Seçime kişisel çekişmeler mi yön verecek?

Seçime kişisel çekişmeler mi yön verecek?

Türkiye İstanbul’dan ibaretmiş gibi hareket edilen, tüm planları bunun üzerine yapılan bir seçim sürecinde daha sandığın önümüze konulmasına iki ay kala Bursa’nın en kritik noktalarında adaylar konusunda bir netlik yok!

Eğer İstanbul’u Bursa’ya süpürmeyi istiyorsanız ve sanayi hamleleriniz dahil olmak üzere pek çok planı bunun üzerine yapıyorsanız, içinde bulunduğumuz durum olduğundan daha da kıymetli bir hal alıyor.

Neyse ki, yakın süreçte yayılan kulisler AK Parti’nin pek çok ilçe belediye başkan adayını netleştirdiğini fısıldıyor kulağımıza. Yıldırım’da beklendiği gibi Oktay Yılmaz ile devam edileceği söyleniyor. Kestel’de tahmin ettiğim gibi Önder Tanır ile devam kararı konuşuluyor. Gürsu’da da Mustafa Işık ile bir dönem daha kararı verilmiş gibi görünüyor. İnegöl’de de Alper Taban ile devam kararı alındığına dair bilgiler geliyor kulislerden.

Genel olarak şunu gözlemlemek mümkün; gerek iktidar gerekse muhalefet cephesinde:

“Eğer vatandaşın şikayeti yoksa var olanla devam et, riske girme!”

Riske girilecek bir seçim değil çünkü önümüzdeki seçimler.

Aynı isimlerle devam kararı o kadar ön planda ki, AK Parti Osmangazi’de Mustafa Dündar için üçüncü dönem kuralını esnetti, ‘Dünya gördü sen de gör’ diyerek icraatlarından oluşan bir afişle çıkış yapan Dündar için dördüncü dönemi hayırlıyorlar şimdilerde.

AK Parti kaybettiklerini kazanmaya odaklanmışken, CHP cephesinde Özgür Özel de ilk sınavında başarı hedefliyor, doğal olarak da kazandıklarını elinde tutmak, üstüne yenilerini eklemek derdi.

Tam bu nedenle CHP’nin elinde bulunan Nilüfer, Mudanya ve Gemlik ilçelerinin belediye başkanları ile seçimde belirleyici rol oynayacağı düşünülen İnegöl adayı halen açıklanmadı.

Anket üstüne anket yapılırken, memnuniyetler bir yandan vatandaş düzeyinde bir yandan örgüt içinde ölçülüp değerlendirilmeye çalışılırken, genel merkez adaya karar vermek için çalışmalarını sürdüredursun, Bursa’nın içi hazan yaprakları gibi sağa sola savruluyor bu günlerde.

Daha önce yazdığım bir cümlenin kesinlikle halen arkasındayım, ‘Mustafa Bozbey muhafazakar Bursa’da seçimi kazanmaya hiç olmadığı kadar yakın olabilir…’

Cümleyi ‘ama’ diye devam ettirmiştim, yine bir ‘ama’ koyup biraz daha açık konuşacağım bu kez.

Bu noktada Bozbey ve ekibinin belediye başkan adaylıklarına kimlerin yerleşeceği ve ilçe yönetimlerinin kimlerden oluşacağı gibi işlerin peşinde koşmak yerine vatandaşın nabzını tutmak, projelerini açıklamak, seçmene ulaşmak için enerjilerini harcamaları gerekiyor. Aksi durumlar örgüt ile CHP Bursa Büyükşehir Belediye Başkanının, ilçe belediye başkan adayları ile örgütün ve Büyükşehir Belediye Başkanı ile ilçe başkanlarının arasının açılması, dolayısıyla önümüzdeki süreçte birlikte ekip olarak çalışması gereken tüm birimlerin birbirlerinden uzaklaşması ile sonuçlanacak, hatta bu yolda sonuçlar şimdiden alınmaya başlandı.

Daha da iddialı konuşalım, söylenenlere bakılırsa ‘CHP iç karmaşasını çözmediği sürece önümüzdeki seçimlerde sandığa koyacak üye bulmakta zorlanacak!’

Bu tablo bana 2019 yılında kıl payı kaybedilen seçimleri anımsattığından olsa gerek, durumu çokça önemsiyorum…

Bir ‘değişim’ rüzgarı sayesinde kemikleşmiş kadrolarda revizyona giden CHP Genel Merkezinin, önümüzdeki yerel seçimlerde başarı yakalayarak, ‘değişim iyidir’ mesajı vermesinin yolunun da seçim süreci henüz başlamamışken deklare edilen, ‘adayların il ve ilçe yönetimlerine karışmaması’ kararının tam olarak uygulanmasından geçtiğini düşünüyorum.

Diğer taraftan, dışarıdan yapılan müdahaleler nedeniyle örgütün talebinin genel merkezde doğru alınamadığı düşüncesi hakim olduğundan, Ankara’yı toplu halde ziyaret eden muhtarlar, sivil toplum kuruluşları ve kadın dernekleri de olmuyor değil.

CHP’nin son grup toplantısında isimleri anons edilen 46 mahalle muhtarı ile birlikte sivil toplum kuruluşlarının üyeleri ve kadın derneklerinin üyelerinden oluşan yaklaşık 150 kişilik ekip Nilüfer Belediye Başkanı Turgay Erdem’e desteklerini dile getirmek üzere Özgür Özel’i ziyaret etti.

Özel’in yarım saat gibi bir süre ayırarak görüşlerini dinlediği beş mahalle muhtarının ‘Nilüfer’de neler oluyor? Kimi başkan olarak görmek istersiniz?’ sorusuna yanıt verdiklerini tahmin etmek güç değil.

Şimdi şöyle genel bir toparlama yapacak olursak; CHP, Bursa Büyükşehir Belediyesi’nde elinin en güçlü olduğu dönemi yaşıyor. Sedat Yalçın ve Alinur Aktaş cephesi kendi içinde mücadele ederken, aradan sıyrılan pek ala Mustafa Bozbey olabilir. Bozbey’in bu noktada önündeki en önemli engel ise örgütlerle arasındaki ilişki bozukluğu olur. Çünkü sandıkların korunması tüm seçimlerde olduğu gibi bu seçimde de çok önemli. Örgütle aranız bozuk olursa, sizin için sandığı cansiperane savunacak bir ordudan mahrumsunuz demektir!

Bir ideoloji çerçevesinde idealler uğruna yıllar süren mücadeleleri omuz omuza verdiğiniz insanlarla kimi zaman kişisel yakınlıklar kimi zaman ise kişisel ters düşmeler yaşanması olağandır elbette. İşin bu kısmını insani boyutları gereği anlamamak mümkün değil, fakat olması gereken arzu edilen başarıyı yakalayabilmek adına işi kişiselleştirmekten çıkararak ortak paydada buluşmayı da bilmektir. Tüm bu paradigmaların bir araya gelişine siyaset diyorsak, zaman zaman bir potada erirken üstte kalmak adına yaptığımız hamleleri de siyasetin ayak oyunları olarak adlandırıyorsak, hatta tüm bu bahsettiklerim aslında anlattığım kadar sevimli ve iyi niyetli davranışlar olmuyorsa, oyunu kuralına göre oynamayı bilmek de lazım.

Bunun dışında tüm parametreler CHP’deki durumun iyi gidişini işaret ederken, kişisel çekişmeler bir kenara bırakılıp kazanımlar üzerinde yoğunlaşılmalı, aksi davranış biçimleri sandığın rakibe elden teslimi demek olacaktır!

 

 

 

 

 

 

 

 

Sedat Yalçın: “Bursa’yı bize bırakabilirler!”

Sedat Yalçın: “Bursa’yı bize bırakabilirler!”

Hazır herkes CHP’nin içinde olan bitene odaklanmışken, ben yerel seçimlere başka bir pencereden bakma şansına sahip oldum Ortak Akıl programında konuk ettiğim Yeniden Refah Partisi Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Sedat Yalçın sayesinde.

Programdan önce çaylarımızı içerken yaptığımız sohbette konuştuğumuz bir konuyu programa da taşımak istedim, çünkü aldığım yanıt çok ilginçti.

Yeniden Refah Partisi ile AK Parti arasındaki ittifak görüşmeleri henüz tamamlanmadığından, çoğunluğun aklında bir soru işareti olarak kalan; ‘Acaba YRP Bursa’da aday göstermekten son anda vazgeçer mi?’ meselesi vardı ya askıda duran, Sedat Yalçın’dan çok iddialı bir yanıt geldi bu soruya.

AK Parti İstanbul ve Ankara’yı çok istiyor. Eğer bizim Ankara ve İstanbul konusunda ittifak içinde onlara destek vermemizi bekliyorlarsa, belki de Alinur Aktaş’ın adaylığı geri çekilebilir!”

İşte bu bütün seçim aritmetiğini değiştirir…

Adaylığının açıklanmasından önce YRP Genel Başkanı Fatih Erbakan ile çok net bir görüşme gerçekleştirdiklerini ve açıklanan belediye başkan adaylıklarının geri çekilmesinin asla söz konusu olmadığını da üstüne basa basa belirtti Yalçın.

AK Parti ve YRP seçmeni arasındaki oy geçişkenliğinin çok yüksek oranda ve kolay olduğunu söylemek mümkün. Dolayısıyla seçimde yapacakları ittifakla birbirine kazandırma şansı en yüksek iki parti AK Parti ve YRP.

Yalçın ayrıca demokrat kişiliği ile CHP kanadından da oy alabileceğini düşünüyor. “Çünkü CHP seçmeni önce vaatlere sonra da vaatlerin yerine getirilip getirilmediğine bakacak kadar bilinçli bir kitle, bu kitle kendi partisinin adayında eksiklik gördüğünde, söylemleri ile tutarlı hareket edeceğini düşündüğü kişiye oy vermekten çekinmeyecektir” diyor YRP Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Yalçın.

İşin buraya kadar olan kısmı seçimlerin seçmen ve oy potansiyeline bağlı hesap kitap işleri ile ilgili. Benim için daha kritik olan kısım ise bundan sonrasında bana sunulan farklı bakış açısı ile başlıyor.

Aslında bir süredir üzerinde düşündüğüm ve iktidarı ile muhalefeti ile neden siyasetin giderek aynı zemine doğru kaydığına, partilerin ideolojilerinden, söylemlerinden, projelerinden daha çok neden koltuk savaşlarını konuştuğumuza ilişkin sorgulamalarım sonunda anlamlı bir zemine oturdu.

YRP Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Sedat Yalçın’a göre bu soruların tek bir yanıtı var;

Siyasetin finansmanı!

Çok basit, ama bir o kadar karmaşık daha doğrusu basitliği ile olması gereken her şeyi değiştirdiği için işleri en karmaşık haline sokabilen sadelikte bir kavram karşımızda duran.

Bu konuyu milletvekili seçildikten sonra katıldığı birkaç toplantıda CHP Bursa Milletvekili Kayıhan Pala da dile getirmişti, ama onun bahsettiği daha ziyade siyaset yapmaya soyunan kişilerin bu işe harcaması gereken bütçe ile ilgiliydi.

Genele baktığımızda ise bu ülkede belki de en çok para harcanan alanlardan biri siyaset. Dolayısıyla önemli bir finans kaynağına ihtiyaç var. Bu kaynağın devletin verdiği ödeneklerden tesis edildiğini düşünüyorsanız elbette büyük yanılgı içindesiniz. Bazı makam ve mevkilerde gözü olan, kendi bütçesi de buna uygun olan siyaset meraklılarının ayırdıkları kişisel finansların da yeterli gelmediği bilinen bir gerçeklik. O halde siyaseti finanse etmek için kullanılan en büyük bütçeye sahip kurumlar olarak geriye elimizde sadece belediyeler kalıyor!

İstanbul Büyükşehir Belediyesinin kara kaşının, kara görünün güzelliğinden bu derece istendiğini düşünmüyorsunuz herhalde! En büyük bütçeli belediye İstanbul olduğu için şu anda ülkede bir İstanbul’u alma savaşları yaşanıyor!

Aynı gerçekliği Bursa’ya uygularsak ve her partinin kendi hakim olduğu bölgeler açısından konuyu değerlendirirsek, CHP içinde neden Nilüfer’i alma savaşları yaşandığını, AK Parti içinde neden Büyükşehir ve Osmangazi’yi alma savaşları yaşandığını da anlamış oluruz.

Hani demem o ki, iktidarı da muhalefeti de birbirinden pek farklı değil bu noktada. Herkes bahsettiğim sınırlar çerçevesinde koltuk savaşlarına dahil.

Oysa Avrupa’da işler böyle yürümüyor. Elbette seçim süreçlerinde bir finansman gerekiyor, bu da daha ziyade adaylara sponsor olan işinsanlarından sağlanıyor. Seçim bittiğinde kampanya sonlandırılıyor, kampanya ofislerinde çalışanların büyük bölümünün işi de bitmiş oluyor. Genellikle kampanya ofislerinden oluşturulan küçük çekirdek bir kadro eğer destekledikleri aday bir makama seçildiyse kendisinin danışman kadrosu olarak onunla birlikte gidiyor ve herkes bir sonraki seçime kadar rahat ediyor.

Öyle devasa genel merkezler, başkanlar, başkanların üç beş yardımcısı, yardımcıların yardımcıları ve devasa danışman orduları olmuyor. Daha ziyade küçük, kompakt, bütçe olarak da başa çıkılabilir bir siyasetçi varlığı söz konusu.

Bizim ülkemizde bunu yapamamamızın en önemli nedeninin kurumlara olan güvensizlik olduğunu söylüyor Sedat Yalçın; “Kurumların belirli bir politika ile hareket etmesi, adalete olan inanç, devlete olan güven kavramları tam oluşmadığından, muhalefet partilerinin de sürekli bir siyasal denetim ihtiyacı var, bu nedenle siyaset gerçekten önemli bir finansal desteğe ihtiyaç duyarak yürüyor” sözleri işleri özetlemek açısından son derece anlamlı.

Bizde işler gerçekten de Avrupa ülkelerinde olduğu gibi yürümüyor. Mesela TİP Hatay Milletvekili Can Atalay hakkındaki, Gezi davasında 18 yıl hapse mahkûm edildiğine ilişkin karar TBMM Genel Kurulu’nda bugün itibariyle okundu. Anayasa Mahkemesi’nin iki kez bu konuda hak ihlali kararı vermiş olmasına rağmen Atalay’ın vekilliği düşürüldü. Böylelikle AYM’nin saygınlığı zedelendiği gibi verdiği kararların uygulanmamasının da yolu açıldı.

Sen şimdi gel de bu ülkede çeşit bin türlü denetim mekanizmasını çalıştırma gayretinde olma!

Haa, çalıştırıyorsun da ne oluyor?

O da ayrı bir konu…

CHP karıştı, daha da karışacak!

CHP karıştı, daha da karışacak!

Cumhuriyet Halk Partisi’nin genel başkanlık koltuğuna daha yeni oturan, bir yandan Ekrem İmamoğlu ve ekibiyle uyumlu çalışma gayretini gösterirken, diğer yandan örgüt içindeki isyanlarla başa çıkmaya çalışan Genel Başkanı Özgür Özel, ilk sınavını vereceği yerel seçimlere girecek hayırlısıyla.

Konuya Bursa özelinden bakacak olursak şöyle bir tablo çıkıyor önümüze. Bir önceki dönemde yaptıkları ve yapamadıkları ayrı ayrı kefelere koyularak değerlendirilebilecek, dolayısıyla bolca eleştiri malzemesini rakiplerine veren AK Parti Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Alinur Aktaş en yakın rakibi CHP Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mustafa Bozbey ile kıyasıya bir rekabet halinde.

Anketler de bu rekabetin çok çetin olduğuna işaret ediyor. İYİ Parti Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Selçuktürkoğlu’nun CHP kanadından oy bölmesi beklentisi AK Partilileri sevindirirken, Yeniden Refah Partisi’nin Büyükşehir Adayı Sedat Yalçın’ın AK Parti saflarını zorlayacağı umudu da CHP’lileri mutlu ediyor.

Biraz tepeden bakıldığında şunu söylemek çok mümkün, Mustafa Bozbey muhafazakar Bursa’da seçimi kazanmaya hiç olmadığı kadar yakın olabilir, ama önünde hesaba katılmamış ve aşılması zor başka bir engel var.

‘Hangi belediyeye kimin adamı yerleşecek? Kim aday olacak, kim olmayacak!’ kavgası…

İddialara göre bu kavgaların tam ortasındaki figür olan Mustafa Bozbey’in geçtiğimiz seçimleri kaybetme nedeni olarak parti içinde sıralanan sebeplerin başında ‘Bozbey’in ekibi ile örgütün uyumlu çalışamaması’ gösteriliyordu, hatırlatmakta fayda var!

Geçtiğimiz hafta içinden bu yana, adaylar açıklandıkça, örgütlerin içindeki karışıklıkları ve peş peşe gelen istifalara eklenen görevden almaları düşünürsek, çok yakında bir; ‘Atı alan Üsküdar’ı geçti’ cümlesi ile daha seçimlerin sona erdiğini, örgütün sandıklara, yöneticiler ile adayların da örgüte sahip çıkmakta geç kaldığını anlayacak CHP, ama geç olacak, sonrası da güç olacak…

En başından verilen önseçim sözünün tutulmadığını, örgütün önüne sandık koyularak belediye başkan adaylarının belirlenmediğini, gerekçe olarak da yaşanacak seçim süreci sonrasında adayların seçim çalışması için vaktinin kalmayacağının gösterildiğini de hatırlatalım.

Çünkü en başında böyle bir yola gidilseydi, kimsenin söyleyecek sözü, çekiştirecek konusu kalmayacaktı, ama olmayınca olmuyor işte!

Bu açıklamalar örgütü tatmin etmediği gibi, uzun süredir örgüt içinde emek vermiş, verdiği emeklerin sonucunda üyelerinin desteğini de arkasına alarak belediye başkan adayı olmayı talep etmiş ilçe başkanlarının başvuruları tek tek reddedilince, dağılma başladı CHP’de.

Karacabey’de ilçe örgütünün adayı Murat Tanrıverdi’nin yerine Gönül Avil aday yapılınca Karacabey İlçe Yönetimi istifa etti. Cevat Asa’nın adaylığına tepki olarak, ilçe başkanı Hatice Doğan’ı aday olarak görmek isteyen Kestel ilçe yönetimi ile birlikte kadın ve gençlik kolları istifalarını koydu masaya. Yenişehir’de ise ilçe örgütünün adayı Tayfun Sırman yerine, geçen seçim AK Parti listesinden aday olan Sadi Aktaş aday gösterilince örgütte rahatsızlık başladı.

Sonunda da Mustafakemalpaşa İlçe Başkanı Tandoğan Kuru yerine geçmiş dönem Gençlik ve Spor Bakanlarından Şükrü Erdem’in aday gösterilmesi iplerin koptuğu yer oldu.

İlçe örgütünün Şükrü Erdem ile uyumlu çalışmayacağı gerekçesi ile olağanüstü toplanan İl Yönetim Kurulu tarafından görevden alınmasının akabinde yaşanan gelişmeler; ‘CHP nereye?’ diye sorduruyor bana da…

Hemen hemen tüm ilçelerde kendi istediği isimlerin belediye başkan adayı olarak gösterilmesi konusunda ciddi bir parti içi lobi faaliyeti yürüttüğü iddia edilen Mustafa Bozbey ile birlikte bu kez potada CHP İl Başkanı Nihat Yeşiltaş da var. Yeşiltaş’a itham edilen suçlama ise Bozbey’in isteklerini yerine getirmek!

Bahsi olunan toplantının ayrıntıları bir yana İl yönetim kurulu üyesi Ahmet Özdemir’in, Yeşiltaş’a karşı 1 Nisan sabahı olağanüstü kongre sürecini başlatacağını ilan etmesi önemli bir hadise.

İşin daha da kritik olan tarafı, önümüzde CHP’nin güçlü olduğu üç ilçe kaldı başkan adayları açıklanmayan. Bu başkanlık koltuklarında da herkesin kendince ayrı bir hesabı, ayrı tasarrufu, bu tasarrufu gerçekleştirmek için olağan üstü çabası var.

Demem o ki, koltuklara Bozbey’in işaret ettiği isimler otursa örgüt, işaret edilen isimler oturmazsa Bozbey cephesi tavır alacak.

Bir yanda örgütün iç işlerine karışan isimlerle ilgili ithamlar sürerken, dolayısıyla izaha muhtaç durumlar ortaya çıkarken, izahatı olmayan işlerin partiyi yıpratması devam ederken, diğer yanda bu durumun bir çığ gibi büyüyerek devam etmesi ihtimali de var anlayacağınız.

Oysa Cumhuriyet Halk Partisi 100 yaşında bir parti. Aday belirlemekle ilgili böyle amatörce çabalardan çoktan sıyrılmış olması, adaylık sürecini profesyonel standartlara bağlaması gerekirdi. Örgütün desteğini almamış adayın arkasında kimlerin çalışacağını da düşünmek gerekir. Örgütün desteğinin yetkin ve liyakatli kişilerden yana olmasını sağlamak da şarttır.

Eğer önümüzdeki seçimleri kazanmak gibi bir derdi varsa CHP Bursa Örgütünün tüm üyelerinin, (Buna il ve ilçe yöneticilerinden milletvekillerine kadar tüm makamları dahil ediyorum) hızla bu dağınıklığa son vermesi gerekiyor.

Kişisel hesaplar yüzünden paramparça olan bir CHP ve bu partiye gönül vermiş, olanca çabası ile çalışan tüm örgüt üyelerinin bunca demoralize oluşu kimseye fayda sağlamaz. Özellikle de partinin garanti gördüğü ilçeler dışında Büyükşehir için en fazla oyu alacak adayı seçme çabası içine girilen ve yazımın başında belirttiğim gibi muhafazakar Bursa’da seçimi kazanmaya bunca yaklaşmışken Mustafa Bozbey’e yaramaz!

Ne ‘skimpflasyon’ günlere kaldık!

Ne ‘skimpflasyon’ günlere kaldık!

Allah ‘ekonomistim’ diye gezenlerden korusun, ‘gerçek ekonomistlerden’ de razı olsun. Evinin alışverişini çoğunlukla kendisi yapan ve yine alınan ürünleri kullanarak evde bazı işleri gören kişi ben olduğumdan, uzun zamandır ürünler ve fiyatları ile ilgili yaşadığım savaşın sadece enflasyonla açıklanamayacak kadar karmaşık olduğunu hissediyordum da, ekonomist olmayınca buna isim veremiyordum.

Sonunda, eğitimini ekonomi üzerine görmüş, kariyerini de yine ağırlıklı olarak ekonomi üzerine şekillendirmiş, dolayısıyla ‘ben ekonomistim’ dediğinde üstüne tam oturan elbisesi ile konuşabilen bir isim olan Mahfi Eğilmez, yaşadığımız karma karışık ekonomik düzenin açıklamasını yaptı. Kafalar daha mı karıştı, yoksa herkes benim gibi bir aydınlanma mı yaşadı tam olarak bilemiyorum, ama size konuyu Eğilmez’in tanımlamalarından da alıntılar yaparak şöyle özetleyebileceğimi düşünüyorum…

Enflasyonu biliyoruz zaten, fiyatların sürekli olarak artması, dolayısıyla aynı miktar paranın satın alma gücünün sürekli olarak düşmesi demek.

Şimdi bu enflasyonun da az vicdanlı olanı var, buna ‘yürüyen enflasyon’ deniyor ki, burada fiyatlar sürekli olarak yüzde 3 ile 10 arasında artıyor.

Vicdansız olanı da mevcut tabii. ‘Dörtnala enflasyoniki ya da üç haneli oranlara çıkan enflasyonu tarifliyor.

Dinden imandan çıkmış enflasyon var. Kendisine daha kibar bir tabirle ‘hiperenflasyon’ deniyor. Enflasyon oranının yüzde 500’ü aşması bu kavramın içini dolduruyor.

Bu enflasyon türlerini kendini net olarak belli eden, kişilikli, duruşu ortada enflasyon tipleri olarak görebiliriz. En azından ne olduklarını gizlemiyorlar.

Bir de bunların kişilikten yoksun olanları var. Mahfi Eğilmez’in bloğunda yazdığına göre enflasyonun tetiklediği enflasyon türleri olarak tabir edilen bu türler bizim; ‘hiçbir şey olmasa bile kesin bir şey olmuştur’ diyerek marketten ya da pazardan çıkmamıza neden olan türler işte.

İlk tanımı olduğu gibi alıyorum Mahfi Eğilmez’den;

Skimpflasyon: İngilizcede eksik anlamına gelen skimp sözcüğüyle enflasyonun birleştirilmesinden doğan skimpflasyon; ürünün içeriğinin değiştirilmesi, kalitesinin düşürülmesi sonucu ortaya çıkan daha düşük değerdeki bir malın aynı fiyatla satılması olgusudur. Bu yolla fiyat değişmemiş ve enflasyona etki etmemiş gibi görünür oysa gerçekte fiyat artmış olur.”

Hani marketten aldığınız tereyağını (tabii alabiliyorsanız) tavaya koyduğunuzda saldığı sudan patır patır patladığını görürsünüz ve garip bir şeyler olduğunu anlarsınız ya…

İşte öyle bir şey…

İkinci tanımı da olduğu gibi alıyorum;

Shrinkflasyon: İngilizcede küçülme, büzülme anlamına gelen shrink sözcüğüyle enflasyonun birleştirilmesinden doğan shrinkflasyon; ürünün fiyatı aynı kaldığı halde boyut, ağırlık ya da hacminde ortaya çıkan düşüşü ifade eden bir terimdir. Bu şekilde fiyat değişmez ve enflasyona etki etmez göründüğü halde gerçekte ortada bir enflasyonist değişim söz konusudur.”

Hemen örneklendireyim; bir paketin içinde 100 gramlık çekirdek yerine 80 gram olması, 150 gramlık reçelin 130 grama düşmesi, 100 tane peçetenin 80 taneye indirilmesi, tuvalet kağıtlarındaki ruloların metrelerinin azalması, 2 kiloluk çamaşır deterjanının 1.800 gram olması gibi uzayıp giden bir liste, bu çeşit enflasyona hayli zamandır maruz kaldığımızın da göstergesi…

Üçüncü tanımı da olduğu gibi aktarıyorum;

Greedflasyon: İngilizcede açgözlü anlamına gelen greed sözcüğüyle enflasyonun birleştirilmesinden doğmuş bir terim olan greedflasyon; yüksek enflasyonun yarattığı ortamdan yararlanarak mal ve hizmetlerin satış fiyatlarını enflasyonun da üzerinde artırma eylemini tanımlıyor.”

Bir kalıp sabun, bir kilo şeker, bir paket çay almak için market market gezmemizin en sağlam nedenidir kendisi. Çünkü aynı kahveyi bir markette 36 liraya alırken başka markette 28 liraya bulabiliyorum. Aradaki 8 lira açgözlü enflasyon oluyor…

Bundan öncesinde olduğu gibi bundan sonrasında da uzun uzun anlatmış Mahfi Eğilmez enflasyon meselesini, sonuç olarak da şöyle demiş;

Türkiye’de skimpflasyon, shrinkflasyon ve greedflasyon türlerinin hepsi mevcuttur. Hissedilen enflasyon, açıklanan enflasyonun iki katıdır

Başka söylenecek şey var mı bilemedim…

Makine mühendislerinde tek liste

Makine Mühendisleri Odası Bursa Şubesi seçime gidiyor. Çağdaş Mühendisler 10 yıldır sürdürdükleri ve birleştirici gücü olduğuna inandıkları demokrasi ateşini yakan ön seçim sandığını geçtiğimiz günlerde kurmuş, sandıktan çıkan isimlerle yönetim kurulunu oluşturmuştu.

Bugün düzenlenen toplantı ile hem yönetim kurulu üyelerini tanıtan hem de ülkenin ve mühendislik mesleğinin sorunlarına değişen Makine Mühendisleri Odası Bursa Şube Başkanı Ahmet İhsan Taşkınsel;

“Geçtiğimiz yıl meydana gelen depremin yaraları halen tam olarak sarılamamışken kentlerin rantını paylaşmak üzere sıraya giriliyor. Sanayi ve tarımda çözülme ve tasfiye süreci hızlandırılıyor, Ülke yönetiminin yanlışlarının faturası daimi olarak halka çıkartılıyor, çalışma yaşamında güvencesiz çalışma biçimleri yaygınlaştırılıyor. İşsizlik, yoksulluk ve hak kayıpları meşrulaştırılıyor ve her türlü farklı düşünce bastırılmaya çalışılıyor. Bu süreç, toplumun bir parçası olan biz mühendisleri de derinden etkilemekte; mesleğimiz değersizleştirilmeye çalışılmakta, mühendis işsizliği ve yoksulluğu giderek yaygınlaşmaktadır” diyerek özetledi iki yıllık döngüyü.

Malumunuz akademik odalar genel olarak ve yapıları gereği duruşlarını ‘Çağdaş Gurup’ lardan yana tavır alarak gösterirler. Çağdaş Gurupların karşısında yer alan diğer gurupların ise her ne kadar kendilerini böyle tariflememiş olsalar da daha ziyade hükümete yakın durduklarını söylemek mümkün sayılabilir.

Elbette tüm akademik mesleklerde olduğu gibi makine mühendislerinde de mesleki değersizleştirme ve yetişmiş beyinlerin göçü sorunları ayyuka çıkmış durumda.

Bu konularla ilgili yapılması gerekenler de her iki gurup açısından değişkenlik gösteriyor. Guruplardan biri eylemlilik yanlısı iken diğer gurup diyalog ve yakınlık yanlısı tavırlarla işlerin çözüleceğinden dem vurmakta her daim.

Makine mühendislerinde ikinci bir gurup şimdiye kadar kendisini göstermediğine göre Çağdaş Gurubun tek liste olarak seçimlere katılacağını söyleyebiliriz diye düşünüyorum.

17 Şubat tarihinde genel kurul, 18 Şubat tarihinde ise seçimler var. MMO Bursa Şubesinin ihtişamına yakışır bir kapsayıcılık olsun diyelim…

 

 

 

Kenti anlatırken akılları koltukta olanlar

Kenti anlatırken akılları koltukta olanlar

Akademik odalar siyasete karışır mı karışmaz mı, hadi karıştı diyelim bu işin neresinde durur gibi tartışmalar almış başını giderken, üstelik zaten aile ilişkilerimizden attığımız adıma kadar her şeyi siyasetin belirlediği bir ülkede yaşarken, yerel seçimlere gidiyoruz.

Gidiyoruz da ne oluyor sanki…

Genel başkanların çalıştığı, yerel figürlerin oy topladığı vekillik seçimlerinin ardından buna bir de yerel seçimleri ekleyebiliriz pekala. Seçime 65 gün gibi bir süre kalmış, halen pek çok il ve ilçenin belediye başkan adayı belli değil pek çok siyasi partide.

Gelelim durumun Bursa penceresinden bakışına. Açıklandı, açıklanacak denilen CHP Belediye Başkan Adayları bu hafta da açıklanmıyormuş.

İddialar CHP Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey ile Nilüfer Belediye Başkanı ve başkan adayı olarak gösterilmesi en muhtemel isimlerden biri olan Turgay Erdem arasındaki gerginlik nedeniyle adaylık açıklamasının geciktiği yönünde. ‘Turgay Erdem aday olursa ben yokum!’ resti önemli bir rest. Hatırlarsanız ‘Turgay Erdem varsa ben de varım’ resti de İYİ Parti kanadından gelmişti.

Araların neden bu kadar açık, tavırların neden bu kadar keskin olduğuna yönelik söylenecek çok şey var, fakat söylenecekleri tarafların kendilerinin dillendirmelerini tercih ederim. Bizim işimiz tabloyu gözler önüne sermek.

Tüm restlere karşılık CHP Genel Merkezi’nin tavrı halen Turgay Erdem’in adaylığından yana olunca, ancak bahsi olunan restler de göz ardı edilemeyecek ciddiyeti koruyunca, bir kez daha düşünmek gerekti gibi.

Muhalefette sular deli dalgalı da iktidarda durgun ve sütliman mı deniz? Hiç de değil…

Aynı ‘hangi koltuğu kim alacak, hangi makam ve imkanlar kimlere emanet edilecek’ kavgası, bu emanetlerden kimin yararlanacağına yönelik itiş kakış burada da sürüyor. Fakat iktidar cephesi çok daha rahat bu konuda, çünkü AK Parti seçmeni oyunu çoğunlukla adaya değil ‘Reis’e veriyor. Dolayısıyla AK Parti cephesinde ‘Genel Başkan çalıştı, adaylar seçildi’ kavramı daha bir hakimiyet kazanıyor.

Bütün bu kargaşanın gölgesinde, bugün şehri çok yakından ilgilendiren, 6 Şubat depremlerinin yıldönümüne 10 gün kalmışken mutlak yakından takip edilmesi gereken,  TMMOB Bursa İl Koordinasyon Kurulu tarafından ‘Direnen kent mi Bursa?’ ana teması ile düzenlenen 6. Kent Sempozyumuna katıldım.

Kenti yönetmek için birbirini yiyen isimlerin yönetimine talip oldukları kent ile ilgili söyleyecekleri birer çift lafları vardır elbet ve mutlaka akademisyenleri de dinlemek isterler bu konuda düşüncesiyle.

Şu anda görevi başında bulunan belediye başkanlarından hiçbirinin sempozyuma katılmadığını belirtmek isterim. İktidar ve muhalefet partisi ayrımı burada kalkmış, maşallah herkes koltuğunun ağırlığını korumak adına oturduğu yere sıkı sıkı tutunmuş görünüyor.

Neyi nasıl yöneteceklerini tam ve doğru olarak bildiklerinden, her daim doğru kararları alarak kentin refahı için çabaladıklarından olsa gerek sempozyuma katılacak vakit bulamadıklarını tahmin ediyorum.

Bir diğer bakış açısı ise ‘Hiç kimse rakibiyle yüzleşme riskine girmiyor’ bu bakış daha doğru gibi…

CHP Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mustafa Bozbey’i ve İYİ Parti Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Selçuk Türkoğlu’nu konudan ayrı tutmak lazım, zira ikisi de sempozyuma dahil oldular, hatta salona da birlikte girdiler diyebilirim.

TMMOB Bursa İKK Sekreteri ve Mimarlar Odası Bursa Şube Başkanı Şirin Rodoplu Şimşek uzun zamandır en az yorum kattığı, en fazla elindeki kağıda bağlı kaldığı konuşmasını gerçekleştirdi. Ana fikir olarak konuşmasının şu kısmı son derece önemliydi;

“Ülkemizin genelinde olduğu gibi Bursa özelinde de popülist siyasi kararlara ve sermaye baskısına paralel olarak kentsel mekanlarda ve doğal çevrede pek çok tahribat oluşmuş ve neredeyse her bir tahribat kaotik hal alan kronik kent sorunlarına dönüşmüştür. Ulaşım, kentsel dönüşüm, sanayi, tarım, altyapı ve buna benzer alanlar kronikleşen sorunlardan sadece birkaçıdır.”

Siyasi kararlara ve sermaye baskısına karşı kenti korumak adına aday olanlar arasında yer alan CHP Osmangazi Belediye Başkan Adayı Erkan Aydın Osmangazi’nin kötü bir zemin üzerine kurulu, kötü planlanmış, daha doğrusu planlanmamış yapısından bahsetti.

CHP Bursa Milletvekili Hasan Öztürk;

“Kıyılan bir kent Bursa. Bursa’ya kıydık. Bursa hem kullanma hem korunma kapasitesini doldurdu. Nüfusu durdurmamız gerekiyor. Herkesin kendi şehrinde yaşadığı bir ülke yaratmamız gerekiyor” dedi.

İYİ Parti Bursa Milletvekili ve Büyükşehir Belediye Başkan adayı Selçuk Türkoğlu;

“Sonuca baktığımızda Bursa direnememiş. Akademik odalarında direnci olmasa daha da kötü bir şehirle karşı karşıya kalacağız. Bursa plansız, programsız kendi başına yürüyen bir şehir. Deprem, küresel ısınma ve iklim değişikliği önümüzde. Dirençli kentleri mutlaka oluşturmalıyız!” dedi.

Bursa Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Gülten Kapıcıoğlu;

Şehrin geldiği nokta hepimizin ortak problemi. Ortak akılla çözmek gerektiğinin farkındayız. Bursa’da TÜBİTAK ile ortaklaşa şehrimizin zemin haritasını çıkardık ve faaliyete geçtik. Pilot bölgeler belirleyerek kentsel dönüşümlerimizi tamamlıyoruz. 10 bine yakın konut projemizin ihalelerine başlamak üzereyiz. 100. yılımıza özel 100 bin konutu dönüştürme hedefimiz  de var. Günümüzde su krizi var. Biz Çınarcık Barajıyla 2060’a kadar su sorununu çözme yönünde planlar yaptık” dedi.

Son olarak CHP Bursa Büyükşehir Belediye Başkan adayı Mustafa Bozbey;

Bu kentte bir direnenler var, bir de direnenlere direnenler var. Bu kentin üst ölçekli planı yok! Hala 2020 planları ile yönetiliyoruz. Neyden bahsediyoruz? Büyük bir Bursa platformunun oluşmasını sağlamamız gerekiyor.

Ankara’da projeler yapılıyor burada hayata geçiyor. Ulaşıma etkisi var mı? Çevreye etkisi var mı? Değerlendirmeler yapıldı mı? Sonuçlar nelerdir? Bunların hiçbiri yok. Sonra nasıl rahatlama yaparız diye uğraş vermeye çalışıyoruz. Tüm bunlar Bursa’nın sahipsizliğinden kaynaklı.

Bu şehirde kentsel dönüşüm hiçbir yerde yapılmadı, sadece bina yenileme yapıldı. Bizim önerimiz 2050 vizyon planın hazırlanması yönünde. Alt ölçekli planlarla, kentsel dönüşümlerle, Büyükşehir Belediyesi’nin mutlak garantör olduğu anlayışla insanların dirençli yapılarda oturmasının sağlanması gerekir” dedi.

Bursa’nın sahipsizliğini de, plansızlığını da, sağından solundan büyük parçalar koparılarak yenilen bir ekmek gibi büyük bir yem olarak kullanılışını da defalarca yazdığımdan, bu konudaki yorumlarımı da bildiğinizi düşünerek daha fazla yorum katmak istemedim konuşulanların üzerine.

Söylenenler kente yönelikti, akıllar koltukları kimin alacağındaydı açıkçası…

Buraya kadar yazdıklarım sadece açılış konuşmalarından. İşin sempozyum kısmını ayrıca değerlendirmek farz oldu artık…

 

 

Neden araştırılmıyor bu çocuklar?

Neden araştırılmıyor bu çocuklar?

Günlerdir ortalığın birbirine girdiği, önümüzdeki sürecin daha da hızlı geçeceğinin sinyallerinin verildiği zamanların ardından bugün Merkez Bankası’nın faiz artırma kararını ve bu kararın ekonomiye yansımalarını, bununla ilişkili olarak da Merkez Bankası Hafize Gaye Erkan’a bir tür operasyon çekilmesi girişimlerini yazmak yerine yine çocuklarımızı yazmayı tercih ediyorum.

Çünkü bir annenin kalbinin çocuklarının kalbi attıkça attığını, onların yüzleri güldükçe ancak annelerin de gülebildiğini, çocukları tok olduğu zaman annelerin karınlarının hep tok olduğunu biliyorum…

Bu kadar edebiyatın üstene pat diye söyleyeceğim bir gerçekle yüzleştireceğim hepinizi. Hatırlarsınız meşhur Epstein Adası konusu gündeme geldiğinde 1999 depremi sonrası bizler için kayıp olan çocukların meşhur adadaki varlığı da ortaya çıkmıştı.

Kısacası ailelerinin yıllarca kayıp olduğunu iddia ettiği, devletin ise ölü kabul ettiği çocukların ayak izleri sürülseydi Epstein Adasından çıkacaklardı belki de, ama bunu yapmamayı tercih ettik!

Bu önemli, çünkü yakın geçmişte yaşadığımız dünyanın en büyük felaketlerinden biri olarak kabul edilen 6 Şubat depremleri sonrası da pek çok aile, çocuklarının kayıp olduğu ve akıbetlerinin araştırılması için devlet makamlarına başvuruda bulundu.

Ne yazık ki, pek çoğu için sonuç alınamadı. Depremin yıl dönümüne kısa bir süre kala, yani bundan iki hafta sonra akıbeti bilinmeyen vatandaşlar, “öldü” kabul edilecek.

Yine hatırlarsınız kayıp çocuklar olduğu iddiası ile çalkanırken deprem bölgesi, Aile Bakanlığı, kayıp çocukların çetelerce kaçırıldığı iddialarını yalanlamış, hatta bazı çocuklar tarikat evlerinden çıkmış, bakanlık yetkilileri güvenli buldukları için çocukları bu evlere yerleştirdiklerine yönelik açıklamalar yapmışlardı.

En az 55 bin kişinin yaşamını yitirdiği, yaralı sayısının 107 bin 204 olarak açıklandığı Kahramanmaraş merkezli 6 Şubat depremlerinde İçişleri Bakanlığının açıklamasına göre; 13.5 milyon kişi doğrudan etkilendi. Aradan geçen süreye rağmen halen haber alınamayan insanlar var. Gözü yaşlı aileler, akıbeti bilinmeyen yakınlarından umudu kesmiş değil. Ancak resmi prosedür gereği depremin yıl dönümünde arama çalışmaları bitecek ve ulaşılamayan kişiler “öldü” kabul edilecek.

Oysa insanlar, çocuklarının hayatta olması ile ilgili halen umutlar besliyor…

Tartışmaları Meclis gündemine taşıyan İYİ Parti, meselenin Genel Kurul’da görüşülmesi maksadıyla bir araştırma önergesi verdi. Önergede; “Depremde kaybolan vatandaşların tespit edilmesi, bakan tarafından açıklanan bilgilerin doğruluğunun incelenmesi, enkazdan çıkan cenazelerin tamamı için kimlik tespiti, DNA örneği alımı ve otopsi yapılıp yapılmadığının araştırılması, çocuk kaçırma iddialarının kapsamlı bir biçimde değerlendirilmesi” istendi.

Neden böyle bir araştırma istendiğini açıklamak için İYİ Parti Antalya milletvekili Aykut Kaya kürsüde konuştu ve çok doğru yerlere parmak bastı;

“Depremin doğası gereği elbette can kayıpları yaşanabilir. Ancak üzülerek ifade etmeliyim ki, devletimiz deprem sonrası yapılması gereken bütün konularda sınıfta kalmıştır. Yeterli arama kurtarmayı zamanında yapmamıştır. İnsanlar enkazın altında donarak, susuz kalarak hayatını yitirmiştir. Bir de buna kayıp çocuklar konusu eklendi. Öncelikle bu çocuklarımızın kaçırılıp kaçırılmadığını, insan ticaretine konu olup olmadığını devletimizin ciddi bir şekilde araştırması gerekir.”

Vekil Kaya haklı mı?

Kesinlikle haklı…

Deprem sürecinde bu ülkede yaşayan tüm vatandaşların birbirlerine yönelik hiçbir ayırım yapmadan salt dayanışma ile sorunlarını çözmeye çalıştığını hepimiz biliyoruz. Hal böyle olunca bir karmaşanın yaşanması da son derece normal. Üstelik kış, üstelik enkaz kaldırma çalışmaları daha yeni yeni bitiyor olayın üzerinden bir yıl geçmişken…

CHP Hatay Milletvekili Nermin Yıldırım’ın açıklamalarına göre; Hatay’da 122, Kahramanmaraş’ta 18, Adıyaman’da 3, Malatya ve Gaziantep’te 1 çocuk kayıp. “Eğer çocuklar veya bireyler kayıp değilse Rönesans’taki 2 yaşındaki Esila, 1 yaşındaki Mehmet Akif nerede? 3 yaşındaki Alya Dua Kılıç nerede? Neden bununla ilgili bir çalışma masası kurmuyoruz?” diye soruyor Yıldırım.

Sayılanlar sadece çocuk isimleri değil, her biri bir annenin, bir babanın evladı. Sıralananlar sadece rakamlar değil, her biri birer yaşam…

Sırf bu noktadan bakıldığında bile bir araştırma komisyonu kurulup meselenin irdelenmesi önemlidir diye düşünüyorum. Üstelik bu meselenin irdelenmesinin kimseye bir zararı da dokunmaz hani, alacak yok, verecek yok, rant yok, bölüşülecek kazanç yok…

Gelin görün ki, her zamanki cümle kuruldu, ‘yapılan oylamada, İYİ Parti’nin grup önerisi AKP ve MHP milletvekillerinin oylarıyla reddedildi!’

Neden yahu?

Neden araştırılmıyor bu çocuklar?

Neden bu ailelerin içlerinin soğuması için bir adım atılmıyor?

Anlamak güç, benim aklım almıyor…

NOT: Geçtiğimiz günlerde Yeniden Refah Partisi’nin Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olarak ilan edilmişti Sedat Yalçın. Politika ile yakından ilgilenenler bilir, Yalçın’ın kendisine gelen teklifi kabul etmek için öne sürdüğü en önemli şart, YRP ile AK Parti arasında bir ittifak yapılması halinde Bursa’dan belediye başkan adayı çıkarılmasından vazgeçilmesi ihtimalinin ortadan kaldırılması olmuştu. Yani şöyle diyordu Yalçın, ‘Benim adaylığımı açıkladıktan sonra, biz AK Parti ile anlaştık Bursa’dan aday çıkarmayacağız. Senin adaylığını geri çekiyoruz denilmesin bana!’

Bu talebinde de son derece haklıydı.

Göstergeler YRP ve AK Parti arasındaki görüşmelerin sonlandığını gösterirken, Yalçın’ın adaylık açıklamasının ardından görüşmelerin yeniden başladığına şahit olduk. Hatta AK Parti’nin YRP’den Bursa’yı istediğini de işitir olduk kulislerden…

Önümüzdeki günler sıcak, hem de çok sıcak gelişmelere gebe olacak. Dikkatle takibe devam edeceğiz elbette…

Dolmabahçe

Dolmabahçe

Yerel seçim heyecanı yavaş yavaş her yeri kaplamaya başladı.

Siyasi partilerin Bursa adayları da kolları sıvayarak seçmenin oyuna talip olmak için çalışmalarına tüm hızıyla başladılar.

İYİ Parti’nin Bursa Milletvekili Selçuk Türkoğlu’nu Bursa Büyükşehir için aday göstermesi, AK Parti ve adayı, mevcut Büyükşehir Belediye Başkan Alinur Aktaş’ın hiç zorlanmadan seçimi alacağı şeklinde yorumlanıyordu.

İYİ Parti’nin bu hamlesi AK Parti saflarında bir rahatlamaya yol açtı. Çünkü geçen seçim Cumhuriyet Halk Partisi ile yerel seçim ittifakı yapan İYİ Parti’nin alacağı oyların Mustafa Bozbey’in hanesinden kaybolacağını hesap ediyorlardı.

Bursa’da seçim sonucu Alinur Aktaş’a doğru dönerken sürpriz bir gelişme oldu.

Yeniden Refah Partisi, eski AK Parti Bursa İl Başkanı Sedat Yalçın’ı aday olarak açıkladı. Seçimin şimdiden kaybedileceğini düşünen bir kesim bu açıklamayla birazcık umutlandı. Çünkü Yeniden Refah partisinin alacağı her oyun AK Parti’den eksileceğini öngörüyorlar.

Bu düşünceye sahip olanlara buradan çağrımdır. Çok umutlanmayın, çünkü AK Parti İstanbul’u geri kazanmak için her şeyi yapacak. O yüzden de Yeniden Refah Partisi ve Fatih Erbakan’ı ittifaka katmak istiyor.

Fatih Erbakan çocukluğumun çizgi roman kahramanı ‘Mister No’ gibi hep hayır diyor. İktidara da muhalefete de muhalefet ediyor. Ama AK Parti’ye gelince son dakika çark ediveriyor. ‘CHP mi kazansın?’ diyerek iktidarın safında sıralanıyor.

Bugün böyle olmayacağını düşünenleri şimdiden uyarıyorum. Yeniden Refah’ın Bursa dahil diğer illerde aday çıkararak kopardığı fırtınaya aldanmayın. Çünkü bu olay sonu belli Türk filmi gibi. AK Parti anketlerde Yeniden Refah Partisi yüzünden İstanbul ve Bursa gibi büyükşehirlerin kaybedileceğini görürse Fatih Erbakan’ı Dolmabahçe’deki çalışma ofisine çağırırlar.

Orada kara kaplı defterler açılır. Fatih Erbakan birkaç saat sonra son derece ikna olmuş olarak çıkar. Bütün adayları çeker, AK Parti’ye yine bir destek atar. Bahanesi de hazır olduğundan, ‘CHP zihniyeti mi kazansın?’ der, klasik bir siyasal İslamcı gibi bu işin içinden sıyrılır çıkar.

Bu kadar şaşaa ve gürültü koptuğuyla kalır. Nereden mi biliyoruz?

O Dolmabahçe’de kimler kimler ikna olmadı.

Ne Genelkurmay Başkanı kaldı ikna olmadık ne çözüm süreci aktörleri.

Bazıları da ‘Türk milliyetçiliğinden taviz vermem Hüda-Par ile yan yana olmam’ dediler ama sonra cehennemin kapılarını içeriden kapattılar.

Sonra o zatlar çıkıp Türkiye’de bölünmeyi tartışanlarla el ele pozlar verdiler.

Buradan Yeniden Refah Partisi’ne güvenerek AK Parti’nin oy kaybını hesaplayanlara söylüyorum. Fatih Erbakan’ı Dolmabahçe’de görmeden dolduruşa gelip seçim tahminleri ve hesapları yapmayın.

O kupon çok fena yatar, benden söylemesi.

Akademik odalarda siyaset yapılır mı?

Akademik odalarda siyaset yapılır mı?

Akademik odaların seçim dönemindeyiz.

TMMOB bağlı odalardan Bursa’da temsilciliği olanlar atama yolu ile yönetilirken, şube statüsü olan odalarda seçim yapılıyor.

Birçoğunda iddiasız ya da tansiyonu düşük geçiyor seçimler.

Ancak kıran kırana yaşanan seçimler de var. Bunlardan en dikkat çekeni İnşaat Mühendisleri Odası’nda (İMO).

Üye sayısı en kalabalık odalardan olup, sürekli gündemde olan bu meslek grubu mensupları iki karşıt grup olarak kıyasıya bir seçim dönemi geçiriyor.

Ülkemizde sivil toplum örgütleri ya da odalar gibi yarı resmi meslek kuruluşlarının bilinen bir markası vardır: “Çağdaş.”

Sol sosyal demokrat dünya görüşünü benimsemiş kesim bunu açıkça ifade eder. Kendi meslek gruplarının başına koydukları, Çağdaş Mühendisler, Çağdaş Mimarlar, Çağdaş Avukatlar, Çağdaş Gazeteciler vb. vurgu ile seçimlere girerek “Çağdaş” sıfatını bir sivil toplum markası haline getirmişlerdir.

Özellikle akademik odalarda, sağ dünya görüşünü benimsemiş gruplar bu niteliklerini açıkça ifade etmezler.

“Biz siyasette herkese eşit mesafedeyiz”, “Biz mesleki sorunlarla ilgiliyiz”, “Siyaset bizim işimiz değil” savunmaları neredeyse her seçim döneminin baş argümanıdır.

Peki gerçekten öyle midir?

Akademik odalar siyasetsiz midir?

Bu sorulara TMMOB tarafından geçmişte yapılan ve siyasi diye nitelenebilecek bir açıklama ile göz atalım.

“Siyasi iktidar tarafından kamuoyuna ‘imar barışı’ olarak lanse edilen düzenleme, esasen;

Her bir kaçak yapının başvuru sahibinin beyanına göre tek başına ele alındığı, çevresel etki ve çevre sakinlerin güvenliği yok sayıldığı için;

Mevzuata ve yapılaşma kurallarına riayet eden vatandaşlar adeta cezalandırılırken, kanuna ve mevzuata aykırı faaliyet göstererek suç işleyenler ödüllendirildiği…

şeklinde  açıklamalar yapılmış, TMMOB siyasi iktidar tarafından ciddi olarak hedefe konmuş ve bu bakış açısı yer yer alay konusu yapılmıştı.

Çünkü bu uygulama siyasetçilerin seçim meydanlarında oy devşirmek için kullandığı bir uygulama idi.

Sonuç; ilk depremde resmi rakamlara göre 50 binden fazla can kaybı.

Teknik veriler yıkılan binaların bu uygulamaya dâhil edilmek üzere alınan ruhsatlı veya ruhsatsız inşa edilen yapılar olduğunu açıkça ortaya koyuyor.

Ancak TMMOB siyaset yapmakla suçlanarak kamuoyunu bilgilendirme ve kanun koyucu üzerindeki denetim etkisi yok edilmeye çalışılıyor.

Çıkarılan yasalarla akademik odaların hukuki girişimleri maddi gelirleri güdükleştirilmiş durumda.

Sonuç; yerel yönetimde çığır açtık diyen siyasetçilerin şirket gibi yönettiği kentler. Kısa dönemli kararların etkileri ile yaşam alanlarının depremler, seller karşısında güvensiz bir hale dönüşmesi.

Siyaset yapma sınırlarını, mesleğini bilimsel uygulama sahasına yaymadan ve ne pahasına olursa olsun savunmadan bir ilerleme sağlanması mümkün değil.

Sivil toplum kuruluşlarının tüm görüşleri  politiktir. Eninde sonunda ya kurulu düzene hizmet eder, ya da ona karşı çıkar.Bunu kabullenmeden kendi meslek örgütlerine aday olmanın ne geçmiş 28 yılda, ne gelecek 28 yılda mesleğe veya ülkeye bir faydası olmadığı çok açık değil mi?

 

 

 

 

 

 

 

Hatırlatayım; Türkiye laik bir ülke!

Hatırlatayım; Türkiye laik bir ülke!

Gün geçmiyor ki, çocuklarımızı ve gençlerimizi ‘değerler eğitimi’ adı altında projelerle oradan oraya sürüklemek için kolları sıvamayalım…

Hiç vakit kaybedilmiyor, tepkiler soğudukça yeni bir projeyle, yeni isimlerle, aynı niyetler ve aynı düşüncelerle çıkılıyor velilerin karşısına.

Bütçesi pek çok bakanlıktan daha fazla olan ve anlaşılan bu bütçe ile ne yapacağını bilemediğinden Milli Eğitim Bakanlığının işlerine de bir el atan Diyanet İşleri Başkanlığının yeni projesine göre ilkokul üçüncü ve dördüncü sınıf çocukları hafta sonu camiye götürülecek

Derslik sayısının yetersiz olması nedeniyle tam gün eğitimden ikili eğitime geçilerek, sabahçıların kör karanlıkta derse başladığı, öğlencilerin ise kör karanlıkta dersten çıktığı bir sistemi veliler ile öğrencilere dayatan Milli Eğitim Bakanlığı, derslik yaptırmak yerine çocuklarımızın kaybettikleri değerlerini onlara hatırlatmak amacıyla hafta sonları onları camiye götürmek gibi şahane geliştirici bir proje üretmiş…

Ne mutlu bize…

İsteyen hafta sonu da camiye götürür çocuğunu hafta içi de beş vakit namazını da kıldırır, orucunu da tutturur, hacca da götürür… Buna kimse karışamaz elbette. Dini inanışı neyi gerektiriyorsa yerine getirir, çocuğunun özlük haklarını hiçe saymadığı sürece veli olarak kendi düşüncelerini ona anlatmak hakkıdır da.

Buraya kadar her şey tamam, fakat iş bu davranışların okullarda bir zorunluluk haline gelmesi olduğunda mevzu tamamen değişiyor…

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş geçtiğimiz günlerde, ‘Genç Gönüller, Çocuk Gönüllerle Buluşuyor Projesi’ni duyurarak ilkokul öğrencilerine yönelik bir değerler eğitimi programının daha başlatılacağını vurgularken bahsettiğim bu uygulamadan söz açıyordu.

Proje detayları şöyle; ‘ilkokul üçüncü ve dördüncü sınıf öğrencilerini kapsayacak. Bu öğrencilere Diyanet gençlik hizmet mekânları ve camilerde, manevi danışmanlar ve din görevlileri nezaretinde değerler eğitimi faaliyeti düzenlenecek’

Kim bu manevi danışmanlar ve din görevlileri? Çocuklara eğitim vermek konusundaki tahsilleri, eğitimleri, oryantasyonları, pedagojik formasyonları neler? Hiç belli değil!

Aktarıldığı kadarıyla, lise ve üniversite öğrencisi olan Diyanet Gençlik Gönüllüleri, ilkokul üçüncü ve dördüncü sınıf öğrencilerine rol model olacak, onlara rehberlik edecek. Kız öğrenci gruplarına kız, erkek öğrenci gruplarına erkek gönüllüler eşlik edecek.

Ben bu abicilik, ablacılık işini bir yerlerden hatırlıyorum ve siz de hatırlayın diye buraya not düşüyorum…

İş bununla da kalmıyor, yaz kuran kursları da henüz proje illerde uygulamasına başlanacak olan proje başarılı olursa konuya eklenecek ilk ilave olacak.

Pilot il olarak seçilen iller arasında elbette Bursa da var. Muhafazakar yapısı ile böylesi projelerden son derece hoşnut kalacağı düşünülen Bursalı velilerin durumdan ne kadar mutlu olduklarını tam olarak kestirmek zor, çünkü meseleyi tam olarak ne kadar idrak ettiklerini tahlil etmek güç açıkçası.

Şöyle de güzellemeler var, çocukların derslere olan ilgilerini artırmak, vizyonlarını geliştirmek, sosyal gelişimlerine katkı sağlamak, cami bahçesinde kamplar yaparak sohbetler etmek, filmler izleyip kitaplar okumak, sanatsal ve sportif faaliyetlerde bulunmak…

Şimdi dikkatinizi buraya yoğunlaştırın, zira okunacak kitaplar, izlenecek filmler öyle sanatın yakasından tutmuş eserler olmayacak orası net!

Belirlenen temalar da çocukların derslerinde daha aktif olmalarını, daha sosyal olmalarını, vizyonlarını geliştirmelerini amaçlamanın çok dışında.

“Dinimin direği namaz”, “Berat kandili”, “İncitmeden yardımlaşıyorum”, “Ramazan ve Oruç”, “Mahremiyet bilinci”, “Teknolojiyi faydayı kullanıyorum”, “Çanakkale Zaferi ve önemi”, “Kuranla buluşuyorum”, “Kadir gecesi”, “Merhametli davranıyorum”, “Ramazan Bayramı” “Sağlık ve Güvenlik”, “Peygamber ve çocuk”, “Trafik kurallarına uyuyorum”, “Peygamberimizin örnek davranışlarını öğreniyorum”, “Engeller engel değildir”, “Fetih ve fatih”, “Çocuk ve dua”, “Anne ve baba: Cennetin iki kapısı” ve “Ailem ve ben” başlıklı temaları olacak, bu tema kapsamında etkinlikler düzenlenecek…

Doğrusunu söylemek gerekirse benim çocuklar büyüdü. Çok şükür ki, böyle bir potaya girmiyor yaşları. Fakat bu ülkenin tüm çocukları bizimse ve biz milletin uzay aracına tonla para ödeyerek minibüs yolcusu gibi uzaya gitmeyi kutlamak yerine uzayda kendi üssümüzü kurmak istiyorsak, böyle olmaz!

Bu ülkenin Türkiye Cumhuriyeti Devleti olduğunu, laik bir ülke olduğunu, eğitiminde de laiklik ilkesinin uygulanması gerektiğini bir kez daha hatırlatmakta fayda var.

***

DİKKAT KULİS VAR!

Herkes önümüzdeki Cuma gününü işaret ediyor, zira İstanbul, Ankara, Bursa üçgeninde lobi çalışmaları yürüten ekipler bir bir şehre dönüyor. Cuma günü CHP’nin Bursa açısından kritik üç ilçesinin belediye başkan adaylarının açıklanması muhtemel.

Gelelim kulis bilgilerine…

Nilüfer Belediye Başkanı Turgay Erdem halen en güçlü adaylardan biri. İYİ Parti’nin arzusu da bu yönde, çünkü Erdem’in aday olması halinde Nilüfer ilçesi için İKK Sekreteri ve Mimarlar Odası Bursa Şube Başkanı Şirin Rodoplu Şimşek’i aday gösterecekler. Meral Akşener’in son Bursa ziyaretinde karşılıklı kahveler içildi, Akşener Şimşek’e; ‘Onlar Turgay Erdem’le sen de bizimle devam edersin’ dedi, diye geldi kulağıma. Bakalım hayırlısı.

Mudanya konusu biraz karışık. Her an bir sürpriz yapar diye beklediğim Hayri Türkyılmaz’ın şansının giderek düştüğü çok sık dillendiriliyor. Deniz Dalgıç güçlü bir aday profili olarak karşımızda duruyor şimdilik.

Gemlik’te ilk zamanlar değiştirilir mi diye düşündüğümüz Uğur Sertaslan ismi ile devam edilecek gibi görünüyor, Sertaslan’ın en yakın rakibi ise Zeynep Serintürk. Gönlüm bir kadın adaydan yana olur elbette, ama kulisler Sertaslan adını öne çıkarıyor.

Bakalım bu Cuma CHP’liler için hayır getirecek mi?

Kramer Kramer’e, AK Parti YRP’ye karşı

Kramer Kramer’e, AK Parti YRP’ye karşı

Pek çok eleştirmene göre sinemanın kült yapımlarından olan, Dustin Hoffman ve Meryl Streep’in başrollerini paylaştığı Kramer Kramer’e karşı isimli filmi izlemenizi Bursa’nın bugünkü siyasi tablosunu analiz etmeniz açısından şiddetle öneririm…

Yeniden Refah Partisi’nin sadece Bursa’da değil, tüm Türkiye’deki belediye başkanlık yarışlarına özellikle AK Parti oylarını bölecek derecede iddialı isimlerle girmesini, ama özellikle Bursa’daki yarışı, tam da bu film üzerinden değerlendirerek farklı bir bakış kazandırmak çabasındayım…

Filmin başlarında anne ve çocuğun ilişkilerinin iyi olduğunu, birbirlerine duygusal olarak bağlı olduklarını söylemek mümkün. Tıpkı Sedat Yalçın’ın vakti zamanında uzu yıllar politika yaptığı AK Parti’ye olan gönül bağı gibi düşünün bu durumu…

Sedat Yalçın, hatırı sayılır bir il başkanlığı süreci yaşadığı, 5 yıl il başkanı koltuğunda oturduğu AK Parti’de bazı beklentiler içindeydi elbette. Biz buna varoluşsal sancılar da diyebiliriz, siyasetin kendi gelişim sürecinde getirmesi gerekenlerin beklentisi de…

Oysa AK Parti Genel Merkezi, tıpkı filmin baba rolünün yaklaşımına benzer bir tavırla, bu beklentileri hiçe saymayı tercih etti. Hatta durumun giderek kötüleştiğinin ayrımına da varmadı. Gönül bağıyla değil işkolik bir yaklaşımla şekillendirdiler vekillik listelerini de belediye başkan adaylıklarını da. Oysa ‘kimler kimler oldu da Sedat Yalçın’a hak ettiği mevkiler verilmedi’ sözünün mimarı olacaklarının farkında bile değillerdi belki de.

Sonunda olan oldu…

Sedat Yalçın çok emek verdiği AK Parti’den istifa ederek ayrıldı, ayrılanlara yönelik sert eleştirilerini bir kenara iterek ayrıldı, belki de ayrılanları anlayarak ayrıldı…

Zaman sahalara dönme zamanıydı, nadas bitti, hasada sıra gelmişti anlaşılan…

Ankara’da YRP Genel Başkanı Fatih Erbakan’ın Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adaylığını ilan ettiği Sedat Yalçın, dün akşam saatlerinde düzenlenen bir toplantı ile de Bursa’da yeni partilileri ve basınla bir araya geldi.

Biz bunu Kramer Kramer’e karşı filmindeki ‘var oluş sürecimi tamamladım ve çocuğumu çok özledim’ diyerek evine geri dönüp velayet davası açan anne karakterine benzetebiliriz.

AK Parti’de bulunduğu süreçlerde yaptığı araştırmaların neticesinde elde ettiği sonuçlar doğrultusunda açıklamalarda bulunduğunu ve bu araştırma sonuçlarının halen büyük ölçüde geçerli olduğunu söyleyen Sedat Yalçın,

Nerede kalmıştık Bursa…” deyince bu iş anlaşıldı ki, bir rövanş, bir kaldığın yerden devam etme, bir hak ettiğini almak için yeniden ayağa kalkma durumu ile karşı karşıyayız…

Yeniden Refah Partisi, önce Recep Altepe alternatifi üzerinde dursa da, sonrasında hızla karar verilen Sedat Yalçın’ın iyi bir figür olduğunu ve AK Parti kitlesi dışında pek çok noktadan oy alabileceğini düşünüyor. Ama en çok AK Parti oylarının bölünme ihtimalini göz önüne almak lazım, orası kesin.

Çevre bilinci, enerji savaşları, su savaşları, ekonomik sıkıntılar, plansız göç, kontrolsüz büyüme Yalçın’ın konuşması boyunca üzerinde kabaca durduğu konulardı. Tüm bu konu başlıklarının tek tek yakası açılacak dosyalar olduğu ortada elbette.

Su tarifelerinin ilk kademesine yüzde 40 indirim vaadi de tüm meslektaşlarım gibi benim açımdan da önemli. Fakat ben çok daha önemli bir hususa dikkat çekildiğini hatırlatmak isterim…

Yalçın şöyle bir cümle kurdu;

Kamu adına bir yeri yönetmeye talipseniz, kamu mallarını bir kayba uğratmadan görev sonunda yine kamuya teslim etmeniz gerekir!”

Şimdilerde iktidarıyla muhalefetiyle tüm belediyelerin kendilerine verilen yetkileri kullanarak, kamu arazilerini peynir ekmek gibi sattığını göz önüne aldığınızda, bence son derece yerinde ve manidar bir cümleydi.

Bu seçimin AK Parti ile AK Parti’den uzaklaşanlar arasında, yani Kramer ile Kramer arasında geçeceğini vurgulamak farz oldu artık.

Sedat Yalçın’ın belediye başkanlığını alması ihtimalini pek de yüksek görmüyorum açıkçası, fakat Yeniden Refah Partisi Genel Başkan Yardımcısı Naim Öztürk’ün konuşmasındaki;

Düştüğümüz yerden kalkıyoruz. Ve bu parti yükselme trendine devam edecek. Bugün Bursa’dan bunu başlatacağız. Yeni bir anlayışa ihtiyaç var, yeni bir söz söylemeye ihtiyaç var, yeni bir yürüyüşe ihtiyaç var, yeni bir hizmete ihtiyaç var!” sözünü kıymetli buluyorum.

Siyaset uzun soluklu bir yarış. Bugünden itibaren 70 gün sonrasının değil, 7 yıl, 70 yıl sonrasının hesapları ile yürüyor işler.

Sedat Yalçın YRP için önemli, kuvvetli bir adım, bundan sonra yapılabilecekleri işaret eden bir adım olacak önümüzdeki yerel seçimlerde sergileyeceği performansla. Hatta şimdiden Bursa’da yarattığı hava ile İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük şehirlerde YRP’nin aday gösterip göstermeyeceğine yönelik pazarlıklarda etkin bir rol üstleniyor da diyebiliriz kendisi için.

AK Parti’nin küskünlerinden Yeniden Refah Partisine geçişleri de gözlemleyeceğimiz bir sürece Bursa’nın hazır olmasında fayda var. Toplantı salonunda büyük kalabalıklar yoktu, ancak akıllarda bir karışıklık, kalabalıklarda görünmek istemeyenlerde bir heyecan olduğu ortada. Notlarımız arasında bulunsun…

NOT: Bir siyasi anlayış ikiye bölünmüşken aradan rakibin sıyrılması kadar kuvvetle muhtemel bir durum daha yoktur herhalde dünya üzerinde. O halde CHP Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey için en şanslı seçimlerinden birine giriyor diyebiliriz. Dolayısıyla CHP’nin kendi iç çekişmelerine bir ara son verir de seçim hazırlıklarına asılırsa pek çok noktada iddialı olabileceğini, iddialı olduğu yerler arasında Bursa Büyükşehir Belediyesinin de gösterilebileceğini hatırlatmakta yarar var.

Gitti 4 milyon metrekare orman!

Gitti 4 milyon metrekare orman!

Biz siyasetin ön yüzündeki kulisleri kovalarken, son yıllarda siyaset yapmanın ana nedenleri arasına giren ‘bazı şeyleri kendi lehine değiştirme müessesi’ de işine bakıyor elbette.

Bunlardan ilki Bursa için çok yazık diyebileceğimiz sonuçlar doğuracağından kesin emin olduğum, ancak şimdiden nelere neden olacağını tam da öngöremediğim bir gelişme. Bingöl, Elazığ, Eskişehir, Kastamonu, Kocaeli, Konya, Kütahya, Manisa, Muğla, Sinop, Zonguldak ve Tokat ile birlikte Bursa’da da 19 Ocak tarihindeki Resmi Gazete’de yayınlanan 8119 sayılı karar gereği bazı alanların orman sınırları dışına çıkarılması meselesidir.

Dile kolay, bir gecede, şak diye alınan bir karar ülke genelinde 6 milyon 74 bin 411 metrekare ormanlık alanın artık ormanlık alan olmadığına hükmedivermiş. Bu kararın Bursa’ya yansıması yaklaşık 4 milyon metrekare!

Bir yandan şu kadar ağaç ektik, bu kadar yeşil alan kazandırdık gibi söylemlerle doğaya aşık hükümet izlenimi çizen iktidar, diğer yandan bir gecede Bursa’dan 4 milyon metrekare ormanı alıveriyor!

Bu arada sürekli olarak beni sinir eden ‘Şu kadar metrekare yeşil alan kazandırdık!’ sözünün altını tam olarak doldurmak için tamamen çorak, üzerinde ot bitmeyen yerlerin yeşillendirilmesi gerektiğini de hatırlatmak isterim. Siz ‘kazandırdım’ diyerek ortaya çıkmazdan önce de zaten yeşil olan alanları yeşil alan ilan etmekten daha kolay bir icraat daha görmedi bu gözler…

Efendim gelelim bizim elden giden 4 milyon metrekarelik ormanlık alanımıza…

İnegöl’den başlayalım; Kozluca, Tokuş ve Yeniyörük kırsal mahallelerindeki, yani köylerindeki ormanlık alanların artık ormanlık olmadığına hükmedildiğinden, bir süredir olurdu olmazdı tartışmalarının yürütüldüğünü işittiğimiz ‘İnegöl OSB’yi büyütme planlarına hizmet mi amaçlanıyor?’ sorusu şimşek gibi çakıveriyor akıllarda.

Kestel Çataltepe bölgesindeki ormanlık alan da artık ormanlık olmadığından, zaten derdi başından aşmış, bir yandan yeni bir TEKNOSAB projesinin oluru olmazı ile uğraşan, diğer yandan Çataltepe Sanayi Bölgesinin akıbeti sorgulayan bu akıllar açısından konuyu anlamak daha da karmaşık bir hal alıyor. Bunun için, aslında önümüzde hali hazırda bir plan olması lazım, ama gelin görün ki, 2040 Çevre Düzeni Planı adı altında çalışılan plan, iddialara göre sürekli çakışan gizli ajandalar nedeniyle işler hale getirilemediğinden, tam aydınlanma mümkün değil. Yine de bazı tahminler yapabiliriz elbette.

Orman vasfından çıkarılan bölgenin daha önceden Kentsel Gelişim Bölgesi olarak tanımlanması bize bazı ipuçları sunuyor.

Bölge, konut alanı olarak kullanılmak isteniyor olabilir. Kestel, gelişen ve gelişmeye açık bir lokasyonda, dolayısıyla yeni konut alanları icat etmek istenmesi şaşırtıcı olmaz. Burada yeni konut planlarının ormanlık alanlara yapılmasına Kestel Belediye Başkanı Önder Tanır’ın karşı olduğunu vurgulayalım hemen.

Bölge, mevcut OSB’nin büyümesi için kullanılacak olabilir. Ben bu ihtimali es geçmeyi tercih ediyorum. Çünkü şimdilerde akıllarda yepyeni bir TEKNOSAB projesi var ve yeri belli. Burayla uğraşmak tercih nedeni olmaz kanaatimce.

Bölge, Bursa Teknik Üniversitesi’nin daha önce başvurusunu da yaptığı ‘yerleşke kurarak genişleme’ projesine hizmet etmek için ormanlık alan olmaktan çıkarılmış olabilir. Bu ihtimal bana daha mantıklı geliyor.

Gelelim Gürsu Dışkaya’daki devlet ormanının orman vasfından çıkarılmasına. Yepyeni bir TOKİ bölgesi açılıyor olduğunu şimdiden görebiliyorum. Mevcut TOKİ konutlarında yaşayanlar yerleşim bölgesinden uzaklıkları nedeniyle pek çok sorun yaşıyorken, burada olsa olsa bir uydu kent kurularak en azından vatandaşın sorunu çözülür ki, bu da ormanların katledilmesi gerçeğini değiştirmez.

Anlayacağınız birileri yine kolunun altına dosyaları alarak Ankara’nın yolunu tutmuş, plansız Bursa’da Ankara’dan gelen planlara mahkum olmuş durumda.

Gelişmeleri elbette takip edeceğiz…

Kaçak yapı artık zenginlerin işi!

Ankara’dan planlarla işini bitirmeye çalışanların yanında hızla kaçak yapı yaparak yerel seçim yatırımı yapan belediye başkanlarının durumu görmezden gelmesini fırsat bilip işini yürütmeye bakanlar da yok değil, hatta giderek sayıları artıyor her seçim döneminde olduğu gibi.

Bu seçim döneminde kaçak yapı yapanlarda tek bir fark var, artık başını sokmak için derme çatma bir ev yapmak ya da kira dahi ödeyemeyeceği için barakadan hallice bir iş alanı oluşturmak çabasında olanlardan ziyade koca koca depolar, imalathaneler yapan işinsanları var karşımızda.

İKK’nın ilgili oda başkanları, konuyla ilgili görüşmek üzere Bursa Valisi Mahmut Demirtaş’dan randevu talebinde bulunmuş, randevu talebinin ardından da Vali Demirtaş’ın kaçak yapıya karşı kurum temsilcileri ile yaptığı toplantı görüşmede konuşulacakların anahtarı niteliğinde gibi duruyor. İKK’nın görüşmesi bugün itibariyle gerçekleşecek. Bursa’nın sorunları ile yakından ilgilenmek için kolları sıvadığını gözlemlediğim, suya sabuna dokunmayan valilerden olmayacağını tahmin ettiğim Demirtaş’ın konuya hassasiyetle yaklaşacağına, şehrimizin zaten talan olmuş ovasının ve dağının daha fazla tahribata uğramasına izin vermemek adına harekete geçeceğine inancım yüksek.

Umarım bu inancım boşa çıkmaz. Takip edeceğiz elbette…

Var mı dur diyecek baba yiğit?

Şimdiye kadar seçim sürecinin saman altından yürüyen sularından ve bu suların bize verdiği zararlardan konuştuk, ama iyi şeyler de olmuyor değil. Bir süredir yazıp durduğumuz ve bir tür doğa katliamı yöntemi olarak kullanılmaya çok müsait olduğunun, gerekli düzenlemeler getirilmezse suistimal edileceğinin altını çizdiğimiz tekerlekli ev, namı diğer tiny house meselesinden bahsediyorum.

Nihayet beklenen düzenleme geldi…

18 Ocak tarihli Resmi Gazete’ye yayınlanan karar ile her şeyden önce evlerin bulunacağı alanların kırsal ekolojik alan ya da kamping alanı olarak geçmesi gerekiyor imar planlarında. En az 5 en fazla 49 bağımsız tiny house olabiliyor bir arazi üzerinde. Her bir ev için 250 metrekarelik alan olması şartı da var. Her ünite birbirinden çitle ayrılacak ve her ünitenin kendine ait otoparkı da olacak. Girişte de bir resepsiyon alanının olması lazım.

Buradan bakıldığından şimdiye kadar oluşturulmuş, ancak bahsedilen özellikleri taşımayan tiny house kentlerin iptalinin söz konusu olması lazım. Bakalım buna gücü yetecek babayiğit çıkacak mı?

Çünkü projeler peynir ekmek gibi satılıyor benim bildiğim…

Bu kez yerel seçimlerde birkaç kişi değil şehir kazansın düşüncesi ile takipteyiz…

 

 

 

 

 

Hikaye şöyle diyor: ‘Türkler uzayda’

Hikaye şöyle diyor: ‘Türkler uzayda’

Alper Gezeravcı uzayda yapması gereken 13 deney üzerinde çalışırken, biz Türkiye’de halen tartışma içindeyiz bu konuyla ilgili.

Tartışmalar da mesnetsiz değil hani…

Bir kesim, uzay aracını Türkiye yollamış da içindeki astronotlar bizim ülkemize tonlarca para vererek yine bizim ülkemiz aracılığı ile uzaya çıkmış ve yaptıkları deneylerle bizim ülkemize büyük kazançlar sağlayacak sonuçlara ulaşmayı hedeflemiş kadar gururlu…

Ne kadar çok ‘bizim’ kelimesi geçti değil mi bu bölümde…

Çünkü ‘bizim’ değil…

Olmasını çok istediğimiz, ancak bir türlü gerçekleştiremediğimiz hedeflerden biri olan Türklerin uzaya çıkması hikayesi henüz gerçekleşmediğinden, ucundan kuyruğundan tuttuğumuz her durumla böylesine ölçüsüz gurur duymamızın nedeni bu sanıyorum…

Ortamda bize ait olan tek şey Alper Gezeravcı’nın kendisi. Tükiye’de dünyaya gelmiş, kariyerinin bir bölümünü gerçekleştirecek eğitimlerin bir bölümünü Türkiye’de almış, 2001’de İstanbul Hava Harp Okulu’nda Elektronik Mühendisliği dalında lisans eğitimini tamamladıktan sonra Dayton, Ohio’daki Wright-Patterson Hava Kuvvetleri Üssü’ndeki Hava Kuvvetleri Teknoloji Enstitüsü’nde yüksek lisansını tamamlamış, dolayısıyla kendisine uzayın kapılarını açan ilk adımı da böylelikle atmış, 2012’de İzmir Askeri Casusluk FETÖ Kumpas davasıyla Türk Silahlı Kuvvetlerinden ihraç edilip 2020’de aklanarak göreve geri dönmüş bir isim kendisi.

Şöyle düşünün, ordudan atmışız biz bu pilotu!

Sonra kıymetini anlamış olmalıyız ki, daha önce Amerikalı bir emlakçı, Kanadalı bir iş insanı, iki Suudi astronotun oturduğu koltuklardan birinde oturması için Elon Musk’a iddialara göre 55 milyon dolar vererekten ve ‘Yar bana bir başarı medeeetttt’ diyerekten çıktığımız sahneye, Türkler uzayda isimli hikayeyi yazıvermişiz…

İnanın ki, ben de çok isterim ülkemin uzayda boy gösteren teknolojiye ve güce sahip ülkeler arasında yer almasını.

Ama olmayınca olmuyor işte…

Yahu biz PİSA sonuçlarında dahi nal toplayan bir ülkeyiz, uzay nire biz nire…

Eee… Seçim de yaklaşıyor ve elde var sıfır, hatta sıfırın da altında bir durumdayız demek yerine 55 milyon doları bastırıp, ‘Türkler uzayda’ hikayesini yazmak daha mantıklı geliyor kulağa.

55 milyon dolarım olsa ve uzaya gitmek için gerekli sağlık testlerini de başarıyla verebileceğimden emin olsam, benim aynı koltukta oturmamam için hiçbir sebep olamaz. Benim aynı koltukta bir Türk olarak oturuyor olmam da bu ülkeye hiçbir katkı sağlamaz…

Elbette mesele bahsettiğim kadar basit değil, Gezeravcı, 14 gün boyunca 13 farklı bilimsel deney üzerinde çalışacakmış. Mikro yer çekimi, uzay ortamında insan sağlığı, Tuz Gölü bitkisinin uzay ortamında araştırılması, katı-akışkan karışımların yerçekimsiz ortamda araştırılması gibi alanlarda sonuçlar alma gayreti içinde olacakmış ekip.

Bu araştırmaların sonuçları bize ne kazandırır muallak. Çünkü araç bizim değil, ekip bizim değil, araştırmalar da bizim değil dolayısıyla…

Biraz şey gibi oluyor, hani güzel bir araba görürsünüz de önünde durup fotoğraf çektirirsiniz ve sonra o araba sizinmiş gibi bir piyasa yaparsınız ya da güzel bir elbiseyi aslında deneme kabininde giyer ve bir fotoğraf çektirip sahibiymiş gibi hava atarsınız…

Hali pür mealimiz tam da bunun gibi…

Gerçeklik şu, o elbise, o araba, o uzay mekiği, o uzay teknolojisi bizim değil…

Bizdeki meziyet o arabanın park ettiği caddede dolaşacak kadar para sahibi olmak ya da o elbisenin satıldığı mağazaya girdiğimizde sırıtmayacak kadar endama nail olmak o kadar…

Şimdilerde gururla anlattığımız ‘Türkler uzayda’ hikayesinin bizim olması için çalışmamız, daha çok çalışmamız, daha daha çok çalışmamız lazım…

NOT: Siz onu bunu bırakın, ‘Türkler uzayda’ hikayeleri yazmaktan vazgeçin de şu emekli maaşlarını ne yapacağız onu bi söyleyiverin…

Üşenmedim baktım, 2019 yılında en düşük emekli maaşı yaklaşık bin 983 lira gibi görünüyor. 2024 yılına kadar neredeyse 5 kat artmış. Allah bereket versin…

O zaman neden şikayetçi oluyorsun diyenlere de bir yanıtım var elbette.

Efendim, gıda fiyatları bu 5 yıl içinde ortalama 15-20 kat artış görünüyor…

Çok şükür ki, bu yılı emekliler yılı ilan etti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bir de emekliler yılı olmadığını düşünün…

Taş yiyecekti emekli herhalde!

 

 

 

 

 

Kanar; ‘Alay konusu olduk’ dedi

Kanar; ‘Alay konusu olduk’ dedi

Belediye başkanları için seçim sürecine girilirken bir muhasebe yapmak, yapılanları ve yapılmak istenenleri kamuoyu ile paylaşmak şaşırtıcı değil. Mustafakemalpaşa Belediye Başkanı Mehmet Kanar için ise başkanlık koltuğunda oturduğu son günler bunlar. Malumunuz Mustafakemalpaşa Milliyetçi Hareket Partisine emanet edildi önümüzdeki yerel seçimler için.

Muhafazakar seçmen yapısı egemen olan ilçede seçimin galibinin daha mücadele başlamadan Cumhur İttifakı adayı Ahmet Beygirci olduğunu söylemek mümkün.

Kendi içi dinamiklerinde görev talebinde bulunulması doğru kabul edilmeyen, tevdi edilen görevin yerine getirilmesi için tüm çabanın sarf edilmesi ve tevdi edilme hadisesinin ortadan kalkması halinde de görevden affının istenmesi makbul olan AK Parti’de, kendisine görev tevdi edildiği için Mustafakemalpaşa Belediye Başkanlığına aday olan ve başkanlık makamını kazanan Mehmet Kanar, bugün düzenlediği bir organizasyonla 5 yıllık karnesini basın mensupları ile paylaştı tüm bu sebepler ışığında…

Beş yıllık çalışmanın boşa gitmemesi adına söylemek lazım ki, bana göre Mustafakemalpaşa’da bu dönem yapılan en iyi hizmet ilçenin altyapısının yenilenmesi. Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş ile arası çok iyi olan Mehmet Kanar, iyi ilişkilerini ilçenin yararı için de kullanınca Bursa’nın en büyük ilçesinin altyapısı içme suyu, kanalizasyonu ve yağmur suyu boruları da kapsama alınarak yenilendi.

Toplantının en önemli bölümü ise elbette ki, yapılan hizmetler değildi. Herkes bir süredir bahsi olunan, komik hitaplar içeren adaylık tekliflerinin gerçek olup olmadığını merak ediyordu.

Konu Mustafakemalpaşa olunca, bir önceki yazımda köşemde yazdığım, adeta şehir efsanesi gibi dolaşan ‘Sen git, reisin gelsin’ sözünün gerçekten sarf edildiğini de bizzat Mustafakemalpaşa Belediye Başkanı Mehmet Kanar’ın kendisinden duymuş olduk.

Şaşırtıcı, ama teklifin de söylenenlerin de ses kaydı mevcutmuş bu arada. Belki de bu nedenle kimse çıkıp söylenenleri yalanlamadı.

Mehmet Kanar dükkan komşuluğu yaptığı ve şimdilerde CHP Mustafakemalpaşa Belediye Başkan Adayı olarak adından söz ettiren, bu söz ettirişle de CHP örgütünün hatırı sayılır bir bölümünden tepki alan Şükrü Erdem’e AK Parti tarafından götürülen teklifi daha ziyade siyasi tecrübesizliğe bağladı.

Ardından gelen cümleler dikkat çekiciydi;

“İstemediğim halde belediye başkan adayı yapıldım ve kendi bütçemden muazzam rakamlar harcayarak belediye başkanlığını kazanmak için can hıraş şekilde çalışan bir insana karşı, benim ilçe başkanımın başka birisine gitmesi şaşırtıcıydı. Hata yaptığını kendisi de kabul etti!”

Daha önce belirtmiştim, eğlencelidir bizim oranın insanı. Ama eğlence de bir yere kadar, Mustafakemalpaşalının diline dolanmak üzmüş Kanar’ı;

“Şimdi ilçede alay konusu olduk. ‘Sen gelme, il başkanın gelmesin, reisin gelsin…’ 22 yıldan beri mücadelesini verdiğimiz bir davanın liderine böyle amiyane bir tabirle hitap edilmesi beni üzdü. Ses kayıtlarını da dinlediğim için rahat konuşuyorum. Şimdi nereye gitsem, ‘sen gelme, reisin gelsin’ diyorlar. Böyle bir alay konusuna maruz kaldık” diyor Mustafakemalpaşa Belediye Başkanı…

Gelelim zurnanın son notalarına…

Kendisine şimdiye kadar yaptığı hizmetler için bir teşekkür dahi edilmediğini de üstüne basa basa vurgulayan Mehmet Kanar da çok iyi biliyor ki, bir AK Parti ilçe başkanı kendi kendine isim belirleyerek belediye başkanlığı teklif etmek adına kapı kapı gezmez. Hele hele öyle bu düşündüklerini kimseyle paylaşmadan hiç gezmez. Velev ki, gezdi diyelim, bir daha o koltukta oturamaz. Tecrübesizlik eden, tecrübe sahibi olana kadar görevden affını ister.

Mustafakemalpaşa hadisesinde de olması gereken buydu. İlçe başkanının bu yapılanın yanlış bulunması halinde çoktan görevden affını istemiş olması gerekirdi.

Böyle bir gelişme oldu mu?

Hayır…

O halde iş dönüp dolaşıp şu noktaya geliyor; ilçe başkanına Şükrü Erdem ile görüşmesi konusunda kim görev verdi?

Hadi görev verildi, hadi böyle bir saçmalık da yaşandı, bunu Ankara’dan hiç mi kimse duymadı ya da hiç kimse bunu Ankara’ya duyurmadı mı?

‘Allah biliyor ya, hiç kırgınlığım yok’ diyen Mehmet Kanar’ın kırgınlığı her halinden belliydi. Bir emanet olarak aldığı ilçeyi emanet edeceği kişinin, başlattığı projeleri devam ettirmesini rica ederken bile küskündü olan bitene…

Sedat Yalçın’ın dikkat çektiği anket ilginç

Sedat Yalçın’ın dikkat çektiği anket ilginç

Yerel seçimlere gidiyoruz, ancak aday adaylarının bir türlü netleşemediği, halen parti için savaşların sürdüğü bir noktadayız.

Bir önceki yazımda yazmıştım Sedat Yalçın’ın Yeniden Refah Partisi (YRP) ile olan yakın münasebetini, daha doğrusu Yalçın’ın Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adaylığı teklifine çok sıcak baktığını.

Ancak konu halen net değil benim açımdan, zira deneyimli bir siyasetçi olan Sedat Yalçın yola çıkmadan önce bazı talepler öne sürüyor Yeniden Refah Partisi’ne…

Malum, YRP ile AK Parti arasındaki ittifak görüşmeleri henüz sonlandırılmadı. Dolayısıyla ittifak yapılacak mı, yapılmayacak mı, yoksa ittifak yapılacak da bazı istisnalar mı olacak orası net değil. Yalçın şöyle diyor:

Ben Yeniden Refah Partisi Büyükşehir Adayıyım diye ortaya çıktıktan sonra parti Bursa’dan aday göstermeyeceğini açıklarsa o iş olmaz. Bu nedenle, YRP’nin Bursa’dan aday çıkaracağının kesin olması durumunda adaylık açıklamamı netleştirmek daha doğru.”

Dediğim gibi siyasette pişmiş bir isimden bahsediyoruz, kendisini siyasi pazarlık malzemesi olarak kullandırmak istemiyor elbette. Aynı zamanda siyasette iki parti kazanırken Sedat Yalçın isminin kaybetmesi ihtimalini de masadan kaldırmak istiyor.

Bence kariyer odaklı bakıldığında son derece haklı bir hamle…

Diğer yandan Sedat Yalçın’ın eklediği önemli bir dipnotu da paylaşmak isterim. Geçtiğimiz birkaç gün içinde AK Parti Genel Merkezi kaynaklı bir anket yapılıyor hızlıca. Anketin konusu AK Parti Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş!

Sorulan sorular ‘Alinur Aktaş’ı belediye başkanı görmek ister misiniz? Alinur Aktaş’a oy verir misiniz? Mustafa Bozbey’e mi Alinur Aktaş’a mı oy verirsiniz?’ biçiminde Aktaş adı üzerinden yöneltiliyor ankete katılanlara.

Sedat Yalçın’ın dikkat çektiği husus da şu;

“AK Parti’de daha önce görülmemiş bir iş bu. Bir isim belediye başkan adayı ilan edildikten sonra hakkında anket yürütülüyor. Bu durum bizim adımız Yeniden Refah Partisi adayı olarak geçmeye başladıktan sonra gündeme geldi. Şu anda AK Parti’den bize doğru yoğun bir kayma gözlemliyoruz…”

Eskinin yeni ile hesaplaşması mı demeli, aynı bakış açısından beslenen iki grubun birbiri ile mücadelesi mi demeli tam bilemiyorum.

Ancak bildiğim bir şey varsa o da şudur; Yeniden Refah Partisi yükselişte olan bir parti. Sedat Yalçın gibi bir isimle birleştiğinde Bursa’da hatırı sayılır oy bölme potansiyelinin olduğu da bir gerçek.

Siyasetin 24 saati değil 24 dakikası dahi çok kıymetli artık. Bu nedenle kesin cümleler kurmak çok zor elbette. Hayırlısı olsun deyip net açıklamalara gözlerimizi dikerek bekliyoruz…

CHP Mustafakemalpaşa’da aday netleşti

Canım memleketim Mustafakemalpaşa’da CHP açısından bir süredir karışık olan çarşının altı üstüne geldi. İlçenin 7 yıldır başkanlığını yürüten dolayısıyla örgüt içindeki hakimiyeti tartışmasız olan Serda Tandoğan Kuru belediye başkanlığı adaylık başvurularının ilk günlerinde ‘ben başkan adayıyım’ demiş isimlerden. Siyasi kanaatini muhafazakar partilerden yana kullanan seçmen yapısının yoğunlukta olduğu ilçede başka da başkan adayı çıkmadı zaten…

Şimdi, her bölgenin kendine has insan davranışı vardır malumunuz. Bizim oranın insanının da içi dışı birdir, politik olmakta zorlanır, net, doğrudan insanlardır bizimkiler. Doğru bulduğunu destekler, yanlış bulduğunun karşısında durur, ‘düşmanımın düşmanı dostumdur’ lafı da kitabına pek uymaz. Haaa… bir de çok heyecanlı ve neşeli tiplerizdir. Yüksek sesle konuşuruz, kavga ediyoruz sandıkları yerde birbirimize sarılıyoruzdur aslında…

Tüm bunları anlatıyorum, çünkü Mustafakemalpaşa’da ilçenin tek adayı olan Tandoğan Kuru’nun yerine Spordan Sorumlu Eski Devlet Bakanı Şükrü Erdem’in ilçe belediye başkan adaylığının kesinleştiği haberi artık netleşti. Bundan önceki tepkileri ve bundan sonraki tutumları anlamlandırmanız açısından bölgenin genel insan davranış tipini bilmeniz önemli diye düşünüyorum.

Sadece CHP’nin değil AK Parti’nin de görüştüğünü Erdem’in ‘Bizzat Recep Tayyip Erdoğan ararsa düşünürüm’ şeklinde yanıt verdiğini de duyuyoruz kulislerde. Tabİi bu ihtimalle birleştirilerek, CHP’den başkan seçilse dahi AK Parti’ye geçecek söylentileri de geliyor kulaklara…

İşin o kısmını bilmiyorum. Bildiğim Erdem’in adaylığının netleştiği ve örgütün Tandoğan Kuru’nun yanında olduğu.

Şu bir gerçek, CHP’nin Mustafakemalpaşa ilçesini alması ihtimaller arasında zorlu bir yerde duruyor. Tam da durum buyken, tam da ‘sağdan da oy almalıyız’ bakış açısının genel seçimlerde neler kaybettirdiği ortadayken, tam da örgüt bir adayın peşinde birleşmişken neden böyle bir tercihte bulunuldu, anlamakta zorlanıyorum. Mustafa Bozbey’in özel çabası ile aday olduğu söylenen Şükrü Erdem ile birlikte hangi ekiplerin seçim çalışması yapacağını da çok merak ediyorum.

Tandoğan Kuru, artık sade bir CHP üyesi.

Haliyle kalbi kırık.

Kendisiyle birlikte olan örgüt üyeleri de benzeri hisler taşıyor.

Önümüzdeki süreç Mustafakemalpaşa’da CHP açısından zor geçecek gibi görünüyor…

 

AK Parti’ye Sedat Yalçın bombası

AK Parti’ye Sedat Yalçın bombası

Cumhuriyet Halk Partisi’nde hem seçim öncesinde hem seçim sürecinde süregelen kargaşaya alıştık da iktidar partisi olan AK Parti’nin yüreği hop edince bir şaşırıyoruz alışkın olmadığımız için.

Şimdiye kadar kendi çizdikleri politik çemberin dışına muhalefetin çıkmasına izin vermeyen, dolayısıyla kendi hazırladığı oyunu oynadığı için hayli rahat olan AK Parti, bu kez yine kendi içinden bir ismin oyunu bozması ile şaşkınlık yaşıyor.

Tam da tahmin ettiğiniz gibi, Sedat Yalçın’ın Yeniden Refah Partisi ile Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adaylığı konusunda anlaşmak üzere olmasından bahsediyorum.

Yeniden Refah Partisi’nin ilk hamlesi olan Recep Altepe kartını Altepe’yi Genel Merkez’e hem de Yerel Yönetimler Başkan Yardımcılığı gibi önemli bir göreve atayarak bertaraf eden AK Parti, bu kez daha sert bir kayaya çarpmış gibi görünüyor.

Sedat Yalçın er ya da geç AK Parti’den kendisine gelecek bir teklifin peşinde değil kulislerde konuşulanlara göre. Maksat AK Parti’nin eski ve şehre vizyon kazandıran ekibini yeniden toplamak gibi görünüyor.

Hatırlarsanız bir zamanlar uzun uzun siyasetin kulislerinde dillendirilen AK Parti’nin kurucularının partiye küsmesine, küsmeseler dahi yeni kadrolar tarafından partiden uzaklaştırılmalarına kadar giden bu yol yepyeni bir AK Parti siyasetini de beraberinde getirmişti.

Laf aramızda kalsın, eskiler yeni kadroları, yeniler de eski kadroları halen eleştiriyor, hem de çok sert biçimde. Ama malum, AK Parti söz konusu olunca ‘kol kırılıyor, yen içinde kalıyor’, ‘kan kusuluyor, kızılcık şerbeti içtik, ooohhh çok da güzelmiş’ deniliyor.

Şimdi eskiye dönme, eski bakış açısını yeniden hatırlatma vakti geldi diyerek çıkılıyor bu yola benim anladığım kadarıyla.

Konuyu AK Parti’nin içinden çıkarıp yerel seçimlere yansıması açısından değerlendirdiğimizde işler daha da karışık.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olarak ilan edildikten sonra verdiği büyük mücadeleyi tamamlamış bir savaşçı rahatlığı ile çalışmalarına dönen Alinur Aktaş’ın eli bir kez daha zora girdi Sedat Yalçın adının gündeme gelmesiyle.

Çünkü bu kez rakip kendi mahallelerinden…

Yeniden Refah Partisi’nin oy oranının düşük olması yarışın etkin elemanı olmayacağı anlamına gelmiyor kesinlikle.

Her şeyden önce Cumhur İttifakının birlikteliğinin karşısında Millet İttifakının dağılmış hali, hür ve müreffeh biçimde seçime girecek olduklarını açıklamaları AK Parti’de ‘seçimi kazandık’ havasını çoktan yaratmıştı ya hani…

İşte o oyun bozuldu bu kez.

Sedat Yalçın’ın adaylığının bir intikam adaylığı olduğu düşüncesinde olanlar için de küçük bir not bırakıp kaçacağım; unutmayın ki, intikam bekleyenler, intikamlarını almak için rakiplerinin en zayıf anını kollarlar. Dolayısıyla ‘Sedat Yalçın intikam almak için aday oldu’ diyenler AK Parti’nin yerel seçimlere şimdiye kadarki en zayıf hali ile girdiğini çoktan kabul etmiştir.

Bence bunu kabul etmeyin, ‘rekabet iyidir, kalite getirir’ deyip yola devam edin…

PEYZAJ MİMARLARI SEÇİME GİDİYOR

Yeşil alanları bir yandan kentleşmeye bir yandan da sanayileşmeye kurban giden, dolayısıyla sadece tarım alanlarının değil, temiz hava soluma hakkının dahi elinden alındığı bir şehir olan Bursa’da akademik oda seçimlerinin çok önemli olduğunu düşünüyorum.

İş toprağa ve toprağın savunuculuğuna geldiğinde bu işi uzmanlık alanı olarak yüklenen birkaç oda mevcut, Bursa Peyzaj Mimarları Odası da bu odalar arandaki haklı yerini koruyor. Yeni dönem için kolları sıvayan Çağdaş Peyzaj Mimarlarının adayı tanıdık bir isim. 3. dönemin mevcut başkanı Fulya Akfidan Sevim yeniden aday…

Adaylık açıklamasında;

“Tüzüğümüzde de yazdığı gibi odamız, ‘Kamusal yararı korumak, mesleğin gelişmesi, meslek mensuplarının onur, hak, yetki ve mesleki çıkarlarını korumak ve geliştirmek’ amacı ile kurulmuş bir meslek örgütüdür. Bu amaç doğrultusunda yasalarla bağlı bulunduğumuz TMMOB bütünlüğünde toplum yararına ve mesleğimiz adına, meslektaşlarımızdan aldığımız güç ile odamızın dik duruşunu göstermeye, güçlü bir ses olmaya devam etmek için buradayız” diyen Sevim, oda çalışmalarında çok önemli olan birlikte üretmek, birlikte yönetmek anlayışını vurguladı.

Peyzaj Mimarları Odası Bursa Şubesi’nin bu dönem çok önemli işlere imza attığını, gerek şehir yönetiminde gerekse mesleğe bakış açısı konusunda farklılıklar yaratmak amacıyla yola çıktığını biliyoruz.

Burada en keskin çizgi de kentsel dönüşüm süreçlerini hızla yaşama gayretinde olan Bursa için yapılacak yeni planlarda olacak sanıyorum.

“Deprem bize yapı stoğunun önemini hatırlatırken deprem anında ve sonrasında kentsel peyzajın ne denli önemli olduğunu da göstermiştir. Peyzaj tabanlı şehircilik kavramının ülkemiz açısından bir tercih değil zorunluluk olduğunu son zamanlarda acı deneyimlerle öğrendik. Bizler bunun peşini bırakmayacak, genel merkez ile koordineli bir şekilde bu mücadeleyi yerelde vereceğiz, çünkü bunun kamusal bir sorumluluk olduğunu düşünüyoruz” sözleri tam da burada anlamını buluyor.

Tüm akademik meslek guruplarında olduğu gibi Peyzaj Mimarlarında da mesleki olarak yaşanan pek çok sorun var ve odaların bu sorunların çözümüne tek tek eğilmesi şart. Tüm sorunları sırtlanmaya, çözümlerini bulmak için çabalamaya bir dönem daha talip Fulya Akfidan Sevim.

İyi niyetlerle bu yola çıktığı bu yolda kendisine başarılar diliyorum…

 

 

 

Pamuk eller cebe…

Pamuk eller cebe…

Bir zamanlar, bizler teker yuvar idare ederken pek umurumuzda olmayan gerçeklikler yaşadığımız ekonomik kriz sonrası adeta bir şimşek gibi çaktı gözümüzün önünde. Misal, bizim Nilüfer ilçemizin bazı mahallelerinde hiç devlet okulu olmazken, devlet okulu olan mahallelerde de yeterli değilmiş zaten okul ve derslik sayısı.

Adeta özel okullar cennetine dönen ilçede yaşayan vatandaşlar, alım güçleri değiştiğinde çocuklarını özel okuldan alıp devlet okuluna vermek istediklerinde fark ettiler bu gerçekliği…

Benim yıllardır yazdığım, ‘Bursa’ya yeni okul yatırımı yapılmıyor, yeni derslikler kazandırılmıyor, derslik açığımız giderek büyüyor’ minvalindeki cümleler de bir anlam kazandı böylece.

Sonuç, uzun zamandır olmayan bir şey oldu, hatta öyle uzun zamandır olmuyormuş ki, nasıl bir prosedür izlendiği dahi unutulmuş. Neyse öyle böyle artık Altınşehir Mahallesinin bir devlet okulu yaptırmak üzere kurulmuş bir gönüllüler derneği olacak. Eli kulağında.

Geçmiş dönem İKK Sekreteri Feridun Tetik, zaman zaman ziyaretime gelme nezaketi gösteren isimlerden. Derneğin kuruculuğunda ön ayak olmuş kişilerden de biri kendisi. Artık tüm eğitim gönüllülerini üç beş kuruş demeden bu derneğe yardım için bekliyoruz.

Biz bu konuyu Feridun Tetik ile uzun zaman önce konuşmuştuk, bugün itibariyle derneğin kuruluşu için ilk adımı attıklarını ve derneğin kuruluş belgelerini dernekler masasına teslim ettiklerini duyunca şehrin eğitim gönüllüsü hayırseverlerine bilgi vermeyi kendime görev edindim anlayacağınız.

Hadi bakalım, pamuk eller cebe…

*****

BİR KÜÇÜK TOGG MESELESİ

CHP Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mustafa Bozbey TOGG fabrikasının yerinin yanlış olduğunu belki ilk kez bir ekranda söyledi, ancak bu konudaki görüşleri gizli saklı değildi. Zaman zaman mevzuya bakışını dillendiren Bozbey’in sanayiye karşı olmaktan daha ziyade sanayinin kurulduğu noktaya karşı olduğunu söylemek daha doğru geliyor bana.

Çünkü ben de pek çok sanayi bölgesi için kendisi ile aynı şekilde bakıyorum meseleye…

Kalkınma hamleleri konusunda sürekli iki ileri bir geri manevralar yapan, ancak nedense bir türlü istediği kalkınma atağını yakalayamayan canım ülkemde, sırf kalkınacağız da, sanayi kurulacak da, üretim yapılacak da… diyerek güzelim tarım arazilerinin, zeytinliklerin, sahil şeritlerinin işgal edilmesini ben de doğru bulmuyorum.

Bizim gibi bir ülke için sanayi şart mı?

Kesinlikle şart!

Fakat, doğru yerde, doğru üretim araçları ile doğru sanayileşme…

Çünkü tarıma ve turizme de ihtiyacımız var…

Bu noktada hemen belirteyim, TOGG tüm ülkenin olduğu gibi benim de gururumu okşayan projelerden. TOGG lansmanında bu duygularımı dile getirdiğim için hadsiz hudutsuz eleştirilere maruz da kalmış bir yazar olarak söylüyorum ki, TOGG doğru ve yerinde bir hamle.

Fakat yer seçimi konusunda bazı sıkıntılar olduğunu atlamamak lazım.

Her şeyden önce Gemlik, fay hatlarının son derece hareketli olduğu bir ilçe. Yerleşim yerinin taşınması bile zaman zaman gündeme geliyor. Hal böyleyken, en evvela, bu denli büyük bir yatırımın yine fay hatlarının burnunun dibine yapılması milli servetin riske atılması demek.

Hepimiz şimdilerde AK Parti Yerel Yönetimler Başkan Yardımcısı olan Recep Altepe’nin Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminde yapılan ve sonrasında uygulamaya konmayan bir 2030 Çevre Düzeni Planı olduğunu biliyoruz. Planın 109’uncu sayfasında şöyle deniyor;

Gemlik’te yeni sanayi alanları oluşturulmayacaktır. Fay hattı üzerindeki sanayi kuruluşları belirlenerek deprem riskine karşı bölgeden taşınmaları teşvik edilecektir!”

Planın Gemlik ile ilgili son maddesinde ise;

Bölgedeki sanayi kuruluşları onaylı planları olsa dahi ekonomik ömrü bittiğinde kaldırılacaktır” diyerek görüşler belirtiliyor.

Gelelim günümüze. Olan olmuş, Gemlik’e TOGG gibi dev bir fabrika kurulmuş. Burada önemli olan fabrikanın rekabet gücü olan ürünler üretmesi ve ülke ekonomisine katkıda bulunmasıdır artık.

Bunun için de hacimli ve pahalı parçaların fabrika bünyesinde üretilmesi hem karlılığı artıracak, hem de kalite sorunlarını azaltacaktır. Yani lojistik maliyetlerinin düşürülmesi ve katma değerin artırılması, aynı zamanda çevredeki trafik yükünün azaltılması için kalıp üretimi ve büyük dış yüzey parçalarının TOGG bünyesinde kurulacak departmanlarda yapılması gerekmektedir.

Bence mevzu da bundan ibarettir.

Bana kalsa böyle büyük yatırımları fay hatlarından, tarım arazilerinden ve deniz kıyılarından uzak bölgelere, mesela Bilecik taraflarına çekmek, demir yolu taşımacılığını işler hale getirerek lojistik sorununu bu yolla çözmek, Bursa gibi tarım ve turizm şehri olmayı hak eden yerlere de bu misyonu teslim etmek en doğrusu…

Ama malum, bana kalmıyor bu işler…

İstanbul’a inanmıyorsa, Mustafakemalpaşa’ya bekleriz!

İstanbul’a inanmıyorsa, Mustafakemalpaşa’ya bekleriz!

Barınma ile ilgili uzun süredir ciddi sorunlar yaşayan bir ülkede, ülkenin başkentinden önce gelen, ülkenin kalbi olarak görülen İstanbul gibi bir şehirde belediye başkan adayı olarak iktidar cephesinden kim çıkarsa çıksın vatandaşın serzenişiyle karşılaşması muhtemeldi zaten.

Hele bir de şimdiki adı ile Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı gibi bir makamda oturduysanız, hele hele TOKİ gibi amacından giderek sapan, amacından saptıkça da verdiği sözleri yerine getiremeyen bir kurumla ilişikli ise kariyer hayatınızın başlangıcı ve devamı, o zaman yanıtlamanız gereken çok soru var demektir.

Her zaman sırça köşklerde oturamaz siyasiler, günü geldiğinde vatandaşın ayağına gitmeleri gerekir, bir kerecik dahi olsa vatandaşa ellerini uzatmaları gerekir. İşte o vakit, vatandaş uzatılan eli tutar, kendisine doğru çeker, halini arz eder, sorusunu sorar…

Sonra siz öylece kalırsınız şaşkınlık içinde…

Tıpkı AK Parti İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Murat Kurum’un vatandaşla buluşmasında olduğu gibi.

Hemen hatırlayalım neler olduğunu…

Belediye başkanı olmak için vatandaştan oy istemek üzere sahaya inen Murat Kurum, TOKİ mağdurları ile karşı karşıya gelmiş, Toplu Konut İdaresi Başkanlığı’nın 2019 yılında başlattığı “100 Bin Alt Gelir Grubu Sosyal Konut Projesi” kapsamında hak sahibi olan yurttaşlar, evlerinin yıllardır teslim edilmemesi ve ödeme planlarında değişiklik yapılarak konut fiyatlarının ve aylık taksitlerin artırılması nedeniyle isyan etmişti.

Kimisi ‘Altı yıldır kiralardayız, sorun çözülmüyor!’ derken kimisi de ‘Verilen sözler tutulmuyor!’ diyordu.

Eski bakan, yeni belediye başkan adayı Kurum, “Öyle bir şey yok” yanıtını verirken bir yandan da videoya çekildiğini fark edince refleks göstererek kamerayı kapatmak için elini uzatıverdi.

Öyle eskisi gibi de değil artık. Siyaset yapmak zor. Herkesin elinde bir kamera herkesin elinde bir kayıt cihazı herkesin elinde bir fotoğraf makinesi. Hadi bakalım yüreği olan beri gelsin işine döndü mesele…

Bu görüntülerin ne zamana ait olduğu bilinmiyor, ancak bilinen gerçeklikler ortada…

Vatandaş haklı, verilen sözler tutulmuyor, teslim edilecek olan konutların teslim süresi uzadıkça uzuyor…

Ödemeler konusundaki sözlerden dönüşün manevra kabiliyetine hiç değinmiyorum bile…

Durum İstanbul için de böyle Bursa için de…

Geçtiğimiz günlerde Murat Kurum’un ‘Yok öyle bir şey’ diyerek geçiştirmeye çalıştığı sorun İYİ Parti Bursa Milletvekili Selçuk Türkoğlu tarafından TBMM kürsüne dahi taşındı.

2019 yılının en büyük müjdelerinden biri olan TOKİ’nin sosyal konutları, bugün sadece Mustafakemalpaşa’da 694 dar gelirli vatandaşın ‘kabusu’ haline geldi.

İYİ Parti Bursa Milletvekili Selçuk Türkoğlu, Meclis Başkanlığı’na verdiği soru önergesinde, “O tarihte evlerin, iki yıl içinde bitirileceği ve 14 bin lira peşin, kalanı 894 liradan başlayan taksitlerle 240 ayda ödeneceği açıklanmıştı. Şimdi aynı evler için 128 bin lira peşinat, 6 bin 415 lira da taksit talep ediliyor. 7 bin 500 TL maaş alan bir emekli bunu nasıl ödesin? Vatandaşa yapılan hak mıdır, reva mıdır?” diye sordu.

İstanbul’daki meseleyi tam bilemiyorum, ama bizdeki durum şöyle;

Bundan yaklaşık 4 yıl önce, yani 12 Aralık 2019 tarihinde anlı şanlı bir tören yapılarak, tam 100 bin sosyal konut için kollar sıvandı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sosyal belediyecilik, vatandaşa dokunan belediyecilik, mazlumun yanında olan belediyecilik anlayışı ile hareket edilerek başlandı işe.

Hedef dar gelirli vatandaşın iki yıl içinde yüzde 10 peşinatla, aylık 894 liradan başlayan taksitler ve 240 aya varan vadelerle ev sahibi olmasıydı. Verilen sözler tutulsa proje harika bir projeydi aslında.

Sırasıyla gelişmeler de şöyle seyretti; önce yüklenici firma işten çekildi, çünkü inşaat maliyetlerinde artış ve devletin ödemelerindeki gecikmeler nedeniyle bir süredir devlet ihalelerine girecek müteahhit bulmakta sorun yaşanıyor. Sonra yeni bir yükleniciyle ihale süreci kör topal tamamlandı, yani rica ile bir müteahhit bulundu iş tamamlansın diye. Bu kez de fatura vatandaşa çıktı iyi mi?

En başta açıklanan koşullar için 15 Ocak 2020’de başvurular sonlandı, hak sahipleri kura ile belirlendi. Ne olduysa da inşaatların bitimine 5-6 aylık süre kalınca oldu. Ziraat Bankasına davet edilen hak sahipleri önlerine konulan yeni koşullar ile bir anda şoka uğradılar.

İstanbul’a inanmıyorsa Murat Kurum’u bir de Mustafakemalpaşa’ya bekleriz. Bir de buralarda dinlesin TOKİ mağduriyetini, belki ikna ederiz kendisini.

Murat Kurum vatandaşın içinde biraz daha dolaşsın da biraz daha şaşırsın hele…

Bir de sade vatandaşın nasıl bir gelirle ayın sonunu getirmek için ne taklalar attığını öğrense nutku tutulacak da daha ona sıra gelmedi herhalde…

 

Kerkük Denklemi ve Irak’ta KYB

Kerkük Denklemi ve Irak’ta KYB

“Devir; düşmanların savaştığı değil, sözde aynıların birbirini içten içe tükettiği bir devir…

Bir sonraki yazımda Ortadoğu ile birlikte Irak’ta da devam eden “aynıların savaşı” ile yükselen güçlerin nedenlerine-nasıllarına-sonralarına değineceğim…” demiştim geçtiğimiz hafta yayınlanan yazımda…

“Aynıların Savaşı” belki de en yoğun halini Irak’ta gösteriyor…Geçmişte yaşanan; Arap-Kürt-Türkmen-Şii-Sünni ve diğer irili ufaklı farklılıkların karşılıklı çekişmeleri şimdilerde “kendi bahçesinin otu acı gelirmiş insana” moduna geçiş yaptı…

Irak’ta beliren yeni güçler ve ittifaklar tablosunu da “Aynıların Savaşı” belirlemeye başladı. Şii-Şii çekişmesiyle öldürülen Süleymani’yi, Sünni-Sünni çekişmesiyle görevine son verilen Halbusi’yi, KDP-KYB rekabetini, Türkmenlerin elli bin parçaya bölünüşünü, Arapların Körfezci-İrancı ayrışmasını unutmamalı…

Irak’ta “aynıların savaşı” eşliğinde gerçekleşen yerel seçimler sonrasında herkesin gözü kulağı Kerkük’e çevrildi.

Siyaset-ekonomi-diplomasi kulislerinde yoğun bir şekilde yürütülen Kerkük görüşmeleri sonucunda Valinin ve meclis kademelerinin kimlerden oluşacağı netleşecek. Ve Kerkük’ün etki yetkisinin…

Şimdi Kerkük özelinde Irak siyaset tablosunu okuyalım dilerseniz. Karşımızda yükselişe geçen bir KYB olsa da halâ kimselere yeterli güveni veremediğini belirtmek istiyorum…Terör oluşumları ile bağlarını koparamayan KYB arkasına aldığı Bağdat-İran-ABD’nin gücüyle bölgede etkili olmaya başlasa da Türkiye’nin masaya oturacağı istikrarı sergileyemediği bir gerçek.

KDP yi de fazlasıyla yoruyor KYB çünkü Kürtleri birlikte güçlü tutmak adına büyük çaba sarf eden KDP(Erbil Yönetimi Hükümeti) tüm sorunlara rağmen her seferinde “ya sabır” diyerek köprüyü kuran taraf oluyor…

İşte tam da burada KYB’ye şu mesajı vermek gerekiyor; Iraklı Kürtlerin tek ve mutlak dostu Türkiye’nin desteği olmadan bölgede etkili bir siyaset yürütemez…Bu destek için de güvenden yana istikrarlı yürümesi gerekiyor…

KYB’li isimler ve KYB’ye oy veren Kürtler de şunu asla unutmamalı; bölgedeki Kürt hareketlerinin, sivil toplum kuruluşlarının, siyasetçilerin dayanak noktası olan ABD bir Kürt Devleti’nin kurulmasına asla müsaade etmez! Ne Irak’ta ne de Suriye’de! Şu an Suriye merkezli hareket eden YPG-PYD-SDG’nin devletleşme ihtimalinin pozitif yönde değerlendirilmesine de katılmıyorum zira ABD’nin yaptığı her hareket; Suriye de YPG-PYD-SDG’yi özerkleştirerek bölgede her işine koşturacağı bir muhafız alayı oluşturmak.

Maalesef ki geçmişte olduğu gibi şimdi de “uzaktakilerin hayaline-hayranlığına-sevdasına-yalan vaadlerine” inanan Kürtler yanındakilerle güçlü bir şekilde hareket etmeyi reddediyor.

Kerkük İttifakı’na dönelim dilerseniz. Evet Irak genelinde olduğu gibi Kerkük’te de yükselişe geçen bir KYB gerçeği var. KYB’nin Kerkük İttifakı’nda kilit olacağını düşünüyorum. Uzun zamandır Bağdat Yönetimi ile ikinci baharını yaşayan KYB bir süredir KDP ile de ılımlı mesajlar verse de yarın nasıl hareket edeceğini kimseler kestiremiyor. Kerkük Valisi Kürt mü olacak Arap mı olacak sorusu halâ masada. Çeşitli ittifak denklemlerini görüşen taraflar belki de dönüşümlü Valilikte (Kürt ve Arap) karar verecek.

Türkmenlerin de KDP ve Sünni Araplar merkezli bir ittifakta yer alması güçlü bir ihtimal.

Ve KYB kitlesel anlamda Irak’ta yükselişe geçen bir grafik sergilese de günün sonunda güven verenlerin ve istikrarlı adımlarla yürüyenlerin kazanacağı unutulmamalı.

Özetle Irak genelinde giderek güçlenen İran-Bağdat-Süleymaniye işbirliği Kerkük’te Yönetim dengesinin oturtulmasında etkili gibi görünse de bölgenin önemli bir gücü olan Türkiye’nin tavrı son noktayı koyacaktır….

Bizim çocuklarımız…

Bizim çocuklarımız…

Bu ülkede belki de en zor olan şey çocuk olmak…

Geleceğe dair büyük emelleri olanların ilk oynamaya çalıştıkları ayar çocukların ayarları, sömürmeye dair açlığını doyurmak isteyenlerin ilk el uzattıkları yer çocukların bedenleri, ahlaksızlığa dair ilk meyledenlerin aklına gelenler yine çocuklar…

Sadece ülkenin değil tüm dünyanın gündemini sarsan Epstein skandalının başkahramanı yine çocuklar. Öyle el alemin çocukları deyip kafamızı çevirebileceğimiz bir olay değil bu, skandalın içinde bizim çocuklarımız da var.

Hani tüm çocuklar bizim de evlatlarımız duygusunu kaybettiyseniz diye hatırlatmak isterim…

Hatta şunu da ekleyeyim, muhabirlik dönemimin beni en etkileyen olayı olan, 1999 depreminde çocuklarını kaybeden ve çeşitli iddialar gündeme getirme gayretinde oldukları halde yetkililer tarafından dinlenmeyen ailelerin evlatlarının bu sapkınların uğrak yeri adada ortaya çıktığı iddiaları var şimdi gündemde.

O günlerde sahada çokça duyduğumuz, ancak bir türlü ispatlayamadığımız için havada asılı kalan ‘çocuğum kaçırıldı, organ mafyası çocuğumu kaçırmış’ ihbarlarının aslı olup olmadığını bir kez daha sorguluyorum. Hatta aynı iddiaların 6 Şubat depremleri ile yeniden gündeme gelmesini, yetkililerin yine bu iddialara kulaklarını tıkamasını, sosyal medya aracılığı ile atılan yardım çığlıklarının duymazdan gelindiğini de hatırlatmak istiyorum…

OKUMA YAZMA KURSLARINA YİNE İHTİYAÇ VAR

Çocuklar demişken, bir de çocukluğunu yaşayamayanlar var elbette hayatımızda, çokça karşılaştığımız hatta belki de üyelerinden biri olduğumuz grup arasında.

Çocukluğunu yaşayamayanlar, aynı zamanda çocukluğu sırasında kendisini ayakları üzerinde duran bir birey haline getirecek eğitimi almaktan da yoksun olabiliyor bazen.

Yine biliyoruz ki, ülkenin batısında bulunan Bursa, gerek ülke içinden gerekse ülke dışından yoğun göç alan illerden.

Şimdi bu parametreleri bir araya getirdiğimizde karşımıza ilginç bir tablo çıkıyor. Çocukluğunu yaşayamadan büyüyen, dolayısıyla eğitim imkanlarından mahrum kalan dünün çocukları, bugünün büyükleri, ülke içinden ve ülke dışından göçlerle geldikleri Bursa’da hatırı sayılır ölçüde okuma yazma bilirlik oranlarını etkilemeye başladı.

Hiç şaşırmayın, biz siyasetin kulis bilgileri arasında boğulmuşken, vatandaşlarımızın bazıları da belediye otobüslerinin üzerindeki yazıları çözmenin, önlerine koyulan evrakın anlattıklarını anlamanın derdiyle boğuşuyor.

Gemlik İlçesi Kumla Mahallesinde de böyle bir sorun fark edilmiş ve Ali Kütahya İlköğretim okulunda bir okuma yazma kursu düzenlenmesi için kollar sıvanmış. Kursun başlaması için ön ayak olan isim Kumla Mahallesi’nin kadın muhtar adayı Gülay Eskici Özmen. Bir kadın hassasiyeti ile konuya yaklaşan Özmen’in girişimleri ile fark edilen eksikliğin giderilmesi amacıyla açılacak kurs, halk eğitim bünyesinde verilecek. 200 ders saati sonunda yapılacak sınavda başarılı olan kursiyerler de bundan sonra belgeli okur-yazar olacaklar.

Doğrusunu söylemek gerekirse böyle bir eksikliğin tespitini de eksikliğin giderilmesi için yapılan girişimi de son derece kıymetli buluyorum.

Ali Kütahya İlköğretim Okulunun okul aile birliği başkanlığını üç yıl yürüterek bu süreçte hem okula hem de öğrencilere önemli katkılar sağlayan, sonrasında da Kumla Mahallesine kadın eli değdirmek için kolları sıvayan Özmen’in muhtarlık seçimlerinde şansı nedir bilinmez.

Bildiğim bir şey varsa, özellikle yoğun göç alan ilçelerde, hatta belki Bursa genelinde bir okur-yazarlık taramasının yapılması ve okuma-yazma konusundaki eksiklerin açılacak kurslarla hızla giderilerek vatandaşımıza hizmet edilmesi toplum olarak yaşamımızı kolaylaştıracaktır.

Özellikle Suriye’den bolca göç alan Bursa’nın buna çok ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.

İl ve ilçe milli eğitim müdürlüklerinin, il ve ilçe belediyelerinin ve dolayısıyla muhtarların ivedilikle el atacakları bu konudan bolca hayır duası alacaklarını da ben garanti edebilirim…

NOT: Çocukların ve gençlerin abisi olarak CHP Etimesgut İlçesi Belediye Başkan Adayı olan hem oyunculuğunu hem de sanatçı duruşunu takdir ettiğim Erdal Beşikçioğlu’nu içinde bu kadar ‘çocuk ve genç’ kavramı geçen bir yazıda anmamak olmazdı. Sanatçıların toplumun itici gücü, yönlendiricisi olduğuna inancımla yürekten desteklediğim Beşikçioğlu’na başarılar diliyorum.

Dilerim, sanat camiasının yüksek egolarından uzak durmaya çabalayan bir isim olarak bildiğim Beşikçioğlu’nu siyasetin karmaşık üslubu yıpratmaz…