Bu proje vezir de eder, rezil de…

Bu proje vezir de eder, rezil de…

Bursa’nın yerel siyasetten çok daha önemli sorunlarını bu aralar biraz aksattık gibi sanki…

Uzun süredir üzerinde yoğun biçimde çalışılan bir projeden, eğer doğru yönetilirse, eğer vatandaşın gönlü kırılmadan yapılması başarılabilirse, önümüzdeki dönem Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı koltuğuna oturacak ismin yıldız projesi olacak bir adımdan bahsediyorum.

Altıparmak-Çarşamba kentsel dönüşüm projesi

10 Ocak vesilesi ile görüşme şansını bulduğum ve tüm bu çalışmaların içinde, hatta tam ortasında olduğunu bildiğim İnşaat Mühendisleri Odası Bursa Şube Başkanı Ülkü Küçükkayalar’a da elbette ilk olarak bu konuyu sordum.

Karşıdan bakıp, ‘Bir büyük depremde bu sokaklara girmek bile haftalar alır’ dehşetindeki cümleyi kurduracak dar sokakların etrafında, bitişik nizam sıralanmış evlerin büyük bölümünün depreme dayanıksız binalardan oluştuğunu düşünürsek, Altıparmak ve Çarşamba aksının kentsel dönüşüm için acil kodu ile uyarı verdiğini kabul etmemek safdillik olur.

Hal böyle olunca Bursa Büyükşehir Belediyesi ve akademik odalar arasında imzalanan bir protokolle bölgenin kentsel dönüşümü için düğmeye basılmıştı. Sonrasında ise Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’ın ‘yıl sonu itibariyle ilk kazmayı vuracağız’ açıklamalarına İKK Sekreteri ve Mimarlar Odası Bursa Şube Başkanı Şirin Rodoplu Şimşek’ten, ‘Biz daha bölge için bir rol biçme, bir hikaye yazma aşamasındayız. Bu iş öyle oldubittiye getirilecekse, kentsel dönüşüm yerine bina yenileme yapılacaksa, akademik odalar böyle bir noktada durmaz’ demiş ve işler biraz daha ince elenip sık dokunarak ilerleme yoluna girmişti.

Şimdilerde her hafta yapılan toplantılarla hikayesi oluşturulan Altıparmak-Çarşamba bölgesinin Bursa’daki rolü, kentsel dönüşümle birlikte turistik ve ticari alan ağırlıklı olacak. Elbette konutlar da mevcut, ancak şimdiki gibi sadece konut ağırlıklı bir yaşam alanından söz edilmiyor artık.

Öyle tek bir caddenin tüm yükü taşıdığı yapılanmayı da aklınızdan çıkarın. Ulaşım konusu özel olarak ele alınıyor ve ana caddenin dışında alternatif yollarla yük azaltılmaya, daha doğrusu dağıtılmaya çalışılıyor.

Amaç şimdiye kadar hep bina yenileme biçimiyle ilerleyen projelerin dışında, gerçek bir kentsel dönüşüm gerçekleştirebilmek. 820 dönümlük bir adadan bahsediyoruz. Bursa’nın merkezinde, Hanlar Bölgesi, Kapalı Çarşı ve Tophane gibi tarihi ve turistik alanlara komşu, aynı zamanda Merinos AKKM ve Kültürpark ile çevrelenmiş kongre ve kültür merkezi yakınlığı da mevcut.

Lokasyonun zenginliği zaten tartışma götürmez. Burada tartışılması gereken tek bir nokta var. Yerinde bir dönüşüm olmayınca, konut sayısının, dolayısıyla bu bölgede yaşayacak insan nüfusunun düşeceği hesaplandığında, bölgeden ayrılması gereken vatandaş nereye gidecek?

Vatandaşın depreme dayanıklı binalarda yaşaması mutlak gerekli, kentin kendi ihtiyacına yönelik alanlarının yaratılması ve estetik ile birlikte ulaşım sorunlarına da çözüm bulacak alternatiflerin oluşturulması fikri harika…

Benim aklıma takılan tek bir nokta var; ‘sade vatandaş nereye gidecek?’

default

Tüm kentsel dönüşüm projelerindeki ana sorun burada da devreye giriyor ve kamucu politikalar ışığında yürümek zorunluluğu bir kez daha gündeme geliyor.

Bu noktada projeyi sürdürmek adına Bursa Büyükşehir Belediyesi koltuğuna oturacak ismin dikkat etmesi gereken husus vatandaşla uzlaşma ve bu uzlaşma sonrasında şehir içinde dağılacak olan mahalle nüfusunun konut fiyatlarında yaratacağı etkinin ortadan kaldırılması.

Yapılacak olan en doğru hamle, belediyeye ya da hazineye ait konut yapılması uygun bölgelerde rezerv alanlar oluşturmak gibi görünüyor. Böylece hem vatandaşın ikna edilmesi daha kolay olur, hem de Altıparmak-Çarşamba aksından göç edenlerin konut satış fiyatları ve kiralardaki artışa yansıması ortadan kalkar.

Elbette bahsettiğim şeyi gerçekleştirmek hayli zor. Sadece belediyenin değil Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın da imkanlarının kullanılmasıyla ancak altından kalkılır böyle bir çalışmanın.

Proje büyük, çok büyük…

Hedefler güzel, çok güzel…

Amaç iyi, hatta çok iyi…

Fakat çok iyi planlanması, çok iyi yönetilmesi, çok güzel diyalog kanallarının oluşturulması gereken bir işten bahsediyoruz…

Kısacası, Altıparmak-Çarşamba Kentsel Dönüşüm Projesi önümüzdeki dönem Bursa Büyükşehir Belediye Başkanını vezir de edebilir rezil de…

Kent Sempozyumunda kozlar paylaşılır mı?

Kent Sempozyumunda kozlar paylaşılır mı?

10 Ocak Çalışan Gazeteciler Gününde gerçekten de çalıştık. Sabah saatlerinde başlayan mesaimiz Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen akşam yemeğine kadar devam etti.

Biz gazeteciyiz, bizim için düzenlenen davetlerde dahi haber kovalarız. Hele de yerel seçimin böylesine sıcak bir atmosfer içinde başladığı şu günlerde…

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’ın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ilanıyla yeniden AK Parti Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olduğu malumunuz. Belki de bilmediğiniz, aday açıklanma sürecinin özellikle son dönemecinde parti içinde yaşanan rekabetçi ortamdır diye düşünüyorum.

Elbette siyaset rekabeti beraberinde getirir, elbette Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı gibi bir koltuk fazlasıyla mücadeleyi hak eder, elbette pek çok güçlü ismin gözü bu koltukta olabilir, ama bu kez işin rengi biraz daha farklıydı.

Hani şöyle söylense yeridir; Aktaş gitti gitti geldi adaylık masasına ve sonunda işin galibi kendisi oldu.

Benim bildiğim kadarıyla AK Parti’de yarışma, rekabet olur, ama sonrasında herkes tek bir amaç için birlikte çalışmayı başarır, küslükler, kırgınlıklar diğer partilere nazaran çok daha çabuk koyulur bir kenara.

Bu kez de öyle oldu sanırım, zira dün akşam düzenlenen yemekte ilçe başkanları ve teşkilat mensupları Aktaş’ın yanında yer aldıklarını gösterdiler. Alinur Başkanın uzun bir savaştan galip çıkmanın verdiği rahatlığı yaşadığını da söylemek mümkün.

Aktaş’ın özellikle yerel seçime yönelik konuşmasına geçmeden önce şunun altını çizmek istiyorum; AK Parti’nin adayı Alinur Aktaş, ‘20 yıldır belediye başkanlığı yapıyorum’ diyerek kendini tanıtan bir isim olduğundan, bu konuda bagajını karıştırmak hayli kolay olacaktır rakipleri açısından. CHP’nin adayı Mustafa Bozbey için de benzeri şeyler söylenebilir. İYİ Parti adayı Selçuk Türkoğlu’nun henüz belediye başkanlığı yok, dolayısıyla başkanlık makamından gelen bir bagajı da yok.

Buraya kadar tamamsa Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Aktaş’ın kendisine yöneltilen iddialara verdiği yanıtları içeren konuşmasından satır başları aktarabilirim, çünkü bagaj karıştırma işleri çoktan başladı bile…

İlk olarak, Türkiye’nin en borçlu belediyesi iddiasının yanlış olduğunu söyledi Aktaş. Göreve geldiklerinde borçlar, bütçenin 1,34 katıyken, bugün oran 0.34’müş. Verilen rakam borçların bütçeye oranının düştüğünü gösteriyor, fakat bir zamanlar ‘Bursa Büyükşehir Belediyesinin öyle çok borcu var ki, 2030 senesine kadar belini doğrultamaz’ cümleleri ile anılan belediyemizin ülkenin en borçlu belediyesi olup olmadığını, borçlu belediyeler listesinde kaçıncı sırada bulunduğunu göstermiyor fark ettiyseniz.

İkinci olarak, isim vermeden CHP Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mustafa Bozbey’e yüklendi.

“Benim aile vakfım yok ve o vakıftan bağış almıyorum. Yeşil alanları meyhaneye çevirmedim hiç” diyerek, bagaj karıştırmaya başladığının sinyallerini verdi. Aktaş ve Bozbey yarışının ilk raunduna damga vuran NİLVAK vakasını bir kez daha sahaya sürdü.

Eminim geçtiğimiz günlerde BUSKİ skandalı ile Bursa Büyükşehir Belediyesi’ni zorlayan CHP’nin kendi iç dinamikleri bir sulh ortamına kavuştuğunda Bozbey’den de karşı atak gelecektir, gelmelidir de. Seçimin adeti bu…

Benim tam da bu noktada belediye başkan adaylarına, özellikle de büyükşehir ve merkez ilçe belediye başkan adaylarına bir önerim olacak.

Bursa İl Koordinasyon Kurulu bir kent sempozyumu düzenlemek için kolları sıvadı, çalışmalara başladı. Muhtemel tarih 26 Ocak. Dolayısıyla kentin sorunlarını, eksikleri, projeleri tartışmak için harika bir platform olacak.

Tıpkı eski günlerde olduğu gibi başkanlar ve başkan adaylarının bir çatı altında görüşlerini paylaşmaları, eleştirilerini yöneltmeleri, sıcağı sıcağına yanıt almaları, araya danışmanlar, samimiyetten uzak konuşma metinleri, iğnelemeli, göndermeli yazılar girmeden, salt Bursa’nın konuşulması için harika bir fırsattır diye düşünüyorum.

Kentsel dönüşümden depremin ensemizde pişirdiği bozaya, ulaşımdan sanayileşmenin ve çarpık kentleşmenin tarım alanlarımızı talan edişine, hormonlu yapılardan atıl kalmış yatırımlara kadar konuşmamız gereken öyle çok şey var ki…

******

ÖNDER TANIR’IN ŞANSI ARTIYOR

10 Ocak Çalışan Gazeteciler Gününde ilk görüştüğümüz isim olan Kestel Belediye Başkanı Önder Tanır’ı da unutmamak lazım. İlk olarak beş yıllık başkanlığı süresince neler yapıldığını, Kestel’de nelerin değiştiğini anlatan Tanır’ın bir dönem daha aynı makamda olmak istediğini biliyoruz. Alinur Aktaş’ın Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı olarak işaret edilmesinin ardından bu konudaki şansının giderek daha da arttığını belirtmekte de fayda var.

Kestel’de belediyecilik daha çok sosyal projeler üzerinden yürütülürken şehir merkezine güzel bir meydanla beraber park sorununu halledecek otopark kazandırılması da başarılı işler arasında. Ben bu işlerin içine hayvan barınağını da katmak istiyorum ve bu konuda Tanır’ı hassasiyetinden dolayı özellikle tebrik ediyorum.

Seçim üstü Platon’dan öğütler

Seçim üstü Platon’dan öğütler

Önümüzde kazanan ve kaybedenlerin belirleneceği bir seçim için aday adaylığı süreci geçilmek üzere.

Sonrası adaylar için düz koşu.

Bu yerel seçimde, resmi olmasa da tabanın belirleyeceği ittifaklar rekabetine tanık olacağız.

Seçime katılan birçok parti var. Ancak iki farklı rekabet merkezi çerçevesinde gelişiyor süreç.

Süreçte etkin olmaya çalışan farklı politik gruplar; bir tarafta iktidar, öte tarafta muhalefetin merkezinde olduğu iki mahalleden oluşuyor aslında.

Düz koşu başlamadan, yani kesin adayların propaganda rekabet süreci başlamadan önceki havaya göz atınca neler görüyoruz bir bakalım?

– Muhalefet aday adayları içe dönük rekabette harcadıkları enerjiye, iktidar adayları parti politikalarına olan sadakatlerine güveniyor.

– Muhalefet aday adayları özgüven gösterince güçlü görünecekleri düşüncesi ile iktidar adayları etki alanlarının verdiği güçle davranıyor.

– Muhalefetin aday adayları içe dönük bir yarış için iktidarın aday adayları dışa dönük bir yarış için güç topluyor.

– Muhalefetin aday adayları kendilerinin, iktidarın aday adayları partilerinin seçim galibiyetine odaklanmış durumda.

– Muhalefetin aday adayları gelecekten, iktidarın aday adayları geçmişten söz ediyor.

– Muhalefetin aday adayları seçimlerdeki mücadelede partilerinden alacakları destekten şüpheli, iktidarın adaya adayları emin.

– Muhalefetin aday adayları proje ve hedeflerinde kendi girişimlerini referans gösteriyor, iktidarın aday adayları ise partilerini.

– Muhalefetin aday adayları partilerinin politikalarından şüpheli, iktidarın aday adayları parti politikalarından emin…

Siyasetin doğasında olan yönetme gücü kime verilecek?

Önce toplumun sonra devletin ortaya çıkması ile insanlığın üzerinde en çok kafa yorduğu, tartıştığı soru bu.

Mükemmel olmasa da buna şimdiye kadar verilen akla en yatkın cevap ise “Demokrasi” olmuş.

Gelgelelim antik Yunan filozofları, örneğin Platon şuna dikkat çekiyor:

Bir panayırdır demokrasi, beğen, beğendiğini al… Kendimize halkın dostu dedirtmek yeter. Saygısızlık nezaket olur; kargaşa hürriyet; israf cömertlik; yüzsüzlük de yiğitlik. Eğitimsiz kitlelerle demokrasi yönetilirse oligarşi olur, devam edilirse demogoglar türer, demagoglardan da diktatörler çıkar.”

Üzerinden 2 bin 500 yıl geçmiş bu sözlere göre oy vermek ne kadar da romantik kaldı günümüzde…

Bizim mahalle, onların mahalle, demokrasi denen torbada seç beğen al.

 

Kutlanacak başka şey olmayınca…

Kutlanacak başka şey olmayınca…

Geldik günlerden 10 Ocak tarihine…

Basının emek mücadelesinde çok önemli bir günden bahsediyoruz. 4 Ocak 1961’de, 212 sayılı Basın İş Kanunu Resmi Gazete’de yayımlandıktan sonra, dokuz gazete patronu üç gün süreyle gazetelerini kapatmış, gazeteciler ise emeklerine ‘Basın’ adlı bir gazete yayımlayarak sahip çıkmış bugünde. Böylesi mesleki dayanışmaları hasretle anıyoruz şimdilerde.

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden 1997 yılında mezun olduktan sonra başladığım meslek hayatımı aralıklarla da olsa 27 yıldır sürdürmeye çalışıyorum. Kimi zaman Bursa’nın en prestijli basın kuruluşlarında, en şaşalı dönemlerinde çalışarak, kimi zaman mesleğimi evden çalışma ortamına taşıyarak, kimi zaman da meslektaşlarımın yaptıklarını mesleğime duyduğum hasretle izleyerek ve sadece sosyal medyamı kullanarak hiç bırakmadığım bir kalemim oldu ömür boyu.

O günlerde pek hayıflanırdım mesleki haklarını eline alarak çalışmayı başarabilmiş meslektaşlarıma. Bendeniz bunu başaramamış bir gazeteci olarak kenardan baktığım haklara gelecekte tüm gazetecilerin hasret kalacağını nereden bilebilirdim o zamanlarda…

Şimdilerde 212’nin basın emekçisi açısından adeta içi boşaltılmış ve bu boşaltılma sırasında neredeyse hiç kimse direniş göstermemiş olsa da 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Gününün böyle bir vesile ile kutlanmış olduğunu aktarmış olduk…

Meslek örgütlerimiz elbette bugün için çeşitli açıklamalar yaptılar ve günün anlam ve önemini vurguladılar yine. Şimdilik yapılan tek şey bu, bununla sınırlı kalınıyor…

Ülkenin en zor mesleklerinden birini yapınca ve seni onore edecek başka yol olmayınca bol bol bayram hediye ediyorlar sanırım.

Pek çok gazetenin sadece gazetecilik yaptığı için kapatıldığı, pek çok gazetecinin işsiz kaldığı, binlerce gazetecinin cezaevine girip çıktığı, binlercesinin de cezaevi korkusu ile işini yapmaya çalıştığı ya da yapmaktan vazgeçtiği, cezaevlerinde halen pek çok meslektaşımızın bulunduğu bir dönemdeyiz.

Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde 180 ülke arasında bu yıl kaçıncıyız bilmiyorum, sonlarda olduğumuz kesin. Dünya Demokrasi Endeksi’ndeki yerimize bakmaya artık içim dahi elvermiyor. İktidarın kamu kaynaklarını kullanarak basının yüzde 95’i gibi önemli bir bölümünü ele geçirdiğinden de bahsediliyordu geçen yıl, bu oran bu yıl daha da artmıştır diye düşünüyorum…

Sözün özünde hele de Bursa gibi biz kırk kişiyiz, birbirimizi biliriz denecek kadar az insanın gündemi takip ettiği yerlerde net konuşmak gerekirse şöyle diyebiliriz, ‘özgür değiliz hiçbirimiz…’

Evimize ekmeğimizi götürdüğümüz bu işte bize verilecek fikir işçiliği bedelinin ucunda hayatlarımız ve özgürlüğümüz olduğu sürece bu çaresizliği sonlandırmak mümkün değil…

Üstelik bu baskıyı hissedenler sadece bir kurumda çalışan gazeteciler değil, kendi kurumunu oluşturarak bir biçimde gazetecilik yapmaya çalışanların boynundaki daha ağır prangalar hareket özgürlüğünü öyle daraltıyor ki, bir bakış açısı geliştirmek dahi mümkün değil.

Hani demem o ki, özgür basının yolu patron gazeteciliği-küçük ölçekli kurum ayrımında gizli değil. Gazeteciyi dimdik ayakta tutacak kanun ve kurallarda yatıyor. Oysa bu kuralları koymak ve işletmek hükümet edenlerin hiç işine gelmiyor.

Hatta var olan kuralları uygulamak dahi mümkün değil. Can Atalay dosyası önümüzde tüm çıplaklığı ile duruyor. İki önemli kurumun birbirine düşmesine vesile olarak da kullanılan dosya basın özgürlüğünün geldiği noktanın tam bir özeti.

Buraya kadar mesleğin geldiği noktayı yerin dibine gömdüğümüze göre, biraz da size doğru çevirelim projeksiyonu.

Hep kendimizi anlatıp ülkenin içinde bulunduğu durumdan etkilenen tek mesleğin gazetecilik olduğunu düşünmenize vesile olduysam, bu algıyı hemen değiştirebilirim…

Hangi iş insanı, hangi işçi, hangi memur kendisini bir aidiyet kılıfı içine sokmadan güvende ve rahat hissediyor? İşlerin yolunda yürümesi, gerekli desteklere kavuşabilmek için üye olmanız gereken siyasi parti, dernek ve vakıflar yok mu? Fotoğraf çektirirken şöyle bir kontrol etmiyor musunuz masanın üzerini?

Türkiye Cumhuriyeti Devletinde nefes alıp veren herkes aynı durumda bizimle…

Üzülmeyin, masum değiliz hiçbirimiz…

 

 

 

 

 

İstanbul sonrası ‘feth-i dil’ beklentisi arttı

İstanbul sonrası ‘feth-i dil’ beklentisi arttı

Fetih; ihya etmektir, kalpleri fethetmektir… Fetih; istila etmek, kırmak, dökmek, kaybetmek değildir” diyordu sahnedeki konuşmacı…

Doğru bildiğimiz pek çok yanlışa ya da dezenformasyona maruz bıraktığımız pek çok güzelliğe ne güzel bir örnekti bu anlatım…

Gönülleri fethetmek” üzerinden gelişen fetih kelimesini zamanla savaşa, kılıca, ölüme, zorakiliğe bağlamıştı insanoğlu; tıpkı “siyasetin halka hizmet için” geliştirilen bir sanat olduğunu unutup çekişme-restleşme-vatandaşı unutma haline büründürülmesi gibi.

31 Mart yerel seçimlerinde partilerini temsil edecek adayların isimleri yavaş yavaş belirmeye başladı.

AK Parti Haliç Kongre Merkezinde düzenlediği lansmanda 11’i büyükşehir, 15’i il olmak üzere toplamda 26 şehrin belediye başkan adayını ilan etti.

İlan edilen adaylardan 15’i mevcut belediye başkanları…

Lansman öncesinde dönen fazlasıyla şehir efsanesi vardı ve neredeyse tamamı açıklanacak isimlerin vatandaşın beklentilerini karşılamayacağı yönündeydi. O gün Haliç Kongre Merkezinde görüldü ki “siyaseten değil hizmeten” adaylar üzerinde çalışılmıştı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan “gönülleri fethedecek” adaylardan yana tercihini yapmıştı. Şehrinde başarılı olanlar, hemşerilerinin takdirini kazananlar, hızlı ve yerinde kararlar alarak çözüme ulaşanlarla devam demişti AK Parti.

Olumsuz hikayeler eşliğinde motivasyonu düşürülen şehirler, İstanbul’da açıklanan “feth-i dil” adaylar sonrasında iyice bir silkelendi,k endine geldi, “anlatılanlar asılsızmış amaç şehirlerde karşılığı olan hizmet edecek isimleri seçmekmiş” dendi.

Şimdi gözler 15 Ocak’ta gerçekleşecek Ankara tanıtımında ve ardından gelecek ilçe-belde adaylarının açıklanmasında.

Seçim tarihinin açıklandığı günden bu yana sahadan bizzat elde ettiğim notlar doğrultusunda birkaç başlığın altını ısrarla çizdim.

Ankara öncesinde hepsini anımsatmak istiyorum.

1. 7/24 takım elbise ile arzı endam eden, bol bol çay-kahve-kabul-ziyaret fotoğrafları veren makamlara kondurulacak köşe yastıkları istemiyor şehirler. Koşturan, çalışan, çalıştıran, üretimi destekleyen, tasarrufu vatandaşına sözleriyle değil yaşayarak benimseten, şehrinde/ilçesinde/beldesinde yaşayan, gösterişli değil mütevazi-sağlam-ekonomik şehirler inşa eden başkanlar istiyor şehirler…

2. Dinleyen, anlayan, samimiyetle yüreklere dokunan başkanlar isteniyor…

3. Şehrinde icra edilen sanatsal, sportif, kültürel faaliyetlerin içinde olmalı bir başkan. Gerektiğinde koşmalı, halay çekmeli, suya atlayıp yüzmeli, bir tiyatro sahnesinde rol almalı, kaldırımda oturan gençlerle çekirdek çitlemeli… Bunları yaparken de koruma ordusuyla hareket etmemeli…

4. Vatandaş devasa-gösterişli yapılar, parklar, bahçeler, projeler istemiyor artık. Sade, temiz, gürültüsüz, trafik sorunlarından uzak, doğal afetlere hazırlıklı, köpek saldırılarına maruz kalmayacakları, gençlerine istihdam alanları yaratılmış, sağlıklı, güvenli, huzurlu, ruhunu kaybetmemiş şehirler isteniyor…

5. Asrın felaketleri ile yüzleşen illerimizde sahayı bilen, koşturan ve genç-dinamik isimler tercih edilmeli. Çünkü bu şehirlerimizin bir günü dahi çok kıymetli. Kalbi, zihni ve bedeni yaralı yüzbinlerce depremzedenin travmalarının rehabilite edilmeye ihtiyacı olduğu unutulmamalı. Bu sebepten kalbi ve sabrı okyanus misali bereketli ve güçlü olmalı adaylar…

6. Bazı şehirler vizyonsuz başkanlar ve onları mumla aratan yönetim kadroları sebebiyle prestij kaybetti .İnsanlar şehrine küstürüldü. Ve şimdi ne o şehirler ne de evlatları mutlu! İnsanların memleketleriyle barışma vaktidir diyerek hiçbir vasfı ve karşılığı olmadığı halde sadece “arkası güçlü olan” adaylardan acilen vazgeçilmeli. Ve bu profile sahip mevcut başkanlar ile asla yola devam edilmemeli…

Evet fetih; kalpleri fethetmek ve ihya etmektir, tıpkı AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ilan ettiği “Türkiye Yüzyılı” gibi…

Türkiye Yüzyılı “feth-i dıl” mantığıyla ayrısız-gayrısız yan yana duran bir Türkiye’yi hedefliyor bana göre.

İstanbul’dan sonra Ankara tanıtımında da Türkiye Yüzyılı merceği ile belirlenecek feth-i dıl adayların şehirlerin ortak beklentilerini karşılayacağına dair umutlar çok daha yüksek şimdi…

Tersine toplantı; Aktaş açıkladı, Yeşiltaş sordu

Tersine toplantı; Aktaş açıkladı, Yeşiltaş sordu

Yerel seçim yarışının sert geçeceği aşikar. Bursa Büyükşehir Belediyesi için kolları sıvayan adayların belli olmaya başlamasıyla birlikte ortaya atılan BUSKİ skandalının küçük bir olay olmadığının, aleni bir yolsuzluk dosyası olduğunun altını çizmiştim bu köşeden. Hatta konunun henüz belediye başkan adaylığı açıklanmayan Alinur Aktaş için bir sorun oluşturabileceğine dahi dikkat çemiştim.

Evet, konunun bir yolsuzluk, daha doğrusu Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş tarafından tam kapsamıyla açıklandığı üzere, ‘sahtecilik ve nitelikli dolandırıcılık’ olduğu ortaya çıktı. Fakat meselenin Alinur Aktaş’ın AK Parti Bursa Büyükşehir Belediye Başkan adayı olması için engel teşkil etmediğini de öğrendik.

Alinur Aktaş bugün düzenlediği basın toplantısında; “Konunun bana intikal etmesiyle birlikte kovuşturma talimatını bizzat verdim. Olayı öğrenmemizle adli makamlara intikal ettirmemizin arasında 48 saat süre var. Belediye olayları örtmüyor, aksine soruşturuyor. Benim imzam yok, BUSKİ Genel Müdürümün imzası yok…” diyerek başladı açıklamasına.

Seçimlerin hemen öncesinde böyle bir olayın açığa çıkmasının biraz manidar olduğuna da vurgu yapan ve ‘haramın büyüğü küçüğü olmaz’ dedikten sonra bahsedilen miktarların çok altında bir rakamın söz konusu olduğunun altını çizen Aktaş;

“Bu konu üzerinden siyaset devşirmeye çalışanların çabaları boşunadır. Benim belediyeden fonladığım ailem yok. Vakıflardan para da almıyorum. O elbiseler bizim üstümüze oturmaz. 150 milyon ile başlayan iftira 500 milyona kadar çıktı. Algı yapmanın peşindeler. Sadece beni ve AK Parti’yi karalamaktan başka bir şey değil bu yapılanlar” sözleri ile de en yakın siyasi rakibi olan CHP Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’e yöneltti oklarını…

2018 yılında başlayan, 2022-2023 yılları arasında yoğunlaşan dolandırıcılık olayı ile ilgili olarak üçü belediye personeli olmak üzere dokuz kişinin gözaltına alındığını, belediye personeli olan üç kişiden ikisinin imza yetkisi sahibi olmaları nedeniyle suçlandığını hatırlatmış olalım…

Gelelim basın mensuplarının yoğun ilgi gösterdiği toplantıda Başkan Aktaş’ın ‘tüm samimiyetimle kendim hazırladım’ dediği açıklama metninden ve sonrasında konuşulanlardan neler anladığıma…

Efendim öncelikle BUSKİ’nin Bursa için ne kadar önemli bir kurum olduğundan bahsedildi ki, son derece doğrudur. BUSKİ bu şehrin en kıymetli kuruluşlarından biridir. Özellikle son yıllarda ilçe belediyelerinin alt yapılarının yenilenmesi konusundaki çabalar da son derece önemlidir.

İşin bu tarafını bir kenara koyarak şunu hemen belirtmek isterim; Alinur Aktaş’ın ‘Bu denli yağış sıkıntısı olmasına rağmen ne zaman susuz kaldınız?’ sorusunun yanıtı; ‘Suyla ilgili her toplantıda dile getirilen ve benim hep ‘yakında açılır mı?’ umuduyla beklediğim Çınarcık Barajından yakın zamanda şehir şebekesine su verilmeye başlanmazsa, çalışan derin kuyuların çektikleri su bittiğinde susuzluğun resmini çizebiliriz!’ olabilir.

Malum, bahsettiğim derin kuyular derinliklerde su üretmiyor, yer altı kaynak sularından çektikleri suyu şebekeye vererek susuz kalmamızı engelliyor. Dolayısıyla, yer altı kaynak suları tükendiğinde susuz kalmamamız için Çınarcık Barajının bir an önce şebekeye su göndermesi elzemdir.

İkinci önemli husus da anlaşılan o ki, hem Sayıştay Denetimlerinden hem de belediyenin kendi iç denetimlerinden defalarca geçmiş olmasına rağmen fark edilmeyen bu dolandırıcılık yöntemi, yaptığı işler ve bütçesi nedeniyle dev bir mekanizma olarak çalışan BUSKİ’de ve BUSKİ gibi başka başka kurumlarda uygulanmaya çok müsait bir yöntem. Dolayısıyla bu yöntemini de içine alacak yepyeni bir denetim mekanizmasının oluşturulması şarttır.

İşin bu kısmında açık olduğu ortadadır. Anlaşılan o ki, denetimi usullerimiz biraz eskimiş…

Bir diğer taraftan bugün bir basın açıklaması yaparak BUSKİ önünde sorulması gereken soruları muhalefet olarak Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’a yönelteceğini belirten CHP İl Başkanı Nihat Yeşiltaş da dikkat çekici noktalara parmak bastı.

Başkan Aktaş’ın düzenlediği toplantıdan çıktıktan sonra yetişmemin mümkün olmadığı basın açıklamasında sorulan sorular şöyle;

1- Sözü edilen miktar gerçekten 150 milyon lira mıdır?

2- Vurgunu yaptığı iddia edilen kişinin akrabasını bizzat Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş işe alıp ihale komisyonunda görev vermiş midir? Bak, kocası demiyorum akrabası diyorum. Kocası zaten müteahhit. Akrabasından bahsediyorum ben.

3- Sayıştay tarafından denetime tabi tutulan BUSKİ’de bu usulsüz işlem uzun yıllardır mı yapılmaktadır? Konu AKP’li bir belediye olduğunda Sayıştay denetimleri nasıl yapılmaktadır?

4- BUSKİ’de milyonlarca liralık yolsuzluğa tek bir personel mi sebep olmuştur? Yoksa başkaları da var mıdır? Özellikle siyasi isimler…

5- Meblağların 100’er bin lira olarak farklı isimlere gönderildiği doğru mudur? Doğru ise bu isimler kamuoyuna derhal açıklanmalıdır.

6- Bursa Büyükşehir’in denetim mekanizmalarındaki yetersizliğin nedeni nedir? Denetimi doğru yapmayan görevliler ve kurumun üst amirleri hakkında işlem başlatılmış mıdır?

7- Geçtiğimiz senelerde Mezarlıklar Şube Müdürlüğü’nde ortaya çıkan vurgunun daha fazlasının BUSKİ’de yapıldığı iddia edilmektedir. Yapılan denetimlerin yeterli olmadığı ortaya çıkmıştır. Belediyenin diğer birimlerinde veya şirketlerinde böyle durumların yaşanmadığının garantisi var mıdır?

8- Hazine’ye 414 milyon 726 bin lira borcu olan BUSKİ’de, yarım milyar liraya varan bu vurgunun arkasındaki güçler kimlerdir?

Bu soruların büyük bölümüne Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Aktaş’ın verdiği yanıtların neler olduğunu yazımın ilk bölümünde bulabilirsiniz aslında. Biraz tersten bir durum oluştu sanki. Önce yanıtlar geldi, sonra sorular soruldu…

CHP İl Başkanı Nihat Yeşiltaş’ın da bu konuya bir eleştirisi vardı zaten. Konunun yapılan açıklamalarla sürekli gündemde tutulması neticesinde bir basın toplantısı düzenlenmesine karar verildiğini, toplantı gün ve saatinin de özellikle ayarlandığı söyledi Yeşiltaş.

BUSKİ skandalı ile ilgili çok şey söylemişken CHP’yi de es geçmeyelim…

BUSKİ binasının önünde CHP Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mustafa Bozbey’i gözlerimin aradığını, Aktaş’ın kendisine yönelik eleştirilerine bir yanıt verip vermeyeceğini merak ettiğimi de belirtmek isterim.

Önümüzdeki günlerde konuyla ilgili İYİ Parti Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Selçuk Türkoğlu’ndan da bir açıklama geleceğini düşünüyorum.

Yerel seçim yarışı hızlı ve sert başladı, ama sanılmasın ki, adaylar arasındaki centilmenlik bir kenara bırakıldı. Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’ın adaylığı ilan edildikten sonra rakibi Mustafa Bozbey kendisini aramış ve tebrik ederek adil bir yarış temennisinden bulunmuş. Aktaş’da rakibine ‘iyi olan kazansın’ demiş.

Hasılı kelam; seçim süreçleri bazen safraların temizlenmesine bahane olur. İşin bu tarafı hem kurumlar hem de vatandaş için güzeldir aslında. Sonuçta konu yargıya intikal etmiştir. Elde centilmenlik de varsa, keyifli bir yarış izleyeceğiz demektir…

Ülkü Küçükkayalar yeniden aday

Ülkü Küçükkayalar yeniden aday

En büyük akademik odalardan biri olan İnşaat Mühendisleri Odası Bursa Şubesi’nde bu dönem seçim heyecanı daha bir yüksek olacağa benziyor.

Çünkü Çağdaş Grup iki yıllık yönetimin ardından bir dönem daha odayı yönetmek için kolları sıvamışken, geçmişte uzun süre İMO yönetimini elinde bulunduran Çalışma Grubu eski günlere geri dönme arzusu ile bu kez daha güçlü çalışacağa benziyor.

Hatırlarsınız geçtiğimiz günlerde Çalışma Grubu bir toplantı düzenleyerek oda üyeleri ile grubun bu dönemki başkan adayını ve yönetim kurulu üyelerini tanıştırmıştı.

Bu kez şu anda oda yönetimini elinde bulunduran Çağdaş Grup düzenlediği toplantı ile Ülkü Küçükkayalar’ı bir dönem daha başkanlığa aday gösterdiklerini açıkladı. Hemen belirtelim, Çağdaş Grubun yönetim kurulu üyeleri de en geç bir hafta içinde yeniden bir toplantı tertip edilerek açıklanacak.

Küçükkayalar’ın yaptığı uzun adaylık konuşmasını kısaca özetleyecek olursak; “Kamu ve meslektaş çıkarlarını gözeten çalışmalar yaptık, birlikte ürettik, birlikte yönettik, ama gerçekten birlikte yönettik, bunu yapmaya devam edeceğiz. Türkiye Cumhuriyeti’nin aydınlık geleceğine katkı koymak adına adayım” dedi diyebiliriz.

Hatırlatmakta fayda var, geçtiğimiz günlerde adaylığını açıklayan İMO Çalışma Grubu Başkan Adayı Serdar Atilla Erdem, mevcut yönetimi odanın itibarını düşürmek ve başka odaların gölgesinde kalmakla eleştirmişti.

Küçükkayalar’ın konuşmasındaki;

“Tüzüğümüzde de yazdığı gibi Odamız, ‘halkın ve ülkenin yararı, mesleğin gelişmesi, meslek mensuplarının onur, hak, yetki ve mesleki çıkarlarını korumak ve geliştirmek’ amacı ile kurulmuş bir meslek örgütüdür. Bu amaç doğrultusunda yasalarla bağlı bulunduğumuz TMMOB bütünlüğünde toplum yararına ve mesleğimiz adına, meslektaşlarımız ile el ele verip odamızın dik duruşunu göstermeye, güçlü bir ses olmaya devam etmek için buradayız” sözlerini bir yanıt olarak okumak mümkün.

İnşaat sektörü, sorunları giderek artarken, ülke ekonomisini ayakta tutan sektör olma rolünü sürdürmekte artık zorlanan bir hale geldi. Bunu kabul etmek lazım. Sorunlar büyük, hem de çok büyük ve çözümleri de belli aslında. Ancak işin ilginç tarafı, çözümden yana olmaktan ziyade ‘gittiği yere kadar gitsin’ mantığı işletiliyor şimdilik hükümet kanadında. Bu da hangi gruba üye olursa olsun, hangi adayı desteklerse desteklesin tüm inşaat mühendislerinin ortak sorunlar yumağı olarak duruyor karşımızda.

Her köşe başında açılan fakülteler sorunu var mesela, yapı denetim mekanizmasının halen tam ve doğru çalıştırılmadığı sorunu var, inşaatların yerin üstünde kalan kısımlarındaki denetimin zemin ve temel için yapılmadığı gerçekliği var…

Yeni fakültelerin açılmaması, var olan fakültelerin de yeter sayıya düşürülmesi ve bunun karşılığında inşaat mühendisliği eğitiminin düşen kalitesinin ayağa kaldırılması çözümlerden biri. Bunu her iki grubun üyeleri de biliyor. Her iki grubun üyeleri de istiyor. Ancak konuyu çözüme kim bağlar, bağlayabilir mi, bağlayamaz mı bilinmiyor. Çünkü iş sadece oda yönetimlerinin çabalarıyla değil, hükümetin kötü politikalarının da değişmesiyle çözülecek noktada.

Yapı denetimlerinin sorunlarının çözülmesi konusu da benzeri bir süreç gerektiriyor.

‘Biz siyasi polemiklere girmek istemiyoruz, önümüze bakıyoruz, işimize bakıyoruz’ diyen İMO Bursa Şube Başkanı ve Çağdaş Grup Başkan Adayı Ülkü Küçükkayalar her ne kadar sükunetini korumayı tercih etse de çözümlere sükunetle mi, kavga vererek mi, iş bilerek mi gidildiğini tam anlayamadığım bir noktadayım.

İMO’daki yarışı yakından takip etmeyi sürdüreceğim.

Her iki adaya da başarılar diliyorum…

NOT: Dikkatimi çeken ve kamuya duyurulan küçük bir detayla konuyu bağlamak isterim…

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan AK Parti’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olarak Murat Kurum ismini açıkladıktan sonra bir televizyon kanalının canlı yayınına konuk olan Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Mehmet Özhaseki şöyle dedi;

“Murat Kurum daha önceden bakanlık da yaptığı için, Ankara ile nasıl diyalog kuracağını bilen bir isim. Dolayısıyla Ankara’yla arasını iyi tutarak daha çok kaynak alabilecek biri…”

Şimdi şunu anladım; mesele sorunları bilmek, çözümleri üretmek ve çözümleri sunmakla bitmiyor artık. Mesele sorunları ve çözüm önerilerini Ankara’ya Ankara’nın anlayacağı dilde anlatmak ve istediğiniz çözüm yöntemini kabul ettirmekte bitiyor. Bürokrasi böylesine değişmiş, işler böylesine ağam paşam ilişkisine dönmüş.

Tamam…

O halde bir şehre yatırım gelmesi için Ankara’nın anlayacağı dilden anlayarak bu yatırım için ödenek istemek de benzeri bir durum oluşturuyor. Şehrin o yatırıma ihtiyacının olması yeterli değil, anlatım biçimi büyük önem taşıyor…

Geçtiğimiz beş yılda hak ettiği yatırımları alamamış bir şehirde yaşadığımdan olsa gerek, işin bu kısmını bir türlü anlayamıyorum işte…

Tıpkı garibanın hakkını salkım salkım altınlar şeklinde nasıl yediğini her gün inanların gözüne sokan Dilan Polat’ı desteklemek için geçtiğimiz gün bir bayi açılışında toplaşan ve ‘Dilan Polat’a destek için buradayız, o olmayınca günlerimiz çok renksiz geçiyor’ diyen kalabalığı anlamadığım gibi.

Garipsin ey halkım unutma bizi…

 

 

 

İMO’da seçim heyecanı

İMO’da seçim heyecanı

Seçim heyecanı sadece yerel yönetimler için yaşanıyor sanıyorsanız çok yanılıyorsunuz. Şehir yönetiminde önemli söz sahibi olduğunu ve olması gerektiğini düşündüğüm akademik odaların da seçim takvimleri aynı zamana rast geldi bu kez.

En büyük akademik odalardan biri olan İnşaat Mühendisleri Odası yine iki grupla giriyor seçim sath-ı mailine…

Çalışma Grubu ve Çağdaş Grup sandıkta mücadele edecek.

Geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi bu kez de büyükçe bir salonda aday tanıtım toplantısı düzenleyen Çalışma Grubu İMO Oda Başkan Adayı olarak Serdar Atilla Erdem’in ismini öne çıkardı.

Geçtiğimiz dönem yaşanan seçimin ardından geleneklerinde bir değişiklik yaparak aday tanıtım toplantısında Yönetim Kurulu Üyelerini de açıklayan Çalışma Grubunun elindeki en büyük argüman geçtiğimiz iki yılda Çağdaş Grubun elinde bulunan yönetime dair eleştirileri.

Türkiye ekonomisinin kalkındırıcı lokomotifi görevini 20 yılı aşkın süredir sürdüren, ancak içinde bulunduğumuz koşullarda gittikçe daha da zora düşen inşaat sektörünün sorunları da çözümleri de yapılması gerekenleri de belli aslında.

Oda yönetimine talip her iki grubun yapması gerekenler de ortada dolayısıyla. Mesleğini seven, aklı selim herkesin bu yapılması gerekenlerde ortak fikirde olacağına eminim.

Çalışma Grubu Yönetim Kurulu Başkan Adayı olarak konuşmasını yapan Serdar Atilla Erdem’in;

“Gelinen noktada mesleğimizdeki itibar kaybı öyle bir hal almıştır ki; bırakın sektörün omurgası, ülke medeniyetinin teminatı olmayı, birçoğumuz geçim sıkıntısı nedeniyle evlerinin direği olamaz hale gelmiştir. Bu hale gelinmesinde sayıları kontrolsüzce artmasına rağmen eğitim kalitesi giderek azalan üniversitelerin etkisinin yanında, sermaye sahiplerinin piyasa üzerindeki kuralsızlaştırma gücü ve meslek alanımızın halen 1938 ve 1954 yıllarından kalma kanunla düzenleniyor olması vardır” sözleri dahi inşaat mühendislerinin içinde bulunduğu durumu özetlemeye yetiyor.

Az değil, neredeyse her 500 kişiye bir inşaat mühendisi düşüyormuş şanlı şerefli ülkemde. İyi güzel de bu mühendislerin büyük bölümü işleri ile ilgili yeterli donanıma sahip olmadan mezun oldukları okullardan çıkınca asgari ücrete talim iş aradığında işin hiçbir esprisi kalmıyor.

Çalışma Grubu prensip olarak temsil yetkisini aşmamayı ön plana koymuş bir gurup. Dolayısıyla rakipleri olan Çağdaş Grubu;

“Temsil yetkisi olan alanlar dışında çokça konuşmak zorunda kaldıklarından, mesleğimize dair söylenen her söz laf kalabalıkları arasında kaybolmaktadır” cümlesi ile eleştiriyor.

Elbette meslek odalarının görevlerinin başında kendi meslektaşlarını koruyup kollamak, bu noktada da oda aidiyetini artırmak geliyor. Odaların kuruluş amaçları mesleği ve meslektaşları korumak neticede.

Fakat özellikle Bursa gibi yönetilmesi sırasında hep bir takım aksaklıklar çıkan şehirlerde yapılan işlerin nasıl yapılıp neden yapılmaması gerektiğine dair fikirlerin yine odalardan, yani kar amacı gütmeyen sadece şehirden ve vatandaştan yana tavır alan yerlerden çıkması gerektiğini düşünürüm. Hatta Çalışma urubu üyesi inşaat mühendisi Cengiz Duman’ı bildirdiği görüşler açısından, özellikle bir şehir dertlenicisi kimliği ile son derce değerli bulurum.

Malumunuz İnşaat Mühendisleri Odası Bursa Şubesi geçtiğimiz dönem Çağdaş Grup tarafından kazanılan seçimle birlikte Ülkü Küçükkayalar başkanlığında yönetilmişti iki yıl boyunca. Odanın yönetim biçimine yönelik eleştiriler içerisinde;

“İMO Bursa Şubesi, itibarını kaybetmiş, pasif, hatta diğer meslek odalarının alt komisyonu gibi çalışmıştır” sözleri de yer aldı. Odanın tekrar eskiden olduğu gibi sözü dinlenir, itibar edilir hale gelmesi, öncelikle inşaat mühendisliği mesleğinin hak ettiği noktaya taşınması için yetki istendi.

Pazartesi günü de Çağdaş Grubun aday tanıtım toplantısı var. Şimdiden söyleyeyim Çağdaş Grup seçime bir kez daha Ülkü Küçükkayalar ile giriyor.

Geçtiğimiz dönem olduğu gibi bu dönem de İMO’da çekişmeli bir yarış bekliyorum. Her şeyden önce meslek kazansın ki, insan kazansın, ardından da şehir kazansın derdindeyim…

 

 

 

 

Dün Behzat Ç. bugün Kızıl Goncalar

Dün Behzat Ç. bugün Kızıl Goncalar

Ergenekon-Balyoz soruşturmaları havalarda uçuşuyordu.

Askerler, gazeteciler, emniyetçiler, bilim adamları…

Önce FETÖ’nün yayın organlarında hedef gösteriliyor, ardından sabaha karşı gözaltına alınıp Silivri zindanlarında çürümeye bırakılıyordu.

O sıralarda Türkiye’de bir dizi fırtına gibi esiyordu. “Behzat Ç. Bir Ankara Polisiyesi” reytingleri alt üst ediyordu. Dizide bir grup polisin cinayetleri çözerken, özel hayatlarında da nasıl vur patlasın çal oynasın yaşadıkları gösteriliyordu.

Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) sopayı çıkarmakta gecikmedi. Diziye türlü türlü baskı gelmeye başlayınca yayın saatini adeta gece yarısına çektiler. Ama dizi ve yapımcısı Serdar Akar, uslu durmuyordu. Çünkü Başkomiser Behzat Ç. alemlere akmaktan sıkılmış, emniyetin içerisindeki FETÖ yapılanmasının peşine düşmüştü.

FETÖ’nün yayın organları dizinin Türk aile yapısını nasıl bozduğundan, polislerin dizide alkol aldığından, bir başkomiser ile savcının nikahsız yaşamasının toplum yapısını nasıl bozduğundan falan dert yanarken, en tepeden, kendisini daha sonra “ahmak” olarak tanımlayan Bülent Arınç’ın sesi duyuldu. Şöyle diyordu Arınç:

Behzat Ç.’yi yayınlayan kanala alkol ve sigarayı özendirmek, ahlaki gelişime zarar verecek türde yayınları gençlerin izleyebileceği zaman diliminde yayınlamaktan iki kez ceza verdik. Yayınları dikkatle takip ediyoruz.”

Amaç gece yarısı yayınlanan dizideki alkol ve sigara sahneleri değildi tabii ki… Sıkıntı, o dönem adı “Hizmet Hareketi-Cemaat” olan FETÖ’nün emniyet içerisine nasıl sızdığının ucundan kenarından televizyon ekranında anlatılmasıydı.

Bazıları bu yapıya henüz o günlerde terör örgütü derken, bazıları Meclis kürsüsünden Ergenekon davasının savcılığına soyunuyordu. RTÜK’ten sorumlu Arınç da “hizmet hareketi” olarak adlandırdığı FETÖ’yü yere göğe sığdıramıyordu.

Behzat Ç. ve Serdar Akar’ın ne haddineydi FETÖ’nün gerçek niyetini anlatmaya kalkmak! Nitekim eski Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in dediği gibi, FETÖ’nün devlet içerisine sızma iddiasına kargaların bile güldüğü günlerden geçiyorduk.

İktidar ile FETÖ arasındaki kabak kırılınca 17-25 Aralık soruşturması, arkasından da 15 Temmuz hain darbe girişimi geldi. 251 insanımız şehit düştü. Tüm bunları yaşamış iktidarımızın bunlardan ders çıkarmasını bekledik.

Dün Behzat Ç.’ye saldıranların yeni hedefi bugünlerde Kızıl Goncalar adlı dizi.

Neymiş efendim oradaki sahneler bizim örf ve adetlerimize aykırıymış. Hemen RTÜK devreye girdi ve diziye ceza yağmaya başladı. RTÜK’ün Kızıl Goncalar isimli diziye kestiği cezalar ve bazı kurumlarda verilen çekim izinlerinin apar topar iptal edildiğini görüyoruz.

Ama arkasındaki niyet, Türkiye’de devleti sarıp sarmalamaya çalışan, FETÖ’nün boşalttığı devlet içerisindeki kadroları doldurmaya girişmiş, ticari olarak da holdingleşmiş tarikat ve cemaatlerin rahatsız olmaları aslında. Kızıl Goncalara yapılanlar bize anlatıyor ki iktidar FETÖ ve 15 Temmuz’dan bir gram ders almamış!

RTÜK’e buradan bir sorum var: Kızıl Goncalar’ın yapımcısı cezalardan bıkıp diziyi televizyon kanalında yayınlanmaktan vazgeçerek dijital kanallara yönelirse….

Dizi daha fazla tarikat ve cemaat eleştirisi ile dolarsa nasıl müdahale edeceksiniz çok merak ediyorum?

Küre, Kudüs, Papa ve Irak’ta ‘Aynılar Savaşı’

Küre, Kudüs, Papa ve Irak’ta ‘Aynılar Savaşı’

Devir; düşmanların savaştığı değil, sözde aynı olanların birbirini içten içe tükettiği bir devir…

Devir tanımlamam üzerinden giderek, Irak Başbakanı Muhammed Sudani’nin Mart 2023’te gerçekleştirdiği Türkiye ziyaretine yer verdiğim yazıma dair şu özeti anımsadım:

Ortadoğu’da ve özellikle Irak’ta uzun zaman önce dağıtılan yeni kartların açılma vakti geldi…”

Coğrafya sayısız sınanma eşliğinde sabahı akşam ederken sanmayın ki batı keyif sürüyor. Avrupa ülkeleri sabrının son günlerini yaşarken, milliyetçi partiler yükselişte… Avrupa’da milliyetçilik bu saatten sonra nasıl yapılacak o da ayrı bir mesele, zira “Avrupalı” diye bir şey kalmadı. Afrika ve Ortadoğu markajındaki AB ülkelerinin milliyetçiliği büyük ihtimalle bundan sonra “Afrika ve Ortadoğu Halklarının” çekişmesine sahne olacak. Araplar, Türkler, Kürtler, Afganlar ve Siyahilerin “burası benim” diyerek Ortadoğu ve Afrika’daki çekişmelerini Avrupa’ya taşıdıklarını düşünsenize… Bence gülmeyin, çünkü bu tabloya az bir vakit kaldığı için ABD “Ortadoğu menşeli kendi kıtasını” dizayn etmeye hız verdi.

Mevcut Ortadoğu tablosuna bakınca pek çok şey gözümün önünden film şeridi gibi akıyor. Bu tabloda 3 olay var ki unutamıyorum…

RIYADH, SAUDI ARABIA – MAY 21: (—-EDITORIAL USE ONLY – MANDATORY CREDIT – “BANDAR ALGALOUD / SAUDI ROYAL COUNCIL / HANDOUT” – NO MARKETING NO ADVERTISING CAMPAIGNS – DISTRIBUTED AS A SERVICE TO CLIENTS—-)US President Donald Trump, US First lady Melania Trump (2nd R), Saudi Arabia’s King Salman bin Abdulaziz al-Saud (2nd L) and Egyptian President Abdel Fattah el-Sisi (L) put their hands on an illuminated globe during the inauguration ceremony of the Global Center for Combating Extremist Ideology in Riyadh, Saudi Arabia on May 21, 2017. ( Saudi Royal Council – Anadolu Agency )

Birincisi Trump’ın göreve gelir gelmez ziyaret ettiği Suudi Arabistan ve orada ilan ettiği “Küre İttifakı” (2017).

İkincisi ABD’nin İsrail Büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma kararı (2018).

Üçüncüsü Papa II. Francis’in gerçekleştirdiği Irak ziyareti ve o ziyarete özel bastırılan “Hatıra Pulu” (2021).

Küre İttifakına ve taşınmaya şahit olamasam da Papa’nın Irak ziyaretini bizzat takip etmiştim. Sistani’yi ziyaretiyle verdiği “Necef’i Kum’a tercih ediyoruz” mesajı, Irak’taki nüfusu her geçen gün azalan Hristiyanlara gösterdiği “topraklarınıza sahip çıkın ve Irak’tan ayrılmayın” desteği ve yoğun görüşme/ziyaret takvimiyle iki gününü Bağdat yönetimine ayıran Papa, ziyaretinin 3. günü sabah erken saatte Erbil’e geçmişti…

Erbil’de de yoğun bir görüşme trafiği yaşayan Papa II. Francis’e Erbil Franso Hariri Stadyumunu dolduran on binlerin coşkusu da enteresandı…

Staddaki herkes Hristiyan mıydı? Değildi. O kalabalığın belki de onda biri Hristiyan idi. Geri kalanın yoğunluğu müslüman Kürtlerdi… Dünya basını da oradaydı. Halaylar ve zılgıtlar eşliğinde Franso Hariri Stadyumuna giren Papa, o gün orada yaptığı konuşmada “biz hiç gitmedik hep buradaydık aslında. Geçmiş tarihimize ait herkes ve her şey hiç gitmemiş gibi şu an aramızda bizimle. Bugün yeni ve güçlü bir başlangıç” özetini aktarıyordu…

Papa’nın Erbil ziyaretinde öne çıkan “Pul Krizi” tıpkı “Trump’ın Küresi” gibi bir anda dünya gündemine oturmuştu ve herkesi şok etmişti. Tesadüf müydü? Yorumu size bırakıyorum…

Ukrayna-Rusya Savaşı ve İsrail’in Filistinlilere yönelik başlattığı saldırılar da tesadüf değildi, tıpkı Kasım Süleymani’yi anma töreninde yapılan bombalı saldırılar gibi ya da Yemen, Lübnan, Suriye ve Irak’ta zincirleme bir şekilde ortaya çıkan ABD üslerine yönelik “zaiyatsız saldırılar” gibi…

Yazımın başında belirttiğim gibi “devir; düşmanların savaştığı değil, sözde aynı olanların birbirini içten içe tükettiği bir devir…”

Kasım Süleymani’nin ABD tarafından öldürüldüğü an nasıl ki “bu saldırı Şii-Şii çekişmesinin bir sonucudur” dediysem şimdi de “İran, hala faal ve güçlü olan Süleymani güçlerine/taraftarlarına yönelik bir göz dağı vermek istedi” diyorum…

Devir “aynı olanların birbirine kılıç çektiği” bir devir. Ortadoğu’da iyice beliren aynıların savaşı Araplar, Kürtler, Türkmenler, Sünniler, Şiiler arasında artan bir şiddetle devam ediyor… Bu çekişme bölgede yeni güçlerin ve ittifakların belirteceğini de işaret ediyor…

Evet, Irak Başbakanı Muhammed Sudani’nin Türkiye ziyaretini yorumladığım yazımda “yeni kartlar açıldı” demiştim. Ki sonrasında bu tanımlamam tüm dünyaya mal oldu ve herkes Ortadoğu-Irak yorumlarında “yeni kartlar” tanımlamamı fazlasıyla kullanmaya başladı.

Peki ya Türkiye? Türkiye’nin eldeki veriler doğrultusunda yeni kartları doğru tahmin etmesi, yükselen dengelere yönelik yeni stratejiler belirlemesi ve kendi menfaatlerini gözeten denklem ihtimallerini belirlemesi-geliştirmesi-test etmeye başlaması gerekiyor…

Bir daha ki yazımda Irak’ta devam eden “aynıların savaşıyla” birlikte yükselen güçlerin nedenlerine-nasıllarına-sonralarına ve bize yönelik kısımlarına dair ipuçlarına değineceğim…

Selçuk Türkoğlu çıtayı yükseltmiş…

Selçuk Türkoğlu çıtayı yükseltmiş…

Meral Akşener’in ikisi merkez ilçe olmak üzere 5 ilçe belediye başkan adayı dışında yerel seçim yarışına katılacak tüm adaylarının ellerini tek tek havaya kaldırdığı aday tanıtım toplantısından bildiriyorum…

Merinos Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi’nin küçük salonlarından birinde gerçekleştirilen toplantının partideki erimeyi gizlemek için bir illüzyondan yararlanmak üzere böyle bir mekan tercihi ile düzenlendiğini sanmayalım diye yapıldı ilk açıklama; ‘Genel Başkanın takvimine uygun olan 5 Ocak günü boş olan tek salon olduğu için buradayız’

Genel başkanların programları yoğun, yerel seçim heyecanı yüksek, durumu aldık, kabul ettik, salon da doldu taştı zaten, fakat benim gibi İYİ Parti’nin geçtiğimiz Ramazan ayında verdiği iftar programını takip edenlerin gördükleri coşkunun bu kez yaşanmadığını söylemekte de yarar var.

Genel seçim sürecinde yaşananlar neticesinde partiden uzaklaşan ve akademik hayata geri dönen Prof. Dr. İsmail Tatlıoğlu’nu aradı gözlerim, ancak nafile… Benzer süreçlerden geçen Ahmet Kamil Erozan ise protokoldeki yerini almıştı. Adayların isimlerinin tek tek okunmasından önce protokolün kürsüye daveti sırasında adı söylenmediği için yerinde kalan Erozan’ı durumu fark edince Akşener’in özellikle kürsüye çağırdığını da belirtelim de herkes ilişkilerin hangi noktada olduğunu anlasın…

Tüm gecenin yıldızı en parlayan isminin İYİ Parti Bursa Milletvekili ve Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Selçuk Türkoğlu olduğunu tahmin edersiniz zaten. Neredeyse tüm salonu tek tek selamladı, bazılarıyla kısa sohbetler etti. Bu durumda Türkoğlu’nun tüm gücüyle sahada olması halinin rakiplerini zorlayacağının ilk işaretlerini de almış olduk.

Küçük bir not olarak düşmekte yarar var; İYİ Parti’nin Bursa’da bunca yoğun çalışmaya karşılık elbette bir oy potansiyeli mevcut, hem de tüm erimeye rağmen. Önemli olan soru şu; bu oy potansiyeli hangi siyasi partiye gidecekken İYİ Parti’yi tercih eden kitleye ait?

Dönelim; “Ben en zorlu zamanlarda bu şehre gelip moral bulup gitmişimdir” diyerek konuşmasına başlayan, salona girişinde çiçeklerle karşılanan, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in kürsüden neler anlattığına, daha doğrusu anlattıklarının nasıl bir mantık üzerine kurgulandığına…

Konuşmanın bütününden çok mantığını anlamak burada önem taşıyor, zira mantığı yok sayarsak konuşmanın bütünü metaforlardan ve hikayelerden ibaretmiş gibi duruyor…

Efendim Akşener özetle şöyle diyor; ‘Toplumu ikiye bölen, ayrıştırıcı politik ortamda politika yapmak bir üretkenlik de gerektirmediğinden hayli kolay bir yoldur. Bu yolla toplum ve vatandaş bir adım ileriye gidemez, hatta olduğu yerde itişip kakışırken bir de sürekli eşelendikleri toprak üzerinde dibe battıkça batarlar. Olan vatandaşa olur, küpünü dolduran da doldurur, bu hikaye böyle sürer gider… Yıllarca iki kutuplu siyaset bu biçimde gitmiş ve aslında sürekli birbirinden şikayetçi gibi görünen iki grup da hallerinden çok memnunlarmış. Üçüncü bir yol olarak biz ortaya çıktık ve siyasetin bu biçimde yapılmayacağını, toplum yararının ön plana koyulması gerektiğini, toplumun tüm kesimlerinin kucaklanması bir yana, projeler üzerinden bir yarışın sürdürülmesinin elzem olduğunu söyledik. Herkesin rahatını bozduk…’

Konuşmanın ana fikri benim bakış açımla tam olarak böyledir. Elbette Akşener’in konuşması çok daha salonun gönlünü çelen, hikayelerle süslü bir anlatıma sahipti. Ben kısadan kestim, öyle düşünelim…

Sonuç olarak Akşener, neden ‘özü başına’ diye tutturduklarını açıklamış oldu ve adaylara seslenerek durumu aynen bu biçimde vatandaşa da açıklamalarını istedi. Elbette adaylar bunu yapmak için çalışacaklardır. Fakat yaşadıkları hayatının bir parçası haline gelen vatandaş ne kadar anlayacaktır, Akşener’in dediği gibi, ‘sağ kulağı da sol kulağı da çekecek midir?’ onu tam kestiremiyorum.

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in; “Üçüncü yol biziz. Bursa’da AK Parti’ye ve CHP’ye gıcık olan da Selçuk Türkoğlu’nu destekleyecek. Bursa’daki yolsuzlukları konuşabildik mi? Konuşacağız!” sözleri daha önceki yazılarımda bahsettiğim bir konuya gönderme yapıyordu aslında.

Hemen hatırlatalım, İKK Sekreteri ve Mimarlar Odası Bursa Şube Başkanı Şirin Rodoplu Şimşek’in İYİ Parti Nilüfer Belediye Başkan Adaylığı için adı konuşuluyordu, halen de konuşuluyor, konu rafa kalkmış değil, sadece bazı parametrelerin olgunlaşması bekleniyor. Eğer durum beklendiği gibi gelişirse, İYİ Parti’nin Nilüfer Belediye Başkan Adayı Şimşek olacak büyük ihtimalle.

Yine hatırlatalım, İYİ Parti’nin açıklamadığı belediye başkan adayları arasında Yıldırım ve Nilüfer gibi iki büyük merkez ilçe de var…

Gelelim, benim kanaatimce yerel seçimleri önümüzdeki süreçte en renkli hale getirecek sima olan İYİ Parti Bursa Milletvekili ve İYİ Parti Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Selçuk Türkoğlu’nun konuşmasına.

Kürsüye çıkar çıkmaz Genel Başkandan müsaade isteyen ve ceketini çıkaran Türkoğlu, biz gazetecilerde, ‘bu ceket çıkarma işi de moda oldu’ izlenimi uyandırsa da çıtayı bir üst basamağa taşıdığını fark ettirdi hemen.

Elinde bir süpürge, bir faraş, üzerinde Bursa Büyükşehir Belediyesi Temizlik İşleri görevlilerinin giydiği bir üniforma ile konuşmasını yapan Türkoğlu;

Bursa’yı bu çerden, çöpten, pislikten temizleyeceğim, Bursa son 20 yılda kirlendi. Havamız, suyumuz, ovamız, yer, gök, Uludağ kirlendi. Efsane Bursa ovasını bitirdiler, sıra Uludağ’ı ranta açmaya geldi. Yeşil Bursa’ydı, beton Bursa oldu” diye başladı.

Sonra da çok yerinde, ben dahil aklı selimde buluşan herkesin sıklıkla vurguladığı bir noktaya parmak bastı;

Şehrimizin bütün sorunu plansızlıktır. Bursa’nın plansız olduğu, çıplak gözle bile görülmektedir. 1/100 binlik plan şehrin anayasasıdır. Tıpkı anayasayı tanımadıkları gibi, şehrin de anayasasını yapmıyorlar. Plan olmadığı için hiçbir şey yapamazsınız. 2050 Çevre düzeni planını hayata geçireceğiz!”

Sadece bu vaat bile Türkoğlu’nun belediyeciliğe ısınmaya başladığının göstergesi.

Üstelik İYİ Parti’nin şehir yönetimi denildiğinde şöyle bir avantajı var, yeni jargonla söyleyelim; bagajı boş.

Önümüzdeki süreç ne gösterir elbette bilinmez. Siyaset bu…

Bilinen tek bir gerçeklik söyleyebilirim bu geceden kalan, bu seçimler çok renkli geçecek…

24 saat olmadı, ne umduk ne bulduk!

24 saat olmadı, ne umduk ne bulduk!

Siyasette 24 saat bile çok şeye gebedir sözünün doğruluğunu kanıtlayan günlerden birini yaşıyoruz. Maşallah günün beti bereketi de öyle çok ki, ne iktidarı ayırıyor ne muhalefeti…

BUSKİ’den yapılan açıklama ile birlikte gündeme bomba gibi düşen ve düştüğü yerden kalkamayacak kadar ağır olduğuna kanaat getirdiğim yolsuzluk dosyasının kapağının aralanması bile AK Parti genel merkezinde fırtına estirmeye yetince, belediye başkan adaylığına neredeyse kesin gözüyle bakılan Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’ın koltuktaki ikinci dönemi bir anda tehlikeye girdi.

Fakat kulisler işin bu kadarla bitmediğinin de bilgisini veriyordu yaklaşık bir haftadır.

Efendim, öğrendiğimiz kadarıyla daha önce İYİ Parti ile Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olma konusunda flörtleşen ve İl Başkanı Mehmet Hasanoğlu’nun net tavrı neticesinde diyalogları kesilen geçmiş dönem Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, bu kez Yeniden Refah Partisi ile pek bir yakınlaşmış.

Metal yorgunluğu bahane edilerek Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın isteği üzerine istifa eden Altepe’nin Bursa’da belirli bir yüzdelik kesime hitap ettiği ve seçim sath-ı mailinde her bir oyun dahi kıymetli olduğu düşünüldüğünde, kendisinin başkan adaylığından vazgeçmesi halinde önemli bir görevde değerlendirileceğine yönelik bilgiler gelmişti kulağıma.

Kısacası ‘AK Parti’den başka kapı arama, oyları bölme, seni önemli bir mevkide görevlendireceğiz’ şeklinde özetlenebilir iletilen kulisler…

Bugün bahsi olunan önemli görevlendirmenin yapıldığını duyurdu haber siteleri.

Recep Altepe, AK Parti Yerel Yönetimler Başkan Yardımcılığı’na getirildi.

Konuyu iki koldan okumak lazım, ilk olarak bir süredir geri planda tutulan Recep Altepe itibarına kavuştu diyebiliriz. Üzerindeki yorgunluğu da atmış olsa gerek ki, son derece aktif ve sorumluluk gerektiren bir noktada görüyoruz kendisini.

İkinci olarak, Altepe’nin aday olarak seçimlerde boy gösterip Cumhur İttifakının oylarını bölmesinin önüne geçilirken, diğer yandan özellikle Bursa’da Altepe’nin aday olarak görmek istemediği isimlerin de adaylık umutlarının sonuna gelindi denilebilir.

Çok değil, en fazla 10 gün içinde öğreneceğiz bizi yakından ilgilendiren AK Parti Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı’nın kim olduğunu, adayın elinin düzenlenecek aday tanıtım toplantısında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından kaldırılmasıyla da dananın kuyruğu kopacak hayırlısıyla.

Bu kadar iktidar kulisi yeter…

Gelelim muhalefette, özellikle de ana muhalefet partisi CHP’de neler olduğuna…

Bugün itibariyle Osmangazi Belediye Başkan Adayı olarak Erkan Aydın’ın ilanını dört gözle bekleyen CHP örgütü bir hafta daha bekleyecek sanırım. Aldığım bilgilere göre isimde bir değişiklik yok. Şimdilik Nilüfer Belediye Başkan Adayı olarak Turgay Erdem, Osmangazi Belediye Başkan Adayı olarak Erkan Aydın isimlerini gösteriyor ibre.

Ertelemenin nedeni CHP Genel Merkezinde Can Atalay Dosyası ve Anayasa Mahkemesinin verdiği kararların tanınmaması konusunda ciddi bir çalışma yürütülecek olması. Birkaç gün için adeta teyakkuza geçecek olan genel merkezde tüm kurmayların bu çalışmaya konsantre olması ve atılacak doğru adımların belirlenerek harekete geçilmesi planlanıyor.

Adaylık açıklaması da bu nedenle bir sonraki haftaya kalmış durumda.

Muhalefet demişken İYİ Parti’yi de unutmayalım ve yarın Bursa’yı ziyaret edecek olan İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in partisinin Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olarak İYİ Parti Bursa Milletvekili Selçuk Türkoğlu’nu açıklayacağını hatırlatalım, sonra da kulislerin açık yakasını şimdilik kapatalım…

‘Ceketimi koysam’ seçimi

‘Ceketimi koysam’ seçimi

Parti ayrımı yapmadan, iktidarını muhalefetini ayrı tutmadan söylüyorum ki, Bursa’nın makus talihi ‘ceketimi koysam seçtiririm’ mantığı ile ilerlenen seçim bölgeleri zihniyetinden çıkılamaması nedeniyle bir türlü dönmüyor.

Bu mantıkla girilen seçimlerde hangi belediyeleri hangi partinin alacağı belli. Hani öyle ki, bazı ilçelere bazı partilerin aday bulması dahi zora giriyor. Dolayısıyla partiler arasında bir hizmet yarışından daha ziyade parti içinde, özellikle de genel merkez düzeyinde bir aday olma yarışı hüküm sürüyor ortalıkta.

Sonrası malum…

Ceketi koyuyorlar…

İyi güzel de, ceket icraat yapmıyor, ceket proje üretmiyor, ceket şehrin lobisinin güçlü bir biçimde Ankara’da yatırım bulmasını sağlamıyor, ceket şehri bir adım ileri taşımak için gelecek 10-20-30-40 hatta 50 yılı planlamıyor…

Adı üstünde, ceket işte!

Adayların açıklanma süreci yaklaştıkça aday adayları arasındaki yarış da daha bir hızlanıyor…

Mesela, BUSKİ skandalı diyebileceğimiz, kamuoyuna gönderilen mini mini bir açıklama ile geçiştirilmeye çalışılan, aslında bal gibi bir yolsuzluk dosyasının kapağının aralandığına ilişkin bilgilendirmenin ortaya çıkışı ve şimdilik ustaca bir salvo ile ötelenmesi boşuna değil…

Mesela, Mudanya Belediye Başkanı Hayri Türkyılmaz’ın adaylığının açıklandığını düşünmemize yol açan, ‘Mudanya’da kaldığımız yerden yola devam’ yazılı afişinin, bu afişle oluşturulmak istenen algının, bu algı ile oynanmaya çalışılmasının ve kamuoyunu bu afişe tepki göstermeye yönlendirmenin ucunun dokunduğu işler boşuna değil…

Mesela, Nilüfer’de ‘hangi partinin adayı’ cümlesi yerine ‘kimin adayı’ cümlesinin kuruluyor olması, bu cümlenin etrafına para, liyakat, dosyalar, anket sonuçları gibi kavramların serpiştirilmesi boşuna değil…

İlk ‘mesela’dan başlayalım öyleyse. Bir süredir konuşulan ve dün itibariyle yapılan açıklamada; ‘size bu kadar bilgi yeter’ denilerek işin bilgilendirme kısmı seçimden sonraya ertelenen dosya AK Parti’nin içini bir miktar karıştırmışa benziyor.

Bir önceki yazımda yazmıştım, bazı bilgiler ışığında yeniden değerlendirecekler adayları diye. Tam da bu durumdan bahsetmeye çalışıyordum. Bilgiler aşikar olduğundan Hakan Çavuşoğlu isminin yeniden gündeme geldiğini, Alinur Aktaş ismine yeniden rakip olduğunu hatırlatmakta yarar var.

Gelelim ikinci ‘mesela’ya…

Hepimiz biliyoruz ki, Mudanya Belediye Başkanı Hayri Türkyılmaz, partisi tarafından Mudanya’da bir dönem daha aday gösterileceğinden son derece emin. Gerek genel merkezdeki bağlantıları, yani Veli Ağbaba ile olan yakın ilişkileri, gerekse şimdiye kadar ortaya koyduğu dürüst yönetim neticesinde başkanlık koltuğunun kendi hakkı olduğu kanaatinde Türkyılmaz.

Ancak yönetim anlayışında hiçbir esneklik göstermemesi gerekçesi ile kendi partilileri dahil pek çok isim bunun tam tersini düşünüyor. İddialara göre memnuniyet anketinin sonuçları da Türkyılmaz’ı işaret etmiyor. (Gerçi bu nasıl memnuniyet anketidir, herkese başka bir ismi işaret ediyor, işin o tarafı da biraz kafa karıştırıcı, ama şimdilik kulislerde konuşulanlar bunlar) Hal böyle olunca, Türkyılmaz’ın özellikle parti logosunu da taşımayan bir afiş ile ‘kaldığımız yerden devam’ demesi bir kez daha adayım algısını güçlendiriyor. Afişte CHP logosunun bulunmaması ise kulislerde çarpıcı bir iddiaya neden oluyor. ‘Hayri Türkyılmaz, İYİ Parti’den aday olurum demek istiyor’ diye konuşuyor fısıltı gazeteleri…

Olur mu?

Hiç sanmıyorum, ama konunun böyle konuşulması dahi içinde bulunduğumuz süreçte önemli. Bu da bir algı yönetme biçimi…

Gelelim son ‘mesela’ya…

Nasıl ki, Bursa Büyükşehir Belediyesi için AK Parti cephesi ‘garanti bizim’ diyorsa, Nilüfer için de CHP ‘garanti bizim’ cümlesini kuruyor. Dolayısıyla parti içinde aday adayları arasındaki en yoğun çekişme de Nilüfer için yaşanıyor.

Genel merkezin ‘memnuniyet anketi sonuçları yüzde 50’nin üzerinde olan belediye başkanlarına dokunulmayacak, doğrudan aday gösterilecekler’ kararı burada çok etkili. Memnuniyet anketi sonuçları Nilüfer Belediye Başkanı Turgay Erdem’in lehine. Dolayısıyla başkanlığına kesin gözüyle bakılıyor. Yine de adaylık açıklaması kesin olarak yapılana kadar, yani son 24 saat dahi siyasette çok şeye gebe, hatta son 24 dakika bile pek çok şeyi değiştirebilir. Bu nedenle Erdem’in karşısındaki rakiplerini de hafife almamak lazım.

Tam da bu noktada, tecrübe, liyakat, vizyon ve şehri yönetme kabiliyetini bir arada barındıran bir belediye başkanı talep etmek Nilüfer’de yaşayan biri olarak en doğal hakkım diye düşünüyorum.

Bu arada bir süredir kulislerde merakla beklenen soru yanıt bulmuş görünüyor. CHP Osmangazi İlçesinde bir kez daha Erkan Aydın ile girecek seçime. Hatırlatalım, Aydın aday adaylığı başvurusunda özellikle bir ilçe belirtmemiş, hatta genel merkeze ‘beni seçilebileceğim bir yerde değerlendirin’ ricasında bulundu söylentileri yayılmıştı. Genel merkez, Aydın’ın seçilebileceği yerin Osmangazi olduğu yönünde karar verdi anlaşılan.

Kulisleri aktardığımıza ve tüm bu ‘mesela’lardan ari olarak; kişilerin, kişilerin mali durumlarının, kişilerin birbirleri üzerinde baskı oluşturma yeteneklerinin, kişilerin partilerinin genel merkezindeki yüksek mertebeli tanıdıklarının ve kişilerin diğer belediyecilikle ilgili olmayan becerilerinin değil de projelerinin ve yönetici olma kabiliyetlerinin yarıştığı bir yerel seçim temenni ettiğimi belirtmek isterim.

En doğal hakkım, iyi yönetilen bir ilçe ve iyi yönetilen bir şehirde yaşamak…

Bir süredir şehir olarak iyi yönetilmeye hasretiz sonuçta…

NOT: Zam oranları bu kez maaşlar için açıklanıyor. TBMM’nin emekli olan ve halen vekillik yapan, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın deyimi ile çift dikiş vekilleri, 147 bin liradan 230 bin liraya yükselen maaşlarından memnunlardır herhalde.

Emekli de gözünü dikmiş refah payı bekliyor…

Bekleyelim bakalım hep birlikte, ömrümüz geçiyor beklemekle…

Belediyeciliğin iki sırrı

Belediyeciliğin iki sırrı

Seçimlere kadar daldaki keklik, seçimlerden sonra eldeki keklik muamelesi görmeyi kaderi sayan Bursa’da belediye başkan adaylarının açıklanacağı sürece kadar yoğun bir çekişme hali gözlüyoruz, iktidar ve muhalefet partilerinde.

Bir yandan parti içinde aday adaylarının çekişmelerine sahne oluyor manzara, bir yandan rakiplerle mücadeleye girişiliyor. Tabii aday bulunamayan, aday olmakta nazlanan derken uzayıp giden listeyi saymakla bitiremeyeceğimi de söylemem lazım…

Bu ayın sonuna kadar tüm adaylarını açıklayacağı bilgisini kulislere yayan AK Parti, son kertede duyuruyu 15 gün kadar öteledi, üstte söylenen adayların açıklanmasının bir gövde gösterisine dönüştürmek istenmesi olsa da, altta, yani kulislerde öyle çok şey konuşuluyor ki…

İşin özü; kritik olarak görülen, içine Bursa’nın da dahil olduğu illerde bir kez daha eldeki tüm parametrelerin gözden geçirilmesi istenmiş, yeni bilgiler ışığında yeni bir değerlendirme kararı alınmış desem çok da yanlış yapmam sanırım…

Bursa’dan Külliye’ye doğru yoğun bilgi akışı olduğunun altını çizmeye gerek yok bence…

Konunun karmaşık taraflarını şöylece ayırırsak, AK Parti cenahında sessiz ve derinden, aynı zamanda kendinden emin ilerleyişi ile biraz da rakiplerini ürküten bir isim var, Yıldırım Belediye Başkanı Oktay Yılmaz.

Bir yandan Yıldırım Belediyesi’nin çalışmalarına hiç ara vermeden devam eden, diğer yandan kendi bölgesindeki iddiasını sürdürerek ‘Ben doğal adayım. Elbette siyasi büyüklerimizin takdiridir. Ancak biz şu anda 2024-2029 arasında Yıldırım’da neler yapacağımızı planlıyoruz’ diyebilecek kadar kendine güvenli Yılmaz.

Yıldırım’da iki önemli iş yaptı geçtiğimiz beş yılda başkan. Bunlardan biri elbette kentsel dönüşüm projeleriydi. Vatandaşla uzlaşı içinde sürdürmeye çalıştığı projelerde büyük oranda başarı sağlayan Yılmaz, belki bu dönem ‘hep ana arterlerin üzerinde dönüşüm yaptı, iç bölgelere girmedi’ eleştirisi ile karşı karşıya kaldı, ancak ben önümüzdeki dönem domino etkisi ile iç bölgelerde de benzeri dönüşümlerin yapılacağına olan inancımı korumak istiyorum.

Çünkü görüyorum ki, Oktay Yılmaz’ın hedefi, öncelikle dönüşümler sayesinde Yıldırım’da güvenliği ve cazibeyi artırmak, ardından ilçenin diğer ihtiyaçlarının karşılanması için gereken adımları atmak.

Gelelim ikinci önemli işe; AK Parti’nin şimdiye kadar gayet iyi başardığı sosyal belediyecilik anlayışını bir ileri basamağa taşımayı başardı Başkan Yılmaz.

Şimdiye kadar sosyal belediyecilik denilerek sadece ihtiyaç sahiplerine yardımlar yapılıyordu ve bu yardımlar sayesinde partiye bir de gönül borcu oluşturuluyordu. Ben bundan bahsetmiyorum. Yardımlar artık tüm belediyelerin olmazsa olmazı haline geldi zaten. Çünkü ülkenin içinde bulunduğu durum, pek çok ailenin yardımsız ayakta kalamamasını getiriyor önümüze.

Benim bahsettiğim, ihtiyaç sahibi ailelerin ekonomik gücü yerinde olan vatandaşlarla benzer imkanlarda sosyal yaşam alanlarına kavuşmalarını sağlamaya, sporundan eğitimine kadar her alanda paralel ilerleyen imkanlar sunmaya yönelik projeler.

Uyumayan kütüphanelerden tutun da kadın ve çocukların ağırlıklı olarak yararlanabildiği spor salonlarına ve belediye sosyal tesislerine kadar pek çok hizmet bir kez daha bizi aynı düzleme getiriyor; Yıldırım’ın daha güvenli ve daha cazip bir yer haline gelmesi adımının atılması ile pek çok gelişmenin kapısı aralanacak.

default

Bu projelerden biri olan Dr. Sadık Ahmet Gençlik ve Spor Merkezi’nin proje tanıtım toplantısında bir araya geldik Yıldırım Belediye Başkanı Oktay Yılmaz ile.

25 yıldır halısaha ve yüzme havuzu olarak kullanılan mekanı gençlerin, kadınların, çocukların ve elbette erkeklerin de hizmetine sunmak için içinde birkaç ayrı alan barındıran bir projeden bahsediyoruz.

Kadın spor merkezi, kapalı yarı olimpik havuzu, çocukların bireysel antrenman yapabilecekleri alanı, 42 araçlık otoparkı, duşları, kafeteryası ve gençlik merkezi ile Yıldırım’ı kucaklayan bir proje olacağını düşünüyorum.

Burada çok önemli başka bir detay da var, genellikle bu tip projeler kamu yararı olarak başlar, başkalarının yararı olarak sonlandırılır. Kamu işin içinde kendine yer bulmaya çalışırken, ticaret erbapları geniş geniş alanları kullanır, bir bakmışsınız sosyal tesis olmuş sana ticaret merkezi

Oktay Yılmaz bu konudaki hassasiyetini şöyle dile getiriyor;

“Burayı kat karşılığı yapmak yönünde, ticari alanlar oluşturmak yönünde teklifler geldi. Fakat biz Yıldırım kazansın diye bu teklifleri kabul etmeyerek ciddi bir yatırımla bu tesisi kazandırmayı hedefledik. Dönüşüme kendi kamu binalarımızdan başlamış olduk. Burası yazılım, bilişim ve girişimcilik eğitimlerinin de alınacağı özel bir tesis olacak. Kentsel dönüşüm çalışmalarımızda da benzeri bir amaç güdüyoruz. Eğitim Caddesi’ndeki kat yüksekliğini 12’den 8’e düşürdük. Yoğunluğu artırmak ilerleyen zamanlarda sizi farklı problemlerle karşı karşıya bırakacaktır. Biz kente 20-30 yıl sonra sorun bırakmak istemiyoruz, bunun yerine insanın ruhunu okşayan, göze hitap eden mekanlar oluşturmaya çabalıyoruz”

Dedim ya, hem ülkemizde hem de şehrimizde pek çok noktada olduğu gibi Yıldırım için de spor sadece spor değil, eğitim merkezleri de sadece eğitim merkezi değil aslında. Sözlerinin arasında; ‘Her türlü bağımlılığın önüne geçtiğimiz alanlar buralar’ diyen Başkan çok doğru bir noktaya temas ediyor.

Geliştirilen projelerle önümüzdeki dönemlere yük olmayacak adımlar atmak ve çocuklarımızı, gençlerimizi öncelemek tüm yöneticilerin ajandasında ilk sırada olmalı. Sadece bu iki düşünceyi geliştirmek bile belediyecilik açısından çok şey yapmak demek…

 

Doğu ve güneydoğu neden mi ‘en mutsuz?’

Doğu ve güneydoğu neden mi ‘en mutsuz?’

Türkiye İstatistik Kurumu‘nun (TÜİK) açıkladığı 2023’ün mutsuz şehirler listesi: Diyarbakır, Tunceli, Şanlıurfa, Mardin, Muş, Bitlis, Batman, Osmaniye, Ağrı, Kars, Kilis, Elazığ, Malatya, Adana, Van, Iğdır, Ardahan, Gaziantep, Bingöl, Hakkari… diye Doğu’dan Batı’ya doğru gidiyor…

İlk sırada Diyarbakır var.

12 bin yıllık tarihi, sayısız medeniyetin evi, ilmiyle-bilimiyle-sanatıyla-edebiyatıyla-kültürel cevherleriyle dünyanın ilhamı Diyarbakır 24,75 oranıyla Türkiye’nin en mutsuz şehri oldu.

Bu sonucu doğu ve güneydoğu saha notlarım eşliğinde analiz etmek istiyorum bugün.

Biliyorum ki ortaya çıkacak veriler yıllardır elde edilemeyen “doğu-güneydoğu nedenlerinin ve niçinlerinin” çözümü niteliğinde…

Vatandaşa göre; terörün yarattığı travmalar, kaygan siyasi/ideolojik zemin, güven ve istikrar rayına oturtulamayan “Kürt politikaları”, bürokrasinin aşiret-kanaat-ideoloji prangalarından kurtulup şehirleriyle/vatandaşlarıyla birlikte yol alamaması, sivil toplum kuruluşlarının kendi menfaatleri doğrultusunda şehirleri ayrışmaya zorlaması, üç beş ismin inşa ettiği kimselere nefes aldırmayan “camdan duvarlar”, istihdam alanlarının yaratılmaması, batıdakilerin doğu ve güneydoğuyu sosyal-kültürel-sportif-ekonomik açıdan mahrumiyet bölgesi olarak görüp gelmek istememesi ve türevi nedenler mutsuz şehirler listesinin doğudan batıya doğru belirmesine sebep oldu/oluyor. Zira bu ilk değil son da olmayacak, böylesi araştırmalarda doğu-güneydoğu illeri her daim ilk sıralarda yer alıyor.

Tüm bu veriler ışığında benim vardığım sonuç ise “dar alanda kısa paslaşmaların hissedilme mutsuzluğu….”

Lise sıralarında otururken bir öğretmenimiz, “dünyanın en mutsuz insanı sizce kimdir?” diye sormuştu. O yaşımızın verdiği hovardalıkla aşksız, parasız, evsiz, arabasız benzeri cevaplar vermiştik. Fakat cevap bunların hiçbiri değildi.

Dünyanın en mutsuz insanı; her şeyi gören, bilen, etkisiz kalanıydı!”

Doğu ve Güneydoğu illeri gördüğü-yaşadığı-bildiği terör travmalarından onlarca yıldır tam anlamıyla kurtulamamışken üzerine pek çok travma daha eklendi.

Başta yanlış siyasi aktörler olmak üzere tecrübesiz/sorunlu bürokratların ve hiçbir kanaati/faydası olmayan sözde kanaat önderlerinin (ki bu tanımlamaya tamamen karşıyım) yarattığı travmalar, “hangisi daha kötü” diyerek terör travmalarıyla kıyaslamayı getirdi doğu ve güneydoğu insanına…

Misal şu cümleyi sıklıkla duyabilirsiniz bölge insanından; “HDP’nin idaresindeyken de biz yoktuk, şimdi de bizi gören duyan yok!İdareciler kendine/kendi çevresine göre hareket ediyor…”

Dedim ya bana göre “dar alanda kısa paslaşmaların yarattığı hissedilme mutsuzluğu” yaşanan her şey.

Nüfusu az, istihdam alanı dar, sosyal-kültürel-sportif başlıkları yetersiz, travmaları taze olan şehirlerde pirenin deve olma ihtimali çok yüksek olur.

Misal bir vekilin-valinin-kaymakamın-müdürün-belediye yöneticisinin İzmir’de yarattığı olumlu/olumsuz tanınma etkisiyle Mardin’de yarattığı etki elbette ki aynı olmaz. İzmir’de çoğu insan valisini görse dahi tanımazken, Mardin’de valinin yedi sülalesiyle birlikte şoförünü, özel kalemini, korumalarını, verdiği ihaleleri, işe aldıklarını, kimlerle sık görüştüğünü, kimlere mesafe koyduğunu tüm şehir bilir.

Dedim ya “dar alanda kısa paslaşmaların yarattığı hissedilme etkisi…”

Bu durum bölgeden yükselen iş insanlarını da moral ve motivasyon açısından olumsuz anlamda etkiliyor. Güven ortamının sağlanamadığı ve buna bağlı olarak siyaset/aşiret/güçler baskısının hissedildiği ortamlarda tembellik yaparak sırtını birilerine dayamaya çalışan bireyler nedeniyle mesleki nezaket-gelişim-etik değerler-işini sahiplenme doneleri de sabitlenemiyor. Durum böyle olunca işveren de baskıdan uzak, kurumsal iletişim kurabileceği, verim elde edeceği batı illerine yöneliyor.

İş-Kur’un doğu ve güneydoğu illerinde işe aldığı süreli personellerin çalışmak üzere gönderildikleri kurumlarda çalışmayı reddedip vekilleri veya etkili isimleri araya soktuklarını duymayan yoktur sanırım. Keşke aranan siyasiler ve etkili isimler bu suistimale müsaade etmese!

Özetle bu durum doğu ve güneydoğuyu içinden çıkılamaz bir kısır döngüye hapsetse de devletin başlatacağı kararlı politikalarla çözülmesi oldukça basit…

Birkaç yazımda yer verdiğim İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya örneği gibi bir durum. Bakan Yerlikaya’nın başlattığı çete, örgüt, terör, usulsüzlük, çalma, kayırma operasyonları tüm vatandaşların yüreğini umuttan yana ferahlatsa da hala herkes temkinli ve kaygılı; ya bir daha başa dönersek diye…

Devlet; adalet ve doğrudan yana istikrarlı tavrıyla vatandaşına samimiyetiyle güven verdiği sürece içte ve dışta aşılamayacak sorun kalmaz…

2023’ten daha iyi ol yeter!

2023’ten daha iyi ol yeter!

2023’ü nihayet geride bırakıp 2024’ün daha iyi bir yıl olması umuduyla yaşayacağımız bir gün kaldı geriye.

Ha gayret…

Bitti bitiyor. Bakalım yenisinde bizi neler bekliyor…

Çünkü en son 2022 yılını, yaşadığımız ekonomik buhranın da neticesinde, ‘Bitsin artık bu eziyet’ diyerek uğurlarken, 2023’ün hemen başında büyük bir deprem felaketi ile karşılaşacağımızı tahmin edemezdik elbette.

Canımızın 2022’den çok daha fazla yandığı bir yıl oldu 2023…

Bir yandan asrın felaketi, bir yandan ülkemizin genel geçer yoksulluk hali…

Hiç öyle söylendiği gibi uçup kaçmıyoruz ayrıca, hiçbir ülke de bizi kıskanmıyor…

Şimdiye kadar bize vaat edilenler ise bu yıl da havada kaldı…

Dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına gireceğimiz vaadi dünyanın ilk 20 ekonomisi arasına da giremememizle sonuçlanıyordu az kaldı. Şimdilerde Türkiye 17. sırada.

Kişi başına düşen milli gelirimiz 25 bin dolar olacaktı. Baktılar olmadı, seçimlerden önce hedef 17 bin 500 dolar olarak güncellendi. Reelde bu rakamların vatandaşın evine girmediğini hepimiz biliyoruz sanırım…

Avrupa’da vizesiz gezecektik. Hani öyle bir ülke olacaktık ki, Avrupa Birliğine kabul edilmemiş Avrupa Birliği üyesi gibi vatandaşlarımız dünyanın pek çok ülkesinde vizeden muaf olacaklardı. Gerçekte vizelerin reddedilme oranlarının iki kat arttığını, vize başvurusu için randevu alma süresinin dahi bir aya kadar uzadığını eli kolu yurt dışında olan herkes biliyor sanırım…

İşin adalet kısmına girmek bile istemiyorum, çünkü bu kısma girmeyi zaten kimse istemiyor. Kısaca söylemek gerekirse en son yargıda rüşvetin belgeleri yayınlanıyordu. Adaletin olmadığı yerde adalete güvenmesi gereken yatırımların da yapılmıyor olmasını ben gayet normal karşılıyorum. Sizi bilemem tabi…

Gelelim ihracat meselesine…

2023 yılında ihracatın 500 milyar dolara çıkarılacağı söyleniyordu. Dövizi bu kadar baskıladıkları bir ortamda, hiçbir ürün kendi değerini bulamazken ve işçiliklerin dövize oranı geçtiğimiz yıllara kıyasla büyük bir fark oluştururken, hedeflere ulaşmak pek mümkün görünmüyor…

Sağlıkta reform yapıyorlardı. Adına da ‘Beyaz reform’ demişlerdi. Öyle bir reform yaptılar ki, doktoru gören hasta tabiri caiz ise ‘takkesini gökyüzüne atıyor’ uzmanlık alanlarında randevu bulabilmek için ya yüksek mertebelerden bir tanıdığınızın olması gerekiyor ya da çok büyük bir sabrınızın. Çünkü randevular üç-beş ay sonrasına verilebiliyor ancak. Altını çizmek istiyorum, bu durum yaşamak için zamanla yarışan kanser hastaları için dahi farklı işlemiyor maalesef…

Kadına şiddetin bitirileceği, her öğretmene 20 öğrenci düşeceği, hızlı internetin ülkenin en ücra köşelerine dahi yayılacağı, tarihi dokunun korunacağı, yurtlarda tek ya da üç kişilik odaların olacağı gibi vaatlerin de üzerini bir kalemde çizmek lazım. Çünkü hiçbiri gerçekleştirilmedi…

Yepyeni bir yılı kucaklıyoruz önümüzde böyle bir tabloyla…

Ne diyebilirim ki; sevgili 2024, 2023’den daha bir yıl olmanı yürekten temenni ederim

YEREL SEÇİM ÇETİN GEÇECEK 

Yılın son günlerinde önümüzdeki yerel seçimlerin, genel seçimlerden de sert bir atmosferde geçme ihtimalinin altı kalın kalın çizildi Bursa’da. Önce Nilüfer Belediyesi’ne kötü karne verdik babında afişler dağıtıldı.

Bahsettiğim afişe sert tepki gösteren Nilüfer Belediye Başkanı Turgay Erdem, “Siyasi centilmenliğe hiç yakışmayacak hareketlerle karşı karşıyayız. Bu sabah Nilüfer’in dört bir köşesinden bize iletilen fotoğraflarla güne başladık. Kimliği belirsiz kişiler tarafından Nilüfer’de pek çok yerde, belediyemizi karalayan el ilanları dağıtıldığını öğrendik. Sözde bir karne hazırlayıp ‘Nilüfer Belediyesi sınıfta kalmıştır’ yazarak halka dağıtmak bir seçim kampanyası olamaz. İmzasız dağıtılan bu bildiriler siyasetin ne kadar çirkinleştirildiğinin de göstergesidir. Bu girişimleri kınıyoruz” diyerek AK Partili rakiplerini işaret ederken, AK Parti cenahından ise afişlerin CHP’nin kendi iç mücadelesi neticesinde birbirine rakip olan taraflarca hazırlandığı iddiası atılıyor ortaya…

Afişleri kimin hazırlattığı belli değil, zaten tam da bu nedenle hangi siyasi mücadele mecrasının sonucu olursa olsun, centilmence bir tutum olmadığı gerçeğini vurgulamak gerek. Ortada bir iddia varsa, iddia sahibinin de olması gerekir ki, mücadele olabilsin…

Tabii Erdem’in AK Partili rakiplerini işaret etmesinin önemli bir nedeni var, gece afişler dağıtılırken, birkaç saat sonrasında da Nilüfer Belediyesi’nin vatandaşı bilgilendirmek maksadıyla kullandığı led ekranlar söküldü yerinden.

Bu kez icraatın sahibi belli; Bursa Büyükşehir Belediyesi

Panoların kaldırılma nedeni; kent estetiği.

Nilüfer Belediyesine hızla yanıt veren Bursa Büyükşehir Belediyesi ise kanunda ‘Büyükşehir sorumluluğundaki alanlara ticari reklam amaçlı pano konulamaz. Kamu yararına bilgilendirme ve tanıtım amaçlı çalışmalar gibi ticari gelir getirmeyen hizmet sunumu yapılan iletişim panoları için Büyükşehir Belediyesi’ne başvuru yapılarak, izin verilmesi halinde konulur’ şeklindeki bölüme işaret ederek, ‘Bizden izin alınmadı!’ açıklamasında bulunuyor.

Nilüfer Belediyesine defalarca uyarıda bulunulduğuna dikkat çekiliyor ve ‘215 izinsiz tanıtım elemanı arasında yer alan 16 led ekranı kaldırdık’ deniliyor.

Reklam amaçlı kullanılmayan, vatandaşı bilgilendirme amaçlı kullanılan panolar, estetik amaçlı kaldırılıyor olabilir, bunu kabul de edebiliriz, ama Erdem’in iddia ettiği gibi yan yana duran iki panodan Nilüfer Belediyesi’ne ait olan kaldırılırken, Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne ait olan duruyorsa burada bir adaletsizlik vardır. Aynı alana Bursa Büyükşehir Belediyesi ekran koyabiliyorken Nilüfer Belediyesine ekran koyma izninin verilmemiş olmasında da bir adaletsizlik vardır.

Normalde Nilüfer Belediyesi AK Partili bir belediye olsaydı, iki belediye arasında reklam panosu, bilgilendirme ekranı gibi konuların lafı dahi olmazdı. Şimdi de olmamalı bence. Centilmenlik, empati bunu gerektirir.

Çünkü Bursa Büyükşehir Belediyesi Başkanı sadece AK Parti’li belediyelerin hakim olduğu ilçelerin değil, tüm Bursa’nın Belediye Başkanıdır. Yıldırım’a, Osmangazi’ye, Karacabey’e nasıl empati ve muhabbetle yaklaşılıyorsa, Nilüfer’e ve Nilüfer’de yaşayanlara da aynı empatinin ve muhabbetin duyulması gerekmektedir.

Konu zaten pek çok açıdan davalık ve Nilüfer belediyesi hukuki yollardan hakkını aramaya devam edecek. Karar yüce Türk adaletinin olacak elbette.

Biz de yerel seçimlerin pek sert geçeceğine hazırlamalıyız kendimizi…

 

 

 

Esneme payı…

Esneme payı…

Bursa’nın aday enflasyonu yaşayan ilçesi Mudanya’dan bir misafirimiz vardı bugün Norm Haber’de. CHP Mudanya Belediye Başkan Aday Adayı Deniz Dalgıç

Aday adaylığını açıklamadan bir gün önce CHP’ye üye olan, eğitimini inşaat mühendisi olarak tamamlamış, kariyerini ise eğitimci olarak sürdürmüş bir isim Dalgıç. Mudanyalılar kendisini ne kadar tanıyor bilinmez, ama eğitim camiasında çok iyi tanındığı kesin.

Gerçi hatırlatmakta yarar var, Dalgıç’ın aday adaylığı açıklamasında çok sayıda Mudanyalı vardı. kendisi de bu şehre olan vefa borcunu ödemek için yola çıktığını söylemişti.

Konuşmasının en başında kurduğu cümleler aday adaylığı açıklamasındaki cümlelerle aynı oldu;

“Uzun süredir buradayım, işimi burada kurup tüm yatırımlarımı Mudanya’ya yaptım, çocuklarımı burada yetiştirdim. Dolayısıyla bana ve aileme sağladıkları için Mudanya’ya bir vefa borcum olduğunu düşündüm. Yıllardır Mudanya’da bir proje yapmayı hayal ediyordum. Aslında Mudanya’nın kendisi bir proje haline gelebilir dedim ve bir adım attım”

İlk adımda partiye üyelik, ikinci adımda belediye başkan aday adaylığını açıklama…

Malum, Mudanya Belediye Başkanı Hayri Türkyılmaz’ın yeniden aday gösterilmeyeceğine yönelik kanı giderek kuvvetleniyor, ancak partinin kendi içinde siyaset yapmamış bir ismin aday adayı olmasına genel olarak bakışının olumsuz olduğunu de herkes biliyor.

Dalgıç bu bakış açısını şuradan kırabilir, kendisi bir eğitimci, dolayısıyla çalışma hayatının önemli bir bölümünde pek çok kişinin çocuğuna dokunduğunu, pek çok aile tarafından bilinirliği olduğunu düşünüyorum. İşte burada bir yumuşama söz konusu olabilir, örgütün Deniz Dalgıç’ın adaylığına sıcak baktığını görebiliriz, ama tabi bu sadece bir ihtimal…

Söylemleri ile de dikkat çekiyor Dalgıç, “Halkın gelir düzeyinin artırılması ve genç nüfusun ilçede korunması önceliğimiz olacak” derken şimdiki başkan Hayri Türkyılmaz’ın yıllardır inatla ‘Bir karış yere dahi imar izni vermeyeceğim’ diyerek savunduğu bakış açısının tam tersini savunuyor. Daha doğrusu bu bakış açısını esnetiyor ve “Mudanya’nın gelişmesi için kontrollü bir biçimde, kamu yararı gözetilerek imara açılması gereken yerlerde imar izni uygulamasının yapılması gerektiğini düşünüyorum” diyor.

Buradaki ‘gereken yerlerde’ kısmı son derece kritik bir kısım; çünkü kime göre gerekli, neye göre gerekli, kamu yararı ne zaman, nerede, ne kadar korunacak, bu konuda kimin ne kadar sağlam durduğu nasıl incelenip araştırılacak, daha doğrusu dürüstlüğün kontrolü nasıl sağlanacak meselesi genelde olduğu gibi yerelde de en büyük sorun

Hayri Türkyılmaz’a yöneltilen en büyük eleştiri kendisinin en büyük övgü kaynağı olan ‘esnek olmama’ durumu. Deniz Dalgıç da dahil olmak üzere Mudanya’nın bütün aday adayları biraz daha esnek bir yönetim sözü vererek çıkıyor yola.

İki şeyi tartıya koymak lazım; ortada sorunlar var, çok açık…

Bu sorunları görmezden gelerek, yokmuş gibi yaparak süreci yönetmeye çalışmak mı doğru olan, sorunların çözümü için gereken her tavizi vermek mi?

İşte burada tıkanıp kalıyoruz. Çünkü bizim ülkede ikisinin arasında bir yerde, hem ilkeli hem de çözüme odaklı bir noktada durma şansı pek kalmıyor.

Güzel projeler ve Deniz Dalgıç’ın gerçek bir dalgıç olmasından da kaynaklanan Mudanya’nın uzun mu uzun sahil şeridini bir ihtişama kavuşturarak ilçeyi turizme açma planı var dile gelen. Şahane işler…

Yine biliyoruz ki, bizde işler şahane projelerden daha çok şahane ilişkilerle yürüyor.

Hiç girmemiş Deniz Dalgıç bu işlere. İstanbul Ankara arasında mekik dokuyan bir aday adayı olmadığı gibi, kendisi adına mekik dokuyan ekipleri de yok anlaşılan. Elbette içinde bulunduğu eğitim camiasından ‘kendisi değerli bir isimdir’ uyarısını yapacak yetkinlikte kişiler muhakkak gerekeni yapmıştır.

Sonucu ne olur bilinmez, ancak Mudanya Aday Adaylarının hepsinin bu ‘esnek olma’ konusundaki ayarlarının, kararlarının ne olacağına şimdiden karar vererek, konuyu resmi bir dille kamuoyuna duyurup, kendilerini bir çerçeve ile bağlamaları güveni önemli ölçüde artırır diye düşünüyorum.

NOT: ‘Özgürlük ve Bağımsızlık benim karakterimdir’ diyen Atatürk’ün kurduğu 100 yıllık Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak ne akla hizmet kendi ülkemizin Süper Kupa Maçını gidip Suudi Arabistan’da oynuyoruz? Bu karar verildiğinde de anlamamıştım, hala da anlamıyorum. Benim bildiğim hakemler, futbolcular maçı satınca şike olur, maç iptal olur, cezalar verilir. Türkiye Futbol Federasyonu satınca başarı oluyor.

Al sana başarı…

Kendi takımlarının kendi Süper Kupa Maçında kendi İstiklal Marşını çaldırmak için saatlerce diplomasi yapıp Suudi Arabistan’dan izin istiyorsun.

Alabildiğin izin şehitlerimiz için saygı duruşu ve İstiklal Marşının okunması…

Eee… Onu sat, bunu sat, en sonunda maçı sat, olacağı buydu…

Hüda Par ‘Yine mi temcit’ dedirtmesin!

Hüda Par ‘Yine mi temcit’ dedirtmesin!

Demokrasi ve Birlik Derneği’nin “Türkiye Yüzyılında Kürtler” başlığı altında gerçekleştireceği seri panellerin ilki (lansman paneli) Kasım 2022’de Ankara’da gerçekleşmişti.

Panelde Hüda Par Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu ve ben de konuşmacılar arasında yer alıyorduk. Tek kadın panelisttim…

İki oturum halinde gerçekleşen Ankara panelinde Kürt siyasetçiler, yazarlar ve fikir insanları onlarca yıldır devam eden sorunları ve bu sorunlara dair çözüm önerilerini aktarıyordu.

O günkü konuşmamda ve sonrasında köşeme taşıdığım yazılarımda sorunlar-çözümler tespitlerimi sunarken “iki önemli sorun” başlığının altını da kalın çizgilerle işaretlemiştim.

O gün o salonda bulunan/bulunmayan, Kürt meselesine dair onlarca yıldır yazan-konuşan-siyaset üreten isimlere yönelik altını çizdiğim “iki önemli sorunu” şöyle aktarmıştım.

“Onlarca yıldır aynı konu etrafında cümleler zikrediliyor olmasına rağmen halen ortada duran bir mesele var. Kırk yıldır konuştuklarınız bir çözüm getirmediyse o cümleleri bir kenara bırakmanız ve güncel nabzı doğru okumanız gerekiyor artık. Sonrasında da güncel veriler doğrultusunda yeni cümlelere ihtiyacı var Kürt siyasetinin… İkinci sorun da tüm panelistlerin kendisine ayrılan sürenin daha fazlasını isteyerek uzun uzun konuşması. Konuşmalarınızı daha kısa tutmanızı ve salondakileri dinlemenizi, anlamanızı, zihinlerindeki soruları cevaplamanızı, toplumun güncel sosyolojisini alıp fikri-zikri beslenmenizi isterdim…”

Konuşmamda bu cümlelere neden mi kullanmıştım?

Yaklaşık kırk yıldır aynı kitaplar, aynı isimler, aynı cümleler, aynı “sözde çözüm” fikirleri, aynı kısır döngüler arasında bir çıkmaza hapsedildi Türkiyeli’nin huzuru!

Ve en önemlisi tıpkı o gün o salonda olduğu gibi işin içindekiler vatandaşın zihnindekilere, yüreğindekilere, dilindekilere kulak vermemiş sadece kendileri konuşmuştu onlarca yıldır…

”Ey cemaati Kürt, ne istersiniz?” diyen olmamıştı!

Geçtiğimiz günlerde Hüda Par Genel Başkanı ve İstanbul Milletvekili Zekeriya Yapıcıoğlu’nun yaptığı “özerklik” yorumu üzerine Ankara’da birlikte konuşmacı olduğumuz panelde dile getirdiğim “güncellenememe-toplumu doğru okuyamama” sorunlarını anımsadım.

Hüda Par’ın aktif siyasete ve Meclis’e girmesini sıcak karşılamıştım ve seçim öncesinde de bu düşüncemi her mecrada belirtmiştim. Kürtlerin HDP/DEM/Yeşil Sol ve türevi partilerin markajından kurtulması için Kürt siyaset yelpazesinin genişlemesi / farklı bakış açıları kazanması demokrasi adına önemliydi çünkü. Demokrasi adına bizlerin desteğini esirgemediği Hüda Par’ın; Ortadoğu’nun kaynayıp kabardığı, küresel enflasyonun zirve yaptığı, gençlerin iş, işverenin kalifiye eleman aradığı, anayasanın ve cezai yaptırımların ihtiyaçları karşılamadığı böylesi bir süreçte çıkıp da “özerklik” anlayışını gündeme taşıması inanıyorum ki benim gibi pek çok demokrasi savunucusunu hayal kırıklığına uğrattı.

Zira Yeni Dünya Düzeni dediğimiz şey herkesi / her şeyi güncellenmeye-yenilenmeye-gelişmeye mecbur bırakıyor. Hepimiz istiyoruz ki Hüda Par da bu durumdan nasiplensin, yeni söylemler geliştirsin, ”yine mi temcit” dedirtmesin, vatandaşın güncel ihtiyaçlarını görsün, daha geniş kitlelere hitap edip bünyesine katsın, hepimizin “acaba ne projeleri var” diyerek merakla yönelmesini sağlasın…

Evet Kürt siyaseti güncel okumalar ve söylemler geliştirmek zorunda artık, zira siyasetçilerin onlarca yıldır dile getirdiği özerklik cümlelerinin geçmişte olduğu gibi günümüz Kürtlerinde de hiçbir karşılığı yok.

Yeri gelmişken tam aksi yöndeki bir öngörümü hemen belirtmek istiyorum; bu kısır döngülerden bıkan, kalkınan, pek çok başlıkta doğu ile arasındaki çıtayı açan batı bölgeleri, doğuyu ve güneydoğuyu bizden ayırın diyecek benden söylemesi….

İYİ Partili Ercan Özel iddialı

İYİ Partili Ercan Özel iddialı

Bursa yerel seçimlerde iki büyük partinin, AK Parti ve CHP’nin kapışmasına sahne olacak Türkiye’nin pek çok yerinde olduğu gibi.

CHP’nin büyükşehir adayı belli olmakla birlikte ilçe belediyelerindeki aday açıklamaları halen gerçekleşmedi. Bir duyuma göre adayların tamamının açıklanması Ocak ayının yarısını bulabilir.

Bunu iki biçimde yorumlamak gerekiyor, ilk olarak CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in titiz bir anket çalışması yürüttüğü biliniyor, bunun dışında adaylar konusunda Özel ve İmamoğlu ekiplerinin uzlaşıya varması gerektiği gerçekliği de tüm çıplaklığı ile duruyor. Süreç her iki koldan da yürütülmeye çalışılınca biraz yavaş ilerlemesi normal.

Bir de CHP’nin bazı ilçelerde aday enflasyonu yaşarken bazı ilçelerde aday bulmakta zorlandığı, özellikle Yıldırım konusunda hem Büyükşehir için oy devşirecek hem de mümkünse Yıldırım’ı kazanacak aday arayışında olduğu biliniyor. Tek bir isim konuşuluyor kulislerde Yıldırım için; Orhan Sarıbal!

AK Parti’nin Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayının ise bu hafta sonu açıklanması bekleniyor. Yine de sürekli ötelenen açıklama tarihleri nedeniyle pek hevesli olmamak lazım bu konuda.

AK Parti’nin MHP’ye bıraktığı ilçelerde ise seçimin enteresan sonuçlar doğurabileceğini düşünüyorum. Yine kesin olmamakla birlikte  (çünkü kimse kulislerdeki konuşmaların kesin bilgiler olduğunu söyleyemez) Yenişehir ve Mustafakemalpaşa MHP’ye bırakılan ilçeler. Yenişehir geçtiğimiz dönem de MHP’deydi, Mustafakemalpaşa Belediye Başkanı Mehmet Kanar’ın da adaylık konusunda çok hevesli olmadığı biliniyordu.

Buradan yola çıkarak İYİ Parti Yenişehir Belediye Başkan Adayı Ercan Özel’in Norm Haber’e yaptığı ziyareti de değerlendirmek gerekiyor elbette.

Öncelikli olarak Yenişehir’in hak ettiği gibi yönetilmediğinden çok emin olan ve İYİ Parti rozetini çıkarıp ay yıldızlı rozeti ile tüm Yenişehir halkını kucaklayacağını söyleyen Ercan Özel, Yenişehir’de seçimi kazanır mı bilinmez, ancak MHP’li belediye başkanı Davut Aydın’ı çok zorlayacağı kesin.

2019 yılındaki yerel seçimlerde de belediye başkan adayı olan ve oldukça iyi bir oy oranı alarak seçimi kıl payı kaybeden Özel’in tıpkı CHP Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey gibi sahadan hiç inmediğini ve ilçe başkanı olarak yaptığı muhalefetle Yenişehir’e pek çok katkıda bulunduğunu söyleyebilirim.

“Yenişehir’in sorunları çok, sorunlarını çözecek bir belediye başkanı yok. Ben bir belediyeci olarak bu göreve talibim. Yenişehir’in sorunlarını biliyorum, çözümlerini de biliyorum, halkımıza Yenişehir’in adayıyım diyorum. Geçtiğimiz seçimlerde 2 bin 600 oy ile seçimi kaybetmiştik. Aslında Yenişehir iyi hizmet alma hakkını kaybetti o seçimde. Bu seçimde seçmen sayısı arttı. Toplamda 43 bin seçmen oy kullanacak ve bu oyların 37 bini geçerli sayılacak. Ülkücü kırgın seçmen, CHP’li kırgın seçmen ve AK Partili küskün seçmenden oy alacağımızı düşünüyorum. Biz üçüncü yol olarak çıktık, bu alternatifi yarattık seçmene” diyor.

İYİ Parti’yi kasıp kavuran istifalar furyasından etkilenmeyeceğini, çünkü yerel seçimlerde vatandaşın kendisine hizmet eden isimleri seçmeye meyilli olduğunu düşünüyor Özel.

Haksız da değil…

Tüm Bursa’yı saran ileriye gitmek yerine geriye doğru ivmelenme modası Yenişehir’e de sıçramış, hatta daha da belirgin hissedilir olmuş.

Bundan 30 yıl önce beş tane sineması olan Yenişehir’in şimdilerde bir tane dahi sineması yokmuş mesela. Sosyal hayat desen ona keza…

Hepsinden geçtim, insanların en acılı günlerinde cenazelerini yıkayacakları bir gasilhaneleri dahi yok. Hastane morgunda yıkanıyor vefat edenler. Morgda sıcak su bulunamayınca, komşu ilçe olan İznik’e gidiliyor…

Ölüm acısı yaşayan vatandaşının yanında olması ve mezarlıkların bakımları ile ilgili hizmetleri konusunda çok övünen AK Partili belediyeler tarafından ihmal edilen bir tablo ile karşı karşıya Yenişehirliler…

Ercan Özel de buna güveniyor zaten. “MHP’ye bırakılan belediyelerin AK Partili belediyeler gibi hizmet almadıklarının en açık göstergesi olarak Bursa’nın karşısında duruyor Yenişehir” diyor.

Yenişehir’in tarımla kalkınacağını ve hazırladıkları projeler ile Yenişehir’de tersine göçü başlatacaklarını belirten Ercan Özel’in en akla yatkın ve başarılı olacağını düşündüğüm projesi ise şimdilerde atıl kalan Oto Test Merkezinin planlandığı alanda tarım ürünlerinin işlenmiş ürün olarak değerlendirileceği bir üretim tesisi hazırlamak.

Avrupa Birliği projelerinden yararlanarak ilçeyi susuz tarımla tanıştırmak fikri de hayli güzel. Eldeki kıt imkanları doğru kullanmak adına…

Daha pek çok projesi var Ercan Özel’in bir de büyük bir hevesi Yenişehir Belediye Başkanlığı koltuğuna oturmak için.

Yerel seçimlerde yarışı en yakından takip edilecek ilçelerden biri olarak Yenişehir’i ilk sıraya yazabiliriz…

Adayların açıklanmasını ise dört gözle bekliyoruz…