Fahiş yemeğe BOYKOT!

Fahiş yemeğe BOYKOT!

Bayram koşuşturması sırasında sırf biraz dinlenmek için oturduğumuz, öyle bir özelliği de olmayan kafeteryada içtiğimiz, hiçbir özelliği olmayan birer bardak çaya (zaten çayın ne değişik özelliği olacaksa) bardak başına 45 lira ödememiz gerekince, öyle küçük falan değil, epey sallı soplu bir şoka girmedim değil hani. Sonra menüye alıcı gözle de bir baktım, çaydan daha ucuz olan tek şey suydu ve fiyatı 30 TL olarak belirlenmişti. Türk kahvesi falan, yanına yaklaşılacak cinsten değil…

Arada belediyelerin devir teslimi, bayramlaşmalar derken unutmuşum bu acı verici hayat enstantanesini…

Taaa ki, sosyal medyada ‘fahiş yemeğe BOYKOT’ çağrısını duyana kadar…

Dışarıda çok yemek yemeyen bir insan olarak fiyatlara da pek aşina değilim aslında ve yaşadığımız hiperenflasyon ortamında bir ürünün ederinin ne olacağına yönelik algımızı kaybettiğimizden, üstüne bir de porsiyonları küçült, içeriğin kalitesini düşür, ambalajın aynı kalması ile aynı miktarda ürünü satıyormuşum algısı yarat gibi oyunlar eklenince, ne aldığımızı, kaç gram aldığımızı, kaça aldığımızı, ne kadar enflasyon oranına maruz kaldığımızı anlamak için çok uzman olmak gerektiğinden ipin ucu bende de kaçtı epeydir…

Param olursa alıp param olmazsa almayarak çözmeye çalıştım bu karmaşık problemi…

Fakat, kabul etmek lazım ki, bir bardak çayın 45 lira olması normal değil…

Bir fincan kahvenin fiyatının 100 lira ile 150 lira arasında değişmesi normal değil…

Biz gazeteciler gibi mesai saatlerinin önemli bir bölümünü dışarıda geçirmek zorunda kalan çeşitli iş kollarından çalışanların bir tosta 150 lira, bir hamburgere 200 lira, bir döner ekmeğe 250 lira vermesi normal değil.

Bu insanların çoğunun asgari ücret ya da komşu ücretlerle çalıştığı düşünüldüğünde durum sürdürülemez bir hal aldı çoktan…

Tam da bu nedenle, enflasyonu bahane ederek fiyatların bir artığı yerde karını 5 artırma gayretine giren işletmelerin kendilerine biraz çeki düzen vermeleri gerekiyor.

Bursa iş dünyasının aklı başında isimlerinden birinin de söylediği gibi, ‘Bu devirde ticaret yapan herkes kazanıyor, kazanamayanlar sabit gelirliler’ ne kadar da doğru. Fakat, hayatı sabit gelirlilerin sırtına basarak yaşamak uzun vadede günümüzün herkesin birbirinden haberdar olduğu global ortamında pek de sürdürülebilir değil artık, bunun farkına varmak, varmayanlara fark ettirmek lazım.

Yine bir ünlü ekonomi gurusunun söylediği gibi ‘Biz bu fiyatlar normal, bir porsiyon dönerin 500 lira olması normal, bir porsiyon tatlının 250 lira olması normal, bir çay tabi 45 lira olacak dedikçe normalleşir her şey’

Normalleştirmemek lazım!

Normalleştirmemek konusuna belki de bizim çocukluğumuzda kendi kendine yetebilen 7 ülkeden biri olma özelliğimizi neden kaybettiğimizi sorgulamakla, dünyada gıda fiyatları gerilerken bizde neden gıda fiyatlarındaki artışın önlenemediğini araştırmakla başlayabiliriz.

2024 yılının başında Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü FAO’nun tahıl, et, süt ürünleri, bitkisel yağ ve şeker fiyatlarının ortalamasını içeren gıda fiyat endeksi araştırmasına göre Türkiye’de gıda fiyatları 2024 yılı şubat ayında bir önceki aya göre yüzde 8 oranında artmış görünüyor.

Dünyada ise gıda fiyatları 2024 yılı şubat ayında bir önceki aya göre yüzde 1 geriledi. FAO, gıda fiyatlarının düşüşünde, küresel tahıl üretimindeki artışın ve et talebindeki azalmanın etkili olduğunu ifade ediyor.

Türkiye ile dünya arasındaki gıda fiyatlarındaki fark, hem üretim hem de tüketim koşullarındaki farklılıklardan kaynaklanıyor.

Kuraklık, döviz kuru, vergi, arz-talep dengesizliği, lojistik maliyetler ve spekülasyon gibi faktörler, gıda fiyatlarını yukarı yönlü baskı altında tutuyor. Dünyada ise gıda fiyatları, küresel ekonomik yavaşlama, petrol fiyatlarındaki düşüş, pandemi sonrası toparlanma ve iklim değişikliği gibi faktörlerden etkileniyor.

Bu durum, Türkiye’de gıda güvenliği ve yoksulluk sorunlarını daha da derinleştiriyor. Türkiye’de gıda harcamaları, hane halkı gelirinin yaklaşık yüzde 30’unu oluşturuyor. Oldukça önemli bir oran, çünkü hane halkı gelirinin yüzde 50’lik kısmını da barınma harcamaları oluşturuyor. Dolayısıyla hane halkına tüm diğer harcamalar için gelirinin sadece yüzde 20’lik bir kısmı kalıyor. Bu kısım elbette hiçbir şeye yetmediğinden, öncelikli olarak gıda harcamalarından kısılması yöntemine başvuruluyor.

Sonuç olarak öğle yemeği olarak çay ve simit dahi yiyemeyen Türk halkı olarak birbirimizle baş başayız…

CHP’li belediyelerin başlattığı ve örneklerini yakında Bursa’da da görmeye başlayacağımız ‘Kent Lokantaları’ böylesi bir yaraya ne denli merhem olur bilemiyorum.

Burada iki yönlü bir sorun olduğunun bir kez daha altını çizmek lazım.

Bir yandan tüm dünyada düşen gıda fiyatları önlenemez bir biçimde Türkiye’de artıyor ve konunun acilen araştırılıp bir çözüme kavuşturulması gerekiyor. Diğer yandan bu fiyat artışlarının yarattığı krizi fırsata çevirmek isteyen ve fiyat artışlarını ürünlerine kat kat fazla yansıtan restoran, kafe ve benzerlerinin kendilerine acilen çeki düzen vermeleri lazım.

Yoksa, öyle çok da zor değil evde hazırladığın aperatifleri termosta taşıdığın içecekle kombinleyip şahane bir park keyfi yaparak yemek…

AK Parti’nin ekonomideki en büyük hatası

AK Parti’nin ekonomideki en büyük hatası

Gerçek olan şu: Türkiye’nin şu an ekonomik krizi fazlası ile yaşadığı…

Ekonomi bu haliyle stagflasyona doğru gidiyor.

AK Parti bu gidişatın bedelini ise yerel seçimlerde bir çok belediyeyi kaybederek ödedi.

Seçmen bazı yerlerde sandığa gitmedi.

Bazı yerlerde tercihini değiştirdi, AK Parti yerine başka bir siyasi partiye oyunu verdi.

Asıl irdelenmesi gereken durum şu: AK Parti bugüne nasıl geldi?

Ya da kimler getirdi?

Ya da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı birileri yanlış mı yönlendirdi?

Sırasıyla üzerinde duralım.

Özellikle pandeminin dünya üzerinde etkisini hissettiğimiz günlerde bir başka etkisini hissettiğimiz konu ise talep enflasyonu idi.

Piyasada artan talebe yetişemeyen arz, üstüne üstelik bir de Ukrayna Rusya arasında patlayan  kriz…

Sırasıyla ekonomik anlamda neler yapıldı?

Kısa çalışma ödeneğinden tutun, KDV indirimine kadar bir çok ekonomik karar alındı, uygulamaya konuldu.

Kısa çalışma ödenekleri belki yerinde karardı. Ama KDV indirimleri kesinlikle değildi. Devletin bazı ürünlerde KDV’yi yüzde 18’den yüzde 8e hatta yüzde 1’e kadar indirmesi aynı oranda etiketlere yansımadı.

Fiyatlar aynen hatta katlanarak devam etti.

Devletin KDV indirimiyle ciddi gelir kaybı oldu.

O kayıplar bir yerde toplansa emekliye dağıtılsaydı ne olurdu?

AK Parti’ye sandıkta oy olarak geri dönerdi.

Sadece bu kadar mı?

Yine dünyada artan faiz sürecinde ekonominin başına gerçekten birbirinden değerli isimler geldi. O isimlerden biri de Naci Ağbal idi.

O da faizlerin arttırılması gereğini ifade etti.

Sonunda görevinden affını istedi.

O zaman birileri ne yaptı?

Bankadan yüzde 10 ile kullandıkları kredileri önce kur korumalı mevduata yatırdılar ,birileri de kendi evlerini başkalarının üzerine satıyormuş gibi gösterdi.

Sonuçta onlar da katmerli gelirlere kavuştular.

Sonrasında neler mi oldu?

Merkez Bankası tarihinin en yüksek görev zararını açıkladı.

Devlet fakirleşti, ama birileri zenginleşti.

Bankalardan yüzde 10 ile kredi alanlar o paraları hiç bir şey yapmadan bankalara yüzde 58 ile geri vererek paradan para kazandılar.

Zamanında faizlerde ufak bir yükselişe izin verilseydi.

Bunlar olur muydu?

Olsa bile etkisi bu kadar kuvvetli hissedilir miydi?

Kesinlikle hayır…

O zaman yapılması gereken neydi?

Üretim destekli kredi anlayışı.

Eğer o krediler kur korumalı mevduata ve faizlere gitmeseydi?

Üretim odaklı olsaydı.

Bugün birçok fabrika açılmış olabilir, bir çok kişiye istihdam olanağı sağlanmış olabilirdi.

AK Parti’nin ve Cumhur İttifakı’nın hala maçı çevirebilecek gücü var.

O zaman ne yapmalı?

Devletin bazı kalemlerde üretim endeksli istihdamı arttırıcı bir şekilde yeni teşvikleri açmalı, buna yönelik politikalar üretmeli…

New challenge ve ‘Güncel Belediyecilik’

New challenge ve ‘Güncel Belediyecilik’

İtirazlar, polemikler, kutlamalar, öz eleştiriler ve kocaman ‘KEŞKE’ler eşliğinde 31 Mart’ı iyice geride bırakıp önümüze bakmaya başladık şükürler olsun…

Yeni başkanlar öncelikle devraldıkları belediyelere dair devasa borç afişlerini çarşaf çarşaf asmaya ve şişirilen belediye kadrolarına format atmaya başladı.

İşe alınanların çoğu seçim çalışmaları sürecinde ve hatta 31 Mart haftasında belediye kadrolarına dahil edilmiş. Ve bu yöndeki iddialar çok vahim. Bir kişilik kadrolar üçe beşe çıkarılmış. O nedenle çoğu belediyede hangi odaya gitseniz personeller diz dize tıklım tıkış oturuyor.

İşin enteresan tarafı şimdiye kadar belediyelerdeki parti değişimlerinde yaşanan “gideni eleştirme” durumunu 31 Mart sonrasında “aynı partiden” olanlar devir aldı. Yaşanan “aynıların düellosu” kendisinden önceki başkanın bıraktığı borçların, şişirilmiş kadroların ve usulsüzlüklerin açık açık paylaşılmasına kadar vardı.

Türkiye Yüzyılı’nı neredeyse herkes diline almaya başladı fakat bu başlığın içinde neler var henüz kimse tam anlamıyla bilmiyor. Ben ve benim gibi siyaset bilimciler de “Türkiye Yüzyılı neleri vadediyor” sorgularını yapmakla birlikte elde ettiğimiz veriler doğrultusunda “olması gerekenleri” de kalemimize ve cümlelerimize taşıyoruz.

Dilerseniz bugün 31 Mart sonrasında beliren “Türkiye Yüzyılında Belediyecilik ve İnsan” başlığını konuşalım.

Bu başlıkta söyleyeceğim ilk ve net cümle şu; Türkiye deki belediyecilik anlayışı acilen değişmeli!

Pandemi ile başlayan ve ardı ardına devam eden küresel enflasyon, gıda temin sorunu, kuraklık, nüfus artışı, savaşlar, çatışmalar, yapay zekanın her alanda etkili olması, iletişim teknolojileri ve sosyal medya çağının zirvesinde yaşanan fırtınalar insanlığı fikri ve zikri yeni bir “evrimin” eşiğine getirdi.

Şimdiden söyleyeyim bu evrim hiçte hayra alamet değil çünkü bencillik, ego, şiddet ve tahammülsüzlük kodlarıyla motifleniyor artık insanoğlu! Ve bu motifler eşliğinde insanoğlu şunları istiyor; sadelik, varlıkta ve yoklukta eşitlik, adalet, net duruş, israf karşıtlığı…

Yeni “evrim tespitim” olumlu ve olumsuz ilk yansımalarını 31 Mart’ta gösterdi. Kimselerin ihtimal vermediği sonuçlara ve isimlere imza attı şehirler. Bu imzaların mimarı da TEPKİ oyları oldu!

Dilerseniz şimdi de elde ettiğim veriler eşliğinde az ve öz anlatımla(tıpkı günümüz insanının beklediği ‘az laf çok iş’ davranış şekli ile) “Türkiye Yüzyılında Vatandaşın New Challenge Belediyecilik Anlayışını“ paylaşayım.

Günümüz insanına göre belediyecilik; abartılı-ultra-mega-gösterişli-gereksiz-israf sayılacak yapıları inşa etmek ve yüklü bütçelerdeki vatandaşa dokunmayan projeleri hayata geçirmek olmamalı artık…Sadeliğe, sakinliğe, kendine, huzura, sağlığa ve öncelikli ihtiyaçlarına yönelen insanlık; samimiyetten uzak ruhsuz devasa yapılara ve sürdürülebilirliği olmayan, topluma dokunmayan, reklamın ötesine geçmeyen, sadece belli bir kesime hitap eden projelere ciddi anlamda tepki veriyor artık!

Günümüz insanına göre belediyecilik; sosyal devlet anlayışının ışığında vatandaşlarının hayatını, konforunu, huzurunu, güvenliğini, ihtiyaçlarını ve geleceğini düşünerek gerekli görülen altyapı ve üstyapı yatırımlarını gerçekleştirmeli…

İstihdam sağlamalı. Sokak hayvanlarını rehabilite etmeli. Sosyal-kültürel-sportif faaliyetleri sürdürülür kılmalı ve güncele uyarlamalı. Dezavantajlı kesimleri görmeli ve onlar için hayatı maddi-manevi daha yaşanılır kılmalı. Eğitim ve öğretimde tüm destekleyici faaliyetleri layıkıyla yerine getirmeli. Adalet ve saygı kavramları baş tacı etmeli. Üretimde, ekonomide ve acil durumlarda kendi kendine yetebilmeli. Şehirlerin tarihi ve kültürel dokusunu saygıyla korumalı.

Her şey şeffaf olmalı. Kadrolar şişirilmemeli. Siyaset ve ideolojinin yerini kazandırma mantığındaki CEO zihniyetler almalı. Ve daha nicesiyle “önce insan” demeli belediye başkanları çünkü “new challenge” yaklaşım bunu dayatıyor artık….

Ve çok önemli bir not; tüm dünya kuraklıkla mücadele etmeye çalışıyor.

Bu çerçevede katılımı “zorunlu” bir proje ile tüm belediyeler yağmur sularının içme suyu olarak kullanılması için gerekli altyapı çalışmalarını acilen ve aynı anda başlatmalı…

Bozbey’in dağa özel ilgisi…

Bozbey’in dağa özel ilgisi…

Gerçek olan şu: Bursa’da siyasi partiler tarafından dağ yöresine yeterli ilgi gösterilmiyor.  Listelerde başkan adayları başta olmak üzere yeteri kadar yer verilmiyor.

Ama onlar da yerelde unutulunca sandıkta güç birliği yaparak içlerinden çıkan adaylarına, listelerde yer verilen isimlerden biri olan Erkan Aydın’ı belediye başkanı yaptılar.

Yine bu dönem dağlıların yaşadığı bölgelerde Mustafa Bozbey’e sandıklardan beklentilerin çok üstünden oy çıktı.

Netice olarak;

Yerel seçimler sona erdi. Bursa yerelinde Büyükşehir Belediyesi’ni kazanan, başkanlık koltuğuna oturan Mustafa Bozbey; kadrosunu kurma, takım arkadaşlarını belirleme adına çalışmalarına aralıksız devam ediyor.

Bu süreçte bir yandan brifing alırken bir yandan da atamalarla ilgili kafa yoruyor. Fakat şirket atamaları açısından değerlendirdiğimizde Başkan Bozbey’in dikkat çeken hamleleri var.

O hamleler içinde Bursa’nın ev sahibi olarak nitelendireceğimiz dağ yöresine özel ilgisi var. O kendisine sandıkta gösterilen ilgiyi karşılıksız bırakmadı diyebiliriz.

Misal Tarım ve Peyzaj A.Ş’nin başına getirilen Sedat Akar Kelesli, Jeotermal A.Ş İçin dillendirilen Erman Aydıngün de Kelesli…

Keza BURULAŞ için kulislerde sesli dillendirilen iki isimden biri olan Remzi Çınar, o da Harmancıklı; diğer aday Fahrettin Beşli de Kelesli…

Yine benim tecrübesinden faydalanacağını düşündüğüm şirket yönetimlerinde aktif görev almasını beklediğim Mustafa Öztürk de Kelesli…

Şimdi tarafsızca değerlendirmek gerekirse Bozbey bu minvalde dağ yöresine son yıllarda en fazla önem veren başkan diyebiliriz.

Hatta şimdiden beş sene sonrasına yatırım yaptı diyebiliriz.

Buradan çıkan diğer bir sonuç ise Bozbey’in Bursa’yı sadece kendi partisi ile değil Bursa’nın toplumda kabul görmüş partili veya partisiz siyaset üstü değerleri ile yöneteceği.

Bize de o yörenin içinden çıkan birey olarak bunu alkışlamak düşüyor.

Öte yandan konu Büyükşehir’den açılmış iken yeni seçilen Mustafa Bozbey’in bilgisi olmadan birileri kendilerince” Büyükşehir bizim belediyemiz” diyerek dizayn etmeye çalışıyor. Aklınca geçmişte” birilerinin yaptığını yapmaya” çalışıyor.

Ne demek istediğimizi Başkan Bozbey anlamıştır diye düşünüyorum.

Istakoz tabağı, doğal seçmen tabanı…

Istakoz tabağı, doğal seçmen tabanı…

AK Parti’nin seçimlerin ardından oy oranlarındaki düşüşün nedenlerini araştırmak üzere bir dizi analiz için sahaya indiğinden bahsetmiştik. Anketler partisi AK Parti’nin olmazsa olmazı anketleri kendilerini seçim sonuçlarında olduğu gibi yine yanıltır mı yoksa doğru yolu açmak konusunda destek mi sağlar bunu ileriki günlerde göreceğiz hep birlikte.

Ancak şimdiden başlayan bir değişim hareketi partinin içini yakıp kavuruyor. Tıpkı CHP’nin genel seçimlerden çıktıktan sonra örgüt tabanından gelen değişim talebini durduramaması ve delegelerinden başlamak suretiyle zorlu kongre sürecine girerek kan tazelemesi gibi bir talep bu aslında.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da Partisinin MYK toplantısında; “Bu masanın etrafındakiler, ben dahil hesap verecek!” diyerek ortaya bir hesabın geleceğini, bedellerin ödeneceğini açıkça işaret etti.

Partinin gidişatından uzun süredir memnun olmayan, demokratik bir merkez sağ parti kurmanın gururunu da hayli zaman övünçle taşıyan, ancak şimdilerde AK Parti kapılarından girmeyen ya da giremeyen kurucu üyeler arasında konuşulmaya başlayan değişim rüzgarından en çok Bursa’nın etkilenmesi gerektiğini düşünüyorum.

Tıpkı yapılması planlanan anketlerin merkezinin hem AK Parti’nin elinden kaçırdığı en büyük kuş olduğu hem de nüfusunun üçte birini emeklilerin oluşturduğu şehir olarak Bursa olması gerektiği gibi.

Evet, 31 Mart akşamı, hem Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sırtını dayadığı, hem de AK Partili yöneticilerin vefakar seçmenin yeniden kendilerini destekleyeceğine olan güvencinin tam olduğu Bursa ellerinden kayıp düşen bir kale oldu.

Açık konuşmak gerekirse AK Parti’nin en çok oy aldığı kesimin dar gelirli, emekli, işçi kesimi olduğunu biliyoruz. Bir işçi şehri olan Bursa’nın emeklisinin ve Suriyeli göçmeninin de bol olduğu düşünüldüğünde ortaya çıkan seçim tablosunu bir ders vermekten ziyade sınıfların oy tercihlerindeki değişiklikler olarak yorumlamak mümkün olabilir bence.

Seçimlerden önce ağırladığımız pek çok CHP’li adayın ve siyasinin ‘Önceden giremediğimiz mahallelerde artık alkışlarla karşılanıyoruz. Vatandaşın oy verme anlayışı değişmeye başladı. Ülke gerçekleri artık daha görünür hale geldi. Vatandaş AK Parti’den umudunu kesti…’ gibi cümleleri çokça duyduk.

Ortada bir gerçeklik var, görüyorsunuz, yine de insan bu hızlı değişimi kabullenmekte zorlanıyor. Fakat seçim gecesi değişimin hızlı ve vurucu olduğuna dair sonuçlar gözlerimizi sonuna kadar açtı. Aynı göz açıklığını AK Partili siyasilerin de yaşaması gerekiyor, bundan sonraki seçimlere iddialı girmek istiyorlarsa.

Zira durum şunu gösteriyor; artık AK Parti’nin oy deposu olarak gördüğü bölgeler CHP’ye oy veriyor…

Yaygın politik bakışa göre sosyal demokratların güçlü olması için güçlü bir orta sınıf gerekir, zira sosyal demokrasi, eşitliğin yanında sınıflar arasındaki geçişkenliğin de olduğunu vurgulayan bir yönetimi önceler. Orta sınıfı bilinçli bir biçimde yoksullaştırılmış, dolayısıyla az sayıda zengin ve çok sayıda yoksulun bulunduğu bir toplum olarak yeniden yaratılmış olan Türkiye’de vatandaşı hakim yönetimin istediği gibi politize etmek son derece kolaydır. Alt gelir grubu güçlünün yanında olma ihtiyacından, üst gelir gurubu ise düzeninin bozulmasını istemediğinden iktidarı destekler.

Tam da bu nedenle uzun süredir başında bir cam tavan gibi duran yüzde 25’li oy oranı ile ne ileri ne geri gidebilmiş bir sosyal demokrat CHP vardı önümüzde.

31 Mart tarihinde cam tavan kırıldı, yoksul kesim de sosyal demokrat yönetimi destekledi ve AK Parti iktidarı koltuğunda iyice bir sallandı.

Tüm bu anlattıklarımın ardından AK Parti’nin Bursa’da, özellikle Osmangazi ve Yıldırım seçim sonuçlarını iyi analiz etmesinin şart olduğunu düşünüyorum.

Çünkü ıstakoz tabağı ile doğal seçmen tabanı arasındaki kopuşun resmini orada bulacağınıza inanıyorum.

Eğer değişim Cumhurbaşkanının ağzından gaz almak için çıkmış bir kelime olarak kalacaksa genel seçimlerde de işler yolunda gitmeyebilir. Yok tam tersi bir samimiyet varsa ortada, partiyi kendi tabanıyla buluşturacak kadroların aranıp bulunup işbaşına getirilmesi şart.

Şimdilik yönetimlerden kimsenin üstüne alınmadığını, seçim yenilgisi ile ilgili konuşmayı tercih etmediğini, istifa etmediğini, görevden affını istemediği biliyoruz.

Kulislerde ilk olarak AK Parti Bursa İl Başkanı Davut Gürkan’a ‘affını iste’ telefonu geleceği konuşuluyor, hatta Gürkan’ın yerine gelecek isimler dahi masalara yatırılıyor, fakat şimdilik bu konuyla ilgili net bir gelişme yok.

Bursa’yı bir yana koyarsak, benim gözlemlediğim en büyük değişim Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın tarzında oldu.

Bir gazetecinin; ‘CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in sizden randevu istediği konuşuluyor. Bu talebe yanıtınız ne olur?’  sorusuna cevap veren Erdoğan, ‘CHP’nin Genel Başkanı Sayın Özel’e kapımız açık. Ele alacağımız konu başlıklarımız çok, ziyarete geldikleri anda oturur konuşuruz’ dedi.

Sadece bu basit ve barışçıl yanıt bile, gerginlikten artık kopma noktasına gelen, ayrıştırıla ayrıştırıla mikronlarına bölünen toplumun bu baskıyı daha fazla kaldıramadığının görülmesini ifade ediyor bana.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in konuyla ilgili yanıtını da pas geçmeyelim;

“Bu seçimlerde birinci partiyiz, ama yurt dışına çıktığımızda Türkiye’nin partisiyiz. Türkiye’nin hakları, menfaatleri ve dostları için birlikte çalışmak durumundayız. Önümüzdeki süreçte Sayın Erdoğan’la yüz yüze bir görüşmemiz de olacak. Orada da konuşacağız. Bizim bazı devlet geleneklerine hızla geri dönmemiz lazım” diyor Özel.

Evet, bizim devlet geleneklerimiz vardı dimi…

Analiz ve taarruz zamanı

Analiz ve taarruz zamanı

İlk şoku atlattıktan sonra bir yandan analize bir yandan taarruza başladı AK Parti cephesi.

Yerel seçimlere hep daha bir iddialı giren, partilerinin hikayesinin ve misyonunun yerel yönetimlerdeki başarı ile örtüştüğüne inanan ve bu inanışta da haklı olan AK Partililer, 2019 seçimlerinde kaybettikleri illeri de geri alacaklarına olan inançla çıktıkları yolda, 2019 seçimlerinde ellerinde olan belediyeleri de kaybedip oy oranına bakıldığında ikinci parti konumuna gerilediklerinden önce bir afalladılar.

Çok da normal böyle bir ruh hali…

Hatırlarsanız muhalefet cephesi de genel seçimlerin ardından benzeri bir şoka girmişti.

Şimdi hızlıca toparlanma, daha doğrusu taarruz ve analiz dönemi…

Partinin ‘anketlerle yaşıyorum’ kabilinden bir yönetim anlayışını benimsediğini biliyoruz. Maalesef elleriyle yarattıkları medya ordusunun kendilerine doğru bir aynalama görevi görememesi gibi yine elleriyle yarattıkları araştırma şirketleri piyasasının da yanıltıcı bilgiler vermesinin önüne geçemediler.

Kısacası çokça yanıldılar, çokça şaşırdılar…

Anketlerle yaşamak bu kez işe yaramadı.

Kolay değil, 14’ü büyükşehir olmak üzere 35 belediye kazanan CHP, uzun zaman sonra Türkiye genelinde en çok oyu alan parti oldu.

Tablo böyle olunca, yeni bir araştırmanın peşinde AK Parti yönetimi, oy kayıplarının nedeni araştırılacak!

Öncelikli olarak seçim sonuçlarının nedenlerinin araştırılması için bir kurul oluşturulacak, ardından ‘Türkiye’yi dinliyoruz’ adıyla yollara düşülecek etnik kökenleri, sosyal sınıfları ile farklı grupların seslerine kulak verilecek.

Emeklilerin yoğun olduğu iller çalışmada öncelikli olacak. Dolayısıyla hem elden kaçan kuş olması hem de nüfusunun üçte birinin emeklilerden oluşması nedeniyle Bursa’nın bu araştırmada başı çekecek iller arasında yer alacağını düşünüyorum.

O yüce yüce tahtlarından inmeye gönülleri elverirse gelip bir dinlesinler bakalım Bursa’da emeklinin halinin nice olduğunu…

İşin analiz kısmı bu kadar gelelim taarruz kısmına…

İlk haber merkezi hükümetten bir kulis haber olarak geldi. TV100 yazarı Fuat Uğur’un haberine göre, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, obez olmuş sistemi diyete sokacak. Elbette hedef boşalmış kasayı doldurmak. Bunun için de tasarrufa gidilecek haliyle. ‘İtibardan tasarruf olmaz’ devri bitecek mi bunu merakla bekliyor olacağım, ama asıl tasarruf büyük yatırımların durdurulması ile sağlanacak gibi görünüyor.

Elinde öyle hatırı sayılır bir belediye kalmayan AK Parti belediyelerinin merkezi hükümetten destek alarak bölgelerine büyük yatırımlar götürmesi devri bitti, CHP’li belediyelere zaten merkezi hükümetin bir desteği olmadığından, seçim sonrası sarf edilen; ‘Bölgelerine katkısı olacağı düşünülen yatırımlarda hükümet desteği sağlanacaktır…’ cümlesi de tam yerini buluyor.

Kısacası itibardan daha ziyade öyle ya da böyle vatandaşın alacağı hizmetten tasarruf ediliyor yine.

CHP’li belediyeler kendi yağlarıyla kavrulmaya alışık olduklarından bu iş daha ziyade AK Partili belediyeleri zora sokacak gibi görünüyor, ama onlar için bir by pass yöntem her daim bulunur nasıl olsa.

Gerçi kulağımıza Kestel Belediyesinde şimdiden tasfiye sürecinin başladığına dair duyumlar gelmiyor değil. Fakat ben bu sürecin Kestel’in eski belediye başkanı Önder Tanır ekibini dağıtmak, yeni ekip oluşturmak ve AK Parti’den CHP bünyesine geçen belediyelerin bazı çalışanlarına yer açmak için yapıldığını düşünüyorum.

Kulağıma gelen bilgilerden biri de AK Parti’den CHP’ye geçen belediyelerin yönetim katındaki isimlerin kendilerini Kestel Belediyesi’ne naklettirmeye çalıştıkları yönünde.

Taarruz sadece ekonomik sıkıştırma ile olmuyor elbette. Karalama kampanyaları da dahil bu işin içine. Mesela sosyal medyanın fısıltı gazetesinde ‘Bursa Büyükşehir Belediyesi Halk Eğitim Merkezi bünyesindeki Kur’an Kurslarını kapatıyor’ diye bir haber dolaştırılıyor.

Konu elbette asılsız.

Bursa Büyükşehir Belediyesinden bir açıklama da yapıldı meseleyle ilgili ve denildi ki;

“Halk Eğitim Merkezleri’nin faaliyetlerini denetlemek ve denetim sonuçlarını değerlendirmek Milli Eğitim Bakanlığı’na aittir. Ayrıca bu merkezlerde bir eğitim-öğretim yılı boyunca açılacak kurslar Valilikler tarafından Bakanlığa iletilmektedir. Bu kapsamda; Halk Eğitim Merkezleri bünyesinde faaliyet gösteren Kur’an Kursları’nı açma ve kapama yetkisi Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin görev, yetki ve sorumluluk alanında değildir. Bazı dijital mecralarda yayımlanan “Belediyeler Halk Eğitim Merkezleri’ndeki Kur’an Kursları’nı kapatıyor.” şeklinde yer alan iddialar gerçeği yansıtmamaktadır!”

İşin arkasının geleceği aşikar…

CHP’li belediyeler AK Parti yönetimlerinden devraldıkları belediyelerin bilançolarını belediye binasının duvarına astıkça vatandaş belediyesinin borcunu, harcını, çalışan sayısını ve aldığı hizmeti kıyasladıkça daha çok göreceğiz böyle ithamları diye düşünüyorum.

CHP’li belediyelerin bu tür taarruzları savuşturmasının en güvenli yolunun işin gerçeğini dürüstçe anlatmaktan geçtiği kanaatindeyim.

Kendimce geliştirdiğim iletişim anlayışımın kendi dilimdeki ana sloganı şu; ‘Biri senin için hikaye uyduruyorsa, sen de kendi hikayeni anlat olanca sesinle, insanlar dürüst hikayelere inanacaktır’

Bu kadar karman çorman bir haberler dizisi sunmuşken, Osmangazi Belediye Başkanı Erkan Aydın’ın vatandaşlarla kucaklaşmak için özel bir zaman ayırmasının son derece halkçı bir yaklaşım olduğunu belirtmeden geçmeyelim.

“Birbirimizden güç alarak Belediye Başkanlığı görevine sizin sayenizde geldim. Ziyaret etmek isteyen birlikte yol yürüdüğümüz dostlarımız için 17 Nisan Çarşamba’dan 19 Nisan Cuma gününe kadar saat 16.00-18.00 arasında Osmangazi Belediyesi Başkanlık makamımda olacağım” diyor Aydın ve tebrikler için çiçek göndermek yerine Bursaspor’a bağış yapılmasını rica ediyor.

Bu kucaklaşma daim olsun dilerim…

Bozbey’e yukarıdaki mahallelerden rica…

Bozbey’e yukarıdaki mahallelerden rica…

Bursa’da maalesef bazı yatırımlar homojen şekilde dağılmış değil. Bunların başında da spor yatırımları geliyor.

Belki bunda mahallelerin konumu da önem arz ediyor. Bir çok mahallenin SİT alanı içinde olması  yeterli alanların olmaması da başlıca etken.

Özellikle eski Bursa diye tabir ettiğimiz Muradiye’den başlayıp, Mollaarap’a kadar uzanan yerleşim mahallerinde başta çocuklarımız ve gençlerimiz için yeterli spor sahaları yok denecek kadar az…

Hatta bu bölgede yüzme havuzu hiç yok.

Var olan da kapanmış durumda!

Geçmişte önceki dönem Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe tarafından açılan Yıldırım Belediyesi tarafından işletilen Umurbey Yüzme Havuzu farklı sebeplerden dolayı bir kaç yıl önce kapanmıştı.

Bu seçim döneminde önceki Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş tarafından buranın yeniden faaliyete geçeceği ve akabinde Yıldırım Belediyesi tarafından işletileceği müjdesi Talimhane Sahası’nın resmi açılışında açıklanmıştı.

Gerçek olan şu: 31 Mart 2024 tarihinde gerçekleşen seçimlerde Alinur Aktaş kaybetti, Mustafa Bozbey de Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı kazandı.

O bölge halkının beklentisi de bu yüzme havuzunun en kısa zamanda açılması yaz dönemine yetiştirilmesi. Buranın ya Yıldırım ya da Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından işletilmesi bölge halkının en büyük isteklerinden biri…

Elçiye zeval olmaz!

Biz buradan Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’e iletmiş olalım.

O da umarım gereğini yapar…

Bölge halkının beklentisini karşılar.

Öte yandan Başkan Bozbey’e bir önerim de benim olsun… 

Özellikle 4 yaşından başlamak üzere mahallelere dil öğrenme merkezleri açarak çocuklarımızın ve gençlerimizin en az bir ve birden fazla yabancı dil öğrenmeleri için çalışmalar yapmalı.

****

BURSA’YA ACİL ÖĞRETMENEVİ LAZIM! 

Maalesef senelerdir biz yazmaktan yorulmadık. Bursa’nın en önemli ihtiyaçlarından biri ne diye sorsalar; öğretmenevi derim.

Senelerdir hep gündemde olan ancak bir arpa boyu ilerleme sağlayamadığımız konulardan biri de maalesef bu.

Ne hikmetse öğretmenevi konusu açılınca kulaklar tıkanıyor.

Üstüne büyük bir çizgi çekiliyor, sürüncemeye bırakılıyor.

Umarım bu dönem yerel dinamiklerin de harekete geçmesi ile bu öğretmenevinin inşaatına başlanır, gereği yapılır.

Öğretmenlerimize ve kentimize yakışır entegre sosyal tesisin temeli bu dönem atılır, faaliyete geçer…

Bir kitabın bize hatırlattıkları

Bir kitabın bize hatırlattıkları

Meslek büyüğümüz Yüksel Baysal’ın yazdığı, Kore savaşına Türkiye’nin nasıl dahil olduğunu ve savaşan askerlerin anılarından oluşan ‘Sabahın Sessizliği Ülkesi’ kitabının geçmiş günlerde düzenlediği imza gününe Genel Yayın Yönetmenimiz Esat Kaplan ile katıldık.

Ben bu anılara çok aşinaydım.

Çünkü Hatay Kırıkhan Askerlik Şubesi’nde askerliğimi yaparken Kore gazilerinin sağlık karneleri burada onaylanırdı. O zaman yaşı ilerlemiş olan gaziler sanki askere alınacakmış gibi heyecanlı bir halde gelirler biz onların eline bir çay tutuşturduğumuzda başlarlardı Kore’yi anlatmaya.

Kırıkhan’da o zaman fazlaca Kore gazisi vardı. Ve ben Yüksel Baysal’ın kitabını okuyunca keşke anlattıklarını kayda alsaydım diyerek hayıflanmadım değil.  Kitabı okudukça Nazım’ın’ Vatan haini’ şiirini anımsadım.  Çünkü binlerce kilometre öteye Amerika’nın ‘yankee’lerini kurtarmak için Demokrat Parti’nin ve Adnan Menderes’in Anadolu’nun kavruk çocuklarını nasıl ölüme yolladığı, buna karşı çıkanların nasıl ‘vatan haini’ ya da ‘moskof domuzu’ olarak yaftalandığı geldi aklıma.

Evet seçim meydanlarında asıldığı için Adnan Menderes’in faziletlerini anlatanlar sanki başbakanı Cumhuriyet Halk Partisi asmış gibi belagatle nutuklar atıyorlar. Ama işlerine gelmediği için bu yankeeleri kurtarmak için Kunu-ri’de vatan evlatlarının ABD tarafından dımdızlak bırakılarak yüzlerce şehit verildiğinden bahsetmezler.

Yassıada davalarında bile darbeci askerler Adnan Menderes’i yargılarken Kore konusunu açmamak için özel gayret sarf etmişlerdir. Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanı köpek, bebek ve örtülü ödenekten para harcamak gibi kıytırık suçlamalarla ipe yollanmıştır.

Kimse Türkiye’nin anahtarlarının ABD’ye teslim edilmesi için yüzlerce Türk askerinin başka bir kıtada ne işi var diye sormamıştır. Bunlar sorulmadığı için bugünkü iktidar sahipleri miting meydanlarında Adnan Menderes ve Demokrat Parti’yi özgürlük ve demokrasi kahramanı olarak anlatıyor.

Rivayet odur ki Mustafa Kemal ve İsmet İnönü o meşhur rakı soflarının birilerinde sohbet ederken Atatürk şöyle bir cümle kuruyor:

‘Kimseyi dar ağacına yollama İsmet, çünkü yaptıkları unutuluyor asıldıkları unutulmuyor…’

Bu söz bile tarih ve zaman içerisinde bir çift mavi gözlü adamın her zaman ne kadar haklı olduğunu göstermiyor mu?

NOT-Gazeteci Yüksel Baysal, yeni yayınlanan ‘Sabahın Sessizliği Ülkesi’ kitabı ile 20 Nisan Cumartesi günü Türkiye Muharip Gaziler Derneği’nde düzenlenen imza gününde yeniden okuyucusuyla buluşacak.

 

AK Parti’de raporlar hazırlanıyor 

AK Parti’de raporlar hazırlanıyor 

AK Parti kurulduğu ilk günden itibaren girdiği tüm seçimlerden, son yerel seçimler hariç, sandıktan hep birinci parti olarak çıkmıştı.

Son yerel seçimlerde birinciliği CHP‘ye kaptıran AK Parti, işte bunun nedenlerini araştırma adına geniş kapsamlı bir çalışma yapıyor ve yaptırıyor.

Hatta seçimin ertesinde bir anket yaptırıldığı ve yaptırılan ankette de benzer sonuçlar alınması üzerine AK Parti Genel Merkezinin neşteri daha erken, kongreleri beklemeden atma adına hazırlık yaptığını öğrendik.

Bu minvalde Bursa özelinde genel merkezin talimatları doğrultusunda İl Başkanlığı tüm ilçelerden pazartesi günü saat 16.00’ya kadar geniş kapsamlı rapor istedi.

Seçim kaybedilen ilçelerde seçimin neden ve hangi gerekçelerle kaybedildiğine dair istenilen raporların yanı sıra seçim kazanılan ancak oyu düşen ilçelerde de bu düşüşün sebepleri soruldu.

Hazırlanan raporlar il başkanlığına temsil edildi…

Şimdi bundan sonraki süreçte yakın bir tarihte Bursa Koordinatör Milletvekilinin de Bursa’ya gelip önce ilçe başkanları ile ardından da il başkanı ile bire bir görüşmeler yapması bekleniyor.

Çıkacak raporun sonucuna göre yol haritası belirlenecek.

AK Parti’de bazı yöneticilerin sorumluluktan kaçma adına “ben bu adayları istemedim siz istediniz” diyecekleri kulağımıza geldi…

Bozbey brifing almaya devam ediyor

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey koltuğa oturur oturmaz belediyenin ve iştiraklerin mevcut durumlarını öğrenme adına daire başkanları ve şirket müdürlerinden brifing almaya başladı.

Bayram öncesi birçok daire başkanı ve BURFAŞ Genel Müdürü’nden brifing alan, bayram sonrası ilk mesai gününde ise daire başkanlarının yanı sıra şirketlerden de brifing almaya devam etti.

BESAŞ‘ın mevcut durumunu dinledikten sonra Bozbey, kısa bir süre zarfında Jeotermal AŞ, BURKENT AŞ, BURULAŞ ve Kültür AŞ’den de brifing almaya devam edecek.

Bu arada kulislerde Jeotermal AŞ’nin başına Yüksek Maden Mühendisi Erman Aydıngün‘ün adı sesli olarak dillendirilmeye başlandı.

Bakalım alınan brifingler sonunda kimler devam edecek?

Kimler kalacak?

Bunları da yakında hep beraber öğrenmiş olacağız.

Osmangazi Belediyespor’un başına Karayılan geliyor…

Osmangazi Belediyesi’nde Erkan Aydın‘ın göreve başlamasının ardından ilk büyük organizasyonun gerçekleştirildi.

Taraflı ve tarafsız herkesten Yörük Düğün Organizasyonu ile ilgili tam not aldı.

Aydın’ın önümüzdeki birkaç gün içinde tüm servislere giderek mesai arkadaşları ile tanışacağını öğrendik.

Öte yandan, Osmangazi Belediyespor‘un başına da kontenjandan seçilen, aynı zamanda Afet Komisyonu Meclis Üyesi, eski voleybolcu Fatih Karayılan‘ın getirileceğini öğrendik.

Bize de hayırlı olsun demek düşer…

Adalet bize, günah keçileri iktidara lazım

Adalet bize, günah keçileri iktidara lazım

Bugün ülke gündemini takip eden herkesin aklında aynı soru var;

Kepez Belediye Başkanı AK Partili olsaydı da tutuklanacak mıydı?’

‘Hayır, asla böyle bir tutuklama yapılmayacak, konu gündeme dahi gelmeyecek, belediye başkanı özür dahi dilemeyecek, hatta belki de ‘teleferiğe binmenin doğasında var böyle kazalar’ gibi bir açıklama dahi yapılacaktı!’

Bence Kepez Belediye Başkanı’nın olayda dahli ve sorumluluğu varsa elbette tutuklanmalı, gereken cezayı da almalı, işin o kısmını ayrı tutarak biraz toplum vicdanında yer etmiş ve hiçbir sorumlunun özür dahi dilemediği kazaları hatırlayarak verdim üstteki yanıtı.

Gelelim konunun genel akışına…

Belirli zaman aralıkları ile kontrollerinin ve bakımlarının yapılması sayesinde hizmet vermeye devam edebilecek bir proje var karşımızda. Tıpkı asansörler gibi.

CHP’li Kepez Belediye Başkanı Mesut Kocagöz, kendi döneminde bakım ve kontrollerin eksiksiz biçimde yapıldığına ilişkin belgeleri ile savunmasını vermiş görünüyor. Zaten 28 Kasım 2023 tarihinde de teleferiğin işletilmesinden sorumlu olan ANET AŞ.’deki görevinden ayrılmış. Kendisinin görevden ayrılmasından sonra 19 Şubat-4 Mart tarihleri arasında teleferik ağır bakım ve yıllık bakım sürecinden geçirilmiş. Var olan sorunların bu süreçte tespit edilip giderilmesi gerekirdi zaten.

Şimdi elbette bu süreçte yapılan bakım ve kontrollerin hangi usullerle yapıldığını, eksik, hata olup olmadığını bilmek güç, fakat kendisinden sonra yaklaşık 6 aydır bu görevi yürüten bir başkası varken ve bu süreçte bir ağır kontrol dönemi geçirilmişken, bir önceki yöneticinin tutuklanması ilginç geliyor insana.

Norm Haber Yayın Koordinatörü Bülent Civanoğlu, zaman zaman Pamukova tren kazası esnasında yaşadıklarını anlatır, bu anılardan da yola çıkarak küçük bir tarihi hatırlatmada bulunmak isterim…

AK Parti’nin iktidara geldiği ilk dönemler ve demir ağlarla örülecek yurdun dört bir yanı, ne güzel işler yapılacak heyecanının paylaşıyoruz ülkece, tabii o zamanlar biz sadece yakınlarına iş çıksın diye proje yapıldığını hiç düşünemiyoruz, öyle bir toplum hafızamız henüz oluşmamış…

Dönemin Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde İETT Genel Müdür Yardımcısı Süleyman Karaman’ı iktidarın ilk aylarında TCDD Genel Müdürlüğüne atadığında başlıyor macera…

Proje hızlı tren projesi…

Hızla ilerleyen projenin sonu nereye varacak merak ederken bizler, 2004 yılının 22 Temmuz’unda Pamukova’da ilk hızlı tren kazasını işitiyor kulaklarımız.

41 vatandaş hayatını kaybediyor kazada, 89 kişiyse yaralı olarak geçiyor kayıtlara.

Bilirkişi raporuna göre 80 km. süratle girilmesi gereken bir viraja 132 km. süratle giren tren devriliyor, tren makinistleri ve demiryolundaki raylar kusurlu bulunuyor.

Dikkat edin, raylar da kusurlu bulunuyor!

Fakat usta eller devreye giriyor, işin demiryolu kısmının soruşturulması engelleniyor. Benim bildiğim kadarıyla Süleyman Karaman hakkında da bir soruşturma yapılmıyor.

Yargının karşısına iki makinist çıkıyor sadece, usulen verilen cezalar, uzatılıp sündürülen dava süreci ve zaman aşımı ile noktalanıyor koca tren kazasının soruşturması.

2018 yılında yine bir tren kazası meydana geliyor ülkemizde, 8 Temmuz günü Çorlu’da raydan çıkan bir tren 25 kişinin hayatına mal oluyor, 381 kişi ise yaralı olarak geçiyor kayıtlara.

Bu kez kazanın nedeni saklanamayacak kadar açık bir imalat hatası. Yönetici kadrolar nasıl oluyorsa yine işin içinden çıkıyorlar elleri temiz bir biçimde. Alt düzeylerde birkaç memura dava açılıyor, yine benzeri sündürme politikalı dava süreci ve 2022 yılında bir kişi tutuklanıyor, o da adli kontrol şartı ile serbest bırakılıyor.

Takip etmek ve adaletin nasıl işlediğine şahit olmak isteyenler için Çorlu tren kazasının önümüzdeki celsesi 25 Nisan tarihinde görülecek.

Tabii bir de İliç’de yaşanan maden faciası var. Hafızalarımızda yeri hala tazecik duran. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı görevi nedeniyle soruşturmadan, tutuklamadan geçtik en azından bir özür beklediğimiz Murat Kurum’u ödül olarak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Adayı olarak gördük karşımızda hatırlarsanız.

Biraz daha uzağa baktığımızda Soma’da kaybettiğimiz 301 kişi var hayatları ile ilgili kimsenin hesap vermediği…

Yani anlayacağınız, AK Partiliyseniz dokunulmazlığınız hazırdır, kazalarda da asla sorumluluğunuz yoktur.

Eğer muhalefetten bir isimseniz ve kazara bir yerde bir sorumluluğunuz varsa, bütün kazaların öncesi ve sonrası diye ayırmaksızın sorumlusu sizsinizdir.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Kocagöz’ün tutuklanmasıyla ilgili bir açıklama yaparak;

“Soma’dan İliç’e hiçbirinde kamu görevlilerinin soruşturulmadığı gerçeği ortada iken, bu karar hukuki değil siyasidir. Kuşkusuz kazada dahli olan kim varsa kimsenin gözyaşına bakılmamalıdır. Bu kırmızı çizgimizdir. Bu hassasiyetle teleferik kazasındaki adli soruşturmayı yakından takip etmeyi sürdüreceğiz, ama sırf partilimiz diye başkanımızı günah keçisi ilan edemezsiniz” demiş.

Biz de yakından takip edeceğiz bu konuyu.

Sonuçta adalet herkese lazım, günah keçileri sadece iktidara lüzum ediyor…

Beklemek

Beklemek

Farkında mısınız, ne çok bekliyoruz!

O kadar çok bekliyoruz ki beklemekle geçiyor ömrümüz.

Otobüs bekliyoruz, tren bekliyoruz, tramvay bekliyoruz.

Akşamı sabahı, saatlerin geçmesini bekliyoruz.

Sonbaharı yaşamadan doyasıya kışı bekliyoruz.

Ah şöyle bir lapa lapa kar yağsa, diye bekliyoruz.

Kış gelince ilkyazı, çiçeklerin açmasını; dalların tomurcuklanmasını bekliyoruz.

İlkyazda tatil zamanını, sonra eylülün gelmesini; hayatın yeniden başlamasını bekliyoruz.

Cüzdanlarımız boşalmaya başlayınca aybaşını bekliyoruz.

Aybaşı gelip kredi kartı borçlarını ödeyince yine günleri sayıyoruz.

Sadece kendi küçük dünyalarımızda değil bekleyişlerimiz.

Memleket için de hep bekliyoruz.

Geçen yıl bu zamanlar sandığı bekliyorduk.

Bir şey değişmeyince yine beklemeye başladık.

Yaz geçti, güz geçti, kış geçti, yine sandık geldi.

Bu kez bir şey değişti gibi ama bizim bekleyişimiz değişmedi.

Araya bayram girdi, tatil girdi, yine bekledik.

Değişen yerel yönetimlerin hayatımızı değiştirmesini, o değişimin hayatımızı kolaylaştırmasını bekliyoruz.

Kaç zamandır ekonomi tıkırında değil, yeniden raya girmesini bekliyoruz.

Bize sürekli “enflasyon yılın ikinci yarısında düşüş eğilimine girecek” diyorlar. Yılın ikinci yarısını bekliyoruz.

Yılın ikinci yarısında da muhtemelen bir başka hedef belirleyecekler ve biz yine bekleyeceğiz.

“Asgari ücrete bu kez yılda tek zam” dediler, ısrarlılar da. Ama çalışansak bir umut yine bekliyoruz.

Reyting peşinde koşan ekonomistlerin, kerameti kendinden menkul uzmanların hayal dünyalarımızı sıcak tutmalarına izin veriyoruz, bekliyoruz.

Emekliysek bir gözümüz her ayın üçünde açıklanan enflasyon rakamlarında; kulağımız Cumhurbaşkanı’nda, Çalışma Bakanı’nda, Mehmet Şimşek’te temmuz ayının gelmesini bekliyoruz.

Velhasılı kelam, bekliyoruz Allah bekliyoruz.

“Beklemek güzeldir” diyor Özdemir Asaf, ama “gelecekse beklenen.”

Gelecek mi beklenen?

 

CHP’de bir şey değişti, çok şey değişti…

CHP’de bir şey değişti, çok şey değişti…

Son yerel seçimlerden zafer ile çıkan CHP teşkilatlarındaki mutluluk önce yüzlerine ardından parti bayramlaşmalarına yansımış durumda…

CHP’nin yerel seçim zaferini sadece AK Parti’nin yanlış aday tespitine, ekonomik gerekçelere bağlamak yanlış olur kanaatindeyim.

Öncelikle şu tespiti yapmak gerekir: Gerek Türkiye genelinde gerekse Bursa özelinde CHP’nin kullandığı dile baktınız mı?

Ya da en azından adayların diline…

Misal bu seçim döneminde CHP’nin Bursa özelinde kazandığı belediye başkanlarının diline bakalım. Mudanya’da Deniz Dalgıç, Osmangazi’de Erkan Aydın, Harmancık’ta Haşim Ali Arıkan, Büyükşehir’de Mustafa Bozbey, Mustafakemalpaşa’da Şükrü Erdem hatta Nilüfer’de Şadi Özdemir seçim çalışmalarında sol jargon ağırlıklı bir dil kullandığını gören oldu mu?

Bırakın onu. Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey ile Osmangazi Belediye Başkanı Erkan Aydın’ın seçim afişlerinde CHP logosu ön planda bile değildi. Hatta bazı afişlerde yoktu.

Aslında değişim ilk önce CHP’nin kendi içinde başladı…

Keza Mudanya Belediye Başkanı Deniz Dalgıç’ın aday adaylığından hemen önce CHP’ye kaydolduğunu keza Şükrü Erdem ve Erkan Aydın’ın geçmişte merkez sağda siyaset yaptığını bilmeyen yoktur herhalde…

Keza bu süreçte Gemlik Belediye Başkanı Şükrü Deviren’in de ne kadar bütünleştirici dil kullandığını görmeyen ve duymayan kalmamıştır.

Yine Afyonkarahisar’da  milletvekilliğinden belediye başkanlığına geçiş yapan Burcu Köksal DEM’e sert çıkmasaydı belediye başkanlığını alabilir miydi?

Sadece Afyon mu?

Kütahya, Kilis, Karabük ve bir çok ildeki değişimin şifresi dil…

Bugün CHP’nin en dikkat çeken değişimlerinden biri de kutlama dili… Geçmişte Ramazan Bayramı kutlamalarını “şeker bayramı” diye kutladıklarını bu bayramda ise “Ramazan Bayramı” olarak kutlamaları da gözden kaçmadı.

Bunu yanı sıra toplumun hassasiyeti olan başörtüsü,  iftar, teravih ve oruç ve ezan okunurken konuşmalara ara verme konusundaki duyarlılıkları da ‘Bu CHP eski CHP değil’ diyen seçmenden vize alarak yerel iktidarın yolunu açmış oldu.

Uzun lafın kısası seçmen kendi değerleri ile kavga etmeyen siyasetçilere her zaman vize vermeyi bilmiştir.

Ya da diğer bir ifade ile CHP’de bir şey değişti, çok şey değişti…

CHP kurmayları elde ettiği bu makamları korumak, üzerine yerelde ve genelde ilaveler getirmek genel iktidarı istiyorsa bu dille ve bu aday profilleri ile devam etmesi şart.

Yoksa yeri yine ana muhalefet olur…

Bizden hatırlatması…

***

ALKIŞLANACAK HAREKETLER BUNLAR

Öncelikle şu tespiti yapmak gerekli:

Osmangazi Belediye Başkanı Erkan Aydın ile önceki dönem belediye başkanı Mustafa Dündar’ın dostlukları oldukça eski.

DAĞDER başkanlığında her iki isim bir çok ortak çalışma yapmıştı. Siyaseten farklı partilerde olsalar da ortak payda Osmangazi olunca ikisi birleşiyor.

Bu minvalde;

Osmangazi’yi Anma Şenlikleri cumartesi günü başladı. Bu şenliklerde görevi devreden Belediye Başkanı Mustafa Dündar’ı da çiçeği, burnunda belediye başkanı Erkan Aydın’ın yanında gördük. Belki de iki farklı siyasi partinin belediye başkanı ancak bu kadar samimi ve içten olabilirdi.

Bundan sonraki süreçte de siyasi rakip değil Osmangazi’ye hizmet sevdalısı olarak akıllarda yer edinecek hem Erkan Aydın’ı hem de Mustafa Dündar’ı bu nezaket ve samimiyetlerinden dolayı sonuna kadar alkışlıyor ve tebrik ediyoruz.

***

BOZBEY’DEN İLK İCRAATLAR

Bursa Büyükşehir Belediye Meclisi Mustafa Bozbey Başkanlığında cumartesi günü toplandı. Önce meclis yönetimi, encümen üyeleri ve komisyonlar belirlendi. Ardından  ise Bozbey’in önerisi ile seçim vaatlerinde gündeme getirdiği su  fiyatlarında yüzde 25 meclis gündeme geldi.

Oy birliği ile kabul edildi.

Sonrasında şehir içinde Arapça tabelalarla ilgili karar alındı.

Onun da kaldırılması yerine Türkçe tabela asılması oy birliği ile kabul edildi.

Kısaca Mustafa Bozbey Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı olarak ilk icraatlarını yapmış oldu.

Hayırlı olsun…

Kontrolleri piyasanın insafına bırakmayın!

Kontrolleri piyasanın insafına bırakmayın!

Bayramın en ilginç ve yürekleri ağızlara getiren kazası elbette Antalya’daki teleferik kazasıydı. Bu elim kazada bir vatandaşımız hayatını kaybetti, 7 kişi yaralandı ve teleferik hattında kurtarılmak için yürekleri ağızlarında bekleyen yüzlerce vatandaşımız da büyük bir travma atlattı.

Şu teleferik meselesini biraz irdelemek lazım, zira Bursa da bünyesinde bir teleferik iki telesiyej hattı barındıran, dolayısıyla vatandaşını yüksek yüksek tepelerden bu marifetle aşırtmaya çalışan şehirlerden.

İzlemesi, manzarası şahane olsa da hayli riskli gelir bizim aileye her daim böyle bir ulaşım. Riskin en önemli nedeni ise kurulu bulunan cihazların bizim ülkede kurulmuş olmasıdır benim kanaatime göre.

Çünkü bizde işler her zaman kuralının biraz dışında yürür. Şurası eksik, idare edilir, bu unutulmuş görmezden gelinir, orada ucuz malzeme kullanılmış ‘olsun’ denir, burada proje dışına çıkılmış ‘olur o kadar’ sözü hep cebimizdedir…

Olmuyor işte o kadar…

Mesela Antalya’da faciaya neden olan teleferik vakti zamanında açılışı yapılırken dönemin Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel, tarafından; ‘Türkiye’nin en ucuzu!’ olarak tanıtılmış!

2017 yılında resmi açılışı yapılan ve bu açılışa dönemin Başbakanı Binali Yıldırım’ın da katıldığı teleferik açılışında,

“Bir kişi 15 TL, 2 kişi 20 TL taşıma ücreti olarak düzenlendi. Türkiye’nin en ucuz teleferik taşıma ücretidir. 260 bin peyzaj, toplam bütçe 14 milyon 694 bin 818 TL oldu. Oldukça ekonomik bir rakama gerçekleşti. Köprülü kavşak yaptığım zaman ‘Karayolları yaptı’ diyenler bu hizmete de hava yolları yaptı diye bir yaklaşım ile karşı karşıya kalabilirim. Önemli olan bu hizmetlerin bizim dönemimizde gerçekleşmesidir” şeklinde konuşmuş Menderes Türel.

Keşke ucuzluğu ile değil güvenliği ile övünülecek işler yapılsaydı. Keşke teleferiğin bakım ve kontrolleri akademik odalar eliyle yürütülseydi.

Makine Mühendisleri Odası Antalya Şube Başkanı Prof. Dr. İbrahim Atmaca teleferiğin işletme ruhsatını odanın onayladığını ancak, söz konusu tesisin ruhsatlandırma sonrası yapılması gereken yıllık periyodik kontrollerinin Makine Mühendisleri Odası tarafından gerçekleştirilmediğini, kendilerine böyle bir talepte bulunulmadığını belirtiyor yaptığı açıklamada.

Periyodik kontrol mekanizmasının piyasanın insafına bırakılmaması, bu denetimlerin kamusal alanda hizmet veren akredite kurumlar tarafından gerçekleştirilmesi gerektiğini bir kez daha vurgulamak isteriz!” cümlesi çok kritik.

Benzeri bir durumu bir süredir yaşadığımız ve her defasında yüreğimizi ağzımıza getiren asansör facialarında da görüyoruz. Unutmamak lazım…

Bu arada bizim teleferik ve telesiyejlerimizin tüm işleri Teleferik A.Ş tarafından yürütülüyor. Makine Mühendisleri Odası Bursa Şube Başkanı Ahmet İhsan Taşkınsel’den aldığım bilgiye göre teleferik ve telesiyejlerin kontrol ve bakımı da oda tarafından titizlikle yürütülüyor.

****

 

Yoksulluk alın yazısı gibi…

 

TÜİK’in ülke gerçeklerini gün yüzüne seren, pek de öyle göğsünü gere gere açıklamadığına emin olduğum bir istatistiğinden bahsetmek istiyorum size. Bizim aslında içselleştirdiğimiz, kendi doğal faunamızda bir genetik miras gibi içimize işlediğini bildiğimiz durumun matematiğe dökülmüş hali bu bilgiler.

TÜİK, 2023 yılına ilişkin ‘Dezavantajların Kuşaklararası Aktarımı’ araştırmasını yayımladı. Araştırmaya katılan 25-59 yaş grubundaki vatandaşların güncel hayat standardı ile 14 yaş civarındaki koşulları karşılaştırılarak sonuçlara ulaşılmaya çalışılmış.

Veriler içinde bulunduğumuz döngüyü kırmak konusunda ne kadar da şanssız olduğumuza ayna tutuyor gibi. Mesela, 14 yaş civarında tatile gidemeyenlerin yüzde 69.1’i için tatile çıkmak hâlâ hayal…

Araştırmaya ilişkin yorumları Sözcü’den Tolga Uğur’un haberinden yararlanarak aktarıyorum size. Bu bilgilere göre, annesi yükseköğretim mezunu olanların yüzde 83.5’i, babası yükseköğretim mezunu olanların ise yüzde 79.5’i üniversite bitirdi. Tam tersi şekilde annesi lise altı eğitim seviyesinde olanların sadece yüzde 21.9’u, babası lise veya üniversiteye okumayanların ise yalnızca yüzde 18.4’ü yükseköğretim mezunu olabildi.

Gerçi artık üniversite mezunu olmanın da ülkemizde kıymeti harbiyesi yok ya işin bu kısmı ayrı bir tartışma konusu olarak şurada dursun…

14 yaş civarında yaşadığı hanenin maddi durumunu ‘çok kötü’ olarak tanımlayan fertlerin yüzde 25.5’i en düşük yüzde 20’lik gelir grubunda yaşamını sürdürürken, yüzde 45.2’si ise en düşük iki gelir grubunda bulunarak maddi durumunda somut bir ilerleme kaydedemedi. 14 yaş civarında ‘çok kötü’ şartlara sahip kesimin yüzde 16.5’i ise en yüksek yüzde 20’lik gelir grubuna girerek sınıf atlamayı başardı.

Tabi araştırma bu sıçramanın nasıl gerçekleştiği konusunda bizi bilgilendirmiyor. Malum bunun saadet zincirleri var, inekli oyun satanları var, özel gelirli fon oluşturdum deyip milleti dolandıranları var, var oğlu var yani…

Konut sahipliği verileri de benzer bir tabloyu ortaya koyuyor. 14 yaş ve civarında ailesi kiracı olanların yaklaşık yarısı, yüzde 47.7’si, hâlâ kirada oturuyor. 14 yaş ve civarındayken ailesi ev sahibi olanların yüzde 57.7’si şu anda hala ev sahibi iken yüzde 26.3’ü ise kiracı konumuna düştü.

Konut sahipliğinde bir ilerleme olmasından vazgeçtim yüzde 26’lık bir düşüş söz konusu. İnsanlar var olan konutlarını da kaybediyor gibi görünüyor buradan bakınca.

Hasılı kelam, ülkemizde insanların kendilerinden önceki nesilden daha iyi yaşam koşullarına kavuşacaklarına ilişkin masal burada sona eriyor.

Çünkü böyle bir kavuşum yok.

Yoksulluk alın yazısı gibi ana babamızdan bize miras kalıyor…

 

Irak’ın ’22 Nisan ajandası’ 5 maddeli

Irak’ın ’22 Nisan ajandası’ 5 maddeli

22 Nisan’da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın gerçekleştireceği Irak Ziyaret Programına sayılı günler kaldı…

Ankara gibi Bağdat da bu ziyareti fazlasıyla önemsiyor ve sorunlar-çözümler-iş birlikleri üzerine uzun bir liste hazırlıyor. Türkiye’nin ajandasında öncelikli iki başlık var; terörle mücadele ve Kalkınma Yolu Projesi. Bununla birlikte ticaret, turizm, karşılıklı yatırım projeleri, Irak’ın altyapı-üstyapı-tarım-hayvancılık başlıklarında ilerlemesi için Türkiye’nin sunabileceği rehberlik hizmetleri, Kerkük’te yerel yönetimin oluşturulması ve tabi ki Iraklı Türkmenler görüşülecek konular arasında olacaktır.

Türkiye ve Irak vatandaşları da her iki ülke yönetiminden sosyal-kültürel-sportif-turizm faaliyetlerine ağırlık verilmesini beklese de bunca yoğun gündem arasında büyük ihtimalle vatandaşların bu talepleri yine tozlu raflar arasında kalacaktır…

Alanım olduğu için Irak’a dair gelişmeleri sık sık yazılarıma taşıyorum ve bu yazılarımda ağırlıklı olarak Türkiye merceğinden taleplere-beklentilere-sorunlara-çözümlere değiniyorum.

Dilerseniz bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı karşılamadan önce Bağdat’ın sesine kulak verelim ve “Bağdat Ankara’dan neler bekliyor?” sorusuna cevaplar verelim.

Irak’tan ve Iraklılardan aldığım notlar ve edindiğim izlenimler doğrultusunda Bağdat’ın 5 başlıkta Ankara’dan beklentisi olacak diyorum.

1) Irak genelinde görülen ve inkar edilemeyecek boyutta olan “İran etkisi”…. Bu etki öyle yaygın ve etkili ki siyaset-bürokrasi-iş dünyası-basın-medya-sivil toplum kuruluşları ve daha nicesiyle birlikte sokaktaki sade vatandaşın da İran etkisiyle yaşadığı unutulmamalı. Bu sebepten Türkiye’nin Irak’a dair zikredeceği her cümlede ve atacağı her adımda bu etkiyi/sevgiyi göz önünde bulundurması gerekiyor.

2) Irak’ın kendi rutini olan Şii-Sünni dengesine ve işleyişine dışarıdan bir müdahalenin olmaması isteniyor. Şii kodlarının baskın olduğu Irak’ta “Sünni yaklaşımları arttırmaya çalışmak” etkiden ziyade Sünnilere yönelik tepkiye ve ön yargılar eşliğinde ötelemeye sebep olur. Ki bu durum Iraklı Türkmenler başta olmak üzere Sünni kesimin giderek güç kaybı yaşamasına sebep oluyor…

3) Türkiye’nin “Türkmen Politikasını” acilen güncellemesi gerekiyor zira mevcut yanlışlar Iraklı Türkmenlerle birlikte Bağdat’ta da nahoş bir yaklaşım oluşturuyor.

Aslına bakarsanız “Türkiye Yüzyılında Iraklı Türkmenler Nerede/Nasıl Yer Almalı?” başlıklı ciddi bir çalıştay yapılması gerekiyor zira böyle giderse Türkiye Yüzyılında Iraklı Türkmenler kalanlar değil yitip gidenler arasında yer alacak.

Son birkaç yıldır ısrarla vurgu yapıyorum; Türkiye Iraklı Türkmenler işleyişini acilen revize etmeli. Şimdi gelinen noktada haklı olduğum görülüyor çünkü Irak genelinde her geçen gün güç kaybediyor başta Irak Türkmen Cephesi(ITC) olmak üzere tüm Türkmenler.

Peki ne olmalı? Öncelikli olarak “Türkmenlerin Irak Vatandaşı” olduğu unutulmamalı. Irak’a aidiyet duyguları deforme edilmemeli. Gerekli olmadığı sürece Türkiye Vatandaşlığı verilmemeli. Eğitim için Türkiye’ye gelenler eğitimlerini tamamladıktan hemen sonra mutlaka Irak’a gönderilmeli. Türkiye maddi desteği hemen bırakmalı zira bu durum Türkmenler arasında ciddi ve yıkıcı bir rekabet tablosu ortaya çıkarmakla birlikte zengin fakir demeden sürekli maddi destek istenmesini ortaya çıkarıyor. Ayrıca kurumsal hiyerarşik bir işleyişin tam olarak oturtulamaması ve herkesin şikayette muhatap alınması yalan yanlış bilgiler ortaya atılmasına ve “iç çatışma” yaşanmasına neden oluyor. Şu an Irak’ta en büyük iç çekişme-öfke-nefret-iftira-yıpratma durumu Türkmenler arasında yaşanıyor.

Türkiye Sünni ağırlıklı bir yol haritası izlemek yerine “Şii-Sünni ayırt etmeden Türkmen” odaklı bir yol izlemeli.

Türkiye’nin tarihten emanet aldığı Türkmen hassasiyeti bu denli Iraklıların gözüne sokulmamalı. Türkiye’nin gerçekleştirdiği bu denli abartılı ziyaretler, görüşmeler, destekler ve bunlardan yansıyan fotoğraflar-haberler Iraklı Türkmenlere en büyük zararı veriyor çünkü “Iraklılar Türkmenleri Türkiye’nin ajanı olarak ilan edip her mecradan dışlıyor” diğer Iraklılar.

Bununla birlikte Iraklı Türkmenler Irak Vatandaşlığından ve vatanına aidiyetinden uzaklaşıyor. Bu durum içinden çıkılmaz bir paradoks yaratıyor. Irak’tan kopan-dışlanan-ajan ilan edilen Türkmenler Türkiye Vatandaşları tarafından da hoş kabul edilmiyor çünkü “vatanlarına duymaları gereken aidiyet ve vefa” duygularından uzaklaşıp Türkiye’ye gelmek istedikleri için “güvensiz” ilan ediliyorlar.

Unutulmasın ki; taş yerinde ağır ve kıymetlidir…

4) Bağdat ve Türkiye’nin görüşeceği önemli başlıklardan biri de KYB olacaktır çünkü Irak genelinde her geçen gün artan bir etkiye ve kitleye sahip olan KYB’nin terör örgütleri ile arasına acilen mesafe koyması gerekiyor. Bu durumdan sadece Türkiye değil gerçek KYB’liler de rahatsız.

Bağdat son birkaç yıldır Kürtlere ve komple Irak’a dair mevzularda KYB’yi referans alıyor.

Uluslararası desteği arkasına alarak Süleymaniye merkezli özerk bir yönetime kavuşmak isteyen Bafel Talabani sonrasında da bölgede etkili olmak istese de Türkiye’nin tavrı net. Pek çok yazımda KYB’nin homojen bir yapıya sahip olmadığını yazdım. Bölgenin huzurunu-güvenliğini savunan ve bunun için tüm mücadele başlıklarını başarıyla yerine getiren Türkiye’nin kırmızı çizgisi KYB değil; Bafel Talabani ve onun terör-şiddet-illegal işler çemberindeki bir avuç KYB’li!

Bafel Talabani’nin bu tavrı Iraklı Kürtler için büyük problem!

Bağdat’ın KYB konusunda Türkiye ile konuşacağını ve bu ikna çabalarına Türkiye’nin vereceği “Bafel Talabani ve taraftarlarından arındırılmış sadece siyaset yapan bir KYB ye tamam ” cevabını gayet iyi biliyorum…

5) Irak’ın yıllardır dile getirdiği ve ben dahil herkesi dumura uğratan “suları açın” talebi. Yıllardır hepimizin anlattıklarını bir türlü anlamak istemeyen Iraklı yetkililer ve vatandaşlar “suyu muhafaza edecek barajlar yapmak yerine suları açın öylece boşuna akıp gitsin” diyor. Bunu söylerken de kuraklaşan iklim şartlarını ve Türkiye nüfusunun yüz milyona ulaştığını sanırım görmezden geliyorlar.

22 Nisan’da Iraklı yetkililer ısrarla yine yeniden “bize su verin” diyeceğini adımın Yaşar olduğu gibi net biliyorum ve Türkiye’nin de sabırla “ihtiyacımız olanı barajlarınızda depoladıktan sonra istesek de suyu tutamayız zaten gelin biz rehberiniz olalım ve size de barajlar yapalım sizin de suyunuz boşa akıp gitmesin” diyeceğini biliyorum…

Not: Irak’ı gezerken gördüğüm çağlayan suların beni fazlasıyla şaşırttığını söylemek istiyorum. Irak geneli ciddi anlamda debisi yüksek kaynak sulara sahip. Bağdat ve Erbil Hükümetleri yapacakları barajlar sayesinde kendi kaynak sularını tutsalar Dicle ve Fırat Nehrine ihtiyaçları dahi kalmaz diyorum…

Benim basınım, senin basının…

Benim basınım, senin basının…

Bir önceki yazımda ötekileştirmeden yönetmenin önemine vakıf olan CHP’nin süreci de böyle yürütmeyi başarması halinde genel seçimlerde yerel seçimlere eşdeğer bir sonuç alabileceğine yönelik konuşmuştuk sizinle.

Bu kez ötekileştirmeme kavramını Bursa basınına uyarlamayı ve böylece aslında tüm basın mensuplarının pek canını sıkan, ‘satılık kalem’ kavramının da kökünü kazımayı hedefliyorum. En azından teoride dahi olsa durumu ortadan kaldırmak ne güzel olur diye anlatmak niyetindeyim…

AK Parti’nin iktidarın ucunu yakaladığı dönemden bu yana yaptığı en başarılı işlerden birinin yerelde ve genelde kendi basınını yaratmak olduğunu belirtmeye gerek yok. Zira bu durumu en derinden yaşayan illerden biri Bursa…

Neredeyse tüm basın kuruluşları belediyelerin kendilerine ayırdıkları bütçelerle ayakta kalmaya çalışırken, dolayısıyla tüm belediye başkanlarına da göbekten bağlanırken, bir de ‘tek kişilik dev ordu’ olarak tarifleyebileceğim; kimi gazetecilikten bi haber, kimi gazetecilik ilkelerini çoktan unutmuş, kimi de içinde bulunduğu durumdan memnun, genellikle sadece kendisinin çalıştığı internet sayfalarına, hatta sayfaları da geçin sadece sosyal medyada yaptığı paylaşımlara bütçe arayan bir topluluk mevcut.

Hal böyle olunca, herkes göbekten bağlanmayı çoktan kabul edince, belediyeler ellerindeki bütçe sopası ile istediklerini yazdırıp istediklerin yazdırmamakta son derece hoyrat davranabiliyor.

Bu biçimde işsiz kalan, yıllarca sektörde iş bulamayan çok gazeteci oldu…

Bu şekilde ülke ülke, şehir şehir gezip sıklıkla davetlerde boy gösteren çok gazeteci de oldu…

Aslında hepimiz biliyoruz bu hikayeleri, ben yine de ötekileştirmenin yani ‘benim basınım’ kavramını oluşturmanın ne denli zararlı olduğunu hatırlatmak istedim sadece.

Gelelim yeni yönetime önerilerime…

Öncelikle basınla ilişkilerinizi yönetecek objektif tutum takınacağından emin olduğunuz, tecrübeli ve bir o kadar öngörülü kişilerden oluşturmaya çalışın ekiplerinizi.

Unutmayın, basın sizin sesiniz olacak ve kötü ilişkiler, kötü sesle eşdeğer olabilir…

Elbette bazı basın mensuplarına kişisel ilişkileriniz nedeniyle ya da tecrübelerinden dolayı kendinizi daha yakın hissedecek ve ‘biz birlikte ne badireler atlattık’ diyeceksiniz zaman zaman.

Ancak mümkünse bu durum sadece özel hayatınızla sınırlı kalsın. Kısacası, basın mensuplarına genel olarak eşit mesafede durmayı tercih etmeniz önemli. Böylece sizin bir haber kaynağı olduğunuz ve basının da dördüncü güç olarak eleştirel, araştırmacı yönünü öne çıkarması gereken işler yaptığı gerçekliği daha kolay kabul edilir.

Kendi basınınızı oluşturmak, kalemşörler edinmek, yeni dönemin tabiri ile ‘zarflı gazeteciler ordusu’ oluşturmak, geçen iktidar dönemi için son derece basit ve ilkel bir ilerleme yöntemi olarak çok tercih edilmişti, gelişmiş, eleştiriye açık, kentin iyiliğini isteyen, ortak akılla yöneten olmak istiyorsanız bu ilkel metottan kaçınmanızı öneririm.

Seçim sürecinde gazetemizi ziyarete gelen AK Parti Bursa Milletvekili Ahmet Kılıç’a Norm Haber Genel Yayın Yönetmeni Esat Kaplan’ın önerisi de bu yöndeydi. Aksi takdirde gazeteler de ‘müşteri her zaman haklıdır’ diyen esnaflara dönerler ki; bence pek çok kurum rotayı buraya kırdı bile…

Bakınız ünlü düşünürlerimizden Eski AK Parti Milletvekili Mehmet Metiner ne demiş;

“Tek sesli, tek renkli ve tek partili medya düzeni yanlış. Kendini sadece tek bir partinin, gözü kör bir aparatına dönüştüren medya, gün geliyor aynı partiye mensup, ama eleştirel yaklaşımı olan insanlara bile kapılarını kapatabiliyor”

İnsanlar medyanın kendi işini yapmasının ne denli önemli olduğunu kendi yarattıkları düzenin dışına çıkınca daha iyi anlıyorlar. Dolayısıyla yandaş medyanın dışında işler yapan, daha doğrusu mesleğini olması gerektiği gibi icra eden gazetecilerin aslında muhalif değil bildiğin gazeteci olduğunu anlamak giderek zorlaşıyor ülkemizde.

Metiner’in söylediklerinden devam edecek olursak;

“Bu tarz yandaş medya anlayışı, bilinsin ki, adına hareket ettiklerine asıl zarar veriyor ve yalnızca mebzul miktarda güç devşirmek isteyen yalakalar üretiyor. Yeni bir medya düzeni oluşturmak şart. Yeni medya düzeninin çok sesli ve özgürlükçü olması, tutulan tarafa veya savunulan fikre asıl itibar ve güç katacağına yürekten inanıyorum.

Eleştiriye kapalı her düşünce ve her hareket zamanla kendi statükosunu ve o statükodan beslenen yandaşlarını üretip donuklaşır ve bağnazlaşır…”

Darda kalınca öteki mahallenin medyasını nasıl da hasretle anıyorlar…

Neyse biz işimize dönelim, bence CHP’li belediyeler de hızla işe koyulsunlar, yapılacak çok iş, neyi devraldıklarını anlamak için harcamaları gereken çok mesai olduğunu düşünüyorum.

Arada basın bürosunu şekillendirirken ve ‘basınla ilişkilerimizi nasıl yönetelim?’ sorusunu sorarken belki bir gazetecinin fikrine ihtiyaçları olur diye düşündüğümden ve gazeteciliğin yeniden gazetecilik gibi yapılasını arzuladığımdan yazıldı tüm bu satırlar.

Ellerinde sadece kalemleri olan, ekmeklerini yıllarını verdikleri meslekleri ile kazanmaya çalışan meslektaşlarıma yönelik bir kırgınlık oluşturmayacağına da eminim yazdıklarımın, çünkü aslında hepimiz işimizi olması gerektiği gibi yapmayı özledik…

AK Parti’nin yeni dönemde yükselen değeri…

AK Parti’nin yeni dönemde yükselen değeri…

Dün kaleme aldığımız yazıda CHP’nin bayramlaşmasını ele almıştık…

Ardından AK Parti’nin bayramlaşmasıyla ilgili izlenimlerimi de bugün yazacağımı ifade etmiştim…

Belki de AK Parti açısından son 22 yılın en hüzünlü bayramlaşmasıydı dersek abartmış olmayız.

Bursa özelinde AK Parti teşkilatlarının hiç alışık olmadığı bir bayramlaşma… Ev sahibi olarak gerçekleştirdiği Merinos AKKM’de AK Parti bu sefer iktidar değil belki de muhalefet olarak bayramlaştı.

Ya da diğer ifade ile kiracı…

Ama öncesinde şunu net olarak ifade etmek gerekir: Bayramlaşmanın buruk geçmemesi adına özellikle üyeler ve teşkilat mensupları telefonla aranarak, mesaj atılarak bayramlaşmaya davet edildi. Allah için onlar da o davete icap etmişler.

Hem il başkanı hem de vekil olarak görev yapan Şevket Orhan, Hayrettin Çakmak, Mehmet Tunçak, Ayhan Salman, yine önceki dönem il başkanlarından Nagip Vardar,  Cafer Yıldız oradaydı.

AK Parti’den milletvekili seçilen önceki dönem milletvekillerinden M. Emin Tutan, İsmail Aydın, Faruk Anbarcıoğlu başta olmak üzere birçok vekili de gördük.

Mevcut vekillerden Müfit Aydın haricinde tüm vekiller de bayramlaşma töreninde hazır bulundu.

Bunun yanı sıra aday gösterilen ancak seçilemeyen başkanlar da törendeydi.

Son Başbakan Yardımcısı Hakan Çavuşoğlu da partisinin bayramlaşmasına gelen isimler arasındaydı.

Gözümüzden kaçan isimler olduysa da affola…

Yine;

En önemlisi teşkilat mensupları da bayramın ilk günü olmasına rağmen Merinos’taydılar.

Bazıları için ilk deneyimdi.

Kestel Belediye Başkanı Ferhat Erol ilk kez başkan sıfatı ile katılırken, memuriyetten siyasete geçen Orhaneli Belediye Başkanı Ali Osman Tayır ve Keles Belediye Başkanı Ali Doğru’nun da başkan sıfatıyla ilk bayramlaşma deneyimleriydi.

Alinur Aktaş ise umrede olduğu için bayramlaşmayı belki de uzaktan takip edenlerdendi…

Kim bilir?

Ama gerçek olan şu her şeye rağmen kalabalık mıydı?

Kesinlikle “evet”…

Coşku var mıydı?

“Buruk bir coşku” vardı.

Belki de teşkilat mensupları “biz bu seçimi kaybettik, nerede hata yaptık” diye birbirlerine soruyorlardı.

O soruyu bir de milletvekillerinin kendi kendine sorması gerekmez miydi?..

Seçimi kaybeden Alinur Aktaş, seçilememesinin sebebini ekonomik gerekçelere bağlasa da adaya tepki gösterip sandığa gitmeyen seçmen kitlesinin yanı sıra başka siyasi partilere oy veren başka bir kesimin olduğunu da unuttu veya bunu söyleyemedi.

Birkaç milletvekili bunu aday tespitinde ifade etse de çoğunluk Aktaş’tan yana görüş bildirince aday konusunda doğru bir sonuç olmadığını sandık sonuçları ifade etmiş oldu…

Öte yandan bayramlaşmada teşkilata moral ve motivasyon yükleyen ise Mustafa Varank idi.

Varank’ın konuşmasından ise herkesin kendisine ders çıkarması gerekiyor. Varank, bir anlamda önümüzdeki sürecin de ipuçlarını verdi.

O ipucunun içinde sorumlu muhalefet anlayışı öne çıkıyor…

Öte yandan Bursa’da AK Parti’nin gözbebeği olan belediye konumundaki Yıldırım Belediyesi ve onun başkanı Oktay Yılmaz’ın Büyükşehir Belediyesi seçimlerinin kaybedilmesi ile ilgili duyduğu mahcubiyetin keşke onda biri de Alinur Aktaş’ta olsaydı…

Vallahi tek kelime ile Oktay Yılmaz alkışı hak ediyor.

Şimdiden bayramlaşmadaki konuşmasıyla AK Parti’nin Bursa’da yükselen değeri olmaya başladı bile…

Bize düşen dün olduğu gibi bugün de takip etmek…

***

MHP’NİN  BAYRAMLAŞMASI

Bayramın ikinci günü Merinos’ta iki partinin bayramlaşması vardı. Onlardan ilki İYİ Parti, diğeri ise MHP idi.

İYİ Parti’yi takip edemedim.

MHP’de ki bayramlaşma ile ilgili ayrıntılarda ise;

Malum;

Cumhur İttifakı’nın içinde yer alan MHP seçimlere bir belediye ve iki aday ile girmişti. Sonuçta elindeki belediye olan Yenişehir’i kaybetti. Mustafakemalpaşa’yı da alamadı…

O açıdan onlar da buruktu…

Bu burukluk bayramlaşmaya da yansıdı. Konuşmalar 30 dakika içinde sona erdi…

İl Başkanı Muhammed Tekin, Bursa Milletvekili Fevzi Zırhlıoğlu ve Genel Sekreter İsmet Büyükataman partililere seslendi.

Büyükataman, konuşmasında özetle “CHP ile DEM’in gizli ittifakından bahsetti” ardından sonuçlardan “ders çıkaracağız” dedi.
Sonrasında ise bayramlaşmaya geçildi.

Bayramlaşmada dikkat çeken isimler arasında Orhangazi Belediye Başkanı Bekir Aydın idi…

Aydın, herkesle tek tek bayramlaştı, bayramlaştığı herkese ‘Ben hem AK Parti’nin de MHP’nin de belediye başkanıyım” dedi.

Aydın’ın bu tavrı fazlasıyla alkışı hak ediyor.

Bu arada bayramlaşma kalabalık mıydı?

Bu sorunun yanıtı için salon doluydu demek yeterli…

Bize düşen bundan sonra MHP’de bir gelişme olup olmayacağını takip etmek…

Ötekileştirmek, ötekileştirmemek…

Ötekileştirmek, ötekileştirmemek…

Bursa’da yeni bir dönem başladı yerel seçimlerin şaşırtan sonuçları ile birlikte. Şimdiye kadar yönetilmeye alışık olduğumuz bir tarzın dışında ayrıştırılmadan, kutuplaştırılmadan yönetilme vaadiyle çıkıyor CHP’li belediyeler karşımıza.

Nasıl da özlediğimiz bir şey…

Partinin klasik bayramlaşma mekanı olan Özgen Çay Bahçesinde alışık olunmadık biçimde bayramın birinci gününde yapılan parti bayramlaşmasında konuşan Osmangazi Belediye Başkanı Erkan Aydın;

Bundan sonra koltuk yükseldikçe bizler aşağı ineceğiz. Gönlümüz hep sizinle olacak. Biz bunları başarırsak, bana göre 2028’de olacak olan o seçim tahminimce 2026’da yapılacak. O ilk yapılacak genel seçimin öncüleri bizlerin yapacağı güzel hizmetlerdir. İnsanların baskıya uğramış, nefes almaktan adeta usanmış yapısını değiştireceğiz” diyor konuşmasında.

Aydın’ın sadece CHP örgütüne konuşmadığını hemen belirtmek lazım. Yükselen değerin, kazanan takımın yanında olmak isteyen herkes orada çünkü…

Bizdeki güce tapınma alışkanlığının hemen kırılmasını beklemek saf dillik olurdu zaten. Üstelik herkesin orada olması ve ayrıştırılmama sözünü duyması da işin güzel tarafı.

Konuşmanın bir erken seçim tahmini dillendirdiğini de bir kez daha vurgulamak lazım.

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’in de konuşmasında;

Betonun yerine yeşilin, rantın yerine halkın önemli olduğunu göstermek için göreve geldik, bunu da başaracağız. Kimse üşümesin, aç kalmasın, eğitimden mahrum kalmasın istiyoruz. Kimseyi ötekileştirmeyeceğimizi de tüm Bursa’nın huzurunda ifade etmek istiyorum. Öteki sözcüğünü reddeden biriyim. Halk ayrıştırma kavga şatafat, israf istemiyor, halk bizden hizmet istiyor, onu da eşit ve adil istiyor” sözleri de benzer bir içerik sunuyor.

Ana fikir ‘ÖTEKİLEŞTİRMEMEK

CHP’li belediye başkanları bu ana fikri çok doğru tespit etmişler, icraatları da bu ana fikir doğrultusunda olursa Bursa’da çok güzel işler yapılacağına olan inancımı korumaya devam edebilirim.

Bayramın birinci günü bayramlaşmasını yapan AK Parti teşkilatlarında ise burukluğun hakim olduğunu söylemekte yarar var.

Bayramlaşmada konuşan AK Parti Bursa Milletvekili Mustafa Varank;

“Bir itirafla başlamak istiyorum. 31 Mart seçimlerinden sonra hepimizin kalbi biraz buruktu. Ama bugün bu bayramlaşma programında tıpkı bizim gibi sizlerin de eminin coşkusu arttı. Allah’ın izniyle yolumuza devam edeceğiz. Yıldırım Belediyesi bundan sonra bizim gözbebeğimiz. Buradaki hizmetlerimizi ve gerçek belediyeciliği orada göstereceğiz… Muhalefet nasıl yapılır onlara göstereceğiz” diyor konuşmasında.

Yaklaşık 5 yıl boyunca, ‘Elinizde kalan en büyük belediye Bursa Büyükşehir Belediyesi, ben olsam buraya hizmet yağdırırım ki, yerelde neler yapabileceğimi bütün Türkiye görsün, hizmete boğulması gereken bir şehir nasıl bu kadar yalnız bırakılır?’ soruma bir yanıt alamamış olmam ve bir ihtimal söylemeye çalıştığımın nihayet anlaşılmış olması dışında bir sorun yok…

Yıldırım’ın merkezi hükümetin göz bebeği olmasını ve buna yönelik hizmet almasını, kalkınmasını, yepyeni bir kent vizyonu ile karşımıza çıkmasını, burada yaşayan vatandaşların artık bir miktar sebat etmesini yürekten dilerim. Fakat demem o ki; elde sadece Bursa kalmışken, ‘eldeki kuş’  muamelesi ile hiçbir yatırım almadığımızı hatırlatmakta fayda var.

Şimdi iki çift laf söylemek lazım bu iki bayramlaşmanın üzerine…

Öncelikle CHP’li belediyelerin ‘ötekileştirmeme’ sözünün çok değerli olduğunu unutmamaları ve bu sözün anlamına göre hareket ederek hizmet götürmeleri, bu sözün anlamına göre hareket ettiklerini de halka halkın yanında olarak anlatmayı ihmal etmemeleri genel seçimlerde başarı istiyorlarsa şart.

Bunu yapabilmek için şimdilerde hummalı bir biçimde çalıştıkları ekip oluşturma konusunda gerçekten liyakate önem vererek ilerlemeleri gerekiyor.

Eğer AK Parti belediyeleri gibi CHP belediyeleri de kadro doldurma adresi olarak görülürse vay halimize, çünkü AK Partinin arkasında olan merkezi hükümet desteği CHP’li belediyelerin arkasında olmayacak malum…

İşin buraya kadar olan kısmını belediye başkanları da biliyor zaten, tam da bu nedenle doğru karar vermek için derin düşünüyorlar. En azından ben öyle olduğunun umuyorum…

Yeni belediyelerin eskinin tekrarına düşmemeleri de en az ‘ötekileştirmeme’ kadar önemli bir konu bence. Geçtiğimiz günlerde Enbursa.com köşe yazarı Yüksel Baysal’ın dile getirdiği afiş çılgınlığı bu tekrarlardan biri misal. Sonuçlar için teşekkür etmek, belediye başkan değişikliğini Bursa’ya duyurmak her ilçe ve Büyükşehir açısından önemli, kabul ediyorum, fakat afiş çılgınlığının yerini sürekli vatandaşın içinde olan belediye başkanları, parti yöneticileri ve belediye görevlilerinin alması gerekiyor bundan sonrası için.

Tam da Osmangazi Belediye Başkanı Erkan Aydın’ın dile getirdiği gibi; “…Koltuk yükseldikçe bizler aşağı ineceğiz…” sözüne uygun hareket edilmeli ki, vatandaşın gözünde kibir abidesi olarak yaftalanmadan şehir yönetmek mümkün olsun.

Aslında bir klasik olarak CHP için kullanılan cümleyi bu kez şöyle değiştireceğim; ‘AK Parti ise hep bildiğiniz gibi…’ çünkü halen bir ayrıştırma, halen bir ötekileştirme, halen bir karşı mahalle anlayışı sürüyor konuşmalarda. Yıldırım Belediyesini göz bebekleri ilan eden Mustafa Varank, merkezi hükümetin ayrıştırıcı politikasını dillendirmekten çekinmemiş görünüyor.

‘CHP kazanmadı, bizim seçmenimiz sandığa gitmedi’ diyen AK Partinin ileri gelenleri şunu unutmamalıdır ki, AK Parti seçmeninin yerel seçim sürecinde en çok kullandığı cümleler ‘kibir abidesi, kibrinde boğulmuş, kibrinden yanına yaklaşılmayan…’ cümleleriydi. İçinde bolca ‘kibir’ kelimesinin geçtiği bu cümleler sandığa gidecek ayakları durdurdu.

Güçlünün yükseldiği noktadan aşağıya bakması ve ellerini alnının çatına koyarak ‘oralarda neler oluyor?’ diye sorması kolay bir durum değil elbette, yükseklerdeki ışık gözleri kamaştırıyor doğru, ama bunu yapmayanlar bir anda paçalarından çekiştirilerek bulundukları yüksek yerlerden düşmeye mahkumdurlar.

Unutmamak lazım…

Yarın da yeni sürecin Bursa basını için neler getireceğine, getirmesi gerektiğine bir bakalım…

NOT: CHP bayramlaşmada sığamadığı gerekçesi ile bundan sonraki töreni başka bir yerde yapma ihtimalini de konuşmuş. Ben gelenekçi ve muhafazakar biri olduğumdan belki partinin bayramlaşma mekanını hiç değiştirmemesi taraftarıyım. Dünyanın en güçlü ülkelerinden İngiltere halen bir mahalle içindeki 10 numaralı konuttan yönetiliyor. Bu İngiltere’nin gücünün eksilmesine neden olmuyor hatırlarsanız.

Hatırası yeter!

Hatırası yeter!

Bir bayram klasiği hale gelen siyasi parti bayramlaşmaları bizlerin partilerin bayramlaşmaları arasında mekik dokumamıza vesile oluyor.

Bu mekik dokuma bu sene bayramın ilk günü CHP ile AK Parti arasında gerçekleşti. Bu  bayram her iki parti açısından  ilklerin yaşandığı bir bayramlaşma töreni oldu.

Belki de yerelde iktidar olan CHP son kez Kültürpark’ta Özgen Çay Bahçesi’nde bayramlaşırken yerelde iktidarı kaybeden AK Parti’de son kez Merinos Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi’nde bayramlaştı.

Günün ilk bayramlaşması CHP’ninki idi. Özgen Çay Bahçesi’nde gerçekleşen bayramlaşma töreni için saat  13.00 gibi başlayacağı duyurulsa da çiçeği burnundaki yerel iktidarın yandaşları, yoldaşları saat 12.00’den itibaren bahçeyi doldurmaya başlamışlardı.

Ama gelenler içerisinde daha önce AK Parti bayramlaşmalarında gördüğüm isimler de yoğunluktaydı.

Hatta bir ara CHP değil AK Parti’nin bayramlaşmasına geldim zannettim.

Bu arada önceki dönem milletvekilli Lale Karabıyık’ı gözlerim aradı, ama göremedim.

Keza bu dönem aday gösterilmeyen belediye başkanları Turgay Erdem ve Hayri Türkyılmaz da göremediğim isimlerdi.

Yine eski il başkanlarından Turgut Özkan’ı da göremedim.

Bunun yanı sıra partinin emektarı Erhan Sevimli, İlhan Demiröz de gördüğüm isimlerdi.

Birçok sivil toplum kuruluşu da ben buradayım der gibi adını protokol listesine yazdırmak için kuyruğa girmişti.

Coşku var mıydı?

“Kesinlikle evet…”

Kalabalık var mıydı?

Ona da “kesinlikle evet…”

Bursa Milletvekili Nurhayat Altaca Kayışoğlu ise şehir dışındaydı…

Diğerleri tam kadro oradaydı.

Bunun yanı sıra uzunca zamandır ilk defa CHP bayramlaşmasına İYİ Parti başta olmak üzere hiçbir siyasi parti temsilci göndermemişti.

Bu da oldukça enteresan geldi bana…

Aslında son seçimlerde CHP listelerinden seçilen SP Milletvekili Mehmet Atmaca ve Gelecek Partisi Milletvekili Cemalettin Kani Torun’un en azından “hatırası yeter” deyip gelmeleri gerekirdi.

Yine DEVA ve DP’nin son genel seçimlerin hatırasına hürmet edip onların da temsilci göndermeleri

gerekirdi diye düşünüyorum.

Bu kadar detaydan sonra gelelim konuşmalara, saat 13.50 civarı başlayan tören önce İstiklal Marşı ile başlandı.

Ardından kürsüye gelen ilk isim CHP Bursa İl Başkanı Nihat Yeşiltaş oldu.

O önce alanın yetersizliğinden dolayı özür diledi. Sonrasında AK Parti’ye yüklendi.

Nihayetinde önümüzdeki genel seçimleri işaret etti…

Ardından kürsüye gelen isim Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey oldu.

Önce hatırası yeter deyip yerelde iktidara gelişinde geçmiş bayramların yapıldığı “Özgen’i” bu bayram onun için tuttuklarına işaret etti.

Belki de bunun adı ahde vefa…

Sonrasında lise yıllarına kadar gidip Özgen’de yoğurt ekmek yediği günlere kadar gidip hatıralarını anlattı.

Ardından Bursalılar ve parti teşkilatına teşekkür etti.

Konuşmasında seçim döneminde verdiği vaatlere vurgu yaptı hepsini tek tek kendisi hatırlattı sonra kimseyi ötekileştirmeden yapacağız dedi.

Bu dönemin şifresi ötekileştirmemek…

Bozbey’in ardından konuşmaya  önce milletvekilleri sonrasında  Osmangazi Belediye Başkanı Erkan Aydın kürsüye çıktı.

O da misafirlere “sizler başardınız kendinizi alkışlayın.” sözleri fazlasıyla alkışlandı.

Ardından önce Nilüfer Belediye Başkanı Şadi Özdemir ve diğer belediye başkanları görüşlerini paylaştı.

Neticede yerelde iktidar olduğu ilk bayramlaşmadan CHP örgütü ve CHP’li gibi gözükmeye çalışanlar da gülerek ayrıldılar.

Yarın da AK Parti’nin bayramlaşmasının detaylarını bu köşeden paylaşacağım…

Başkan Bozbey’e kentin geleceği için bir öneri

Başkan Bozbey’e kentin geleceği için bir öneri

Gerçek olan şu:

Bursa’nın milletvekillleri Ankara’da dağınık bir görüntü veriyor.

Ortak payda Bursa noktasında pek buluşamıyorlar.

Bunun farklı nedenleri olabilir.

Ama önce Bursa anlayışı ile hareket edilse sonuçlar daha farklı olabilir.

Madalyonun öbür yüzünden bakınca ya da Bursa’da herkesin önceliği farklı diyebiliriz.

Misal olarak;

Uzun yıllardır herkesin konuştuğu fakat hiçbir belediye başkanı ve milletvekillerinin gerçekleştiremediklerinin başında ne yer alır  diye sorsalar, her kafadan ayrı ses çıkar.

Bana sorsalar, öncelikler arasında Bursa’nın sahilleri neden Sarımsaklı’ya alternatif olamadı?

Bursa neden üniversite kenti ünvanını kazanamadı?

Bursa’da yeni üniversiteler neden kurulamadı?

Bursa’dan neden dünyanın farklı kentlerine uçuşlar yok?

Şehrin içinde neden tamirciler hala bulunuyor?

Bu soruları çoğaltmak mümkün…

Bursa’nın gelişimine katkı koyacak bir buluşmaya Bozbey ev sahipliği yaparsa, buluşmaya mevcut belediye başkanları ve milletvekillerinin yanı sıra geçmiş dönem belediye başkanları ve milletvekillerini de dahil ederdim.

Bunu yaklaşık 20 yıldır genelde ve yerelde iktidarda olan AK Parti’nin kurmayları yapmadı. Geçmişte bireysel anlamda yapan tek bir isim vardı. O da Faruk Çelik

Bu dönem bu minvalde her zaman ortak akla önem veren Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey gerçekleştirmeli diye düşünüyorum.

Bu minvalde umut ediyorum ki Başkan Bozbey, bu toplantıyı gerçekleştirir, ortak paydası Bursa olanlarla buluşur.

Bursa’ya dair her şey masaya yatırılır.

Mikroskop altında kılcal damarlarına kadar incelenir.

Sonuçta ise;

Bursa’nın sorunları ve çözüm yollarına ve yol haritasını dair bir rapor oluştururlar.

Ve bunun adı da Bursa anayasası, bu anayasayı takip edecekler de Bursa lobisi olur.

Buradan çıkacak sonuç ve alınacak kararlar Bursa’nın geleceğini belirler.

Öneri bizden değerlendirmek onlardan…

Bayramınız mübarek olsun

Tüm okuyucularımın Ramazan Bayramı mübarek olsun.

Temenni ediyorum ki bu bayramla beraber dünyada akan gözyaşlarının durması, Doğu Türkistan’da yaşanan acını bitmesi Gazze’de silahların susmasını görmek nasip olur.

Sevdiklerinizle nice sağlıklı bayramlara…