Money Talks

Money Talks

Paradan başka bir şey konuşmayan ülke olarak tarihe geçeceğiz az bir gayretle… Gelecekle ilgili planlarımız yok, ülkemizin sağlık, eğitim, güvenlik, savunma gibi çok önemli konularda önümüzdeki 40-50 yılı planladığı projeleri, politikaları yok…

Sadece para var konuşulan…

Para nasıl kazanılır, nasıl daha kolay kazanılır, nasıl daha kolay ve daha çok kazanılır, nasıl daha kolay, daha çok ve daha çok ve daha çok kazanılır…

Tüm ülkenin tek motivasyonu, tek mutluluk kaynağı para olunca ve bu durum insanların gözüne gözüne bu kadar sokulunca, parası olmayanların mutsuzluktan ölmesi, ama gerçekten ölmesi, ölmeyi istemesi, ölmeyi isteyecek kadar bedbaht hissetmesi normal…

Gençlerin üzerindeki bu mutsuzluk halesinin, bu ‘hayatın yaşamaya değmez’ olduğuna ilişkin hissiyatın tek nedeni de bu…

Koskoca ülkenin tek motivasyonu para!

Bu durumun tek nedeni de ‘kara para!’

Yine bundan yıllar önce kucak açarak karşıladığımız, sürekli yenilenen sözlerle gelmeye devam etmesi için büyük çaba harcadığımız, ‘valla nerden buldun demiycem, sen yeter ki, getir dövizleri…’  sözlerini hep tekrar ettiğimiz ‘kara para!’

Sen koskoca ülkeyi kara para cennetine çevir, bütün dünya kara parasını senin ülkende aklasın, sonra olanla olmayan arasındaki makas dağları aşacak ölçüde açılınca olanlar yaşasın, olmayanlar yaşadıkları hayattan soğusun…

Oysa bakalım efendim IMF ne diyor bizim gibi kara para cenneti olan ülkeler ile ilgili;

1-Sürdürülebilir ve her kesimi kapsayan büyümeyi baltalar ve gelir adaletini bozar,

2-Yetkilileri yozlaştırır,

3-Kara para çeken ülkelerde fırsat ve gelir adaletsizliği artar, daha fazla yasa dışı göç ve daha yüksek yoksulluğa çevresel bozulmaya neden olur…

Aaaa… Çok ilginç, bütün bunlar bizim ülkede var!

O halde yapıyoruz bu kara para işini be… Helal olsun bize…

VATANDAŞA DEMESİ KOLAY!

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Mehmet Özhaseki, Gazeteci Deniz Zeyrek ile yaptığı söyleşide, yeni kentsel dönüşüm yasasıyla artık yalnızca boş alanların değil, bina bulunan alanların da maliklere sorulmadan rezerv yapı ilan edilebileceğine yönelik mülkiyet hakkı konusundaki kaygılar hakkında açıklamalarda bulunmuş ve özetle; ‘Tapusu olanı kimse çıkaramaz!’ demiş!

Uygulamada zaten böyle bir işleyiş yok da…

Onun üstüne bir de allayıp pullamış;

“Rezerv alan için ‘yeni yerleşim yeri’ ifadesi kullanılıyordu ve bu yüzden yeni yerleşimden kent dışındaki boş alanları anlayan mahkemeler ‘burası yeni yerleşim değil’ gerekçesiyle konut alanlarda rezerv alan ilan edilmesi kararlarını iptal ediyordu. Biz sadece ‘yeni yerleşim yeri’ ifadesini çıkardık. Bunun arkasında bir şey aramak doğru değil” diyerek.

Daha önce defalarca yazdım. Kentlerin merkezlerinde yaşayan vatandaşın kentlerin dış kesimlerine doğru itilmesine neden olacağını düşündüğüm bu uygulama biçimi devletin işini kolaylaştırırken, kapitalist sistemin temelini oluşturan mülkiyet hakkının kutsallığını hiçe saydığından, elbette özellikle yabancı sermaye konusunda endişe verici hale geldi.

Sonuçta vatandaşa senin evini rezerv alan ilan ettim, burayı yıkacağım, yenisini yapacağım, sen de bana burada oturmak istersen elindekinden daha küçük bir yere razı olman bir yana üstüne para da vereceksin, yani borçlanacaksın biçiminde gidiyorsunuz bahsettiğimiz uygulamada.

Bunun böyle olmadığını kimse iddia edemez sanıyorum…

Hal böyle olunca, aynı uygulama biçimi ile şimdilerde şehir merkezlerinde kalan sanayi bölgeleri için de benzeri bir gidişatın yaşandığını düşünsenize…

Şöyle bir aklınızdan geçiriverin, o koca koca elleri devletin pek çok kademesindeki pek çok önemli kişiye uzanan saygın işadamlarımıza; ‘ben senin yerini yıkacağım, yerine de şunu bunu yapacağım, sana da buradan taşınman için 3 ay süre veriyorum’ diye gittiğinizi…

Olmaz mı diyorsunuz?

Bu kanunla gayet mümkün. Hatta size ilk adresi de Bursa Organize Sanayi Bölgesi olarak gösterebilirim. Mis gibi yer, tam da Korupark gibi bir cazibe merkezinin, 1050 Konutlar kentsel dönüşüm alanının diğer yakasında…

“Hayır. Çok net söylüyorum. Konutu dönüştürülen vatandaşın tapusu varsa onu oradan hiç kimse çıkaramaz. Vatandaş ölene kadar orada yaşar. Borcunu da öder. Ödeyemezse varisleri oturmaya ve ödemeye devam eder. Daha önceki uygulamalarda yerlerinden olan vatandaşların hazine arazilerinde oturduğunu, tapularının olmadığını hatırlamakta yarar var.” diyor Sayın Bakan.

Bunu vatandaşa söylemesi kolay. Vatandaşı kendi evinde kiracı etmek kolay, siz bir de işadamlarını kendi mülklerinde kiracı etsenize…

 

 

 

 

 

Mudanya meselesi…

Mudanya meselesi…

CHP’de yerel seçimlerin heyecanı genel seçimleri solladı. Yine de bir sıkışmışlık havası seziliyor değişim rüzgarından yararlanarak her seçimde görmeye alıştığımız isimlerden oluşan zinciri kırmaya çalışanlarda.

Bursa Büyükşehir Belediyesi ile birlikte 18 belediye için yarışılması gereken CHP’de hepi topu üç belediye için kapışılıyor. Nilüfer, Mudanya, Gemlik…

Büyükşehir’in adayı belli, Mustafa Bozbey

Nilüfer 13 belediye başkan adayı ile kapattı yarışı, başı çekeceğini düşünüyordum bu seçim sürecinde, olmadı, ilk sırayı en son depremin hırpaladığı Mudanya Belediyesi’ne kaptırdı 15 aday adayı başvurusu ile…

Gemlik’te heyecan bu iki ilçedekinden nispeten daha düşük, beklentilerin önemli bölümü Gemlik Belediye Başkanlığının AK Parti ya da MHP’ye geçeceği yönünde. Elbette bu söylentiler aday adaylığı başvurularını etkiliyor.

İşin bu kısmını konuşmak için daha erken olsa da ben bugün daha çok Mudanya ile ilgili konuşmak istiyorum. Çünkü Norm Haber ailesinin bugünkü konuğu Mudanya Belediye Başkan Aday Adayı Baran Güneş oldu.

Tıpkı CHP gibi Mudanya’da bir yanıyla gelişmek için can atan, diğer yanıyla zeytinlikler ve deniz arasına sıkışan, bu sıkışmışlıktan memnun olup olmadığından da tam emin olamayan, bir yanıyla göç alan, diğer yanıyla aldığı göçten hoşlanmayan, artık yerleşim yeri olarak planlanmış bölgelere sığamayan, aslında bir sahil kasabası olan, ancak sahilini aktif biçimde kullanamayan, sahilini kullanamadığı için de büyük üzüntü duyan, bir zamanlar dünyaca ünlü temiz havası ile astım hastalarına yaşaması için önerilen, ancak giderek bu güzel özelliğini kaybetme noktasına gelen… Konuyu daha çok uzatabileceğim, ancak şimdilik bunlarla yetinmeyi tercih ettiğim bir yer halini aldı yıllar içinde.

Mudanya mevcut belediye Başkanı Hayri Türkyılmaz’ın bir yanıyla büyük övgü topladığı bir yanıyla da ciddi eleştirilere maruz kaldığı imara açılmama durumu ile de pek meşhur biliyorsunuz.

Elbette Mudanya gibi kendisi küçük, önemi büyük, özellikle yaşadığımız son depremle birlikte imar sorunları ivedilikle çözülmeyi bekleyen bir ilçede belediye başkanlığına soyunan Baran Güneş’e tüm bunları sorduk.

Kendi partisinin belediye başkanı tarafından yönetilen bir ilçe ile ilgili muhalefet odaklı bir politika geliştirmek hem kendisine hem de partisine kaybettireceğinden, eksikleri söylemek yerine neden kendisinin seçilmesi gerektiğini anlatmaya yönelmiş genç siyasetçi…

Köken itibariyle de Mudanyalı olmasından, ailesinin de kendisinin de Mudanya’da sevilen sayılan insanlar olmasından ve belediye başkanları konusunda nihai kararı verecek olan ekibin başında yer alacağını duyduğumuz Murat Karayalçın’ın Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı yarışına girdiği süreçte kampanyasından sorumlu kişiler arasında yer almasından tutun da pek çok şey öğrendik Güneş ile alakalı…

Bu arada önemli bir not olarak kenara düşelim, Karayalçın geçtiğimiz günlerde Baran Güneş’i arayarak adaylığından büyük memnuniyet duyduğunu belirtip başarılar dilemiş…

Gelelim Mudanya’ya…

Bence Baran Güneş’in sunduğu en önemli projelerden biri Mudanya’nın tek ana yoluna alternatif bir kara yolu bir de deniz yolu ulaşımı sağlayarak trafiği rahatlatma çabası olacak.

İkinci önemli proje ise Mudanya’yı akıllı kent haline getirme ve tüm projeleri cep telefonlarına indirilecek bir aplikasyon sayesinde vatandaşla birlikte planlamak…

Hatta şöyle diyor Güneş; “Ben Mudanyalının istemediği hiçbir şeyi yapmayacağım, istedikleri her şeyi de bilime aykırı olmadığı sürece yapacağım…”

Oldukça iddialı bir söylem…

Mudanya’nın bir tarihi, turizm, gastronomi, deniz ve balık kenti olması için kolları sıvamış ve pek çok proje hazırlamış gibi görünüyor.

Doğruya doğru nezaketini hiç bozmadı, politik dilini hiç bırakmadı, sıkı sıkıya tembihlenmiş olsa gerek ki, ‘off the record’ diye başlayan cümleler dahi kurmadı…

Bir yandan iki dönemdir Mudanya’yı yöneten, ancak geçtiğimiz hafta yaşanan 5.1 büyüklüğündeki deprem ile birlikte bence bir dönem daha başkanlık yapma hayalleri suya düşen, yine de ağzından ‘iki dönem daha Mudanya’ya başkanlık yapacağım’ sözünü eksik etmeyen Hayri Türkyılmaz karşısında Baran Güneş’in şansı ne olur kestirmek güç…

Mudanya’nın pek güçlü belediye başkan aday adaylarına karşı şansı ne olur, onu kestirmek daha da güç. Ancak belediye başkanlığı koltuğuna oturamamış olsa dahi şunu söylemek mümkün; CHP’deki meşhur küsme modasına uymayan, katıldığı yarışlar sonlandığında kaybetmiş olsa dahi kendisine verilen her türlü görevi büyük küçük demeden canla başla yerine getirmeye çabalayan, vizyonel, geleceğe umutla bakan, enerjisi ve en önemlisi de partisinin ilerici, halkçı politikalarına yürekten inanan Baran Güneş, Mudanya’ya hangi siyasi partiden her kim belediye başkanı seçilirse seçilsin mutlak danışılması, fikirlerinden ve çalışma azminden yararlanılması gereken bir isim olacaktır.

Türk Metal alana çıktı!

Türk Metal alana çıktı!

Zenginin malı, züğürdün çenesini yeterince yorduysa, biz gariban faniler kendi gerçek gündemimize dönebilir, önümüzdeki en önemli mesele olan geçim sıkıntımıza bir çare arayabiliriz…

Malum, Aralık ayı bir yandan asgari ücret görüşmelerinin başladığı, tek artış mı olacak, çift artış mı olacak tartışmalarının odak noktaya taşındığı dönem olarak geçiyor önümüzden.

Suni gündemlerde boğulup, kara para aklayanları ya da bir biçimde uyuşturucudan gelen gelirlere vesile olanları, bankalardaki standart faizlerle yetinmeyerek daha büyük paralar kazanmak uğruna ava giderken avlananları bolca takip edip bu büyük paralı kesimlere şirin görünmek için ‘ben seni biliyorum, ben senin yarındayım…’ biçiminde, kime ne fayda sağlayacağı belirsiz mesajları göndermeyi bıraktıysanız, biraz da önümüzdeki sene evinize ayda kaç lira gireceği ile ilgilenmeye ne dersiniz?

Mesela, siz şimdi asgari ücretin 20 bin lira olması hayalini kuruyorsunuz ya…

Kurmayın işte o hayali…

Çünkü bugün itibariyle, Türk- İş Genel Başkanı Ergün Atalay, asgari ücret görüşmeleri öncesi resti çekerek, 14 bin TL olan açlık sınırının teklif edilmesi halinde masadan kalkacaklarını söyledi.

Bu ne demek biliyor musunuz?

Asgari ücret 20 bin liraya asla yaklaşamayacağı gibi, benim bir süre önce söylediğim 17 bin lira dolaylarına da zor gelecek demek…

Ama tabii pek çok işyerinde sendika olmadığından ve asgari ücretlilerin birleşerek bir eylemlilik ortaya koyma durumları bulunmadığından, bizim ülkemizde örgütlü mücadeleden nedense kimsenin haberi olmadığından, ‘ne verirsen elinle, o da gelir seninle’ duasıyla bekleyeceğiz büyüklerimizin bizim için uygun gördükleri rakamı açıklamalarını…

Bir de örgütlü işçiliğin durumuna bakmak lazım…

Metal sektöründe bir süredir toplu sözleşme görüşmeleri devam ediyordu. Tahmin edileceği gibi görüşmeler ücret belirlemesine gelene kadar iyi gitmiş olsa da MESS ve Türk Metal arasında telaffuz edilen rakamlar birbirine yaklaşmayınca Türk Metal masadan kalktı ve eylemlilik sürecini başlattı.

MESS Merkez Ofisi ve Ankara, Bursa, İzmir Bölge Temsilciliklerine metal sektörü emekçileri tarafından eş zamanlı olarak siyah çelenk bırakıldı.

Bursa MESS Bölge Temsilciliği önündeki basın açıklamasını yapan Türk Metal Bursa Şube Başkanı Selda Tekman;

“İşveren sendikası MESS, ülkemizin içinde bulunduğu koşulları, enflasyonu, hayat pahalılığını, geçim sıkıntısını hiçe sayarak Sendikamıza sadece yüzde 35 ücret zammı teklif etti. Yani MESS bize dedi ki, siz hakkınızı almayın, emeğinizin, alın terinizin karşılığını almayın, bizim verdiğimiz sadakaya razı olun, boğaz tokluğuna yarı aç, yarı tok çalışın. Siz böyle yaşarken de, Biz karlarımıza kar katalım, ihracat ve satış rekorları kıralım, soframızı daha da büyütelim dedi” diyerek özetledi kısaca mevcut durumu.

Pek meşhur lafımızda olduğu gibi tokun açtan haberi olmuyor haliyle, herkesi kendi gibi biliyor. Mesela zaman zaman kira artışlarına şaşırarak ‘bu kadarı da zalimlik’ diyebiliyor ya da ne bileyim, ‘7 bin 500 lirayla nasıl geçinilir, olur mu öyle şey?’ diyerek şaşırabiliyor karnı tok olanlar…

Oysa tüm bu soruların yanıtını yıllardır benzeri rakamlar ve yüzdelerle mücadele eden, her türlü ülke sorununu sırtlanmaktan beli bükülmüş vatandaş olarak bizler biliyoruz.

Böyle yaşanmıyor!

Türk Metal’in işverenden zam olarak ne istediğini hemen hatırlatmakta yarar var. Hatırlayalım ki, nasıl olunca yaşanabiliyor bunu bir öngörelim öyle değil mi?

Tüm saat ücretlerine, sözleşmenin ilk altı aylık dönemi için yüzde 80 zam talep ediyorlar mesela ve sosyal haklarla birlikte tüm bu talepler toplandığında sözleşmenin ilk altı ayı için toplam zam talebi yüzde 119,05’e çıkıyor.

Bunun üzerine sözleşmenin ikinci altı aylık döneminde, açıklanan 6 aylık enflasyon oranına ek 5 puan, üçüncü altı aylık döneminde, açıklanan 6 aylık enflasyon oranına ek 5 puan, dördüncü altı aylık döneminde, açıklanan altı aylık enflasyon oranına ek 5 puan artış istiyorlar…

İstekleri gerçekleşmeyince ne yapıyorlar peki?

Teşekkür edip verilene razı olmuyorlar elbette…

İstekleri gerçekleşmeyince örgütlü olmanın avantajı ile üretimden gelen güçlerini kullanarak eylemlilik sürecini başlatıyorlar.

Siyah çelenk bırakmak sürecin ilk adımı, son adım grev…

Bakalım hangi arada, hangi yüzdelik oranlar üzerinden bir uzlaşmaya varılacak metal sektöründe ve belirlenecek ücretler emekçinin yüzünü biraz olsun güldürebilecek mi?

CHP’de aday belirleme süreci

CHP’de aday belirleme süreci

Bozbey’in adaylık açıklamasının ardından ilçe belediyeler için aday adaylığına soyunan isimlerin medya ziyaretleri de sıklaştı. Halen tabanının sesine kulak veren az sayıdaki partiden biri olan Cumhuriyet Halk Partisi’nde kendini tanıtmak önemli bir gelenek zira…

Norm Haber ekibi olarak bugün NOSAB Yönetim Kurulu Başkanı Erol Gülmez’i ağırladık. Geçtiğimiz günlerde düzenlediği toplantı ile hem NOSAB’ın bir yıllık karnesini gözler önüne seren hem de Nilüfer Belediye Başkanlığına Aday Adaylığı sürecini değerlendiren Gülmez, bu toplantının ardından başvurusunu yapmıştı hatırlarsınız.

Gerek parti içinde gerekse Bursa’da ve özellikle Nilüfer bölgesinde karşılığı olan bir isim Erol Gülmez. Kabul etmek gerekiyor ki, CHP Nilüfer İlçe Başkanlığına yapılan 13 müracaat içinde kimin daha şanslı olduğunu kestirmek zor, ancak şunu net şekilde söyleyebilirim ki, Gülmez hafife alınacak bir rakip değil.

‘Neden adaysınız?’ sorusuna son derece politik bir yanıt vererek; “Genel merkezdeki değişim rüzgarının Nilüfer’de de esmesi yönünde halkta bir talep olduğu kanaatinde olduğum için adayım. Nilüfer’de değişimin getirdiği heyecanla CHP’nin sosyal belediyecilik anlayışına yönelik çalışmalarını yürütmek için başkanlık koltuğuna talibim” diyor.

Elbette bu aralıkta CHP’nin adaylarını nasıl belirleyeceğini bilmek önemli, zira Ekrem İmamoğlu ve Özgür Özel ikilisi ilk kez seçimler için aday belirleme çalışması yapıyor. Hangi kulvarda kimin ağırlığı olacak, tanışıklığa mı liyakate mi önem verilecek, bu soruların hepsi şimdilik yanıtsız. Ancak önümüzde bir süreç var.

Bursa özelinden aktaracak olursak, Bursa ile eşleşmiş iki milletvekili önümüzdeki hafta misafirimiz olarak ilçe başkanlarıyla, il başkanlığıyla, milletvekilleriyle ve mevcut belediye başkanlarıyla, hatta belki eski milletvekilleriyle birer görüşme sağlayarak hangi isimleri hangi belediye başkanlıklarında görmek istediklerine ilişkin görüşlerini soracaklar. Her iki milletvekili de bu görüşmelerden elde ettiği sonuçlara göre bir liste hazırlayacak.

Bunun dışında anket çalışmaları yürütülecek, hatta yavaştan yürütülmeye başlandı bile. İki tip anketten söz ediyoruz. Birinci ankette CHP’nin elinde olan il ve ilçelerde bir memnuniyet anketi yapılacak. Seçilmiş belediye başkanının seçimi kazandığı oy oranı ile bu memnuniyet anketinden aldığı oran karşılaştırılacak. Buna göre bir değerlendirme yapılacak…

Diğer anket ise örgüt içinde yapılacak olan ve örgütün kimi liyakatli gördüğünü ortaya koyacak olan anket.

Bu anketlerden de birer sıralama çıkacak.

Tüm verilerin karşılaştırılmasından oluşan değerlendirmenin ilk beşine giren isimler ise Murat Karayalçın’ın başında bulunduğu dört kişilik değerlendirme komisyonunun önüne gelecek. Komisyon da mevcut isimleri kendi içinde değerlendirecek ve seçtiği aday ya da adayları MYK’ya sunacak…

Uzun bir süreç değil mi?

Uzun, ancak doğru uygulanırsa iyi sonuç vereceğini düşündüğüm bir süreç.

Karar verici komisyonun başında Murat Karayalçın isminin olduğunu öğrendikten sonra, özellikle Karayalçın ile olan yakınlıklarından yola çıkarak aday adayı olmayı düşünenler için de Karayalçın’a gelene kadar nasıl bir elemeden geçeceklerine ilişkin bilgi olsun diye anlattım tüm bunları.

Tabi, siyaset bu, süreç böyle terennüm edilir, uygulamada ‘Karayalçın bu ismi istiyor’ denir, orasını ben bilemem…

Son olarak Mustafa Bozbey’in adaylık açıklamasında dikkatimi çeken bir küçük ayrıntı ile kapatayım yazımı…

Bozbey’in adaylık açıklamasına Orhan Sarıbal ve Şadi Özdemir’in kol kola gelmesi çok ilgimi çekti doğrusu. Şimdiye kadar aday adaylığı sürecini sessiz ve derinden yürüten CHP’nin eski ağır toplarından Özdemir, Murat Karayalçın ile de yakından tanışıyor. Şadi Özdemir’in Mustafa Bozbey ile yakınlığı da biliniyor…

Buradan şöyle bir denklem çıkarıyorum; şimdiye kadar pek dillendirilmese de Şadi Özdemir hem Bozbey hem de Sarıbal tarafından desteklenen, aynı zamanda genel merkezde kendisini yakından tanıyan isimlerin karar verici mercilerde olduğu bir aday adayı olarak geliyor önümüze…

Aklımızın bir köşesinde bulunsun…

Tabi dile kolay 13 aday adayı…

Seçmek de zor, seçilmek de, seçildikten sonra bir süredir demografik yapısındaki değişiklikle dikkatleri çeken Nilüfer’de seçimi almak da zor, Nilüfer’de büyük bir başarı yakalayarak Büyükşehir adayına Nilüfer’den oy devşirme planını gerçeğe dönüştürmek de…

Öyle şunun işi tamammış, bunun kulağına fısıldanmış biçiminde aday totolar yazmak için daha çok erken olsa da aday adaylarının yola çıkmadan önce birer Ankara ve İstanbul turu attıkları, pek çoğunun da kendilerine söylenen güzel sözlerle gülümseyerek geri döndüğünü hatırlatmakta fayda var.

Mesele söz almakta değil zaten, verilen sözlerin tutulmasını sağlamakta…

‘Millet ittifakı olmazsa milletimizle ittifak’

‘Millet ittifakı olmazsa milletimizle ittifak’

AK Parti kalesi olarak gördüğü Bursa için bir Büyükşehir Belediye Başkan adayı ismi açıklamadı henüz. Güdülen mantık halen ‘ceketimizi koysak seçilir’ olabilir, çünkü muhalefetin işbirliği içinde bir çalışma yürütmeyeceği de ortaya çıkınca ibre giderek AK Parti’den yana dönüyor gibi.

Oysa zavallı makus talihli Bursa hükümetin tüm imkanlarının seferber edilebileceği, ellerinde kalan tek büyükşehir olma özelliğini taşıdığı geçmiş 5 yılda da hem yatırımlardan doğru dürüst bir pay alamadı hem de Ankara’dan gelen planların ardı arkası kesilmediğinden tarlasında tapasında gedik açılmadık yeri kalmadı…

Hizmet yok da pay paye istemek çok sizin anlayacağınız.

Yine de gerçekten ceket koysalar seçilir kolaylıkta bir seçim mi yaşanacak bunu biraz da bekleyip görmek lazım.

Uzun süre Büyükşehir mi, Nilüfer mi gelgiti yaşandıktan ve her sorduğumuzda ‘Ben Büyükşehir için hazırlanıyorum, benim başka hedefim yok’ sözünü kendisinden işittikten sonra nihayet Mustafa Bozbey’in Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adaylığı resmen açıklandı ve herkes derin bir ooohhh çekti…

Sonuçta Bozbey ismi bir marka değeri taşıyor Bursa’da. Vakti zamanında İletişim Fakültesinden Halkla İlişkiler ve Reklam Bölümü mezunu olarak ayrılmış birinin gözüyle söyleyebilirim ki, pek az siyasetçiye nasip olan bir marka değerden bahsediyoruz…

Ben bu iş için 5 yıldır sokaklarda, halkın arasında çalışıyorum’ diyen Bozbey için şimdi geçmiş 5 yılın meyvelerini derleme zamanı diyebiliriz, ama bu kez de İYİ Parti’nin meşhur ‘seçimlere özü başına gireceğiz’ kararı bir soru işareti bırakıyor akıllarda…

Burada küçük bir not düşelim hemen; elbette her siyasi partinin istediği biçimde siyaset ve seçim çalışması yürütme özgürlüğü mevcut, bu duruma karışmak da haddimize düşmez, ama sokağın sesini köşeme taşıdığım düşünüldüğünde şunu söyleyebilirim ki, taban bu durumdan rahatsız.

Daha önce defalarca söyledim, yine tekrarlamakta yarar görüyorum, ‘Eğer genel merkez düzeyinde bir birliktelikten bahsedilmezse, taban sandıkta bir birleşme yolunu bulur.

Gelelim Bozbey’in adaylık açıklamasında yaşananlara…

Öncelikle belirtmekte yarar görüyorum, Mudanya Belediye Başkanı Hayri Türkyılmaz da dahil olmak (ki, kendisi pek az organizasyona dahil olmasıyla nam salmıştır) üzere partinin bütün belediye başkanları ve milletvekilleri Bozbey’in açıklamasında hazır bulundu. Hatta Bozbey’in hemen yanında oturan Nurhayat Altaca Kayışoğlu ile Bozbey’in kurultay sürecinde iki farklı lideri desteklediklerinin altını bir kez daha çizmek isterim.

Şöyle bir mesaj veriliyor parti örgütüne bu tabloyla; Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı için tüm CHP var gücüyle çalışacak!

Pek güzel, pek ala ve olması gereken tablo tam da bu…

Üstelik bahsettiğimiz resmi vermenin de tam yeriydi, çünkü adaylık açıklaması sadece il binası ile sınırlı kalmadı, il binasına girişte meşalelerle karşılanan Bozbey’i binanın dışında da mini bir miting kalabalığı bekliyordu. Parti içindeki farklı dengelerin el ele tutuşan görüntüleri birlik beraberlik mesajı için doğru adrese teslim edildi bence.

Bozbey’i desteklemek için sadece mevcut belediye başkanları ve milletvekilleri geldi sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Özellikle bir dönem sağ tandansın temsilcisi olan Eski CHP Bursa Milletvekillerinden Turhan Tayan ve İçişleri Eski Bakanlarından Mehmet Gazioğlu ile Eski ANAP Milletvekili Feridun Pehlivan’ın varlığı bahsettiğim taban ittifakının kuvvetlenmesi için önemli yapıştırıcı unsurlardı.

Hem CHP İl Başkanı Nihat Yeşiltaş hem de CHP Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mustafa Bozbey, Bursa’nın içinde bulunduğu makus talihli durumundan kurtulması için CHP belediyeciliğinin tek alternatif olduğunu vurgulayan pek de güzel hazırlanmış konuşmalar yaptılar. Salon coşkuluydu, ‘fark atacağız!’ sloganları duyuluyordu yer yer. Sokak daha da coşkuluydu, alkış kıyamet kopuyordu, ama bence yerel seçime yönelik en mantıklı açıklama, İYİ Parti’nin aldığı kararın ardından fikirleri sorulduğunda yine Bozbey’den geldi.

Millet ittifakı olmazsa biz milletimizle ittifak yaparız. Gerçekten Bursa’nın makus talihini değiştirmek için Bursa ittifakını yaparız. Buna Bursalılar hazır. Biz Bursalıların daha önce kime oy verdiklerini önemsemiyoruz. Bursalılar kime oy vereceklerini çok iyi biliyorlar. Şehrin geçmiş yıllarını irdeleyecekler ve ona göre oy verecekler!”

Bu açıklamayı İYİ Parti Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adaylığında adı sıklıkla geçen İYİ Parti Bursa Milletvekili Selçuk Türkoğlu’na da sordum. Bozbey’in halk nezdinde bir ittifaktan bahsettiğini, genel merkezlerin kararları doğrultusunda hareket etmek durumunda olan parti teşkilatlarının böyle bir ittifak için Bursa özelinde karar alamayacaklarını söyledi haklı olarak.

Tam da benim tahmin ettiğim gibi.

Yeri gelmişken belirtelim, Türkoğlu’nun adı adaylık için geçiyor, ancak başvuru süreci 22 Aralık tarihine kadar devam ettiğinden daha kesinleşmiş bir durum yok.

NOT: Yıllardır siyasete koyduğu mesafe ile bilinen Ali Nihat Irkörücü’nün açıklamada bulunuyor olması, yerel seçimlerde özellikle Yıldırım bölgesinde aktif bir çalışma yürütüleceğinin ilk sinyali gibi geldi bana…

 

 

 

 

 

Hızlandırılmış kurs, vasıflı ‘yeni’ personel, ‘yepisyeni’ medya!

Hızlandırılmış kurs, vasıflı ‘yeni’ personel, ‘yepisyeni’ medya!

Vakti zamanında…

‘Bursa’ya neden iletişim fakültesi açılmamalı’ başlıklı bir makale yazmış ve iletişim fakültelerinin mümkünse hali hazırdaki sayısının düşürülmesini, hatta ve hatta yetenek sınavı ile alım yapılmasını önermiştim naçizane.

Zira, pıtrak gibi türeyen üniversitelerimizden mezun olan gençler sektörde iş bulamıyor, tecrübe kazanamıyor, okuduğu okulun iş kolunda iş bulamayan yeni mezun arkadaşlar kah bunalıma giriyor, kah çareyi sektör dışı başka işlerde çalışmakta buluyor.

Hala dediğimin arkasındayım…

Gazetecilik mesleğinin sınırlarının çizilmesi taraftarıyım. Artık meslek odası mı kurulur, dernekler mi bir adım atar bilmem ama sektör dışından ‘transfer’ işi bitmeli.

Peşinen belirteyim, bu faşizan bir bakış açısı değil, sektör paydaşlarının işsizlik kıskacından kurtulması için ortaya atılan bir fikirdir. Zira bu sektörde ‘alaylı’ olarak tabir ettiğimiz ve yıllardır işini hakkıyla yapan çok sayıda isim mevcut, sapla samanı karıştırmayalım.

Meslektaşlarımız iş bulamamaktan yakınırken, çoğunluğu asgari ücret ile yaşamını idame ettirmeye çalışırken iki haftalık kurslarla, bu kurslarda verilen iş garantileriyle yaşanan krizi daha da perçinlemeyin dedim, dedim de ne oldu…

Members of Bangladesh Photojournalists Unity place their cameras on a protest banner as they form a human chain in Dhaka, Bangladesh, Friday, Aug. 30, 2013, to protest against the last week’s gang rape of a 22-year-old Indian woman photojournalist in Mumbai, India. The woman was gang raped while her male colleague was tied up and beaten in an isolated, overgrown corner of India’s business hub of Mumbai. (AP Photo/A.M. Ahad)

Birkaç senedir ısrarla ve inatla devam eden kursların bir yenisi bu kez ‘akademi’ sıfatıyla zuhur etti, ediyor ve yine iş garantisinden bahsediliyor. Bugüne kadar 70 kursiyer, İŞKUR vasıtası ile kamu kurum kuruluşları ve özel sektörde istihdam edilmiş, bu sene kontenjan 50 kişi olarak belirlenmiş. İki haftada, 50 yeni çalışan gelecek sektöre. Bir de bu hızlandırılmış eğitimler neticesinde sektöre ‘vasıflı personel’ kazandırılacakmış, mübarek olsun. Al gözüm sana ‘yepisyeni’ medya!

Evet, bilhassa o köşe yazarlığı dersi ile yeni medyacıların vasıf kapasitesi hayli artacaktır, yürekten inanıyorum. Mesela ne anlatılacak o derste çok merak ediyorum.

Köşe yazısı insanın fikrini dile getirdiği yazılar değil midir? Herkesin üslubu başka değil midir? Köşe yazısının bir formatı ya da bir tarifnamesi mi vardır ki dersi verilecek?

İlginç tabii…

Bir gözlerinizi kapatın ve hayal edin;

Siz hiç Baro’nun iki haftalık kursla yeni avukatları sektöre dahil ettiğini duydunuz mu?

Ya da iki haftalık ilkyardım eğitimi verilenlerin doktor olması gibi bir öneri işittiniz mi?

Düşününce ne kadar abuk geliyor değil mi?

Peki, hukukta ve tıpta yaşanmasını tasavvur dahi edemediğiniz bu olay, gazetecilik için neden normal karşılanıyor? Onlar da meslek, bizimki de meslek. Hatta bizimki, kimilerine göre iki köşe yazısı ile ‘namusu ve şerefi kurtarılmak zorunda kalınan’, kimine göre de alabildiğine kutsal bir meslek.

Neden ısrarla ve inatla iş bulamayan insanları iş sahibi yapmak yerine ‘garantisi’ bir yıl sonra sona erecek ve sektörün yeni işsizleri olacak olan genç arkadaşlar sektöre dahil edilmek isteniyor?

Hali hazırda medyada çalışanların hangi sorununun çözümüne öncülük edildi de ‘dışarıdan’ yeni istihdam çabaları oluşturulmaya çalışılıyor?

Bu kurslarda ders veren, engin bilgilerini kursiyerlere aktarmaya hazırlanan dernek başkanlarının, dernek üyelerinin aklına başka çözüm önerisi gelmiyor mu?

Bakın ben önereyim mesela birkaç tane:

‘Şirketlerde, kamu kurumlarında yer alan ‘Basın birimi’ içerisinde iletişim fakültesi mezunu istihdam etme şartı’ getirilse nasıl olur?

Ya da madem kurs illa da verilecek, hali hazırda sektörde yer alanlara yönelik bir atölye çalışması tertip edilse nasıl olur?

Madem gazetecilik için bu kadar yanıp tutuşuyoruz, mesleğin gidişatının ne yöne olduğuna dair bir panel düzenlense ve özellikle genç arkadaşların düşünceleri alınsa, beklentileri dinlense nasıl olur?

Ben üçüne birden toplu cevap vereyim: Olmaz!

Çünkü bizde niyet üzüm yemek değil…

Bağcının da Allah yardımcısı olsun…

 

Bir belediye başkanı ne yaparsa başarılı sayılır?

Bir belediye başkanı ne yaparsa başarılı sayılır?

Malum, yerel seçime doğru neredeyse her belediye başkanı kendisini “potansiyel” ya da “doğal aday” vurgusu ile öne çıkarmaya çalışıyor.

Bu çerçevede ardı ardına geçen beş yıllık dönemin değerlendirmesini içeren sunumlarını izliyoruz belediye başkanlarının.

Bu sunumlara ait değerlendirmelere geçmeden önce “bir belediye başkanı ne yaparsa başarılı sayılır?” sorusunu sormak istiyorum.

Cevabı kentlerimizin kaderini belirleyecek kadar önemli bir soru.

Kimisi yeni imar alanları açarak şehri büyüttüğü için onu başarılı sayabilir!

Tarım toprakları sanayileşsin, diye uğraşan başkanlar var, onları da başarılı bulanlar gördüm!

Hatta kaçak yapılaşmaya göz yumarak vatandaşın başını sokacak yuvaya kavuşmasını alkışlayanlar da!

Emsal oranının sokağına, caddesine, mahallesine göre yükseltilmesinin önünü açan uygulamalara ne dersiniz?

Kulağa hiç de hoş gelmeyen bu cevapların, aslında ülkemizde pekâlâ genel kabul gördüğü de inkâr edilemez bir gerçek.

Yoksa bugün ovalarımızın ardından gözyaşı döküp, güvensiz şehirlerimizde “depreme hazır değiliz, ne zaman olacağız” diye çaresizce birbirimize sormazdık.

Soruya geri dönersek; bir belediye başkanı ne yaparsa başarılı sayılır?

Benim vardığım sonuçları şu iki başlık altında toplayabilirim:

– Kaynak yaratmadaki becerisi,

– O şehrin sadece insanının değil, tüm canlılarının günlük hayatını kolaylaştıran olanakları geliştirebilmesi.

Öte yandan, bu kaynakların doğru kullanımı ve olanaklara erişimin o kentin tüm mensuplarına eşit dağıtılabilmesi belirleyici olsa gerek.

En son Gürsu Belediye Başkanı Mustafa Işık’ın yaptığı bir değerlendirme toplantısını izledik.

Bursa’nın 40-50 kilometre uzaklıkta kurulan doğa sporları tesislerinden başlayan sunumu, Gürsu ilçesine yeni kazandırılan kültür merkezindeki büyük Led ekranlı salondaki anlatımları ile son buldu.

İfade ettiği kadarı ile 78 proje gerçekleştirdiklerini ve bunların çok önemli bir kısmının hibelerle hayata geçtiğini anlattı Gürsu Belediye Başkanı Mustafa Işık.

Kendilerini “hibe şampiyonu belediye” olarak isimlendirdi ve hibe yolu ile yaratılan kaynağın 150 Milyon TL’yi bulduğunu belirtti.

Öte yandan, aralarında Dünya Bankası ve çeşitli Avrupa Birliği fonlarının olduğu kaynaklardan krediler kullandıklarını, bu yolla Belediyeye gelir sağlayan GES gibi bazı yatırımları geliştirmeyi hedeflediklerinin altını çizdi.

Spor yapan gençler, gülümseyen çocuklar, spor yaparak sosyalleşen kadınlar için kurulmuş mekânlar izledik videolarda.

Kısacası eğitimden sağlığa kadar Gürsu gibi yoğun göç alan zor bir ilçenin, bir dizi çaba ile yeni bir sosyal kimlik edinme çabasının belediyecilik açısından sonuçlarını izledik.

Şüphesiz bunlar başarılı bir iletişim dili ve görsellerin kullanıldığı sunumun bizde bıraktığı izlenim…

Mustafa Işık’ın sunum esnasında geçmiş dönemki bir hizmet alım ihalesinin yeniden yapıldığında önceki döneme göre neredeyse yüzde 50 daha ucuza yaptırdığını ifade ederkenki yüz ifadesi gururluydu.

Giderek nüfusu artan Gürsu’nun mevcut belediye başkanı “ustalık dönemim olsun” diyerek belediye başkanlığına önümüzdeki dönemde de talip olduğunu ifade etmekten geri durmadı.

Gerisi onu aday gösterip göstermeyeceği henüz belli olmayan partisine ve Gürsu halkına kalmış.

 

 

Tek ihanet edilen şehir İstanbul değil!

Tek ihanet edilen şehir İstanbul değil!

En son 6 Şubat tarihinde yüreğim bu kadar ağzıma gelmişti, bir de bugün… Çocuklar okullarında, ben ve eşim evde, sevdiklerim başka başka yerlerde… Tek yapabildiğim korkudan bütün tırnaklarını koltuğun üzerine geçirip gözlerini kocaman açarak bekleyen kedime sarılıp ‘sakin ol, şimdi geçecek’ demek oldu ilk anda…

Sonra telefon trafiği, herkes iyi mi kontrolü…

Çok şükür, Bursa’da bir zarar ziyan yok; sağlıklar yerinde, binalar şimdilik ayakta…

Bu arada hatırlatayım, deprem Bursa’da yaşandı!

İstanbul’da değil!

Herkes İstanbul’u konuşunca haliyle böyle bir kanıya varılıyor, ancak ben Bursa’nın da artık İstanbul kadar önemli bir ticaret ve sanayi üssü olduğunu hatırlatarak araya girmek istiyorum ve diyorum ki; ‘bu şaşkınlık niye, biz ilk defa sallanmadık ki…’

Endişe içinde sağa sola kaçışmak yerine 1999 depreminde yaşadığımız şoku kendimize bir katalizör olarak alsaydık ve gereken neyse çalmasına çırpmasına, kantisine kuntisine, alicengiz oyunlarına kaçmadan yapsaydık, bugün deprem ülkesi Japonya’da olduğu gibi sakince otururduk evlerimizde.

Bilirdik ki, sevdiklerimiz de bulundukları yerlerde güven içindeler. Okulda, hastanede, başka bir şehirde, yolda ya da bir cafede olmaları fark etmeksizin güven içindeler…

Peki biz ne yaptık?

Her 17 Ağustos tarihinde bir avuç akademik oda temsilcisi ile birlikte bir araya geldik, daha ziyade Jeoloji Mühendisleri Odasının temsilcisinin aktardıklarını ve haklı isyanını dinledik, gazeteciler olarak üç beş satır karaladık, sonra hayata kaldığımız yerden devam ettik.

Sonra 6 Şubat oldu, koca koca şehirleri yerle bir etti. Demek ki, hiç akıllanmamışız…

Deprem bölgesinde kış geçti, yaz geçti, yine kış geldi. Depremin seneyi devriyesinde hala çadırlarda, konteyner kentlerde yaşama mücadelesi veriyor insanlar…

Eee… Hala akıllanmadık…

Uzmanların yapmayın dediklerin ne varsa yaptık…

Sulak tarım arazileri üzerinde büyümeyin dediler, büyüdük. Dağlara doğru çekilip yüksek yapılaşmadan uzak durun dediler dinlemedik. Koskoca bir ülkenin ekonomisi sadece tek bir sektörün üzerinde dönmez dediler, inadına tek bir sektöre yatırım yaptık ve yapmaya devam ediyoruz. Bilimsel veriler ışığında şehirleşin dediler, ‘bilim hiçbir şeydir, para her şey’ dedik…

İşte sonuç…

Gözü İstanbul’dan başka şehir görmeyenler sadece İstanbul’a ihanet edildiğini düşünebilir, ama ben şöyle bir etrafıma bakıyorum da biz baya baya Bursa’ya da ihanet ettik yıllardır, etmeye de devam ediyoruz…

****

SUDAN’DA OLMADI, SUUDİ ARABİSTAN’I DENEYELİM!

Bir önceki yazımda bahsetmiştim, Sudan’da tarım yapmak gibi muhteşem bir buluşun nasıl olup da tutmadığını hayretle izleyen hükümetimiz Sudan’da tarım yapma projesini iptal etmişti hatırlarsınız. Hani şu 85 milyar TL. harcandıktan sonra ‘biz bir kazanım elde edemedik’ diyerek bir kalemde iptal edilen proje bahsettiğim. Bu arada şunu da hatırlatmak gerekiyor, bu 85 milyar TL. bizim verdiğimiz vergilerden ödeniyor, öyle kimsenin pamuk ellerini cebine attığı falan yok bizden başka…

Peki, bugün ne duyuyoruz?

Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı, Suudi Arabistan ile yaptığı ‘Tarım Alanında İşbirliği Mutabakat Zaptı’ ile tarım alanında teknolojilerin geliştirilmesi, iklim değişikliğine uyum, verimlilik, hayvancılık, bitki tohumları, su kirliliği gibi pek çok konuda iş birliğini öngören bir anlaşma imzaladı. Sosyal medya hesabından da; “Görüşmemiz sonunda imzaladığımız Tarım Alanında İşbirliği Mutabakat Zaptı’nın hayırlara vesile olmasını diliyorum” şeklinde bir açıklamada bulundu.

Zaten bir türlü anlayamadığım sosyal medya hesabından devletin girişimleri ile ilgili bilgi paylaşma saçmalığını bir yana koyarsak, şunu sormak gerekmiyor mu;

“Sayın Bakan, başka ülkelerde tarım yapma girişimlerinden hala ağzımızın payını almadığımızı mı düşünüyorsunuz, yoksa başka ülkeler ve başka isimler verilince projelerin başarılı olacağına inanacak kadar iyi niyetli misiniz merak ediyorum doğrusu. Bu projelerden bu sözleşmelerden kimler kazanç sağlıyor da bahsi geçen kazançlardan vazgeçmek böylesine zor oluyor? Kara para aklayanlar bir yanda, vergisiz kazanç sağlama peşinde koşanlar bir yanda, para sayma makinesiyle parasını anca sayıp şirketlerini zarar etti gösterenler bir yanda, şimdi bir de böyle gariplikler mi çıktı başımıza? Kendi ülkemizde boş topraklarımız ve kasiyerlik yapan ziraat mühendisliği mezunlarımız dururken neden bu ülkenin toprakları tarım 4.0’ı konuşacak kadar gelişmesin de gidilip Suudi Arabistan’da tarım yapılsın?”

Akşam yattım, sabah kalktım projeleri…

Akşam yattım, sabah kalktım projeleri…

Biz Bursa’da pek alıştık birilerinin çocukluk hayallerini, rüyalarını süsleyen projeleri hayata geçirme, olmasa da oldurma ve zorla hayatımıza sokuşturma durumuna da, bunun koskoca ülke için aynıyla geçerli olması giderek can sıkıcı bir hale geldi doğrusu…

Akşamdan yatıp, sabah kalkınca ‘Aklıma çok güzel bir fikir geldi, bizim tarım arazilerini bir kenara bırakalım, gidelim Sudan’da toprak kiralayalım, kendi ülkemizde proje tarım arazileri oluşturmak varken, taaa dünyanın öbür ucunda tarımsal ürünler elde etmeye gayret edelim’ deyip bir de bunu büyük proje olarak sunan dönemin Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli’yi takdirle anıyorum huzurlarınızda.

Gerçi Bekir Pakdemirli’ye de pek o kadar yüklenmemek lazım bu konuda. Nedenini bilemediğim ve asla anlayamadığım bir biçimde tarım ülkesi Türkiye’den çoktan vazgeçerek, Sudan’da tarım yapma fikri Tarım Dünyası yazarı Ali Ekber Yıldırım’ın, ‘Türkiye’nin Sudan’da tarım yapma macerası bitti’ başlıklı yazısında verdiği bilgilere göre 2013 yılında niyet edilen, 2015 yılında Mehdi Eker döneminde başlayan, Faruk Çelik ve Bekir Pakdemirli dönemlerinde de sürekli gündemde tutulan bir proje…

2019 yılında Sudan’da darbe ile yönetim devrilince, Türkiye’nin bu ülkedeki tarımla ilgili faaliyetleri belirsizlik sürecine giriyor, imzalanan Ekonomik Ortaklık Anlaşması ile bir kez daha toprak kiralama meselesi gündeme alınıyor.

Sudan’da tarım yapmak konusunda ne kadar vizyonsuz olduğumu bir düşünün, bu kadar ısrarı bir türlü anlamıyorum çünkü. Sanki kendi ülkemizde toprak kıtlığı var, sanki kendi ülkemizde tarımla ilgili yapılması gereken her şeyi yapmışız, tarım 4.0’dan konuşuyoruz da yeni üretim yerleri arıyoruz…

Hani aklınızda bir canlansın diye vurgulamak istiyorum, Cumhurbaşkanı Yardımcısı düzeyinde Sudan’da tarım yatırımı yapın çağrısında falan bulunuluyor. Dikkatinizi çekerim, kendi ülkesinde çiftçisi can çekişen bir ülkenin Cumhurbaşkanı Yardımcısı ‘Sudan’da tarım alanında yatırım yapın’ diye çağrıda bulunuyor!

Biz bu süreçte ciddi anlamda artan gıda fiyatları ile boğuşuyoruz vatandaş olarak, hayvancılık kan ağlıyor, millet sütlü ineklerini mezbahaya gönderiyor, çiftçi perişan, ürünlerini yollara döküyor, falan filan…

İyice canlandı mı gözünüzde manzara…

Güzeeelll…

Şimdi bu sevimli macera, bu vizyon projesi, bu vakti zamanında benim Ziraat Mühendisleri Odası Bursa Şube Başkanı Fevzi Çakmak’ın da yaptığı açıklamalar doğrultusunda asla uygulanabilir olmadığı tarım maliyetlerinden, ulaşım maliyetlerine kadar pek çok kalemle hesaplandığında ortaya çıkan muhteşem fikir, 1 Aralık 2023 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan Cumhurbaşkanlığı Kararı ile Türk Sudan Uluslararası Tarım ve Hayvancılık Anonim Şirketinin tasfiye edilmesi şeklinde son buldu.

Demokrat Parti Genel Başkan Yardımcısı Cemal Enginyurt sosyal medya paylaşımında çok da güzel özetlemiş aslında konuyu; ‘Sudan’da tarım yapacağız diyerek arazi kiraladınız. Yüzlerce milyon dolarları Sudan’a aktardınız. Şimdi de tarım yapmaktan vazgeçtik diyorsunuz. Bu milletin parasını yediniz bitirdiniz. Emekliye maaş artışlarında çok diye vermiyorsunuz. Adaletiniz batsın!’

Tarımı böyle yiyip bitirdiğinize göre yepyeni bir konunun kapağını da aralayabiliriz sanırım.

Uzun süredir artık üniversite mezunu olmanın bir meziyet olmadığından, hatta niteliği düşük üniversitelerden mezun olan öğrencilerin bir yandan mesleki itibarlarına yaraşır işler bulamamalarından, bir yandan da bu okullarda okudukları süre boyunca yapılan masrafların boşa gidişinden falan bahsediyoruz.

Belki de sadece ben bahsedip duruyorum bu konudan diyordum ki; eğitim konusunda sözü dinlenir kişilerden Akademisyen Yazar Prof. Dr. Selçuk Şirin imdadıma koşup pek çok kez altını çizdiğim konuyu özet geçivermiş;

Üniversiteleri kapatalım! Her ile üniversite yerine her mahalleye kaliteli bir okul öncesi kurumu açılsın! Liseleri güçlendirip üniversite sayısını dörtte bire indirelim. Türkiye sınırlı kaynaklarını akılcı bir şekilde harcamak zorunda.”

Eğitimin geldiği son noktanın tek çıkış yolu ancak böyle özetlenebilirdi.

Tarımı perişan ettik zaten, eğitim konusunun üzerinde de uzun süredir çalışıyoruz. Ama öyle; gereksiz müfredatı seyreltelim, okullarda hep birlikte namaz kılalım, imamlar, imameler okullarda ders versin, işsiz öğretmenler umutsuzluktan canına kıysın gibi saçma sapan yaklaşımlardan uzaklaşmanın son dönemecindeyiz. Buradan döndük döndük, yoksa işimiz tarımdakine benzer, bir kilo domatesi 50 liraya yeriz, bir mühendisi asgari ücrete çalıştırıp fasona işçi yaparız.

Ne şahane bir Türkiye…

Okan Şahin’den yeni bir yol çıkışı

Okan Şahin’den yeni bir yol çıkışı

Değişim denilen kavramı kullanarak elde edilen başarının bundan sonraki süreçte yine aynı kavram kullanılarak yerel yönetimlere aktarılması beklentisi hakim CHP’de.

CHP Nilüfer Belediye Başkanlığına aday adayı olduğunu açıklamak için bir basın toplantısı düzenleyen Bursa Eczacı Odası Eski Başkanı Okan Şahin;

“Değişimin artık yerel yönetim anlayışımıza ve vatandaşlarımızın refahına etki etmesi bekleniyor, çok az kaldı, inanıyorum ki bayrağı devraldığımızda, değişimin altını icraatlerimizle dolduracağız” diyerek tam da vurguladığım noktadan etkili bir giriş yaptı konuşmasında.

Nilüfer’de değişim rüzgarını arkasına alarak yol yürümek isteyen çok aday var. En son bıraktığımda 15 aday mevcuttu. Elbette bu adaylar arasında bir yandan belediyeciliğe hakim olabilecek, bir yandan dürüst bir yönetimin garantisi olabilecek, bir yandan da örgütün tüm desteğini arkasına alabilecek isimlerin şansının yüksek olacağını düşünüyorum.

Okan Şahin, yakın zamanda devrettiği Bursa Eczacı Odası yöneticiliğini yüzünün akıyla tamamlamış, daha lise yıllarında önüne hedef olarak koyduğu Nilüfer Belediye Başkanlığına gidecek yolun ilk adımlarını bugün itibariyle atmış bir isim. Bu notların yanına CHP’nin yeni Genel Başkanı Özgür Özel ile meslektaş olmasını ve son derece iyi ilişkiler içinde bulunmasını da eklemek lazım.

Şimdilerde kimlerin Özgür Özel ile görüşebildiğine bakarak belediye başkan adaylarını tahmin etmeye çalıştığımızdan, mevcut samimiyetin önemli bir artı puan olduğunu düşünüyorum.

Tek meziyeti dürüst olması ve Özel ile iyi ilişkiler içinde bulunması değil elbette Okan Şahin’in. Doğrusunu isterseniz konuşmasındaki cesur cümleler de beni hayli etkiledi;

“Nilüfer’de büyüdük, ama Nilüfer bizden çok daha hızlı ve maalesef orantısız büyüdü. Bugün Bursa’nın en yaşanılabilir ilçesi olması ve aldığı yoğun göç nedeniyle nüfusu 500 bini aşkın, kocaman, planları altüst edilmiş bir kente dönüştü. Nilüfer’deki bu büyüme hızına karşılık olarak, Nilüfer’in daha yaşanılabilir, daha dirençli, daha sürdürülebilir bir Nilüfer olarak kalmasını istiyorsak, daha farklı bir bakış açısına ihtiyacımız vardır.

Bugün dışarıdan Nilüfer’e yeni gelen bir yurttaşımız baktığı zaman her şeyi güllük gülistanlık görüyor, ancak buyurun sokakları birlikte gezelim. Nilüfer, maalesef ki sokakları arasında dahi uçurum gibi farklılıkları olan bir kent haline geldi. İktidarın yaşattığı ekonomik krizin en fazla etkilediği kentlerden biri.

Bugün Nilüfer’de devletin ana görevleri olan eğitim, sağlık ve güvenlik alanlarında dahi maalesef önemli eksiklikler var. Nilüfer’de devlet okulu olmayan mahalleler var, yurttaşlarımız özel okullara mahkum edilmiş halde. Aile sağlığı merkezi olmayan veya apartman altında, derme çatma koşullarda hizmet vermek zorunda kalan, yine özel hastanelere mahkum edilmiş bir sağlık sistemi var. Bozulan ekonomilerin artık arşa çıkardığı güvenlik sıkıntıları var. Bunları görmezden gelerek, benim işim değil diyerek belediyecilik yapılamaz. Olmaz arkadaşlar, ben bunu kabul etmiyorum!”

Anlaşılan o ki, değişim rüzgarı parti içinde de değişimin fitilini ateşlemiş. Akademik odaların tam desteğini alan ve partililerle birlikte adaylık açıklamasını gerçekleştiren Okan Şahin’e aday adaylığı yarışında başarılar diliyorum…

GÜRSU’YA ÖDÜLLÜ PROJE  

Hafta başında Norm Haber’in misafiri olarak ağırladığımız Gürsu Belediye Başkanı Mustafa Işık’ın davetlisiydik bu kez.

Bir yandan yerel seçimlerin heyecanı, bir yandan yapılan yatırımların göz dolduran heybeti, AK Partili başkanların aday adaylığı süreci için çoktan kolları sıvadıklarını söyleyebiliriz.

Elbette yatırımların özellikle seçim yaklaştığında hizmete sunulması, tamamlanması, hatta bazen alelacele bitirilmesi bizim siyaset anlayışımızın cilvesi. Ben işin bu kısmında olmaktan çok vatandaş ve şehrin diğer aktörleri yatırımlardan ne kadar yararlanacak tarafında durmayı tercih ediyorum.

Gürsu Belediyesi tarafından yapımı tamamlanan Hayvan Bakım Rehabilitasyon Merkezi, Gemi Seyir Terası ve Sosyal Tesisi saydığım tüm bileşenlerin kazançlı çıkacağı, üstelik atıl kalmış bir bölgenin harekete kavuşacağı projelerden.

Gürsu Belediye Başkanı Mustafa Işık; “2019’da 25 projeyle çıktığımız bu serüvende 40’ıncı projeyi hizmete sunuyoruz. Gürsu halkının hayaliydi güzel bir manzaradan Uludağ’ı seyretmek, bu projeyi gerçekleştirdik. Bir diğer projemiz de Hayvan Barınağı. Aslında bu proje daha önce hizmete alınacaktı, ama daha iyisi ve daha güzeli olsun istedik. Projemiz Bakanlık tarafından ödül aldı, örnek bir proje oldu. Biz pandemi sürecinde Adrenalin Park’taki eksikleri tamamladık. Geçen hafta İspanya Sevilla’daydık. Tek Türk projesi olarak bizimki ödül aldı. 96 ülkeden gelen turizmcilere projemizi ve Bursa’nın güzelliklerini anlattık” dedi.

Bu konuşmadan da anladığınız gibi bahsettiğim proje öyle böyle değil, ödüllü bir proje…

Daha resmi açılışı gerçekleştirilmeden patili dostlarımızın yardımına koşmaya başlayan barınakta çeşitli tedaviler yapılıyor ve kısırlaştırma hizmetleri veriliyor.

Eğer güzel bir dağ manzarası izlemek isterseniz ve bu manzarayı izlerken keyfinize eşlik edecek çayınızın, kahvenizin parası bir işletmeye değil de hayır kurumuna gitsin isterseniz, Gürsu Hayvan Bakım Rehabilitasyon Merkezi, Gemi Seyir Terası ve Sosyal Tesisi tam size göre. Sizin muhteşem manzaraya bakarak içtiğiniz çayın ücreti terasın tam altına konumlandırılan Bakım ve rehabilitasyon merkezinin giderlerine katkıda bulunacak.

Tam bir kazan kazan durumu…

Yerel seçimler ve gizli ajandalar

Yerel seçimler ve gizli ajandalar

Hepimiz düştük yerel seçimlerin derdine…

Kim hangi partiden, hangi il ya da ilçeden aday adayı olacak, kimin açıklamasında örgütten daha büyük katılım sağlanacak, kimin genel merkezde adayların belirlenmesinde söz sahibi ekipten tanıdıkları var, hangi tanıdık hangi tanıdığa galip gelir ve en önemlisi yerel seçimlere yine ittifaklar ile mi gidilecek, yoksa herkes kendi boyunun ölçüsünü sandıkta almak üzere yekpare mi çıkacak yola…

Soruları daha da uzatabilirim aslında.

Daha önce yazdığım yazılarda aday adaylarının anlık durumuna değinmiştim. Bilgi tazelemek gerekirse hemen vurgulayalım, CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Gemlik Belediye Başkanı Mehmet Uğur Sertaslan’ın ardından Nilüfer Belediye Başkanı Turgay Erdem ile de görüştü makamında.

Eklemelere vakti zamanında CHP’nin Eski Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Osmangazi Belediye Başkanlığı için işaret ettiği Erkan Aydın belediye başkanlığı için aday adaylık başvurusunda bulundu, diye devam edebiliriz. Aydın’ın başvurusunda özellikle işaret ettiği bir makam yok.

Gelelim yine Kılıçdaroğlu’nun Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı için işaret ettiği Mustafa Bozbey’e… Bozbey ben bu satırları yazarken henüz aday adaylığı başvurusunda bulunmamıştı. Ancak altını çizmek gerekiyor, Bozbey’in 3 yıldır üzerinde çalıştığı Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı makamına CHP’den başvuru olmadı şimdiye kadar.

İşin AK Parti kısmını biliyorsunuz zaten.

Temayül yoklaması sonuçları da Genel Merkeze ulaştığına göre şimdi anketleri ve yoklama sonuçlarını bir arada değerlendirme, yakın kurmayların görüşlerine başvurma zamanı… Sonrasında görevlendirme yapılacak ve herkes yürüttüğü kulis çalışmalarının sonuçlarını bu görevlendirme ile görecek…

Tam da tahmin ettiğimiz gibi CHP ile İYİ Parti ittifakın önemli gördüğü illerde Genel Merkez düzeyinde açıklanacak bir kararla dayanışma içine girecek yeniden. İlk adımlar atıldı. Daha önce de görüşümü belirttiğim gibi, bahsettiğim karar açıklanmazsa da taban sandıkta kendince bir dayanışma sergileyecek, orası kesin…

Buraya kadar yerel seçim heyecanını anlattık, bundan sonrasında yerel seçim sonrası için şimdiden plan yapanları anlatmanın tam zamanı.

Öyle ya, sen anlatmazsan, ben anlatmazsam nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa ya da nasıl çıkar bazı planlar su yüzüne…

Hemen başlıyorum…

Malumunuz bir süre önce Bursa gündemine gelen meşhur bir Doğu TEKNOSAB projesi vardı. Hatırladınız mı? Hani şu Kestel’in Soğuksu Köyüne yapılmak istenen proje.

Projenin detaylarına giremiyorum, çünkü detaylarını kimseler bilmiyor, ama size birkaç hatırlatma yapabilirim.

Kestel Belediye Başkanı Önder Tanır’ın ‘Biz sanayinin karşısında durmuyoruz, ancak böyle bir projenin Kestel’de yapılmasına tek bir şartla müsaade edilebilir. Kestel’in artık şehir içinde kalan birinci organize sanayi bölgesinin tamamını yeni yapılacak sanayi bölgesine taşımamızı kesin koşullara bağlarsak ve tarım arazilerini etkilemeyecek bir lokasyon tespit edersek!’ diyerek görüş belirttiği yerden bahsediyorum.

Geçtiğimiz günlerde Norm Haber’de program konuğumuz olan Tanır’a hala aynı görüşte olup olmadığını bir kez daha sordum. ‘Elbette hala aynı görüşteyim. Gelişmek için sanayileşmeye ihtiyacımız olduğu gerçeğini görmezden gelemeyiz, ancak sanayileşirken çevremizi tahrip etmeden bu işi yapmamız gerektiği fikrindeyim’ diyerek çok zarif bir biçimde belirtti görüşlerini.

Aynı TEKNOSAB projesinin AK Parti içinde de ayrılıklara neden olduğunu, 2040 Çevre Düzeni Planı konusunda ‘Biz bu planı yapamıyoruz!’ diyerek adeta havlu atan Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’ın da daha fazla sanayileşmeye endişeyle baktığı için planların olgunlaşmasının mümkün olmadığını söyleyebiliriz.

Kısaca bir özet geçeyim o halde.

Organize sanayi bölgesi cenneti olan Bursa’da daha fazla sanayi bölgesi olmasını istemeyenler ile isteyenler arasında bir de ‘sanayi bölgesi olacaksa bari en az zarar verecek şekilde konumlandırılsın’ diyenleri de eklersek üçlü bir çekişme mevcut. Tam da bu çekişme nedeniyle yapılamayan 2040 Çevre Düzeni Planı Bursa’nın bir süredir Ankara’dan yapılan planlarla yönetilmesinin kapılarını sonuna kadar açmış durumda.

Neden mi?

Yaşanan anlaşmazlık nedeniyle rafa kalktığını ve üzerinde tam bir uzlaşı sağlandığında şehrin gündemine yeniden geleceğini düşündüğüm Doğu TEKNOSAB planları pat diye askıya çıkıverdi geçtiğimiz günlerde de ondan.

Planın askıya çıkma tarihi 16 Kasım. Anlaşılan o ki, yerelde çözülemeyen işleri bakanlıklar düzeyinde çözmeye alışmış şehrimin ileri gelenleri, yine bakanlık eliyle yapılmış bir sanayi bölgesi planı ile çalmış Bursa’nın kapısını…

Ben işin aslı astarı nedir diye öğrenmeye çalışırken, birkaç gün önce ekran görüntüsünü aldığım planın askıya çıktığına dair duyuru yine pat diye kalkıvermiş birden bire…

Seçimden sonra tekrar gündeme gelecekmiş…

Çünkü seçim sürecinde bir, ‘sanayi bölgesi yapacaktın yapmayacaktın, Bursa’yı Ankara’dan yönetecektin yönetmeyecektin tartışmasına gerek yok!’

Ama unutulmasın ki, seçimlerden önce de olsa, sonra da olsa Bursa da bizim, yapılması için bu denli sabırla ayak direnen sanayi bölgesi de, bahsi geçen sanayi bölgesinin yapılması planlanan tarım toprakları da…

Bir yerlerde hep kulağımıza gelen ve adeta şehrin şifresi olan; ‘gizli ajanda’ tabirinin içini tam olarak doldurduğumuzu zannediyorum tüm bu açıklamalarla.

Bir not daha düşeyim, bahsettiğim sanayi bölgesinin askıya bir çıkıp bir inen planına göre hareket etmek için kolları sıvayan, Doğu TEKNOSAB’dan aldığı arsaların üzerine fabrika yapmaya niyetlenen sanayicilerin sayısı da az değil!

Bu iş daha çok su kaldırır, kısmetse biz seçimden sonra da buradayız…

 

 

‘Dokunulmazlar’

‘Dokunulmazlar’

Al Capone, 1899 yılında ABD’de İtalyan göçmeni bir berberin oğlu olarak doğdu.

Amerika’da içki yasağı döneminde bütün mafyayı ele geçirdi. Basınla konuşuyor, politikacıları dost ediniyordu. Kurduğu tezgaha kim çomak sokarsa anında infaz emrini veriyordu. İşlerini öyle güzel ve iz bırakmadan yönetiyordu ki Al Capone artık suç dünyasının imparatoru haline gelmişti.

Kendisine rakip olan mafya grubuna polis üniforması giymiş tetikçiler yolladı. Sahte polisler, 14 Şubat günü arama yapma bahanesi ile duvara yasladıkları 7 kişiyi kurşuna dizdi.

ABD polis teşkilatı ‘Sevgililer Günü katliamı’ olarak isimlendirdiği bu olayı Al Capone’un yaptığını adı gibi biliyordu. Ama bir türlü ispatlayamıyordu.

Al Capone’un ünü her geçen gün artıyordu. Kendisini ikinci el mobilya satıcısı olarak tanıtıyor, hatta bastırdığı kartviziti dağıtıyordu. Bu İtalya göçmeni Amerikalı, devlet ile adeta dalga geçiyordu. Öyle büyük bir serveti vardı ki yakalandığı frengi hastalığının tedavisi için antibiyotik tedavisi uygulanan dünyada ilk kişiydi.

Sonra Amerikan devleti taktik değiştirdi.

Al Capone’u cinayet, kaçakçılık gibi suçlardan mahkum etmek yerine başka açıklarını bulmak gerekiyordu. Henüz emekleme aşamasındaki Federal Suçlar Bürosu (FBI) özel bir ekip kurdu. Bu ekibe ‘Dokunulmazlar’ ismini verdi. Yeni ekip bu mafya babasının cinayetleri yerine muhasebe kayıtlarının peşine düştü. Çünkü ABD’de vergi kaçakçılığı ağır suçların başında geliyordu.

Ve beklenen son geldi…

Al Capone vergi kaçakçılığından tutuklandı. 9 yıl hapishanede kaldıktan sonra şartlı tahliye edildi. Bir süre sonra felç geçirerek 48 yaşında öldü.

Brian De Palma’nın 1987’de çektiği ‘Dokunulmazlar’ isimli filmle bu hikaye adeta ölümsüzleşti…

Bugünlerde Türkiye’de bir dolandırıcılık hikayesi bütün gazete manşetlerinde pehlivan tefrikası gibi boy boy yayınlanıyor.

Dolandırılanlar arasında kimler yok ki!

Bir banka müdürünün kurduğu fonda milyon dolarlar elden ele geçmiş. Fatih Terim’den Arda Turan’a kadar milyonlarca dolar kayıt dışı para el değiştirmiş. Paralar kazanılmış, paralar kaybedilmiş ama kimse kazanılan paraların vergilendirilip vergilendirilmediğini sorgulamıyor.

Yahu kardeşim kimse sormuyor mu bu kayıtsız para nasıl vergilendirilmemiş?

Sosyal medya fenomeni Dilan Polat ve kocasını inceleyen Mali Suçları Araştırma Komisyonu (MASAK) nerede?

MASAK’ın harekete geçmesi, dolandırılan kişilere ‘bu paraların vergisi nerede?’ demesi gerekmez mi?

Milyon dolarlar kaptıran, kayıtsız paraları peçete kağıdına yazıp imzalamadan veren bu kişilerin illa medya fenomeni mi olması gerekli?

Amerika’da FBI’a ‘Dokunulmazlar’ denirken, Türkiye’de tam tersi vergi kaçıranlara dokunulmuyor galiba.

İster istemez insanın aklına şu soru geliyor: Bu fon ABD’de ortaya çıksaydı ne olurdu?

Benim fikrim; teknik direktör, milli futbolcu falan demezlerdi bugün müze olan Alcatraz hapishanesini tekrar açar, ismi geçenleri oraya doldurur, anahtarını denize atarlardı.

Emin olun bu kişiler ‘Devlet beni dolandıran banka müdüründen sakladığım üç beş doları da alır, beni de bir hücreye kapatır’ diye şikayetçi bile olamazlardı…

Mülksüzleştirme projesi!

Mülksüzleştirme projesi!

TMMOB Mimarlar Odası’nın bir gün önceki açıklamasını dikkatinize sunmak istiyorum:

“Barınma ve mülkiyet hakkını rant aracı haline getiren, 7471 sayılı torba yasanın ilk uygulama alanı olarak Hatay seçilmiştir. Antakya ve Defne ilçelerinde pek çok mahallenin ‘rezerv yapı alanı’ olarak belirlenmesi için Kentsel Dönüşüm Başkanlığınca gönderilen talep Bakanlıkça onaylanmıştır.

Arkeolojik ve Kentsel Sit Alanı olan ve pek çok kültür varlığını barındıran Antakya’da depremlerde yaşanan yıkım gerekçe gösterilerek ‘Riskli alan’ ilanıyla başlayan rant amaçlı dönüşüm uygulamaları ‘Rezerv yapı alanı’ ilanıyla sürdürülmektedir. Böylelikle tüm alanlarda salt çoğunluk aranmaksızın yüzde 50+1 oyla zorla ve resen uygulama yapılacak, hasarlı veya riskli yapılar satılabilecek, yurttaşların mülklerine el konulacaktır.

Bu kararlar yaşam alanlarının o bölgede yaşayan yurttaşların elinden alınması, Antakya’nın geleneksel dokusu ve mimari mirasının yok olması anlamına gelmektedir. Kent merkezi kamusal alan olmaktan çıkarken, konut alanlarının boşaltılmasına, ticaret ve finans merkezi olarak kurgulanmasına yönelik yapılaşma programları nedeniyle yerinde iskanı sağlanamayan yurttaşlar kentin çeperlerine göç etmek zorunda kalacaktır.

Her ne gerekçe ile olursa olsun, afetlerden rant sağlanması amacıyla yürürlüğe konan düzenlemelerin, proje ve uygulamaların ivedilikle durdurulması gereklidir. Devlet, sağlıklı ve güvenli bir çevrede yaşam hakkının sağlanması, konut ihtiyacının karşılanması ve barınma hakkının korunması için gerekli tedbirleri almakla yükümlüdür.

Bu çerçevede hukuka aykırı riskli alan, rezerv yapı alanı, dönüşüm, kamuya ait taşınmazların devrine ve özel mülklerin kamulaştırılarak satışına ilişkin düzenlemeler geri çekilmelidir!”

Yapılan açıklamayı doğrudan buraya koydum ve içine bir şey katmadım ki, benim şahsi görüşüm etkili olmasın, reel gerçekler üzerinden, akademik şahsiyetlerin verdikleri bildirge ön plana çıksın.

Gelelim bu açıklamayı paylaşma nedenime…

Şöyle bir etrafınıza bakmanız yeterli bu nedeni görmek için, belki birkaç komşunuzu, tanıdığınızı da dinleyebilirsiniz. Şehrimizde daha önce Beşyol’da yapılan kentsel dönüşüm ile bundan sonra yapılacak olan tüm kentsel dönüşüm çalışmaları bu çerçevede bir düzenleme ile yapılarak, yani üzerinde konutlar bulunan, iş yerleri bulunan, kullanılan bölgeler rezerv alan ilan edilerek,  tam da Mimarlar Odası Genel Merkezi’nin dediği gibi bir mülksüzleştirme girişimi halini almıştır, almaya devam edecektir.

Yazının bundan sonraki kısmında Mimarlar Odasının açıklamasına bir kez daha bakmanızı öneririm. Çünkü içine düştüğümüz durum hiç de iç açıcı değil!

ADALETE SAHİP ÇIKIN!

Bir dönem arada sırada yapılan basın toplantılarında uğradığımız CHP Bursa İl Başkanlığı binası şimdilerde her türlü toplumsal olaya verilen tepkiler ve bu konularda yapılan basın açıklamaları nedeniyle biz basın mensuplarının uğrak noktalarından biri haline geldi.

Bu kez konu, uzun süredir gündemi meşgul eden yargı bağımsızlığı üzerindeki kara bulutlardı.

Yeni Anayasa için bir temel oluşturması beklenen bu tartışmanın bir ucunun aslında ‘Anayasasızlaştırma’ya dayandığını vurgulayan Cumhuriyet Halk Partisi Bursa İl Başkanı Nihat Yeşiltaş;

“Eğer bugün sesimizi birleştirmez ve birlikte hareket etmezsek, ‘Recep Tayyip Erdoğan’ kanunları; devlete, düzene ve hukuka karşı galip gelir. Biz, AKP’nin ve onun küçük ortağının, Türkiye’yi kaosa sürüklemesine izin vermeyeceğiz. Tüm bunların yanında şunu net olarak ifade etmek gerekir ki, iktidarın bu kararla birlikte nasıl bir anayasa hazırlığı içerisinde olduğu belli olmuştur. Bu millete nefes aldırmayacak, baskıcı ve her türlü özgürlüğü ayaklar altına alan bir anayasa düşledikleri açıkça ortadadır.” dedi.

Unutmamak lazım ki, adalet denilen kavram herkese lazım. Hatta bugün güçlünün adaleti tesis ettiğini düşünerek kendisini güçlü gören ve ‘bana bir şey olmaz’ diyenlere günü geldiğinde daha çok lazım olacak, olmakta…

Son günlerde yaşadığımız, tahtlarından kolay kolay inmeyeceğini düşündüğümüz isimlerin adalet arayışına yönelik gündemler de bu durumun en açık örneklerinden.

Yasama, yürütme ve yargı sac ayağındaki ‘yargı’nın gücünü yeniden kazanması ve bir takım ayak oyunlarına kurban edilmemesi biz sade vatandaşların adalet arayışına sahip çıkması ile mümkün olabilir ancak.

Adalete sahip çıkın!

Hepimiz yoksuluz!

Hepimiz yoksuluz!

Henüz uyanma dönemine girmemiş olan ve kendisine izletilen filmlerin büyüsüyle yaşamını idame ettirmeye çalışan biz sade vatandaşların aslında neler yaşadığına bir bakalım önce…

Efendim öncelikli olarak ve doğrudan şunu söyleyeyim ülkenin yüzde 10’luk kesimi hariç hepimiz yoksuluz! Hiç öyle zenginmiş gibi yapmaya, belirli markaların Kasım ayı indirimlerinden ucuz mont, bluz falan alacağım diye yırtınıp ağlayarak raflara koşmaya gerek yok.

Bence önümüzde iki yol var; yoksulluğumuzu kabul edip ayağımızı yorganımıza göre uzatarak yaşayabiliriz ya da yoksulluk duvarını aşmak için çözüm araştırabiliriz…

Şimdilik bu iki yolu da tercih etmiyoruz, çünkü önümüze koyulan filmleri izliyoruz. Külçe altınlı, altın salkımlı, milyon dolarların konuşulduğu türden filmler…

Zenginin parası züğürdün çenesi hesabı…

İşin şakası bir yana, gerçekten de ülkenin büyük bölümü yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu TÜRK-İŞ, kasım ayı açlık ve yoksulluk araştırmasını yayımlandı. Araştırmaya göre açlık sınırı 14.025 TL’ye yoksulluk sınırı 45 bin 686 TL’ye çıktı.

Bu bilginin ardından hemen not düşelim, ülkenin asgari ücretle çalışan yaklaşık yüzde 50’lik kesimi de kesinlikle açlık sınırının altında yaşıyor. Zaten Bursa’da ortalama bir kiranın 10 bin liranın üzerinde olduğunu düşünürsek, benim konuyu abartmadığım da net şekilde anlaşılıyor…

Aynı araştırmaya göre bekar bir çalışanın ‘yaşama maliyeti’ de aylık 18.239,8 TL’ye yükseldi!

Artık bekarlık sultanlık değil maalesef, bekarlık sefaletin küçük kardeşi. Artık geniş ailelerin ve bekarsanız ananızın dizinin dibinde oturmanın tam vakti. Velev ki, siz hayatınızı değiştirmek için bir çaba içinde değilsiniz, o halde aç kalmamak için gırtlağa kadar borca girip borcu borçla çeviren berbat ekonomik seviyeyi atladıktan sonra, tası tarağı toplayıp doğru emekli anne babanızın yanına taşınacaksınız. Çıkarı yok!

Yine aynı araştırmada gıda enflasyonu yüzde 80,12 olarak açıklanmış. Et ve süt fiyatlarının artışında daha önceki dönemlere oranla bir ivme yavaşlaması olması burada işe yaramış görünüyor.

Düştüğümüz durum, yıllık yüzde 80.12 gıda enflasyonunu normal kabul etmeye kadar geldi dayandı anlayacağınız.

Gıda artışında durum böyle, kira artışı ve ev fiyatlarındaki artışta durumun nasıl olduğunu hiç sormayın daha iyi. Yakında bütün ülke, bir dönem üniversite öğrencilerinin yaptığı gibi ‘barınamıyoruz’ sloganı ile sokaklara dökülecek.

Gelelim işçi, memur ve emekli maaş artışlarına…

Bugünlerde en çok asgari ücret konuşulduğundan sadece bu konuya değinmek isterim. Elbette TÜRK-İŞ’in yaptığı hesaplamalarla belirlenmiyor asgari ücret. Nasıl beceriyorsa her daim enflasyonu hiç ummadığımız kadar düşük hesaplamasıyla alkışı hak eden TÜİK’in verileri giriyor burada devreye. Şimdilerde en çok konuşulan asgari ücret tahmini 17 bin lira!

Beğenseniz de beğenmeseniz de rakam bu çerçevenin biraz altı ya da biraz üstü olacak, daha da fazla oynamayacak. 17 bin lira da yüzde 44.5 gibi bir artışa tekabül ediyor. Kaç gündür söylüyoruz, ülke olarak sattığımız tek şey ucuz işgücümüz! Daha da zırnık işlemez bence…

Şimdi biz pek güzel bir biçimde bunları yaşıyoruz, sessiz sedasız bir kabul içindeyiz ve önümüze koyulan filmi izliyoruz…

Yazının başında zaten böyle başlamıştık meramımızı anlatmaya…

Peki, bize nasıl bir film oynatıyorlar?

Evlatlarımızın yerli ve milli zihniyetin çocukları olarak yetiştirme filmi olabilir mesela…

Dininde ve kininde bir nesil yetiştirmek için elinden geleni yapan iktidarın en güçlü bakanlıklarından Milli Eğitim Bakanlığı yepyeni bir uygulama ile karşımızda. Geçtiğimiz günlerde okullardaki müfredatın hafifletileceğini, derslerin yoğunluğunun azaltılacağını belirten Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, nedense işin eğitim kısmını hep es geçerek bu kez de bambaşka bir yöne çevirmiş rotayı…

Okul içinde cemaatle namaz uygulaması!

Siz çocuğunuzu bir meslek öğrensin, eğitim öğretim alsın diye okula gönderiyorsunuz, sonra okulun içine kimlerin girdiği belli olmayan bir ortamda çocuğunuzun ibadet ettiğini öğreniyorsunuz!

Konuyu Eğitim İş Bursa Şube Başkanı Yeliz Toy aktardı Bursa basınına. Açıklama şöyle;

“Nilüfer Atatürk Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi Müdürü, öğretmenlere yazdığı talimat ile Müftülükten alınan onay sonrasında okulda cemaatle cuma namazlarının kılınacağını, bu nedenle ‘cuma namazı kılınan yer’ olarak ifade ettiği mekânın düzenlenmesi masraflarının hayırseverler tarafından yapıldığını duyurarak, öğretmenlerden de bu yönde maddi-manevi destek talebinde bulunmuştur.

Görünen o ki MEB’e bağlı resmi bir eğitim kurumu olan Atatürk Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi, bu uygulamayla aynı zamanda müftülüğe bağlanmış durumdadır. Müftülükten alınan cuma namazı onayı ile bu okul cuma namazı kılmak isteyen tüm yurttaşlara da açılmış durumdadır. Bu yolla okulda cemaatle Cuma namazı kılmayı gerekçe gösteren her kişi okula kolaylıkla girebilecek ve bu durum da öğrenciler açısından güvenlik sorunlarını beraberinde getirecektir

Belki siz dini değerlerine bağlı nesil yetiştirme masalını yiyebilirsiniz, bu filmi beğeniyor da olabilirsiniz, ama ben derim ki; bir okulun yegane meziyeti çocuklarımızı eğitim ve öğretim açısından geliştirmektir.

Bir meslek lisesinden beklentim, çocuğumun meslek sahibi yapılması, meslek lisesi dışındaki okullardan beklentim ise dünya standartlarında eğitim veren bir kurum olmasıdır. Oysa uluslararası tüm değerlendirmelerde sıfırın altında bir seviye olsa o seviyeye inecek olan eğitim öğretim düzeyimizle yetiştirebildiğimiz öğrenci, dolayısıyla yetişmiş insan kalitesi bellidir.

Biz film izlerken, birileri zenginliklerini gözümüze sokarak yaşamaya devam etmekte ve bir yandan da bizim ufku açık, zihni açık, öğrenmeye aç çocuklarımızı her anlamda körelterek; bir bilim adamı, bir tasarımcı, bir mühendis, bir mimar, bir doktor olarak yetişmelerini sağlamak yerine onların her birinden sanayiye birer düğmeci yapmaya çalışmaktadır…

Siz bundan memnunsanız, iyi seyirler…

Bin türlü film fırıldak…

Bin türlü film fırıldak…

Benim gibi sosyal medyanın kara cahillerinin ancak bir dava dosyası olarak önüne geldiğinde izlediği, oysa görünen o ki, ülkenin önemli bir bölümünün hayran hayran tüm paylaşımlarını beğendiği fenomenleri bir kez daha hatırlatmak istedim bugün.

Çünkü ülkenin gerçeği tam da bu…

Bir sanayicinin hüzünlü itirafını yazdığım yazıda da söylendiği gibi; ‘ucuz işgücünü satan ülke’ Türkiye’de, hani şu salkım salkım altınlı, külçe altın hediyeli görüntülere ve içi güllerle dolu lüks otomobillerin verdiği mutluluğa yüzlerinde acı bir gülümseme ile eşlik etmeye çalışanlar var ya, yurdum insanı yani, işte onlar da bizleriz…

Şimdi bu çeşitli biçimlerde kara para aklama merkezi olarak çalışan sosyal medya fenomenlerinin yanına tiktok denilen mecrada başındaki örtüden utanmadan müstehcen yayın yaparak para kazanmaya çalışanlar da eklendi, tam oldu acınası fukaralığımız…

Ama bunlar elbette yetmez, çünkü biz üretimden değil paradan para kazanma dönemine çoktan geçmiş bir ülkeyiz. Dolayısıyla parasından para kazanmaya çalışırken aslında ciddi bir dolandırıcılık hadisesinin içine düşen ünlülerimiz de var son günlerin önemli gündem meşguliyetleri arasında.

Faizden kaçarken parasına para katmanın faiz dışında bir biçimde olacağını düşünerek, aslında faiz kavramının adının değiştirilmiş biçimine tav olup beni hayal dahi edemeyeceğim kadar çok parayı bir kağıt parçasına karşılık veren ünlü simaların sayısı giderek artıyor.

Sonra da insan düşünüyor paradan para kazanmak için bunca riske ve bunca edepsizliğe neden tenezzül ediliyor diye…

Ülkede başka türlü para kazanma yolu kalmamış olabilir mi?

Çalışanlar için durumun giderek dip seviyelere indiğini kimse inkar edemez herhalde. Asgari ücretin ve memur maaşlarının durumu belli. Bir sesi sedası çıkmayan beyaz yakalılar vardı, onlar da okudukları onca okulun karşısında yaşadıkları fakirliği dile getirmekten utandıklarından sessiz duruyorlarmış meğer. Bıçak kemiğe dayanınca ortaya çıktı beyaz yakalılar grubunda yaşananlar bir bir…

Gelelim iş dünyasına…

Bir ülkenin kalkınmasındaki en önemli etken üretimdir elbette. Sanayi üretimi, teknoloji üretimi, marka üretimi…

Belli başlı firmaları tenzih ederek söylemek istiyorum ki, iş dünyasında pek çok firma sahibi üretimden elini ayağını çekiyor. Kimisi yetişmiş iş gücü bulamamaktan, kimisi artan üretim maliyetlerini karşılama ile ilgili stres yaşamak yerine fabrikasını kiraya vermeyi tercih ettiğinden, kimisi de üretim kısmını minimalize edip aslında paradan para kazanma ile ilgili fırsatları kovalamak için piyasanın içinde bulunduğundan üretimle ilgili iddiamız giderek zayıflıyor.

TÜİK ve diğer kurum istatistikleri incelendiğinde markalı yüksek teknolojili ve son mamul ürün imalatlarında yüzde 2’nin altına doğru bir iniş eğilimi görülüyor imalat sanayinde.

Bu çok önemli bir rakam ve çok önemli bir bilgi…

Belirsizliklerden yılmış sanayici parayı en hızlı ve en güvenli biçimde yeniden paraya döndürmenin derdinde artık.

Koç ailesinin pek ortalarda görmeye alışık olmadığımız üyelerinden Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Koç, Türkiye’nin farklı illerinden Koç Topluluğu bayilerini bir araya getiren geleneksel Anadolu Buluşmaları’nın Ankara’da gerçekleşen 31’incisi toplantısında;

“Küresel jeopolitik riskler artarken ekonomik belirsizlikler de artık iş dünyasında olağan hale geldi. 2020’den itibaren küresel salgın, Ukrayna’daki savaş ve hayat pahalılığı sorunlarıyla boğuşan dünya ekonomisi, 2023’ün başında tahmin edilenden daha başarılı oldu” dedi.

Özetle yatırımlarını Türkiye dışındaki ülkelere kaydırmaya başlayan Koç Holding için dahi bahsedilen oynak zemin bir endişe yaratıyorsa, geri kalanın vay haline demek lazım…

Üretim için elbette istikrar gerekiyor. Ama istikrar kavramı sadece aynı partinin ülkeyi yıllarca yönetmesinden ibaret olacak kadar basit bir kavram değil ne yazık ki…

İstikrar demek, bir ülkenin kurallarının esnememesi, bir demokrasi ülkesi olma yolundan çıkılmaması, tüm vatandaşların eşit haklara sahip olduklarından ve yaşadıkları sorunlar karşısında hukuka sığınabileceklerinden emin olması demek.

Sen çık yargıya müdahale et, sen çık Hazine’ye müdahale et, sen çık Merkez Bankasına müdahale et, sen çık demokrasinin tüm çarklarına çomak sok, sen çık kapitalizmin en kutsal kuralı olan mülkiyet hakkını hiçe say…

Sonra da bekle sanayici yatırım yapsın, teknoloji geliştirsin, üretim gerçekleştirsin, ülkene ait markalar olsun…

Bizde tüm bu kargaşanın içinde olabilecek olan oluyor zaten, kara para aklayanlar, sazan sarmalları, faizden kaçarken daha büyük faize kavuşmak için dolandırıcıların kucağına düşenler, elbette bir de ahlaksızlığa meyledenler…

Bin türlü film fırıldak…

Koskoca ülkenin geldiği hale bak…

CHP yine bildiğiniz gibi: Nilüfer’de aday enflasyonu

CHP yine bildiğiniz gibi: Nilüfer’de aday enflasyonu

Geçtiğimiz günlerde AK Parti belediye başkan aday adaylarını şöyle bir anımsamıştık, bu kez rotamızı CHP’den yana çevirelim istiyorum.

Bir önceki yazımda da bahsettiğim gibi CHP’nin almayı garanti olarak gördüğü, başka deyişle Bursa’daki kalesi olarak tanımlanan Nilüfer’e talip çok. Şimdiye kadar saydıklarımız 15 olmuş bile. Dün itibariyle düzenlediği basın toplantısında kendisine sorulan bir soru üzerine Nilüfer Belediye Başkanlığına sıcak baktığı mesajlarını veren NOSAB Yönetim Kurulu Başkanı Erol Gülmez de kararını netleştirince sayı tamamlandı gibi.

Hemen hatırlatalım, Erol Gülmez’in CHP Nilüfer İlçe Başkanı Özgür Şahin’in seçim çalışmaları döneminde etkisi büyük olmuştu. İlçe ile omuz omuza çalışan bir belediye başkanı tercihi yapılacak olursa Erol Gülmez doğru bir isim olabilir.

Her belediyede olduğu gibi mevcut belediye başkanı, Mustafa Dündar’ın takıldığı üç dönem kuralı gibi bir kurala takılmıyorsa doğal aday kabul ediliyor. Nilüfer Belediye Başkanı Turgay Erdem de doğal aday olduğunu daha önceki görüşmelerimizde deklare etmişti zaten.

Şimdilik sessiz ve derinden çalışmalarını yürüten Erdem kurultay sürecinde kurduğu dengeli ilişkilerin de avantajını yakalayacak gibi görünüyor. Özgür Özel grubunun içinde yakın ilişkilerinin olduğu isimlerin varlığını da biliyoruz.

Kılıçdaroğlu’na doğrudan destek veren ekiplerin Bursa’daki ağırlık dengeleri de değişince Erdem’in adaylık ihtimali kuvvetleniyor gibi…

Bukle Erman da Nilüfer Belediye Başkan Aday Adaylarından. Mustafa Bozbey’in ekibinde yer alırken yaptığı çalışmalarla kendisini tanıdığımız Erman bir dönem Nilüfer Belediye Başkan Yardımcılığı görevinde bulunmuştu. Bozbey’in Nilüfer Belediye Başkanlığı sonlandıktan sonra ise Gemlik Belediyesi Kültür Müdürlüğü görevine getirildi.

En büyük avantajı kadın aday olması Erman’ın, fakat bu yeterli bir avantaj mı? Şu anda her cephede göğüs göğüse bir mücadeleye hazırlanan CHP’nin tek bir avantajla yetinmeyi göze alabileceğini sanmıyorum.

Bursa Eczacı Odası Eski Başkanı Okan Şahin de Nilüfer Belediye Başkan Aday Adayları arasında. Özellikle Özgür Özel ile hem meslektaşlıktan hem de eski arkadaşlıktan doğan bir samimiyeti olan, kurultay sürecinde seçimleri Özgür Özel’in ailesi ile birlikte takip eden Şahin mesele samimiyetten doğan bir güven aramaksa Nilüfer’in yeni adayı olabilir pekala…

Deniz Baykal, Mehmet Yıldız, Erman Aydıngün, Fırat Emiroğlu, Erkan Aydın, Zafer Yıldız, İbrahim Alagöz, Kıvanç Atmaca, Yalçın Işıkyıldız, Mehmet Turan Tansal da yaşanan enflasyonun içinde aday olacak isimlerden…

Osmangazi Belediye Başkan Aday Adayları arasında adı Nilüfer için de geçen Erkan Aydın’ı ilk sırada sayabiliriz. Malum Aydın Kemal Kılıçdaroğlu tarafından Osmangazi Belediye Başkan Adayı ilan edilmişti. Şimdi işler biraz değişmiş olsa da kulislerde halen adı konuşuluyor kendisinin. Nilüfer’in eski Belediye Başkan Yardımcılarından Adem Vural ve Nilüfer eski Belediye Meclis Üyesi Mesut Şehitoğlu da Osmangazi’de aday olan isimlerden…

Gemlik de CHP için bir şansın olabileceği ilçelerden olduğundan adaylık başvurusu açısından bahtı açık yerlerden. Doğal aday olarak şimdiki başkan Mehmet Uğur Sertaslan’ı söyleyebiliriz. Sertaslan’ın CHP Genel Başkanı Özgür Özel ile makamında bir görüşme gerçekleştirdiğini ve bu görüşmenin belgesi olan fotoğrafı sosyal medyasında paylaştığını da hemen not düşelim. Gemlik Belediye Başkan Yardımcılığı görevinden aday olmak için istifa eden Zeynep Akış Serintürk ve Fen İşleri Eski Müdürlerinden Pınar Ateşli ile Gemlik’in sevilen simalarından Şükrü Devrine de aday adayları arasında adı geçenlerden…

Gelelim Mudanya Belediyesi Başkanlığı için aday adayı olan isimlere…

Hayri Türkyılmaz yeniden başkan olmayı çok istiyor. Haliyle doğal aday adaylarından da biri, ancak bu kez Hayri Başkanın işi önceki seçimlere göre daha zor. Adaylığını kesinleştirmek için Ankara’da temaslarda bulunan Hayri Türkyılmaz’ın CHP Genel Başkanı Özgür Özel ile görüştüğünün emaresi olması gereken fotoğrafı sosyal medyasında göremedik…

Hayri Türkyılmaz CHP Genel Başkan Yardımcıları ile yaptığı görüşmelerin belgelerini sosyal medyasında paylaşırken Mudanya için CHP’nin genç simalarından ve Osmangazi İlçe Başkanlık yarışında ‘Mudanya’da yaşayan adam Osmangazi’ye aday oluyor’ diye eleştirilen, kongre sürecinde gördüğüm özgeçmişine hayranlık duyduğum Avukat Baran Güneş aday adayı olmaya hazırlanıyor. Kurultayda değişimcilerden yana olduğunu açık biçimde beyan eden Güneş, Mudanya için ne kadar şanslı olur onu da zaman gösterecek…

Başvurular Pazartesi günü sona eriyor…

Dünya erkekler günü sizin olsun…

Bugün 25 Kasım Kadına Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü

Konunun hemen başında kadınlara özel her günde, ‘Yahu bu kadınların da ne çok günü var. Hiç erkekler günü yok…’ diyerek meseleyi hafife alan değerli karşı cinslerimize doğrudan şunu söylemek istiyorum;

‘Gelin hemen şimdi görevlerimizi ve sadece Türkiye’nin değil tüm dünyanın erkek egemen düzenini tersine çevirelim. Ben hazırım, eminim benim gibi pek çok hemcinsim de buna hazırdır. O zaman size söz yılın en az beş gününü çeşitli vesilelerle erkeklere özel günler olarak ilan edeceğim. Dünya erkekler günü sizin, erkeklerin dünyadaki tüm hakları bizim olsun…’

Ama olmaz…

Bunun iki nedeni var, gücü eline geçiren hiç kimse gücü paylaşmayı ya da devretmeyi tercih etmez.

İkinci neden ise 25 Kasım Kadına Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Gününü hatırlayan ve önemseyen hali hazırda şiddete maruz kalmayan, ezilmeyen, haklarını ve karşı cinsiyle eşitliğini bilen, yaşamında da bu durumu uygulayan kadınlardır…

Kısacası bahsettiğimiz mücadeleyi yapması gereken kadınlarımızın böyle günler olduğundan haberi dahi olmadığına bahse girebilirim…

Acı, ama gerçek…

Ucuz işgücünü pazarlayan ülke; Türkiye!

Ucuz işgücünü pazarlayan ülke; Türkiye!

NOSAB’ın her yıl düzenlediği değerlendirme toplantısı biraz erkene alınmış, haliyle biraz da siyaseten böyle olması gerektiği için öğretmenler gününe rast geldi bu kez. Asıl konunun eğitimle doğrudan bağlantılı olması ise işin cabası oldu.

Hemen anlatayım…

Malum bir süredir ‘ara eleman değil, aranan eleman’ sloganıyla aranan ara elemanların bulunamıyor oluşu giderek ülkenin başına dert olmaya başladı. Belki şimdilerde biz pek fark etmiyoruz, sadece iş bulamamaktan ya da aldığımız ücretlerin düşük oluşundan şikayet ediyoruz, ancak yakın zamanda bir ülkenin kepenklerini kapatmasına neden olabilecek derecede büyük bir eksiklik bahsettiğim.

Sosyal projeleri ile de gündemdeki yerini her daim korumayı bilen ve bu konularda başı çeken NOSAB da aranan eleman olacak kadınları yetiştirmek konusuna odaklanarak ‘100. yılda 100 kadın istihdamı’ sloganıyla çıktı karşımıza.

Fakat hedeflerine bir türlü ulaşamıyorlar, çünkü başvuru sayısı beklenenin altında…

Kadınlarımız da aranan eleman olmak yerine bir plaza hayatının, temiz iş, bir masa, bir koltuk, bir telefondan oluşan çalışma dünyasının peşindeler haliyle.

Eğitim ayağında Borçelik’in, finans ayağında BUİKAD’ın ve istihdam alanında NOSAB’ın bulunduğu proje, bahsettiğim iş hayaline kavuştuktan hemen sonra ‘geçinemiyoruz’ feryatlarıyla dokuz altı yollarını kovalayacak olan kadınlara bir alternatif sunmayı amaçlıyor.

Elinin hamuruyla her türlü erkek işine pek de güzel karışan ve hayli de başarılı olan kadınlara iş alternatiflerini değerlendirmelerine yönelik bir çağrıda bulunmak isterim buradan…

Malumunuz, biz kadınlar çok yönlü düşünmeye daha açık olduğumuzdan meseleyi kolay kavrarız gibi düşünüyorum…

Gelelim toplantının bundan sonraki önemli bölümlerine…

NOSAB Yönetim Kurulu Başkanı Erol Dönmez’in 2023 değerlendirmesi; “Sanayide çarklar dönmüyor, işler tıkırında değil” şeklinde oldu tek cümle ile özetlemek gerekirse.

Öyle içi boş bir cümle değil elbette bu özet,

“2023 bizim için kötü bir yıl oldu, yatırımlarımız durdu, çünkü finansal kaynaklara ulaşmak iş dünyası için imkansız hale geldi. Adeta mutsuzlar ülkesi olduk. Alım gücü düştü, çalışanlarımızın yüzü gülmüyor. Üretim maliyetlerinin artışı bizim de yüzümüzü güldürmüyor…” sözleri de bu özetin hemen devamında geldi zaten.

Konuşması sırasında “Biz dünyaya ucuz işgücümüzü pazarlıyoruz aslında teknoloji pazarlamıyoruz…” diyen Gülmez’e 100 yaşında bir ülke olarak, halen sadece ucuz işgücünü pazarlayan Türkiye’de hatanın nerede yapıldığını sordum…

“Hata ilk olarak eğitimde yapılıyor. Eğitim ülke üretim ihtiyaçlarına göre planlanmadığından beyaz yakalı personel fazlalığımız bir yandan işsizliği doğururken teknik eleman açığımız da bizim işçi arayışımızı körüklüyor. Pek çoğumuz işçi bulamadığımız için vardiya sayımızı üçten ikiye düşürdük… Ülke kalkınmaya göre eğitim politikası üretmediğinden sadece ucuz işgücünü satan bir ülke olmak döngüsünden çıkamıyor!” diye yanıt verdi soruma…

Koskoca bir ülkeden bahsederken işittiklerimiz ne acı… Hiçbir artı değer üretemeyen Türkiye, sadece insanının emeğini ucuza satarak geçinmeye çalışıyor. Çocuklarını çalıştırıp kendisi yan gelip yatan vicdansız anne babalar gibi…

Tam da bu noktada meslektaşım Bülent Civanoğlu’nun sorusu yerli yerine oturdu. ‘Suriyelilerle ucuz işgücü açığı mı kapatılıyor?’

Yanıt bana şimdiye kadar konuşulanlardan daha da acı geldi…

“NOSAB daha çok otomotiv sektöründe üretim yapılan bir yoğunluğa sahip. Dolayısıyla bizim göçmen işçi çalıştırmamız pek mümkün olmuyor. Çünkü özellikle Suriyeliler kayıt dışı çalışmak istiyorlar. Kayıt altında çalıştıklarında aldıkları sosyal yardımlar ve destekler kesileceği için bunu tercih etmiyorlar. Biz kayıt dışı işçi çalıştırmadığımız için tercih edilmiyoruz. Devlet bu konuda acilen bir çözüm üretmeli. Ya çalışanın ailesine yardımlar kesilmemeli veya Türk vatandaşına ne veriliyorsa o verilmeli…”

Öz yurdunda garipsin, öz yurdunda parya…

Elbette bir süredir adı siyasi kulislerde Nilüfer Belediye Başkan Adayı olarak geçen Erol Gülmez’e bu konu da soruldu.

Hemen söyleyelim, Gülmez henüz karar vermemiş, ancak bana gönülsüz de değil gibi geldi. Bilindiği üzere CHP’nin Bursa’daki kalesi olan Nilüfer’de belediye başkanlığı için aday adaylığı enflasyonu var. Eğer Erol Gülmez aday adayı olmaya karar verirse 15’inci isim olacak.

Hayırlısı…

*****

ÖĞRETMENLER KUTLAMADA DEĞİL EYLEMDE…

Bugünün öğretmenler günü olduğunu elbette unutmadım. Eğitim İş Sendikası 24 Kasım Öğretmenler Günü’nde bir günlük iş bırakma eylemi yaptı. Atatürk Anıtının önüne çelenk bırakan Eğitim İş Sendikası Bursa Şube Başkanı Yeliz Toy, öğretmenlerin taleplerini şöyle sıraladı;

Eğitim İş Bursa Şube Başkanı Yeliz Toy taleplerini şöyle sıraladı:

-İnsanlık onuruna yaraşır bir ücret alıp, insanca yaşamak istiyoruz!

-Eğitim çalışanları arasında ayrımcılık yaratacak uygulamalara son verilmesi istiyoruz!

-Ücretli, sözleşmeli öğretmenliğe son verilmesini, kadrolu güvenceli atama yapılmasını istiyoruz!

-Öğretmen ve yönetici atamaları başta olmak üzere tüm atamalarda mülakatın kaldırılmasını, tüm kademelerde somut kriterler ile liyakatın esas alınmasını istiyoruz!

-Ek ders ücretlerimizin emekliliğe sayılmasını talep ediyoruz!

-Eğitim emekçilerinin köle değil geleceğin mimarları olduğunun idrak edilmesini istiyoruz!

-Sadece öğrencilerimiz ve kendimiz için değil ülkemizin geleceği için laik, bilimsel, adil ve kamusal eğitim istiyoruz!

-Eğitim kurumlarımızın personel ihtiyacının, hükümetin ekonomi ve eğitimde din eksenli politikaları ile değil nesnel ve bilimsel kriterlerle belirlenmesini talep ediyoruz!

-Yeterli sayıda öğretmen ve yardımcı personel istihdam edilmesini istiyoruz!

-Öğretmenlere ve eğitim çalışanlarına yönelik şiddetin önüne geçecek önlemler alınmasını talep ediyoruz!

Tüm Öğretmenler Birliği Sendikası Bursa İl Temsilciliği ise Şehreküstü Meydanında son maaş bordrolarını sergileyerek ‘Bu utanç sizin!’ dedi…

Önce bizlerin, şimdi de çocuklarımızın üzerinde büyük emekleri olan tüm öğretmenlerimizin ellerinden saygı ve hürmetle öpüyorum…

Cumhuriyetin aydın öğretmenleri iyi ki varsınız…

Bu iş eşitlik işi

Bu iş eşitlik işi

Bursa İş Kadınları ve Yöneticileri Derneği (BUİKAD), Nilüfer Organize Sanayi Bölgesi (NOSAB) ve Borusan Grup şirketlerinden Borçelik bir proje geliştirir.

Cumhuriyetimizin 100. yılında 100 kadını sanayiye kazandıracak “Bu iş eşitlik işi” projesi.

BUİKAD girişimleri ile Borçelik ve NOSAB gibi güçlü kuruluşların eğitim ve insan kaynağı sağlama garantisine rağmen bu değerli proje akamete uğramış durumda.

Neden?

Sadece istihdam projesi olmanın ötesinde anlamlar taşıyan “Bu iş eşitlik işi” projesi, aslına bakarsanız, Cumhuriyet değerleri ile de tamı tamına örtüşen bir proje.

Kadınların erkek egemen alanlarda, örneğin kaynak operatörlüğü ya da forklift sürücülüğü gibi işler için eğitilmesini de kapsıyor. Böylelikle kadın gücünün doğrudan üretimde artırılmasını sağlayacak bu girişim.

O nedenle de…

“Cumhuriyetimizin 100. yılında 100 kadından biri olmak istiyor ve bu iş eşitlik işi diyorsan sen de başvur!”

sloganı ile yola çıkılmış.

Ancak hem eğitimleri için yapılan başvurular yetersiz kalmış hem de eğitimler tamamlandıktan sonra istihdam imkânı sunulan kadınlar ileri sürdürdükleri çeşitli nedenlerle istihdam edilememişler.

Hâlbuki Borçelik Teknik Akademi tamamen ücretsiz şekilde eğitim sürecini üstlenmiş. Kurs sonrası adaylar sınava tabi tutulup başarılı olanlar Mesleki Yeterlilik Belgesi sahibi oluyor. Akabinde Erol Gülmez yönetimindeki NOSAB sanayicileri istihdam garantisi vermiş durumda.

Konuyla ilgili düzenlediği basın toplantısında Erol Gülmez, sanayicilerin talepleri doğrultusunda yapılan mesleki eğitimlerin üretimde yüksek ücret alan ve az bulunan nitelikli elemanlar olduğunun altını çizdi.

Kadın istihdamında “Bu iş eşitlik işi” projesine kadın başvurularının ivmelenmesi destek bekliyor.

İŞ-KUR başta olmak üzere muhtarlıklar, belediyeler gibi resmi kurumlarca başvurulara destek verilmesi, kadın dernekleri ve yardım kuruluşlarının konuya eğilmesi ayrı bir önem taşıyor.

Bu projenin aynı zamanda bir “Sosyal Pazarlama” konusu olduğu açık.

Yani öyle anlaşılıyor ki mesele yalnızca istihdam açısından ele alınarak çözülebilecek bir konu değil. Kadın çalışana kreş imkânı da, iş yerine ulaşım kolaylıkları da hatta ailenin topyekûn bilinçlendirilmesi konusu da bu projenin önemli bir parçası gibi görünüyor.

Tekrarlamakta fayda var:

“Cumhuriyetimizin 100. yılında 100 kadından biri olmak istiyor ve bu iş eşitlik işi diyorsan sen de başvur!”

BAŞVURU İÇİN TIKLAYIN

AK Parti’de kimler nerelere aday?

AK Parti’de kimler nerelere aday?

Yerel seçimin heyecanı il ve ilçeleri sarmaya çoktan başladı. AK Parti’den belediye başkan adayı olmak isteyenler için başvurular sonlandı. Genel seçimlerde elde edilen başarının ardından yerel seçimlerde yine bir aday enflasyonu yaşayacağını tahmin ettiğim AK Parti bu kez beni yanılttı doğrusu.

Beklenen enflasyonu birkaç ilçe dışında AK Parti cephesinde göremedim…

En yoğun başvuru alan ilçenin Osmangazi olduğunu söylemeye gerek var mı bilemiyorum…

Mevcut Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar’ın 3 dönem kuralına takılıyor olması ve kuralın kendisi için esnetilmeyeceğine yönelik bilgilerin Ankara’dan Bursa’ya doğru gelmesi burada etkili olan nedenlerden.

Osmangazi dediğiniz de, ülkenin pek çok ilinden daha büyük bir ilçe, üstelik Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı olmanın kapısını aralayan önemli unsurlardan…

Osmangazi’de pişer, Büyükşehir’e düşer misali…

Öyle az buz değil, sadece AK Parti cephesinden 13 başvuru var Osmangazi ilçesi için…

Yıldırım eski Belediye Başkanı Cüneyt Karlık, Orhaneli eski Belediye Başkanı İrfan Tatlıoğlu, son genel seçimlerde milletvekili adayı olan Ahmet Yıldız ve Semih Peksert, Maarif Vakfı Başkanı Mustafa Çaltılı, Osmangazi eski İlçe Başkanı Ali Yılmaz, Osmangazi Belediye Başkan Yardımcısı Cem Kürşad Hasanoğlu ve yine Osmangazi Belediye Başkan Yardımcısı, aynı zamanda Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar’ın dünürü Hasan Hüseyin Erdönmez, Büyükşehir Belediyesi bürokratları Ali Altınoğlu, Bülent Karaaslan, Yusuf Kudret Nalbant, Dikkaldırım Spor Kulübü Başkanı Mehmet Yetim ile Yapı Denetim ve Deprem Mühendisliği Derneği Bursa Temsilcisi Serkan Işık.

Adaylar hafta sonu yapılacak temayül yoklamasının ardından Genel Merkezin değerlendirmesi ile belirlenecek. İşin temayül yoklaması kısmının bir ön seçim olmadığı ve sonuçların açık olarak paylaşılmadığı göz önüne alındığında hep bir ‘teşkilatın da hatırı kalmasın’ minvalinde olduğunu belirtelim.

Değerlendirme için anketler de yapıldı. Malum anketleri doğru biçimde yaptırmaya ve bu anket sonuçlarına göre hareket etmeye çok meyilli bir parti AK Parti. Aldıkları her aksiyonunun karşılığını anketlerle ölçerler ve bence başarılarının önemli bir nedeni de buna bağlıdır. Realite konuşur yani sonuçta.

Yine öyle olacak akış, asıl karar verici genel merkez olduğundan, genel merkezle bağlantıları güçlü adaylar arasında bir küçük yarıştan da söz etmek mümkün. Hatta belki o yarış yaşanıp bitmiştir bile…

AK Parti’nin en güçlü olduğu ikinci merkez ilçe olan Yıldırım’da ise mevcut başkan Oktay Yılmaz bir kez daha aday olduğunu açıkladı. Yılmaz’ın hem belediyeciliği hem de belediyecilik yaptığı süreçteki parti içi duruşu nedeniyle yerinin hayli sağlam olduğunu düşünmek lazım.

Elbette artık siyaseti öğrenmiş olanlar bu işte işini iyi yapmanın ve karakterli olmanın yeterli doneleri vermediğini gayet iyi bilir. Mühim olan kimin kimi desteklediğidir. Oktay Yılmaz’ın en büyük destekçisi aynı zamanda hemşerisi olan Efkan Ala.

İşte tam da bu nedenle son dakikada Yıldırım Belediye Başkan Adaylığı başvurusunda bulunan Ali Mollasalih’in verdiği dosya çok önemli. Çünkü Ali Mollasalih Eski Başbakan Yardımcısı Hakan Çavuşoğlu tarafından desteklenen bir isim.

Kısacası, şimdi Yıldırım Belediye Başkanlığı için Efkan Ala ve Hakan Çavuşoğlu arasında geçecek bir gövde gösterisinden söz edebiliriz.

AK Parti merkez ilçelerden Nilüfer’e aday bulmakta zorlanıyor, bunun da altını çizelim. Çünkü AK Parti’nin garanti gözüyle bakamadığı tek merkez ilçe Nilüfer. Genel seçimlerde milletvekili aday adayı da olarak gördüğümüz Hatice Kübra Gönder bir cesaretle aday adaylık başvurusunu bu kez Nilüfer Belediye Başkanlığı için yapmış.

Daha önceki yerel seçimlerde Nilüfer’i CHP’den almak için hayli güçlü adaylar ve ciddi kampanyalarla seçime hazırlanan AK Parti’nin bu kez elindekileri korumak gibi bir taktik izlediğini çıkarıyorum ben buradan…

İşin en ilginç yanına geliyoruz…

AK Parti’nin geçtiğimiz yerel seçimlerde kıl payı kazandığı, muhalefetin de kıl payı kaybetmesi nedeniyle adayını yaklaşık 3 yıl önceden ilan ederek ‘çalışmalara başlarsak belki alırız’ diye düşündüğü, hatta CHP Eski Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘Bursa yüreğimde bir yaradır’ diyerek kaybetmekten duyduğu üzüntüsünü dile getirdiği Büyükşehir Belediye Başkanlığına bir tek resmi başvurunun yapılmış olması.

AK Parti’de resmi başvuru yapan tek bir isim var, Deniz Üzülmez

Oysa öyle çok isim konuşuluyor ki, Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı makamında gözü olan. Öncelikle mevcut başkan Alinur Aktaş bir dönem daha makamını korumak istiyor, hemen ardından mevcut Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar’ın da Büyükşehirde gönlünün olduğu konuşuluyor. AK Parti Bursa İl Başkanı Davut Gürkan’ın Ankara temasları kulisleri çalkalıyor. Gürkan’ın mümkünse Büyükşehir, mümkün olmaz ise Osmangazi Belediye Başkanlığı için kolları sıvadığı söyleniyor. Tabii bir de Karacabey Belediye Başkanı Ali Özkan var Büyükşehir için göz kırpan. Bunun dışında Hakan Çavuşoğlu ve Mustafa Varank isimlerini de duyuyoruz…

Hem pek çoookkk hem hiç yoookkk…

AK Parti’de görev istenmez tevdi edilir mantığı makam büyüdükçe daha da kuvvetli çalışıyor anlaşılan…

Toparlayacak olursak, Genel Merkez ziyaretleri, temayül yoklamaları, anket çalışmaları, eşin dostun dinlenmesi derken adaylara karar verilecek. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın adaylık açıklamaları için son işaret ettiği tarih Aralık ayının ortaları…

Bakalım bahsi geçen makamlar ve daha bahsini geçiremediğim ilçelerdeki makamlar kimlere kısmet olacak…