Kabul edin, mutsusuz!

Kabul edin, mutsusuz!

Bir araştırmadan bahsetmek istiyorum, ama bu kez araştırmanın ucu siyasete dokunmuyor, dolayısıyla sonuçlarına çok daha fazla güvenebileceğimiz bulgular var elimizde.

KONDA Araştırma’nın ‘10 yıllık değişim’ raporundan sözünü ettiğim ve hepimizin dikkate almasının önemli olduğunu düşündüğüm veriler. Değişimden bahis, ‘toplumsal cinsiyet eşitliğine dair algı değişimi’

Rapora göre, toplumsal cinsiyetle ilgili ‘eşitsizlik’ belirten yargıları doğru bulanların oranı hem kadınlarda hem de erkeklerde 10 yıl öncesine göre azaldı. Çalışan kadınlar ise diğer tüm gruplara göre daha eşitlikçi yaklaşımlarıyla başı çekiyor.

Raporun bir başka çarpıcı sonucu da çocuklara çizilen rol. Toplumda hem kız hem de erkek çocukları için ‘vatanına ve milletine bağlı olma’ beklentisinin arttığı görülürken, çalışan kadınlar aynı zamanda kız çocuklarının ‘hakkını arayabilmesini’ fazlaca önemsiyor.

Bir yanda milliyetçi duyguların arttığına işaret eden, diğer tarafta kadınların toplumdaki varlıkları ile ilgili verdikleri mücadelenin büyüdüğüne vurgu yapan araştırmada halen istenen noktaya gelemediğimizin emareleri de okunuyor.

Mesela, toplumda ‘Kadının eşinden daha fazla para kazanması sorun olur’ yargısını yanlış bulanların oranı bugün yüzde 50’nin üzerine çıksa da ‘Kadının birinci görevi, evin sorumluluğunu üstlenmek ve çocuk yetiştirmektir’ yargısını hâlâ toplumun yarıdan fazlası doğru buluyor.

Hayatımızın merkezine oturan televizyonu kimin kontrol ettiği toplum ve aile yaşamı açısından önemli ipuçları verdiğinden, bu konu genellikle değerlendirmeye tabi tutuluyor. Hem Ocak 2018 hem Şubat 2024’te erkeklerin yarıdan biraz fazlası akşamları TV izlerken kumandayı elinde tuttuğunu söylüyor.

Yani hayatın kontrolü erkeklerin elinde! Fakat bu geçici bir durum olabilir.

Öncelikle mutluluk oranında ciddi bir düşüş var.

Bugün toplumda her 4 kişiden sadece 1’i mutlu olduğunu söylüyor. Ayrıca 10 yıl önce kadınlarda kendini mutlu hissedenlerin oranı erkeklerden fazla olurken, bugün kadınlarda mutlu olanların oranı erkeklerden daha az. Raporda, toplumsal cinsiyet rollerinin getirdiği eşitsiz bölüşümlerin de artırdığı pandemi sürecindeki iş yükü, ekonomik kriz, işsizlik, siyasi umutsuzluk gibi konuların da bunda etkisinin olduğu belirtiliyor. Çalışan her 10 kadından yalnızca 2’si mutlu olduğunu söyleyebiliyor.

Türkiye genelinde ‘kadınların doğaları gereği iyi yönetici olamadıkları’ düşüncesine sahip olanların oranı da 10 yıl öncesine göre azaldı. ‘Kadınlar doğaları gereği iyi yönetici olamazlar’ yargısını Mart 2015’te toplumun yüzde 23’ü doğru bulurken, bu oran Şubat 2024’te 13 puan azalarak yüzde 10’a geriledi.

Fakat işin uygulama kısmına geldiğimizde gerilemenin aynı oranda iş dünyasına yansıdığını söylemek mümkün değil. Dolayısıyla bu fikrin de yavaş yavaş olgunlaşma aşamasında olduğunu vurgulamakla yetinelim şimdilik.

Araştırmaya göre evde temizlik yaptığını söyleme oranı 10 yıl önce 50’yken, bu oran 2024’te yüzde 73’e çıktı. 10 yıl önce her 10 erkekten 6’sı evde temizlik yapmadığını söylerken, bu oran Şubat 2024’te her 10 erkekten 3’üne düştü. Temizlik, yemek yapmak gibi hane içi sorumluluklarda, kadın ve erkek arasındaki görev paylaşımı daha adil bir yöne doğru ilerliyor.

‘Kadın çalışmak için eşinden izin almalıdır’ yargısını doğru bulanların oranı da 10 yıl önceye göre azaldı. Şubat 2015’te toplumu yüzde 66’sı bu yargıyı doğru bulurken, Şubat 2024’te bu oran yüzde 48’e düştü. ‘Kadın çalışmak için eşinden izin almalıdır’ fikrine katılmayan erkeklerin oranı arttı. Bu yargıyı doğru bulanlarda en yüksek oran, sırasıyla ev kadınlarına ve çalışan erkeklere ait. 10 yıl önce de bugün de çalışan kadınlar, bu yargıyı yanlış bulanlarda en yüksek orana sahip. Gelir ve eğitim seviyesi arttıkça, ‘Kadın çalışmak için eşinden izin almalıdır’ yargısını yanlış bulanların oranı da artıyor.

Kısacası çalışan kadının toplumdaki eşitlik iddiası yavaş yavaş demlenirken erkeklerin egemen olduğu toplumun tahtı giderek sallanıyor. Bu arada erkek egemen iş dünyasında kadın olarak var olmaktan çok erkekleşerek var olmaya çalışmaktan uzaklaşmayı da ekleyebilirsek çok şahane olacak gibi…

İMO’dan Soğuksu’ya itiraz: Rapor yok, görüş yok!

Kestel İlçesi Soğuksu ve Seymen Mahallelerini kapsayan Doğu TEKNOSAB Projesine İnşaat Mühendisleri Odası Bursa Şubesi’nden itiraz var!

Oda tarafından haber merkezlerine ulaştırılan basın açıklamasında üzerinde durulan ilk konu;

“2020 yılı Bursa 1/100.000 ölçekli çevre düzeni planının amacına, hedefine, koruma ve geliştirme ilkelerine aykırı olarak, öncelikle Bursa’nın anayasası yapılmadan, tüm kurumlar ve STK’ları içinde olmadan, şeffaflığın hiçe sayılarak gerçekleştirilen düzenlemeye itiraz ederek hazırlanılan dilekçe Çevre Şehir ve İklim Değişikliği Bursa İl Müdürlüğü’ne sunulmuştur, sürdürülebilir ve sağlıklı bir kentin tesisi için kısa vadeli ve günlük ihtiyaçların ötesinde bir vizyon ile kararların alınması son derece önemlidir!” deniyor.

İMO Bursa Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Serdar Atilla Erdem;

“Bu yanlış karartan ivedilikle dönülmesi ve Bursa kentinin ve halkının menfaatlerinin göz önünde bulundurularak yeniden değerlendirilmesi talep edilmiştir” sözleri ile gayet net iletmiş taleplerini.

Elbette bu taleplerin bağlandığı akademik nedenler de sıralanmış itiraz dilekçesinde.

2020 yılı Çevre Düzeni Planını yapan dönemin Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Erdem Saker’in ne kadar ileri görüşlü olduğunu ve Bursa’yı halen bu plan sayesinde savunma hakkımızın doğduğunu bir kez daha gösteren şöyle ibareler yer alıyor itirazda…

“Onaylanan Çevre Düzeni Planı değişikliğinde sadece iki kurumun görüşünün alındığı, onun dışında görüş alınmadığı tespit edilmişti.

Alınan görüşlerin de Plan değişikliği açıklama raporunda yer almadığı bu nedenle de anlaşılacağı üzere, Çevre Düzeni Planı Değişikliğine ilişkin hiçbir kurumdan görüş alınmadığı aşikârdır. Konu ile ilgili aynı zamanda gerekli olan araştırma ve analizin de yapılmadığı tespit edilmiştir.

Ayrıca Mekansal Planlar Yapım Yönetmeliğ’inde Çevre Düzeni Planı’nda değişiklik yapılabilmesi için;

“Çevre Düzeni Planı ana kararlarını, sürekliliğini, bütünlüğünü bozmayacak nitelikte, plan değişikliği yapılabilir.

Çevre Düzeni Planı değişikliklerinde;

  1. a) Kamu yatırımlarına,
  2. b) Çevrenin korunmasına,
  3. c) Çevre kirliliğinin önlenmesine,

ç) Planın uygulanmasında karşılaşılan güçlükler ve maddi hataların giderilmesine,

  1. d) Değişen verilere bağlı olarak planın güncellenmesine,

dair yeterli, geçerli ve gerekçeleri açık olan, altyapı etkilerini değerlendiren raporu içeren teklif ve talepler; idarece planın temel hedef, ilke, strateji ve politikaları kapsamında teknik ve yasal çerçevede değerlendirmeye alınarak sonuçlandırılır.” şeklinde ifade edilmesine rağmen Bakanlığınız tarafından DEĞİŞİKLİK YAPILAN ALANA İLİŞKİN “Altyapı Etkilerini Değerlendiren Rapor” yer almamaktadır!”

Tüm bu açıklamalar doğrultusunda onaylanan değişiklik teknik ve bilimsel gerekçeler dikkate alınmadan yapılıyor. Alanın tarım alanı olarak kullanılması ile sanayi alanı olarak kullanılmasının ülkeye ve şehre sağlayacağı fayda zarar karşılaştırması dahi yapılmış durumda değil.

Yukarıda belirttiğim, altını çizmekte de büyük fayda gördüğüm akademik verilerin ışığında çok daha derin bir açıklama mevcut itiraz dilekçesinde.

Bursa’nın geleceğine sahip çıkmak açısından şehrin vicdanı olarak kabul ettiğimiz akademik odaların söyledikleri, kabulleri, itirazları, onayları, karşı duruşları bence çok önemli. Hem bakanlığın hem de şehri yönetenlerin bu itirazlara kulak vermesi isabetli ve yerinde olacaktır.

 

Kestel’in borcu ve dönüşümlü başkan yardımcılığı

Kestel’in borcu ve dönüşümlü başkan yardımcılığı

Bursa‘da son yıllarda siyasetin her kademesinden geçip milletvekilliği ve belediye başkanlığı gibi seçilmiş makamlara gelen politikacı yok denecek kadar az.

Son seçimlerde istisna olarak, gençlik kollarından başlayıp önce ilçe yöneticisi, ardından il ve sonunda il başkan yardımcısı görevine gelen, sonrasında partisi tarafından belediye başkan adayı gösterilen ve seçilen isimlerden biri Ferhat  Erol...

Önceki gün yerel seçimler sonrası işbaşı yapan Kestel Belediye Başkanı Ferhat Erol‘a hayırlı olsun ziyaretine gittim. Tabiri caiz ise makamı arı kovanı gibi.

Ziyaretçinin biri gidiyor diğeri geliyor. Halk günü önerimize de “kapımız 24 saat açık, biz burada olduğumuz sürece randevuya gerek yok” diye yanıt verdi.

Yine özellikle bir başka konu imarla ilgili idi.

Orada da komisyona gelen “dosyanın üzerini, isim kısmını kapatın; ona göre karar verin” diyerek imar komisyonu arkadaşlarına tavsiyede bulunmuş.

Bu da ön yargıları kaldırmak adına oldukça önemli.

Kişinin mevki ve makamına göre karar verilmesin demek, diğer bir ifade ile.

Bence de oldukça doğru bir karar…

Yine belediyenin borcunun 211 milyon TL olduğunu, işten çıkarmalar olduğunu, yine geçici 128 personelle de yakın bir tarihte yolların ayrılacağını da Erol’dan öğrendik.

Bu arada iş akdi feshedilen personel için de Erol, özel sektörle işbirliği içerisinde, iş bulma noktasında da ayırmak zorunda kaldığı çalışanlarına yardımcı oluyor.

Bu detayı da aktarmış olalım.

Bunu yanı sıra onu kendisinden duymadık, fakat belediyedeki siyasi başkan yardımcılarının dönüşümlü olarak görev yapacağını, daha doğrusu seçilen meclis üyelerinden atanan başkan yardımcılarının görevlerini bir sene sonra başka meclis üyesine devredeceğini bizlerle paylaştılar.

Erol’un en büyük avantajı bölgenin sanayicilerle iç içe olması.

Bu arada Soğuksu bölgesi ile ilgili gelişmelerin de yaşandığı bir süreçte gözlerin hem Erol’a hem Kestel’e çevrildiği de bir gerçek.

Bakalım bu süreç sonunda nasıl bir karar çıkacak?

Bekleyip, takip edelim.

Bize düşen Erol’a görevinde başarılar dilemek.

 

 

Iraklılara ‘Türkiye asla ABD olmaz’ diyorum

Iraklılara ‘Türkiye asla ABD olmaz’ diyorum

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘ın 22 Nisan’da gerçekleştiği Bağdat ve Erbil ziyaretlerinin yankıları devam ediyor ve öyle görünüyor ki uzun bir süre daha tüm dünyada devam edecek…

Ziyaret sonrası 24 Nisan Çarşamba günü köşemde yer verdiğim ilk yazımda genel çerçevede ziyaretten elde ettiğim notlarımı aktarmıştım. Ve o yazımda iki önemli başlığı ön plana çıkarmıştım çünkü Irak’ı “masa başından veya sadece siyasi-diplomatik-akademik ziyaretlerden” bakıp yazmıyorum!

Ben Irak‘ı; şehirlerini-sokaklarını-caddelerini adımlayarak, sosyolojik nabızları yerinden alarak, eskileri dinleyerek, yenileri gözlemleyerek, dokunarak, teneffüs ederek elde ettiğim izlenimlerimi siyasi-diplomatik-akademik faaliyetlerle sentezleyerek yazıyorum…

Çarşamba günü ön plana çıkardığım iki başlık şuydu;

1) Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Irak ziyaretinde konuşulan-görüşülen-anlaşılan her cümle “en kısa zamanda Türkiye-Irak ortak terör operasyonunun” ayak seslerini anımsattı bana çünkü huzur ve güvenin olmadığı yerde olumlu hiçbir şey yeşermez… İmzalanan onlarca anlaşmanın huzura ihtiyacı var.

2) Masallar Ülkesi Irak’ın dünyayı kendisine aşık eden eski RÛH-una acilen kavuşması gerekiyor… Çünkü nasıl ki insanları güzel-güçlü-sevilir kılan barındırdıkları Ruh ise, mekanları ve ülkeleri de mutlu-güçlü-güzel-huzurlu-güvenli-cazip kılan sahip oldukları Ruh-tur…

Şimdi bu iki öncelik üzerinden yorumlayalım Irak’ı… Kalkınma Yolu Projesi başta olmak üzere Irak’a dair konuşulan kalkınma-istihdam-yatırım-eğitim-sanat-spor-ticaret-siyaset-uluslararası ilişkiler çerçevesini “terörden arındırılmış huzurlu ve güvenli bir düzen” sağlanmadığı sürece elde edemeyiz. Son süreçte terörle mücadele konusunda Türkiye ile aynı duygu ve düşünceleri taşıyan Iraklı yetkililerin “sahada da Türkiye ile birlikte” yer alması gerekiyor. Ki öyle görüyorum ki süreç bu yönde ilerliyor…

Burada hemen önemli parantez açmak istiyorum. Sokaktaki vatandaşla birlikte Iraklı yetkililerin zihnini şu soru fazlasıyla yoruyor;
“Türkiye terörle mücadeleyi tamamladıktan sonra ABD misali Irak’a yerleşip gitmezse ne olacak?”

Bu sorulara verdiğim cevap ise çok net oluyor; “Türkiye tarihine bakarsanız asla ABD gibi olmayacağını anlarsınız. Türkiye askeri, ihtiyacı olan topraklara legal bir çerçevede huzur-güvenlik-yardım desteğini her zaman sunmuş sonrasında da ülkesine gururla dönmüştür…”

Türkiye’nin askeri-siyasi-diplomatik makamları sunduğum bu sosyolojik kaygıları da göz ardı etmemeli çünkü güvenlik güçlerinin yürüteceği operasyonların başarısı kadar alacağı sivil destekte çok önemli Irak’ın en kısa zamanda terörden arınması ve huzur bulması için…

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Bağdat’tan dönüş yolunda, bu sıkıntılı günlerinde destek amaçlı Erbil’i ziyaret etmesinin Iraklıları ciddi anlamda fikir ayrılığına düşürdüğünü de söylemek istiyorum önemli bir yansıma olarak.

Misal Bağdat’ta bir kesim “neden son dakika bize ait olan ziyaret programına Erbil de eklendi? Erbil Yönetimi, bizim bir parçamız onlar da Bağdat’a gelmeli ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ile burada görüşmeliydi” derken, Kürt tarafından bir kesim de “bir iki saatlik hızlı bir ziyaretten hiçbir şey anlamadık” dedi.

Kerküklüler de “Erbil’e değil de asıl Kerkük’e gelmeliydi Cumhurbaşkanı Erdoğan” dedi.

Bunlarla birlikte birkaç karşıt bakış açısının daha sesi yükseldi elbette Irak’tan. Bağdat ve Erbil’de memnun olanlar kadar memnun olmayanlar/istemeyenler de vardı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ziyaretini.

Ki bunun “küresel yan etkileri” anında görüldü.

Özetle Irak şimdi çok farklı ve Türkiye Irak’a dair tüm ezberlerini sil baştan yazmalı diyorum. Misal Irak Kürt Bölgesel Yönetimi nüfusu giderek Arap hakimiyetine giriyor. Tüm yatırımlarda, lüks konutlarda, arazi alımlarında Arapların imzası var. Kürt esnaf Arapların istekleri doğrultusunda hizmetler vermeye başladı. Geçmişte otellerde Türkiye TV kanalları popülerdi şimdi Arapça kanallar var.
Beş yıl sonra “Erbil’e Arap vali istiyoruz” derlerse hiç şaşırmayın derim.

Ayrıca tıpkı Türkiye’ de olduğu gibi Iraklıların da aşiret-kanaat-cemaat-mezhep kavramlarını reddetmeye başladığını, varlıkta ve yoklukta eşitlik-adalet-iş-aş-eğitim istediğini biliyor musunuz? Veya Iraklılar tarafından hiç sevilmemesine rağmen Şii varlığıyla Irak’ta güçlenen İran’ın bu denli etkili olmasının tek sebebinin; taraftarlarına maddi-makamsal destekler vermesi olduğunu ne kadar biliyorsunuz?

Evet Irak ve Iraklılar eskisi gibi değil! Her şey lokallikten sıyrılıp tek tipleşmeye başladı! Arap etkisiyle birlikte eritilmeye çalışılan bir Erbil Yönetimi var! Türkmenler ve Kürtler giderek Arap kültürünü benimsiyor. Bazı basın-medya-sivil toplum kuruluşları-siyasi partiler kültürel ve mezhepler ayrılıkları yayarak güç bulmaya çalışsa da eskisi kadar etkili olmuyor! İnsanlar bıkmış-tahammülsüz-yorgun!
Ve daha nicesiyle acilen Irak’ı yeni kodlarıyla okumak gerekiyor…

DEVA Bursa Teşkilatı Babacan’a gitti…

DEVA Bursa Teşkilatı Babacan’a gitti…

AK Parti’den ayrıldıktan sonra büyük umutlarla kurulan Ali Babacan’ın lideri olduğu DEVA Partisi için son yerel seçimler büyük bir sınavdı.

Bu sınavda DEVA’nın ne oy alacağı merak konusu idi…

O meraklar giderildi.

Sonunda tabiri caizse sıfır çekti.

Bir önceki genel seçimlerde Millet İttifakı ile seçimlere giren Babacan ve ekibi CHP’nin o zamanki lideri hesap uzmanı Kemal Kılıçdaroğlu’ndan 15 milletvekili koparmıştı…

Ama bu seçimlerde ittifaklar gerçekleşmeyince alınan oy sayısı sadece 37 bin civarında.

Kurulduğu ilk günden itibaren Bursa teşkilatlarına kimler geldi, kimler geçti dersek neredeyse Bursa’dan alınan oydan daha fazla rakam çıkar.

O gelip geçenlerin bir kısmı YRP’ye, İYİ Parti’ye, AK Parti’ye, CHP’ye katılmış durumda.

Geride kalan bir avuç DEVA’ya gönül veren de bu bağlamda ‘gelecekte ne olacak?’ sorusuna ve kongre takvimine ilişkin sürecin yanıtını bulma adına önceki gün Ankara’ya gittiler.

Genel Merkezde Ali Babacan ve Sadullah Ergin ile görüşen DEVA Bursa heyeti, ardından Balıkesir Milletvekili Burak Dalgın’ın misafiri oldular.

Mecliste yenilen yemeğin ardından Bursa’ya dönen DEVA Teşkilatı’na Genel Başkan Ali Babacan “rakamlara takılmayın” diye mesaj vermiş…

Gel de bu rakamlara takılma!

Ne diyelim bu DEVA kendisine deva olabilecek mi?

Onu da ileride hep beraaber göreceğiz.

BİHMED KONGREYE GİDİYOR

Bursa’nın en önemli sivil toplum kuruluşlarından biri (BİHMED) Bursa İmam Hatip Lisesi Mezunları ve Mensupları Derneği’dir.

Benim de mensubu olmakla gurur duyduğum derneğin, son 9 yıldır başkanlık görevini üstlenen Kadir Oruç’un yanına dün uğrayıp kısa bir süre sohbet etme fırsatını yakaladım.

BİHMED’in kurulduğu ilk günden itibaren yönetimlerde bulunan Oruç’a son dokuz yılın özetini sorduğumda “17 ilçede mezunlar derneklerimizi kurduk. Her iki ayda düzenli olarak bir ilçede toplandık. Her hafta düzenli olarak yönetim kurulu toplantılarımızı gerçekleştirdik. Bu toplantıların birçoğuna yönetim kurulu üyelerimiz ve gönüllülerimiz tam kadroya yakın katıldı.  Bu toplantılarımıza tüm ilçelerimiz katıldı. Ardından film festivallerini geleneksel hale getirdik. Bu arada öğrencilerimizin gelişimine katkı koyacak birçok çalışma da bu dönemde hayat buldu. Artık bayrağı devretme zamanı” dedi.

Bundan sonraki süreçte de her zaman camianın içinde olacak Oruç, görevi camianın yakından tanıdığı biri isim olan Coşkun Evkuran’a  devredecek.

4 Mayıs’ta saat 17.30’da Merkez İmam Hatip Lisesi’nde gerçekleşecek kongreye yoğun bir katılım olması bekleniyor.

Bize de düşen hayırlı olsun demek…

Eğitim sadeleşiyor mu?

Eğitim sadeleşiyor mu?

Daha birkaç gün önce Köy Enstitülerinin kuruluş yıldönümünü hasretle andık ve Türkiye’nin geriye doğru gidişi için atılan ilk adımın Köy Enstitülerinin kapatılması olduğunu dile getirdik eğitimle biraz ilgilenen kişiler olarak.

Çünkü biliyoruz ki, bir toplumun kalkınmaya başlaması için iyi eğitimli nesiller yetiştirmeye başlaması lazım. Dışa bağımlı toplumlar bağımlı oldukları ‘dış’ ne kadar izin verirse o kadar kalkınabilirler, bunun dışındaki çabaların hepsi boş ve gereksiz teferruattan ibarettir.

Ülkenin en küçük hücrelerine, en ücra köylerine kadar gitmeyi ve tüm halkı hızla eğitmeyi amaçlayan, üzerinde çokça düşünülmüş ve uygulama konusunda da ciddi başarı yakalamış, halkı tarım bilgisinden müzikle haşır neşir olmaya kadar pek çok alanda eğitimli hale getirmiş Köy Enstitülerini kapattığımızda, ülkenin hızlı ilerleyişinden endişe duyanlar bir miktar da olsa rahatlamıştır eminim.

Bundan sonra da zaten eğitim alanında hiç sebat edemedik.

Kısıtlı imkanlarla sürdürülen eğitim çabaları önceleri tüm halkı kapsamadığı için eğitimli insanlar-eğitimsiz insanlar olarak bir ayırım yarattı, ardından eğitim kadromuz genişleyince yaygınlaşan eğitimden faydalanma düzeyi sürekli değişen müfredat ve eğitim sistemi sayesinde minimum düzeye indirildi.

Öyle sık değişti ki müfredat ve eğitim sistemi, aynı eğitim yılı içinde sistemin iki kez değiştiğini dahi gördü bu ülkenin benim gibi düzenle boğuşmak zorunda kalan velileri.

Giderek bilimsellikten uzaklaşıldı, hantal eğitim yapısının altında çocuklar, veliler ve öğretmenler ezildi. Bir yandan da laik eğitim sisteminin içine dinin iyice işlemesi için yapılan planlar devreye sokuldu.

Artık hangi eğitimi kimin verdiğinin dahi bilinmediği bir karmaşanın içindeyiz.

Bir yanda atama bekleyen eğitimciler, diğer yanda eğitim düzeyi belli olmayan, ama okullarda çocuklarımıza pek çok süslü isimler altında dini ve ruhani eğitimler veren tarikat ve cemaat üyeleri…

Şimdi de bir süredir ufaktan yolu yapılan, yeni eğitim yılının başında çalışmalarına başlandığı duyurulan müfredatın sadeleştirilmesi çalışmaları var gündemimizde…

Yeni sistemin adı ‘Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli

Koskoca bir yüzyılı sahiplenmeye kalkıştığımız, bu kalkışmanın içini dolduracak hiçbir icraatımızın olmadığı yetmezmiş gibi bir de bu yüzyıla uygun eğitim modeli geliştiriyoruz, fakat adına ‘eğitim modeli’ dahi diyemiyoruz da ‘maarif’ diyoruz. Daha bu konuda bile bir içimize sinmemişlik hakimken, modelin içinde neler olduğunu sormaya cesaret bulamıyorum kendimde.

Elbette dünyanın geliştiğini, değiştiğini, bizim televizyonsuz evlere doğduğumuz günlerin çok dışında, üç saniyede bir önlerine gelen görsellerle algılama biçimleri dahi deforme olan ya da güncellenen çocuklarımızın bizim öğrendiğimiz gibi öğrenemeyeceğini, bizim bilmemiz gereken şeyleri bilmelerinin de gerekli olmadığını anlayabiliyorum.

İlk etapta bakıldığında Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin de;

“Çocuklarımızın ileriye daha güvenle bakabilecekleri, kendilerini daha iyi geliştirebilecekleri ve elde ettikleri bilgileri, hayallerini geliştirecek, hayata geçirebilecekleri bir ortam oluşturabilmek hedefimiz. Buradan hareketle birinci felsefemiz, eğitim sistemimizin felsefesini bilgiye erişmekten ziyade, beceri kazandırarak eriştikleri bilgiyi analiz edebilecek ve bu hayallerinin gelişmesine katkıda bulunacak hale getirmek. Dolayısıyla müfredat çalışmalarının ana ekseni bu. Yani özüne, değerlerine bağlı, ama dünyadaki örnekleriyle rekabet edebilen çocuklarımızın kendi hayallerini geliştirebilmelerini istiyoruz. Önümüzdeki yüzyılı, ‘Türkiye Yüzyılı’ haline dönüştürmek için çocuklardan hayal kurabilmelerini arzu ediyoruz. Müfredatımız dolayısıyla bu iki eksene oturuyor” derken pek süslü ve duymak istediğimiz cümleler kuruyor, fakat aynı okulların içinde ÇEDES Projesi adı altında cemaat ve tarikatların yuvalandığı vakıflarla işbirliği yapıldığını bilince insan, inanası da gelmiyor söylenenlere.

Dünyada ne öğretiliyorsa bunun müfredatta bulunduğunu, bunun dışındakilerin ise ilerleyen eğitim süreçleri olan ön lisans, lisans, lisansüstü eğitime aktarılmasının da seyreltme anlamına geldiğini söyleyerek bizleri aydınlatıyor Sayın Bakan.

Açıklamasında kullandığı cümleler tam olarak şöyle;

“Aylık rutin öğretmenler odası buluşmalarında, müfredatı yetiştirebilmek için haftalık ders saatlerinin artırılması gerektiği yönünde görüşler geliyor öğretmenlerden. Bunları üst üste koyduğumuz zaman da ortalama 60-70 saat haftalık ders yükü olması gerekiyor. Şimdi bu mümkün olmadığına göre yapılması gereken şey belli. Biz bu anlamda müfredatımızı, programlarımızı ciddi bir seyreltme sürecine de tabi tuttuk. Tekrarlanan bilgilerin çıkartılmasına dikkat ettik. Aynı konuları 12 yıllık zorunlu eğitim içerisinde 3-4 defa veya daha fazla tekrarlamanın çok bir anlamı yok. Çocuklarımızın akademik yetkinliklerinin veya akademik pozisyonlarının üstünde almakta zorlanabilecekleri bilgileri çocuklarımızla paylaşmanın da bir anlamı yok. Bütün bunları göz önünde bulundurarak müfredatta yüzde 35’lik bir seyreltme içerisine girdik”

İşin bundan sonrasını eğitimcilerden dinleyeceğiz…

Yeni müfredatın bir haftalık askı süresi var ve eğitimle ilgilenen herkes şimdiden didik didik etmeye başladı bile askıya çıkan çalışmayı.

Bakalım nerede neler bulunacak…

İznik’te kurtla yiyip kuzuyla ağlayanlar

İznik’te kurtla yiyip kuzuyla ağlayanlar

1997 yılında başladım mesleğe ve benim mesleğe başladığım yılın en büyük çevre mücadelesi, Cargill’in İznik Gölü’nün sularını kullanarak mısır şurubu üretmek üzere ülkemize bir tesis kurmasını engellemek üzere verilen mücadeleydi.

Bugün Norm Haber çatısı altında hazırlayıp sunduğum Ortak Akıl programına konuk olan Ziraat Mühendisleri Odası Bursa Şube Başkanı Fevzi Çakmak ile de bu konuyu konuştuk evvela.

Şimdiye kadar 48 bin hektar tarım toprağını kaybetmiş Bursa’nın bağrına saplanan hançerlerden biri olan Cargill, 25 yılın ardından ‘yanlış bir iş yapıldı, bu fabrikanın buraya kurulması da hataydı’ denilerek yanlışlığı onaylanan, ancak varlığına dokunulmayan bir tesis.

Buna karşılık UNESCO Dünya Mirası Listesine girmeye aday İznik’te Cargill dışında pek çok tesis kurulmaya devam etti, ediliyor. Bir yandan gölün ne hikmetse bitmeyeceği düşünülen suyu tepe tepe kullanılıyor, diğer yandan kurulmayan, kurulsa da çalıştırılmayan arıtma tesisleri nedeniyle göldeki canlı popülasyonu öldürülüyor. Ova kirletiliyor. Su kirletiliyor…

Şimdi yeni bir hamle ile daha karşı karşıya İznik… Ordu Yardımlaşma Kurumu OYAK’ın bir iştiraki olan HEKTAŞ, Bursa’nın Orhangazi ilçesinde UNESCO koruması altındaki İznik Gölü’ne 150 metre mesafede bir tesis kurmayı planlıyor.

Haliyle istenmiyor bu tesis. Bir yanda UNESCO Dünya Mirası Listesine girmeye çalışan, tarihi dokusunu ve doğal güzelliklerini bu platforma kabul ettirmeye çabalayan İznik, diğer yanda gölün etrafında sanayileşen İznik…

Hani işin olur tarafı yok zaten…

Bir de detayları görseniz, içiniz parçalanır…

Açılması planlanan tesiste, tarım ürünleri etken madde üretimi, tehlikesiz atıktan bakır sülfat üretimi ve kimyevi gübre üretimi yapılacak.

HEKTAŞ’ın, Muradiye Mahallesi’nde OYAK bünyesinde bulunan arazileri kiraladığı ve söz konusu arazilerin tapu kayıtlarında tarla, bahçe olarak görüldüğü ayrıntısı da bir kenarda dursun.

Bursa’nın bir süredir İstanbul’un arka bahçesi olarak görüldüğünü, yapılan tüm çalışmaların da buna uygun olarak planlandığını, bunu yaparken de Bursa halkının temiz hava, temiz çevre, temiz su ihtiyacının hiçbir biçimde düşünülmediğini söylüyorduk. Bu durum tam da örnek teşkil eden vakalardan. Çünkü HEKTAŞ’ın hali hazırda Gebze’de üretime devam eden bir tesisi mevcut. İşte bu tesisin İznik Gölü kıyısına taşınması planlanıyor.

Üstüne Bursa Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından tesisin yapılacağı alanın 3. Derece arkeolojik sit alanında bulunduğunun açıklandığını belirterek bir de tüy dikelim tam olsun…

Bir tesis kurulmadan önce, hele de böyle çevreye zararı dokunacak türden bir tesisten bahsediyorsak, mutlak surette ÇED Raporunun alınması gerekir.

Tahmin edin bakalım, HEKTAŞ’ın kurmayı planladığı fabrika için Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü’ne yaptığı ÇED Raporu başvurusuna nasıl bir yanıt gelmiş olabilir?

Proje alanı, Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği’nde belirtilen alanlar kapsamında yer almamaktadır” ifadesi yer alıyor.

Fabrikanın yapılması planlanan alanın İznik Gölü’ne 150 metre mesafede olduğunun altını bir kez daha çizmek isterim!

Konuyla ilgili bugün bir basın açıklaması yapıldı. İznik ve Çevre Yaşam Platformu’ndan Ceren Tuncer, “Dünya iklim krizi, kimyasal kirlilik ve biyoçeşitlilik kaybıyla boğuşurken, İznik Gölü, Orhangazi kıyısı, gözü ranttan başka bir şey görmeyen, yağmacı ve talancı siyasi ve yöneticilerin elinde, ikinci Dilovası’na dönüştürülmekte. Türkiye’nin 5. büyük gölü, İznik Gölü’nün su seviyesi minimum işletme kotu olan 83,30 m. altına düştü. Göl, artık ‘SOS’ veriyor. Gölün suyunu çeken Cargill ve Gemlik Gübre fabrikalarının ardından, Varaka Kağıt Oluklu Mukavva Tesisine Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) olumlu kararı verildi. Bu da yetmezmiş gibi HEKTAŞ kimyasal gübre, zehirli zirai ilaç ve bakır sülfat (göztaşı) üretimi için ÇED başvurusunda bulundu” diyerek özetledi konuyu.

Bundan birkaç gün önce Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanının ‘Zümrüt Anadoluyu talan ettik, ağaçlarımızı yok ettik, ormanlarımız kel bir hale getirdik’ şeklindeki enteresan serzenişlerine şahitlik etmiş insanlar olarak yine aynı bakanlığın koskoca gölü, sit alanlarını, tarım topraklarını yok sayarak ÇED Raporlarını olumlu vermesini anlamlandırmak güç.

Sanki bakanlık ayrı bakan ayrı çalışıyor, sanki kimsenin kimseden haberi yok ya da öyle bir orta oyunu oynanıyor ki, efsane performanslar sergileniyor. Hani Oscar verilse olacak cinsten. Çevre Bakanı en büyük çevreci, çevre katliamlarına yönelik büyük üzüntü içinde, fakat katliama neden olan bakanlık da kendi elinde…

Kurtla yiyip kuzuyla ağlamak özlü sözünün tam karşılığı bu olsa gerek.

ÇED Raporunun olumlu verilmesi daha işin başlangıcı, CİMER’e yazılan şikayet yazısında vurgulanan ‘muhtemel tehlikeli atık miktarı aylık bin kilogramdan fazla olacağı için geçici depolama izni alınması planlanmaktadır’ ibaresi işin daha da çetrefilli ve tehlikeli boyutlara ulaşacağının habercisi.

İznik Gölü’ne 150 metre uzaklıktaki bir mesafede katı ve sıvı tehlikeli atıkların depolandığı bir alan olacak ve bu alanın yarattığı zarar şimdilik konuşulma sırasına dahi giremedi.

Seçimin hemen ardından Bursa’dan kocaman parçalar koparmak isteyenlerin harekete geçtiğini yazmaya başladık. Daha da çok yazacağız anlaşılan. Zira etimizden et kopara kopara bitirecekler Bursa’yı, bir an önce harekete geçmezsek…

 

Orhangazi’de Bekir Aydın’dan TARIM AŞ hamlesi

Orhangazi’de Bekir Aydın’dan TARIM AŞ hamlesi

Mevcut ilçe belediye başkanları içerisinde en tecrübeli olan iki isimden biri Orhangazi Belediye Başkanı Bekir Aydın.

Önce ilçe yöneticisi, ardından belediye meclis üyeliği – hem ilçe hem de büyükşehir – sonrasında ise belediye başkanlığına seçilmiş bir isim.

Bu dönem de Orhangazi halkı tarafından ikinci kez başkan seçilen Aydın’ın yeni dönemdeki projelerini merak ettim, kendisini önceki gün makamında ziyaret ettim.

Kendisi ile konuşmamızda edindiğim bilgiler yeni dönemin şifreleri neler sorusuna da yanıt niteliğindeydi.

Malum, geçen dönem borcuyla kamuoyunda adı uzun süre anılan, yapmış olduğu akıllı projeler ve tasarruf tedbirleri ile Orhangazi Belediyesi’nin borç yükünü oldukça hafifleten Aydın, bu dönemde Orhangazi’de belediye olarak kurduğu Tarım AŞ ile ses getirecek projeler için düğmeye basmış durumda.

Bir taraftan belediye tarafından kurulan Tarım AŞ üzerinden ilçenin siyah altını olarak nitelendirebileceğimiz zeytinin her şeyinden faydalanmaya yönelik projelere başladı bile.

Zeytinin hem zeytinyağı hem yiyecek kısmından faydalanmayı herkes biliyor.

Fakat Aydın, zeytinin yapraklarından ve çekirdeklerinden de faydalanmayı düşünüyor.

Özellikle içerisinde bulunan oluripen maddesi ile zeytinin kanserle savaşan bir bitki olduğu biliniyor. Keza yaprağının da aynı zamanda karaciğer ve şeker düzenleyici olduğu birçok bilimsel  çalışmada incelenmiş, makalede yazılmış.

Çekirdeğinin tozu da viral hastalıklar da kullanılıyor.

İşte Aydın, zeytinin bu özelliklerinden faydalanmak istiyor.

Zeytinyağı için de özellikle hediyelik bazda, 100-250-500-1000 gramlık özel hediyelik ambalaj tasarımı yaptırarak Orhangazi Belediyesi’nin zeytin ve zeytinyağını başta internet üzerindeki satış kanalları ile tüm ülkede görmek mümkün olacak.

Sadece bu kadar da değil…

Zeytin yapraklarından faydalanarak ekstrat ve sallama çay olarak piyasaya sürmeye hazırlanan Aydın bu konu ile ilgili olarak da  İPAD ve BEBKA, AB projelerinin de hazırlığını bitirmek üzere.

İlçede kivi üretimi ile ilgili de farklı çalışmalar yapacak olan Aydın, kurutulmuşu başta olmak üzere kiviyi değişik şekilde Orhangazi Belediyesi’nin güvencesi ile tüketiciyle buluşturmak istiyor.

Bunun yanı sıra Keramet‘e bungalov tipi evler yapılırsa kaplıca turizmi de gündeme gelir.

Bu da belediye için önemli gelir kaynağı olabilir.

Benim kanaatim, yaz aylarında, yüzde 55’i Orhangazi sınırlarında olan İznik Gölü kenarı için de farklı bir proje üretilebilir. En azından yap işlet devret modeli ile 100 yataklı otel yapılabilir. İlerleyen süreçte belediyeye kaynak getirebilir…

Belki de bu dönem zeytini Gemlik’e, gölü de İznik’e kaptıran Orhangazi, bu pazardan gerçek hakkını alarak atılım yapacak.

Benim kişisel kanaatime göre, önümüzdeki süreçte yapacağı farklı projelerle Aydın’ın hem Bursa’da hem Orhangazi’de ses getirmesi sürpriz olmaz.

Bize de düşen Bekir Aydın’a yeni dönemde başarılar dilemek…

Bozbey’in ilk ve en büyük sınavı

Bozbey’in ilk ve en büyük sınavı

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’in seçim sürecinde yaptığı konuşmalarda sıklıkla dile getirdiği konulardan biri, Bursa’nın yeterince sanayi bölgesine sahip olduğu konusuydu. Daha fazla sanayi bölgesi açmak yerine, katma değeri yüksek ürünlere yönelen sanayileşmeyi teşvik etmek ve tarım, turizm, kültür kenti olma yolunda ilerlemek, bunu yaparken de kentsel dönüşümün ivedilikle çözülmesi gereken bir sorun olduğunu atlamadan yola düşmek, Bozbey’in planı.

En azından benim bunun dışında bir gelişmeden haberim yok.

Şimdi Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’in ilk ve en büyük sınavı konusuna gelebiliriz. Tüm bunları gerçekleştirmek ve daha fazla sanayi bölgesi oluşturmamak gibi bir hedefi varsa Bozbey’in, elini çabuk tutmalı.

Büyükşehir Belediye kadrolarını oluşturmak için ince elenip sık dokunduğunu, bu nedenle de sürecin biraz yavaş ilerlediğini biliyoruz, ancak durumdan faydalanmak ve yarım kalan işlerini tamamlamak isteyenler çok.

Seçimin hemen ardından Ankara yollarına düşülmüş ve Bursa’nın hali hazırda bir ‘şehir anayasası’ kapsamında büyük ölçekli planı olmadığından, merkezi hükümet tarafından planlanabilecek şehirler arasında yer aldığından verilen sözlerin tutulması adına hareket geçilmiş bile.

Daha önce defalarca yazdığım konudan, Kestel ve Yenişehir arasındaki Kestel ilçe sınırlarında kalan Soğuksu da yapılması planlanan Doğu TEKNOSAB projesinden bahsediyorum elbette.

Ben yazmaktan usandım, planı askıya çıkarıp çıkarıp indirenler bu işten usanmadılar.

Eee… Usanılacak gibi de değil. Az buz bir ranttan bahsetmiyoruz burada.

Bursa’da rantın sadece Nilüfer bölgesinde döndüğünü düşünenler yanılıyor. Eğer kullanmayı bilirseniz, yani biraz uyanıksanız, ki karşımızdaki kişiler biraz uyanıklar, şehrin taşı toprağı altın artık!

Seçimin ardından harekete geçeceklerini tahmin ediyordum ve bu konuda uyarı mahiyetinde bir yazı da yazmıştım öncesinde. Ancak seçimin ardından Pazartesi günü planın bir kez daha askıya çıktığını Yüksel Baysal’ın köşe yazısında okudunuz ilk.

Seçim öncesinde şöyle bir enstantane yaşamıştık; dönemin Kestel Belediye Başkanı Önder Tanır ile program yapmak üzere sözleşmiştik, Tanır’ın stüdyoya geleceği gün ise Doğu TEKNOSAB projesi planının Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından askıya çıkarıldığını öğrenmiştim. Gerçek ve isabetli bir tesadüf oldu benim için. Konuyu programda da konuştuk. Program sonrasında Önder Tanır’ın da müdahalesi ile planlar askıda sadece bir gün kaldıktan sonra kaldırılmıştı. Meselenin seçim sonrasına ertelendiğini ise konuyla ilgilenen herkes biliyordu artık.

Malum, Önder Tanık AK Parti’nin Kestel Belediye Başkan adayı olarak gösterilmedi. Fakat Kestel’e bir borcu olduğunu düşündüğünden, Kestel’in yeni bir sanayi bölgesi ihtiyacı olmadığına, aksine şehrin merkezinde kalmış sanayi bölgesinin şehrin dışına taşınması gerektiğine olan inancından, Yeniden Refah Partisi’nden belediye başkan adayı oldu.

Tanır yarışı kazanamadı, ancak yarışı kazansaydı mücadele edeceği en önemli konu bu olacaktı. Bunu defalarca konuştuğumuzdan, bu sabah yaptığımız telefon konuşmasında bir kez daha ele aldığımızdan gayet iyi biliyorum.

Dile kolay 2 bin 200 hektarlık bir ranttan bahsediyoruz!

Bursa’daki 17 OSB’nin yarısı kadar bir alana denk geliyor bahsettiğim rakam. Kestel’in beşinci OSB’si olacak eğer plan onaylanırsa.

Cumhuriyet Halk Partisi’nin bundan iki yıl önce yaptığı açıklama esnasında bölgenin tarım arazisi olduğunu görmüştük.

Şehrin havası en kirli iki ilçesinin Kestel ve Nilüfer olduğunu biliyoruz. Bursa’nın sanayi bölgeleri açısından en yoğun iki ilçesinin havası en kirli ilçeler olması şaşırtıcı değil elbette. Şimdi Kestel’e yeni bir sanayi bölgesi daha eklenmek isteniyor.

Daha doğrusu yeni iki sanayi bölgesi eklenmek isteniyor!

Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin eski başkanı Alinur Aktaş’ın veda toplantısında dile getirdiğine göre BTSO ile bir uzlaşmaya varılmış ve şehrin batısına bir KOBİ OSB, doğusuna bir KOBİ OSB ve yine şehrin doğusuna bir TEKNOSAB yapılmasına karar verilmiş.

Kime sorulmuş da karar verilmiş?

Belli değil.

Veda toplantısındaki açıklamaya göre sanayicilerin talepleri bu yöndeymiş.

TOKİ’den sanayi bölgesi kurmak için kamulaştırma yapmak konusunda vekalet alan sanayicilerin bir kooperatif kurdukları ve bu vekaletle kamulaştırmalara devam ettiklerini biliyoruz.

Tanır’ın aktardığına göre;

Yaklaşık 2 yıl önce tarlaların dönümünü 50 bin liradan alan sanayiciler, şimdi aynı tarlaları satışa çıkarsalar dönümüne 1 milyon lira istiyor!”

Dikkatinizi çekerim; bölge daha sanayi arsası vasfına sahip olmadı. Asıl değer artışı bu plan onaylandığında yaşanacak. Yukarıda rakamları verdim. Varın aradaki karı siz hesaplayın.

Sanayicilerin neden bu sanayi bölgelerine ihtiyaç var dediklerini de anlamışsınızdır herhalde!

Şimdi gelelim Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından askıya çıkan planı Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’in durdurup durduramayacağına…

Bozbey’in Ankara’dan böylesine baskıcı bir tutumla şehre dayatılan ve şehrin dinamikleri tarafından da irdelenmeden uygulamaya koyulmaya çalışılan bir plan için tüm sivil toplum kuruluşları ve akademik odalar ile birlikte hızla hareket ederek tepkisini ortaya koyması, gerekirse CHP Genel Merkezini de işin içine dahil edeceği bir eylemlilik planlaması gerekiyor.

Eee… Ülkenin yeni gözbebeklerinden birine belediye başkanı olmak kolay değil, temiz çevre, temiz hava, planlı şehir vaatlerinin altını doldurmak için ilk ve en önemli sınavlardan biri tam da önümüzde duruyor.

Hepimize kolay gelsin…

AK Parti’de Zenbilci hareketliliği, kongrelerin başlangıcı ve Bursa Valisi Mahmut Demirtaş’a ziyaretler

AK Parti’de Zenbilci hareketliliği, kongrelerin başlangıcı ve Bursa Valisi Mahmut Demirtaş’a ziyaretler

Yaşanan son yerel seçimlerin ardından AK Parti‘de önce raporlar hazırlandı, ardından hazırlanan raporlar il başkanlığına ve genel merkeze kadar gitti.

Ama gerçek olan şu: O raporlara her şey yazılmadı.

Misal olarak raporların Bursa’da okunacağı bilindiği için mevcut yönetim ya da yöneticilerden duyulan rahatsızlıklar şimdilik pas geçildi.

Bu rahatsızlıklar direkt Ankara’nın görevlendirdiği isimlere bildirilecek.

Kısaca eteklerdeki tüm taşlar dökülecek.

Onun zamanına da çok az bir süre kaldı.

Sadece bu kadar değil…

Artık o köprünün altından sular belki bundan sonra akmayacak.

O köprünün altında yeni suların akma ihtimali, daha doğrusu eski kaynakların tekrar akması mümkün olabilir.

Ama bunun öncesinde yaşanan ilginç detaylar da var.

AK Parti’de pazartesi günleri il başkanlıklarının, salı günü ilçe başkanlıklarının, çarşamba kadın ve ve gençlik kollarının toplantıları gerçekleştilir.

Fakat bu hafta başta beş merkez ilçenin tüm kademeleri ile toplantılarını il başkanlığında gerçekleştirmeleri için salı akşamı ilde toplanmaları çağrısı yapıldı.

Son dakikada Gürsu ve Kestel toplantılarının çarşamba günü kendi ilçelerinde yapılması kararlaştırıldı.

Bu toplantılara İl Başkanı Davut Gürkan da katılacak.

Yine öte yandan perşembe günü tüm ilçe başkanları il başkanlığında toplantıya çağrıldı.

Toplantının sebebi, Yerel Yönetimlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı ve Adana Milletvekili Ahmet Zenbilci‘nin perşembe günü Bursa’yı ziyaret edecek olması.

Zenbilci Bursa’dan sorumlu…

Bakalım sürekli halının altına saklanan sorunlar yumak halinde Zembilci’nin önüne ilçe teşkilatları tarafından serilirse Bursa ile ilgili nasıl bir karar alınacak?

Bu arada AK Parti ile ilgili olarak kongre sürecinin en geç mayıs ayının ortasında başlayacağı bilgisine ulaştık.

AK Parti’den seçilen belediye başkanları da Bursa Valisi Mahmut Demirtaş’ı bugün ziyaret ettiler.

Karabatı CHP’ye geçer mi?

Hafta sonu olağanüstü kongresini gerçekleştirecek İYİ Parti‘de en fazla merak edilen konuların başında yeni başkanın kim olacağı geliyor.

Bunun sonucunu hafta sonu öğrenmiş olacağız.

Bu sonuca odaklı olarak Bursa’da İYİ Parti teşkilatlarında nasıl bir gelişme yaşanacak?

Yine ülke genelinde ve Bursa’da kazanılan belediye başkanlıkları bu gelişmelerden etkilenir mi?

Misal Karacabey Belediye Başkanı Fatih Karabatı CHP’ye geçer mi?

Yenişehir Belediye Başkanı Ercan Özel ne yapar?

Bu soruların yanıtlarını önümüzdeki süreç içinde hep beraber öğrenmiş olacağız.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Bağdat ve Erbil notlarım

Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Bağdat ve Erbil notlarım

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘ın 12 yıl aradan sonra gerçekleştirdiği Irak ziyareti, beklenenden fazla ses ve coşku getirdi.

22 Nisan’da gerçekleşen ziyaretin ilk durağı Bağdat’tı. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile birlikte bakanlar, milletvekilleri, bürokratlar ve iş dünyasının etkili isimleri geniş bir çerçevede bu ziyarete eşlik etti.

Bağdat Uluslararası Havalimanı’nda gerçekleşen resmî karşılama programı sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan, ilk olarak Irak Cumhurbaşkanı Abdüllatif Reşit’i ziyaret etti. Gerçekleşen ikili görüşmede bölgesel sorunlar ve Türkiye-Irak ilişkilerine dair başlıklar konuşuldu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ikinci ziyareti Irak Başbakanı Muhammed Es Sudani’ye oldu. Başbakan Sudani ile de bölgesel sorunlar, çözümler, terörle mücadele, Kalkınma Yolu Projesi, Irak’ın huzuru, karşılıklı yatırımlar, su ve iki ülkenin birlikte sorunsuz yürüyebilmesi için ortak oluşumların/birliklerin/platformların oluşturulması seçenekleri konuşuldu.

Aslına bakarsanız Irak Başbakanlığı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Başbakan Sudani ile görüşmesinin yanı sıra tüm görüşme trafiğini yönettiği merkez oldu. Başbakanlıkta Sudani ile gerçekleştirilen ikili görüşme sonrasında heyetler arası görüşmeler ve istişareler yapıldı. Başbakanlık Konutunda Iraklı Türkmenlerle de görüşen Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkmenlerin son süreçte yaşadığı etki ve yetki kayıplarını Türkmen siyasetçilerle değerlendirdi.

Tüm bu görüşmeler sonucunda Türkiye ve Irak 26 başlıkta iş birliği sağlanacak anlaşmaya imza attı.

Irak Başbakanlık Konutu iki ülke arasında köprü niteliğindeki pek çok görüşmeye ve anlaşmaya vesile olurken, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Ali Erbaş, TİKA Başkanı Serkan Kayalar ve beraberlerindeki heyet Bağdat’ta TİKA tarafından restore edilen Abdülkadir Geylani ve İmam-ı Azam Ebu Hanife Külliyelerini ziyaret ettikten sonra İmam-ı Azam Ebu Hanife Külliyesi içerisinde yine TİKA tarafından kurulan müzenin açılışını gerçekleştirdi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gerçekleştirdiği Bağdat ziyaretinde bir diğer görüşme merkezi de Reşit Hotel oldu. Reşit Hotel’de bir araya gelen Türkiye ve Iraklı iş insanları önce Ticaret Bakanı Ömer Bolat’ın da konuşmacı olarak katıldığı paneli dinledi, sonrasında da kendi sektörlerine dair muhataplarıyla karşılıklı iş birliği başlıklarını görüştü.

Bağdat’ta gerçekleştirilen görüşmeler sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan ve beraberindeki heyet Erbil’e gitmek üzere saat 19:30’da Bağdat’tan ayrıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a eşlik eden isimleri taşıyan ikinci uçak yaşanan küçük bir sorun nedeniyle Bağdat’tan geç kalkınca ikinci uçakta bulunanlar Erbil’deki programa katılım sağlayamadı ve havalimanından çıkamadan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Erbil’deki görüşmelerini tamamlamasını bekledi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Erbil ziyareti daha dar bir çerçevedeydi. Görüşmeler kurumsallıkla birlikte dostluk yansımalarını da beraberinde getirdi. Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı Neçirvan Barzani ve Başbakan Masrour Barzani’nin havalimanında karşıladığı Cumhurbaşkanı Erdoğan karşılama töreni ve ikili görüşmeler sonrasında Kürt Yönetimi’nin Kadim Başkanı Mesud Barzani ile samimi bir görüşme gerçekleştirdi.

Erbil’den yansıyan artı bir coşku daha vardı Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ve Türkiye’ye yönelik… Erbil Kalesi ve Erbil sokakları Cumhurbaşkanı Erdoğan, Erbil’e gelmeden bir gün öncesinden Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Türkiye Bayraklarıyla donatılmıştı. Erbil caddeleri refüjlerde ve bilboard’larda “Hoşgeldin Türkiye” diyordu.

Özetle Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan iki gün önce gittiğim Bağdat’ta siyaset-bürokrasi-iş dünyası-diplomasi-vatandaş ve daha pek çok noktadan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ziyaretine dair notlarımı almaya başladım.

Ziyaret günü de Bağdat ve Erbil yansımalarını aldığım notlarıma ekledim.

Bu ziyarete dair gördüğüm tablo; en kısa zamanda Türkiye ve Irak himayesinde “ortak bir terör operasyonu” olacağından yana…
Çünkü Kalkınma Yolu Projesi başta olmak üzere konuşulan, imzalanan, gerçekleşmesi istenen tüm başlıkların dönüp dolaşıp geldiği yer; terörden arındırılmış ve güvenliğe-huzura kavuşturulmuş bir Irak…

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Bağdat ve Erbil ziyaretine dair aktaracaklarım ve bu ziyaretten yansıyan ileriye dönük tespitlerim elbette ki bu kadar.

Dilerseniz zihnimdekileri ve Irak’taki RÛH’a dair yüreğimde biriktirdiklerimi diğer yazıma bırakalım. Irak geçmişinde tüm güzellikleriyle dünyanın cazibe merkezi olduysa acilen o RÛH-a kavuşması gerekiyor…

Çünkü nasıl ki insanları güzel-huzurlu-sevilir kılan unsur sahip oldukları RÛH ise mekanları da cazip-güçlü-güvenli-istikrarlı kılan sahip oldukları RÛH’tur…

Pınarbaşı eski günlerine dönmeli

Pınarbaşı eski günlerine dönmeli

Hafta sonu Osmangazi Belediyesi‘nin Fetih Şenlikleri kapsamındaki kent ve halk koşusunu yerinde takip etmek için sabahın ilk saatlerinde soluğu Bursa Kalesi‘nin sırtını dayadığı Hisariçi Pınarbaşı‘nda aldım.

Çocukluğumuzun, gençliğimizin geçtiği bölgeye vardığımda geçmişten bugüne kadar yaşadıklarım bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti.

Küçüklüğümüzde Pınarabaşı hem park alanı hem de mesire yeriydi.

Bayramlarda ise ayrı bir güzeldi. Kültürpark‘ın küçük bir yansıması idi.

Bursa’nın bir çok bölgesinden gelen çocuklar bayram harçlıklarını toplayıp buraya gelir, salıncaklara, dönme dolaplara biner eğlenirdi.

Sirkleri unutmak da vefasızlık olur.

Hatta evveliyatı, Kültürrpark yokken burası varmış.

Sadece bu kadar mı?..

Bursa’nın ilk miting alanı.

Burada miting yapan birçok eski siyasi buradan uzaak kalmayarak, ebedi istirahatgah olarak Pınarbaşı ve Alacahırka Mezarlığı’nda dersek de abartmış olmayız.

Kimler geldi, kimler geçti…

Hey gidi günler hey…

Vakıflar Bölge Müdürlüğünün alanı olan  bölgede zaman zaman ihaleye çıkan kafetarya tarzındaki çay bahçesi ne hikmetse senelerdir önce ihale ediliyor, ardından kapanıyor.

Şu an ise kapalı alan resmen mezbelelelik haline dönüşmüş.

Camlar kırılmış, talan edilmiş, duvarlarına yazılar yazılmış.

Belki de ahlı…

Kim bilir bu araziyi vakfeden Nilüfer Hatun‘un gönlü buranın ticari müessese olarak çalışmasına razı değil.

Böyle giderse yakın bir tarihte madde kullanıcılarının buluşma noktası olabilir.

O zaman buna önlem almak gerekir, ne yapılabilir?

Aynen geçmişte olduğu gibi mesire alanı ya da millet bahçesi olarak düzenlenebilir, piknik masaları ile zenginleştirilebilir.

Yazın sembolik ücretle kır düğünleri için kiralanabilir.

Yine geçmişte bayram zamanlarında kurulan alana da geçmişi yaşatma adına minik bir kültürpark yapılabilir.

Yok bunlar olmaz deniliyorsa, otopark olarak törenlerin yapıldığı alana, önümüz yaz, portatif havuz kurularak da bölge halkının çocuklarının ihtiyacı karşılanmış olabilir.

Bu konuda görev hükümete düşüyor.

Hatta o bölgede uzun yıllar oturan, bölge ile komşuluk ve akrabalık bağları olan AK Parti Bursa Milletvekilleri Osman Mesten, Mustafa Yavuz ve Emine Yavuz Gözgeç’e.

Hatta bölgenin insanı AK Parti Kurucu İl Başkanı Şevket Orhan’a…

Onlar taşın altına elini sokarak bu işte öncü olmalı.

Öneri bizden değerlendirmek onlardan…

 

Geleceğe umutla bakmak istiyorum…

Geleceğe umutla bakmak istiyorum…

23 Nisan’da neden neşe dolamadığımızı, neşe dolmak için neye ihtiyaç duyduğumuzu yazmıştım bir önceki yazımda. Dünyada çocuklarına bayram hediye eden tek ülke olmanın gururunu taşıyamadığımız şu günlerde 23 Nisan’ı gerçekten bayram gibi geçirebilecek çocukların bu topraklarda büyümesi için Kimya Mühendisleri Odası Bursa Şube Başkanı Erkan Mutlu’dan güzel bir öneri gelmiş.

Bir sosyal medya mesajı olarak paylaşılan öneri şöyle diyor:

“23 Nisan’da artık çocuklar makam sahiplerinin yerine geçmesin. Makam sahipleri çocukların yerine geçsin. Örneğin;

Sanayi Bakanı, en azından yarım gün sanayide çalışan bir çocuğun yerine geçsin.

Ticaret Bakanı, gün boyunca pazarda su satsın.

Sağlık Bakanı, sadece bir gece parkta yatsın.

Ulaştırma Bakanı, 3 kere halk otobüsüne binsin.

Aile Bakanı, çocuk esirgeme yurdunda 24 saat geçirsin

Kısacası; onların sizin halinizden anlamasına gerek yok, onlar daha çocuk. Siz onların halinden anlarsanız zaten tüm sorunlar çözülür…”

Ülkemizin çocuklar açısından karnesinin hiç de iyi olmadığının bilinciyle 23 Nisan’ı kutlamalıyız, diye düşünenlerdenim.

Son 10 yılda ülkemizde 671 çocuğun iş cinayetine kurban gittiğinin, Türkiye’de 2023 yılında 40 binden fazla çocuk istismarı dosyası açıldığının, 2 milyondan fazla çocuk işçisi olan bir ülke olduğumuzun, 2023 yılında 10 binden fazla kız çocuğu evlenmiş bir ülke olduğumuzun, 3 milyon çocuğumuzun yatağa aç girdiğinin, çocuklarımızın yüzde 62’sinin her gün makarna ve ekmekle doyduğunun, çocuk istismarında 9 yılda 287 kat artış yaşayan bir ülke olduğumuzun, her üç çocuğumuzdan birinin yoksul olduğunun, 4 milyondan fazla çocuğumuzun örgün öğretimin dışında kaldığının farkında olmamız önemli.

Bu farkındalığa sahip olamazsak, ülkenin gerçeklerine gözlerimizi kapatırsak, makam koltuklarımıza oturan tertemiz giysili, iyi eğitimli, ağzı laf da yapabilen çocuklarımızın gözlerindeki pırıltıya aldanıp resmin büyüğünü görmeyi ihmal edersek; hayli zamandır ince uzun ağız kısmının dışında geniş bir tabana sahip deney kaplarının şekline dönmüş ekonomik sınıflandırma şemamızın dibindeki kalabalık ve yoksul halkın çocuklarını yok saymış oluruz.

Çocuklarımız sadece altını üstüne getirdiğimiz, hemen hemen her 3 yılda bir yeni müfredat ve yeni sistemlerle karman çorman ettiğimiz, en sonunda ‘bu kadar bilgi yeter, sadeleşmeye gideceğiz’ kararı da verdiğimiz eğitim sisteminin neresinden tutacakları sorunu ile uğraşmıyor; Milli Eğitim Bakanlığı ve Türkiye İstatistik Kurumu’nun sağladığı güncel verilere göre; 15-17 yaş arasındaki her üç erkek çocuğundan biri ve 10 kız çocuğundan biri okurken çalışmak zorunda kalıyor…

Anne babası lise altında eğitim almış olan her on çocuktan altısı yine ancak lise altında eğitim alabiliyor…

Orta öğretime başlayan beş çocuktan biri okulu bitiremiyor…

2024 yılının Türkiye’sinde hala yüz çocuktan altısı eğitime başlayamıyor…

Çocuklarımız sadece yoksulluğun sırtlarına yüklediği yükü nasıl sırtlanacakları sorunu ile boğuşmuyor; TÜİK Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması’na göre her gün et tavuk ve balık yiyemeyen çocukların yarısı, ileride de iki günde bir dahi et tavuk ve balık yiyemeyeceğini biliyor.

Çocuk istismarının, kayıp çocuk oranlarının, çocuk işçilerin sayısının giderek arttığı bir ülke artık Türkiye…

Çocukların suça ve uyuşturucuya sürüklendiği, Bursa’da dahi uyuşturucu kullanma yaşının 10 yaşa kadar düştüğü bir ülke artık Türkiye…

Çocukların eğitim ve beslenme hakları ellerinden alınıyor, eğitim müfredatının içi boşaltılıyor, bizlerin klasikleri okuduğu yaşlarda çocuklarımız ÇEDES denilen proje ile yüzleşip, vakıf adı altındaki tarikat ve cemaat yapıları tarafından eğitilmeye mahkum ediliyor.

Bizim çocukluğumuzda müze gezileri düzenlenirken şimdilerde camilere namaz kılmaya götürülüyor öğrenciler.

İstismar edilen çocukların dava dosyaları tarikatçı cemaatçi torpilli hakimlerin kararı ile kapatılıyor, depremde ölen çocukların aileleri susturulmaya çalışılıyor, kayıp çocuklar bulunamıyor…

Yerel seçimlerde bir miktar kıpırdanan ve ‘yeter artık’ diyen Türkiye, 23 Nisan’da da çocuklar için ayağa kalksın istiyorum.

Mustafa Kemal Atatürk’ün çocuklarına bayramlar hediye ettiği Türkiye’den çok uzak bir yerde olduğumuzu, çocuklarına sahip çıkmayan bir ülkenin yok olmaya mahkum olduğunu herkes görsün istiyorum.

Bu kez adaletin yanında çocuklarımıza sahip çıkmayı da istiyorum.

Geleceğe umutla bakmak istiyorum…

23 Nisan çocuklarına daha iyi bir ülke bırakmak adına çaba gösteren herkese ve onlara yaşattığımız bunca çileye katlanan tüm güzel çocuklarımıza kutlu olsun…

Mediterraneo

Mediterraneo

Hafta sonu düzenlenen “İktidar Yolunda CHP Belediyeciliği Çalıştayı“nın açılışında CHP Genel Başkanı Özgür Özel’i dinlerken, 1991 yapımı Oscarlı İtalyan filmi Mediterraneo (Akdeniz) geldi aklıma. Çünkü o filmdeki bir replik biz solcuların hayatını özetler niteliktedir.

Filmde 2. Dünya Savaşı’nda bir Yunan adasında unutulan bir manga askerin hikayesi anlatılır.

Askerler unutulduklarını fark ederek, ada sakinleri ile yeni bir hayata başlarlar. Bir gün acil iniş yapan bir uçağın pilotundan savaşın bittiğini öğrenirler. Uçağı tamir eden pilot ile ülkelerine yardım çağrısı yaptıktan sonra askerlerin içerisindeki Çavuş neşe içerisindedir. Devamlı aynı repliği tekrarlar: “Yeni bir İtalya yaratacağız!..”

Ama bir er, ülkesine dönmek istemez ve adaya yerleşir. Çavuş neşe içerisinde geri dönüş yolundaki gemide bile o sözü tekrarlamaya devam eder: “Yeni bir İtalya yaratacağız!..”

Filmin finalinde, 40 yıl sonra manganın teğmeni adaya yerleşen eri ziyarete gittiğinde ağzı açık kalır. Çünkü Çavuş da uzun yıllardır geride kalan er ile birlikte adada yaşamaktadır. Teğmen, Çavuş’a dönüp neden geri döndüğünü sorduğunda cevap oldukça nettir: ,

Yeni bir İtalya yaratmamıza izin vermediler!..”

Genel seçim sonrası CHP Genel Başkanı Özgür Özel de aynı filmdeki Çavuş gibi yeni bir Cumhuriyet Halk Partisi kurmak için yola çıktı. Değişim parolası ile Kılıçdaroğlu’nun, sokak siyasetindense tweet siyasetini benimsemesini yerle bir etti. Örgütündeki genç il başkanları ile ağabey-kardeş ilişkisi kurdu. Yandaş basının İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile bir kriz varmış gibi araya fitne sokmak için yaptığı tüm uğraşları boşa çıkardı.

Yerel seçimlerde umulmayan bir zafer alarak Atatürk’ün partisi CHP’yi birinciliğe taşıdı. Ama görüyoruz ki Özel’in üzerinde atamadığı bir sendrom var. Onun adı “1989…”

Böyle bir başarıyı Erdal İnönü’nün aslan sosyal demokratları da yakalamıştı. Bugün Cumhurbaşkanı’nın “bize oy vermezseniz hizmet gelmez” söylemini o günlerde Turgut Özal daha ileri götürüp gazetelere eli kolu bağlı bir belediye başkanı koyarak halkı tehdide kadar gitmişti.

Seçmen de aynı bugün olduğu gibi sandıkta tehdit cümlelerini kuran Özal’a tokadı basmıştı. Özal, memleketi Malatya’yı bile zor kurtarmıştı muhalefetin elinden. Sakarya bile aslan sosyal demokratların olmuştu.

Daha sonrasında SHP’li belediyelerin karıştığı yolsuzluklar, özellikle İSKİ skandalı, İstanbul’da işçilerin grevi ile büyüyen çöp dağları 1991 genel seçimlerinde SHP’ye ağır bir yara aldırdı.

1994’de ilk olarak yerel seçimlerde Sosyal Demokrat Belediyeciliğin sonunu getirip arkasından 1995 genel seçimlerinde de Doğru Yol ve Refah Partisi‘nin önünü açtı.

Şimdi de Özgür Özel 1989’daki tablo ile karşı karşıya kaldı. Devasa bir seçim başarısı ile birlikte omzunda 1989 sendromu bütün ağırlığı ile duruyor.

Mediterraneo“daki Çavuş’un dediği gibi yeni bir Türkiye mi yaratacak ya da baktı olmuyor, o da Çavuş gibi “Yeni bir Türkiye yaratmama izin vermediler” diyerek, Manisa’daki eczanesinin kasasına geçip reçeteleri mi okuyacak?

Önce adalet istiyorum

Önce adalet istiyorum

Bugün 23 Nisan, neşe dolacak insan da olmuyor işte…

En azından şimdilik neşe dolacak noktaya gelemedik…

Yerel seçimlerin ardından halen CHP’li belediyeler tarafından devralınan AK Partili belediyelerin yarattıkları kamu zararları ve kamu savrukluğu üzerindeki şaşkınlık atılmaya çalışılıyor.

Hatırlarsanız mesele Bursa’ya kadar sıçradı.

Sayıştay, eski Başkan Alinur Aktaş yönetimindeki Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne yönelik 2021 yılı Sayıştay Denetim Raporu’nda, sosyal etkinlikler için 83 bin 175 liralık altın, 57 bin liralık Türk kahvesi fincan seti, 91 bin 850 liralık Türk kahvesi satın alındığı, Başkanın konuklarına alınan ipek kumaş baskılı tabloya 117 bin 900, muhtarlara dağıtılmak üzere bin 200 adet saate ise 48 bin lira ödendiğini tespit etmişti.

Halkçı Hukukçuların Aktaş için Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunmasından da bir sonuç çıkmamış, Aktaş ve diğer şüpheliler hakkındaki şikayetle ilgili ‘işlem yapılmasına yer olmadığına’ karar verilirken, soruşturma yapılması için Sayıştay’ın suç duyurusunda bulunması gerektiği belirtilmişti.

Sabah saatlerinde katıldığı bir televizyon programında bu konuya dikkat çekti CHP Genel Başkanı Özgür Özel. Yaratılmaya çalışılan ‘suç yok’ algısında bir hata mevcut çünkü.

“Bursa, Alinur Aktaş’ı bu yaptıkları yüzünden siyaseten cezalandırdı zaten. Ama yaptıklarının bir de adli boyutu var. Suçlu çünkü!

Suçlu mu, suçsuz mu mahkeme karar vermeli. Devletin Sayıştay memuru gitmiş, denetim yapmış, eksiklikleri, hataları yazmış. Ama suç duyurusunda bulunmamış Sayıştay. Savcı diyor ki, Sayıştay’ın yapması lazım. Burada suç yok demiyor. Sayıştay, belediye AK Partili diye suç duyurusunda bulunmak yerine örtbas etmiş. Sayıştay kimden korkuyor, onu da milletimiz biliyor. Bağımsız yargının mensupları kimin huzuruna gidiyorlarsa ondan çekinip de suç duyurusunda bulunmuyorlar. Bir suç var Sayıştay raporuna yazmış, getirmişler senin önüne koymuşlar. Sen de bu milletin savcısısın hala Sayıştay suç duyurusunda bulunursa bakarım. Bu da olmaz. Savcı da korkuyor. Aynı kişiden korkuyor. Eskiden başbakanlar Sayıştay’dan korkardı. Şimdi de Sayıştay, yürütmenin başından korkuyor” diyor Özel.

Şimdilerde bir yenilenme, değişme türküsü çığıran ve bu işin tutması yönünde partinin bir zamanlar ötelenmiş kurucularıyla fikir alışverişi içine giren AK Parti, eğer niyetinde ciddiyse önce adaleti tesis etmeli. Örtbas etme kurumundan da acilen vazgeçmeli.

Bir siyasi erkin, kendisinden korktuğu için suçluya suçlu demeyen adalet sisteminin en çok kendisine zarar verdiğini içselleştirmesi belki zaman alır, ancak unutmamak lazım ki, bunu gerçekleştirdiğimiz zaman demokratik bir ülke olmanın kapısını aralayabiliriz. Ancak bu biçimde yabancı sermayenin ülkemize gelmesini sağlayabiliriz, ancak bu biçimde beyin göçünün önüne geçebiliriz, ancak bu biçimde insanlarımızın içindeki umudu yeşertebiliriz…

Konu çok basit ve bir o kadar önemli olduğundan ilk olarak adaletin altını çizmek istedim.

Çünkü 23 Nisanlarda neşe dolmak için şimdilik öneminin farkında olmasalar da çocuklar önce adalet ister…

Adil bir eğitim hakkı,

Adil bir gelir dağılımı,

Adil bir şehir düzenlemesi,

Adil bir sağlık hizmeti,

Adil bir gelecek planlaması ile başlar her şey…

Ülkesinde zekası ve becerileri doğrultusunda en iyi eğitimi alacağını bilen, zekası ve becerileri doğrultusunda aldığı eğitimin en adil karşılığını alacağını bilen, yaşadığı şehrin her bir köşesinin kendi özellikleri doğrultusunda en adil biçimde sosyal donatılara kavuştuğundan emin olan, hastalandığı durumda cebindeki parasına değil hastalığının çözümünün ne olduğuna odaklanan bir sağlık hizmeti alacağının farkında olan, tüm geleceğini sağlıklı, yaşanabilir bir çevrede, sevdiği işi yaparak, değer verdiği insanlarla mutlu bir yaşantı sürmek için planlayabilecek olmayı ister çocuklar…

Şimdilik bu süslü cümleleri kuramasalar da ‘okul istiyorum, hastane istiyorum, park istiyorum, daha fazla ağaç ve çiçek istiyorum, bizim ilçemize AVM yapılsın istiyorum, babama iş istiyorum…’ derler kısaca…

Bugün 23 Nisan, bu kez insanın neşe dolması için tüm bunları ben de istiyorum.

Ama önce adalet istiyorum…

Yolu Bursa’dan geçen ama bir daha pek kesişmeyen vekillerimiz…

Yolu Bursa’dan geçen ama bir daha pek kesişmeyen vekillerimiz…

Öncelikle şunu net ifade etmek gerekir: Bursa dışarıdan atama yolu ile diye tabir edeceğimiz kimi zaman da halk arasındaki ifadesi ile ithal milletvekilini zor kabullenen bir kent.

Buradaki ‘ithal’ ifadesinden kastımız şu:

Bursa’da yaşamayan.

Bursa’da doğmuş olabilir ama Bursa’da yaşamayan…

Benim için Bursa’yı yeteri kadar temsil edemez.

Bursa’da doğmamış fakat Bursa’da yaşayan ise Bursa’yı çok iyi temsil edebilir.

İşte örnekleri;

Bu minvalde yakın tarihimizde Bursa’dan kimler geldi geçti?

Aklımın erdiği, yavaş yavaş siyasetten bahsedildiği ilk zamanlardan itibaren o zamanki adıyla SHP’den seçilen 18. Dönem’de ilk ithal milletvekilimiz Fehmi Işıklar idi…

Bursa’dan milletvekili seçildi, bir daha Bursa’ya yolu düştü mü ben hatırlamıyorum. Yine bir başka ithal milletvekilimiz 19.Dönem’de DYP’den İbrahim Gürdal idi.

Onun da milletvekili seçildikten sonra yolu Bursa’ya düşmedi.

20.Dönem’de hala milletvekili olarak görev yapan İlhan Kesici de Bursa’ya gelen hatta o zaman Yıldırım’dan ev tutan bir daha da göremediğimiz vekillerden…

21.Dönem’de Bursa’ya atanan bir siyasetçi ise DYP’den Oğuz Tezmen‘di. O da milletvekili seçildi.

Bir seçilirken hatırlıyorum…

Bir daha da aklıma bir şey gelmiyor.

Aynı dönemde ANAP’tan da Bursa listelerine hediye olarak gönderilen isim Kenan Sönmez oldu…

Geldi, seçildi gitti…

22.dönemde CHP’den Bursa’ya ataması çıkan isim merhum Ali Dinçer oldu. O da milletvekili olarak Ankara’ya döndü.

Bursa’da bir şeyler yaptı mı? Bana göre “hiç”…

23.Dönemden itibaren ise Bursa’da doğmuş ama bir daha pek Bursa’ya uğramamış bir vekilimiz oldu o da MHP’den Merhum Hamza Hamit Homriş. Allah var ya onu ara sıra bayramlarda gördük, görmedik desek yalan olur.

Yine aynı dönemde CHP de kontenjan olarak Onur Öymen’i Bursa’ya gönderdi. O da geldi seçildi, ara sıra basın toplantısı yaptı giderken de Şehitler Köyü’ne sağlık ocağı binası inşa ettirdi….

Bir daha uğradı mı, ben görmedim.

Görenler bize de söylesin…

24.Dönemde Bursa’ya atanan siyasetçi ise Bülent Arınç idi. O da Bursa’da doğan siyaset yaptığı Manisa’dan rotasyonla Bursa’ya gelen siyasetçi.

AK Parti’nin kendi içinde gruplara ayrıldığı dönem…

Arınç Allah için fırsat buldukça Bursa’ya geliyor… Kardeşi de ebedi yolculuğuna Bursa’dan uğurlandı. Mezarı da Bursa’da…

CHP’de aynı dönemde Aykan Erdemir diye birisini atadı. Erdemir de Bursa’da doğmuş. O kadar…

Şu an nerede? ABD’de.

Niçin orada…

Onu da beraber yol yürüdüğü arkadaşlara sormak gerekir…

25.Dönem’de HDP’den Asiye Kolçak isminde biri seçildi. Onu Bursa sokaklarında hiç görmedik dersek abartmış olmayız. Zaten onun vekilliği de çok kısa sürdü.

25 ve 26 Dönem’de Bursa’da AK Parti listelerinden Bursalı olmayan Mehmet Müezzinoğlu, Cemalettin Kani Torun, 26.Dönem’de Efkan Ala milletvekili seçildi.

Ardından 27. Dönem’de İYİ Parti’den Ahmet Kamil Erozan, MHP’den Mustafa Hidayet Vahapoğlu geldiler seçildiler ve gittiler. Bir daha ne zaman yolu düşer onu şimdiden kestirmek mümkün değil.

27.dönemde AK Parti’den Efkan Ala bir kez daha Bursa listelerinden aday gösterildi. 28.Dönem’de ise önceki dönem bakanlarından Mustafa Varank’ın da tayini Bursa’ya çıktı. Allah için Varank’ı halk sevdi.

İthal milletvekili gözüyle değil kendinden birisi gibi baktı.

AK Parti Genel Başkanvekili Efkan Ala da Bursa’dan vekilliğe devam ediyor.

Neticede yazdığım vekilliği devam edenler hariç yolu Bursa’dan geçen ama bir daha pek kesişmeyen vekillerimiz demek daha doğru olacak….

Öte yandan ilk defa Bursa’dan vekil seçilen fakat daha sonra farklı dönemlerde farklı illerden milletvekili seçilen yok mu?

Merhum İbrahim Yazıcı Muğla’dan, Canan Candemir Çelik memleketi Gaziantep’ten, Faruk Çelik ise Şanlıurfa ve Artvin’den vekil seçildi.

Bir de partilerin aday gösterdikleri Bursa listelerine monte ettikleri isimler var ki, onları da yazmaya kalkarsak baya zaman alır.

Bu yazdığım son 35 sene…

Bir de eskisini hesap edersek, Bursa’ya hızlı trenin neden gecikmeli geleceğini anlatmaya yeter artar bile…

 

AK Parti Osmangazi’de istişarelere devam

AK Parti Osmangazi’de istişarelere devam

Son yerel seçimlerde istediği sonuca ulaşamayan teşkilatlardan biri de AK Parti Osmangazi İlçe Başkanlığı.

İlçede hem meclis hem de belediye başkanlığı seçiminde ikinci parti olan Cumhur İttifakı, seçim sonuçlarını masaya yatırdı.

Bu minvalde AK Parti Osmangazi İlçe teşkilatı önce mahalle bazlı, ardından sandık bazlı derin analizler yapmaya başladı.

“Biz nerede hata yaptık” diyerek yola koyulan teşkilat, ilçe yöneticilerini sorumlu mahalle başkanları ve yönetimleri ile buluşturarak sonuçları değerlendiriyorlar.  Şimdiden bir sonraki seçim için kolları sıvayan Adnan Kurtuluş başkanlığındaki bu çalışmalar takdir ediliyor.

Öte yandan bu arada Osmangazi’de son yerel seçimlerde yaklaşık olarak 50’nin üzerinde muhtar değişimi yaşandı.

Uzun yıllardır muhtarlık yapan birçok isim bu seçimlerde sandıktan çıkamadı. İşte bu noktada İlçe Başkanı Adnan Kurtuluş da seçilen yeni muhtarlara hayırlı olsun ziyaretinde bulunurken, seçilemeyen ya da kendi isteği ile aday olmayan  isimlere de teşekkür ederek bundan sonraki hayatında partisi adına başarı dileklerini iletti.

AK Parti Osmangazi İlçe Teşkilatında gördüğümüz birçok isim “Bizim sakalımızı kestiler, ilk seçimde o sakal daha gür çıkacak” diyorlar.

Bize de düşen takip etmek…

***

EROL, KESTEL’İ UÇURABİLİR

Erol, Kestel’i uçurabilir…

Son yerel seçimlerde tırnakları ile kazıyıp bulunduğu makama gelen isimlerin başında Kestel Belediye Başkanı Ferhat Erol geliyor.

İlçede yardımsever kimliği ile tanınan Erol, partisi tarafından aday gösterilince mevcut belediye başkanı Önder Tanır da partisinden istifa edip belediyenin de imkanlarını da kullanarak YRP’ye geçti.

Yerel seçimlerde yaklaşık 700 oyla seçimi kazanan Erol, anketlere de külahı ters giydirerek başkanlık koltuğuna oturdu.

Erol’un hem ilçe halkı hem de sanayicilerle olan pozitif, güler yüzü ikili ilişkilerle ilçede önemli bir ivme yakalayacağını umuyorum.

Bu süreçte rafa kaldırılan üniversite ile ilgili çalışmalar, Erol tarafından raftan indirip tekrar kamuoyunun takdirine sunulursa Kestel’in şehrin doğusunun parlayan yıldızı olmasına şaşırmamak gerekir.

En azından bir vakıf üniversitesi Kestel’e yakışmaz mı?

Hem de fazlasıyla…

Bize düşen kendisine başarılar dilemek.

Yerel halk olarak konuşuyorum…

Yerel halk olarak konuşuyorum…

IMFDünya Bankası Bahar Toplantıları kapsamında düzenlenen etkinlikte konuşan Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in enflasyon açıklamasında kullandığı; “Merkez Bankasının enflasyonu düşürme çabasını desteklemek için programı güçlendireceğiz. Yapısal reformları ileriye dönük olarak hızlandırıyoruz. Türk varlıklarına güçlü bir ilgi var. Yerel halkı enflasyonun düşeceğine dair ikna etmemiz gerekir!”

Sözü hayli tartışma yarattı…

Paragrafın ‘yerel halk’ bölümü özellikle tepkilere neden oldu.

Kendisi İngiliz vatandaşı olan Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in ‘yerel halk’ demekten imtina etmediğini, bu hitabı yanlışlıkla kullanmadığını, hatta bu hitabı genel olarak bizden bahsederken kullanmayı tercih ettiğini söylemekte fayda var.

Her ne kadar ekonomistlerin böyle toplantılarda yerel yatırımcılardan, ülkenin vatandaşlarından bahsederken meramını anlatmanın en kolay yolunun bu türden bir hitap olduğunu söylediği açıklamaları okumuş olsam da, ülke olarak yaşadığımız hassasiyetten kaynaklı bir tepki duymuyor değilim meseleye.

Elbette bir İngiliz vatandaşına göre bizim yerel halk olarak adlandırılmamız normal, işin normal olmayan tarafı bizim ekonomimizi bizi yerel halk olarak nitelendiren birinin yönetiyor olması ve bize faydalı bir işler yapacağına yönelik beklentimizin yüksekliği. Bir de yapılacak olanlar, atılan adımlar, yapılması gerekenler ve bir türlü oldurulamayanlar konusunda bir zamanlar ‘biz onlara borç verir hale geldik’ dediğimiz kurumlara hesap verir noktaya dönmüş olmamızda.

Haberlerde pek bahsedilmese de aynı kurumların ‘biz de olsak benzeri uygulamaları yapardık’ kabilinden destekleri de cabası…

Ben ekonomiden pek anlamam, benim anladığım pazar çantamın ne kadar dolduğu, markette neyin ne kadar zam gördüğüyle sınırlı…

Küçük bir paket şekerlemenin bir gün içinde 5 lira fiyat artışına uğramasını aklımın almayışından ekonomiden ne kadar da anlamadığını görebilirsiniz. Başka bir bakış geliştirmek isterseniz, ‘fiyatları ne kadar da yakından takip etmek durumunda kalıyor insanlar’ cümlesi pek uygun düşer durum için.

Efendim gelelim ülkemizin büyük açmazı enflasyonun düşürülememesine yönelik savunmalara…

İşte burada biz yerel halk olarak devreye giriyoruz.

Çünkü anlamıyoruz bir türlü enflasyonun düştüğünü…

Konu hakkında ikna edilmemiz gerekiyor görünüşe göre…

Tam ikna olacakken gittiğimiz çarşı pazarda bir iki gün içinde fiyatların yeniden değiştiğini gördüğümüzde ülkedeki enflasyonist ortamın devam ettiğini düşünüyoruz küçücük aklımızla. Oysa bir ikna olsak, 17 liralık şekerlemenin fiyatının bir anda 22 lira olmasının enflasyonla değil de ne bileyim bir zamanlar söylendiği gibi güncelleme nedeniyle olduğuna ya da 20 liraya aldığımız salatalığın kilosunun 29 lira olmasının aslında bizim hayal gücümüzle ilişkili olduğuna…

Oysa kimler kimler bizi ikna etmeye çalışmadı ki…

Hatırlayın, gözlerinden ışıklar saçan bir bakanımız vardı, dünyada hiçbir sorun yokmuşçasına gülerek, ‘bir uyuyup uyanalım altı ay sonra enflasyon nasıl da düşecek’ diyordu. Uyuduk, uyandık, kendimizi uçurumun kenarında bulduk. Eski Bakan Nebati’nin gözlerinden hala ışıklar çıkıyor mudur, yüzünde hala o umursamaz gülümseme var mıdır bilmiyorum, ama bizim gözlerimizin altı çöktü, gülücüklerimiz soldu…

Ben ekonomistim’ diyen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a da vermiştik yetkiyi. Faizle şununla bununla nasıl uğraşıldığını gösterecekti bize. Büyük de bir umutla bekledik. İnşallah dedik, bu kez kurtulalım şu hayat pahalılığından…

Enflasyon yetkiden önce yüzde 15’ler civarındaydı, yetkiden sonra yüzde 70’lere çıktı! Bu da devlet eliyle yapılmış düzeltmeler ışığında. Ben diyeyim TÜİK siz anlayın gerisini.

Ramazanda pideyi 40 liraya alan, bir damacana suya 100 lira veren, en ucuz bisküviyi 20 liradan aşağıya bulamayan, balığın mevsiminde hamsiyi 150 liranın altında görmeyen vatandaşı nasıl ikna edecek şimdi Mehmet Şimşek enflasyonun düştüğüne…

İşin garip taraflarından biri de daha doğrusu benim gibi ekonomiden anlamayan vatandaşların aklını karıştıran sorulardan biri de şu; şimdi biz enflasyonun düştüğüne ikna olmuyoruz diye mi enflasyon yüksek, yoksa enflasyon yüksek olduğu için mi biz enflasyonun yüksek olmadığına ikna olmuyoruz.

Hani, ‘tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan’ diyerek bu enflasyonun yüksek seyretmesinin faturası yine bize mi yükleniyor?

Asıl soru bu…

Ben yerel halk olarak en çok bunu merak ediyorum. İkna olsam mesela enflasyonun yüksek olmadığına, düşecek mi patatesin fiyatı?

BURSKOOP yeni dönemde devam edecek mi?

BURSKOOP yeni dönemde devam edecek mi?

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı görevine seçilen Mustafa Bozbey’in belediyeyi tanıma ve kadrosunu kurma çalışmalarına aralıksız devam ediyor.
Brifingler alıyor, atamaları yapıyor.

Önümüzdeki hafta içerisinde kadronun ana hatlarıyla ortaya çıkması muhtemel gözüküyor. Fakat bu arada merak edilen konular içinde önceki dönem belediye başkanı Alinur Aktaş’ın kurduğu önemli projelerden biri olan BURSKOOP’un yeni dönemde de burs verip vermeyeceği. Akabinde yönetimsel anlamda burslar verilmez ise alternatif anlamda ne yapılacağı fazlasıyla merak konusu.

BURSKOOP, malum gerek lise eğitimi alan gerekse üniversite eğitimi alan birçok öğrenciye burs veriyor.

Bu burslar devam edecek mi?

Hangi şartlar altında devam edecek?

Edecekse mevcut BURSKOOP üzerinden mi devam edecek yoksa yeni bir yöntem mi bulunacak? Bunları ilerleyen süre zarfında hep beraber öğrenmiş olacağız.

Bizim temennimiz odur ki bu bursların devam etmesi, ihtiyaç sahibi öğrencilerin mağdur olmaması.

Bakalım ilerleyen günlerde konuyla ilgili olarak Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey nasıl karar verecek?

Hep beraber öğrenmiş olacağız.

Bekleyip, takip edelim.

***

AYDIN HIZLI BAŞLADI

Osmangazi Belediye Başkanı olarak görevine başlayan Erkan Aydın’ın pozitif enerjisi dikkatlerden kaçmıyor.

Halkla samimi ilişkiler kuran ve sohbetler yapan Aydın, belediyenin kapılarını da halka açarak kendisini tebrik etmek isteyen vatandaşlarla kucaklaştı

Üç gün boyunca binlerce kişiyi Osmangazi Belediyesi’nde misafir eden Aydın’ın bu tavrı vatandaşlar tarafından fazlasıyla takdir edildi.

Pazar günü de Osmangazi Yarı Maratonu ile bir etkinliğini daha tamamlayacak olan Aydın, yeni döneme en hızlı başlayan belediye başkanı oldu.

***

BURULAŞ VE BESAŞ DA İNDİRİM YAPAR MI?

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’in ilk icraatı su fiyatlarında yüzde 25 indirime gitmesiydi.

İndirimler 1 Mayıs 2024 tarihinden itibaren faturalara yansıyacak.

Bu indirimin belediyenin diğer iştiraklerine de yansıyıp yansımayacağı ayrıca merak konusu.

Özellikle başta ekmek ve ulaşım fiyatlarında indirim gerçekleşir mi?

Ya da tam tersi fiyat artışı mı olur?

Onu da muhtemelen şirketlerin genel kurulları sonrası işbaşı yapacak yeni yönetimler sonrası hep beraber öğreneceğiz.

Var mısınız bir ‘Bursa Mutabakatı’na?

Var mısınız bir ‘Bursa Mutabakatı’na?

Göreve gelmeden önce yaptığı basın ziyaretlerinde ve katıldığı toplantıların hemen hemen hepsinde; ‘Nilüfer’de çok büyük bir rant söz konusu, eğer akademik odalar ve sivil toplum kuruluşları ile birlikte Nilüfer’in faydası için ortaklaşa hareket etmezsek ben tek başıma bu rantın karşısında durmakta zorlanırım’ demişti Nilüfer Belediye Başkanı Şadi Özdemir.

Evet, Nilüfer Türkiye’nin en hızlı gelişen, dolayısıyla rantı en yüksek olan bölgelerinden biri… Bölgedeki her taşınmazın değerinin sadece bölgenin değeri giderek arttığı için artması aslında korkulacak bir durum değil. Hatta bölgedeki ‘rant’ haksız kazanç anlamına gelmediği, vatandaşın faydasına kullanıldığı sürece keyif verici bir durum üstüne üstük.

Korkulansa oluşturulan çeşitli baskılarla bölgedeki rantın vatandaş tarafından değil, çeşitli güç odakları tarafından zenginleşme aracı olarak kullanılması…

Nilüfer’in yeni Başkanı Şadi Özdemir koltuğa oturalı henüz 15 günü doldurmuşken, belediye birimlerinin kendisini bilgilendirdiği toplantılar ve kendi kadrosunu oluşturmakla ilgili baskılı mücadele sürecinin içindeyken ağırladığı Bursa Gazeteciler Cemiyeti Yönetimine yaptığı açıklamalarda, “Sanayicisi, iş insanları, çiftçilerimiz, siyasetçilerimiz, akademisyenlerimiz, bürokratlarımız, sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri, hep birlikte çözümler üreterek uygulamazsak Nilüfer’e ihanet ederiz. Bir araya gelerek çalışmalı, kamuoyu baskısı oluşturmalıyız. Çünkü Nilüfer tehlikenin eşiğinde” demiş bir kez daha.

Bu cümleyi kurarken de enteresan bir detayı öne çıkarmış; ‘Gazetecilerin kamu adına denetim görevi üstlendiğini!’

Uzun süredir böylesine hakkımızın teslim edildiği bir cümle duymamıştım hiçbir yöneticiden. Bence Bursa’nın basının dördüncü güç olduğu dönemlerine dönmeye gerçekten ihtiyacı var.

Umarım sözde kalmaz…

Durum Nilüfer ölçeğinde biraz daha zorlu olmakla birlikte, Bursa’nın pek çok güç odağı tarafından sağı solu çekiştirilen, hemen hemen her bölgesi altın kıymetine bürünmeye başlamış bir hali var hayli zamandır.

Malum bir şehir planı olmayan Bursa’da birkaç yıldır işler Ankara’dan onaylanan, askıya çıktığından bazen belediye başkanlarının biz gazetecilerin yazdıkları ve söyledikleriyle haberdar oldukları planlarla yürür oldu. Gücü yeten herkes şehirden bir parça koparmaya çalıştı.

Süreç bundan sonra da böyle mi işleyecek?

Bu sorunun yanıtını yakında göreceğiz…

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’in öncelikli işlerinden birinin şehrin anayasası olacak Çevre Düzeni Planını tamamlayarak uygulamaya koymak olduğunu biliyoruz. Fakat nasıl bir planla karşı karşıya kalacağımız merak konusu.

Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin eski başkanı Alinur Aktaş giderayak düzenlediği basın toplantısında, malum planın aslında 2023 yılı başında hazır olduğunu, ufak tefek değişikliklerle yürürlüğe koyulabilecek durumda olduğunu, fakat önce genel seçimlerin, sonra da yerel seçimlerin geçmesini beklediklerinden planı uygulamaya koymadıklarını adeta itiraf etmişti.

Fakat işin içinde küçük bir gizli ajandanın olduğu, gizli dedimse öyle pek de gizli değil baya baya şehirden ağız dolusu parçalar koparacak olan iki KOBİ OSB ve bir Doğu Bölgesi TEKNOSAB’ı pazarlığının yapıldığı da yine aynı toplantıda ortaya çıkmış, cümle aralarında küçük harflerle geçiştirilmiş, üç proje için sözleşildiği dillendirilmişti.

Şimdi tıpkı Şadi Özdemir gibi belediye birimleriyle bilgilendirme toplantıları devam eden, bir taraftan da oluşturulmaya çalışılan kadrolar için baskı unsurları ile boğuşması süren, Mustafa Bozbey’in bir an önce içinde bulunduğu karmaşayı sonlandırıp plan üstünde çalışmaya başlamasını, planla ilgili çalışmak için kuracağını söylediği ‘planlama ajansı’nı tesis etmesini bekliyor herkes.

Sonrasında verilen eski sözlerin altında Bozbey’in imzasını mı göreceğiz yoksa bambaşka bir Bursa mı ona bakacağız…

Bu haftaki Ortak Akıl programına konuk olan ve Bursa’nın bir turizm şehri olarak planlanmasının aslında şehre nasıl da nefes aldıracağını anlatan TÜRSAB Genel Başkan Yardımcısı Hasan Eker;

“Şehirlerin sonsuz bir insan kabul etme kapasitesi yoktur. Aksine şehirlerin bir nüfus doygunluğu vardır ve Bursa bu doygunluğa çoktan ulaşmıştır. Bizim bundan sonrası için 5 milyonluk bir Bursa nüfusu üzerine planlamalar yapmak yerine şehrin nüfusunu nasıl 2 buçuk milyona düşürebiliriz konusunu konuşmamız lazım. Bir şehir insan nüfusu artmadan da gelişebilir, katma değeri yüksek sanayi üretimi, tarım ve turizm ağırlıklı bir şehir planlaması ile bu gayet mümkün” sözleri tam da duymak istediğim sözler aslında.

Elbette tüm bunlardan sonra, özellikle tüm kentin üst ölçekli planı olacağından, gözler 1/100.000 ölçekli planın yapımı için Mustafa Bozbey’de olacak.

Doymak bilmeyen sanayileşme arzusunun esiri mi olacağız, yoksa nitelikli, temiz, aynı zamanda daha yüksek katma değeri olan üretimlere kapılarımızı açıp, sanayimizi bu ölçüde şekillendirip, yepyeni bir şehir olmak için küllerimizden yeniden doğmayı göze mi alacağız?

Var mısınız bir ‘Bursa Mutabakatı’ üzerinde uzlaşmaya?

Benim değil, Hasan Eker’in bir önerisi bu…

Şehrin tüm dinamiklerinin bir araya gelerek günümüzde ve gelecekte nasıl bir şehir istediklerini çerçevelendirdikleri bir Bursa Mutabakatından bahsediyor Eker.

“Biz nasıl bir şehir istediğimiz planlayalım, çerçeveyi çizelim, sonra da seçilen belediye başkanlarını bizim istediğimiz şehri var etmek için çaba sarf edip etmediğine göre oylayalım. Önemli olan şehirde yaşayanların nasıl bir şehir istediğidir. İrademizi ortaya koyalım, irademizin dışında hareket eden yöneticileri de bir daha aynı koltuklara oturtmayarak cezalandıralım” önerisi bana çok mantıklı geldi.

Şehrin tüm dinamikleri bunu bir düşünsün bence…