilkokul, ortaokul ve liselerin daha rantabl nasıl kullanılabileceği yönünde.

Malum;

Okulların yanı sıra aynı zamanda birçok özel okul ve dershane bulunuyor.

Özel okul ve dershanelerin öğrencileri büyük çoğunlukla kurslara hafta sonu gidiyorlar.

İşte gidilen bu kursların binalarının çok sağlıklı olduğunu söylemek mümkün değil.

Birçoğu iş merkezinde…

İşte bu noktada bakanlık yetkilileri okulları hafta sonu dershanelere kiraya verebilir.

Bu sayede hem okulların gelirleri artabilir, hem de öğrenciler daha sağlıklı ortamda ders görebilir.

Konuyla ilgili olarak Ankara, İstanbul, İzmir, Bursa, Konya gibi büyük illerde pilot uygulama başlatılabilir.

Sadece dershane değil, üniversitelerle işbirliği yapılarak nitelikli kurslar açılabilir.

Hatırlatmakta fayda var: Yurtdışında tek binadan oluşan butik birçok üniversitenin bulunduğunu da hatırlatalım.

Bizde bu açıdan bakınca birçok okul butik üniversite olabilecek bina yapısına sahip.

Bu proje verimli olursa, diğer illerde de uygulanabilir.

***

Öte yandan geçmiş yıllarda işlemde olan Mehmetçik Dershaneleri de gündeme gelebilir.

Yine kalkınmada öncelikli olan ilçelerde bakanlığa bağlı okullarda faaliyete geçirilip buralarda üniversite ve liselere hazırlanan öğrencilere ek ders ve kurs verilebilir.

Açılacak ek derslerle ve kurslarla LGS, TYT ve AYT gibi giriş sınavlarında ihtiyaç sahibi öğrencilere önemli destek olur.

Bu dershanelerin materyal ihtiyaçları da özel okullar tarafından karşılanırsa daha da güzel olur.

Öneri bizden, değerlendirmek yetkililerden…

SİYASİ PARTİLERİN FİNANSMANI YENİDEN GÖZDEN GEÇİRİLMELİ

Seçimlere hazırlık dönemi aralıksız devam ediyor. İşte bu noktada adaletsiz yarış olduğunu iddia edenler mevcut. Bu iddiayı ortaya koyanların başında diğer siyasi partiler geliyor.

Bunun nedeni de hazine yardımları.

Ülkemizde hazine yardımı almak için seçimlerde yüzde 3 baraj şartı var.

Bu madalyonun ön yüzü.

Bir de arka tarafı var.

O tarafta bölücü terör örgütü ile ilişkisi olan bir siyasi parti mevcut.

O siyasi partiye verilecek hazine yardımı da var.

Şimdi ister istemez, sormak lazım bu siyasi partiye yapılan hazine yardımları acaba nereye gidiyor?

O açıdan siyasi partilere yapılan hazine yardımları tekrar gözden geçirilmeli.

Hatta gerekirse kaldırılmalı.

 

 

 

 

AK Parti’nin Bursa kurucuları GİV’in Bursa Şube açılışında buluştu

AK Parti’nin Bursa kurucuları GİV’in Bursa Şube açılışında buluştu

Cuma günü önce Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından gerçekleştirilen 3. Kitap Fuarı’nın açılışına katıldık.

Ardından Girişimci İşadamları Vakfı’nın (GİV) Bursa Şubesi’nin açılışına…

Her iki açılış da oldukça güzeldi.

Kitap Fuarı ile ilgili önümüzdeki günlerde ayrı bir yazı kaleme alacağım.

Ben o yazıyı kaleme alana kadar sizler de fuarı gezmiş olursunuz.

Gelelim merkezi İstanbul’da bulunan, genel başkanlığını Mehmet Koç’un, Bursa Şubesi Başkanlığını da Yusuf Korkusuz’un üstlendiği GİV’in açılışına…

Girişimci İşadamları Vakfı’nın şube açılışı, tabiri caiz ise AK Parti Kurucu il ve ilçe yönetimlerinin buluşması gibiydi.

Kimler mi vardı?

Kurucu İl Başkanı Şevket Orhan’dan tutun, önceki dönem milletvekili Abdülmecit Alp, AK Parti’nin kurucu Mudanya İlçe Başkanı Mevlana Şimşek’e kadar birçok isim Korkusuz’ú bu günde yalnız bırakmamıştı.

Yine yalnız bırakmayan isimler arasında AK Parti’nin Türkiye’deki ilk belediye başkanı Bülent Hamdi Cingil, Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş, İl Başkanı Davut Gürkan, Orhangazi Belediye Başkanı Bekir Aydın da açılışta gördüğümüz isimlerdi.

Yine adını sayamadığım, kurucu yönetimlerde yer alan onlarca isim.

Kurucu yönetimde yer aslan Ömer Demiröz de vakfın Bursa şube yönetiminde yer alıyor.

Öte yandan, AK Parti Bursa Milletvekili Osman Mesten, Refik Özen ve ayağından rahatsız olmasına rağmen Atilla Ödünç de açılışta bulunan, Korkusuz’a bu anlamlı günde destek verenlerdendi…

Bu açılışta Milli Görüş’ün efsanevi isimlerinden Şevki Yılmaz, önceki dönem bakanlarından Faruk Çelik de programda yerini alan ve konuşma yapan isimlerdi.

Velhasılı, katılım noktasında AK Parti’nin Milli Görüş’ten gelen kısmı yoğun bir katılım sağlamıştı.

Diğer partilerden katılım görmedim, desem yalan olmaz.

Verilen mesajlar netti.

İçinizdeki girişimci ruhu ortaya çıkarın, o ruh sadece size değil aynı zamanda ülkenize de fayda sağlar. Bu sayede ihracat artar, milli gelir artar, cari açık azalır, dendi.

Gerçekten de öyle…

Her gerçekleşen yeni girişim, daha doğrusu başarılı olan yatırım yeni istihdamdır.

Bu arada Genel Başkan Mehmet Koç, konuşmasının özetinde, “Yurtdışında şu an başarılı olan girişimciler, daha önce en az beş kez başarısız olmuş, sonunda başarılı olmuştur” dedi.

 

Kısaca başarısız olmaktan korkmayın mesajı verdi.

Sonrasında vakfın iş bulma konusundan ziyade, yatırım konusunda mentörluk ve her türlü desteği yapmaya hazır olduğunu ifade etti.

Bu arada Korkusuz’un verdiği bir mesaj da oldukça netti.

“Bu vakfın şubesini kurduk, ama siyasi bir hedefimiz yok” demesi oldukça anlamlıydı.

Ne diyelim, o zaman hayırlı olsun, hayırlısı olsun…

Ama bizim diyeceğimiz odur ki girişimcilerin önüne çekilen setler resmen uzun mesafe engelli atletizm yarışması gibi. Bir engeli geçiyorsun, ardından diğer engel ve böyle devam eden bir süreç.

Önce bu engeller kalksın, ardından yaş şartı, sonrasında ise başarı kendiliğinden gelecektir, diye düşünüyorum.

Umarım bu önerimiz ciddiye alınır…

 

Sokak hayvanları için çözüm basit

Sokak hayvanları için çözüm basit

En az insan hakları kadar hayvan haklarını da yazıp çizmeye, bu konuda olması gerekenleri tekrar etmeye çalışıyorum yazılarımda. Son günlerde ise bu konularda bizi açmaza sürükleyen, kalbimizi adeta ikiye bölen olaylar yaşanır oldu.

Tüm bunlara son damgayı Bitlis’te kuduz nedeniyle vefat eden evladımızın üzüntüsü vurdu. Ardından da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın belediyelerin barınaklar inşa ederek köpekleri sokaklardan toplamasının önemini vurgulayan açıklamaları geldi.

Her gün yeni bir olayın görüntüleri sosyal medyada paylaşılırken, neyi nasıl yapmalıyız sorusunu sorabileceğim en donanımlı isme yöneldim.

Bursa Veteriner Hekimler Odası Başkanı Melike Baysal, Bitlis’te yaşanan elim olay karşısındaki üzüntüsünü dile getirirken çok önemli bir gerçeğin altını çiziyor:

“1887’de kuduz aşısı üretebilen bir ülkede 21. yy’da ‘kuduz hastalığı’ görülüyor. Tepkilere tamamen haksız diyemem, zira müthiş bir popülasyon artışı var ve bu durum sahipsiz hayvanların da kötü koşullarda yaşamasına neden oluyor.
Anlaşılmasını istediğimiz birkaç konu var. Kuduz hastalığı sahipsiz hayvanlar nedeniyle olmuyor, zaten var. Yaban hayatında çok yaygın! Sahipsiz hayvanların kırsala atılması, yaban hayatına yaklaşmalarına, ısırılarak kuduzu almalarına, taşıdıkları kuduz virüsünü insan ve diğer hayvanlara bulaştırmalarına neden olabilir!”

Bu noktada yıllardır bedava çözüm olarak uygulanmaya devam edilen, sahipsiz hayvanların kırsala atılmasının aslında bir çözüm olmadığını ve işi daha da açmaza sürüklediğini görmüş olduk sanırım.

Peki, bu işin çözümü nedir? Nerededir?

“Sorun şu ki, bugüne kadar devlet bu konuyu ciddiye almadı, toplumsal yaşamın daha doğrusu insan yaşamının bir parçası olarak görmedi, yeterli bütçeyi ayırmadı.

Oysa yapılacak şey basit, yerel yönetimlere gerekiyorsa bütçe desteği verilecek ya da devlet belli bölgelerde kendi bakımevlerini kuracak, kısırlaştırma ve rehabilitasyon için uygun şartlar sağlanacak, tüm hayvanlar kimliklendirilecek, uysal ve insanlarla yaşamaya alışmış olanlar yerlerine bırakılacak, agresif, yaşlı, engelli ve kronik hastalığı olanlar devlet korumasında yaşayacak. Sahiplendirme özendirilecek, eğitimle canlı yaşamına saygı çok küçük yaşlardan itibaren öğretilecek. Evcil hayvan edinmek isteyenlere belli koşullar oluşturulacak, birlikte yaşadığı hayvanın sorumluluğunu yeterince almayan, sokağa bırakanlara ağır yaptırımlar uygulanacak. Sadece köpekler değil, tüm hayvanların bir insanın gözetiminde yaşamadığı sürece devletin korumasında olması gerektiği gerçeğini toplum olarak benimseyeceğiz.”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bu konuda kurduğu cümlelerin altını Bursa Veteriner Hekimler Odası Başkanı Melike Baysal’ın anlattığı içerik ile doldursak harika bir çözüme ulaşacağız sanırım.

Ancak iş bütçe ayırmadan belediyelere yüklenmeye dönecekse bilinmesi gereken bir gerçek var ki, belediyelerin barınakları yine benzer bir çıkışla hunharca toplatılan ‘yasaklı ırk’ diye nitelendirilen köpeklerle zaten dolu.

Asıl temennim insana yakışır biçimde bu işi yürütmeyi başarmamız. ‘Yasaklı ırklar’ konusunda çok kötü bir sınav verdik. Aynısının yeniden yaşanmamasını istiyorum. Hayvanseverler de yaşanan sorunun çözülmesini istiyorlar ve

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a bu konuda bir çağrıda bulunarak ‘Gelin barınakları birlikte gezelim’ diyorlar.

“Keşke bu çağrı karşılık bulsa ve keşke Bursa’dan başlansa mesela…” diyor Melike Baysal.

“Veteriner hekimlerin, birkaç belediye hariç, ne kadar kötü koşullarda çalışmak zorunda kaldıklarını, o kötü koşullarda yapılan operasyonlara rağmen hekimlerin, personelin ve hayvan dostu insanların, ameliyat olmuş hayvanların yaşaması için ellerinden geleni yaptıklarını, hayvanseverler getirip götürmese kısırlaştırma sonrası özel bakıma ihtiyaçları olduğu dönemde kalabilecekleri alanlar dahi olmadığını görse!” diye ekliyor.

Keşke…

Şunun altını çizmek lazım, bir sorunu çözmek için kolları sıvıyorsanız bu sorunla uğraşanların çözüm önerilerine kulak vermek çok önemlidir.

Misal, Veteriner Hekimler Odası’nı dinliyor muyuz?

 

ANNELİK KARİYER DEĞİLDİR!

Bizim ülkede kadına yönelik ötekileştirici tutum malum. Haliyle meseleye dikkat çekmek ve hemcinslerini cesaretlendirip onlara destek olmak için kurulan pek çok dernek var. Bursa Mühendis Kadınlar Derneği de bu amaçla kurulmuş ve amacı doğrultusunda pek çok etkinlik yapan başarılı bir dernek.

3 yıl önce kurulan, ancak pandemi sürecine maruz kalması nedeniyle çalışmalarını yeterince anlatma fırsatı bulamayan dernek, bugün bir toplantı düzenleyerek 3 yıllık kısa geçmişe neler sığdırdığını aktardı bize.

İlgiyle dinledik. Sürdürülebilirlikten, kadının iş hayatına başlaması, bırakanların geri dönüşleri, öğrencilerin mühendislik alanlarına yönelimlerinin artırılması gibi pek çok alanda çalışıyorlar.

Yapılan çalışmaların hepsinin ayrı ayrı kıymeti var elbette, ancak benim açımdan en kıymetli açıklama BUMKAD Dernek başkanı Ülfet Öztürk’ün, “Türkiye nüfusunun yüzde 50’si kadın ve bu yüzde 50’nin yüzde 70’i hiç istihdama katılmamış kadın. Kadınları istihdama katmamız lazım. Ben bir anneyim, bir eşim ve yaptığım işle çocuğuma model olabilen bir anneyim. Pek çok şapkayla dolaşıyoruz biz kadınlar. Çocuklarımızın böyle bir dünya olduğunu anlatabilen, bunu modelleyebilen anneler olmalıyız. Kadın istihdama katıldıkça bu bilinç daha da artacaktır” sözleri oldu.

Kendisine yürekten katılıyorum, kadının tek kariyeri annelik olamaz!